Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm.Devam.

@yakamoz_1213

Akşam vaktine çok az kalmıştı. Pazar yeri de hemen hemen kapanmak üzereydi. Satıcılardan bir çoğu malının hepsini satmış tezgahlarını kapatmış ceplerinde kazançları yüzleri gülerek ufaktan ufaktan ayrılıyordular pazar yerinden. Henüz mallarının yarısını satmış olan satıcılar ise, moralleri bozuk gidenlerin ardından hüzünlü gözlerle bakıyordular. Kısa günün karı, kimilerini bulmuş kimilerini ise teğet geçmişti.


Tabi bu kıyağı onlara geçen Ala'ydı. Önüne gittiği her tezgâhı tümüyle satın
alıyor, bütün satıcılarda onu izliyordu. Mallarını satın aldığı adamlar ona minnetle bakarken, diğer satıcılar kendi tezgâhının önüne gelmesini dört gözle bekliyordu. Kimileri dua ediyor kimileri beklentili gözlerini bir an olsun onun üzerinden ayırmıyordu. Gelsin de benden alışveriş yapsın diye can atıyordular resmen. Büyük babasından kalan altınlardan yanında getirdiği kadarını böylece harcayıp yarısından fazlasını bitirmişti. Neyseki parasının hepsi bitmeden alışveriş bitmişti de kendi köşesine çekilebilmişti.

Şimdi ise, içi sebze ve meyve dolu onlarca poşetin önünde durmuş ellerini iki yandan beline yerleştirmiş yüzünde dalgın bir ifadeyle kara kara düşünüyordu. Onları nasıl taşıyacağını bilmiyordu. Tek çaresi tosundu ama onu da kasabanın girişinde bırakmıştı. Gidip getirmeye zaman harcamak daha doğrusu efor harcamak istemiyordu. Ama görünen o ki başka da çaresi yoktu. Hırlama sesleri duyduğunda az ileride dişi bir köpeğin etrafında dört dönen köpeğine baktı. Yaptığı kurlara rağmen kendisine pas vermeyen beyaz renkteki sokak köpeğinin çevresinde pervane olmuştu. Belli ki zoru seven bir köpekdi, aksi takdirde kendisine umursamaz bakışlar atan köpeğin peşinde bu kadar koşması olanaksızdı. Ancak köpeğini başka biriyle görmenin kıskançlığı içerisinde olan Ala, bu manzara karşısında hiç hoşnut değildi. "Alf artık buraya gelir misin?"diye öfkeyle carladı. Kim bilir kaçıcın çağırışıydı ama dişisini etkilemeye ant içmiş hayvan onu pek kaale almıyor Ala'yı daha da sinir ediyordu.

Yanına gelmemekte ısrar eden köpek, bardağı taşıran son damla olmuş bu tarvıyla Ala'yı zıvanadan çıkardı ve vitese takan genç kız baskın adımlarla yanına gidip partisinden tuttuğu gibi onu arkasından sürükleyedek poşetlerin olduğu yere kadar getirdi. Aynı zamanda, "Gördün elin zillisini, bana kulak dahi asmıyorsun! Ben deli olmayayım da kim olsun ha!"diye azarlıyordu. Arkasından sürüklenen zavallı köpek ise, suratını asmış, bezgin gözlerle boşluğa, boş bakışlar atıyordu. Etkilemeye çalıştığı kızın yanında böyle sürüklenmek tüm karızmasını yerle bir etmiş küçük düşmüştü, ve içten içe Ala'ya kızmıştı. Ama gırtlağından çıkardığı tuhaf homurtularla rahatsız olduğunu belirtmekten ileri gitmemişti.

Sonunda köpeğe çekiştirmeyi bıraktı ama azarlamak için daha yeni başlıyordu. Ellerini dakikalar önce yaptığı gibi beline yerleştirdi ve önündeki köpeğine doğru hafif eğilerek sert bakışlarını gözlerine dikti. Ardından açtı ağzını yumdu gözünü. Ne geldiyse diline esirgemeden konuştu. "Beni kaale almamak ne demek! Bunca yıllık dostunu, şu çirkefe sattığına inanamıyorum! Sana onca yıldır ben baktım ben! Ne demek beni satmak ya! Yemedim yedirdim içmedim içirdim, ama sen bir kalemde sil beni! Ee ne demişler besle kargayı oysun gözünü!..." Böyle uzayıp gidiyordu öfke dolu sözleri. Ta ki O gelene kadar.

"Bir hayvanla tartışacak ne buldun bu kadar?" Ardında duyduğu hayret dolu ses kelimelerini bıçak gibi kesmişti. Kas katı kesilip kaldı. Ardına bakmak istemese de bedeni ondan bağımsız yavaşça döndü ve günlerdir aşina olduğu çekici erkeksi yüzüyle karşılaştı genç adamın. Kendisine, tuhaf bir varlığa bakar gibi bakıyordu. Düştüğü gülünç durumdan yüzü kızardıkça kızardı utanma duygusu her zerresinde nüksetti ama bunu genç adama tabiki belli etmedi. Fakat ona şaşkın bakışlar atan yalnızca Burhan değildi. Genç adamın hemen yanında olayları izleyen sarışın kız da kimdi böyle? Ve o ikisinin yan yanda ne işi vardı? Ala utancını bir tarafa bırakıp aklını bu sorularla meşgul etmeye başlamıştı.

Burhan, Ala'dan kopardığı bakışlarını yerdeki poşetlere dikince şaşkınlığı biraz daha büyümüştü, "Bunların hepsini sen mi aldın?"diye sordu şaşkınlığını gizleyemediği sesiyle.

Ala, bütün öfkesini ondan çıkarmak istercesine, "Bütün kış anca yeter herhalde değil mi!"diye tıpkı çirkef karılar gibi carladı. Genç adam bu çıkışı karşısında şaşkınlığını ona yöneltince, Ala burun kıvırarak bakışlarını başka tarafa çevirdi.

"Sahi o az önce köpekle mi konuşuyordu?" Duyduğu ince, naif, kadınsı sesle, ölümcül bakışlarını genç kıza çevirdi. Öyle pis bakmıştı ki sarışın kız neye uğradığını şaşırmıştı hatta nerdeyse topuklayacaktı demek hiç abartı olmaz. Kaçmamıştı belki ama, gözleri korkuyla açılıp geriye çekilmesi de yeterince gülünçtü. Bir daha ağzına açmaya cesaret edebilir miydi bilinmez.

Ala arkasını dönüp yürümeye başladı birden bire. Alf de hemen arkasına takıldı. Dişisini çoktan unutmuşa benziyordu. Burhan arkalarından, "Nereye?"diye seslendi.

Ala, "Kağnıyı alıp geleceğim, onlara sahip çık!"diye seslendi ardına bakmadan. Onlara derken sebze ve meyveleri kastetmişti. Çok geçmeden de kağnıyla geri gelmişti zaten. Boğayı ardından çekiştiriken ileride poşetlerin yanında duran genç adam ve genç kızın samimi görünen hallerine baktı. Kaşları nedeni belli olmayan bir sebepten çatıktı. Onlara nefret ediyormuşcasına bakıyordu. Halbuki sarışın kızdan nefret edecek kadar tanımıyordu onu. Gerçi kan çekmeyince çekmiyordu zorla olacak işler değildi bunlar. Dakiklardır konuştuğunu gördüğü kıza geveze lakabını takmış, "Şu hallere bak hele! Ne işi varsa artık çiyan!"diye söyleniyordu sebepsiz yere. Yanlarına yaklaştığında ikisinin de onları fark etmesi uzun sürmedi. Yanlarından geçip onlar orda hiç yokmuş gibi davranarak poşetlere doğru ilerledi. Hepsini tek tek kağnıya taşıdı. Takındığı tavırdan dolayı genç adamın ona yardım edesi hiç gelmemişti bu nedenle izlemekle yetindi tabi arada da kendisiyle muhatap olmaya çalışan kıza laf yetiştirmeye çalışıyordu. Çalışıyordu dememe bakmayın tabi yalnızca kısa cevaplarla geçistiriyordu kızı.

Ala poşetleri yükledikten sonra boğayı yeniden harekete geçirdi. Geldiği yöne doğru geri dönereken genç adam, "Keşke nereye gittiğini bana da söylesen."diye sahte bir sitemde bulundu.

"Belki de seni yanımda istemediğim için söylemiyorumdur!"diye karşılık veren Ala dönüp ona bakmaya tenezzül etmemişti. Burhan neden böyle davrandığını anlamasa da sözlerine aldırış etmedi ve arkasından gitti. Ona tıpkı bir sülük gibi yapışmış olan sarışın kız da durur mu, hemen yanında yerini aldı.

Kafasını genç adama yanaştırıp, "Neden bu kadar agresif?"diye sordu kısık sesiyle. Ama sesi ne kadar kısık olsa da Ala onu duymuştu ve omuzunun üzerinden az önceki ölümcül bakışlarını ikinci kez kızın gözlerine dikip susturdu onu.

Pazarı iyice geride bırakıp kasabanın sokaklarına daldılar. Ala nereye gittiğini çok iyi biliyormuş gibi bir hali vardı ardından gidenler ise nereye gittiklerini merak ediyorlardı. Sonunda bir deponun önüne geldiklerinde durdular. Henüz sıvası görünen, boyası vurulmamış küçük mekan Ala'nın daha öncede çok kez meyvenlerini saklamak için kullandığı bir yerdi. İlk ihtiyaç duyduğu zamanlarda yaşlı bir adamdan satın almıştı burayı. Eve dönene kadar, sebzeleri içinde muhafaza ediyordu. Hatta onlar için soğutucu bile yaptırmıştı içeriye. Kapısı ise kepenk sistemiydi. Genç adam içeriyi incelerken, dört duvardan savrulan soğuk havanın etkisiyle üşümüştü hafiften. Aynı zamanda sormadan oranın ne işe yaradığını da analamıştı. Ala poşetleri içeri yerleştirdi. Kepengi kapatıp geri döndüğünde Burhan'ın ona olan derin bakışlarıyla karşılaştı. Kim bilir aklından neler geçiriyordu. Sormadı Ala, yeniden harekete geçerek sokaklara daldı.

Güneş dağın ardında kaybolmuştu sonunda. Turuncuya bürünen gökyüzü az sonra karanlığa kavuşacağının haberini veriyordu. Ala ardından boğasını sürüklerken yanı başında, kendisine ayak uyduran köpeği ve ileri de yürümekte olan iki yabancı vardı. Evet ikisi de son derece yabancıydı ona. İkisinin hakkında da en ufak bir bilgiye sahip değildi ve ikisini de sevmiyordu. Yanında ne işleri vardı, kader ona nasıl bir oyun oynuyordu bilmiyordu ama şu sarışın kızın artık gitmesi gerekiyordu. Neden onlarla gelmeye devam ediyordu anlamış değildi. Üstelik öyle gevezeydi ki yine durmadan birşeyler anlatıyordu genç adama. Aslında çekingen davranıyor tek tük konuşuyordu ancak Ala öyle sevmemişti ki bir geveze olduğunu düşünecek kadar batıyordu hareketleri gözüne.

Az sonra nerden geldiği belli olmayan bir ses onları durdurdu. Sesin ikinci defa duyulması ile hepsi aynı anda sesin geldiği tarafa baktı. Müstakil bir evin çevresini saran uzun bahçe duvarının üzerinde oturmuş başının üzerindeki çıplak ağaçtan kopardığı elmayı iştahla yiyen bir genç çocuk onlara bakıyordu. "Yolculuk nereye ahaliler?"diye eğlenir tonda sormuştu. Yabancının yanında ona bezgin bakışlar atan kızı gözüne kestirdiğinde yüzüne, arsız bir gülüş sığdırıp, "Kız Melike, beni bırakıp nerelere gidiyorsun.."dedi sonra gözünü Burhan'a dikti. Yüzündeki ifade anında silinirken, "...üstelik yanında bir herifle?"diye sordu hoşnutsuz bir sesle. Akranlarına göre, kısa normal bir kiloya sahip siyah nerdesye kel denecek kadar kısa saçlı, üzerinde eski kıyafetleri olan haylaz bir çocuktu. Haylaz olduğu fıldır fıldır dönen gözlerinden de belli oluyordu. Ve gözler demişken, öylesine güzel bir yeşil rengine sahipti ki insan baktıkça gıpta ederdi. Vücudun da çekici olan tek nokta gözleriydi belki de. Kara kuru teni, tüm gününü güneşin altında geçirdiğini açıkça belli ediyordu. Belki de bir çobandı. Ona bakan, mesleğinin çobanlık olduğunu hemen söylerdi zaten.

"Sanane be!"diye karşılık veren sarışın kız anlaşılan ondan pek hoşlanmıyordu. Karşılıksız duygularının, girdabında bir mecnun olmuş çocuk ise hülyalı gözlerini onda sabitleyip, "Ne de güzel sinirleniyor iki gözümün çiçeği!"diye iç geçirdi. Fakat duvarın ardından gelen öfkeli adam, sesiyle bu durum çok da uzun sürmedi. Omuzunun üzerinden ardına bakan çocuk gözlerini kocaman açıp, telaşlı bir hale büründü. Aşağı atlamaya hazırlanmıştı ki son anda dalında tek tük kalmış elmalardan en dolgun ve en kırmızı olanını kaptı ardından kendini yere bıraktı.

"Seni pis hırsız!"diye yükselen öfkeli ses konum değiştirirken, yan tarafta duran mavi demirden yapılma bahçe kapısına doğru ilerlediği anlaşılmıştı. Yere indiği sırada dengesini koruyamayıp tökezleyen çocuk sanki bu durumla daha önce de çok kez baş etmiş gibi şaşılası bir çeviklikle hemencecik düştüğü yerden kalkıp kaçmaya koyuldu. Ancak Melike denen kızın yanına geldiğinde aniden durdu. Aralarındaki boy farkı gözlerin önüne serilirken, kıza bakmak için kafasını kaldırmak zorunda olan çocuk, yüzünde arsız bir ifadeyle, "Seninkiler kadar güzel değil ama..."deyip elindeki elmayı kıza uzattı. Boş elini de birşey dilenir gibi havaya kaldırdığında herkes merakla ne yapacağını bekliyordu ki, kaşları ile kızın, kısa biyundan dolayı dudaklarıyla aynı hizada olan dolgun göğüslerini işaret adip, "Al gülüm ver gülüm."dedi. Kimse bunu beklemiyordu işte.

Yaptığı bu hareket, genç kızı ziyadesiyle utandırmış, elini kaldırdığı gibi tokadı yüzüne geçirmişti, "Edepsiz!"diye gürleyerek.

Yediği tokatla döne döne boşluğa savrulan çocuk, ayakta durmakta güçlük çekerken buna rağmen yüzünde güzel hayallere dalmış gibi bir ifade vardı ve "Başımı döndürüyorsun Melikem."demişti hülyalı sesiyle. Tüm bunlara seyirci kalan Ala ve Burhan gülmemek için kendini tutarken, utançtan yüzü kızaran sarışın kız öfkeden kudurmak üzereydi. Yanı başındaki Burhan'a bakıp utandığını belli etmek istemezcesine sahte gülüş döktü dudaklarından ve "Hep böyle yapar alışığım bu hallerine. Çocuk işte ne yaparsın."dedi. Ancak ne kadar gizlemeye çalışsa da utanç duygusu orda sesinde bas bas bağırıyordu.

Dönmelere doyamayan çocuk dakikalar önce üzerinde oturduğu bahçe duvarına toslayıp durdu. Toparlanması biraz zaman alacaktı. Kendi ekseni etrafında dönerken eğlence peşindeydi ama hesaba katamadığı bir takım olaylar meydana gelmişti. Başı döne döne bir hal olmuştu. Midesi de bulanıyordu hafiften. Tam kendine gelmişti ki karşısında cellatını görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. "Sen de nerden çıktın!"diye sordu. Az önce bahçenin kapısından irili ufaklı öfkeli bir köpek çıkmış ne zaman olduğunu kimsenin bilmediği bir vakitte küçük hırsızın önüne dikilmiş, parçalamak istercesine küçük boyuna bakmadan havlamaya başlamıştı.

Olaya müdahale etmek isteyen Alf hareketlenmişti ki bunu sezen Ala hemen gözlerini ona çevirdi. Sahibinin uyarıcı gözleriyle, hareketlenmekten vazgeçen Alf olduğu yere sinip kalmıştı.

Aldığı cevaptan memnun kalmasa da kapana kısıldığının farkındaydı çocuk. "Cici köpek uslu köpek hadi bir konuda anlaşalım. İkimiz de küçüğüz yani beden olarak bu da aynı saflarda olduğumuzu gösterir değil mi?" Ayağının dibinde diş göstererek hırlayan ufak köpek anlaşılan onunla aynı fikirde değildi. Aksine daha da sinilenen ufak şey, saldırıya hazırlanmıştı ki, sıska çocuk ısırılacağını anladı ve tıpkı bir yay gibi fırladı. "Allah'ın cücesi, uzalaşmak nedir bilmez misin sen!"diye bağırıyordu aynı zamanda. Topuklarını kalaçasına vura vura kaçan çocuk bir süre sonra evlerin arasına dalarak gözden kayboldu. Peşinden müthiş bir hızla koşan köpek de onu bırakacağa benzemiyordu.

Tüm olanlara seyirci kalan gençler şaşkın bir o kadar eğlendiklerini gösteren bir ifadeye sahiptiler.

Melike denen kız arkasından bakarken yüzünde hiç sevecen olduğu söylenmeyen bir ifadeyle, "Allah'ın delisi!"diye mırıldanmıştı.

Olayın şokunu üzerinden atıklarında kaldığı yerden yollarına devam ettiler. Fakat çok geçmemişti ki arkalarından bir ses daha geldi. Yine aynı anda baktıklarında aynı çocuğun üzerlerine doğru koştuğunu, üstelik kan ter içinde kaldığını gördüler. Hemen ardından kendisi küçük, öfkesi boyundan büyük o köpek göründü. Anlaşılan bu kovalamaca uzun süre devam edecekti. Daha ne ara oraya gittiklerine şaşıramaya vakit bulamamışken, Ala'nın yanından roket gibi kaçan çocuk yeni fark etmiş gibi, "AA Ala sen de mi buradaydın?"diye bağırdı. Oradan uzaklaşmasıyla sesi de uzaklaşıyordu ki son kez ekledi. "Nerdeyse unutacaktım anam seni akşama bize bekliyor! Geldiğini kasabalılardan duymuş!"

Melike denen kız Burhan'a döndü ve "Demek Nazmiye teyzelere gidiyorsunuz?"dedi sevecen olmaya çalışarak. Her hareketi Ala'nın gözüne batarken, bu defa yapmacık olduğunu düşündü. Nazmiye teyzelere gittiklerinde haberi olmayan hatta Nazmiye teyze kim onu da bilmeyen Burhan ise bam başka alemdeydi. Ardına, sorarcasına Ala'ya baktı. Cevabı sözlü olarak değil gözleriyle vermişti. "Tabi sen Nazmiye teyzeyi tanımıyorsun..."deyip kendi kafasına ufak bir sille vuran Melike kız devam etti. "...deli kafam nereden tanıyacaksın tabi." Elindeki kayışlı saate baktı. Kendisiyle muhatap olmamak için direnen Burhan'a döndüğünde yüzünde yine o aptal sırıtışı vardı. "Ben eve gitsem iyi olacak. Zaten nereye gittiğini de biliyorum artık mutlaka sizi ziyarete geleceğim." Burhan'ın böyle bir beklentisi yoktu. Üstelik kızın niyetini de anlamış bulunuyordu. Demek nerde kalacağını öğrenmek için bunca zamandır bırakmamıştı peşini. Hayır sizli bizliden ne ara senli benli olmuştu onu da anlamıyordu ya neyse. Birden elini genç adama doğru uzattı ve "Bu arada tanıştığıma memnun oldum. Adımı öğrendiniz zaten, ben Melike."dedi. Sonunda tanışma merasimi için cesaret bulabilmişti kendinde.

Burhan hiç eveleyip gevelemeden bir an önce kurtulmak istercesine, "Burhan."dedi ama istivini asla bozmamıştı. Eli havada kalan kız bozuntuya vermeden yapmacık bir gülüşle indirdi elini. Yumruğu tortop olurken Ala'nın keyif dolu ifadesi gözünden kaçmamıştı. Yalan yoktu genç adamın yaptığı hareketten aşırı keyf almıştı, özellikle genç kızın bozulan ifadesi görülmeye değerdi.

"O zaman... Tekrardan görüşmek üzere."deyip genç adamın yanından geçti. Bir kaç adım sonra Ala'nın önündeydi. Fakat geçip gitmesi gerektiği yerde yeniden durdu ve Ala'ya baktı kahve gözleriyle. "Yıllardır kasabamıza gelip giden gizemli kızın adını öğrenmek bugüne nasipmiş."dedi. Sesindeki tın kulağa hiç hoş gelmemişti. Ala ona boş bakışlar yollarken o elini uzattı. "Ala, seninle de tanıştığıma memnun oldum."dedi. İsmini ne sebeptendir bilinmez vurgulamıştı. Belliki henüz akıllanmamıştı. Yine elini boş göndererek, ona ders vermek istedi Ala.

Kollarını önünde bağlayıp, "Keşke ben de aynı şeyleri söyleye bilsem ."diye fısıldadı. Bilhassa onun duyabileceği bir ölcüde çıkarmıştı sesini. Fısıldar gibi ama değilde.

Kız yüzünde gıcık olmuş bir ifadeyle elini indirdi ve yoluna devam etti. Ağız dolu küfürler savurmak için can atarken adım adım uzaklaştı oradan. Ağzının payını almışa benziyordu.

İstivini bozmadan kızın üzerinden gözlerini almadan Burhan'a yaklaşan Ala, soğuk bir sesle, "Umarım ona nereden geldiğimizi söylememişsindir."dedi.

 

Ala'ya üsten bakışlar atan Burhan, "Bu bir sır mıydı? Tüh be keşke daha önce söylesiydin."dedi. Oyun oynadığı açıktı ama Ala bunu göremeyecek kadar, nefret ediyordu ondan.

 

Kafasını hızla ona çevirip ölümcül bakışlarını gözlerine dikip, "Ne demek bu?!"diye sordu sertçe.

 

Sırtını öne dönen Burhan gülüşünü bastırmaya çalışırken, "Atı alan üsküdarı geçti demek."dedi. Çok eğleniyordu belliki.

 

Ardından öfkeyle giden Ala, "Bu da ne demek oluyor?!"diye sordu ikinci defa. Yolun yarısında boğasını ardında bıraktığı hatırlayıp panikle ardına döndü, "Hay Allah!"diyerek boğaya doğru koştu. Evlerden birinin, tel örgülerle çerçevelenmiş bahçesinden dışarı sarkan çalılıklara dadanmış, yaprak höpleten Tosun sahibinin aniden boynundaki ipe asılmasıyla yemeyi kurtsağında kalmıştı el mecburi takıldı peşine. Boğazını sıkan halat onu rahatsız ederken kafasını sallamaya çalıştı ama Burhan'a yetişmeye çalışan Ala, olanların farkına varacağı pek benzemiyordu. "Bu ne demek diyorum sana!"diye gürledi aralarında epeyce mesafe açılmış olan Burhan'a. Cevap almak şöyle dursun, genç adamın kahkahasını duyduğunda daha da sinirlendi. Öyle ki sinirden yerinde duramıyordu artık.

 

📜


Duyduğu kişneme seslerini takip ederek at çiftliğinin yanına kadar geldi. Etrafı çitlerle çevrili, yapay çimlerle bezenmiş geniş arazide, gelinlik giymiş gibi bembeyaz tüylere sahip, oldukça afili bir görünüşü olan, ata ve ağzına vurulmuş gem sayesinde rahatça dizginlediği atı koşturan seyise, gıptayla baktı. O andan itibaren bir atı olsun istedi. Evet bir at istiyordu ve buna şuan da aniden karar vermişti. Beyaz atın muhteşem görüntüsü onu bu sevdaya hiç zorlanmadan tutuşturmuştu. Haksız da sayılmazdı, karşısındaki varlık her insanın hayalini süsleyecek kadar güzel, çekici ve cezbediciydi.

Ne kadar seslendiyse de, hülyalı dünyaya dalıp gitmiş olan kıza sesini duyuramayan Burhan, nereye gittiğini merak ederken ardından gitmiş ve kendini koca bir çiftliğin önünde bulmuştu. Çitlerin ardında durduğu halde içeri girmek için can atan ve yüzünde elzem bir heves barındıran kızı es geçip, aynı ata ve atı şaha kaldıran kadın seyise odaklandı. İşinin ehli olduğu, her halinden belliydi. Sonunda gözleri Ala'yı bulduğunda tek düze adımlarla yanına yaklaştı. Ayakları yan yana denk düştüğünde durdu ve yüzüne baktı. Mavi hareleri, yıldız gibi parlıyor ve bir an olsun göz kapalarını kırpmadan atı izliyordu. Hayal dünyasına dalıp gitmiş gibiydi kim bilir aklında ne geçiyordu. "Onu istiyorum."diye sayıkladığın da kaşlarını çattı Burhan.

Konuşmadan önce kısa bir an ata baktı sonra yeniden Ala'ya. "İstenmeye değer."diyerek kafasını sallayarak onu onaylasa da, "...ama işte sor bakalım o da seni istiyor mu?"diyerek işin büyüsünü hiç acımadan bozdu.

"Paranın açamayacağı kapı, alamayacağı at yoktur yabancı bilmem bilir misin?"diye karşılık verdi.

Yüzüne silik bir tebbesüm kondu. Sıcak olduğu asla söylenmezdi, ancak soğuk olmayacak kadar da yakındı sıcağa. Tam olarak tarifi yoktu. "Bilmediğin o kadar çok şey var ki, mesela şuan ne kadar yanıldığın gibi."

Sonunda gözlerini atan almayı beceren Ala, yan bir bakış attı genç adama. "Aksini mi iddia ediyorsun?"diye sorduğunda sesinde yadırgamaya aşırı müsait bir ton vardı.

"Gerek var mı ki? Paranın her kapıyı açtığı zırvalığı, para için can vermeye hazır olan insanların avuntusu sadece dilsiz kız. Aman diyeyim ha, sen de o dümene gelme." Müzip bir sesle eklediği son cümle ağzından o kadar hoş çıkmıştı ki kızmaya odaklanmadı Ala. Sanki o konuşsa saatlerce dinleyecekmiş gibi bir hali vardı.

"Bence sen yanılıyorsun. Tabiki para her kapıyı açar çünkü insan oğlu seninde dediğin gibi para için canını bile vermeye razıyken ikna olmamaları için bir engel yok. Paran varsa, herşeyin var."

"Elindeki bilgiyi kendi doğrularına göre şekillendirir insan. Sende tam olarak bunu yapıyorsun. Bilgilerimiz aynı ancak ikimiz de bakmak istediğimiz yerden bakıyoruz. Fakat yine de bu senin yanıldığın gerçeğini değiştirmiyor."

"Hadi oradan!"deyip ona ters bir şekilde çıkıştı. "Neden seninki doğru oluyor da benimki yanılgı oluyormuş!?"

Burhan güldü sadece. Bildiğini okuyan insalara asla doğruları kabul etiremezdiniz. Ala'da tam olarak öyle biriydi. Kendine o kadar çok güveniyordu ki, yanlışlarını göremeyecek kadar kör olmuştu. Herşeyi bildiğini zannetmek en büyük bilgisizlik ve cehaletti. Burhan ona laf anlatamayacağını anladı ve diretmek yerine kısa bir cevapla geciştirdi. "Eğer fırsatın olursa, zaman sana neden yanıldığını fazlasıyla öğretecektir ama tabi fırsatın olursa." Özellikle vurguladığı noktada anlatmak istediği, insani değerleri ona öğretecek şartlarda olmadığı ve bu yüzdende insan içine karışmayacağı sürece ne dediğini anlamayacak olmasıydı. Aslında Ala, yaşam şartlarını göz önünde bulundurulursa kendince haklıydı ancak asıl hakikat Burhan'ın söylediklerinde gizliydi. Yine de Ala bunu nerden bilecekti ki, hislerden ve aşktan habersizdi. Olur da birgün gerçekten insanların içine karışıp onlar gibi yaşam sürerse işte o zaman o da Burhan'a hak verecekti.

"Neyse boş versene nasıl olsa o at benim olacak." Kendinden emin sarf ettiği sözleri ardından, yüzünde istediğini er ya da geç alacak olmanın hin gülüşü ile çifliğin girişine taraf döndü ve kararlı adımlarla yürümeye başladı.

"Egoistsin biliyorsun değil mi?"diye seslendi ardından.

"Azmin adı ne zamandan beri ego olmuş?"diye sordu.

Hayretle gülen Burhan, "Hayır asıl egonun adı ne zamandan beri azim olmuş. Gerçekten elindeki bilgileri kendine göre şekillendiriyor deli şey, "diye kendin kendine konuştu. Kafasını iki yana sallayarak, "Alem kızsın hakikaten."diye mırıldandı.

Hem karşılıklı olacak şekilde hem de yan yana sırsa sıra dizilmiş tavlaların içindeki, envai çeşit ırkı bulunan atlara bakarken aynı zamnada yanında yürüyen at bakıcısının verdiği bilgileri can kulağı ile dinliyordu. "At yetiştiriciliğinde başarı tavladan başlar. Atların sağlıklı bir şekilde yeyiştirilmesi ve optimal düzeyde verim alınması atın yaşamının önemli bir bölümünü içinde geçirdiği tavlanın hijyenik şartlan taşıyıp taşımadığına bağlıdır." Sözleri bittiğinde durdu ve Ala'ya döndü. Ellerini pamaklarına belli mesafeler koyacak şekilde açmış parmak uclarını bir birlerine değdirmiş, işini yalnızca hünerleri ile değil resmi tavırlar sergileyerek layığıyla yerine getiriyordu.
Kendine engel olamayan Ala, özendiği kıyafetlerini baştan aşağı söyle bir süzdü. Biçimli bacaklarını ortaya çıkaran parlak görünümlü tayt ve yan taraflarında ağız kısmının iki tarafında çiçek desenleri olan uzun deri çizmesi ve son olarak üzerindeki sportif elbise aşırı hoşuna gitmişti. Onlardan da birer tane istiyordu. Sarışın ve oldukça güzel olan kadına karşı yanlış anlaşılmamak için incelemesini kısa tuttu. Kombinin yeterince güzel olduğuna kanaat getirdikten sonra çakır yeşili gözlerine döndü. "Sizin de duyduğunuz gibi işimizi aşırı büyük bir titizlikle yapıyoruz nitekim atlarımızın sağlıklı olması bizim için aşırı önem arz ediyor."

"Gerçekten şahane."diyerek kestirip attı bu kısımları bir an önce atlamak ve satın alma kısmına gelmek istiyordu. Ahırın girişinde, kiriş kolonlardan birine omuzunu yaslamış kolların da önünde bağlamış onlara bakan, Burhan'ı sık sık dikizleyen sarışın kadın cilveli tavırlar sergiliyor, işveli gülüşünü bir türlü gizleyemiyordu. İlgisi tamamen atlardan olan Ala da, farkında değildi aksi takdirde hayranlık yerine gıcık kapmış bakışlar atardı. Kadının ardında duran siyah beyaz benekli, obur ata bakıp iç geçirdi. Atları bu denli sevdiğini kendisi bile yeni öğrenmişti ancak onlara bakarken içi gidiyor mutlaka bir tanesine sahip olmak istiyordu. Tabi o, dışardaki beyaz gelini gözüne kestirmişti. "Yeterli bilgiyi paylaştığımıza göre sıra sizde..."diyen kadın ellerini atları göstermek için uzattı. "Hangisini istediğinize karar verin. Sonrada satış işlemlerine başlayalım."

Ala ağır ağır hareket ettirdiği gözlerini tavlaların içindeki tüm atlarda gezdirdi. Hepsini sevmiş olsada hiçbiri dışardaki güzellik kadar cezbetmemişti onu. Bir kere daha emin oldu. Kesinlikle onu istiyordu.

Gözlerini kapı boşluğundan gözüken bahçede oynayan ata çevirdi son olarak. Dudağının sola doğru kıvrılması sonrasında yüzünde konan hin gülüşle işaret parmağını doğrulttu ve "Onu istiyorum."dedi.

Kafasını gösterdiği tarafa çeviren kadının ifadesi anında bozguna uğradı. Tebbesümü yüzünden hızla silinirken ne diyeceğini bilemiyormuş gibi dudaklarını dişledi bir süre. Ala'ya dönmeye çalışırken, kaçmaya devam eden bakışları olduğu yeri terk etmeyi reddediyordu. "Iııı fakat efendim..." Sonunda bakışlarını da çevirebildi. Yüzünde mahçup bir ifadeyle, "O atımız satılık değil."dedi.

Ala nedenini çok iyi anlamıştı ancak, formalite icabı sorması gerektiğini düşündü ve "Neden?"diye sordu.

"Şey... Yanında gördüğünüz hanfendi kardeşim olur ve o atta ona ait. Satmak isteyeceğini sanmıyorum."

Kadına dönen Ala, merhametsiz bir ifadeyle, "Ama ben almak istiyorum."dedi. Katı sesi ve duruşu bundan vazgeçmeyeceğinden kadının anlamasını sağlamıştı.

"Efendim, anlayışınızı bekliyorum sizden. Satılık değil, bakın burada sizin için uygun olabilecek iyi huylu, ırkıyla nam salmış atlarımız var,"diyerek Ala'yı bir kez daha tavladaki atlara yönlendirdi. Ala itiraz etmeden önce bir kez daha hepsini tek tek gözden geçirdi. Her renk ve her cinsten vardı ancak dışardaki at kadar güzel renge sahip bir tane daha yoktu. O eşsizdi işte bu yüzden onu istiyordu.

Dudak çevresini buruşturup cık etti. "Bunlar benlik değil onu istiyorum ben."

İnadından ötürü sinirleri yırparanan kadın yine de saygı çerçevesini koruyarak, "Ama efendim, lütfen ısrar etmeyin. Müşterinin memnuniyeti bizim için çok önemli ve sizi buradan hayalkırıklığıyla uğurlamak istemiyoruz. Leydi dışında bütün atlar sizin için hazır. " Demek adı Leydi idi? Adı bile güzeldi.

"O zaman hayalkırıklığına uğratmayın bu sizin elinizde."

Morali allak bulan olan kadın, üzgün gözlerini Leydi'ye çevirdi. Acı çekiyormuş gibi hali vardı. Laydi'yi veremezdi kardeşinin kızıydı o ancak müşteriyi de mağdur etmek protokollerine tersti. Ne yapacağını bilemez halde iki ara bir derede kalmıştı. Dudağını içini dişleye dişleye de bir hal etmişti. "Başka bir oluru yok mu gerçekten?"

Ala duyduğu heybetli bir kişneme sesiyle ardına baktı omuzunun üzerinden. Kap kapara, friz cinsiyle anılan, parlak yelesiyle göz kamaştıran atı gördü ve nutku tutuldu. Kuvvetli isteğe kapıldı o anda. Tinsel bir duyguyla dolup taştı. Sanki yıllardır onu görmeyi bekliyormuş gibi sanki yıllardır aradığı dostunu bulmuş gibi tevazu yanı ortaya çıktı. Asıl aradığını şimdi bulmuştu. Sahi onu nasıl gözden kaçırmıştı? Her neyse geç olmadan bulmuştu ya buna da şükürdü. "Bunu istiyorum."deyip sonunda satıcının yüzünü güldürecek seçimi yaptı.

"Alize."diye mırıldandı. Günümü kurtardın Alize, dercesine verdiği nefes rahatlamasına yardımcı olmuştu. Nihayet diyordu yüzü nihayet. "Ah efendim sizin için en uygun at olacağından hiç şüphem yok. "

Ata yaklaştıp sevmek istedi ancak huysuz hayvan kafasını çekerek temasını engelledi. "Epey aksi birşeye benziyor. Eğer memnun olmazsam paramı misliyle geri alırım." Böyle de dobra bir insandı işte.

Yalandan da olsa gülmeye çalıştı kadın ancak başarısız oldu. "Ah hayır huysuz değil sadece size karşı yabancılık çektiği için biraz hırçın davranıyor. Özünde iyidir, size alıştığında anlayacaksınız."
Ala kafasını sallayarak belli bellirsiz bir cevap verdi. "Yalnız, Alize'nin eşi var. O olmadan asla huysuzluğunun üstesinden gelemezsiniz."

Ala kadına baktı. Ne demek istediğini sorgularcasına belertiği gözleri ardından kadın hemen yan tarafta kadınına dokunulmasından rahatsızlık duyduğunu anlatan agrasif tavırlar sergileyen hafif kızıla çalan tüy rengiyle Arap atını gösterdi. "Eğer Alize'yi almak istiyorsanız, Cengaver'i de almanız gerekiyor."

Agrasif ata inceleyici bakışlar atan Ala, "Bir yetmez iki huysuzu al da başına bela mı et demek istiyorsunuz yani?"diye sordu.

"Ah hayır efendim yanlış anladınız. Demek istediğim Alize'nin uysal davranmasını istiyorsanız Cengaver'in de yanında olması şart."

Ala konuşmak için tam ağzını açıyordu ki yanlarına gelmekte olan Burhan kadını Ala'nın kasten sergilediği tavırlarla çektirdiği işkencelerden kurtardı. "Cengaveri de ben alayım madem." Atın yanına gidip başını sevdi. Hayretle bir ona bir ata bakan Ala, az önce kendisine düşman muamelesi yapan atın nereye kaybolduğunu ve bu uysal hayvanın nerden geldiğini sorgulamaya başladı. "Onunla çok iyi anlaşacağımıza eminim. Sen ne dersin Cengaver benimle özgürlüğün tadını çıkarmaya var mısın?" Naif sesi o kadar hoş geliyordu ki kulağa iki kızda sanki nini dinlemişti. Sorduğu soruyu kişnemeyle cevaplayan atın sanırım cevabı evetti.

Kadın, "Aman Allah'ım ne kadar kibar bir beyefendi."diye kendinden geçmiş bir şekilde içinden geçenleri dışa vurunca Ala ters bakışını hızla ona çevirdi. Aynı şekilde ona dönen Burhan, ilgi gören birine göre fazla ruhsuz olsa da sanırım ayıp olmasın diye yalandan gülümsemişti.

Atları aldıklarını tescillendirmek üzere, satış belgesini imzalamaya kadının ofisine doğru yola koyuldular. Atlara nasıl bakmaları gerektiği hakkında engin bilgilerini paylaşan kadın önde ilerlerken Ala ve Burhan dip dibe arkada ilerliyorlardı. Sinirli olduğu için yakınlıklarının farkında olamayan Ala, daldığı alemlerde sürüklenirken, Burhan, "O atı benim için satın al. Parasını sana daha sonra öderim borcum olsun."diyerek onu kendine getirdi.

Kafasını ona çevirmesi ile yakınlıklarının farkına varması ve öteye gitmesi için uyarması bir oldu. "Nedenmiş? Orda centilmenlik yaparken, hiç de parasız biri gibi durmuyordun!" Tam olarak neye sinirlendiğini anlamak güçtü. "Omon Allah'ım no kodor kobor bor boyofondo." Yüzünü şekilden şekile koyarak yaptığı taklit Burhan'ın güldürmüş ve ona hayretle bakmasını sağlamıştı.

"Ne oluyor be?"diye kaşlarını hafif çatması ile muzip ifadesine karışan ibare oldukça sevimli bir görüntü ortaya çıkarmıştı. "Bir dakika yoksa sen beni kıs..."

Sinirden gerim gerim gerilmiş yüz hatları ile genç adama döndü sözünü keserek, "O ne demek?! Bilmiyorum öyle şeyler!"diye tersleyip adımlarını hızlandırdı ve uzaklaştı ondan.

"Lafımı bitirmeme izin verseydin bari daha inandırıcı olurdun."diye seslendi. Ne kadar eğlendiğini gizleme gereği de duymamıştı ayrıca. "Bu arada param yok değil, evden çıkarken almayı unutmuşum." Şaka olsun diye söyledikleri bir nevi doğruydu. Nerden bilebiliridi ki evden son çıkışı olduğunu eğer bilseydi dönmeyeceğini ve hiç bilmediği bu kasabada paraya ihtiyacı olacağını mutlaka cüzdanına servetinin yarını koyardı. Sığmasa da denerdi.

Satış alım işlemlerini gerçekleştirdikten sonra ertesi sabah gelip almak üzere atları orada bırakıp Nurgül denilen kadının evine gittiler. En son bıraktıkları yerden Tosuna göz kulak olan Alf, geldiklerini gördüğüne mutluluktan havlamaya başladı. Sanırım onları kaybetme korkusu ile yüzleşmişti zira Ala yanlarından ayrılırken, bir uyur gezer gibi davranmış nereye gittiği hakkında hiçbir şey söylememişti.

Ev fazla uzakta olmadığı için kısa sürmüştü yolculukları. İki katlı müstakil evin bahçe kapının önüne gelip duran Ala, onunla senkronize hareket eden yoldaşlarının da durmasına vesile oldu. Bahçede, sebzelerle kışlık sos yapan yaşlı kadın onları gördüğünde elini yanında duran hortumdan akan suyla yıkayıp yüzünde sıcak bir gülümseme ile bahçe kapısını açtı onlar için. "Hoşgelmişsin Ala kızım."

"Hoşbulduk Nurgül teyze."diye karşılık verdi Ala.

Gözleri yanındaki Burhan'ı bulan kadın bu defa da ona, "Sen de hoşgelmişsin oğlum. Gelin şöyle içeri geçin."diyerek misafir perver bir tavırla içeri davet etti. Sözünü ikiletmeden davetine icabet etiler. "Bu sene biraz geç geldin. Bir sorun yok inşallah Ala kızım?"diye sordu. Hep beraber bahçenin köşesine konmuş masa ve sandalyelere doğru ilerliyorlardı.

"Yok Nurgül teyze, aslında bu seneki mahsullerim ziyadesiyle çok. Yem almak için gelmiştim ancak pazarda taze sebzeleri görünce dayanamadım aldım." Ala ve Burhan yan yana, yaşlı kadını karşılarına alacak şekilde oturdular.

Kafasında beyaz leçek üzerinde rengarenk çiçek desenleri olan şalvar ve ayaklarındaki siyah gislavedler olan, tam bir köy kadını formundaydı. Kara saçları beyaz örtünün altından bariz belli oluyorken kırış kırış olmuş derisine rağmen dinç görünüyor, kara kaşlarının ardından sevimli bakışlar atarak insana güven aşılıyordu.

"İyi etmişsin. Çoktan birşey olmaz, az olmasında."deyip babacan bir gülümseme sundu onlara. Gözlerini Burhan'a kaydırıp, "Maşallah sen de pek yakışıklıymışsın. Adın ne senin?"diye sordu. Gözlerindeki beğeni ifadesi, samimiyet kokuyordu.

"Ben Burhan efendim."deyip kadının pamuk ellerini öptü ve alnına götürdü. Tek kaşını havalandırıp ona şaşkın bakışlar atan Ala, örf adet de bilirmiş bak sen bizim şu hergeleye, dercesine bir ifadeyle süzdü.

"El öpenlerin çok olsun oğlum."deyip hayranlığını gizlemeden, konuştu yaşlı kadın. Adam da şeytan tüyü vardı, göreni anında etkisi altına alıyor herkesi kendine hayran bırakıyordu. "Ben de Nurgül, ama bana buralarda Gün Görmüş ana derler."

"Memnun oldum efendim."

"Benimle konuşurken rahat ol oğlum. Efendin değilim ben senin ana de bana." Sık sık yaptığı gibi yine gülümsedi munis bir edayla. "Bizim bu deli kıza da kaç defa dedim ananım ben senin ama o beni teyzesi olarak görmekten vazgeçmiyor." Şakacı bir tavırla eklediklerini Ala'nın gözünün içine bakarak söylemişti. Yeniden Burhan'a dönüp, "Ee anlat bakalım kimsin, kimlerdensin?"diye sordu. Sanki burada adetmiş gibi herkes bu soruyu soruyordu. Belki de başka soru bilmedikleridendi.

Ala araya girip, "Onu bulduğumda yaralıydı, o günden bu güne hiçbir şey hatırlamadığını söyleyip duruyor. Bu soruların cevabını veremez ama ben diyeyim düşmanı var hem de çok."dediğinde Burhan'ın delice bakışlarını yüzünde hissetti. Yan bakışlarını ona çevirdiğin de yüzünde sinsi bir ifade vardı.

Kulaklarına inanamayan yaşlı kadın bir yaşına daha girmişti. Burhan'a bakıp, "A be oğlum düşmanı ne diye edindin ki?" Sanki kendi isteği ile edinmiş gibi sorduğu soru karşısında, hakir düşünceler talan etti beynini. Ondan aşağı kalır yanı olamayan Ala da, kadına,
düşman diyorum Nurgül teyze normal birşeyden bahsetmiyorum böyle mi tepki veriyorsun, dercesine baktı. "Ah kuzum, kim bilir neler çektin."

Dolanmadan iş lehine dönen Burhan mağdura oynamasa da, yargılanmamaktan ötürü memnundu. "Aslında tam olarak öyle denmez." Tam olarak öyle deniyordu da kadına ne anlatacaktı şimdi. Yalan söylemekten kaçınırken nasıl sıyrılacağını bilemedi. Neyse mağdur edebiyatı yapması daha iyiydi.

"Düşman nedir çok iyi bilirim ben. Malın varsa mülkün varsa düşmanın da çok olur. Başkalarının hakkını gözeten, insafsız insan çok şu zalim dünyada." Bıraksalar akşama kadar konuşacak olan yaşlı kadını dinlemeye pek niyeti olmayan Ala, sıkılmaya başlamıştı. Az sonra kapıdan içeri giren yaşlı adama kurtarıcı meleği gözüyle bakarken, konuşması yarım kalan Nurgül hanım eşini karşıldı.

Meraklı gözleri gelmesi ile ayağa kalkan Burhan ve görgü kurallarından yoksun hâlâ yerinde oturan Ala'yı bulunca, eşi hemen lafa girdi. Ala'yı zaten tanıyordu o yüzden onu pas geçip Burhan hakkında az önce öğrendiği kısa bilgilerden özet geçti. Tabi ki düşmanı kısmını atlamıştı. Yaşlı adam, "Hoşgelmişsiniz."dedi ikisini kastederek.

"Hoşbulduk,"deyip elini sıktı yaşlı adamın Burhan.

Adam onu baştan aşağı kısa bir an süzdü ardından Karısına döndü. Vakur duruşu ardından, "Neden kapıda tutuyorsun misafirlerini? Eve buyur etseydin ya."dedi. Sert bir mizacı vardı ancak bu kaba, kötü bir adam olduğunu göstermiyordu. Tıpkı karısı gibi misafir perver bir adam olduğu da aşikârdı.

Hep beraber üst kata çıktılar. Girişte onları karşılayan salonun ortasına kurulmuş şark köşesine geçip oturdular. Bir köşede kurulmuş ve cayır cayır yanan sobadan yükselen odun çatırdama sesleri uysal bir ninni gibi içerde aheste aheste dolaşıyordu. Kırmızı renkteki güzel işlemeleri olan şark yastıkları eski çağı yansıtıyor ve pencereyi boydan boya kaplayan beyaz dantelli perde de ona ahenk sağlıyordu. Saray halılarını aratmayan şahşahlı işlemleriyle halı da onlara dahildi. İnsanı alıp tüm yokluklara rağmen mutluluğun sahip olduğu, eski zamana götüren melankolik bir ambiyans hakimdi içeride. Çocukluğun en güzel dönemlerine göç etmiş gibi derin bir mana doldu içine Burhan'ın. Acı ama tatlı bir acı. İlk defa böyle hissediyordu ve bu çok güzel bir histi.

Üzerini değiştirmek için yanlarından ayrılan İhsan beyin yokluğunda kısa bir sohbet geçti aralarında. Oturmadan önce sobaya odun atan Nurgül hanım, aynı zamanda konuşmaya devam ediyordu. Bir birine değen demirlerden yükselen keskin ses ateşin sesine eşlik etmiş ancak bu bile kimseyi rahatsız etmemişti. "Kış gelmek üzere havalar da iyice soğudu. Buralar da kış biraz çetin geçer. Yollar kapanır da, hastları hastaneye götürmek mümkün olmaz." Hem konuşuyor hem alevi karıştırıyordu. Tam bir Anadolu kadınıydı. Isıdan etkilenmiyor etkilense de bana mısın demiyordu. Bir ara eli sobaya değip derisinde hafif bir aşınma oldu da, ah bile demedi. Başına hep böyle şeyler geliyormuş gibi normal karşıladı acısını. "Kasabalılar nefret eder kıştan. Haksızda sayılmazlar doğrusu." Sonunda işini bitirmesi ile onu can kulağı ile dinleyen Burhan'a ve etrafa sıkılmış bakışlar atan Ala'ya döndü. Dönmesi ile bunu fark eden Ala hemen kendine çeki düzen verip üzerindeki ölü toprağı attı. "Kış demişken, kavanoza koymam gereken kışlıklarım vardı." Ala'ya baktı. "Bana yardım eder misin? Sonra da beraber yemek yaparız. Akşam olmak üzere zaten." Ala kafasını sallayarak onayladı. Bu tür işlerle ilgilenmeyi seviyordu. Evde de bol bol sos yapıp kenara ayırmıştı ve tarifini de Nurgül hanımdan almıştı. Onunla ilk tanıştığı zamanlarda tesadüf eseri sabah kahvaltısında yediği şeyi çok sevmiş hemen tarifini öğrenip eve gitmiş ve yapmaya koyulmuştu. Tarifi harfi harfine uygulamasına rağmen Nurgül hanımın yakaladığı lezzeti bir türlü yakalayamamıştı ilk zamanlarda. Sebebini de kadının el lezzetinin olmasına yormuştu ancak deneme yanılma yöntemlerine ısrarla devam etmesiyle sonunda tarifi tutturmuş ve en güzelini yapmaya başlamıştı. Kışın sofrasına şölen veren sos tarifinin baş mimarıydı artık. Bir defasında hünerlerini görmesi için hevesle çantasına bir kavanoz koymuş ve kasabaya indiği vakitlerde Nurgül hanıma getirmişti. Tadına bakan yaşlı kadında onu içtenlikle takdir etmiş boynuzun kulağı geçtiğini söylemişti. Bu gidişle artık ben senden tarif alacağım, diye de eklemişti.

Çıkmadan önce odada yüzünü yıkayan eşine seslenip gelmesini istemişti. Sözünü ikiletmeyen yaşlı adam kapıda belirdi. Kolundan tuttuğu hafif sarıya çalan, boyları dökülmüş eski kapıyı kapatmaya çalışırken, "Hayırdır nereye böyle?"diye sordu dışarı çıkacakmış gibi bir havası olan eşine.

"Dışarda sos yapmıştım da kavanoza koymayı unuttum. Ala'yla onları halledelim dedik."dediğinde kocası kafasını ağır ağır salladı.

"Ey o vakit, kolay gele." Pencereye kayan gözleri havanın karardığını görüp, "Akşam olmak üzere, hızlı olsanız iyi olur. Sabahtan ağzıma bir lokma ekmek koymadım. Sabah kahvaltısında ne yedisem o."dedi tatlı bir sitemle.

Aç olduğu mesajını hemen alan yaşlı kadın, "Tamam tamam merak etme hızlı olacağız."deyip Ala'ya işaret verdi. Sonunda ayaklanan kız, kendisine bakan adamın önünde reverans yapıp kadının ardında takıldı. İhsan bey ne kadar ona baksa anlamsız bir şekilde geriliyordu. Mizacından mıdır nedir ondan hep çekiniyordu oysaki çok iyi bir adam olduğuna çok kez de şahitlik etmişti. Sorun iyi olup olmamasıydı zaten tamamen içgüdüseldi hissettikleri.

İki adam evde kalırken iki kadın da dışarı çıkıp kışlıkların başına kuruldurlar. Koca mavi bir teştin içinde kan gibi kıpkırmızı sosun yanında dolmayı bekleyen koca kavanozlar ve bahçenin diğer ucundan uzanıp gelen mavi hortum duruyordu. Yaşlı kadın kilere gidip kendisi için bıraktığı ufak taburenin aynısından Ala için de getirdi. Karşılıklı olacak şekilde teştin etrafına oturdular. Baş kısmı sosun içine gömülü kazan kepçlerini ellerine alıp tek tek doldurdular. Bu sırada sohbet etmeyi de ihmal etmemişlerdi.

Sohbetin ortasında, "Pek yakışıklı. Kaçırma derim bu yakışıklıyı."diye imalı bir söyleyişi de bulunan kadın Ala'yı şaşkına uğratmıştı.

Gözlerini belertip yaşlı kadına dikti. "Kim?"diye sordu.

İmalı bakışlar eşliğinde evi işaret ederek, "Kim olacak içerideki delikanlı."dedi.

İlk bir kaç saniye dumura uğrayan Ala ne söyleyeceğini bilemedi. Yaşlı kadın kafayı yemiş olmalıydı, ikisini nasıl aynı Kefe içinde düşünürdü bu saçmalığın daniskasıydı Ala'ya göre. "Aman Nurgül teyze, ben de ne diyrosun diyorum."deyip önemsiz tavır sergiledi.

Gözleri kuşkuya bürünen kadın, "Yoksa..."dediğinde Ala erkenci davranıp, "Yoksa ne?"diyerek merakla baktı yüzüne.

"Yoksa diyorum, eşeği Niğde'ye mi sürdüler?"

Şaşkınlıktan gözleri pörtleyen Ala, "Hayır şaka yapıyorsun sandım ondan öyle tepki verdim!"diyerek aceleyle yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalıştı.

Duyduğu cevaptan hoşlanmamış gibi dudak büzen yaşlı kadın, "Ah be bir an umutlandım. Bilirsin seni kızım gibi severim, hem sen benim kızımsın zaten bu yüzden senin mutluluğunu çok istiyorum. Ee belli ki pek efendi bir çocuk ondan iyisini bulacağını hiç sanmam."dedi gözlerini doldurmakta olduğu kavanozda oyalyarak.

"Huyunu suyunu bilmeden böyle konuşma bence."diyerek karşılık verdi Ala. Dalgın sesi farklı bir izlenim veriyordu sözlerinden.

"Ben insanı gözünden tanırım kızım."diyerek kendinden emin bir şekilde konuştu Nurgül hanım. İçi fazla ısınmıştı Burhan'a. "Bir kızım olsaydı kesinlikle kaçırmazdım onu. Bu yüzden diyorum sen al sen al ki başım göğe ersin."

Tıslar gibi gülen Ala ona yan bakış atıp, "Ne çabuk kaptırmışsın kendini. Hayal dünyasından uyan ihtiyar kadın, oralar bize göre değil."dedi alaycı bir tonla.

Kesik bir gülüş atan yaşlı kadın, "Adam da şeytan tüyü var ben napayım. İnsanı kendine hayran bırakıyor."dedi.

Ala ilk defa ona hak verdi ancak bunu asla dillendirmedi.

Üst katta yalnız kalan iki adama gelecek olursak; genç adamın çaprazında, bir dizini kendine doğru çekip diğerini kırıp yan yatırarak, tesbih tuttuğu elini de dikte tuttuğu dizinin üzerine koyarak yavaş yavaş boncuk sayan İhsan beyin, Burhan ile konuşma şansı yakalayan her kasabalı gibi sorduğu ilk soru, "Ee de bakalım kimsin, kimlerdensin?"olmuştu. O an Burhan net anladı, örftü, adetti, gelenekti. Daha doğrusu bu insanlar sohbet etmeden önce tanımak istiyordular ondan sonra kafalarında biçimlendirip, konuşmaya değer bir insan mı karar veriyordular. Yabancıları pek sevmezdiler, o yüzden önemliydi kim olduğunu bilmek.

Üzerinde hiçbir çekimserlik olmayan Burhan, kendi evindeymiş gibi rahat görünüyordu. İnsanlarla muhabet etmek zor değildi onun için ama kimliğini bilen kimseler için onunla konuşmak çok zordu. O kimselerden biri olmayan İhsan bey tam da ev sahibi gibi davranıyordu.

Tanımayacağını bile bile, "Akınöz'lerden."dedi.

Adam kaşlarını çatıp hafızasını yokladı bir sonuç elde edemeyince, " Daha önce hiç duymadım, çevre kasabalardan birinde yaşamıyorsun anladığım kadarıyla?"diye sordu.

Yaşlı adamın zekasını takdir etti. "Hayır İstanbul'da yaşıyorum ben, iş için gelmiştim burya da gitmek bir türlü nasip olmadı."dedi.

Başını ağır ağır sallayan adam, "Tahmin etmiştim. Zaten pek buralıymışsın gibi durmuyorsun. İstanbul beyefendileri gibisin."dedi. Burhan küçük bir kafa hareketinden başka cevap vermeye gerek duymadı. "Gençliğimin ilk yıllarında gelmiştim oraya. Hatta askerliğimi Şile'de yaptım. Güzeldi ama pek kalabalıktı. Hiç gelemem insan kalabalığına."

"Haklısınız."diyerek onayladı adamı.

"Ee ne işle meşgulsündür?"diye sordu adam. Boşlukta salınan tesbihini çekmeyi bir an olsun bırakmıyordu. Bir birlerine değen boncuklardan çıkan ince ses Burhan'ın dikkatini çekiyordu ancak bir kez olsun bakmadı. Vakur duruşunu bozmadan yaşlı adamı çevaplıyordu.

"Uluslararası alış satış işleri yapan Holding'im var."diyerek gerçekleri sundu adama. Yalan söylemekten nefret eden biri olduğu için, farklı biriymiş gibi davranmaktan vazgeçti. "17 ülkede hizmet verip hizmet alıyoruz aynı zamanda."

Duyduklarına rağmen tek bir abartı ifadesi göstermeyen yaşlı adam yalnızca takdir etti gözleriyle. "Kazancınız bol olsun."

Sonunda işleri biten kadınlar eve gidip akşam yemeği için hazırlık yapmaya başladılar. Tarhana çorbası, meyhane pilavı, fırında tavuklu patatesler pişmekteyken Ala güzel bir çoban salatası yaptı. Berbar yer sofrası kurdular. Tandır ekmeği ve yemekler sofrada yerini alırken, Nurgül hanım, "Hadi bakalım sofraya."diyerek herkesi buyur etti. Ala ve Burhan yan yana oturdu. Karşılarında yer alan yaşlı çift, güzel dileklerde bulundu ve İhsan beyin okuduğu yemek duasından sonra yemeğe başladılar.

O sırada demir kapının gıcırtısı duyuldu. Tüm gözler oraya dönerken yavaşça açılan kapının ardında tanıdık bir sima belirdi. Yuvarlak, nerdeyse saçsız olan kafası ve çelimsiz bedeniyle bu sabah köpekle amasız bir kovalamacaya tutuşan çocuktu gelen. Haline bakılacak olursa köpek onu fena hırpalamıştı. Paçası kopmuş pantolonu, kir toz içinde kalmış kıyafetleri ve teninin belli noktalarında görünen sıyrık izleriyle hali pek perişan görünüyordu. Asık yüzüyle söylene söylene içeri giriyordu ki oğlunun bu halini gören Nurgül hanım endişyele yerinden fırladığında söylenmeleri son buldu. "Nedir senin bu halin oğul?"diye sordu oğlunun yanına giden Nurgül hanım.

Yanına gelip yaralarına bakan anasına, "Cemil amcanın köpeği yaptı. Ne yaptıysam peşimi bırakmadı nam..."demişti ki babası ile göz göze gelince küfrünü yuttu. "Selamün aleyküm, afiyet olsun babacığım."

İşin aslını anında çakan Nurgül hanım yumruk yaptığı eliyle oğlunun kafasına bir tane geçirip, "Yine elmalarına dadandın değil mi pis hırsız!"diye azarladı.

Kavasını ovuşturan çocuk, "Anacığım göz hakkı diye birşey var bilmez misin sen?"diye sordu. Haya yaptığını kabullenmeye pek niyeti yoktu anlaşılan.

Oğlunu esefle kınayan yaşlı kadın, "Göz hakkı diye diye adamın tüm elmalarını gambazladın pis gaspçı!"diyerek kızmaya devam etti. "Hem bizim elmalar yok mu? Onları ye dedim kaç defa sana! Ne diye milletin bahçesine dadanıyorsun?!"

"Anlamıyor musun anacığım onun elmalarının tadı bir başka oluyor. Elinin lezzeti mi var ne namu..." Babasıyla göz göze geldi ve küfrünü yuttu. Küçük bir kafa hareketiyle, "Afiyet olsun babacığım."dediğinde Ala ve Burhan kafalarını çevirip gülüşlerini sakladılar.

"Anam karnım çok aç ne yaptın de bakayım?" İçeri doğru adımladığında cevabı almıştı. Gördüğü yemeklerle gözleri parlarken aç kurtlar gibi sofraya atıldı. "Ay tavukta pek severim ama seni daha çok severim anam. Ellerine sağlık."

Atlılar tarafından kovalanıyormuş gibi acele acele yemek yerken, babası tarafından kafasına şamar yedi. "Destur çek sıpa!"diye kızdı oğluna.
Bunu beklemeyen çocuk babasına melül melül baktı. "Misafirlerine hoşgeldin dedin mi?" Babasının böyle şeylere çok önem verdiğini bilse de bugün aklı başından gidecek kadar şiddete maruz kalmıştı.

"Onları akşam üzeri gördüm baba hatta ben davet ettim anam istedi."

"Sana gördün mü görmedin mi diye sormadım!"diyen babasının uyarıcı bakışları ısrar edince Ala ve Burhan'a baktı.

"Kusura kalmayın, hoşgeldiniz."deyip aceleyle cevap vermelerini bekledi. Gözleri ise hadi çabuk verinde yemek yiyeyim açım aç! Dercesine bakıyordu. Bunun farkında olan ikili gülerek kafa salladılar. Oh nihayet dercesine bakan çocuk yeniden yemeğine döndü.

Hâlâ aynı yerde durmuş oğlunu izleyen kadın ellerini bel boşluğuna yerleştirip kafasını sen iflah olmazsın, derecesine salladı ve, "Haktır ki sana yemek vermeyelim ama neyse."dedi.

Koca bir eti ağzına götürmüş kocaman olmuş yanaklarına rağmen dişlemeye devam eden çocuk anasının sözleriyle yandan alıngan bir bakış attı. Cevap vermek için aceleyele yuttuğu etler nerdeyse boğazında kalıyordu. "Akşama kadar güneş altında keçi bakıyorum sırf iki kuruş için bana reva gördüğün bu mu gerçekten anam?!" Sitem dolu sözleri ağzının hâlâ dolu olmasından ötürü boğuk çıkmıştı.

Oğluna sert bakışlar atan İhsan bey, "Ağzındakini bitir de öyle konuş!"diye uyardı.

Belertiği gözlerini babasına çeviren çocuk tek seferde yutkunup, "Peki baba."dedi. Boğazında aşağı kayan etler adem almasına hareket verirken kurbağa sesini andıran tuhaf bir ses çıkmıştı aynı zamanda.

Gecenin geri kalanında sobada pişmiş çay esliğinde oturup sohbetler ettiler. Gecenin yaklaştığı vakit uyumak için yataklar kurulmaya başladı.

İki oda bir mutfak ve bir salondan oluşan ev, yeterli alan sunmazken el mecburi anası tarafından odasından kapı dışarı edilen Yaman (çocuğun adı Yaman'dı) Ala'dan dolayı alışık olduğu için ilk zamanlarki gibi şikayet etmedi. Salonda kendisi için kurulan yer yatağına hiç itiraz etmeden uzandı ve yorganına sarındı.

Seçenek olmadığı için aynı odada yatmak zorunda kalan Burhan ve Ala, yaşlı kadının ard arda, kusura kalmayasınız çocuklar başka odamız yok, diye mahçup bir şekilde sarf ettiği sözlere maruz kalmış hoşgörü ile karşılamalarına rağmen kadın ısrarla devam edince sıkılmışlardı bir noktadan sonra.

Yaşlı kadının odadan çıkması ile yalnız kalan ikili bir süre ne yapacaklarını bilemez bir şekilde boşlukta dolandırdı gözlerini. İlk defa yan yana yatacaklardı. Her konuda yabancılardı birbirlerine ancak uyumak çok daha uç bir noktadaydı. Ala yer yatağını eş geçip Yaman'ın yatağına geçti. "Ben burada uyuyacağım sen yerde uyu."dedi. Yorganı kaldırdı. "Neden aynı odada yatıyoruz onu da anlamıyorum ya."

Yatak konusunda ısrarı olmayan Burhan üzerindeki montan kurtulup kapının arkasındaki askılık görevi gören demirden çıkıntıya astı. Onun için rahat birşeyler getiren Nurgül hanımın getirdikleri bedenine uymadığı için, giymeden köşeye bırakdı. Onu tanıdı tanıyalı ilk defa gevezelik eden kızın sözlerine aldırış etmedi zira onun kadar şikayetçi değildi aynı odada uyumaktan.

Ala yatağını açtıktan sonra kapının yanında sandığın üzerine konulmuş elbiseyi aldı ve odanın içindeki banyoya girdi. Yaşlı kadına ait olduğu herhalinden belli olan beyaz elbise oldukça sade ve bedeninin iki katı genişti. Yine de rahat olduğu için bunu sorun etmedi ve banyodan çıkatı. Yastığını düzeltmekle meşgul olan Burhan kapının sesini duyması ile ona döndü. Baştan aşağı süzdüğü kızı beğenmiş olmalı ki gözleri mihenk ile parıldadı. Ala tanım koyamadı bakışlarına ancak birşey olduğunu biliyordu. Normal bakmadığının farkındaydı. Son soluğu gözlerinde alan adama, "Gözlerini oymamı istemiyorsan hemen çek üzerimden!"diyerek uyardı.

Burhan kesinlikle etkilenmedi sözlerinden ve bildiğini okumaktan caymadı. "Çekim gücü olan sensin gözlerimin suçu ne?"diye dalga geçer gibi sordu.

Tıslayarak gülen Ala, "Neden bir Stand-up'a başvurmuyorsun? Anında kabul edileceğine eminim."diyerek dalgasına, dalgayla karşılık verip sözlerini aynen iade etti.

Yarım ağız gülen Burhan, "Peki sana ne demeli?"diyerek münakaşayı sürdürdü. "İtiraf ediyorum ki, bana taş çıkarırsın. Hadi yine iyisin benden üstün olduğunu kabul ediyorum."

Morali düşen Ala, ona onu öldürecekmiş gibi bakıp, "Çocuktan farkın ne senin Allah aşkına?"diye sordu.

"Dinime küfreden müslüman olsa."diye mırıldanarak batanyeyi bacaklarına örtü ve ardına yaslandı. "Senin cümlelerine göre muamele yapıyordum aslında." Ona pis pis bakan Ala, verecek karşılık bulamadığı için ayrıca sinir olmuştu.

"Beni sınama, istediğimi almadan seni bırakmam sabah kadar uykusuz kalırsında bundan kendimi sorumlu tutmam."

Gözlerine baktı. "İstediğin neymiş?"diye sordu.

"Seni alt etmek."

"Yani çocuk gibi münakaşa etmek." Çarpık bir gülüş sundu Ala'ya ardından ekledi. "Şimdi söyle bakalım bu durumda çocuk kim oluyormuş?"

"Yetişkinler de tartışır!"diye çıkıştı Ala.

Kafasını ağır ağır salladı ve "Makul konular üzerinde."dedi.

Ala ne yaparsa yapsın laf yetiştirme konusunda ona aşık atamayacağını nihayet anlayıp öfkeli adımlarla yatağa yaklaştı ve kendini içine adeta attı. Sonra da yoganı kafasına kadar çekti. Bu hallerine tatlı bir kahkaha atan Burhan, "Harbiden çocuk gibisin."diye serzenişte bulundu. Aklına gelenler ile bir kere daha sataşmak istedi. Şayet sinirlenince çok tatlı geliyordu halleri ona. "At konusunda da aynı şeyleri savunmuştun ama haklı çıktığın pek söylenemez."

Yorganın örtüğü sırtına bakarak söyledikleri genç kızı harekete geçirmiş hızla ona dönmüştü. Çenesinin altına kadar indirdi yorganı ve elektiriklenmiş bir kaç tuttamı da gözlerinin önüne düşmüş saçlarına aldırış etmeden Burhan'a kurşun attı gözleriyle. "Hayır yanılıyorsun. İstediğimi aldım."

"Değiştirilmek zorunda bırakılan isteğinden mi bahsediyorsun?"diye sordu.

"İnan Leydi'yi, Alize'den çok isteseydim, hiçbir engel tanımazdım."diyerek son derece özgüvenli bir sesle konuştu. Sözlerinde grem tereddüt yoktu ve sözlerinin harfi harfine doğru olduğu sesindeki tından anlamak yeterli olmuştu.

Yan taraftan gelen, "Uyuyun artık! Ne tantana ettiniz be! İnsan uyuyor burada!"ses cümlelerinin önünü keserken ikisi de ağızlarına zincir çekip sessizliğin içinde uykuya çekilmeyi beklediler.

Yönünü yeniden cama dönen Ala, uyumak için yalnızca beş dakikaya ihtiyaç duymuştu. Ancak Burhan yine ve yeniden uykunun sürgünü olmuş, vakit üstüne vakit koymuşsa da uyuyamamıştı.

Uykusunda sürekli kımıldayan Ala, tek kişilik yatağa resmen sığamamıştı. Bedeni yerini yağdırgıyor olmalı ki dönüp durmuştu yatağın içinde. Sık sık gözleri ona kayan Burhan kaç defa düşmenin kıyısından döndermişti sayamamıştı bile. Ancak uğraşları boşunaydı, mutlak son bir şekilde gerçekleşti ve Ala onun yatağına yuvarlanarak düştü. Pes etmiş bir vaziyette uzanmaya devam eden Burhan, üşüdüğünü fark edince kızı yatağa güzelce yerleştirip battaniyesini onunla paylaştı.

Gözleri duvarda asılı duran takvime takıldı. 27 Kasım 2017. Katliamın gerçekleşmeden önceki günü anımsadı.21 Ekim 2017. Tamı tamına 37 gün geçmişti ve o tam 37 gündür ailesinden bir haber alamıyordu. Düşmanlarının ortasında yaşam mücadelesi veren ailesinden. Ve tam 35 gündür Ala ile tanışıktı. Zaman ne çabuk geçiyordu öyle.

Yanından mışıl mışıl uyuyan kıza döndü. Çekim gücü onu ısrarla davet ediyordu bakmaya. Öyle bir güç ki karşı koyması imkansızdı. Öyle bir güç ki haritanın diğer ucuna da gitse yine de çekilecekmiş gibi hissettiriyordu. Sonunda karşı koymayı bıraktı ve Ala'ya doğru döndü. Ellerini yanaklarının altına yerleştirip yüzünü izlemeye başladı. Güzelliği aklını çelmeye çalışırken, direnebilmesi bir mücizeydi. "Sende ki bu aura nedir be zalımın kızı?"diye sordu.

Yüzünü huylandıran yaramaz bir saç teli yüzünden kaşlarını çatan kıza bakıp dudağına derin bir mana taşıyan ufak bir tebbesüm kondurdu. Serçe parmağıyla saç telini çekip, tatlı işkenceden kurtardı onu. Her zerresini ezberlemek istercesine hafızasına kazıdı. Yüreği çırpındı da o bana mısın demedi. Öylesine hoştu ki son bulsun istemiyordu. Ta ki uyku onu hanesine alana kadar.

📜


Bıçkın bir fırtına koptu ansızın. Koca bir karartı gökyüzüne doğru hızla süzüldü ve bulutları yarıp arşa tırmandı. Özgürlüğün kanatlarının altında rötar yapışından feyz alarak daha da şahlandı ve bir çılgın gibi doruklara arz etti. Kanında kadar hissetiği duygunun muhteşemliği aklını başından almaya yetmişti.

Nefes kesen noktada durup bu defa aynı hızla yeryüzüne doğru bıraktı kendini ve iki yandan açılan kanatları ile rüzgara yön verdi. Adeta alengirli bir şov gibiydi. Kulağının dibinden jilet gibi kayıp giden rüzgarın sesini duyuyor ve müthiş hissediyordu. Gökyüzü onun kralığıydı. Kimse onu kralığından koparamaz, güçleri yetmezdi.

Yeryüzüne iyice yaklaştığında hızını yavaşlattı. Git gitde alçalan mesafenin sonunu getirmeden önce durdu ve iki yandan açtığı kanatlarıyla yüksekliğini koruyup havada asılı kaldı. Buz mavisi gözleri şöyle bir taradı ormanı. Ağaçlar ve kayalıklar dışında hiçbir şey yoktu. Zifiri laranlık etrafı dikkatlice icnelemesine fırsat vermezken görüşü körelmişti. Ala'nın sakladığı birşeyler vardı. Bundan adı kadar emindi ve ne olduğunu anlamak için ileri mağranın tersi yönünde uçmaya başladı. Dev kanadın her çırpınışında ortalığı kasıp kavuran bir fırtına meydana geliyor ağaçlar kökünden ayrılacakmış gibi büküldükçe bükülüyordu.

Özgürlüğün haykırışı kulağına keman sesi gibi çalerken çiftliğe kadar geldi. Görüş alanı iyice kapanırken koca karartıların varlığını fark etti yalnızca. Daha da alçaldı ve bunu yapması bir hataydı. Sert birşeye takılan kanadı yara aldı ve acı inlemesi hava karıştı. Dengesini kaybetmesi ile yere düştü toprağın üzerinde boylu boyunca yuvarlandı. Bedenini korumak için kanatlarını bir kalkan gibi etrafına sardı. Başı koca bir kayaya çapınca, sersemledi ve gözü karardı. Neler olduğunu anlamak kendine geldiğinde mümkün olmuştu ancak bu da yaklaşık on dakikasını almıştı. "Lanet olsun neler oluyor burada?!"diye öfkeyle söylenerek kanatları yardımıyla doğruldu ve etrafa bakındı. İlerde sacdan yapılma bir yapıt duruyordu ve az önce çarpıp dengesini kaybetmesine neden olan o lanet olsıydı. Dişlerinin arasından hırladı. "Bu kız ne işler çeviriyor?"

Uçmanın sakıncalı olduğunu anlayınca dev pençelerinin üzerinde yürüyerek mandıranın yanında geldi. Duyduğu gürültü ile uykularından uyanıp korku eşliğinde bağıran hayvanların sesine kulak kabarttı. Açlık ve vahşet hissi boğazına kadar dayandı. Onları öldürmek istedi ancak duyduğu kurşun sesiyle ikinci şok dalgası bedenine hücum etti. İnsanlık yakınlardaydı. Çok yakınlarda.

"Frenk!"diyerek uykusundan sıçrayarak uyandı Ala. Dehşet kaplı gözleriyle etrafına bakındığın da hala Nurgül hanımların evinde olduğunu ve bir kabus gördüğünü düşündü.

Baş ucunda kendisine bakan adamın, "Hayır Burhan ben."demesi ile anca fark edebilmişti onu.

Kafasını çevirdi. Gözlerinin önüne düşmüş saçları ardından baktı. İyi olup olmadığını konrtol eden gözlerini fark etti. Ardından yakınlıklarını. "Senin burada ne işin var?"diye sordu.

"Bunu bana sormak yerine nerde olduğuna bir bak."

Sözleri ardından etrafına baktı. Onun yatağındaydı. Tekrar Burhan'a döndüğünde gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. "İyi misin?"diye sordu.

Evet demeden önce yataktan kalktı. Kendini bir ayaş gibi hissediyordu. Bilincini yitirmiş gibi. Kendine yatağına girip yorganını iyice sardı bedenine ardından gözlerini pencereye dikti. Ona merakla bakan Burhan, "Bir sorun mu var?"diye sorunca, "Yok bir sorun. Uyu."dedi. Burhan üstelemedi ancak halı gözüne pek iyi gelmemişti.

"Umarım bir rüyadır."diye mırıldanan Ala, yeniden uykunun kollarına bırakdı kendini. Kalbim gümbür gümbür çalarken sesini kulaklarında hissetti. Uyku çok sonradan bedenini ziyaret edince sesler sonunda kesildi ve korkuları perde ardına gizlendi.

Bölüm sonu...

Loading...
0%