Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm Amansız Kaçış.

@yakamoz_1213

Elini köpük ve suyla iyice yıkadıktan sonra yarasının ne durumda olduğunu merak edip Ala'nın ona verdiği kazağı yukarı sıyırdı ve kafasını yaraya bakmak için eğdi. Bir ayna olmaması, kötüydü. Uzun zamandır görmediği sıfatını merak ediyordu. Bu evde bir tane bile ayna yoktu, genç kızın güzelliğin sebebi bu olabilir miydi?

 

Sis tutmuş düşüncelerini dağıtıp yarasına baktı. İyi görünüyordu. İki haftaya kalmaz tamamen iyileşirdi. Açıkta kalması biraz risk taşıyor olsa da bu dağ başında, hâlâ ölmediğine göre bu saatten sonra da endişelenmezdi bunun için.

 

Aniden gelen gürültüyle kafasını kapıya taraf çevirdi. Kazağını düzeltip kapıya yanaştı ve hole çıktı. Ne olduğunu sorgularken Alf'in havlama sesini duydu. Kaşları kendiliğinden çatıldı bir anda. Bir sorun mu vardı? Daha önce bu köpeğin evhamlı hallerine hiç şahitlik etmemişti kendi halinde yaşayan, mülayim bir hayvandı. Trabzanlara yaklaştığında basamakların başında aşağıya baktı. Bir panik halinde olan köpeğin evin için de birşey arıyormuş gibi yeri koklayarak dört döndüğünü görünce, ifadesi daha da derinleşti. Kendisini aradığına emin olduğunda, "Sorun ne?"diye sordu. Köpek kafasını kaldırıp onu gördü ve bir kaç defa havladı. Bakışlarını dışarı yönlendiren genç adam, açık kapıdan görünen ormana baktı. "Ne var orada?"

 

Alf derdini havlayarak anlatamayacağını anlayınca kapıya gitti sonra ardına dönüp onu takip etmesini söyleyen işaretler verdi. Genç adam, Ala'nın etrafta görünmediğini fark edince az çok olanlar hakkında fikir edindi kendince. Basamakları hızlı adımlarla inip, "Ona birşey mi oldu yoksa?"diye sordu. Endişeli köpek bu sorunun ardından evet dercesine havladı. Daha çok çatılan kaşı, bakışlarını daha da karatırken, "Hadi beni ona götür!"diye komut verdiğinde Alf tabanları yağladı ve ormana doğru fırladı. Hemen ardından giden genç adam, acıya yarasını umursamadan hızla koştu. Köpek ne kadar hızlı koşuyor olursa olsun hep bir adım arkasındaydı. Bacakları harika çalışıyordu maraton koşan atletizmcilere bile taş çıkarırdı.

 

Ağaçların arasından durmaksızın koştular. Ağaların ve tabiatın onlar için hazırladığı engelleri çevik hareketlerle alt ettiler. Sanki bunun için yaratılmışlardı. Yıllardır bu koşullar altında yaşamış ve alışmışlardı. Alf hadi neyse de genç adam şehir hayatı sürmüş birine göre fazla tecrübeli davranıyordu. Öyle olduğuna da şüphe yoktu açıkçası. Kim onun yalnızca iş adamı olduğunu düşünebilirdi ki elbette dışardan bakan herkes. Ancak özüne indiğinde kuytu köşelerde, izbe mekanlarda, korkunç arazilerde insan avlıyordu. Bu sır kendisinde saklıydı. İnsanı yanıltan uslu görüntüsüne nazaran, tehlikenin prodöktörü idi o.

 

Sonunda o mevzu bahis yere geldiler. Etrafını yoklayan genç adam önündeki uçurumun sakladığı gerçekleri reddetmek istedi ancak boşuna bir çabaydı bu. "Nerde o?"diye sordu. Yalnızca kayalıklardan oluşan boş ve tenhaya bakarken. Alf cevabı uçurumun uç noktasına giderek yeterince vermişti.

 

Ölümün pençesinden kurtulmak için, etini dişine takan Ala, bayılmak üzere bitmiş tükenmiş enerjisinin ardından ruhsuz bakışlar atıyordu. Odaklandığı hedefinden etrafında olan biteni görmesi olanaksızdı ha bir de yitirmeye müsait bilinci de sebepti buna. Son adımın atmıştı ki, incinmiş ayağı yükünü taşıyamadı ve yer ayaklarının altından kaydı. Umutsuz bir çığlık dudaklarından kopup hiçliğin duvarlarına çarptı ve hiçliğe bulandı. Bu defa gerçekten öldüğünü düşünmüş ve pes etmişti. Sadece bir saniye içerisinde bin bir türlü şeyi düşünmeyi başarmıştı ancak mucize ellerinde tuttu ve onu bugün de yalnız bırakmadığını hatırlattı. Bakışlarını onu neyin tuttuğunu anlamak için yukarı kaldırdığında günlerdir aşinası olduğu bir çift siyah gözlere rastladı. "Nasıl?"

 

Günlerdir nefret etmek için elinden geleni yaptığı adama değil, hayatını avuçlarında tutan ve en ufak hamlesi ile yaşayıp yaşamayacağına karar verebilecek olan adamın gözlerine bakıyordu. Hem acınası hem de mucizevi bir gerçekti. Kaldığı arafta, sağlıklı kararlara varamıyor sadece boşlukta salınıyordu. Düşünme yetkisini kaybetmiş gibi. "Sakın kımıldama seni yukarı çekceğim!" Yüzünde tek bir zorlanma belirtisi yoktu ancak kollarındaki damarlar balon gibi olmuş derinin altından nerdeyse dışarı atmıştı. Ala ilk defa kendini ona teslim etmeyi seçti ve kafasını salladı. Zaten başka seçeneği de yoktu. Rüzgarla sallanan siyah saçları gözlerinin önüne düşmüş ve sert yüzünü hafiften perdelemişti. Baş aşağı durduğundan, yüzündeki tüm kaslar sertleşmiş ve daha da belirginleşmişti özellikle de alnında çıta gibi duran iki mavi damar gücünün kuvvetini haykırıyordu sanki.

 

Hiç zorlanmadan Ala'yı yukarı çektiğinde tozdan zemin onlara ev sahipliği yapmıştı. Boylu boyunca uzanan Ala tozlanan kıyafetlerini umursamadı. Yırtılan eldiveninden görünen teni yara ve kan içindeydi. Genç adam ruhunu teslim etmiş gibi yalnızca nefes alıp veren onun dışında hiçbir harekette bulunmayan kızı baştan ayağa süzdü. Ellerini gördüğünde dokunmak istedi ancak hoş karşılanmayacağını bildiğinden yeltenmedi bile. Dizlerinin üzerinde kendine gelmesini bekledi. Hali içler acısıydı. Hâlâ yaşıyor olsa da bir saniye daha geç kalmış olsaydı cesedini bile bulamacak olma düşünce içini acıttı. Ne kadar örtbas etmeye çalışsa da içinde ona doğru giden ince de olsa güçsüz de olsa bir bağ vardı. Şimdi varlığını daha çok hissediyordu ve inkar etmeye zaman yoktu. Artık çok geçti.

 

Ciğerlerinde biriken adrenalin git gide yok olurken acılar gün yüzüne çıkıyordu. Yara içinde olmayan tek bir yeri var mıydı merak ediyordu. Zira her noktası kızartılmış şiş yiyormuş gibi acı ve ızdırap içindeydi. Bu yüzüne yansımıştı. İnlememek ve zayıflığını göstermemek için uğraşsa da yüzüne yansıyan emareler konusunda başarılı olamadı. "İyi misin?"diye soran genç adamın sesini duyduğunda zifiri dünyadan sıyrılmak için gözlerini araladı. Baş ucunda duran adamın yüzünde gezinen gözleriyle karşılaştı ve kalbin de şiddetli bir çarpıntı zuhur etti. Öyle ki ta dışarda duyulacak diye endişelenmişti.

 

"İyiyim."deyip güçlükle doğruldu. Dakikalar önce ölümle burun buruna o değilmiş gibi güçlü durmaya çalışsa da hali tam tersini söylüyordu. Yardım beklemeyen duruşundan ötürü bir adım geri durdu hep genç adam. Kıçının üzerine oturduğunda uzakta bir yabancı gibi duran ve yanına gelmekten çekinen köpeğini fark etti. "Neden orada öyle duruyorsun?"diye sordu. Köpek boynunu bükmüş, bir zanlı gibi yüzünü ondan sakınıyordu. Tüm bunlara sebep olduğu için kendisini suçladığı besbelli idi. "Buraya gel Alf."diyerek komut verdi. Yabancı sessizce ikisini izliyordu. Alf istemediğinden değil ama gidemedi. "Alf sana diyorum derhal buraya gel!"diyerek sert bir komut verdi bu defa.

 

Alf sonunda inadını kırdı ve ona yaklaştı. Azar işitmeyi bekleyen ürkek hareketleri Ala'nın canını sıksa da psikolojisinin ne durumda olduğunun farkındaydı ve bu yüzden tepki vermek yerine hiçbir sorun olmadığını anlatmak istercesine tüylerini okşamaya başladı. "Senin suçun değildi."dedi samimiyetten alev alev yanan sesiyle. Alf sonunda kafasını kaldırıp yüzüne bakmaya cesaret bulduğunda gözlerindeki pişmanlık hissi hâlâ orada duruyordu. Kazık çakmış gibi yıllarca da duracaktı sanki. Ala gülümsedi. Biliyordu ki o gülümserse köpeği mutlu olurdu. Tüm acısını bir kenara atıp gülümsedi çünkü Alf mutlu olmadığında kendini karanlık ve daracık bir çukurun içinde mahsur kalmış gibi hissediyordu. Gülümsemesi işe yaradı ve nihayet suçlu psikolojisinden çıkan köpek yaralarını iyileştirmek istercesine yüzünü yalamaya başladı. Huylandığı için minik minik kıkırtılar döken genç kız, yabancının kendisine nasıl baktığından habersizdi.

 

Kalbini sıcacık eden görüntü karşısında anılar depreşti gözünün önünde genç adamın. Her gece uyumadan önce yüzüne konan tatlı öpücükler ve avucuna sığdırdığı minnacık elin hayatına kattığı mutluluğun, hasreti yüreğinde can buldu. Gitmek istedi o an. Gidip ona sarılmak ve eksik yanını yeniden tamamlamak istedi. Bugün değil belki ama elbet bir gün, o günün geleceğini biliyordu ve o günün gelmesi için yaşayacaktı. Daha güzel günler için çabalayacaltı. Tüm sevdiklerini bu pislik çukurundan kurtaracak ve onlara mutlu bir hayat sunacaktı. Daha on yaşında kendini, vicdan ve insanlık denen şeyden nasibini almamış yıllanmış zihniyetlerle dolu bir avuç şerefsizin ortasında bulduğunda bir söz verdi ve o küçük çocuğun sözünü tutmak için de olsa yaşayacaktı. Onun için de zayıflık göstermesine meyledecek tüm hisleri rafa kaldırdı, duygularına prangalar vurdu zamanı geldiğinde hepsine dolu dolu yer verecekti zaten. Sadece sabretmesi gerekiyordu.

 

Ala dalgın adamın ne düşündüğünü merak etmişti. Bir yandan Alf'in tüylerini okşarken diğer yandan gizlice genç adamı izliyordu. Onu böylesine derinlere çeken, yüzüne keder konduran şeyin ne olduğunu o kadar merak etmişti ki, kendine hayretler ediyordu, zira kendinden başka kimseyle ilgilenmeyen kimsenin yaşantısına dair en ufak bir merak gütmeyen kendi halinde bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir insandı. Ben merkezci demek en doğru değimdi belki de, kimisine göre bencilce gelebilirdi ancak aslında hiçbir kötü yanı yoktu hatta doğru olan buydu. Fakat bazen öyle birşey oluyordu ki insanın doğruları yanlışlara, ve yaşamı boyunca ilmek ilmek işleyerek edindiği ilkeleri silinip yeni ilkeler edinerek bambaşka boyutlara taşınabiliyordu. Bunu da ancak tek bir güç sağlayabilirdi. Sevgi. Sevgi denen şey insana asla yapmam dediği şeyi yaptırırdı hem de hiç zorlanmadan. Ala'nın hissettikleri sevgi kalbına uymayabilirdi ancak onun da için de gizli ve kendisinin bile bilmediği birşey vardı. Onu genç adama iten gizemli bir imge. Belki de o ince bağ.

 

Derin bir iç çektiği sırada Ala'yı fark eden genç adam gözlerini gözlerine dikti. Kısa denmeyecek kadar uzun süre bakıştılar. Ta ki Ala, gözlerini kaçırıp, "Gidelim şuradan."diyene kadar. Alf yanından bir iki adım uzaklaştı.

 

Kalkmak isteyen Ala kendinde takat bulamamıştı. Her defasında yetersiz gelen gücü tekrar yere çökmesine neden olurken çokta ayaklanmış olan genç adam, daha fazlasına tahammül edemeyeceğini anladı ve itiraz etmesini asla umursamadan eğildiği gibi kucakladı onu. Ala çırpınarak zorluk çıkarsa, sert dillerle istemediğini, bırakmasını söylese de genç adam bu defa onun inadına boyun eğmedi. Azarlamaları hiç umrunda değildi. "Kendim yürüyebilirim beni derhal yere indir!"diyerek yüzüne doğru haykırdı. Gözlerine bakmak yerine ileriyle bakan adam, verdiği mesajla onu daha da sinirlendiriyordu ancak ne fayda güçlü kollarına karşı koymak zordu.

 

"Yeterince yorulduğunu düşünüyorum neden boş yere çırpınmak yerine anın tadını çıkarmıyorsun?" Mavi gözlerine baktı. "Şanslı günündesin, şu güçlü çekici kollarımda olmak her kula nasip olmaz." Şakayla karışık sözleri Ala'yı tabi ki güldürmedi.

 

Ona tip tip bakıp, "Narsist herif!"diye mırıldandı. Sonra debelenmler yeniden başladı. Tüm çabasına rağmen genç adam öylesine rahat davranıyordu ki bir an için onun robot olduğunu düşündü. Neden sonra durdu. Gözleri yüzüne kitlendi kaldı. Yakından daha mı çekici duyuyordu yoksa körlük perdesi mi kalmıştı, anlamadı. Onu gördü göreli ilk defa yüzünü izleme isteği ile doldu taştı. Akıcı bir kitap gibi, saatlerce izlemeye değecek bir film gibi hiç sıkılmadan analizini çıkarana denk bakmak istiyordu. Tanrı gerçekten bazılarına kıyak geçmişti güzellik konusunda, diye geçirdi içinden. Kendi güzelliğinden habersiz, haksızlığa uğradığı düşüncesine hayıflandı. Bir aynası olmaması kötüydü, şayet insanın aklını başından alan bir güzelliği olduğunu bilmek onun en büyük hakkıydı.

Son olarak kullağının, iki parmak kalınlığı kadar altında derisinin altına işlenmiş dövmeye kaydı gözleri. Çok güzel durduğunu düşünse de onun ne olduğunu ne işe yaradığını anlamamıştı. Sormak istediyse de, vazgeçti çünkü ona karşı ilgili davrandığını düşünsün istemiyordu.

İyice baktığında, büyük babasının henüz yedi yaşındayken ona , zekanı geliştirmek istiyorsan bu oyunu öğren, diye oynamayı öğrettiği satranç taşlarını hemen tanıdı. En küçük taş olan piyon ve en büyük taş olan şahın bir yarısı yoktu ve kalan yarıları da aralarındaki ince çizgiyle bir birlerini tamamlamış gibiydi. Şah piyondan biraz daha uzun olduğu için, görsel tam olarak bütünleşmemişti ancak bunun bir anlamı olduğunu düşündü Ala, zaten ufak dövmenin altında yazan "impossible" yazısı da bunu işaret ediyordu. İngilizce bilmediği için onun da ne olduğunu bilmiyordu ama bu şeyden hoşlanmıştı.

 

Hafiften kararmaya başlayan havanın içinde bir hayalet gibi süzüldüler. Geç kalmanın telaşına kapılan Ala, hep yaptığı gibi etrafı gözetmeye ve tehlikelere gözlerini dört açmaya başlamıştı. Zira büyük babasının nasihatları çok büyük ve kan donduran cinstendi. Ölmeyi dileyecek ya da hoşgörü ile karşılayacak kadar kötü bir hayatı yoktu. Yaşamayı seviyordu ve tehlikenin göbeğinde yaşayan biri olarak her daim hazır ol da beklemesi gerekiyordu.

 

Genç adam genç kızın kararan havayla değişkenlik gösteren tavrından haberdardı. Korku desen yoktu gözlerinde ancak bir temkinlik içerisin de her an bir yerden bir şey hortlayacakmış da bunu hazırlığını görüyormuş gibi bir hali vardı. "Korkuyor musun?"diye sordu gözlerini dört açmış etrafı kollayan kıza. Kokusu yeterince kamçılıyorken hislerini bir de yüzüne değen nefesinden nasibini almıştı Ala.

 

Kafasını çevirip baktı karanlıkla bütünleşmiş ve gökyüzünde sonsuz karanlığın içinde varlığını belli eden bir yıldız gibi parlayan göz bebeklerine. "Korkmak mı? Ben mi?"diye sordu. Sonra yüzüne pis bir ifade kondurdu. "Daha öğrenmen gereken çok şey var belli ki."

 

"Ya?" Kızın özgüven dolu sesinden hoşnut duymadığını söyleyemezdi. "Mesela?"diye sordu.

 

Ala kafasını çevirip uzaklara bakarken, "Belki de bilmemek senin için daha iyi."dediğin de bu kız beni küçümsüyor mu diye şöyle bir baktı genç adam. Uzakları izleyen halinden pek bir şey çıkaramasa da, yanılgısı için hayıflandı.

 

"Beni öldürmek gibi haince planlar kurmuyorsundur umarım?" Yalandan tırsıyormuş gibi sorduğu soru Ala'nın yeniden yüzüne bakmasını sağlamıştı.

 

Yüzünde şeytani bir ifadeye yer verdiğinde, vampir dişleri hemen varlığını belli etmişi. "Zeki adamsın! Ölmen yazık olacak." Ciddiyeti karşısında bir an yalan söyleyip söylemediğini çözemediyse de gözünü korkutmak için yaptığını biliyordu. Oyun oynamayı seven yaramaz bir çocuk gibiydi. Bu boşuna çabasından dolayı kızmadı şayet bu oyundan o da keyif almıştı.

 

Cık cık cık, ettiğin de Ala neden bunu yaptığını anlamak için baktı. "Kucağım da ve ne kadar savunmasız olduğunu unutman ne talihsizlik ama. Senin yerinde olsam, benimle oynamazdım."

 

Ala bir an durup, vaziyetlerine baktı. Harbiden bütün ipleri onun eline vermiş, bir zavallı gibi kollarına sığınmıştı. Ah hayır zorbalık sonucu olmuştu olan. Ancak bu gerçeği değiştirmeye yetmezdi. "İstersen kollarımı kopar yine kar etmez."dedi kendinden emin bir şekilde. Ne olursa olsun zayıflık göstergesinde bulunma gafletine düşmezdi. "Dişlerimle savaşırım. Dişlerimi kopar gözlerimle savaşırım, bir şekilde haklarım seni."

 

Genç adamın tek kaşı havalandı ya öyle mi, dercesine. Ala gözleriyle meydan okudu ona. Genç adam etkilendi bundan. Belli etmese de hayranlık duydu içten içe şayet sözlerindeki kararlılığı ve kendine olan güvenini çok net görmüştü.


Onlar bir birleriyle dalaşırken yol çoktan bitmişti. Kapının önünde duran adam, "Son durak."dediğinde Ala şaşkınlıkla etrafına baktı. Ne ara geldiklerini görememişti. "Sanırım sana yeni isim buldum." Ala neymiş o dercesine baktığında cevabı hiç geciktirmedi. "Dişli aslan."

"Dişi olmasın o?"dedi. "Yanlış söyledin galiba?"

"Yanlış değil tam olarak öyle."dedi genç adam. "Hem dişisin hem dişli hem de Aslan gibi korkusuz ve korkutucu." Ala ne diyeceğini bilemez bir şekilde yüzüne baka kaldı. Güzel bir şey demişti ama sinirlenmek isterken, olacak iş miydi şimdi?

"Geldik! Artık indir beni!"

"Amma da sabırsızsın."diye serzenişte bulundu. Sürekli çırptığı ayaklarından biri yarasına denk gelince, müthiş bir acı hissetti. Şakağındaki damarlar dışarı atmak pahasına şişmişmiş olsa da acısını gizli tutmaya çalıştı.

Genç adama verdiği zarardan habersiz şımarık bir çocuk gibi davranmaya devam eden Ala, çabasının sonucunu nihayet almış genç adamın tutuşunu gevşetmesi ile kendini yere bırakmıştı. Ancak dengesiz hareket etmesi sonucu incinen ayağını bir kere daha incinmişti. Genç adamın bunu görmemesi için kendini öyle sıktı ki az kalsın canı burnundan geliyordu. İkisi de tarifsiz bir acının mahkumu iken ikisi de acılarını bir birinden sakladı.

Yalpalamamak için mücadele ederek içeri girdi. Kapının içinde aklına gelenler ile adımları aniden kesildi. Hemen bir adım arkasında duran genç adam da durmak zorunda kalırken, "Neden ilerlemiyorsun çok istiyordun kendin yürümek?"diyerek imada bulundu.

Ala duyumsadığı kokusunu takip ederek ona baktı. Saçlarına bakıyordu o da. Gözleri kesiştiğin de birbirlerin de takılı kaldılar. Bozulmuş plak gibi. Bunu son zamanlarda sık sık tekrarlıyorlardı. Bütün mesele gözlerdi sanki ve çözümlemek için bakmak gerekiyordu. Bakıyordular da kaybolacaklarını anladıkları an geriye dönüyordular. Zira bu dehliz keşfetmek için fazla riskli ve kanunsuzdu.

Ala önüne dönüp içeri adımlamaya çalıştı. Yaralı bir ayağın üzerinde, yaralı olduğunu saklayarak yürümek zordu. Fakat bu defa aklı çok daha mühim bir mesele ile meşgul olduğundan unutmuştu olanı biteni. Bütün mesele Koca adamdı. Ve kötü haber şuydu ki bu gece aç kalacağa benziyordu. Onun aç kalması felaketin doğması demekti. Hemen bir çözüm düşünmezse ayvayı yemiş olacaktı. Dalgın dalgın çıktı basamakları. İyi görünmediğini fark eden genç adam ardından bakmakla yetinmişti. Odasına gidip kapıyı örtene kadar nefesini tuttuğunu bile bilmiyordu. Daha önce böyle bir hataya düşmemek için çok çabalamıştı. Büyük babasının bilimsel deneylerinden elde ettiği kritik bilgilerle onu sıkıca tembihlemiş, aç kaldığında olduğundan iki kat tehlikeli birine dönüştüğünü söylemişti. Asla bu hataya düşmemesi gerektiğini yoksa insanlığın sonunun geleceğini söylerken de son derece ciddiydi. Ala sırf ömrünü ona adamıştı. Yirmi yıl hayatta ise on beş yıl, bir amaç uğruna hayatını devamlı tehlikeye atmıştı ancak bunlardan hiçbir zaman şikayetçi olmadı çünkü yaşadıkları onu hayata karşı daha da tecrübeli kıldı ve daha güçlü bir kız olmasını sağladı. Her şeye rağmen dünyaya pozitif bakabilmesi bu dünyadaki en güzel örnekti belki de. İnsanlık mutluluğun formülünü istiyorsa hayat bilgisi dersinde Ala'yı işlemeliydi.

Üstelik okunu da uçurumun kenarında unutmuştu. Bugün felaket bir gündü. Bugünden nefret ettiği kadar hiçbir günden nefret etmemişti. Ama önemli olan bu değildi. Yeni ok yapmak kolaydı da koca adamı durdurmak zordu. O yüzden bundan başka hiçbir şeye kafa yoramazdı.

İlerleyen vakitlerde, o yatağının üzerinde kara kara düşünürken uzaklardan bir ses yükseldi. Uzun bir tünelin bir ucundan diğer ucuna bağıran birinin daha da hacim ve daha da ürkütücü bir hal kazanan yankılı sesi gibi. Ardından yağmur bastırdı ve yağmur damlaları camı dövmeye başladı şiddetle. Aniden çakan şimşek sadece bir saniyeliğine her tarafı aydınlattı. Odanın içerisi mavi ışınlarla dolduğunda korku filminin içinde korktuğu halde tehlikeye doğru yürüyen aptal insanlar gibi oturduğu yerden kalktı ve pencereye yaklaştı. Ayaklarının ezdiği zemin acı çekiyormuş gibi bağırdı. Camın berisini geldiğin de bir kez daha şimşek çaktı ve yüzü hayaleti aratmayacak kadar beyaza döndü. Ve tekrar o koca kükreme. Hiç şüphesiz gökgürültüsünden bin kat daha korkutucu ve can alıcıydı.

Sol tarafa doğru savrulan ve hayata kalmanın mücadelesini veren ağaçların ardında koca adamın mağrasını aradı gözleri ancak görmesi mümkün değildi. Karanlık içine hapsetmişti onu. Açlığın ve isyanın kükremesi ormanda egemenlik kurarken, kalbi gögsünü vuruyordu durmadan. Bu sahneyi daha önce yaşamıştı. Hem de kabusunda. Tek fark eli silahlı insanların olmamasıydı ve tabi cehennem kızılına dönmemiş ağaçlar. Onun yerine yağmur yağıyordu. Onlar da en az rüyasındaki ateş kadar gaddar davranıyordu ağaçlara.

Pencerenin ardında hâlâ bir mağara görmeyi umarken, aklına Alf düştü. Onu yol boyunca hiç görmediğini yeni fark ediyordu. Eve gelene kadar da ortalıkta yoktu. Bunu nasıl gözden kaçırdığını sorgulayarak kendine kızdı. Henüz düşünmesi gerek yaralar varken, sıra bir türlü onlara gelmiyordu. Kapıya gelene kadarki süreçte ayağı canını lime lime etse de önemsemedi. Sonrasında da. Basamakların başına gelip trabzanlara tutunarak aşağı inmeye çalıştı. Kaç defa yalpalamıştı saymamıştı bile ama bu defa ki hepsinden beterdi. Neyse ki yuvarlanma faciası geçirmeden önce kendini tutmayı başarmıştı.

Varlığını hisseden genç adam oturduğu yerden kafasını merdivenlere kaldırdığında, düşme tehlikesi yaşayan kızı gördü ve yerinden kalkıp yanına gitti. "Senin neyin var?"diye sordu. Kaygılı görünüyordu. Ala dikkat etse görecekti ancak Alf'in ne durumda olduğunu düşünmekle meşgulken gözünün önündeki gerçekleri görmesi zor olacaktı.

İki basamak ötesindeki kızı süzdü ve o an ayağındaki şişliği fark etti. Önünde diz çöktü bunu yaparken kesinlikle kendinde değildi. Herşey kendiliğinden oluyordu, iradesinden bağımsızca. Pantolonunun paçasını yukarı sıyırdı. Şaşkın gözlerle onu izleyen Ala'da tepki vermeyi unutmuş gibiydi. "Bu ne zaman oldu?"

Ala ayağını çekmek istedi, teninin sıcak temasından kaçmak istedi ama izin vermedi. Kafasını kaldırıp baktı gözlerine. "Önceden de var mıydı yoksa?" Kızın sessizliğini evet olarak algılamıştı ancak nerden bilsin hareketleriyle onu dumura uğratıp lal ettiğini. Tekrar ayağına döndüğünde, "Nasıl fark etmedim bunu?"diye sordu. Kendi kendine konuştuğu kesindi.

Yersiz ilgisi karşısında kitlenip kalan Ala, kendine geldiğinde, "Hiçbir önemi yok alışığım böyle şeylere."deyip ayağını bırakması için gizli bir mesaj verdi ancak genç adam mesajı almamıştı ya da almamış gibi davranıyordu.

"Kendini öldürmek mi amacın?"diye azarlar tonda sorduğun da Ala ikinci bir şaşkınlık geçirdi. "Önemi var tabi! Yaşadığın yere bir bak! Böyle bir yerde yarım yaşamak mümkün mü sence?" Hayır ciddi ciddi azar işitiyordu şuan. İyi de ona neydi ki? Ala anlam veremedi. Yaptığının farkına varmış gibi bir anda durulan genç adam sesinin tonunu normalde nasılsa öyle ayarlayıp, "O yüzden önemi yok diyerek kestirip atmaktan vazgeç tabi yaşmak istiyorsan."dedi ve ayağa kalktı. İki basamak yukarda olmasına rağmen uzun boyunun yanında kendini cüce gibi hisseti ve bir deve bakar gibi boynunu hafif kaldırmak zorunda kalmıştı.

Gözlerinin içine çok derin bakan adam, "Nereye gidiyordun?"diye sordu az önce olanları hiçe sayarak.

"Alf yok."dedi Ala.

"Ve sen de bu ayakla onu aramaya mı gidiyorsun?"diye sordu kafasını hafif sola doğru eğerek. Ve işte yine o sahiplenici ifade. Seçmek zordu belki ama varlığı muhakkaktı.

Ala sert görünmeye çalışarak, "Sence de haddini aşmıyor musun?"diye sordu. Elinin altındaki tahtayı sıkıca tutmuştu. Öyle ki eline kan gitmez hale gelmiş parmak boğumları beyazlamıştı.

"Birine karşı düşünceli davranmak hadsizlikse, haklısın hadsizlik ediyorum." Ala şöyle bi dikkatle baktı. Kırılmış gibi bir hali olsa da aslında daha çok sinirli görünüyordu genç adam.

"Neden düşünesin ki beni?"diye sordu. İlk defa sesinde bir ima ya da başka birşey yoktu. Gerçekten merak ediyordu. "Bu çok saçma tamam mı!"

"Bilmem belki de sandığımın askine fazla iyi niyetli bir insanımdır."dedi genç adam.

Ala ona yan bakış attı. Gözleri sık sık aşağı yukarı mekik dokurken, gözleri bozulduğu için oynayıp duran oyuncak bebeğin ki gibi duruyordu. "Sen ve iyi niyet?" Kinayeli sesi genç adamın kaşlarını çatmasına neden oldu. "Aynı kalıba sığmıyorsunuz."

"Beni ne kadar tanıyorsun da böyle konuşuyorsun?"diye sordu. Sesi kutuplardaki buzlara meydan okuyordu adeta.

"İyi analizciyimdir diyelim. Dış görünüşten soy ağacına kadar çıkarırım."dediğin de hiç dalga geçmiyordu. Ve haklı çıkarım da bulunmuştu. Ne kadar tanımadığı halde kötü konuşmasına kızsa da doğru olduğunu o da en az kız kadar iyi biliyordu.

Güldü. Ancak keyiften uzak, buz gibi bir gülüştü bu. "İyi bakalım sarraf hanım şimdi odanıza dönün aksi takdirde zor kullanacağım..." Üzerine doğru eğilip, "Yine!"diyerek bastırdı son kelimesini.

Yakınlığı ile geriye kaçan Ala gözlerini pörtlek pörtlek etmişti. Sıfatının onu eğlendirdiğini fark ettiğinde hemen eski halini alıp onun da eski halini almasını sağlarken, "Sanane be!"diye çirkeflik etti. "Canım ne isterse onu yaparım ecnebi sen kendi işine bak!"

Kaşları çatılan genç adam yüzündeki gülümseme ile bütünleşen ifadesiyle aşırı bakmaya değer duruyordu. "Ecnebi mi?"diye sordu yana eğdiği ve yere indirdiği gözleriyle. Tekrar Ala'ya baktığında, "Farklı ülkeler de yaşayan insanlar için kullanılan bir tabir bu cahil cüheyla."diyerek bilgilendirmede bulundu sahte bir küçümseyicilikle.

"Ee ne fark eder?"diye sordu. "Senin onlardan bir farkın yok benim için."

Gülmemek için zor tutuğu dudakları gözle görülmesi nerdeyse imkansız bir titreme içersindeyken, "Hasbinallah!"dedi. "Kızım sen..." Durdu.

Kaşlarını çatma sırası Ala'daydı. "Ben ne?"

Güleç ifadesi hala çok tatlıydı. "Ömür törpüsüsün ömür. Seni alacak kocaya acıyorum."

"Koca mı o da nedir?"diye sordu. "Hiç bilmem."

Bakışlarını başka yöne yönlendirip, "Zaten neyi bilirsin ki sen?"diye mırıldadı.

Kafasını eğip yüzünü görmeye çalışan Ala, "Ne dedin?"diye sordu, kötü bir karşılık alsa hemen çirkinleşecekmiş gibi duran bir ifadeyle.

"Sabır dedim sabır."diyerek ona döndü. Diline bir düşse kurtulamazdı biliyordu o yüzden asla bu riski göze alamazdı. "Odana dön yoksa ciddiyim zor kullanacağım."

Ala tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki salonun penceresinden bir görüntü çarptı gözüne. Alf ağzında saatler önce peşinde oldukları tilki, tüyleri su içinde ormandan geliyordu. Ay ışığı sayesinde neyin ne olduğunu görebilmişti zorda olsa. Yüzüne bir canlılık geldiğin de bu genç adamın gözünden kaçmadı ve "Neye gülüyorsun sen?"diye sorarak arkasına bakmaya yeltendi ancak Ala onu anında durdurdu.

"Hiç!"dedi. "Hiç hadi odama gidiyorum ben. Sen de yat zıbar geç oldu."diyerek arkasına döndü ve ne tepki vereceğini gram merak etmeden ardına dönüp basamakları tırmadı.

Açık sözlülüğüne hayretle baka kalan genç adam, kafa sallayarak esefle kınadı tavırlarını ve üslubunu. Yine de herşeye rağmen çekici bir yanı olduğunun da farkındaydı davranışlarının. Ha bir de çabuk pes etmesi gözünden kaçmamıştı bir şeyler döndüğünü anlamıştı da onu ne kadar ilgilendirdirdi bilmiyordu.

📜

 

Odasında, zamanın geçmesini ve genç adamın uyumasını bekledi. Garip bir şekilde hayat bekçiliğini yapan adamın bu gece dışarı çıkmasına izin vermeyeceğini dakikalar önce gördü. Asla ona boyun eyme taraftarı değildi sadece uğraşmak istemiyordu. Yoksa yüzüne yumruğu indirmekten kimse alıkoyamazdı onu.

Odaya gelme ihtimalini düşünerek kapıyı son kez konrtol etti. Her hangi bir ses var mı diye dikkat kesildi. Hiçbir ses yoktu. Adeta ölüm sessizliği vardı içerde. Uyumuş olduğunu düşünerek, içinden şükür etse de kendisi de çok iyi biliyordu ki zaten normal zamanlarda da kulübe bu denli sessiz ve sakindi. Genç adam geceleri sayıklamaları dışında asla gürültü yapmıyor, varlık belirtisi göstermiyordu. Bu sebeptendir ki Ala biraz çabuk karar vermişti. Hep sabırsız olmasından kaynaklanıyordu.

Nahoş gerçekle saniyeler sonra yüzleşti zaten.


"Nereye gidiyorsun?" Yatağından kalmak üzere hareketlendiğinde duyduğu sesle afalayarak kapıya baktı. Genç adam kapının içinde durmuş ona bakıyordu. Saniyeler önce onun orada olmadığından emindi halbuki.


"Neden sürekli bir sapık gibi beni izliyorsun!"diye kızarak üste çıkmaya çalıştı.

"Yaramazlık yapacağını biliyorken seni gözetmemek ne mümkün. Zira bir çocuktan farksızsın." Kapıya yaslanmış kollarını da önünde bağlamıştı. Öyle rahat görünüyordu ki padişahlar görse kıskanırdı.

"Bundan sanane!"diye çıkıştı. "Bak bu durum canımı sıkmaya başlıyor!"

Genç adam bunu pek umursuyora benzemiyordu. "İyilikten maraz doğar dedikleri bu olsa gerek!"

"İyilik beklemiyorum senden!"

"İnan ben de neden yaptığımı bilmiyorum."dedi. "İçime iyilik meleği falan mı kaçtı acaba?" Dalga geçiyordu basbayağı.

Tavrı karşısında küplere binen Ala, "Odamdan çık yoksa çok fena olacak!"diye tehditler savurmaya başladı.

Genç adam sonunda tavrına son verip o soğuk ifadesine büründü ve "Ne yapabilirsin çok merak ediyorum?"dedi.

Ala belinin ardındaki yastığı tutup ona fırlattı ve, "İşte bunu!"dedi.

Daha genç adama yetişmeden yeri boylayan beyaz yastığa bakıp, "Etkisiz eleman."dedi.

Ala çıldırma derecesine ulaştı. "Bak beni oraya getirme..."

Lafını kesti. Derdi onunla inat dalaşına girmek değildi. Sadece kendini biraz daha önemseyip, biraz daha iyi bakmasını istiyordu ama bunu neden istediği hakkında bir fikri de yoktu. Tek bildiği onu kötü gördüğünde hissetiği berbat duygulardı. "Dur orda bir yere gelmene gerek yok."dedi kalkmaya yeltenen kıza. "Gideceğim ama sen de şu gitme girişimlerine son ver. Anlamıyorum gecenin bu saatinde dışarda ne işin var! Derdin eğer Alf'se az önce kulübesine girdiğini gördüm. Yani yaşıyor ve hiçbir sıkıntısı yok."

Ala bunu zaten biliyordu. Gitmek istemesinin sebebi bu değildi. Koca adam için o eti birinin temizlemesi ve ona götürmesi gerekiyordu. Bunu yapacak tek kişi de Ala'ydı. "Seni ilgilendirmez!"

Genç adam artık bu durumdan sıkılmışa benziyordu. Halbuki onun çirkefliklerini çekmek zorunda olmadığını çok iyi biliyordu. Neden kendine bu eziyeti çektiriyordu anlamıyordu.

"Haklısın beni ilgilendirmez."dedi sonun da boş vererek. Yana çekilip eliyle koridoru gösterdi ve "Neden kendimi yoruyorsam."diye kendi kendine konuştuktan sonra Ala'ya dönmesi uzun sürmedi ve "Yolun açık olsun."dedi.

Ala ona yan bakışlar atarak, "Bu neyin tribi?"diye sordu gıcık olmuş gibi.

Trip attığı falan yoktu. Sadece ön görülü bir insan olarak, ne kadar haklı çıkacağını merak ediyordu. Çünkü o yaralı haliyle bir adım öteye gidemeceğini biliyordu. Ayağı fena durmdaydı istediği bakımı görmezse daha da kötüye gidebilir, hatta ömrünün geri kalanında sarsak yürümek zorunda kalabilirdi. Tıslayarak güldü. "Muhteşem tespit. Sahi nasıl anladın trip attığımı?"diye sahte bir merakla sordu.

Ala birşey demek yerine gözleriyle ateş etti ve yerinden kalktı. Artık ayağı üzerine basamaz durumdaydı ve parmak ucunda olmasına, yükünü nerdeyse hiç vermemesine rağmen korkunç bir sızı saplanıp duruyordu ve sıra incinen ayağına her geldiğinde salise geçmeden diğer ayağına yükleniyordu. Yürümekten çok tek ayağı üzerinde zıplıyor gibiydi.

Böyle böyle derken kapının yanına kadar zor bela gelmişti. Yine de azminden ötürü takdir etti onu genç adam. Yanından geçip gitmeden önce durdu ve gözlerine baktı sertçe. "Beni hafife alma! Yıllarca ne koşullarla savaşıp hayata kaldığımı bilsen aklını kaybedersin!"dedi Ala. Genç adam diyecek birşey bulamayıp eyvallah der gibi bir kafa hareketi yapıp geçmesine izin verdi. Fakat aksiliğe bakın ki yeterince zorlanan ayağı onu daha fazla ileriye taşımayı reddetti ve dengesini güçlükle sağlayıp düşmekten son anda kurtuldu. Ellerini iki yana açmış denge tahtasında yürüyormuş gibi bir şekle bürünmüştü. Derin bir nefes alırken arkasından konuşan adamın eline koz verdiği için ayağına küfürler yağdırdı. "İnat etme bundan ileriye gidemeyeceğini ikimiz de biliyoruz. İçeri geç ve dinlen en azından iyileşmesi için zaman tanı sonra zaten özgürsün."

Ala doğrulamadan omuzunun üzeriden baktı. Gözlerinde acıma duygusu aradı ama yoktu. Sadece onun iyiliğini düşünüyordu. Haklı olduğunu kabullenmekten nefret ediyordu ancak gerçeklerden nereye kadar kaçabilirdi ki?

Sonunda pes edip ardına döndü. Yüzünde zafer tebbessümü beliren adam sinirleneceğini bildiği için bunu ona belli etmedi ve, "Yardım etmemi ister misin?"diye sordu. Cevabı tabiki biliyordu sormak için sormuştu zaten.

Ala elini kaldırıp gerek yok dercesine bir hareket yaptı ve yatağa geri döndü. Ömründen ömür gitse de minnet etmek kadar kötü olmadığını düşünüyor böylece teselli buluyordu.

📜

 

Kaçma girişimlerin de gün iki. Dışarda bir ton iş Ala'yı beklerken odada kalması imkansızdı. Ayağını kullanmaz hale getiren şişliğe lanetler yağdıra yağdıra yataktan çıkmıştı. Canını düşünmeye vakit bırakmayacak o kadar fazla şey vardı ki kendine değersiz bir nesne gibi davranmaktan başka çaresi yoktu. Hem buna alışıktı. Kendini arka plana atıp, başkalarını düşünmek ezelden beri edindiği hatta zorunda bırakılıdığı bir huydu.

 

Dün gece aç bıraktığı koca adamın sabah uyandığında her yeri küle çevirdiğini heyulası ile uyumaya çalışmış ancak gözüne uyku girmediği için yatağın içinde kıvranıp durmuştu. Onca bekleyişine rağmen korktuğu gibi olmadı. Koca adam yemeğini yemiş olmalıydı. Hem de tüyleri ile beraber. Bundan hep şikayetçi olduğunu biliyordu. Hayvanların tüylerinin midesini ağırtığını söyleyerek temizlemesini söylemişti hep ona. Ala da o günden sonra etleri temizlemeye özen gösterdi. Dün yanına gitmemesi, eti temizlemeden göndermesi, onu muhtemelen derin sorgulara itmişti muhtemelen. Yani her türlü yanmıştı. Kaçış yoktu.

 

Alt kata geldiğinde genç adamı etrafta görmemeyi diledi. Dün geceye nazar ayağı biraz daha iyi olsa da biliyordu ki zorlarsa yine beter olacaktı ama başka çaresi yoktu. Yaşamak için buna ihtiyacı vardı. Hem bu daha önce yaşadıklarının yanında neydi ki? Alt tarafı küçük bir incinme.

 

Kendini avutmaya çalışsa da alt tarafı diyip geçeceği kadar basit olmadığını hissettiği acılar yüzüne vuruyordu. Salona bakındığın da genç adamı mutfakta buldu. Su içiyordu ve neyseki arkası dönüktü. Hissettirmeden gidebilirdi kendine inanıyordu zira en iyi yaptığı şeylerden biriydi ruh gibi davranmak. Tabi ayağındaki illet olmadan önceydi bu.

 

Kapıya kadar sorunsuz gelmişti. Gözü askıda asılı duran okuna takıldı Alf, onu da getirmişti. Genç adam da buraya asmıştı. Ala sevindi buna. Okunu seviyordu. Büyük babası onun için özenle işlemiş ve kendini koruması için eline vermişti. Kasabaya inip silahın varlığını öğrenmeden önce hep onu kullanmıştı.

Son kez genç adamı yoklayıp kolu kavradı. Yavaşça açmaya çalıştı ki, "Nereye?"diyen sesini duydu.

 

Gözlerini yumup kafasını boşluğa bıraktı. Bezmişti harbiden bezmişti. "Vazgeç benden!"dedi sabırdan yoksun bir sesle.

 

"Nereye diye sordum?"diyerek üsteledi.

 

Aniden ona doğru dönüp, "Cehennemin dibine! Oldu mu sen de gelecek misin?"diye çıkıştı.

 

Yalandan cık edip, "Sıcağı pek sevmem."dedi. Ala ona ölümcül bakışlar attı. Sabır taşı olsa bu adam karşısında çatlardı. Nerden başına bela etmişti bu adamı? Şeytan diyordu tut eline silahı vur alnının ortasından. İçinden geçenleri şeytan görse utanır üstadım diye hitap ederdi ona. Yeniden eski tavrına büründüğünde, "Nereye gittiğini söylersen belki sana yardımcı olabilirim."dedi.

 

Ala güldü. "Oradan bakınca senden yardım dilenir gibi bir halim mi var?"

 

Genç adam yüzünde kinayeli bir ifadeyle onu baştan aşağı süzdü ve "Evet."dedi hiç tereddüt etmeden.

 

Ala dişlerinin arasında küfürler yağdırıp önüne döndü ve bu defa kapıyı açtı. Ne derse desin onu görmezden gelmeliydi önceden yaptığı gibi. Ancak genç adamın onu bırakmaya niyeti hiç yoktu. "Tamam şu tavırlara bir son verelim ve iki medeni insan gibi uzlaşalım."

 

Ala durdu ona baktı. Ne konuda uzlaşacağız, diye soruyordu gözleri. "Bana nereye gittiğini söyle yardımcı olayım."

 

"Senin..." Lafı ağzında kaldı.

 

"İnat etmekten vazgeç. Yardıma ihtiyacın olduğunu ikimiz de bal gibi biliyoruz."dedi. "İnan seni anlıyorum. Daha önce kimseye minnet etmemişsin. Kendi işini hep kendin görmüşsün bu yüzden yardım beklemek ağrına gidiyor. Ama şunu da anlaman gerekiyor. En azından bir süreliğine buna ihtiyacın var."

 

Neden yardım etmek konusunda ısrarcı olduğuna bir türlü açıklık getiremiyordu Ala. Ama bu konuda yalnız değildi şayet genç adam da birden içinde beliren bu iyilik şeyisinin nerden geldiğini, neden geldiğini çözemiyordu.

 

"Peki madem." Sonunda yola gelmiş görünüyordu. "Dışarda kesmem gereken odunlar var."dediğin de gözlerinde çok kısa bir an sinsi bir hastalık peyda oldu. Lakin o kadar kısaydı ki gerçek olup olmadığından şüphe duyulurdu.

 

Genç adam dışarı baktı. Bahsettiği odunları görebilmişti. "Onları kesecektim."

 

Genç adam saçma olduğunu düşünmüş olmalı ki ifadesi bunu yansıtıyordu. "Acelesi neymiş?"diye sordu Ala'ya dönerek.

 

Ala, aptala bakar gibi küçümseyici bir tavırla, "Havanın ne kadar soğuk olduğunun farkında mısın? Donarak ölmek falan mı istiyorsun?"diye sordu. Halbuki öyle birşeyin olmayacağını ve odunlukta yeterli miktarda kesilmiş odun olduğunu en azından iyileşenceye kadar yeteceğini çok iyi biliyordu da amacını anlamak güçtü.

 

"Peki öyleyse gidip keselim şu odunları."

 

Ala onu küçümseyici ifadesine son vermeden süzdü ve, "Sen mi keseceksin odunları?"diye sordu. Genç adam pardon bir şüphen mi var, der gibi baktığında, "Sen ne anlarsın odun kesmekten. Baksana şuna, elin soğuk sudan sıcak suya girmemiştir eminim ki. Süt bebesi."diyerek onu kızdırmaya devam etti. Bunları bilerek söylüyordu. Şayet o heybetle, bu adama süt bebesi demek en aptal insanların bile becereceği iş değildi.

 

Genç adam güldü. Oyununa gelmeyecekti. Keza bilerek yaptığını pek tabi biliyordu. Herşey açıkça ortadayken başka türlüsü düşünülmezdi zaten.

 

"Gidip kıralım şu odunları da prensesimiz donarak ölmesin." Koca bir müstehzi barındıran sesi Ala'ya istediğini vermezken ters köşe olmuş, çileden çıkan yine kendisi olmuştu. Ne denir ki, bunu kendisi istemişti hatta zorla parayla satın almıştı.

 

Odunlara şöyle bir baktı üstten. Yeterince iyi duruyordular. Ve kesilmeye müsait. Pencerenin altında oturmuş kendisini izleyen kıza döndü. "İstersen gözlerini kapat. Aklın başından gidipte baygınlık geçirmeni istemem."diye seslendi.

 

Ala taklidini yaparak yüzünü halde hale sokmak dışında bir cevap vermedi. Genç adam güldü ve önüne döndü. Kollarını yukarı sıyırıp baltayı kavradı. "Hâlâ gözlerini kapatman için vaktin var!"diye devam edince Ala yerde taş aradı atmak için ama bulamayınca sözlerini taş niyetini kullanmaya başladı. Genç adam hiçbir dediğine aldırış etmeden odunları kesme işine koyuldu. Aksine bu durum onu eğlendiriyordu ve enerji doluyordu sanki. O söylendikce, ağaçları kesip parçalara ayırdı.

 

Ala bir noktadan sonra boşuna çırpındığını anlayıp önündeki manzaraya odaklandı. Genç adamın baltayı kaldırıp sertçe yere indirmesi ile daha da belirginleşen vücut kasları izlemeye değerdi. Ayyuka çıkan duygularını yönetmek imkansız bir hal aldığında, kendini garabet içinde çırpınırken buldu. Yine de ne mümkün kaçmak. Bir biri ardınca sıralanan notaların çıkardığı fevkalade bir ezgi gibiydi boğazından dökülen sesleri dinlemek. İnsanın aklını çelen, görünüşüyle kandıran bir verimi vardı aynı zamanda tehlikeli bir yılandan farksızdı. Rüzgarla müthiş bir intibak içerisinde salınan saçları ve güneşi kıskançlıktan çatlatacak esmer teni, ve en çarpıcı özellikler, günah işletecek ayrıntılarla doluydu bedeni. Bakmamak mümkün müydü?

 

Peşinden sürüklendiği günahın er ya da geç farkına vardığında, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi haşlandıkça haşlandı kendi ateşinde. Başlığı ise kızgınlıktı. Yabancı, yabancı diye anarak içinde ötekileştirdiği insanın ufak bir tuzağına kurban gidemezdi. Bir avare gibi dolanmaktansa ölmeyi yeğlerdi. Onu gözünde büyüten tüm düşünceleri aklının en ücra köşelerine sürgün edip, dikenli telli duvarlar öldü. Akla zarar sınırlara girmek hayatını mahvederdi.

 

Her zamanki dallarında durmuş genç adamı hayran hayran izleyen iki şapşal kargayı izlemek daha iyiydi. Yağ gibi eriyen iki salak, Mecnun'un Leyla'ya olan aşkına taş çıkarırlardı. "Man kafalılar!"diye mırıldandı. Kargaların akıllı olduğunu duymuştu da, insanlar gibi şapşal aşığa dönebileceğini kimse ona söylememişti. Ya da genç adam kargaları bile büyüsü altına alacak güce sahipti. İlki olması herkes için daha sağlıklıydı.

 

Biraz önce bir birlerine yaslanmış bir birilerinden destek alırlarken birden kavgaya tutuşan kuşlar sanırım genç adamı paylaşamamışlardı. Bir birlerini ite kaka daldan dala uçtular. Genç adam bir ara durdu onlara baktı. Sonra Ala'ya. Onların Ala'nın baş belaları olduğunu öğrenmişti. Her fırsatta ona çatıyor, istihza gülüşlerle çileden çıkarıyordular. Kendince edindikleri eğlence stilleri, genç adamın ki ile uyuşmuyor değildi. Netice de onlar da Ala ile uğraşmayı seviyordu genç adamda.

 

Ala bakışlarını fark ettiğinde, ölüm arzulayan bakışlarla karşılık verdi. Ve o saniyeler içinde ilk defa Ala'nın yüzünü güldürecek birşey oldu. Üzerine çıkmış kafasını gagalayan arkadaşının darbelerinden ötürü fazla zorlanan karga pisliğini genç adamın başından aşağı bıraktı. Ensesinden aşağı vıcık vıcık kayan şeyin ne olduğunu anlamak için elini arkaya götürdüğünde cevabı almakta gecikmedi. Yüz ifadesi bozguna uğrarken, kargaları öldürmek istedi.

 

Ona nazar keyiften dört köşe olan Ala kendinden geçene dek kahkahasını özgür bıraktı. Öfkeli gözlerini kuşlara çevirdiğinde mahçup mahçup baktıklarını görse de, afedilmek için fazla büyük bir hata yapmışlardı. Eğilip yerden aldığı bir dal parçasını onlara doğru savurdu. Bunu gördükleri an korkudan çığlık atarak kaçtı haylaz şeyler. Hâlâ ara vermeksizin gülen kızın sesini duyunca bu defa ona döndü ve "Sen bana mı gülüyorsun?"diye sordu kendini işaret ederek.

 

Ala gülmenin etkisindeyken cevap veremedi onun yerine kafasını salladı. Karnını tutarak yana doğru düştüğünde ona sinirle bakan adam, "Bak bak şu hallere bak!"diye söylendi. Her geçen saniye daha da şiddetlenen gülüşünden anlaşılıyordu ki bu kız duracağa benzemiyordu. Baltanın sapını köşeye ittirip yere düşmesini sağlarken, "Bunu sen istedin!"diyerek adımları ile yeri adeta vura vura kızın yanına geldi ve tuttuğu gibi çuval misali omuzuna attı. Sonunda kahkahası kesilmiş olan Ala, baş aşağı sallanan haline ilk bir kaç dakika anlam veremedi. Çok sonradan gerçeklere ayıktığın da çırpınmaya başladı ve "Ne yapıyorsun len?! Nereye götürüyorsun beni?!"diye bağırmaya başladı. Sesi Alf'i kulübesinden çıkarırken, tehlikede olduğunu sanan köpek her an atağa kalkacak bir havada sesin geldiği yöne bakındığın da gerçekleri görüp rahatladı. Hemen bir sıkıntı olmadığına karar vermesi, genç adama sonsuz güven duyduğu anlamına geliyor olsa da bunu Ala'nın bilmemesi gerekiyordu.

 

Ala'yı sırtından indirmeden eve giren genç adam sarnıcın kapısını yaklaştı ve ilk bir kaç saniye tetik düğmesini arada. Diğer yerlere göre eğriti duran kare kısmı buldu ve hiç bekletmeden bastırdı eliyle. Mekanizma sesi duyuldu ve akabinde kapı sonuna kadar aralandı. Üzerlerine savrulan rutubet kokusu burun direklerini alt etse de, pek de kaale almadı genç kızın çırpınışlarını almadığı gibi. Tünelde ilerledikçe hissetiği ılık nemli hava kaplıcalardan haber taşıyordu ona. Basamakları hızla indi ve çıkışa en yakın basamağın önüne geldiğinde durdu. "Ne yapıyorsun ya bırak beni!"

 

"Bırakacağım ama öncesinde bir duş alalım ikimiz de epey kirlendik."deyip Ala'yı da kendiyle beraber sıcak suyun içine bıraktı. Son anda nefesini tutmayı başaran Ala dibe çöktüğünde gözlerini de hızla yumdu ve boğuklaşan seslerin yok oluşunu dinledi. Genç adam onu bir an olsun bırakmadı. Beraber dibe çöktükleri gibi beraber de suyun kaldırma kuvveti sayesinde yüzeye çıktılar. Yüzeye çıktığı an nefesini bırakan Ala, kendine gelmek için bir kaç saniye zaman tanıdı.

 

Artık tamamen ayıktığın da düşmanına bakar gibi genç adama dikti gözlerini. "Eceline mi susadın sen!"diye yüzüne doğru haykırdı. Ağzından kaçan su damlaları genç adamın yüzüne kondu. Ama bundan rahatsızlık duymadı.

 

"Sen misin ecelim?"diye sordu. Alnına yapışan ıslak saçları ve kirpiklerine tutunan bir kaç su damlası çekiciliğini ikiye katlamıştı.

 

"Evet!"dedi Ala. Neyseki öfkeli olduğu için bu çekici detaylar bu defa işe yaramıyordu. Ya da yaramaya yakındı. "Görmek ister misin?!"

 

Hay hay dercesine bir kafa hareketi yaptı. Ala ciddiye alınmamanın krizine girerken omuzundan tuttuğu gibi üzerine çıktı ve kafasını suyun içine batırarak boğmaya çalıştı. Darbelerine karşı direnmeye çalışan genç adam istese rahatlıkla alt edebilirdi onu ancak istemiyor olmalı ki izin veriyordu. Dudağından dökülen gülüşler, Ala'ya etkisiz eleman olduğunu bir kere daha hatırlatırken ne konuda olursa olsun bu adamdan üstün olmayacağını anlayıp daha da sinirlendi ve daha da yüklendi. Bu oyuna bir son vermek isteyen ve su yutmaktan gına gelen genç adam bel kıvrımlarından tuttuğu gibi onu kendinden uzaklaştırdı. Yüzünde gülüşlerinin izleri hâlâ dururken, suyun berraklığı ile buluşan duru güzelliğine takılı kaldı kızın. O kadar sevimli duruyordu ki hakkında kötü şeyler düşünüp etkisine kapılmamak mümkün değildi. Islak dudaklarına kaydı bakışları. İçinde benzersiz bir arzu zuhur etti. Kalbi göğsünü vurmaya başladığında duygularının yeniden raydan çıktığını anladı. Islanan elbiseleri yüzünden beyaz tenine kadar ortaya çıkan göğüslerine bakmamak için kendiyle savaşırken, Ala bakışlarında ki arzuyu hemen yakaladı. Ancak kaçma girişiminde bir türlü bulunamadı. Sanki görünmez bir güç onu oraya kilitlemişti. Genç adam fark etmeden biraz daha yaklaştı ona, öylesine hülyalı bir dünyaya kapılmışlardı ki ikisi de vaziyetlerinin farkında olamayacak kadar kendinde değildi. Ancak Ala'nın hissetiği şey arzu değildi. Çok başka birşey.

 

Genç adam teninin ısısını hissedene denk yaklaştığında dudakları ve gözleri arasında mekik dokuyan gözlerinin hakimiyetini kaybetmiş gibi hissediyordu. Beyaz tenine dokundu. Parmaklarını yakalayana dek elini aşağı kaydırdı. Sol eli naylon dokuya deydiğinde elini avuçlarına sığdırdı ve su yüzeyine çıkardı. "Neden sürekli eldiven takıyorsun?"diye boğuk bir sesle sordu. Sorduğu soruya rağmen aklı hâlâ başka bir yerdeydi. Yasaklı düşüncelerde.

 

Ala konuştuğu an sesinin çıkamayacağını hissetti. Bir kaç defa denedi ancak kesik ve pürüzlü bir kaç harf dökmekten öteye gidemedi. Hissetiği şeyin ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Bu onun için çok önemli gibiydi.

 

"Yine mi sessizlik oyunu oynuyorsun?"diye sordu cevap alamayınca. Sesi öylesine kısıktı ki duymak için elf kulaklarına ihtiyaç vardı. Neden sonra boş verdi herşeyi. Zaten şuan için bunları önemsemiyordu.

 

Tenini esaret altına almaya çalışan olguların duvarları yıkmaya başladığına uyandı Ala nihayet. Aslında anlaması değil de kaçması gereken şeylerin var olduğunu fark edip hızla geri çekildi. "Ah hayır bu berbat birşey!"diyerek genç adamı sözleriyle itekledi. "Benden uzak dur bu gerçekten çok tehlikeli!"deyip kıyıya doğru var gücüyle yüzdü.

 

Gözleriyle onu takip eden genç adam, "Tehlikeli olan ne?"diye sorduysa da cevabı sarnıcın duvarlarına değip ona geri dönen kendi sesi vermişti. Koca bir hiçlik.

 

Ala sudan çıktı ve hızla terk etti oraya. Bir daha böyle bir hataya düşmeyeceğine dair söz verdi kendine ve nefretin sesi dışında kulağında ki tüm sesleri yok etti.

 

Bölüm sonu...

 

Loading...
0%