@yai375
|
Yeni Delhi'nin sabahına, güneşin ilk ışıkları binaların camlarından yansırken, şehrin gürültüsü yavaşça uyanıyordu. Her şeyin telaş içinde olduğu bu dünyada, ben Amrita Devi, 15 yaşımda, bir okula giden sıradan bir öğrenci gibi görünsem de, içimdeki huzursuzluk çok farklıydı. Zihnimde iki dünyadan birine ait olma mücadelesi veriyordum: Annemin Sih inancı ve babamın Hindu kültürü... Evimizde, bu iki farklı dünya arasında sıkışıp kalmıştım. Babam, Bay Ratan, Hindu dünyasında saygın bir iş adamıydı. İş dünyasındaki başarısı, evin her köşesine yansıyan bir huzur yaratıyordu. Annem, Bayan Anandi, bir jinekolog olarak hem toplumda hem de ailede önemli bir yere sahipti. Ama onun en değerli yönü, hayatını ve inançlarını her zaman Sih kültürüne dayandırmış olmasıydı. Her gün akşamları, annemle birlikte öğretilerini dinlerken, içimde bir huzur buluyor, ama aynı zamanda babamın Hindu inançlarına da bağlı kalmamı bekliyordu. Ailemdeki en büyük zorluk, sadece benim değil, ablam Aastha’nın ve küçük kardeşim Raman’ın da bu ikileme düşmesiydi. Her birimiz farklı bir yol seçmiş gibi görünsük de, derinlerde bir yerde hepimiz aynı çatışmayı yaşıyorduk. Ablam Aastha, annemizin öğretilerine yakın bir yaşam sürmek isterken, babamın Hindu inançlarını benimsemişti. O da benzer şekilde, Hindistan’ın eski başbakanlarından İndira Gandhi'yi örnek alıyordu. Raman ise, henüz 13 yaşında bir çocuk olmasına rağmen, annemizin Sih inancını benimsiyor, ancak babasının Hindu kültürüne de duyduğu sevgiyle sürekli bir içsel çatışma içindeydi. Kendimi en çok, okulda, Jagdish Kumar ile geçirdiğim zamanlarda sıkışmış hissediyordum. Jagdish, benim gibi üst sınıf bir kastta doğmuş, her türlü imkana sahip bir çocuktu. Ama o da bana göre farklıydı. Hindu inancına ve kültürüne derinden bağlıydı, ancak gözlerinde bir şeyler hep eksikti. Birlikte zaman geçirirken, onun gözlerindeki o eksikliği daha net görüyordum. Sanki bir şeylere inanmak istiyordu, ama bunu çevresiyle birlikte bulamıyordu. Okulda her gün, ders aralarında Jagdish ile sohbet ederken, ben de zihnimde sürekli o büyük soruyu tekrar ediyordum: "Kendimi kim olarak kabul etmeliyim?" Annemin inançlarına mı? Babamın kültürüne mi? Ya da belki de kendi yolumu bulmalıydım? Bir sabah, okuldan dönerken, evin önüne geldiğimde her zamanki gibi annemin elinde bir kitapla bahçede oturduğunu gördüm. Yavaşça yanına yaklaşıp, “Anne, bugün yine çok düşündüm...” dedim. Annem bana dönüp, “Düşünmek, doğruyu bulman için en iyi yol, kızım. Ama unutma, içindeki kalp seni doğru yola yönlendirecektir,” dedi. O an, içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Annemin sözleri bana hep huzur verirdi, ama hala içimdeki diğer dünyaya ait olan tarafı bir türlü susturamıyordum. İki farklı yol vardı, her ikisi de beni kendine çekiyordu. Birini seçmek, diğerini reddetmek gibi bir şeydi bu. Ama bir şey daha vardı, içimde fark ettiğim bir şey... Kimse bana gerçekten neyi seçmem gerektiğini söylememişti. Belki de cevap, kendi içimdeydi. O gün, içimde bir karar aldım. Ne olursa olsun, bu iki dünyayı birlikte kabul etmeyi deneyecektim. Günler geçtikçe, içimdeki bu ikilikle daha çok yüzleşmek zorunda kaldım. Okulda, Jagdish ile olan sohbetlerimizde, hem dinleyici hem de konuşmacı olarak varlık gösteriyordum. Her zaman bu ikilik duygusuyla, iki farklı kültürü dengelemeye çalışırken, bir yanda da kendi kimliğimi keşfetmeye çalışıyordum. Jagdish, Hindu kültürüne çok bağlıydı. Her fırsatta bana Hinduizmin erdemlerinden, Gita'dan bahsediyor, geleneksel ibadetler ve festivaller üzerine sohbetler ediyorduk. Fakat ben, annemin öğretilerini unutamıyordum. Onun inançları, beni başka bir dünyaya taşıyor gibiydi. Sihizmdeki eşitlik, tüm insanlara duyulan sevgi, başkalarının acısını hissetme ve yardım etme anlayışı, beni derinden etkiliyordu. Bir gün, okuldan sonra Jagdish ile çay içmek için kafeye oturduk. O sırada birdenbire, Jagdish bana dönüp şöyle dedi: “Amrita, hepimiz bir şekilde kültürümüzle şekilleniyoruz, ama bazen hepimiz bir soru soruyoruz: 'Gerçekten kimiz?' Annem ve babam sürekli olarak kendi geleneklerimizi sürdürmemiz gerektiğini söyleseler de, bazen kendi yolumuzu bulmamız gerekmez mi?” Bu sözleri, içimde yankılandı. Sanki o, benim yaşadığım içsel çatışmayı fark etmişti. “Evet,” dedim, “ama bu kadar farklı inançlar ve gelenekler arasında kalmak zor. Annem, bana Sih inancını öğretiyor, babam ise Hindu kültürüne bağlı kalmamı bekliyor. Kafam çok karışık, Jagdish.” O an, Jagdish bir süre sessiz kaldı ve sonra hafifçe gülümsedi. “Senin gibisi için bu daha zor olmalı, Amrita. İki farklı dünyada yaşamak, bir kök salmak gibi. Ama belki de o kökleri her iki dünyada da bulabiliriz. Belki sen de ikisini birleştirerek kendi yolunu bulabilirsin.” Jagdish’in söyledikleri bir yanda bana umut verirken, diğer yanda da bu karmaşanın içimde nasıl büyüdüğünü tekrar hatırlattı. İki dünyanın arasında bir köprü kurmak, belki de gerçekten bu yolu bulmanın anahtarıydı. Evde de durum pek farklı değildi. Akşam yemeğinde, ailemiz bir aradayken, herkes kendi inancıyla ilgili bir şeyler anlatıyordu. Babam, Hindu geleneklerine dayalı bir dua okuyor, annem ise Sih inancının öğretilerini paylaşarak arada denge kurmaya çalışıyordu. Raman, annesine benzer şekilde Sih inancına daha yakın bir tavır sergilerken, Aastha ve ben, her ikisinin de öğretilerini birleştirip farklı bir yol izlemeye çalışıyorduk.
|
0% |