@yakamoz_1213
|
5 gün sonra...
Kemeri de iyice sıkıştırdıktan sonra gitmek için hazırdı. Üzerine geçirdiği haki yeşili mont aynı renk tonlarında kargo pantolon ve postal botlarıyla sonbaharın kuru soğuğuna karşı tam teşekküllü kuşanmıştı. Uzun siya saçlarını da sırtına doğru salındırmıştı hep yaptığı gibi ve klasik de olsa çok güzel görünüyordu. Bugün kasabaya yolculuk vardı. Bir yılın sonunda yeniden yollara düşüp kasabaya inecek gerekli malzemeler alıp geri dönecekti. Hayvanların yemi bitmek üzereydi. Ve kendisinin yiyecek ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar malzeme yoktu evde. Yılda iki defa kasabaya inerek bu tür ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bir gün konaklar ertesi gün sabah şafak vaktinde yola koyulurdu yeniden.
İşte bu günde o günlerden biriydi. Kalana hazırlıklarını yapmak için aşağı indi. Onu hazırlanmış gören yabancı yerinden doğrulup, "Nereye gidiyorsun?"diye sordu. Ala cevap vermedi. Mutfağa doğru ilerleyip herşeyin iyi olduğunu kontrol ettikten sonra salonun ortasına geldi. Gitmeden önce evi incelemesi gerekiyordu zira geri döndüğün de hasarlı bir evle karşılaşmak istemiyordu.
Herşeyi planlamıştı ancak bu planlarında yabancıya ne olacağı konusuna hiç yer vermemişti. Kasabaya gidip bir gün kalacakdı ve ona ne olacakdı? Ne yapacakdı kulübe de tek başına?
O hayatına girdiğinden beri herşey çok karmaşık bir hal alıyordu. Gitmesini beklemişti ancak gitmek şöyle dursun gelip nasıl gitmesi gerektiğini bile sormamıştı. Herşeyi sormuştu ama tuhaf bir şekilde bunu sormamıştı. Nedenini bir türlü anlamayan Ala bir bilinmezliğin içinde sürüklendiğini hissediyordu.
Evin yanlız bırakmak için yeterince güvende olduğuna emin olduktan sonra kapıya ilerledi. Yerinden kalkan yabancı yanına gidip önünü kesti ve "Sana nereye gittiğini sordum!?"dedi sertçe. Genç kız gözlerinin içine baktı. İfadesi pek sevecen olduğu söylenemezdi. Cevap alamayan genç adam elinde bir kağıt fark etti. Normalde asla yapmazdı ancak Ala onu buna yapmaya zorlamıştı. Elindeki kağıdı izin istemeden çekip aldı ve okumaya başladı. İhtiyaç listesi olduğunu görünce, "Alışverişe mi gidiyorsun?"diye sordu şaşkınlıkla. "İyi de burada alışveriş yapabilecek bir yer var mıydı ki?"
Ala, "Yakınlarda bir kasaba var."diyerek inadını kırdı aynı zamanda sessizliğini.
Gözlerine ufak çaplı şaşkınlıkla bakan yabancı, "Demek öyle?"dedi. Aklına birşeyler gelmiş olmalıydı şayet ifadesi bunu yansıtıyordu. "Bana giyecek birşeyler versene,"dedi aniden. Bunu neden yaptığını anlamayan genç kız kaşlarını çatarak baktı. Gözlerindeki merakı hemen fark edildi. "Şu kasabayı çok merak ediyorum. "deyip niyetini belirtti hiç gevelemeden. Genç kız itiraz etmeye hazırlansa da, "Yakınlarda bir kasaba olduğunu söylemeliydin, günlerdir nereden bir telefon bulabileceğimi düşünüyordum."deyince onu gelmekten alı koyamayacağını anladı ve vazgeçti konuşmaktan. Gidip büyük babasının balıkçı yaka siyah kazaklarından ve siyah kalın montlarından birini getirip ona verdi. Düşünceli davrandığı için genç adam onun bu iyiliğini görmezden gelmemişti. Sadece üstüne giyecek bir kazak beklerken mont da getirmiş olması hoşuna gitmişti.
Ala kendisine tuhaf bir şekilde bakan yabancının gözlerinin hedefi olmaktan kurtulmak için dışarı kaçtı. Kulübesinde uyuyan Alf'e, "Hadi oğlum gidiyoruz uyan artık!"diye seslendi. Alf esneyerek uyanırken o da ahıra gitti ve hayvanlara bir gün boyunca yetecek miktarda yem verdi. Döndüğünde onları açlıktan ölmüş bir halde bulmak istemezdi. "Yarına kadar yokum kızlar buralar size emanet."dedi hayvanlarına doğru. Sahip çıkabilecekleri sadece kendileri vardı. Vahşi bir hayvan gelirse zarar görebilecek tek şey hayvanlardı ne de olsa. O yüzden ahırdan çıkmadan önce kapısını iyice kilitleyip, içeri açılacak en ufak bir delik bile bırakmadı.
Dışardaki odunları yağmurdan korunmak için büyük mavi bir naylon ile iyice örttü. Kümesin çevresini de güzelce kapattıktan sonra çıkmadan önce, "Kızlar ve sen oğlan..."deyip işaret parmağını ağıcın üzerine tünemiş, heykel gibi duran Bali'ye dikti. "...kesinlikle yaramazlık istemiyorum. Döndüğümde hep buralı mükemmel göreceğim anlaşıldı mı?" Nasıl bir cevap beklediği bilinmez ama aldığı koca bir sessizlikti. Tavukların gırtlaklarından dökülen tuhaf sesleri saymazsak tabi. Buraların efendisi hep benim dercesine bakan Bali tıpkı bir muhafız havasıyla sahip çıkarım ben onlara sen merak etme der gibi bakıyordu. "Sana güveniyorum Bali."deyip kümesi Bali'nin himayesi altına bırakarak çıktı oradan.
Gitmeden önce son bir işi kalmıştı. Hemen odunluğa giderek bir kazma bir tane de kürek alıp evin arkasına gitti. Daha önceden kazıldığı çok belli olan toprağın yanına geldi ve küreği yere saplayarak kazmayla kazmaya başladı.
Bu sırada içerde üzerini giymiş bekleyen yabancı, sıkılarak dışarı çıkmaya karar verdi. Malum boğa felaketinden sonra yeni bir faciaya sebep olmak istemediği için bu defa dikkatli olmaya özen gösteriyordu.
Bahçeye çıktığında kulağına bir takım sesler gelmeye başladı. Sanki birisi bir yere sert birşelerle vuruyordu. Bu koca ormanda yalnızca o ve Ala olduğuna ve o sesi kendisi çıkarmadığına göre kimin çıkardığı açıktı. Sesi takip ederek geldiği yöne doğru ilerledi. Ne yaptığını merak ediyordu. İşi olmayan şeylere burnunu sokmaktan hoşlanmazdı ancak kendini durdurmayı bilemedi.
Yaklaştıkça ses daha da arttı. Evin tahtadan duvarları son bulduğunda kafasını sola çevirmesi ile Ala girdi kadrajına. Elindeki kürek toprağı alıyor köşeye atıyordu. Her ne için yapıyorsa fazla aceleci davrandıyordu toplantıya geç kalmış ve yetişmek için normalden çok daha fazla enerji sarf eden bir yönetici gibi. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ancak haddinden fazla şey gördüğünü düşünerek geri çekilmek istedi. Her ne yapıyor olursa olsun kendisini ilgilendirmiyordu çünkü. Geri dönmeye hazırlanırken ilgisini çeken birşey oldu.
Genç kızın kazdığı çukurda siyah bir poşet belirdi. Tıpkı ceset torbasına benziyordu. Daha önce çok insanın ölümüne şahit olmuş biri olarak benzetmesi bu yöndeydi genç adamın. Ve içinde birşeyler vardı. Büyük de bir şeydi.
Genç kız eğilip poşeti sırtladı tek seferde. Kafasında bin bir türlü soru oluşan genç adam Ala'nın ardına dönmesi ile gözleri bir birini buldu. Karşısında onu görmeyi beklemeyen Ala'nın, bir an sekteye uğrayan adımları geriye gitmemek için zor durdu. "Ne yapıyorsun burada?"diye sordu. Kızgınlık değilde daha çok yakalanmanın telaşı vardı üzerinde.
"Benim bu soruyu sana sormam gerekiyor gibime geliyor ama tam emin olamadım."
"Seni ilgilendirmediğini gayet iyi bildiğindendir o!" Yine ters tarafından uyanmıştı ve yine ters günündeydi belli ki. "Neyse ne çekil önümden!"dedi on adım ötesindeki adama.
"Önünde durduğumu sanmıyorum."diye haklı bir karışlık verdi. Ala ters bakış atıp daha da konuşmadı ve yanından geçtiği sırada genç adam yana çekilerek omuz darbesinden kendini son anda kurtardı.
Sırtladığı koca iki domuz etiyle yola koyuldu. Hayvanların hepsini yeterli miktarda doyurmuştu lakin hepsinden önemli koca adam vardı ve onu bir gün boyunca aç bırakmak çok zordu ve ne kadar bu hataya düşse bedelini ağır ödüyordu.
Koca adamı düşünürken kapısının önüne kadar geldi. Toprağın soğutucu özelliğinden yararlanarak muhafaza ettiği iki domuz eti daha önceden acil durumlar için gömdüğü etlerdi ve toprağı bir buzdolabı gibi kullanmak fazlasıyla işe yaramıştı. Etler ilk günkü gibi taptaze duruyordu. Koca adam zaten genel olarak domuz etinden hoşlanmadığı için tam anlamıyla memnun etmek zoru ancak idare ettirecekti. Yıllardır bunu yaparak idare ettiriyordu zaten.
Kapıyı açtığında koca adamı uykuda buldu. Koca bir kükreme sesi esir almıştı içeriyi. Parmalıklara doğru yaklaştı ve "Uyan!"diye seslendi. "Yarına kadar buralarda olmayacağım bunun için sana et getirdim. Dört öğüne bölüp dört öğün yararlanacak kadar da büyükler üstelik. Yani diyorum ki hepsini tek seferde yiyerek kendini aç bırakma, bırakırsan da sorumlusu ben değilim şimdiden söyleyeyim."
Kocam adam gözlerini yavaşça aralayıp kafasında bir sinek gibi öten kıza baktı. Uykulu gözleri yine çok parlak yine çok maviydi ve böylesine güzel(!) uyandırılmak hoşuna gitmişe benzemiyordu. "Ne zırvalıyorsun başımda sabah sabah!"dedi ağır ağır konuşarak. "Uyuduğumu görmüyor musun?"
"Benim de amacım bu ya zaten, uyuyan devi uyandırmak nasıl ama?" Espri yaptığını düşünerek kendi sözlerine kendisi gülecekti ki koca adamın yüzündeki katı ifadeyi görmesiyle gülümsemesi yüzünde donup kalmayı bırak beliremedi bile.
"Tam bir baş ağrısısın ufaklık. Burayı terk et uyuyacağım."diyerek uyku moduna geçmeye hazırlanıyordu ki Ala buna izin vermedi.
"Uyumana engel olmayacağım ama beni anladığını da bilmeden gidemem."dedi. Döndüğünde onun gazabına uğramak istemediği o kadar belliydi ki sırf bunun için uğraşıyordu.
Başını koyup gözlerini yuman koca adam, "Tamam anladım o kötü şeyleri dört öğüne sığdıracağım."dedi uykulu sesiyle. Ala onu daha fazla sinir etmeden mesajı aldığını düşünerek tüydü oradan.
Çiftliğe geldi. Yabancıyı arayan gözleri evin çevresinde dolaştı. Görünürde yoktu muhtemelen içerdeydi. Hemen ahırın yanındaki dört tarafı saçla yapılmış koca yapının kepenge benzeyen koca kapısını açtı ve içerde beliren öküz kağnısına baktı. Kendisini selamlıyor gibiydi adeta. Günler sonra onu kullanacak olmanın mutluluğu içine doldu kıpır kıpır. Yıllar önce kasabaya indiği ilk günlerde bunun gibi bir çok arabayla insanların en ağır yüklerini bile rahatlıkla taşıyabildiğini görmüş ve çok hoşuna gittiği için de çiftliğe gelir gelmez kendisi için bir tane inşa etmişti. Ona binmeyi de sürmeyi de çok seviyordu. Hevesi bu yüzdendi hep. "Haydi bakalım çıkarım seni şu ininden."diye mırıldanarak ahıra doğru yön değiştirdi. Kağnıyı harekete geçirmek için tosuna ihtiyacı vardı.
Tosunu alıp geri geldiğin de kağnıyı ona güzelce bağladı. Son kontrollerini de yaptıktan sonra eline aldığı ince odunla sırtına incitmeden yalnızca harekete geçmesi için yavaşça vurdu, "Dehh!"diye hareket komutu vererek. Yediği ağaç darbesi ile ilerlemeye başlayan tosun hiç zorlanmadan sürüklemeye başladı kağnıyı. Kağnıdan gacurt gucurt sesler yükseleriken, toprak yolda evin önüne gelene kadar ilerlediler. Tosunu durdurup oturduğu yerden inen Ala eve doğru ilerlerken Alf'e seslendi. "Hadi Alf, birazdan yola çıkacağız!"
Alf hiç vakit kaybetmeden yerini almıştı. Genç kız içeri gidip yolda yemek için bir kaç parça ekmek ve ufak tefek şeyler alıp çarşafın içine sardı. Yabancı onu izliyordu, o çuvalını hazırlarken. İşleri bittikten sonra kapıya kadar geldi ancak yabancı hâlâ içerde birşeyerle meşguldü. Durup gelecek mi diye ona baktı, hâlâ dikkatinin elindeki işte olduğunu görünce dışarı çıktı. Çantayı kağnının kasa kısmına koyup Alf'a, "Hazır mısın?"diye sordu. Arkada ayakta duran Alf bir kere havladı ona cevaben. Ala ağacını alarak eski yerine geçti. Gelecek mi diye evin kapısına baktı. Henüz görünürde olmaması, "Acaba fikrini mi değiştirdi?"sorusunu düşürdü aklına. Kafasını önüne çevirmek üzereyken sonunda yabancı görüldü kapının eşiğinde. Elinde küçük bir çanta vardı. Ne için olduğunu sorgulayan gözleri yabancıya yakalanmış olsa da bu konu hakkında tek kelime etmedi.
Gördü garip icada şaşkın bakışlar atan adam, "Bu da ne böyle?"diye sordu. Ala cevap vermedi. "Bununla mı gideceğiz gerçekten?"diye sorması tamamen bilinç dışıydı.
Önüne dönerek, "Yok şakadan."diye mırıldanan Ala, neyseki sesini yabancının duymayacağı kadar alçak tutmuştu. Beklemekten huysuzlanmaya başlayan Tosun sol ayağını yere sürterek burnundan sert nefesler salıyordu bunun fakına varan Ala, "Hadi bin artık şu arabaya!"diye seslendi ona bakmadan. Genç adam binip binmemek konusunda kararsız görünüyordu. Belli ki gözü kesmemişti kağnıyı. Sağlam olmadığı konusunda endişleri var gibiydi. Yine de kasabaya gitmek için gerekiyorsa binmekten başka şansı olmadığını kendine hatırlatıp arkaya doğru ilerledi. Arkadaki Alf'in varlığını yeni yeni fark ettiğinde, aniden durdu adımları ve dilini dışarı sarkıtmış gelmesini bekleyen pek de hevesli görünen köpeğe bakarak, "Beni onunla aynı yere oturtmayı düşünüyorsan bunu derhal çıkart aklından!"dedi.
Ala omuzunun üzerinden ardına baktı. Gözleri Alf ve yabancı arasında mekik dokurken, "Sen bilirsin. Gelmezsin olur biter."dedi umursamaz bir şekilde.
Yabancı ona sertçe baktı. Sonra göz ucuyla bu duruma biraz olsun kırılmış görünen Alf'e. Onun yanına binemezdi ama o kasabaya da gitmesi gerekiyordu. Ne yapacağını bilmedi bir süre. Onu beklemekten sıkılan Ala yine tepki verince son çare bindi arkaya. Fakat köpekten olabildiğince uzağa oturmuş, oldukça da büzülmüştü. Halinden gram memnun değilken, "Ben bu hallere düşecek adam mıydım?"diye mırıldandı kendi kendine. Kimse onu duymamıştı.
Sergilediği tavır yine Ala'yı yabancı hakkında kötü düşüncelere iterken, nefreti harlanmıştı yeniden. Olanları aklında tekrar tekrar canlandırırken Tosunu harekete geçirdi ve ormana doğru yol aldılar.
📜
Öğle vakti olmuştu. Güneş tepeden saçıyordu etkisiz ışınlarını. Epey bir mesafe kat etmişler, yolu nerdeyse yarılamışlardı. Git gide yavaşlamaya başlayan zavallı boğa yorgunluk belirtileri göstermeye başlamış, birazda susamıştı. Nehir kenarına varana kadar idare ettirmeye çalıştı boğayı Ala. Az sonra şırıl şırıl akan, berrak bir akar suyun önüne geldiklerinde dinlenmek için durdular. Açlık ve susuzluk yalnızca Tosun'u değil hepsini etkilemişti. Ayrıca dinlenmeye ihtiyaçları vardı tıpkı Tosun gibi.
Yükünden kurtulan boğa suyun kenarına yaklaşıp sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi, aceleyle kana kana su içti. Nerdeyse nehri kurutacak kadar çok içmişti.
Ala ve diğerleri de ondan farklı değildi. Suyun kenrına gelir gelmez bol bol yararlandılar bu berrak suyun güzelliğinden. Yüzlerini, ellerini bir çok yerlerini ıslatarak kendilerine geldiler. İlk başlarda memnuyetsiz bir ifade takınan genç adam zamanla hoşnut duymaya başlamıştı bu durumdan. Kağnı ile yolculuk yapmak güzel bir deneyim olmuştu onun için. Özgürlük hissini yakalamıştı tam deyimiyle. Hatta öyle ki Alf'in yakınlığını bile unutmuş kendini rüzgarın akışına bırakmıştı. Üzerinden serince esip geçen hava püfür püfürdü, hoştu ve teninde naif bir etki bırakıyordu. Geçtiği yollarda gördüğü manzaraları da sevmişti üstelik. Daha önce hiç böyle bir deneyimi olmamıştı. Sessiz bir doğa yolculuğu muhteşemdi. Yer yer kendilerine eşlik eden kuşlar, böcekler hatta bir geyiğe bile rastlamışlardı. O da harika görünüyordu. Etkilenmediğini söyleyemezdi.
Şimdi ise soğuk ve harika bir tadı olan akar suyun önünde dinlenmenin keyfine varıyordu. Yemek yemek için hazırlık yapan Ala da ateşte pişirmek için getirdiklerini ayıklıyordu dağınlığın içinde.
Sonbahar ayı olmasına rağmen yeşillikler hâlâ göz alıcıydı. Nehrin kenarında büyümüş olan çalılıkların üzerine kırmızı çiçekler solmaya yüz tutmuştu. Kulağına gelen doğanın sesi terapi gibiydi. Günlerdir kendisini boğan düşünceler yok olup gitmişti. Sadece anın tadını çıkartıyordu genç adam.
Alf da halinden mamnuna benziyordu. Yabancının yüzündeki huzur onun da gözünden kaçmamıştı ve ilginç bir şekilde bundan mutluluk duyuyordu. Onun eşsiz bir kalbi vardı herşeye rağmen iyilik ile atan, bir çiçek bahçesi kadar güzel. Akar suyun yanında, toprağın üzerine uzanmış ayakta dikilmiş nehre doğru derince bakan yabancıyı izliyordu çaktırmadan. Onu izlediğinin farkına varırsa rahatsız olacağını ve huzurunun yerle yeksan olacağını biliyordu bu yüzden kaçak göçek oynuyordu.
Çarşafın içine sardığı yiyecekleri kurcalarken kabın içinde duran etleri pişirmeli mi pişirmemeli mi diye düşünüyordu Ala. Eğer geç olursa hiç iyi olmazdı zaten onları neden getirdiğini bilmiyordu, bir ihtimal pişirmeye vakti olursa diye düşünürken pusuda bekleyen geceyi nasıl unuttuğunu merak ediyordu. Etleri yerine koyup, nehir kenarındakilere, "Birazdan geliyorum!"diye seslendi ifadesiz bir sesle. Omuzunun üzerinden ona bakan yabancı sorgulayacı bir ifade takınsa da ağzını açmadı. Son bakışını onun gözlerine sürten Ala ardına dönerek ağaçların arasına daldı, onlardan uzaklaşana kadar da bir çift siyah gözün hedefi olduğunu biliyordu. Su dökmesi gerekiyordu ve ihtiyacını giderecek uygun bir yer bulmak için dolandı durdu. Koca bir kaya bulduğunda fazla sıkışmış olduğundan hiç düşünmeden arkasına geçti.
Yabancı pozisyonunu hiç bozmamıştı yaklaşık on dakikadır. İçinde kaybolduğu duygularla zamanı durdurmuştu zihninde. Kasabaya gittiğin de yapacağı ilk iş telefon almak olacaktı. Ulaşması gereken kişiler alması gereken havadisler ve yerini asla öğrenmemesi gereken düşmanlar vardı. Bir süre daha bu inzivaya devam etmeye karar vermişti kısa süre önce. Kafasını toparlamaya ihtiyacı olduğunu fark ettiği günden beri, ıssız bir ormanda olmanın iyi olduğuna karar vermişti. Dönüş planlarını yarınlara ertelemiş, henüz kaç gün olacağına karar veremediği süre boyunca kalmaya devam edecekdi.
O sırada düşünceleri bıçak gibi bölen, beklenmedik bir şey oldu. Ense kökünde hissetiği sert ve bir o kadar sıcak hava ile kafasını geriye çevirdi. Koca boğayı görmeyi beklemiyordu karşısında. Şaşkınlık bir bulut gibi dağıldı yüzüne. Kaşlarını çatarak yönünü tamamen boğaya döndü ve "Yarım kalan işini tamamlamaya mı geldin?"diye sordu. Sonra bir hayvanla konuştuğunun farkına varıp ne yaptığını sorguladı. Ala'nın huyları ona da mı işlemişti acaba?
Boğa kafasını salladı bir defa. Boynuzu epey büyük olduğundan, gazabından kurtulmak için bir adım geri çekilmek zorunda kalmıştı. "Hop sakin ol bu ne hırs böyle!"dedi sert sesiyle. Korkusuz halleri hayran vericiydi.
Boğa bir anda avazının çıktığı kadar böğürdü kafasını aşağıdan yukarıya doğru kaldırarak. Ağzından savrulan hava genç adamın yüzünü es geçmemişti. "Seninle yıldızlarımız hiçbir zaman barışmayacak değil mi koca adam?"diye mırıldandı kendi kendine. Boğa ileri doğru adımlayarak onunla arasındaki mesafeyi azaltmıştı. Ne istediğini anlamak mümkün değildi. Öfkeli görünmüyordu ama sevecen durduğu da söylenemezdi.
Genç adam boğanın ona yaklaşması ile iki adım geri gitmek zorunda kaldı birkez daha. Bir hançer kadar keskin boynuzları fazla tehditkar duruyordu.
Boğa her ne istiyor ise bunu yakından yapmak istiyordu belli ki genç adam geriledikçe o da ilerliyordu. Nehir ile arasındaki mesafe nerdeyse yok denecek kadar az olan genç adam bu trajik gerçeğin farkında değildi. Ve farkında değilken bir adım daha gerilemeye kalkarsa suyu boylayacaktı. Uzakdan ayağa dikilmiş tetikte bekleyen Alf, az sonra olacakları çoktan sezmişe benziyordu. Doğru zamanın gelmesini bekliyordu yalnızca.
"Anasını satayım anlamıyorum ne istiyorsun benden?!"diye sordu sabrı taşmış bir sesle. İnatçı boğa niyetini belli etmeden kapanına almıştı onu. Genç adam o kaçınılmaz sona gelmek üzere geriye doğru son bir adım daha atmasıyla ayağı boşluğa düştü. Yandan koşan Alf, suya düşmesine saniyeler kala genç adamın üzerine doğru atladı ve ikisi beraber yana doğru toprağın üzerine savruldular. Beklemediği bu atak genç adamın algılarını kapatmıştı yalnızca on saniye gibi kısa bir süre. Algıları eski halini aldığında kendini yerde toz içinde buldu üstelik korkunç bir manzara tam karnının üzerinde durum kontrolü yaparcasına ona bakıyordu. Alf düşme esnasında kontrolünü kaybetmiş istemeden üzerine düşmüştü onun. Genç adam Alf'in masum bakışları ile karşılaşır karşılaşmaz onu üzerinden kenara atıp doğruldu hızla ve "Ah lanet!"diyerek kendini sirkelemeye başladı.
Tüm bunlara şahitlik eden Ala, Alf'in köşeye bir çöp gibi fırlatılışını görmesi ile sinir küpüne binerek yabancıya doğru yürüdü sert adımlarla ve başında dikildiği an, "Ne yaptığını sanıyorsun sen!"diye öfkeyle bağırdı.
Kafasını kaldırıp keskin bakışlarını Ala'ya diken yabancı ses tonunu hiç sevmemişti. "Sesinin tınına dikkat et!"diye kısık ama bir o kadar ürkünç bir sesle uyardı.
"Etmezsem ne olur!"diye karşılık verdi genç kız. Artık boğazına kadar dolmuştu ve yabancının tavrına daha fazla katlanacak gücü kalmamıştı. Sakin kalmaya çalışarak, "Bana bak ona böyle bir çöp gibi davranamazsın tamam mı? Seni korumaya çalışan birine böyle davranamazsın hele ki benim olana asla davranamazsın!"dedi ama sesindeki tona hakim olamıyordu. "O yalnızca seni korumak istedi!"
Yerden kalkıp karşısına dikilen genç adam, "Beni korumak istiyorsa benden uzak durması yeterli."dedi. Sesi artık sert değildi. Karşı koyma çabasında da değildi. Yatışmış siniriyle, sadece dikiliyordu öyle. Ve bir de durmadan ellerini kaşıyordu. Bunu fark eden genç kız gözlerini ellerine indirdi kısa bir an. Kırmızı volkanlar gibi kabaran tenini gördüğün de şaşırıp kaldı. Onlar da neydi öyle? Git gide çoğalıyordular ve korkunç görünüyordular üstelik. Ala gördükleri karşısında sinirini unutmuşa benziyordu. Gözlerini yeniden kara gözlere çıkardığında diyecek birşeyi kalmamıştı. Ve o kabarcıklardan boğazında da belirişine şahitlik ederken tuhaf ve iğrenç bir his bedenine dağıldı. Genç adam yanından geçerek gitti tek kelime etmeden. Öylece kala kalan Ala, dumura uğramıştı fazlasıyla. Alerjisi mi vardı? O yüzden mi böyle davranıyordu Alf'e? Sorularının cevabı açık ve netti artık.
📜
Sonunda gelmişlerdi. Kasaba işte orda, dağın eteğinde görülüyordu. Dağın yamacına geldiğinde yavaşlattı boğayı. Aşağı kuş bakışı attı. Evler nokta kadardı insanlar seçilmiyordu bile. Yamacı indikleri vakit artık kasabanın içinde olacaklardı. Genç kız ardına kısa bir bakış attı omuzundan. Yabancı yüzünde huzursuz bir ifadeyle kendini kaşımamak için savaşıyor ama pek başarılı olamıyordu. Pek iyi göründüğü de söylenemezdi, her an bayılacakmış gibi bir hali vardı. Ala küçük bir panik durumu içerisine girdi. Ya bayılırsa sorusu mayın gibi düşmüştü zihnine. Yapılması gerekenin ne olduğunu bilmeden çaresiz gözlerini çekti yabancıdan. Alf'e baktı sonrasında. Altan çaktırmadan yabancıya bakıyordu buruk gözlerle. Sebebiyet verdiği şey için üzgündü. Ala derin bir nefes verip önüne döndü ve "Geldik. Bu yamacı da inersek kasabadayız artık."deyip Tosun'u yeniden harekete geçirdi.
Kasabaya inen virajlı yol biraz sarsıntılı geçse de sonunda bitmişti. Girişte indiler kağnıdan. Tosun'u, otlaması için çayıra bırakıp kasabaya doğru yol almadan önce hâli pek perişan görünen yabancıya baktı. "Bundan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz." Genç adam bunun farkında olsa da baygın bakan gözleri kendinde olmadığı düşüncesine sürüklüyordu Ala'yı. Onun için birşeyler yapmaya karar verdi. Eczane ya da hastane bulmayı önceliği haline getirerek yola koyuldu. Yabancı ardından gitti. Hemen bir kaç adım uzağından da yürüyen bir adet Alf vardı. Yabancı ile arasındaki mesafeyi korumaya çalışarak yürüyordu. Artık ona yaklaşmaması gerektiğini çok iyi anlamıştı.
Kasabaya girdiler. Yer yer iki katlı, yer yer tek katlı kerpiçli evler iki taraflarından akıp giderken, onlara yol boyunca eşlik etmişlerdi. Kapılarının önünde, kimisi yeri süpüren kimisi komşusuyla sohbet eden kimisi uzun saplı mantara benzer yün eğirme aparatı ile yün eğiren kimisi uclarını iki kolona bağladıkları iplere çamaşır asan kimisi evin duvarlarına asıp kuruttuğu sebzeleri toplayan kadınlar onları gördükçe işlerine kısa bir süre ara verip izliyordu ta uzaklaşıp gözden kaybolana kadar. Genç kızı az çok tanısalar da ilk defa gördükleri yabancı sohbetlerine malzeme olmuştu. Kimdir? Kimlerdendir? Nereden gelir? Ne işi vardır? Yıllardır aralarına girip ancak kendisi hakkında tek kelime etmeden gizemli hallere bürünen genç kız ile alakası nedir? Gibi bir çok soru daha.
Ala kulağına gelen fısıltıların da kadınlar arasında dönüp duran cevapsız sorularında pekâlâ farkındaydı. Onları göz ucuyla süzüyor ama yoluna devam etmekten bir an olsun alıkoymuyordu kendini.
Dar sokaklardan geçtiler. Duvar dibinde misket oynayan çocuklar, yolun ortasında ip atlayan alımlı kızların şen şakrak halleri ve sokağı inleten masum gülüşleri mazide kalan anılara can veriyordu sanki. Evlerden yükselen yemek kokuları insanın içini ısıtıyordu. Kocaman, içinde masum insanlar barındıran tatlı bir kasabaydı burası. Ala her geldiğinde, bir eksiklik hissediyor nedenini bilmediği bir sebepten içi burkuluyordu. Belki de içten içe burdaki yaşantıya imrendiyordu.
Hastanenin nerede olduğu hakkında bir fikri olmayan Ala, nereye gideceğini bilmeden sokak sokak gidiyordu. Bir vakit sonra, bunu anlayan genç adam önlerine çıkan ilk çocuğa eczanenin yerini sordu. Çocuğun tarif etmesine göre eczane çok yakınlardaydı. Hiç vakit kaybetmeden eczanenin yolunu tuttular şayet biraz daha vakit kaybedecek olurlarsa genç adam bu defa ciddi anlamda bayılacaktı.
İçi kıyılan Ala yandan baktı yabancıya. Soğuk soğuk ter döktüğünü gözleriyle görememişti ama iyi olmadığını fazlasıyla görebiliyordu. "İyi misin?"diye sordu kısık bir sesle.
Siyah harelerini Ala'ya çevirdi. Pürüzlü sesi ile, "Bayılmak üzereyim."dedi ve alnını ovdu parmaklarıyla. Dirayetli olmaya çalışsa da alerji içten içe alt ediyordu, tüm çabasını. Yandan bakışları Ala'nın endişeli ifadesini yakalayınca, hoş bir kıpırtı ile doldu içi. Onu teselli etmek için müthiş bir istek duydu ve, " Yine de eczaneye kadar idare ederim merak etme."diyerek herşeyin yolunda olduğunu anlatmaya çalıştı. Normalde olsa , ne merak edeceğim sen kimsin ki merak edeyim, diye çıkışacağı şeye şimdi sessizce karşılamıştı. Bu gelişmeden ötürü aşırı memnundu genç adam.
Çok geçmeden çocuğun bahsettiği iki sokak ötedeki eczaneye geldiler. Kapıyı itekleyip içeri girmeleri ile yaşlı gözler onları buldu. İlaç almaya gelen yaşlı amcalar teyzeler merakla bakıyordu onlara. Muhtemelen yol boyunca kendilerini gören tüm insanların aklına üşeşen soruların aynısı onlarında aklına hücum etmişti. İnsanlar yokmuş gibi davranarak eczacının karşısına dikildiler. Sözü genç adama bıraktı Ala. Daha önce hiç duymadığı bir ilaç ismi söyleyip var olup olmadığını soran genç adam konuşmakta zorluk çekiyordu. Lakin neyseki eczacı anlaması gerekeni anlamıştı tek sorun hala aval aval bakıp yerinden hareket etmemesiydi.
Onların kim olduğunu sorgulamaktan işine odaklanamayan görevli adam, bir aptal gibi hareket edince Ala sinirlendi ve "Duymadın mı adamı? İstediği ilacı ver bize bayılmak üzere görmüyor musun?!"diye çıkıştı. Sinirli sesi adamı harekete geçirmeye yetmişti.
"Kusuruma bakmayın."dedi panik haliyle sonra ardına dönüp, "Hemen getiriyorum."diyerek arkasında yığınla duran ilaç raflarına göz gezdirdi. Eli ayağı bir birine girmişti. Bir sersem gibi hareket ediyordu, genç kızın sert sesi beyninde nasıl bir hasara yol açmışsa artık. Bir süre sonra üst raflardan birine uzanıp beyaz kutuda bir ilaçla geri döndü kasaya.
Eczaneden çıkıp meydanın ortasında hayvanlar ve insanların su içmesi için yapılmış yuvarlak şeklindeki süs havuzunun önüne geldiklerinde durdular. Genç adam hiç beklemeden ilacı ağzına atıp üzerine avuç avuç aldığı sudan içti. Hemen etkisini gösteren ilaç üzerindeki yorgunluğu yavaşça aldı ve dirayeti yerine geri döndü. Her an kapanacakmış gibi bakan gözleri kendine gelmişti nihayet. Yere oturup sırtını çeşmenin duvarına yasladı ve dizlerini kendine çekerek kollarını dizleri üzerine koydu. "Dünya varmış."diye mırıldandı bacakları arasından yere bakarken. Gelen geçen onları izliyordu ama onlar umursamadı.
Hemen yanı başında dikilmiş kendisine gelmesini bekleyen Ala, mikroskop ile mikrop inceleyen bir bilim adamının titizliğiyle bakıyordu nerdeyse. Dilinin ucuna akın eden binlerce kelimeye rağmen ağzını bıçak açmadı. Uzak da tıpkı bir yabancı gibi onlara buruk bakışlar atan Alf'i kısa bir an kadrajına aldı. Suçlu gibi hissettiğinin farkındaydı ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. Böyle olacağı bilemezdi, istemezdi de ayrıca. Bilse yapmazdı o yüzden kendisini suçlu gibi hissetmesi saçmaydı.
Bakışlarını yerden kaldıran genç adam baş ucunda duran Ala'ya yöneltti siyah harelerini. İleriye baktığını görünce kısa bir an o da aynı tarafa baktı ve "Çok akıllı bir köpek."dedi Alf'i kastederek. Sesiyle gözlerini yeniden ona indiren Ala, kiminle konuştuğunu anlamaya bir saniye gibi kısa bir zaman ayırdı. "Başından beri uzak durması gerektiğini anlamıştı. Nehre düşme tehlikesi ile karşı karşıya olmasam mesafeyi korumaya devam edecekti."
Cümleleri Ala'yı karmaşık düşüncelere itmişti. Devam etmesini bekledi. Nereye varacağını, cümlesinin nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Genç adam ona döndü ve "Biraz fazla tepki verdim farkındayım fakat kısa bir an düşünme yetkimi kaybettim. Yalnızca öfke hakimiyet kuruyordu beynim de ve bu da fevri çıkışmama neden oldu."dedi. Yaptığı şeyden pişmanlık mı duyuyordu yoksa Ala mı yanlış anlıyordu? Bilememişti.
"Özür mü dilemeye çalışıyorsun?"diye sordu genç adamla konuşurken ki hep kısık tuttuğu ses tonuyla yine ve yeniden.
"Yaptığım hataydı."dedi genç adam. Ala'nın ardından vuran güneş gözlerine yansıyordu ve bu nedenle gözlerini kısmak zorunda kalıyordu. "Ama özür dilemekten pek anlamam yalnızca hatamı kabul ediyorum."
Genç kız göz devirip ardına döndü ve meydana açılan beş sokaklardan birine doğru yürümeye başladı. Ardına dönmeden, "Alf beni takip et oğlum!"diye seslendi.
Yabancı yerinden kalktı ve genç kızın peşinden gitti. "Sinirlendin mi sen bana yoksa ben mi yanlış anladım?" Aralarında ki mesafe kısa da olsa sesini ulaştırmak için hafif sesli konuşmuştu.
Kararlı adımlarla yürümeye devam eden Ala, "Unutma ecnebi; özür dilemek en büyük erdemliktir erdemlik ise makamların en güzelidir yani özür dilemek seni alçatmaz anlıyor musun?"diyerek bir bilge edasında öğüt verdi. Yaşamış görmüş sonra da yaşlanmış ve her bilgiye erişmiş biri gibi davranmak hoşuna gidiyordu. Aslında sadece genç adama karşı içinden geldiği gibi darvanmıştı ilk ve son defa.
Genç kız kendisine öğüt vermeye kalkacak kadar bağ kurmuşa benziyordu ve asıl garipsediği bu olabilirdi genç adamın.
Tam da dediği gibi dut yemiş bülbüle dönen genç kız yolun kalanında hiç konuşmadı. Nereye gittiklerini merak eden genç adam da konuşmadı çünkü genç kızın konuşma kotasını doldurduğunu düşünüyordu.
Çeşit çeşit yemlerin bulunduğu küçük bir dükkana geldiler. Kapısından içeri girdiklerinde kapının üzerindeki çan harekete geçerek dükkan sahibine müşterinin geldiğini haber vermişti. Yaklaşık elli yaşlarında pala bıyıkları olan minyon tipli sevimli bir amca kasanın ardında elinde bir kağıt ile rafları düzenleyen çırağına birşeyler söylüyordu. Onları geldiğini gördüğü anda kafasını çevirip ilk beş saniye süzdü onları sonra, "Hoşgeldiniz."diye sıcak bir karşılamada bulundu. Eli havada asılı kalan çırak da tıpkı onun gibi inceleyici bakışlar atmıştı Genç kız ve yabancıya.
"Tavuk yemi var mı?"diye sordu Ala cansız bir sesle. Yaşlı adam kafasını sallayarak onayladı onu ve çırağına seslendi ilgilenmesi için. Yirmi yaşlarındaki pek de uzun olduğu söylenemeyen çelimsiz genç derhal işe koyuldu. Ala'yı tavuk yemlerinin olduğu alana yönlendirdi. Biraz uzaklaşmışlardı kasa tarafından. Yaşlı adamla yalnız kalan genç adam kasanın öbür tarafına geçti ve alıcı gözüyle raflara baktı. Sahte bir bakıştı bu çünkü yem almaya niyeti falan yoktu. Zaten çok geçmeden yaşlı adama dönmüştü yeniden. Yaşlı adam, "Sen ne istersin genç?"diye sordu.
Genç adam ağzının içinde, "Benim beslemem gereken bir hayvanım yok."diye geveledi kısa bir göz turuna çıkarken. Siyah harelerini yaşlı adama kenetlediğin de sonunda ağzındaki baklayı çıkarmıştı. "Size bir soru soracağım." Sesini alçak tutması yaşlı adamın dikkatinden kaçmamış meraklanmıştı iyice.
Ellerini iki taraftan tezgahın üzerine yerleştirip, "Buyur."dedi yaşlı adam.
Genç adam mekanın diğer ucunda yem bakan Ala'ya kısa bir bakış atıp tekrar yaşlı adama döndü ve "Şuradaki kızın kim olduğunu biliyor musunuz?"diye sordu.
Yaşlı adam omuzunun üzerinden gösterdiği kıza baktı. "Şu gizemli kız."diye mırıldandı. Sonra kaşlarını çatarak genç adama döndü. Yanında geldiği kızı ona sormasını garipsemişti. Tanımıyorsa yanında ne işi vardı? "Ne için soruyorsun?"diye sordu.
Genç adam, "Öğrenmek için."diye kısa ve net bir cevap verdi.
Aldığı cevapla bir an afalayan yaşlı adam hemen kendini toparlayıp, "Öğreneceksin de ne olacak?"diye sordu bu defa.
"Kötü bir niyetim yok merak etmeyin."diye açıklık getirmeye çalıştı tuhaf hallerine. "Bir hafta önce tanıştık kendisiyle fakat konuşma konusunda biraz beceriksiz."
Yaşlı adam düşünceli bir tavırla kafasını aşağı yukarı sallayarak hımm diye bir nida dökmüştü boğazından. "Pek tanımam kendisini. Kasaba da kimse de tanımaz. Yılda iki kere yem almak için uğrar buralara. Nerden geldiğini de kim olduğunu da bilinmez. Bütün kasabalı onun bir deli olduğunu düşünür, işin aslını astarını bilmeyiz o da konuşmaz kimseyle. Kasabanın sonunda küçük bir ev var içinde Nurgül diye bir kadın ve oğlu yaşar, yalnızca onlarla konuştuğu söylenir." Diye uzun uzun anlattı. Genç adam yine elleri boş kalmanın hüznünü yaşamasa da, genç kızın düşündüğünden de gizemli biri olması ve işinin daha zor olduğunu anlaması pek hoşuna gitmemişti.
"Tanımıyorsunuz yani?"dedi hüsranla sonuçlanmış bir girişimin ardında bıraktığı lekeli sesle.
Yaşlı adam çenesini kaldırarak yok cevabını verdi. "Anlattığım gibi, kimselerle konuşmaz ne iduğu bilinmez. Yalnızca ihtiyaçlarını gidermek için yılda iki kere kasabaya uğradığını biliriz o kadar."
Genç adam kafasını ufak ufak sallayarak, "Anladım."diye mırıldandı. "Peki teşekkürler." Ala'nın bakışlarını üzerinde hissedip ona baktı. Ala çatık kaşları ardından tuhaf bir bakış atıyordu kendisine. Bir süre anlamsızca bakıştılar. Çırağın reklam filmlerinde yalanlar zırvalayan sponsor gibi araya giren sesi bakışmalarını böldüğün de genç kız önüne döndü genç adam ise arkasını dönüp çıkmak üzereyken, "Seni de daha önce hiç görmedim buralarda. Kimsin, adın nedir?"diye soran bir adet pala bıyık yaşlı amca onu durdurmuştu.
Durdu. Yaşlı adama döndü. "Buraların yabancısıyım."dedi. "Tanımamanız normal." Zorla cevap veriyormuş gibi bir hali vardı.
"Bunu anlamak için, münnecim olmaya gerek yok." Vay dedi genç adam ihtiyara bak sen, laf da sokabiliyor. Tabi bunların hepsini içinden geçirdi.
"Bence de."diyerek geçiştirdi. Laf münakaşına girmeyi hiç gerek duymamıştı. Arkasına döndü gitmek için yeniden ancak, yine gidemeden durdu gayri ihtiyari.
"Ee adını söylemedin?"diyerek bir kez daha adımlarına gem vurmuştu ihtiyar. Bu bilgiyi ne yapacağını sorgulayan genç adam, insanların kendilerini ilgilendirmediği şeylerle ısrarla ilgilenmesi saçma ve sinir bozucu geliyordu.
Yaşlı adama bakıp, "Burhan."dedi. "Adım Burhan." Peşini bırakması için verdiği üstün körü cevabı ardından geriye döndü ve bu defa durduraksız çıktı dükkandan. Kapının üzerindeki çan sesi bu defa da uğurlamıştı onu.
"Burhan öyle mi?"diye mırıldandı içinden. Genç adamın adını söylediği vakit kasaya biraz daha yakın bir yere gelmiş oradaki koyun yemlerine bakıyordu ve tamamen tesadüfle öğrenmiş bulundu adını. Yanı başında malını satmak için müthiş performans sergileyen çırak, "Bu da çok iyidir. Bir kere denedin mi sonraki denemelerinin ardı arkasının kesilmeyeceğine garanti veririm."dediğinde ona baktı. Yüzündeki gevşek gülüş pek hoşuna gitmese de, sahte bir tebessüm ile önüne döndü.
Alf kapının önünde bekliyordu. Çıkar çıkmaz onunla karşılaşınca kendini uzağa çekti genç adam. Köpeğin bakışlarındaki üzgün ifadeyi her gördüğünde içinde tuhaf bir his meydana geliyordu. Belki de ilk defa etkileniyordu. Ona yandan bir bakış atıp yeniden önüne döndü. O sırada genç kız, "Yarın sabah almaya geleceğim onları."diyerek çıktı dükkandan. Kapı boşluğundan gördüğü kadarı ile çırak yüzünde, hayran hayran bir ifadeyle Ala'yı yolcu ediyordu. Her an düşüp bayılsa kimse şaşırmazdı. Farkında olmadan çattığı kaşlarını, "Neden öyle bakıyorsun?"diye soran Ala sayesinde fark edebilmişti. Ardına döner dönmez öylesine sert bir ifade ile karşılaşmayı Ala da beklemiyordu. Sesindeki mesafe çok net belli olsa da sormadan edememişti.
"Hiç."diyerek önüne döndü genç adam. Karşıdaki kepir toprağı andıran kerpiç evin duvarlarında oyaladı bakışlarını Bir süre. Sessizliğini aniden, "Bir telefona ihtiyacım var, burada bir telefon bayisi olabileceğinden emin değilim ama yinede bakmak lazım. Senin bildiğin bir yer var mı? "diyerek bozdu. Pek umut dolu değildi sesi ama ihtimale dayanarak sormuştu belli ki. Cevabı almak için Ala'ya döndüğünde kafasını iki yana sallaması beklediği bir cevaptı ama bakışlarındaki tuhaflık da kaçmamıştı gözünden. İlk telefondan bahsettiğinde de böyleydi, aval aval bakıyordu gözlerine Ala, normal durmayacak kadar da absürtü ifadesi. Kaşlarını bir kere daha çatarak, çenesini hafif sağa eğip, "Telefonun ne olduğu hakkında bir fikrin yok değil mi?"diye sordu kuşkulu bir sesle. Ala bir kere daha kafasıyla reddedince güneşe kavuşan sabah gibi aydınlandı. Başını ufak ufak aşağı yukarı sallayarak önüne döndü ve "Tahmin etmiştim."diye mırıldandı. Ne yapacağım şimdi izlekli bakışı ile öylece boşluğu seyretti.
Ala yabancıya arkasını dönüp kaldırımda ilerleyerek, "Az ileri de bir pazar var belki bahsettiğin şeyi orada bulabilirsin."diye seslendi. Ayaklarının dibinde ona eşlik eden Alf'i sevdi ve ikisi hafif yokuş olan yolda yürüdüler.
Pazar da bir telefon bulamayacağını pekâlâ bilen genç adam, "Olmaz orada."dedi. Genç kız durdu ve ona baktı. Siyah harelerini bakarak omuz silkti, o zaman elimden birşey gelmez dercesine. Genç adam nefes verip, "Sen şu pazara git ne almak istiyorsan al ben de telefon alabileceğim bir yer bakınayım. Mutlaka yardım edecek birileri çıkar." Etrafı kısaca tarayıp, "Belli ki epey gelişmiş bir yer. Giydikleri kıyafetler yörük kıyafetlerini andırsa da yol boyunca gördüğüm bir çok şey modern hayata ait şeylerdi."diyerek kasaba hakkındaki izlenimlerinden kısa bir kesit verdi. Genç kız iyi bakalım öyle diyorsan öyledir adlı bir baş sallayış ile ardına döndü ve orada yollarını ayırdılar.
Aşina olduğu yolları izleyerek, pazarın olduğu alana geldi. Satıcıların, bağırışları kulağına iliştiğin de iğne atsan yere düşmeyecek şekilde kalabalık olan pazar yerinin tanıdık kokusu doldu burnuna. Mavi çadırların altına sığınmış pazarcılar, ürünlerini satmak için müthiş bir çaba içerisdeydiler. Davetkar sesleri, müşterileri adeta mıknatıs gibi çekiyordu. Genç yaşlı demeden herkes oradaydı. Tezgahlar arasında geziniyor kilo hesabı yapıyorlardı. Ala da yavaşça süzüldü aralarına. Fark edilmesi ile kendisini bulan gözler yine anlamsız sorular ile meşguldü. Yıllarca gelip gitmesine rağmen insanların hâlâ ona ve gizemli kişiliğine alışmamış olması canını sıkıyordu içten içe. Yaşlı teyzelerin, rahatsız edici fısıldaşmaları mesela, tam bir baş ağrısıydı. Kendilerinden daha güzel olduğunu pekâlâ farkında olan genç kızların haset dolu bakışları ap ayrı bir çekilmezlikti.
Ama gamsız olduğu için kendini takdir ediyor ve tüm bakışları savuşturarak yoluna devam ediyordu. Bas bas bağıran pazarcıların önlerinden geçerek sebzelerin bulduğu alana geldi. Kendisini görünce kısa bir an sesleri kesilen esnafların, beğeni dolu gözlerinin hedefi olmaktan ayrıca rahatsızlık duysa da hepsini boşveriyordu.
Domates satan yaşlı bir amcanın tezgahının önüne geldiğinde durdu. Kendisine gülümseyen, kırmızı olgun domatesleri alıcı gözüyle süzerken, "Kilosu kaç?"diye sordu.
Oldukça sevecen bir tavrı olan yaşlı tombul yanaklı, minyon tipli ihtiyar sevimli bir ifadeye sahipti. Kalkık kirpikleri ardından attığı bakışlar bir çocuğun mahsumiyetini barındırıyordu içinde. Pala bıyıkları da, sevimli ifadesini taçlandırıyordu. "On lira kızım."dedi sıcacık bir sesle. "Organik. Bahçeden yeni toplandı hepsi. Tadı da bir o kadar güzel. Bak istersen."deyip eline aldığı domateslerden birini Ala'ya doğru uzattı. Ala bir yaşlı adama bir de avucunda tutuğu parlak domatese baktı. Sonra dudağına silik bir tebessüm kondurup domatesi aldı ve ısırdı. Damağına yayılan tadı güzelliği karşısında mest olurken, gözleri yaşlı adamı bulduğunda ne kadar beğendiğini o da anladı ve aynı ifade onun yüzüne de bulaşmıştı. Sevimli bir tebessüm, insanın içini ısıtıyordu.
"Gerçekten çok güzel."diye düşüncesini dillendirdi Ala. "Bana elli kilo ver amca."dediğinde ihtiyarın yüzünde oluşan şaşkınlık gözünden kaçmadı. Tezgaha baktı. Zaten hepi topu elli kilo vardı tezgah da. Domatesi o kadar güzeldi ki çoğunu satmıştı bile. Ancak şaşırdığı kısım bu değildi. Elli kiloyu ne yapacaktı bu genç kız? Hepsini bitirmeden çürürdü zaten.
"Bu kadar almak istediğine emin misin?"diye sordu. Ala onun şaşkın ve bir o kadar sevimli duran yüzüne bakıp içten bir tebessüm etti ama cevap vermedi. İhtiyar onun gözlerindeki kararlılığı görmüş olmalı ki üstelemedi ve tezgahındaki tüm domatesleri poşetlere yerleştirip genç kıza döndü. Ürünlerinin hepsini sattığı için mutlu olmasın gerekiyordu ama hayır o meraktaydı.
Genç kız poşetlere bakarken, kesesinden bir miktar para çıkardı. "Şey."deyip yaşlı adama döndü. "Ben bunları birazdan gelip alsam o zamana kadar benim için göz kulak olsanız olur mu?"diye sordu mahçup bir ifadeyle. Sesi ondan beklenmeyecek bir şekilde çekingen çıkmıştı. Cümlesinin sonunda, yeterli miktardaki parayı yaşlı adama doğru uzattı ve "İşte bu da ücreti."dedi.
Yaşlı adam parayı aldı elinden. Beline bağladığı mavi önlüğün ön cebine koyarken aynı zamanda yanıtladı Ala'yı. "Olur da..." Sormak istediği birşey vardı. Dilinin ucunda, sakladığı bir bakla. Ala bunu anlamakta gecikmedi. Çok geçmeden de sordu zaten sormak için can attığı şeyi. "Yanlış anlamazsan, seni daha önce hiç görmedim buralarda kimsin kimlerdensin?" Ala da onu görmemişti aslına bakarsanız. Çok kez bu kasabayı ziyarete gelmişti ama gördüğü insanlar arasında bu yaşlı adam yoktu. Belki de bir çok kez karşılaştılar ama ikisi de bir birini hatırlamıyordu. Sonuçta onlarca insan vardı ve hepsini hatırlamak zorunda değildi Ala. Ama yaşlı adamın kendisini görmemesine ya da bilmemesine şaşırmıştı, çünkü bu kasaba da gizemli kız adıyla bir efsane gibi dillerden dillere dolandığını biliyordu. Bu efsaneyi hiç mi duymamıştı ihtiyar?
Ne diyeceğini bilemeyen Ala, duyduğu sesle kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Kendisiyle aynı anda aynı yöne bakmış olan yaşlı adam da, yanlarına yaklaşmakta olan genç adamı gördüğünde gülümsedi. "Kolay gelsin, Reşit amca."diye selamlamıştı genç adam onu yüzünde koca bir gülümseme ile. Orta boylu, siyah gömlek giymiş bir gençti. Kaçamak bakışları Ala'yı bulsa da, ihtiyarı muhataba almaya çalışıyordu.
Reşit, "Sağol Ufuk, hoş gelmişsin."diyerek karşılık verdi.
Fırsat bu fırsat diyen Ala, "Bunlar size emanet."deyip ihtiyarın cevabını beklemeden ışık hızıyla uzaklaştı oradan. Bir süreye kadar da iki çift gözün sırtında dolandığını biliyordu. Neyseki tanımadığı o genç adam tam vaktinde gelmişti, yoksa yaşlı adamın sorularını nasıl yanıtlayacağını hiç bilmiyordu.
Ala pazarda dolaşa dursun, telefon arayışına giren Burhan da, o sokak benim şu sokak senin demeden dolanıp duruyordu. Yabancı bir yerde olmak gerçekten zordu. Nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu. İpini koparmış deli danalar gibi, dolanmak can sıkıcıydı. Üzerindeki gözlerin verdiği rahatsızlığı da hiçbir kelime anlatamazdı. Genç kızın yaptığını yaptı o da. İnsanları umursamadan devam etti amansız arayışına. Sora sora bağdat bulunurdu da bir telefoncu bulunmaz mıydı. Bir süre sonra gözlerinin saatlerdir aşina olduğu yapıtlardan biraz daha farklı mimarilere sahip bir sokağa girdi. Evler tarihi ama daha modern görünüyordu. Gördüğü şehir evlerinden uzak ama bir o kadar muntazam güzellikteydiler. Yer yer görünen bahçelerin duvarlarından dışarı firar etmiş ağaç dalları ve sonbahar ayında olduklarını sorgulatan renk renk çiçeklere sahip çalılıklar, oldukça güzeldi.
Yürüdü yolun güzel manzaralarını göz ardı etmeden önünden geçtiği her dükkanın tabelasını inceledi. Aradığını bulamasa da artık önceki gibi şikayetçi değildi halinden. İnsanlar azalmıştı. Tek tük bina altlarında ya da yolda yürüyenler vardı o kadar.
Arayış içerisindeki gözleri etrafta dolanmaya devam ederken, az sonra yan yana kol kola yürüyen iki kız fark etti karşı binaların altında. Kendisine olan, cilveli bakışlarını gözden kaçırmadı ama umursamayıp yürümeye devam etti. Karşı kavşakta, salına salına yürüyen kızlar, onunla aynı tarafa doğru ilerledikleri için yol boyunca kaçamak bakışlarını almadılar genç adamın üzerinden. Arada bir birlerine bakıp birşeyler fısıldaşıyorlar sonra dudaklarından cilve dolu ince bir gülüş döküyorlardı. Hele bir tanesi vardı, içi gidiyordu sanki. İlk görüşte aşık olmuştu besbelli. Derin iç çekişi iki sokak öteden duyulurdu. Sarı saçlı, selvi boylu, güzel, alımlı bir kızdı. Üzerine giydiği uzun çiçek desenli elbise, vücuduna çok güzel oturmuş, başına üstün körü bağladığı yazma güzelliğine ayrı bir hava katmıştı.
Diğer kız esmer kısa boyluydu ancak onunda güzelliği insanı, saatlerce bakmaya zorlardı. Çekici bir yanı vardı. Şık giyimli, zarafet sahibi nadir görünen güzelliklerden biriydi. Fakat genç adam onu tam olarak görmüyordu sarışın kızın uzun ve kalıplı bedeni ardında güçlükle görünüyor, yalnızca gülüşünü duyabiliyordu. Gerçi kısa bir an, bakmasıyla gördüğü sarı saçlı kızı da eniyle boyuyla incelediği asla söylenmezdi. Bir kez olsun kafasını çevirip bakmamıştı onlara, onların bakışlarını her saniye üzerinde hissetse de.
Bir ara yanlarına gidip aklındaki soruyu sormayı düşündüyse de, hareketlerinden hoşlanmadığı için bundan hemen vazgeçti. Burhan kızların ilgisinin pek tabi farkındaydı, hele ki diğer kızın duyguları aralarındaki mesafeyi aşıp ona kadar ulaşmış yetmemiş, iliklerine kadar işlemişti. Fakat onun için hiçbir anlamı olmayan bu duygular, önemsiz kelimesinden ötesi değildi. Ruhsuz gözleri, tepkisiz duru bakışları bunu yeterince açık ediyordu.
Bir zaman sonra kızlar başka bir sokağa sapıp gözden kaybolmuşlardı. Açıkçası, bundan mutluluk duymuştu, göz hapsinde olmak bir yerden sonra çekilmez gelmeye başlamıştı şayet. O yürüdü sokaklar adım seslerine şahitlik etti. Durdurup soru sormayı düşündüğü her insanın, bakışlarındaki şeyi fark ettiği an vazgeçiyordu. Fakat birşey elde etmeden yürümekte sinirlerini bozmaya başlamıştı. Haftalar önceki halini düşünüp kederli bir iç çekti ve "Nereye düştüm ben böyle?"diye yakındı. Herşeyin küçük bir emriyle ayağına serildiği zamanlar aklına geldikçe hangi günahının cezasını çektiğini sorguluyordu kendi kendine. Çok ahlar almıştı, hak etmiyor değildi ama bu zor olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Asıl yaşamından, fas farklı bir hayata sürüklenmişti. Merak ettiği şeyler, düşüncesini meşgul eden bir sürü konu vardı aklında ve onları hatırladıkça, aradığı telefonu bulma isteği daha da artıyordu.
Arayışa devam etti. Dümdüz ilerlemenin bir faydası olmadığını anladığında önüne gelen ilk sokağa sapmaya karar verdi ve köşeyi döndüğü an biriyle burun buruna gelip durmak zorunda kaldı. Bunu beklemediği için afalamıştı ama anlaşılan afalayan sadece kendisi değildi. Gözleri gördüğü eşgal karşısında tepkisizliğini korusa da, karşısındaki insan için aynı şey söz konusu değildi. Bir anda hızlanan kalbi ve al al olan yanakları hemen fark ediliyordu gözle. Dikkatlice baktığında onun dakikalar önce kendisini, kesen kızlardan bir olduğunu anladı. Sabit tutamadığı bakışları cilvesini gizlese de yüzündeki çekingen ve utangaç gülüş onu fazlasıyla ele veriyordu. "İyi misiniz?"diye sordu genç adam.
Kendisiyle konuştuğunu bir saniye sonra anlayan genç kız, "Ha!"diyerek belli belirsiz bir cevap verdi. Gözleri genç adamın kara gözleriyle buluştu an ışık hızıyla geri çekildi ve yeri yalarken, "ııı... şey... yani evet iyiyim yani sorun yok."diye belli belirsiz mırıltılar döktü dudaklarından. Kafasını eğip utangaç bakışlarını sabit tutmaya çalışırken, "Şey kusura bakmayın fark etmedim geldiğinizi."diyerek çekingen bir sesle konuştu.
Burhan umursamaz bir tavırla, "Sizin hatanız değildi özür dilemenize gerek yok."dedi yüzüne bakıp tepkisini ölçtü. Tam bir şapşal gibi davranarak köşe bucak göz kaçıran kızın cesaretten yoksun hallerini hiç sevmemişti. Gitmek için hareket aldı ve genç kızın yanından geçti. Fakat henüz iki adım atmıştı ki genç kızın çekingen sesi onu durdurdu.
"Şey."diyordu. Durdu ve ona baktı. "Birşey arıyor gibisiniz. Yani eğer ne aradığınızı söylerseniz size yardımcı olabilirim." Genç adamın bakışlarını fark ettiğinde gözünü hızla kaçırdı ve kısa bir süre önce gelen cesaretini anında yitirdi.
"Telefon alabileceğim bir yer arıyorum. Yardımcı olursanız hiç fena olmaz aslında."dedi dik duruşu ardından, ifadesiz gözlerini etrafta gezdirerek. Bunu yapmaya son verdiğinde yüzüne tuhaf bir ifadeyle bakan genç kızı döndü. Hayranlık akan bakışlarının yakalanması ile utançla kafasını eğen kız cüretkarlıktan haberi dahi yoktu.
"Şey, yakınlarda bir yer var aslında."dediğinde genç adam sonunda diye geçirdi içinden.
"Daha açık olmanız gerekiyor."dedi kadını cesaretlendirmek adına, sertleştirdiği sesi aksine ürkütmüştü kadını.
Baktı genç adama. Siyah harelerine dalıp gitmek an meselesiyken son anda toparladı kendini. Daha cesur davranması gerekiyordu. Böyle ne kadar gülünç göründüğünün farkındaydı. Hatta en kötüsü, böyle yaparak yabancı ve karizmatik adamın gözünde küçük düşüyordu. Ne kadar iğrenç bir düşünceydi bu böyle. Nefret etti. Oysaki, hırçın bir kızdı. Yumuruğunu masaya vuran hükümet gibi bir kadındı özünde. İçinde ucunşan kelebekler, ona neler yaptırıyordu böyle? Ateşe değiyormuş gibi kaçırıyordu gözlerini. Çocuk gibi kekeliyordu. Nasıl konuşacağını bilmiyordu ve her defasında şey diyerek çekindiğini belli ediyordu. İçinde kendine kızdı. "Yabancı insanlarla iletişim kurmayı pek beceremem. Şapşalığımı görmezden gelin lütfen."
Genç adamın attığı umursamaz bakışlarını fark ettiğinde bununla zerre ilgilenmediğini, anladı. "Açık adres verir misiniz?"diyen genç adam sizin saçmalıklarınıza ayıracak vaktim yok demiş gibi olmuştu genç kızın gözünde. Genç adamın dilinden dökülenlerle genç kızın duydukları apayrı şeylerdi.
"Adres bilmem. Tarif ediyim ben."deyip gittiği yöne döndü. İleride bir yeri göstererek, "Şu sokağı takip ederseniz satış yapan bir çok mağazaya rastalarsınız. Aradığınızı orada bulacağınıza eminim."dedi. Kendinden emin göründüğü için genç adam söylediği yolu izlemeye ikna olmuştu bile.
Kızın gösterdiği tarafı incelerken, "Tamam teşekkür ederim."diyerek geldiği yöne geri döndü ve yürümeye başladı. Durmadan ilerledi. Zafere ulaşmak için adımları fazla aceleciydi. Ancak ardından gelen sesi duymayı beklemiyordu.
Yine genç kız ona sesleniyordu. "Bulabilecek misiniz bayım?"diye soruyordu. Ona baktı omuzunun üzerinden. "Benim yüzümden kaybolmanızı istemem." Durdu. Birşey söylemek ister gibi bir hali vardı. Ama cesaret edemiyordu. Alt dudağını dişledi. Yere baktı sağa baktı sola baktı. En sonunda genç adam döndü yeniden ve, "Size eşlik etmem de bir sakınca var mı?"diye sordu sonunda.
Burhan bir yardıma ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu. Teklifini kabul edip etmemesi konusunda kararsızdı. Önüne döndü ve yürümeye devam etti kaldığı yerden. Yaptığı şey genç kızı utandırmış, cevabım hayır olduğunu düşündüğü için yoluna gitmeye karar vermişti. Fakat genç adam durup, "Ee gelmiyor musunuz?"diye sorarak onu yanıltmıştı. Kafasını yerden kaldırıp genç adama baktığında yüzünü bir gülümseme belirdi. "Buraların yabancısı olduğum konusunda haklıydınız, ve bilmediğim sokaklarda kaybolmayı ben de istemem."
Genç kız gülümsemesini daha da büyülterek ona doğru yaklaştı. Bundan sonra hiç konuşmadılar. Ta ki telefon satan bir dükkanın önüne gelinceye kadar. Genç kız heyecandan ne diyeceğini zaten bilmiyordu lugatındaki tüm sözcükler yok olup gitmişti sanki. Arada kaçamak gözlerle yanı başında yürüyen uzun mu uzun yakışıklı mı yakışıklı çekici mi çekici, genç adamı izliyor ardından içindeki bitmek bilmeyen kıpırtıyla önüne dönüyordu. Aslında sormak istediği çok soru vardı. Onunla konuşmak muhabbet etmek istiyor aralarında bir bağ kurmak istiyordu ama genç adamın katı duruşu onu engelliyordu. Zaten çekingen tavrı da yerli yerindeydi bugün, ve bir aptal gibi davranmasına neden oluyordu. Böylesine yakışıklı bir adamın gözünde aptal olmaktansa sessizliğini koruyup, aurasına kapılmayı yeğlerdi.
Burhan'a gelecek olursak hiç bu durumu garipsemiyordu. Aslında hiçbir şey düşünmüyordu bu konu hakkında tamamen nötürdü. Adını sanını bilmediği bu sarışın kız yalnızca, ona yardım eden öylesine bir vatandaştı. Genç kızın ne hissettiklerini de bilmiyor değildi ayrıca. Zaten farkında oldukları yüzünden, onunla konuşarak yanlış anlaşılmak istemediğinden susuyordu o da.
Mahalle boyu ilerlediler. Yanlarından geçip giden insanların meraklı gözleri bir süreliğine onları buluyordu. Bu defa çok başka bir soru vardı akıllarda. Mahallenin tanıdık kızı ve kim olduğunu bilmedikleri bu yabancı adam ne demeye yan yana yürüyordu böyle? Bu meraklı topluluk arasında genç kızlarda vardı. Ve tuhaf bir şekilde sarışın kıza haset dolu bakışlar atıyordular. Sarışın kız ise bu bakışların farkındaydı ve o da aynı şekilde nispet dolu duruşlar sergiliyordu kızlara karşı. Böylece aralarındaki fısıldaşmalar artıyordu.
Neyseki genç adamı rahatsız eden bu durum bir telefoncu dükkanın önünde son buldu. Kapıdan içeri girmeden önce kendisine eşlik eden kıza döndü ve "Herşey için teşekkür ederim gerisini ben hallederim."dedi. Bu açıkça kızı kovduğunun bir göstergesiydi ama daha nazik bir biçimde. Genç kız duydukları karşısında bozulsa da belli etmedi ve kafa sallamakla yetindi. Aslında biraz daha kalmak istiyordu. Davetkar bakışları bunu çok net açık ediyordu ama genç adamın yanında kalıp varlığı ile daha fazla boy gösterisi yapmasına izin vermeye niyeti yoktu. Kızı geride bırakarak dükkana girdi. Cam duvarın ardında görününceye denk genç kız bekledi, adımları onu geriye gitmeye zorlarken gözünü camın ardındaki adamdan bir an olsun almadı. İçin için nefes çekti, yağ gibi eriyordu onun görkemi karşısında. Az daha taşa takılıp düşecekken son anda kendine gelmiş ve dengesini korumuştu.
Burhan kasanın ardında kendisini hoşgörü ile karşılayan adama yaklaşıp telefon fiyatlarını sordu. Önceden olsa asla fiyat sormaz beğendiğini direkt alır ne kadar fiyatı olursa olsun hiç çekinmeden verirdi. Ancak şimdi durum çok farklıydı. Çatışma gününden cebinde yalnızca belli bir miktar para kalmıştı. Aslında onun hala cebinde olduğuna şaşırıyordu ama neyseki bu konuda şansı yaver gitmişti. Tabi en büyük kayıbı telefonu olmuştu. Hatırladığı kadarıyla çatışmaya girmeden önce arabanın koltuğunun üzerinde bırakıp inmişti arabadan. O günden sonra bir daha gözleri ilişmedi, ilişemedi. Anıları bir kenara bırakıp, satıcının ona sunduğu en uygun ve kullanışlı telefonlardan birini alıp parasını ödedikten sonra çıktı dükkandan. Telefonu açmakla uğraşırken, az ileride binanın merdivenlerinde oturan bir simayı fark etti göz ucuyla. Kaşlarını çatıp kafasını gömdüğü yerden kaldırdı ve kendisini fark etmesi ile üzerini düzelterek havaya kalkan sarışın kıza soru sorar gibi baktı.
Genç kız çekingen bir tavırla, "şey... Sizi yalnız bırakmaya gönlüm el vermedi."diye saçma bir açıklama yaptı. En azından genç adam için saçmaydı. Çünkü işin aslı hiç öyle değildi. Sarışın kız ona kancayı takmıştı. Amacı tam olarak neydi pek kestiremese de peşini kolay kolay bırakmayacağını anlamıştı. Tuhaf olduğu kadar da komik bir durumdu. Resmen erkek haliyle, tabiri caizse taciz ediliyordu. Belki kötü niyeti yoktu ama kendine bu hareketleri yakıştırdığı için, hoş görmüyordu onu.
"Yön duygum kuvvetlidir. Yolun geri kalanını kaybolmadan bitireceğime inanıyorum."dedi hafif muzip bir ifadeyle. İkinci kere onu ardında bırakıp gitmeye niyetlendiğin de, genç kız da hemen ardından gitti. Uzun bacaklarının attığı uzun adımlara yetişmek için koşması gerekmişti. Hızlı adımları onu genç adam güçlükle yaklaştırırken, geniş sırtını geriye savrulan siyah saçlarını izlemekten şikayetçi olduğu da söylenemezdi.
"Yanlış anlama niyetim asla kötü değil." Sustu. Cümleyi yanlış anlaşılmasan nasıl tamamlaması gerektiğini düşündü. Keza bir tacizci gibi göründüğünü kendisi de gayet iyi biliyordu. "Aslında, hepsi bir bahane idi." Sonunda asıl niyetinin ne olduğunu itiraf etmeye karar vermişti şayet aksi durumda ne gibi kötü bir konumda olduğunun farkında olarak kendini bir pislik gibi hissediyordu. Bu histen kurtulmak istiyordu.
Hızlı hızlı ilerlemeye devam ederken, aklı başından nasıl gitmişse genç adamın durduğunu görmedi ve sırtına toslayıp geriye doğru sendeledi. Genç adam ona döndüğünde afallamış bakışları ile karşılaştı. Sorgulayıcı bakışları genç kızın cesaretine darbe indirse de devam etti. "yani sizi beğendiğim bir yalan değil. Yine de yanlış anlamayın beni, kötü niyetim yok sadece tanış..." Sesi git gide kısıldı ve en sonunda hiçliğe karıştı. Aynı zamanda boynu da büküldükçe bükülmüştü. Hisleri altında eziliyormuş gibiydi. Daha çok genç adamın bakışları altında eziliyordu doğrusu.
Tüm itirafını görmezden gelen genç adam, "Yakınlarda bir pazar yeri varmış. Beni oraya götürün bari."dedi. Genç kızın peşini bırakmayacağına ikna olmuş birinin sözleriydi bunlar. Gönlü hoş olsun diye uğraşmıyordu aslında, şu pazar yerinin neresi olduğunu bilmediğinden kendisine biraz daha eşlik etmesinde sakınca bulmamıştı sadece. Gün boyu aramaktansa verdiği bu karar daha kafiydi. Yollarını ayırdıklarından beri Ala'yı düşünüp durmuştu. Zaman geçtikçe düşünceleri daha da yoğunlaşmıştı ve açıkçası ne durumda olduğunu merak ediyordu. Bu yüzden bir an önce yanına gitmek istiyordu.
Bölüm çok uzadığı için burada bitiyorum, devamı bir sonraki bölümde... |
0% |