@yakamoz_1213
|
Günler günleri kovalamış haftalara evrilmişti haftalar ise aylara. Yabancıyı bulup evine getirmesinin üzerinden nerdeyse bir ay geçmek üzereydi. Aralarındaki ruhsuz duvar sağlamlığını korurken, ne yabancı gitmek için genç kıza gelmişti ne de genç kız varlığına alışmıştı. Tuvalet ihtiyacını gidermek dışında tüm gün koltukta zaman öldüren genç adam o kadar sessiz duruyordu ki genç kız zamanla bunu garipsemeye başladı. Bir koltuk üzerinde çürüyüp gitmek miydi planı? Hiçbir şey anlamıyordu. Neden gelip nasıl gitmesi gerektiğini sormuyordu mesela? Davranışları ve bakışları duygudan o kadar yoksundu ki ne düşündüğü hakkında en ufak bir fikir edinemiyordu.
Düşünmekten yorulduğunu anladığı vakit, bir zaman sonra görmezden gelmeye başladı. Elbet gideceğini biliyordu ve sadece o güne tekasüf edip intizara koyuldu. Dindi sanarken daha da harlanan düşünceleri aklını meşgul etmekten bir an olsun vazgeçmezken günlük yaşantısına odaklanmaya çalıştı ancak nafile çaba hiçbir yere ulaştıramamıştı genç kızı.
Genç adamı bulduğunda yirmi cesedin tam göbeğinde yaralı bir vaziyette uyuyordu. Her hatırladığın da aklına tek bir soru düşüyordu. Bu adamın düşmanları vardı, ya o düşmanlar onu bulmak için yeniden döner ve burayı bulurlarsa? Sorduğu sorunun altında ezilip kaldı. Yıllardır kaçındığı husus asla tanımadığı bir adam yüzünden kapısını çalarsa kendini hiç affetmeyecekti.
İçine çöreklenen rahatsız hissi kovmak için yaklaştığı camı açıp rüzgarın içeri savrulmasına izin verdi. Sesleri susturmazsa kafayı yerdi. Çözüm aslında çok basitti. Alt katta uyuyan adamın yanına gidip buralardan gitmesini istemek. Evet evet bunu yapmalıydı. Yaşamının gizliliği için. Hem ona merhamet etmesi için elinde hiçbir neden yoktu. Günlerdir onun yüzünden köpeği eve gelmiyor bir küskün gibi yaşam sürüyordu. Gönlü buna razı değildi.
Odasından çıkıp koridorda kararsız adımlarla ilerledi. Vicdanı susmuyor biraz daha zaman tanımasını istiyordu ancak gözünü korkutan imgeler vicdanıyla tutuştuğu savaşın galibi haline geliyordu. Rustik duvarlardan savrulan anıların arasında geçip merdivenlere gelene kadar durmadı. Zihnindeki hengameye kilit vurmak isterken az sonra kendisini karşılayacak olan manzaradan habersizdi. Tane tane indi basamakları. Zemin kata ulaşmasına son bir adım kala durdu ve yerinde yeller esen yabancının ardında bıraktığı boşluğa bakındı. Zihnindeki tüm sesler susarken, tek biri adamın nerde olduğunu sorgulamaya başladı. Beklemediği görüntü karşısında dumura uğrarken sekteye uğrayan adımları onu salonun ortasına kadar getirdi. Gitmiş miydi sahiden? Emin olmak için etrafa bakındı. Koltuğun üzerinde özenle katlanmış bataniyeyi görünce tarifi olmayan bir his bedenine yayıldı. Kovamak için geldiği adamı yerinde bulamamıştı. Hissetmiş miydi acaba? Tamam gidebilirdi. İşine gelirdi nede olsa.
Kurtulduğunu savunan düşüncelerin rahatlık hissiyle bütünleşip güzel hissetirmesi gerekirken genç kız içindeki boşluğa anlam veremedi. Gözleri camın ardında görünen, ormana kaydı. Nasıl gideceğini biliyor muydu? Bu yüzden mi sormak için hiç gelmemişti? Günlerce koruduğu sessizliği şimdi anlam kazanıyordu. Yanıldığını bilmeden sorularına teslim oldu. Orman yaralı ve yolunu bilmeyen biri için fazla vahşi fazla acımasızdı. Gittiğine göre ölümü göze almıştı. Madem gitmişti genç kıza yolu açık olsun demekten başka birşey düşmezdi. Yabancıyı hanesinden silip mutfağa gitti. Sabah kahvaltısı için işe koyulsa da son zamanlarda olduğu gibi iştahı bugün de yerinde değildi. Boş verip geri dönmek üzere harekete geçtiğinde çekmecelerden birinin açık olduğunu fark etti. Ağırkanlı adımlarla yaklaştı. Çatal, kaşıklar parlak görüntüleri ile kendisine selam çakarken anında kırmızı saplı bıçağının yokluğunu fark etti. İki gün önce et doğramak için kullandığı, keskin aletin yerinde yeller esiyordu. Üstelik yerlerinden milim milim oynamıştı edevatlar. Görsel hafızası o kadar iyidi ki anında değişikliklerin farkına varmıştı genç kız. Buna sebep olacak kim var diye düşünmesine gerek kalmadan aklına direkt yabancı düştü. Gitmeden önce kendini korumak için yanına silah niyetine almış olmalıydı. Kızmak ya da yadırgamak gibi hiçbir eylemde bulunmadı aksine onun yerinde olsa aynı şeyi yapacağını düşünerek empati kurdu.
Çekmeceyi geri itip mutfaktan çıktı. Kimsesizliğine kolk kanat gelen küçük kulübesinin içinde ufak bir tur atıp gözüne batak pürüzlerden el yordamıyla kurtulup içeriyi iyice havalandırdı. Pencereyi kapatmadan evden çıktı. Arka cephede kalan erzak ve benzeri tahıl ürünlerini muhafaza etmek için kullandığı mahzene doğru ilerlerken kapının az ilersinde dinlenmek için icra ettiği çardağın üzerinde oturan yabancıyı gördüğünde adımları mıh gibi saplandı olduğu yere. Şaşkınlık tüm çehresine sirayet ettiğinde yanılgıyla beraber gelen budala hissi ile yağmalandı. Gitmemişti. Öyleyse ne yapıyordu bu soğukta dışarda? Üstelik üstü hâlâ çıplak ve... Tüm vücudunu gözden geçirip son olarak yalın ayaklarına kaydı. Ve yalın ayaklarla bu kıyıcı sonbahar soğuğunda ne yapıyordu böyle? Aklını kaçırmış olmalıydı. Üzerinden esip geçen kuru rüzgar da ne kadar soğuk olduğunu kanıtlarken inceden ürperdi genç kız. Yabancının ne yaptığını anlamak için adımlarına devam etti. Onu yabancıya yaklaştıran her adımında gözleri biraz daha kısıldı ve elindeki bıçak ile ince ağaç dalını seçmekte artık zorluk çekmiyordu.
Sağ eliyle sıkıca kavradığı bıçakla sol elinde tutuğu ince ağaç dalının uc kısmını sivriltmeye çalışıyordu. Onunla ne yaptığını yan tarafında oturgaca yaslı yayı fark ettiğinde anladı. Ok ve yay yapmıştı kendine. Kafasını çevirip evinin penceresine baktı. Demek her sabah can sıkıntısını gidermek adına yaptığı ok atışlarını o pencereden izlemişti. Saniyeler içerisinde bu işte ne kadar iyi olduğu merakına kapılıp genç adama döndü. Yaptığı işe hâlâ devam etse de az sonra sonunda dikleşerek pozisyonunun bozdu. Baş parmağını özenle yontuğu uca sürterek keskinliğini ölçtü. İstediği kıvama ulaşmış olmalı ki yüzündeki tatminkar ifade çoğaldı.
Genç kızın gidip gelip aklı tek bir yerde takılı kalıyorken icindeki ses bir kere daha dalgalandı. Sahi hiç mi üşümüyordu? Üzerindeki kalın giysilere rağmen kendisi ufakta olsa üşüyordu. Saat kaçtan beri burada olduğunu merak ettiğinde yabancı adına yaşadığı ürperti hissi biraz daha arttı. Düşünmeyi bırakmalıydı yoksa don tutacaktı bu gidişle.
Öne doğru bükülen genç adam sivri ucunu parmakları arasına diğer ucunu ise omuzuna yerleştirdiği dala kafasını yaslayıp gözlerinden birini kapayarak ileriye doğru tuttu. Teyit etmeleri bitmemişti anlaşılan. Eğilemesi ve nişan almaya odaklandığı sırada kasılan bedenini bu mesafeden fark eden genç kız garip bir dürtüye esir düştü. Dikkat kesilerek vücudunu daha detaylı incelemeye başladı. Tam bir savaşçı havası vardı adamda. Sağlam diri bir vücut... Binlerce darbe alsa da yıkılmaz duruşu sergiliyordu.
Son anda ne yaptığını fark eden kız afalayarak kendini silkti. Tıpkı bir sapık gibi davrandığını daha yeni fark ediyordu. Peki ya bakışları yabancıya yakalansaydı? O zaman utancın sesini asla susturamazdı. Kendine kızıp ardına döndü. Ters istikamet yol aldı. Deli gibi uzaklaşmak isterken yabancının sesi onu durdurdu. Fark edilmenin etkisiyle gözlerini yumup yumuruklarını sıktı. Yumuruklar... Aklına gelenler ile hızla ellerini cebine saklayıp yabancının çağrısına kulak verdi. "Bir günaydın yok mu?"diye soruyordu. Günyadın mı o da neyin nesiydi? Ah evet şu insanların sabah uyandıklarında bir birleri için kullandıkları güzel sözcük. Büyük babası da onu uyunadırmak için odasına gelip tatlı bir öpücük kondurduktan sonra bu kelimeyi kullanırdı hep. Duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki lugatından silinip nerdeyse yok olmuştu. Burnunun direği sızladı. Büyük babasını gerçekten çok özlemişti.
Ardına dönmesine fırsat kalmadan genç adamın yakınlaşan adım seslerini duydu. "Sabah şerifleriniz hayırlı olsun küçük hanım."diye yükselen sesinde gizli bir tın vardı. Ardına dönmek için müthiş bir istek duyarken, kendine engellemek için ekstra çaba harcamak zorunda kalmıştı. "En azından nur cemalinizden esirgemeyin beni." Alay mı ediyordu o? Sesindeki muzipliğin başka açıklaması olamazdı zaten. Kendine engel olmayı bırakıp ardına döndü ve keskin bakışlarını adım adım yaklaşan genç adamın gözlerine dikti. Gözlerinin kesişmesi ile dudağının kenarına yayılan imalı tebessüm genç kızın hiç hoşuna gitmemişti. Gelip tam önünde durduğunda ise burnuna yayılan kokunun tesirine kapılmak günün en büyük darbesiydi. Çıplak vücudundan yayılan bu garip koku akıl sır erdiremeyecek kadar güzel ve gizemliydi.
Genç adam sol elinde tutuğu yayı kaldırıp aralarına soktu. Göz temasları böylece kesilirken genç kız kayın ağacından kusursuz bir şekilde yapılmış yaya baktı. "Ödünç almamda bir sakınca yoktur umarım?"diye soran genç adam kaşlarını çatmasına neden oldu. Daha dikkatli incelediğinde sağ alt köşede dalın bitimine yakın bir yerde özenle işlenmiş güneş simgesini gördüğünde yayın kendisine ait olduğuna emin oldu. Gözleri hızla genç adamı buldu. Bakışlarındaki keskinlikten korkmuş gibi yapan genç adam sahte bir ifade ile, "Hayır bu bakışları hak edecek kadar büyük bir suç islediğimi düşünmüyorum."dedi. Pişkinliği karşısında öfkelenen genç kız, bir atakta bulunmak istediyse de vazgeçip sakinliğini korudu. Ayıpsayan gözlerini geçte olsa fark eden genç adam yüzü kızarmasa da oynadığı oyuna bir son verip, "Tamam haklısın sormadan almamam gerekiyordu lakin..."deyip kendine çevirdiği yayı etkilenmiş gözlerle inceledi. "Çok güzel yapılmış. Bir ustanın ellerinde çıkmış gibi kusursuz ve mükemmel." Sesindeki hayranlıktan çok şey okunabilirdi ancak genç kızın ilk fark ettiği oklara olan yoğun ilgisiydi. Belli ki bu şeylere düşkünlüğü vardı.
Genç adamın yakınlığından rahatsızlık duymaya başlayan genç kız gitmek için hazırlandı. Ardına dönüp ilk iki adımını atana kadar da herşey istediği gibi gidiyordu ancak yabancı sözleriyle onu durdurmaktan asla vazgeçmiyordu. "Rekorun kaç?"diye sorduğunda yüzü istmesizce ekşidi. Rekor da ne demek oluyordu? Ok yalnızca zaman geçirmek ve bir de avlanmak için kullandığı bir oyuncağıydı onun. Rekor peşinde koştuğu hiç olmamıştı. Kimsesiz zamanlarını böyle sıradan işlerle değerlendiriyordu. Omuzunun üzerinden ardına baktığında yabancının bir yeri hedef aldığını gördü.
Kafasını hiçbir yere çevirmeden sadece yabancıya odaklandı. Geriye doğru iyice gerdiği yayı hazır olduğunu anladığında aniden bıraktı ışık hızıyla hareket eden ok gözle takip edilmesi imkansız bir hızda fırlayıp hedefe doğru gitti. Amacına ulaşıp ulaşmadığını henüz bilmiyordu genç kız. İlgisi genç adamın üzerindeyken de bileceğe benzemiyordu. Okun gözden kaybolması ardından genç adamın yüzüne yayılan özgüven dolu gülümseme sonucu yeterince açık ediyordu zaten dönüp bakmasına gerek yoktu. "Bundan iyisini yapamayacağına eminim." Kibir miydi bu duydukları yoksa tamamen yanılıyor muydu? Genç adam yavaşça ona döndüğünde egosu tadmin edilmiş, özgüveni okşanmış halde dolu dolu bakıyordu gözleri. Belki de bencilce gelebilirdi ancak genç adamda gördüklerinden hiç hoşlanmamıştı genç kız. Gövde gösterisi yapmaya çalıştığını düşünmüştü. Ancak genç adamın tek amacı kapışmak ve genç kızın marifetlerini görmekti. Kendisi kadar iyi olup olmadığını görmek istiyordu sadece. Üstünlük çabası içinde değildi katiyen.
Genç kız sözlerine aldırış etmedi. Ona istediğini vermeyede hiç niyeti yoktu ayrıca. Yeniden önüne dönüp kaldığı yerden devam etti. "Kaçıyor musun?" Ardından seslenen yabancı onu kışkırtamayacaktı. İstediğini deneyebilirdi. Ya da emin konuşmak için fazla erkendi. "Kendime rakip buldum diye mutlu olmuştum aslında ama yanıldığımı görmek epey can sıkıcı." Hadi ama bu adamın derdi neydi? Kışkırtarak neyi elde edeceğini düşünüyorudu? Ama lanet olsun ki amacına ulaşmıştı. Ağzını kapatması için bütün marifetlerini gösterecekti. Ama yalnızca susması için aksi takdirde hava atmak gibi bir derdi de gayesi de yoktu.
Genç adam dönüp aralarına koyduğu mesafeyi hızlı adımlarla yok edip elindeki oku kaptığı gibi aldı ve genç adamın ağaçlara doğru fırlattığı oku almak için o yöne doğru ilerledi. Ağaç gövdesine saplanmış okun yanına gidene kadar yabancının asıl amacını anlayamamıştı. Okun sapladığı yere baktığında asıl gerçekle yüzleşti ve gözlerini kocaman açmaktan alıkoyamadı kendini. Ağaç ve okun acımasız kapanına kapılarak can vermiş olan tarla faresi midesini bulandırmıştı. Öğürme sesini avuçuna hapsedip geriye doğru sendeledi. Kanın bulandığı oku gördükçe mide bulantısı daha da arttı. Ardına baktığında genç adamın yüzündeki hınzır ifadeyle karşılaştı. Kafasını omuzuna doğru hafif indirerek tek kaşını ufak bir hareketle kaldırıp indirdi. Nasıl iyi vurmuş muyum dercesine bakan gözleri sinirlerini yıpratmıştı genç kızın.
O anda anlam veremediği bir hırsla doldu. Mide bulantısını anında unuturken bakmadan oku saplandığı yerden söktü ve yaya yerleştirdiği gibi genç adama doğru fırlattı. O kadar hızlı hareket etmişti ki genç adama ne olduğunu anlaması için fırsat dahi vermedi. Müthiş bir hızla ilerleyen ok rüzgarı yararak genç adamın kulağının dibinden geçip gitti. Kulaklarına doğru dökülen saçlar havaya doğru uçarken teninde hissetiği ufak sızı kulak zarına çarpan keskin sesle eş zamanlı meydana gelmişti. Bu defa şaşırma sırası genç adamdaydı. Daha kendine gelmesine zaman tanımayan genç kız seri adımlarla yanına ilerledi. Geçip gitmeden önce, "Cevap için yeterli olmuştur diye düşünüyorum."diye fısıldadı yaraladığı kulağına doğru. Sonra da ardına bile bakmadan gitti. Ayarı güzel vermisti. Genç adam bile bunu inkar edemezdi bu saaten sonra.
Elini kaldırıp kulağına yasladı. Eline bulaşan sıvıyı hissettiğinde gözlerinin hizasına indirdi ve kan bulaşmış parmak uçlarına baktı. "Vay anasını!"diye ağzından kaçırdığı kelimelerle kala kaldı öylece.
📜
Sepetini koluna takmış ahırın yolunu tutmuştu. Gün içerisinde yapmayı en sevdiği şeylerden biri de el bebek gül bebek besleyip ilgilendiği hayvanlarının emeklerinin karşılığı olarak kendisine verdiği nimetleri toplamaktı. Hayvan beslemeye karar verdiği günden bu yana aklını taktir ediyor hayata verdiği en iyi kararın bu olduğunu düşünüyordu. Belli başlı sınırlar vardı büyük babasından kalan ve bir kısmını aştığı için pişman olması gerekirken son yıllarda kavuştuğu refah o kadar güzeldi ki pişmanlık hissinin zerresi yoktu. Kötü birşey yapmadığına ikna etmişti kendini. Yanılıyorda sayılmazdı.
Sepeti kolunda salına salına ahırın yanına geldi. Sabah sağdığı sütleri hep yaptığı gibi koca fıçıların içine boşaltmıştı. Şimdi bir miktarına ihtiyacı vardı. Akşam için iştahını açacak nefis yemekler yapacaktı. Son zamanlarda nerdeyse yok denecek kadar az yiyordu ve bu gidişle formundan düşecekti. Vahşi bir ormanla mücadele içersinideyken bunu katiyen istemezdi.
Kapıyı açması ile burun deliklerinden içerini nüfus eden gübre kokusuna aldırış etmeden içeriye doğru adımladı. "Merhaba ahır ahalisi yine ben."diye selamladı hayvanlarını. Duvar dibinde demirden yapılmış kutu gibi bir yerde mikrop ve kirlerden koruduğu fıçılara yaklaştı. Her ne olursa olsun hijyen öncelikliydi onun için. Vahşi yaşamla mücadelesine ufak bir mikrop parçası da dahildi. Hatta onların daha tehlikeli olduğuna hiç şüphesi yoktu. Ve bu dünyadan göçüp gitme sebebi doğanın en küçük yapılı yaratığı olsun istemezdi.
Yanında getirdiği kavanozu ağzına kadar sütle doldurup oyalanmadan ahırdan ayrıldı. İkinci adresi olan kümese doğru ilerledi. Çok geçmeden kümesteydi zaten. Tavuklar dışarda dolaşırken yumurtaları hiç zorlanmadan sepetine yerleştirdi ve çıktı oradan da. Kapının önünde yeri didikleyen tavukları ardında bırakmadan önce, "Sakın buradan uzaklaşmayın kızlar!"diye uyardı. Yemek yemenin derdinde olan hayvanlar onu umursamasa da mesajı aldıklarını varsayarak arkasını döndü ve eve dönmek üzere yol aldı.
Geriye kalan sebze ihtiyaçlarını evin yan tarafındaki küçük depolama alanından tahsil ettikten sonra yemek yapmak için mutfaktaki yerini aldı. Koltukta uyuyan yabancıyı hep yaptığı gibi görmezden geldi ancak bugün oldukça tuhaf davranışlar sergileyen yabancı ona ayak uydurmakta vazgeçmiş gibiydi. Kulağına gelen tabak çanak sesleri uykusunu bölerken bundan şikayetçi görünmüyordu. Aksine bu anın gelmesini bekliyormuş gibi gözlerini aralar aralamaz uzandığı yerden doğrulup genç kızı kadrajına aldı. Sırtını kolçağa yasladığında rahat bir izlenim yaratmıştı.
Dolapta tepsi çıkarmakla meşgul olan genç kız bedenini hapseden gözlerden habersizdi. Eline gelen irili ufaklı demir tepsilerden ikisini alarak ardına döndüğünde yabancının gözleriyle karşılaştı. İrkilerek nerdeyse elindekileri düşürecekti ki son anda kendine hakim olmayı başarmıştı. Yabancının gözlerindeki derin mana dikkatinden kaçmayacak kadar belirgindi. Ve bir o kadar rahatsız edici. Sataşmak için yanıp tutuşan dilinin kepenklerine kilit vurarak işine devam etti. Şayet bozmaması gereken sessizlik yemini vardı(!)
Musluğun önünde yıkadığı patatesleri büyük tepsinin içine koyup güzelce tuzladıktan sonra fırınlı sobanın içine yolladı. Onlar orda pişerken, patlıcan domates soğan ve biberden oluşan diğer sebzeleri minik minik doğramaya başladı. Biberden pek hoşlanmasa da yemeklere lezzet verdiğini düşündüğü için asla eksik etmezdi. Piştikten sonra tadındaki keskinliği kaybediyordu. Çiğ biberden hoşlanmaya bilirdi ancak pişmişine diyecek lafı yoktu.
Sıra köşede ayırdığı etlere gelince kuş başı doğradı onları da ve sebzelerin yanına ilave etti. Tıpkı bir şef gibi işini o kadar ustaca yapıyordu ki gören okulundan ders aldığını düşünürdü. Tüm bu süreçte gözünü bile kırpmadan onu izleyen yabancının farkındaydı ve eli ayağı bir birine dolanmadan herşeyi halletiği için kendini takdir ediyordu. Ancak nereye kadar süreceğini bilmediği göz hapsi git gide katlanılmaz bir hal alıyordu. Buna bir son vermezse elindeki bıçağı suratına doğru savurmaktan alıkoyamayacaktı kendisini.
Fırında pişmeye başlayan patateslerin kokusu evin içine sirayet etmişti. Genzini okşayan güzel bir kokuydu ve mest olduğunu inkar edemezdi. Harmanlanmış et ve sebzeler de fırında yerini aldığında sıra buğdaylara gelmişti.
Fakat genç kız daha fazla devam edemedi. Her hareketini saniye saniye takip eden yabancı haddini aşmış afyonu başına vurmuştu artık. Daha fazla kendine hakim olmayı bırakıp kafasını kaldırdığı gibi koltukta dakikalardır aynı pozisyonda rahatlığından ödün vermeden kendisini izleyen adam sabitledi gözlerini. Ne istediğini sorgularcasına baktı. Tepkisi istifini bozması için ehil olmamıştı. Duygularını mahirane bir biçimde saklayan adamın ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi genç kız için.
Gözlerinin tutuştuğu haşin savaşı sözleriyle bozdu genç adam. "Neden böyle bir yerde tek başına yaşıyorsun?" Beklendik soru karşısında hiç bir emare göstermedi genç kız. Hatta gecikmiş bir soruydu bu.
Sorduğu sorunun cevabı genç kızda yoktu. Zaten söz konusu karşısındaki adam olduğunda konuşma yeteneğini kaybediyordu sanki. İstemiyor ya da konuşmaya değer görmüyordu. Sessizlik aralarında esip gürlerken, gözler sözcü görevini nail olmuştu. Bakışlarını başka yöne çeken genç adam, "Anlaşıldı seni konuşturmayı başaramayacağız."deyip konuyu kapattı. Dikkatini çeken o kadar çok ayrıntı vardı ki konuşmaması gerektiğini anlarken bile dile gelmek isteyen onlarca sözcük birikti.
Bakışlarını olduğu yerden alıp yeniden genç kıza çevirdiğinde işine devam ettiğini gördü. Onun hakkında daha çok şey duymak istiyordu. Lakin şeytanın işine bak ki lal gibi konuşmuyordu. Niye konuşmuyordu? Bilmeden bir hata mı yapmıştı? Sebep buysa kayıtsız kalabilirdi tabi bilmediği bir alemde sıkışıp kalmasaydı.
Zaman geçip gitti. Artık yeterince pişen yemeklerin kokusu kulubeyi nerdeyse ele geçirmişti. Güzel kokular karşısında ikisi de açıktığını hissederken ağzılarının suyu akmıştı.
Genç kız pişirdiklerini siniye dizip genç adama götürdü. Yemek götürdüğü adama yokmuş gibi davranması görülebilecek en büyük ironi olabilirdi. Madem görmezden gelecekti neden hiçbir öğününü aksatmadan veriyordu? Kendisiyle çelişiyordu başka açıklaması olamazdı.
Siniyi özenle masanın üzerine yerleştirirken kendisini izleyen genç adamın aklındaki sorulardan habersizdi. Gitmek için doğrulduğunda, "Teşekkür ederim."deyip yüzüne bakacak mı diye bekledi. Ve sonunda inadını kıran genç kız gözlerine baktı. Hayır yüzünde anlam verilmez birşey vardı. Teşekkür etmesini saçma mı bulmuştu? Ya da daha akla gelmez bir ihtimal. Teşekkür denen nezaket kuralından habersizdi. Genç adam bunu bilmeden yüzündeki şeyi çözmeye çalıştı.
Genç kızın ardına dönmesi ile bütün temaslar bozuldu. İnşa edilen düşünceler kule gibi yıkıldı. Mutfağa giderek bir kez daha aşılmaz duvarlar örüp hanesine girmesini engelledi genç adamın. Kendisi için hazırladığı tabaklara gömülerek destursuz yemeye başladı. Uzun süre içerde duyulan tek şey kaşık ve tabağın bir birine değmesi ile ortaya çıkan tiz ses olmuştu.
Yemeğini bitirdikten sonra kavanozdaki süt aklına gelince tam ağzına layık bir tatlı yapmaya karar verdi. Pek uzun sürmemişti. Yaklaşık yarım saat sonra önceden kalma yemek kokusuna bir de kek kokusu karıştı. Bez yardımıyla fırından çıkardığı şah eserine bakarken ağzının sulanması kaçınılmaz oldu. Midesi doymuş olabilirdi ancak hamur gibi kabarmış yumuşacık kekin muntazam görüntüsüne kayıtsız kalamadı.
Dumanı tüten keki soğuması için mutfak penceresinin önüne koydu. Geriye döndüğünde bir elini beline yerleştirip bir elini çenesinin altına yerleştirdi ve baş parmağı ile çenesini kaşıyarak sıradaki işi kara kara düşündü. Kekin yanına ne güzel giderdi? Fazla alternatif yoktu. Aniden aklında bir ampul yandı. Çenesindeki elini havaya kaldırıp bir kere şıklattı ve ada tezgahına doğru ilerledi. Evde tekmiş gibi garip davranışlarını da neye yormalıydı bilinmez.
Ateşte pişmiş çayla kek hüpletme fikri kulağa pek hoş gelince hemen işe koyuldu. Tavşan kanını aratmayacak bir koyulukta demlik çayını da hazır hale getirdikten sonra sıra sefasını sürmeye gelmişti. Tabi tüm bu etkenlerin mukabilinde hipnoz olan yalnızca genç kız değildi. Kekin kokusu genç adamı da cezbetmişti.
Son kez kontrol ettiği demliğin kapağını kapatmak üzereyken ardından bir takım gaklama sesleri gelince hızla arkasına döndü. Pencereye konmuş keki gagalayan kargaların görüntüsü kabus gibi bir etki yaratı zihninde, şöminenin önünden fırladığı gibi pencereye koştu. "Ah sizi budalalar! Hemen defolun buradan! Hemen!" Söylene söylene vardığı pencereye uzanıp kış kışladı haylaz şarlatanları. Gülüşerek oradan uzaklaşan kara yağmacılar belli ki geçen günün intikamını almaya gelmişlerdi. Alay barındıran gaklamalarının başka açıklaması olamazdı şayet. Öfkesi durulmayan genç kız hızını alamayıp pencereden sarkıttı bedenini, tehditkar bir edayla salladı parmağını. "Sizi bir daha bu evin yakınlarında görürsem kafanızı gövdenizden ayırırım! Anladınız mı pis yaratıklar!"diye gürledi. Öfkesin de haksız da sayılmazdı güzelim kekin, belli kısımlarını sivri gagalarıyla ecuş bucuş birşeye çevirmişlerdi. İştah kabartan görüntüsünden eser kalmamıştı nerdeyse.
Tüm bunlara seyirci kalan yabancı ise nasıl tepki vereceğini şaşırmış durumdaydı.
Tepsiyi pervazın üzerinden alıp içi yana yana tezgaha yaklaştı. Morali allak bullak olmuştu. Yapacak iş miydi yani? O kadar da özenmişti. O kargaları bir eline geçirirse ölümden beter edecekti. Tezgahın üzerine koyduğu tepsiye bakarken, "Tadı da bozulmadı ya."diye kendini avutup köşesinden kıyısından kopardığı ufak bir parçayı ağzına attı. Gerçekten tadının enfesliğinden birşey eksilmemişti. Damağına yayılan hazla morali anında yerine geldi ve kekin kalan kısımlarını kurtarmaya baktı. Bugün ağız tadıyla kek yiyebileceği için memnundu.
Bu sefer şüpheye yer yoktu ki ciddi anlamda genç adamın varlığını unutmuştu. Sürekli görmezden gelince zihni de artık onun olmadığına ikna olmuştu anlaşılan. Kare şeklinde kestiği kekin ikinci dilimini tabağa yerleştiriken kendini iyice kaptırıp, "Imm on parmağımda on marifet Allah'ım çok iyim be!"diye konuştu.
Yüzünde zevkten dört köşe olmuş bir ifade vardı. Başından talihsiz bir olay geçmiş birine göre fazla abartılıydı ifadesi. Kimin umrunda ki? Önemli olan herşeye rağmen mutlu olabilmekti ve genç kız bunu çok iyi başarıyordu. Polyanna görse tahtını ona bırakıp geri çekilirdi veselam. Asıl olay birazdan patlak verecekti. Nihayet kafasını kaldırıp baktığında genç adamın şaşkın bakışları ile karşılaştı. Afalayan ifadesi karşısında gülmemek için kendini zor tutan genç adam, gözlerini başka yöne kaçırdı. Biraz daha bakarsa kendine engel olması imkansız bir hal alacaktı.
Yüzünün ısındığını hisseden genç kız da kaçacak delik aramıştı. Rezil olmuştu olacağı kadar bir kaçışı yoktu ama yine de umut fakirin ekmeği idi. Deve kuşu gibi kafasını toprağa gömse geçer miydi acaba? İçindeki sesten olumsuz yanıt gelince tutunduğu umut kırıntısı da rüzgar yemiş mum alevi gibi yok oldu.
Aman neden takıyorsa... Kimdi ki o, onun karşısında rezil olacaktı. Bir aptal gibi davranmayı bırakmalıydı.
İnce belli bardağına doldurduğu çayı ve kek tabağını alarak şöminenin önünde kendine küçük bir divan kurup oturdu. Yabancının varlığını hiçe saymak bu defa önceki kadar kolay olmayacaktı. Zihni kapıldığı oyundan sıyrılmış gerçeklere ayıkmıştı. Görüş açısısın dışına çıktığını söyleyerek kendini teskin etse de genç adamın inadını unutmuş olması epey talihsiz olmuştu. Ne yapıp ne edip konuşturacaktı genç kız. Ömür susarak geçmezdi. Aslında istediği soruları sorsa konuşacaktı ama nedendir bilinmez genç adam sormuyordu. Mesela eve nasıl gideceği? Evet neden sormuyordu. Genç kız artık gitmesi gerektiğini düşünüyordu ama açık açık kovmayı da başaramıyordu.
"Ee bana yok mu?"diye soran genç adam dalgın dalgın kekini yiyen genç kızı daldığı alemlerden çekip aldı. Omuzunun üzerinden kafasını çevirip baktı. Bilmem kaçıncı kez gözleri buluştuğunda ifadesi muzdaripti genç kızın. Baktı baktı baktı. Haddinden uzun bir süre baktı. Bir şey arıyor da bir türlü bulamıyor gibiydi. Genç adam gözlerindeki şeyi geç de olsa anladı. Gitmesini istiyordu. "Bakalım gerçekten söylediğin kadar marifetli misin?" Anladıklarından sonra sesi artık eskisi gibi canlı çıkmamıştı. Alanen olmasa da üstü kapalı bir istekle kovuluyordu, gururuna yedirmek kolay değildi.
Kabul etmiyor ama kızmıyordu da. Hayır deyip resti çekmiyor kötü davranmıyordu. Anlaşılması imkansız bir kızdı. Genç adam da bu sebepten onun hakkında ne düşüneceğini bilmiyordu. Şimdi olduğu gibi. Yerinden kalktı ve gidip bir bardak çay ve iki dilim kek de onun için getirdi. Önüne koyduğu gibi yangından kaçarcasına kendi yerine gitti. "Teşekkür ederim."
Cevap koca bir sessizlikken alışık olduğu durum karşısında artık bir tepki vermiyordu. Kekten bir dilim alıp ağzına attı. Gerçekten kendisini övdüğü kadar vardı. Henüz kapanmamış yarası ona zorluk çıkarsa da genç kızı görmek için gövdesini hafiften çevirdi. Dikişiz olduğu için de uzun süre kapanmayacaktı yarası. Bir ay geçmesine rağmen bitmeyen ağrıları gibi. Bir ay geçmesine rağmen en ufak darbede akan kanlar gibi. "Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Ellerine sağlık söylediğin kadar varmış." Tepkisi için bekledi. Aradan saniyeler geçse de tek bir reaksiyon göstermedi. O an nezaket yoksunu bir insanla karşı karşıya olduğunu anladı. Anladığı bir diğer şey de işi gerçekten çok zordu. Keçi inadına sahip birini konuştur konuşturabilirsen. Bugünlük boş verip önündeki lezzetlerin tadını çıkarmaya baktı. Er ya da geç istediğini alacaktı.
📜
Avlanma vakti geldiğinde genç kız evden ayrıldı. Yanına aldığı yay, ok ve tüfeği ile ormana daldı. Tıpkı balık avlamak için suyun dehlizlerine dalış yapan bir dalgıç misali. Kulağa garip gelse de garantici bir kişiliği vardı genç kızın. Birinden birinin arıza yapmasına karşın yanında iki silah taşımaktan asla gocunmuyordu bu nedenle. Kendisine yoldaş olan Alf'i de göz önünde bulundurarak koca bir domuz yakaladı. Epey meşakkatli geçen süreç akla karayı seçmesine neden olsa da nihayetinde tek bir yara dahi almadan görevini yerine getirebilmişti. Akşam çökmesine yakın yeniden eve döndüğünde yanında getirdiği domuzun derisini bir güzel yüzdü. Etin küçük bir kısmını Alf'in önüne atarken geriye kalanını koca adama götürmek üzere sırtladı. Yağmurun habercisi gök gürüldemesi ile hızlı hareket etti.
Evin belli bir mesafe uzaklığında koca kayalıkların yamacındaki mağraya geldi. Akşam yemeği için sabırsızlanan koca adama da payına düşeni verdikten sonra uyumak üzere eve geçti. Adrenalin eksikliği yaşasa da gün yine yorucu ve sert geçmişti.
Şimdi tüm yorgunluğunun acısını çıkarmak için güzelce uyku çekecek bir sonraki sabaha daha zinde uyanacaktı. Evinde saat olmadığı için akrep ve yelkovanın kaçı gösterdiğini bilmiyordu. Zaten yıllarca bu bilgiden yoksun yaşamıştı.
Üzerini değiştirip dişlerini de fırçaladıktan sonra yatağına kuruldu. Bedeni uyumak için sabırsızlanıyordu. Yorganın içine girer girmez bedenine yayılan hazın tarifi yoktu. Yüzüne manidar bir tebessüm kondu ve gözlerini yavaşça yumdu. Yorganına o kadar sıkı sarılmıştı ki görende kaçıp gideceğini düşünürdü. Ayaklarından başlayıp yukarı doğru tırmanan ısı onu uykuya doğru nazikçe çekti. Nihayet bilinci kapandı ve tamamen uykuya teslim oldu.
Ay gökyüzünü ziyarete gelmemişti bu gece. Dışarda yağmur yağacağını gösteren karamsar bir hava vardı. Saatler geçti. Hava her geçen saat biraz daha bozdu. Ufak ufak beliren gök gürlemeleri zamanla çok şiddetli bir hal kazandı. Fırtına delice esmeye başladı. Pencerenin kenarından yükselen ses kıyameti aratmıyordu. Tüm bunlardan habersiz tatlı uykusuna devam etti genç kız.
Alt katta uyumak için direnen genç adamın hali pek yamandı. Kabuslar değil uyumasına gözünü kapatmasına dahi izin vermiyordu. Bir öne bir arkaya kıvranıp durdu koltuğun üzerinde. Koltuk uykuya davet edecek kadar yumuşaktı. Başını okşayan yastıkta öyle. Ancak genç adamın içinde geçmek bilmeyen bir sıkıntı vardı ve bu da uyumasına izin vermiyordu. Kıpırdanıp durmaktan şekilden şekile giren battaniye bacaklarını açıkta bırakınca canavar ısıracakmış gibi hızla içeri çekti. Kuytu köşelerden fare gibi içeri sızan soğuk, canavar kadar tehdit içermese de ısırıkları acı vericiydi.
Uykusuzluğuna hiçbir şey çare olmayınca hareket etmeyi bırakıp dışarda kopan kıyametin sesine kulak verdi. Karnının üzerinde üst üste koyduğu ellerinin parmaklarıyla ritim tutmaya başladı. Zamanla ayakları da bu ritme kapılınca uyku denen illet inadını kırdı ve zorla da olsa genç adamı içine çekti.
Nihayet son gözler de geceye tutsak düşmüştü.
Zamanın en hızlı geçtiği vakit insanoğlunun zaman kavramını yitirdiği vakitti. Gecenin kayyumları da en çok bu vakitlerde işe koyulmayı severdi. Yaprak kımıldaması gibi naif bir his genç kız teyit geçti. Etrafta birileri dolanıyor olmalı ki nesneler milim milim oynuyordu yerinden. Genç kız anlamsız bir mırıltı çıkararak pozisyonunu değişti. Yastığa dağılan saçları görünmez bir el tarafından geriye doğru çekildi. Saç kökünde iğne batması gibi ince bir sızı hissedip uyanacak gibi oldu ancak kafasını kaşıyıp huysuzca kıpırdanmaktan ileri gitmedi.
Ansızın dışardan yükselen korkunç bir gürültü ile gözleri kocaman açıldı ve eli saçında asılı kaldı. Aniden uykudan uyanmak sersemlemesine neden olurken aynı ses bir kere daha duyuldu. Ve bir kere daha. Kalbi ağzına atmaya başlamıştı genç kızın. Yüreğinde müthiş bir sancı. Odası birden turuncu rengine büründü. Titreye titreye kafasını turuncu ışığı içeri taşıyan cama taraf çevirdi. Gördüklerinden sonra yutkunamadı. Gökyüzü cehennem rengine bürünmüştü. Yorganı kafasına çekip bir kabus olmasını dilemek istedi ancak dışardan yükselmeye devam eden sesler izin vermedi. Ürkek bir el hareketi ile yorganı üzerinden atıp zor bela attığı adımlarla pencereye yaklaştı. Gördüklerinden beyninden kurşun yemişe döndü. Ellerini cama yapıştırıp çığlık atamaya başladı acı içinde. "Hayııııııır!" Kıyametin sesini örten acı bir feryat.
Kulağına bir havlama sesi ulaştı. Gözlerinden oluk oluk akan yaşlar görüş açısını bulanıklaştırıken akıl merceğine bir görüntü yansıdı. İkinci bir havlama sesi ile burnunu çekip omuzunun üzerinden geriye baktı. "Alf?"diye sayıkladı. Üçüncü havlama sesi. Ancak normal bir havlama sesi değildi bu. Izdırap vardı acı vardı... Biri ya da birleri Alf'e zarar veriyordu. Yüreğindeki yangını harlayan izlek adımlarına can vermişti. Kapıya doğru tüm hızıyla koştu. Kolu kavradığı an kendine çekti ancak ne kadar kuvvet uygularsa uygulasın kapı açılmıyordu. Arkadan biri tutuyordu sanki. "Açıl lanet olası şey açıl!"diye gürledi. Sağ ayağını çerçeve kısmına yaslayıp bedenini geriye atarak tüm gücüyle yüklendi. Kapı aksi gibi açılmıyordu. Kendini öne arkaya şiddetle salladı. Saçları darmadağın olurken göz yaşları durmak bilmiyordu. Havlama sesleri daha da arttı yüreğindeki acı ikiye katlandı. Burnunu çekerek kolunun tersiyle dudağının üzerine kadar gelen yaşları sildi. Umudunu git gide yitiriyordu ki son anda kapı görünmez bir el tarafından açıldı. Dengesini kaybedip son anda kola tutunarak düşmekten kurtuldu. Şaşkınlık ile silik bir sevinç arasında gidip gelen hisleri darmadağın olmuştu.
Dışardan gelen seslerin çekim gücüne kapılıp merdivenlere koşmaya başladığında hafızası sıfırlanmıştı sanki. Yalnızca Alf'e gitmek istiyordu. Basamakları hızla inerken üzerindeki uzun beyaz elbise ayağına dolandı ve dengesini kaybetti. Düşmeden önce korkuluklara tutunması büyük talih olmuştu. Ağlak ifadesine şaşkınlık karıştı. Çatık kaşlarının arasından üzerindeki elbiseye baktı. Kırık beyaz uzun ince kumaşlı kum saati şeklindeki bedenini ortaya çıkaran kibar bir elbiseyedi. Ancak sorun bunlar değildi sorun o elbisenin üzerinde olmasıydı. Böyle bir elbiseye sahip olmadığına emindi. Uyumadan önce giydiği elbisenin bu olmadığına da.
Havlama sesi...
Üzerine bakmayı bırakıp çıkış kapısına çevirdi nemli gözlerini. Elbisesinin eteğini toplayıp ayağına yük olmaktan kurtardı ve koşmaya kaldığı yerden devam etti. Kapıya vardığında dikkatini birşey çekti. Kafasını salonun ortasındaki boş koltuğa çevirdi. Yabancı nereye gitmişti?
Havlama sesi...
Alf'in ızdırap dolu sesi adam akıllı düşünmesine izin vermiyordu. Titreyen parmakları kolu kavradı ve kapıyı açtı. Üzerine doğru savrulan rüzgar o kadar şiddetliydi ki gözlerini kapatıp kafasını yana çevirdi ve elini önüne siper aldı. Teni rüzgarın taşıdığı cehennem sıcağıyla kavrulmaya başlamıştı. Fırtınanın dinmesi ardından neler olduğunu anlamak için yavaşça önüne döndü. Kızıl cehennemin ötesinde hiçbir şey görünmüyordu. Korkuları çığ gibi büyürken kapının eşiğinden adımını attı.
Dışarı çıkar çıkmaz cehhenemin ortasında can veren ağaçların acı acı haykırışlarıyla karşılaştı. Mağluklardan yükselerek gelen rüzgar alevi güçlendiriyor katliamına katkıda bulunarak şahlandırıyordu. Gördükleri daha net anlamasına yardımcı oldu. Çiftliği yanıyordu. Her yer alev almıştı. İyide bunu kim yapmıştı?
"Alf!"diye haykırarak kulübesine doğru adımladı. Alevlerden yayılan duman nefes almasını zorlaştırıyodu. Bedeni terden sırılsıklam olmuştu. Ayakta durması güçleşirken duvarlardan yardım almak zorunda kalmıştı. Kulübenin yanına geldiğinde boş olduğunu gördü. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi. Ancak nerden geldiğini bilmediği havlama sesleri onu ayakta tutuyordu. Sürüklene sürüklene ahırın yanına geldi. İkinci kez hüsrana uğrayan duyguları şimdi küle dönen hayvanları için çağlıyordu. Boğazından kopan acı haykırış gök yüzünü ikiye yardı. "Hayır!!" Dizlerinin üzerine düştü. Ne olmuştu buraya böyle aklı almıyordu.
Kulaklarını çınlatan bir kurşun sesi duyuldu ötelerden. Şok üstüne şok yaşayan beyni daha fazla sarsıntıya dayanamayacak kadar hassaslaşmıştı. Fakat yüzleşti en kederli korku kırılan direncini güçlükle ayağa kaldırdı. Gözlerinde kıyametin resmi ile ayağa kalktı ve "Frenk!"diye boğazı çatlayıncaya denk bağırarak ormana daldı. Cayır cayır yanan ağaçlardan kopan ateş parçalarından korunmak için epey çaba sarf etse de kavrulan bedeni için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Koştu koştu koştu. Düşe kalka koca adamın mağarasına kadar geldi. Bacakları yara bere içinde kalsa da hiçbir yara karşısındaki manzara kadar canını yakmamıştı.
Yirmi tane elleri silahlı silüet koca adamın mağarasının önünde birşeyin mücadelesini veriyordu. Kafasını havaya doğru kaldırdığında dev kanatlarıyla gök yüzünde süzülen koca adamın boynundaki kalın iplerden kurtulmak için verdiği çetin mücadelesini gördü. Kanatlarını her çırpışında Tsunamiyi aratmayacak bir fırtına meydana geliyordu. Altındaki silüetler ayakta kalmak için dirense de her an uçup gidecekmiş gibi bir ileri bir geri savrulup duruyordular. Herşey bir yana koca adamın gücüne karşı koyabilmeleri hayret vericiydi. Ayakları sanki bir mıknatıs tarafından yere doğru çekilip sabitleniyordu. Öyle bir çekim ki yer çekimini bile gölgede bırakacak kuvveteydi. "Çekin! Çekin! Daha kuvvetli çekin! "diye yirmi silüetin ortasında komut veren adamın haşin sesini duydu.
Adamın kim olduğunu anlamak için dikkatle incelediğinde gecenin en büyük vurgununu yemişti. "Yabancı!"diye fısıldadı buram buram acıya bulanmış sesiyle.
Havlama sesi...
Duyduğu havlama sesiyle sonunda Alf'in gürbüz bedenini yakaladı gözleri. Ortada komut veren adamın parçalarına yapışmış geriye doğru çekmeye çalışıyordu ancak ne kadar uğraşırsa uğraşsın adam bana mısın demiyordu. Sanki Alf yoktu. Sanki onu görmüyordu ya da darbelerini hissetmiyordu. Alf kelimenin tam anlamıyla boşuna çırpınıyordu.
Git gide yorulmaya başlayan adamlar koca adama karşı mağlup düşmek üzereydi ki gaddar adam, atış talimatı verdi gür sesiyle. Silahlarına sarılan adamlar namlularının ucunu koca adama doğrulttu ve aynı anda atış yapmaya başladılar. Sayısız yerinden kurşun yiyen koca adam dengesini kaybedip yere doğru süzüldü. Boğazından dökülen ses genç kızın ömrü billah unutamayacağı bir hasar yaratmıştı zihninde. Aynı dakikalar içerisinde sonunda Alf'in varlığından haberdar olan yabancı tabancasını kafasına dayadı ve tek el ateş edip acımasızca öldürdü hayvanı. Tüm bunlara uzaktan seyirci kalan genç kız, gitmek istedi kurtarmak istedi ancak hareket etmeye kalkıştığı an ayakları görünmez bir güç tarafından engellendi. "Hayırrrr Alffff!"diye haykırsa da sesini duyan olmadı. Gücünün yetmediği yerde sesini yetirmek istedi ancak olmadı. Hüsran peşini bırakmadı. Bir zaman sonra da karanlığın içine çekilip yok oldu.
Gök yüzünü yaran büyük bir gökgürüldemesi ile kan ter içerisinde uyandı uykusundan. Üzerindeki karabasandan kurtulmak istercesine bedenini öne itip oturur pozisyonunu aldı. Terden nemlenen saçları omuzlarına doğru sarktı. Deli gibi çarpan kalbi göğüs kafesini yarıp dışarı çıkmak için can atıyordu adeta. Elini kalbinin üzerine koydu derin derin nefes alıp verdi. "Oh rüyaymış!"
Rüya da neymiş kabus demenin bile yanında az kalacağı berbat bir film gibiydi gördükleri. Bitmiş olsa da genç kızda bıraktığı hasar büyüktü. Ağlamak istiyordu ancak göz yaşı boğazına kadar gelip orada takılı kalmıştı. "Allah'ım o neydi öyle!" Kendisini teselli edecek sözler bulamadı. Sabah düşündüklerini anımsayınca gerçeklere ayıktı. Bilinç altına işlemişti, gördüklerinin başka açıklaması olamazdı. Yabancı... Delice gözlerini kapıya çevirdi. Onu hemen burdan kovması gerekiyordu yoksa kabusunun gerçeğe dönüşmesi an meselesiydi. Uzuvlarını kemiren yırtıcı hissi arka plana atıp kapıldığı öfkeyle yataktan çıktı ve kapıya yanaştı.
Çatıdan gelen yağmur sesine öfkeli adımlarının altında ezilen ahşam sesleri karıştı. Aşağı inene kadar durulmadı. Delici gözlerini koltukta uyuyan yabancıya dikti. Genç adamın yüzündeki sıkıntılı ifadeyi görmezden geldi. Her gece gördüğü kabuslardan yaşadığı acılardan haberdardı. Şayet bir ay boyunca düzenli olarak bu saatlerde süre gelen kederli homurtuları duvarları aşıp odasına kadar geliyor onu da uyutmuyordu. Ancak bu defa acımak istemiyordu. Gitmesini istediği bir adama merhamet etmek istemiyordu. Kovmaya odaklanmalıydı sadece kovmaya. Vicdanının sesini susturduğunu sanarak genç adama doğru ilerledi. Yanı başında dikildiğinde yüzündeki ızdırabı yakından gördü. Gayesine giden yolda yediği ilk darbeydi bu. Eğilip uyandırmak için elini uzattı ki, "Yoruldum... Gerçekten çok yoruldum."diye sayıklayan adam ikinci ve en büyükyıkıcı darbeyi vurdu iradesine. Eli havada asılı kalırken öfkesinden geriye hiçbir şey kalmamış gözleriyle baka kaldı. "Canım çok yanıyor!" Kafasını iki yana sallayarak söylediği şeyler... Hayır yapamıyordu. Dişlerini bir birine bastırdı, havadaki elini yumruk haline getirip tırnaklarını tenine batırıncaya denk sıktı.
"Ah lanet olsun!" Kafasını dik tutmayı bıraktığında boynu kırılmış gibi boşluğa düştü. "Bu kadar vicdanlı olmak zorunda değildin!" Geri çekildi. "Tamam kovmak için sabahı bekleyebilirim. Gündüzler çuvala girmedi ya." Ormana baktı. "Hem bu karanlıkta nereye gidecek ki üstelik yağmur da yağıyor." Genç adama baktı. "Kıyafeti de yok. " Rüzgarın sesine kulak verdi. "Hava da soğuk." Kafasını salladı. "Tamam tamam sabah kovarım." Sonunda kendini avutmanın bir yolunu bulmuştu ama ne yaparsa yapsın gönlü hiç rahat değildi.
Yapmak istekileri ve yapamadıkları ile gecenin karanlığında kayboldu. Gök gürüldedi. Şimşek çaktı. Kulübe mavi ışıklarla aydınlandı çok kısa sürdü bu aydınlık. Sonra yeniden karanlığa gömüldü. Gece bittiğinde genç kız uykusuz bir sabaha merhaba dedi. Evet gördüklerinden sonra uyku ona haram olmuştu.
Bölüm sonu...
|
0% |