@yakamoz_1213
|
Şafak sökmüştü. Gördüğü kabustan sonra bir türlü uyku uyuyamayan genç kız sabah kadar odasının içinde dönüp durdu. Alf'in beynine kurşun yediği görüntüler bir türlü gitmiyordu gözünün önünden. Koca adamın can çekişirken boğazından yükselen acılı kükreyiş kulağından silinmiyordu. Kabusu tekrar tekrar yaşattı düşünceleri ona. Güneş ufuktan yükselmeye başladığından fırsat bu fırsat deyip kendisini boğan düşünceler ve daracık odasından kurtarmak için kendini dışarı attı. Yanına aldığı bakraç ile ahırın yolunu tuttu. Bali yine iş başındaydı. Çiftliğin en erken uyanan hayvanı horoz borazanını ötürmeye başlamıştı bile. Kurulu çalar saatin alarmı gibi Bali'nin davudi ötüşü çiftlik hayvanlarını da uyandırmaya başlamıştı yavaştan.
Ahırın kapısın açması ile inekler avazlarının çıktığı kadar mölemeye başladılar. Selam verir gibi elini havaya kaldırıp, "Size de günaydın ahır ahalisi."dedi sabah sesiyle. Yanına yaklaştığı inerklerden birinin tüylerini nazikçe okşadı. "Bugün nasılsınız efendim? Sağlığınız sıhhatiniz nasıl? Afiyetesinizdir inşallah?" Dışarda biri görse deli olduğunu düşünebilirdi ancak kimse onun hayvanlarla arasındaki bağı anlayamazdı. Tek dostları onlardı. Onlarla sohbet etmekten aşırı zevk alıyordu. En azından kimse onu, bir hayvanla konuşuyorsun farkında mısın, diyerek küçümseyici sözlerle yargılamıyordu.
Önünde samanı bitmiş inek ona buruk gözlerle baktı. "Tamam önce şu sütünü alayım sonra seni bol bol doyuracağım." Teselli sözlerinden sonra altına bir tabure çekip oturdu. Bakracı ayağının dibine yerleştirdi ve memelerden ikisini kavradığı gibi, "Maşallah pek de dolular."diye memnuniyet akan sesiyle konuştu. İncitmemeye özen göstererek sağmaya başladı. Musluktan akarcasına fışkıran sütler bakraçta yerini aldı. Bir ara yeniden ziyarete gelen düşüncelere dalıp gitti. Yabancının o vicdansız görüntüleri öfkelenmesine neden oldu. Nasıl da gözünü kırpmadan vurmuştu zavallı hayvanı. Bunu düşman düşmana yapmazdı. Yapmamalıydı.
Yüzüne yediği kuyruk darbesiyle düşüncelerden sıyrıldı. Neye uğradığını şaşıran bakışları kafasını yüz seksen derece çevirmiş kendisine öfkeyle bakan ineği buldu. Ne olduğunu anlamadı ilk başta. "Neden öyle bakıyorsun?"diye sorduğunda aldığı cevap, öfkeli hayvanın burnundan sertçe nefes vermesi olmuştu. Önüne döndüğünde avuçlarındaki memeleri düşmanının boğazını sıkar gibi sıktığını gördü ve hızla elini çekti. "Ah pardon farkında olmadan oldu. Şey çok dalmışım." İnek bir daha olmasın dercesine bir homurtu çıkarıp yeniden önüne döndü ve sağmasına izin verdi. Kafasını kendine gelmek adına iki yana sallayıp işine kaldığı yerden devam etti genç kız.
İnekleri sağma işi bittikten sonra samanlıktan getirdiği çuvalın içindeki altın sarısı samanları demir tas yardımıyla önlerine boşalttı. Çıkamadan önce ahırı güzelce temizledi. Gübreleri el arabasına koyup ahırın arkasına boşalttı. Bilmeyenler için onlar pislikten ibaret olabilirdi ancak bir çiftçi gübrenin ne değerli bir hazine olduğunu çok iyi bilirdi. Kimi zaman kışın yakmak için doğal bir yakıt kimi zaman da yazın sebzeleri beslemek için sağlıklı bir gıda olabiliyordu. Bir yönden değil bir çok yönden faydaları vardı.
Ahırla işi bittikten sonra kümese gitti. Tavukları da güzelce besledikten sonra yumurtalarını toplayı eve döndü. Günlük rutinin yarısını tamamlamıştı. Şimdi sıra kalan diğer yarısındaydı.
Eve geldiğinde genç adamı koltukta oturur vaziyette buldu. Sırtını kolçağa yaslamış battaniyeyi boylu boyunca uzattığı bacaklarına kadar çekmişti. Sık sık kafasını kaşıyor olması gözünden kaçmazken nedenini anlamaya çalışırken mutfağa kadar yürüdü. Mutfağı salondan ayıran iki basamağı çıkıp ada tezgahının önünde yerini aldı. Kahvaltı hazırlamak için işe koyulsa da kaşınmaları gittikçe artan genç adam yüzünden dikkati dağılıyor işine odaklanamıyordu. Kendisine bakmadığı bir anda durup dikkat kesildi. Neden kaşındığını anlaması sadece iki dakika sürdü. Kafasını kaldıracağını anladığı anda hızla ardına dönüp buzdolabına abandı. Kendi elleriyle yaptığı koyun peyniri ve kasabadan aldığı zeytini çıkarıp tezgahın üzerine koydu.
Sessizliğini koruyan genç adama bakmak için müthiş bir dürtüye kapılırken kendini zaptetmesi bayağı zorlu olmuştu. Genç kızı izlemeyi bırakıp yeniden saçlarını kaşımaya başlayan genç adamın dalgınlığını fırsat bilip altan bakışlarını yüzüne çıkardı. Yüzünde aşırı rahatsız bir ifade vardı. Bitlenmiş gibi sık sık kaşınmasının bunun en büyük sebebi olduğunu pekâlâ biliyordu. Sahi tam bir aya yakındır banyo yapmıyordu haliyle saçları artık isyan bayrağını çekmişti.
Geriye kalan kahvaltılıkları çıkarmak için ardına döndü. Dolapta ne var ne yok çıkardıktan sonra tezgahın altındaki dolaptan demliği alarak yeniden doğruldu. "Uzun zamandır banyo yapmıyorum." Genç adamın sesiyle ardına baktı. Mağdur gözlerle kendisine bakıyordu o da. "Banyo nerde acaba?" Tuvalet ihtiyacını gidermek için üst kata çıktığı zamanlarda banyo aramıştı ancak bir türlü bulamamıştı. O günden sonra genç kızın nerde yıkandığına dair derin bir soru oluştu kafasında. Acaba yıkanmıyor mu diye sorup durmuştu kendi kendine ama her daim temiz gördüğü saçları ve kıyafetlerinden görünen teninin belli kısımları son derece pürüzsüz olunca cevabın bu olmadığını anlamıştı ancak anlamadığı birşey vardı. Bu kız nerde yıkanıyordu?
Genç kız hiçbir şey demeden önüne döndü. Red yediğini düşünen genç adam gözlerini yumup kafasını geriye yatırdı ve isyan temalı sözcüklerini yuttu. Her ne olursa olsun ileri gitmemesi gerektiğini biliyordu ve sinirlenme hakkını kendinde bulamıyordu. Sonuçta burası onundu ne isterse onu yapardı. İyi davranmak gibi bir zorundalığı da yoktu.
"Benimle gel." Duyduğu sesle kafasını kaldırıp yumduğu gözlerini araladı. Dibine kadar gelen genç kızın mavi harelerine toslayan kara gözleri sersemledi. Ne ara bu kadar yakınına gelmişti? Ruh gibi kızdı. Ne yaparsa yapsın profesyonel bir ajan gibi hissetirmiyordu. Kısa süreli bakışmalarını kapının bulunduğu tarafa doğru giderek genç kız böldü. Bir sanrı gördüğü düşüncesi ile gerçeklik arasında gidip gelirken, genç kızın garip hallerine alışamadığı gerçeği ile yüzleşti. "Gelmiyor musun?" Ardından ikinci kez yükselen ses onu kendisine getirmeye yeterken yarasına dikkat ederek kalktı koltuğun üzerinden. Üst kata tırmanan merdivenlerin önünde kendisini bekleyen kızın peşine takıldı.
Genç adamın kendisine yetişmesini beklemeden duvara doğru ilerledi genç kız. Bunu gören genç adam kaşlarını şaşkınlıkla çattı. Bu kaçık kız duvarın içinden geçmeyi düşünmüyordu değil mi? Dibine kadar giderek, genç adamı yanılttı. Hayır gerçekten duvarın içinden geçmeyi planlıyordu. Ya da tam olarak öyle denmezdi. Şömine ve merdivenin arasında kalan geniş duvarın yanına kadar giden genç kız elini kaldırdı. Ne yapacağını merakla bekleyen genç adam elini duvara yaslayıp iten kızın hâlâ ne yapmaya çalıştığını anlamadı. Ta ki bastırdığı yer içe göçene kadar. O an fark etti ki küçük kare bir düğme idi genç kızın dokunduğu yer. İçeri itmesiyle beraber hafif bir mekanizma sesi geldi kulağına ardından genç kızın önünde durduğu duvar sonuna kadar aralandı ve ardından karanlık bir geçit belirdi. Gördüklerine inanamayan genç adam, "Ha si*tir?"diye ufak bir küfür kaçırdı dudağından hayretler içerisinde. Omuzunun üzerinden kendisine kısa bir bakış atan genç kız peşinden gitmesi için gözleriyle ikinci komutu verdi. Hiç vakit kaybetmeden ardına düştü. Görecekleri için sabırsızlanıyor müthiş bir merak güdüyordu içinde.
İki insanın yan yana rahatlıkla geçebileceği basık bir geçiti burası. Genişliği iyi olsa da yüksekliği genç adamın uzun boyu için yeterli değildi. Kafasını hafif eğmek zorunda kalırken, klostrofobisi olan insanlar gibi nefes darlığı hissetmeye başlamıştı sanki. Ahşaptan yapılma garip tünelin az ilerisinde uçurumu andıran bir boşluk vardı. Yer yer duvarlara asılmış meşaleler sayesinde loş bir ambiyans hakimdi içerde. Biraz daha ilerlediğinde uçurum sandığı şeyin aslında aşağı inen merdivenin başlangıç kısmı olduğunu anladı. Gördüğü her detay biraz daha hayalperestler gibi hissettirirken yola durmaksızın devam etti aynı zamanda etrafı inceleyerek merakını gideriyordu. Fakat şaşkınlığın hassını az sonra yaşayacaktı. Üzerine tuhaf desenler işlenmiş geçit duvarları, bittiğinde merdivenin başına kadar gelmişti. Durduğu yerden şahit oldukları ile ayakları olduğu yere saplanıp kaldı adeta. Gözlerini iki defa kırpıştırdı şok içerisinde. Gerçeklik algısını yitirmiş gibi ilk bir kaç saniye anlam vermedi ancak sonra önüne serilen koca manzaranın essah kelimesinden bile daha gerçek olduğunu anladığında ağzı açık kaldı. "Vay anasını! Bu da neyin nesi böyle?!"
Dev bir sarnıç.
Evet gördüğü şey, ihtişamı ile göz kamaştıran dev bir sarnıçtan başka birşey değildi.
Genç kız ifadesine baktığında gülmemek için yanaklarının içini dişlemek zorunda kaldı. Bin dokuz yüz doksan sekiz yıllında büyük babası tarafından keşfedilen koca yapıt genç adamın aklını başından almışa benziyordu. Şaşıracağı konusunda emindi de bu kadarını o bile beklemiyordu. Kendisi henüz daha çocukken burasıyla tanışmıştı bu da büyük babası sayesinde olmuştu. Keşfedilmesinin üzerinden günler geçmişti ki zeki ihtiyar burayı yıkanma yeri olarak kullanmaya başlamıştı. Bazen kendisini, sık sık da torununu yıkamak için yer altında keşfettiği bu gizemli kaplıcaya gelirdi. Nasıl keşfettiği ise muamma. Genç kız çocukluğundan aşina olduğundan şaşırması için hiç fırsatı olmamıştı ancak her gördüğünde güzelliği karşısında aklı başından gitmiyor değildi.
Basamakları tek tek indi genç kız. Hâlâ gördüklerinin şokunu atlatamayan genç adam geride kalmıştı ancak çok sürmemişti ki sabırsız adımlarla ardından gitsin. "Yer altında dev bir kaplıca! Yüz yıl düşünsem aklıma ucuna dahi gelmezdi!" Sesindeki hayranlık her geçen saniye biraz daha artıyordu. Şaşırdığı nokta; günlerdir önünde yatıp kalktığı şeyi nasıl görememişti aklı almıyordu. "Daha ne gibi sürprizlerin var çok merak ediyorum." Etrafı hayran bakışları ile inceleyerek genç kızın yanından gitmeye devam etti. Burası hakkında daha fazla bilgi edinemeyecek olması ne büyük talihsizlikti böyle. Sormak için can attığı sayısız soru dilinin ucunda birikti ancak ağzını acımadı keza açarsa yanıtsız kalacağını çok iyi biliyordu.
Dev yapıtı ayakta tutan işlemeli sütunların arasında bir ucundan diğer uca uzayıp giden köprü gibi ince betonlar duruyordu. Sütunların kısımlara ayırdığı içi kaplıcayla dolu yıkanma alanları vardı. Derinliği çok fazla olmasa da berrak suyun sayesinde dibindeki kristal şeklindeki taşlar rahatlıkla görülebiliyordu. Doğal kaynaklardan yükselen sıcak buhar içeriyi bir hamam gibi ısıtmıştı. Buz gibi duvarlara inat içerisi sıcacıktı. Havuz şeklindeki dört köşeli alanların her köşesine sarı bir kristal konulmuştu. Ortada, kasten yarım bırakılmış bir sütunun üzerinde yansıtma gücü kuvvetli, sekiz köşeli bir ayna duruyordu. Bu ayna karşıdan vuran yapay sarı ışığı, kristallere dağıtma görevi görüyordu ve sarı kristaller bu sayede parıl parıl parlayarak etrafı aydınlatıyordu. Akıl alan muhteşem bir sistemdi. Bu da büyük babanın icatlarından biriydi. Zeka düzeyi normal bir insankinden on kat daha fazlaydı ve etraftaki detaylar da bunun kanıtıydı. Öyle ki üretkenliği çığır açacak raddeye gelmişti, eğer ölmeseydi kim bilir daha nelere imza atacaktı. Fakat zalim felek tüm planlarını alt üst etmiş onu hayattan koparmıştı.
Genç kız beton zeminin ortasına kadar gelip durdu. Etrafı incelemeye bir son veren genç adam da hemen karşısında yerini aldı ve derin bakışlarını mavi harelerine dikti. Yine birşeyler sorguladığı kesindi ancak genç kız ne olduğu ile ilgilenmiyordu. Yakında gideceği için gerekenden fazlasına öğrenmesine asla müsade etmeyecekti. "İstediğin yerde yıkanabilirsin." Genç adam inceleyici bakışlarını bozmadan devam etti. Konuşuyor olmasına sevinmişti ancak kısa süreli olduğunu da maalesef biliyordu.
"Sormak istediğim o kadar çok soru var ki." Dile dökmeseydi de düşünceli sesi onu yeterince ele veriyordu.
Genç kız, "Kendine sakla."deyip işinin bittiğini düşünerek arkasına döndü. Adım adım ilerledi merdivene doğru.
Genç adam, "Rica etsem havlu getirir misin?"diye seslendi. Cevap gelmedi. "Bir de giymek için bana uygun kıyafetler var mı elinde?" Genç kız omuzunun üzerinden ters bir bakış atınca sahte bir ifade takınıp, "Ah tabi yalnız yaşıyordun değil mi sen? Ha bir de şu köpeğin vardı!" Sesi duvarlara çarpıp dev bir yankıya neden oluyordu. Sözlerini umursamayan genç kız bir an önce gitmek için adımlarını hızlandırdı. Gözden kaybolmasının üzerinden on dakika bile geçmemişti ki merdivenlerin başında belirdi yeniden. Bu defa eli boş değildi. Yanında getirdiği beyaz havluyu avucunun içinde tortop yapıp genç adama doğru savurdu. Suyun içine düşmeden önce son anda hava da kapan genç adam genç kıza bakıp, "Bu ne hırs böyle dilsiz kız?"diye mırıldandı kendi kendine. Yüzündeki keyifli ifadeye de diyecek yoktu doğrusu.
📜
Öğle yemeği için ocağın başında yerini alan genç kız çıkardığı malzemeleri koca tencerenin içinde buluşturdu. Yağla beraber kızaran sebzelerin can çekişini tahta kaşıkla dindirdi. Bir güzel kavurduğu sebzelerin üzerine önceden ısıttığı suyu ilave etti ve kaynamaya bıraktı.
Bugün işleri düşündüğünden erken bitmişti. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir uğraş aradı gözleri ama bulamadı. Yemek pişene kadar kestirmeye karar verdi. Akşam vaktine de üç saatten az kalmıştı zaten. Ayaklarını sürüyerek koltuğa yaklaştı. Uzun zamandır yabancıya kaptırdığı koltuğunu özlemiş gibiydi. Üzerine oturup hasret giderir gibi ellerini kumaşının üzerinde gezdirdi. Oturup sefasını sürmeyeli epey zaman olmuştu ancak bir deli gibi bunu düşünmesi kafayı sıyırdığının kanıtı olabilirdi. Yavaşça uzandı. Başını yastığa koyduğu an genç adamın kokusu burnuna nüfus etti ve tuhaf bir his bedenini ele geçirdi. Bir insan nasıl bu kadar hoş kokabilirdi?
Nasıl olduğunu bilmeden uykuya doğru çekildi. Saniyeler içinde mışıl mışıl uyumasını neye yorulmalı bilinmez. Genç adamın kokusu muydu onu uyutan? Çok da yorulmamıştı aslında. Bu da genç adam teorisini doğruluyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra tencereden yükselen kaynama sesiyle gözlerini hafifçe araladı. Mahmurluğunu üzerinden atması zaman alırken tencereden taşan çorbayı fark ettiği an yerinden fırladı. Hızla mutfağa gidip ocağı kapattı. Neyseki fazla taşmadan yetişebilmişti.
Aniden gelen esnemesini eliyle kapatırken, yeni yeni yerine gelen bilinci ile gerçekler gün yüzüne çıktı. Yabancı nerdeydi? Bu saate kadar çıkmamış mıydı banyodan? Kaç saat geçtiğini bilmiyordu ancak uyumadan önce fazlasıyla aydınlık olan gökyüzünün hafif kararmasından az zaman geçmediğini pekâlâ anlamabiliyordu.
Gözleri tünelin kapısında takılı kaldı. Sahi neden hâlâ çıkmamıştı? Belki de işi uzun sürmüştür diye düşünerek hayvanlarla ilgilenmek üzere evden ayrıldı. Akşam yemeği için sabırsızlanan hayvanlarını besledikten sonra ormana gitti. Bu defa yanına Alf'i almayı unutmuştu.
Avlanamak için güzel bir gündü. Gece yağan yağmura rağmen hava bugün her zamankinden daha güzeldi. Hayvanlar güzel havalarda ormanda takılmayı çok severdi bu da bol et anlamına geliyordu.
Karanlığın çökmesine yakın sırtında iki tavşan ve üç batı kapari tavuğu ile çiftliğe geri döndü. Tamda düşündüğü gibi orman bugün verinimetlerle doluydu. Eve geldiğinde yüzü ziyadesiyle gülüyordu. Koca adama lezzet şöleni yaşatacağı için mutluydu. Son zamanlarda sürekli domuz eti getiriyorsun diye şikayet edip duruyordu hiç şüphesiz taze tavşan etini gördüğünde ağzının suyu akacak onu takdir edecekti.
Hayvanların derilerini yüzdü. Güzelce temizledikten sonra koca adamın evine gitti. Açlıktan huysuzlaşan aksi adam içeri girer girmez şikayetlere başlamıştı bile. "Bugün dünden daha aç olmanın sebebi ne?" Yılmış bir edayla sorduğu soru karşılığında huysuzluğunu sürdürdü.
"Dişimin kovuğuna yetmeyen etlerle doymamı beklemek senin hatan ufaklık!"diye azarladı. Huysuzlandığında daha bir çekilmez oluyordu.
Sıkıntılı bir nefes koyverip demir parmaklıklara yaklaştı. "Bugün seni memnun edecek lezzetlerim var." Moralini yüksek tutmaya çalışarak sıcak bir sesle söyledikleri aksi adamı meraka itmeyi başarmıştı.
"Neden bu kadar mutlusun?"diye sordu. Sesi kendisine iyimser yaklaşan birine gösterilmemesi gereken bir katılıkta, nezaketten uzaktı. Yüzündeki ifadeyi görmeye katlanamıyormuş gibi buz mavisi harelerini başka yöne çevirip, "Sil şu ifadeyi sinirlerimi bozuyor!"diye tersledi. Ne yaparsa yapsın yaranamıyordu aksi ihtiyara.
"En azından bugünlük nefret saçmayı bırakamaz mısın?"diye sordu dudağının çevresini buruşturarak. Sesinde hiç umut yoktu ancak ufak bir ihtimale kapılıp sorma gafletinde bulunmuştu.
Binlerce dikenin üzerinde oturmuş gibi rahatsızca kıpırdandı. "Laf kalabalığı yapma ufaklık! Getirdiklerini bırak ve git!" Huylu huyundan vazgeçmez boşuna dememişlerdi. Ne kadar uysal yaklaşırsa yaklaşsın koca adamı katı duruşundan sıyıramayacaktı.
Getirdiği etleri parmaklıkların arasından içeri attı. "Umarım bunlar seni doyurur."
Patlayıcı bir nesneye yaklaşır gibi yavaşça kafasını eğip etleri koca burun deliklerinden içine çektiği havayla berber kokladı. "Imm tavşan ve kapari tavuğu eti. Oldukça lezzetli görünüyorlar." Deyip kafasını kaldırdı ve kendisine bakan genç kızı radarına aldı. "Takdir edilmeyi hak ettin ufaklık."
"Seni memnun edebildiysem ne mutlu bana."dedi duygudan yoksun bir sesle. Kısasa kısas yaparak karşısındaki nasıl geliyorsa o da aynı şekilde gidiyordu. Zamanla edindiği huylardan biriydi bu da.
Kafasını ağır ağır sallayan koca adam, etlere abanmadan önce, "Ziyadesiyle."dedi. Kısa günün kârıydı koca adamı memnun etmek. Mutlu olmadığını söylese yalan söylemiş olurdu.
Zamanla olan yarışını açık ara önde kazanmıştı. Eve geldiğinde güneş ufutan kaybolmamıştı henüz. Bugün gün onun için erken bitmişti. Topraklı yolu aşıp kulübenin kapısının önüne geldiğinde aklı yabancıdaydı. Çıkıp çıkmadığını sorgulayarak açtı kapıyı. İçeri adımladığında gözleriyle etrafı taradı ancak yabancıdan eser yoktu. Kaşlarını çatıp geçitin kapısına çevirdi bakışlarını. Tam tamına dört saat olmuştu ama o henüz dışarı çıkmamış mıydı? Bu acayipti. Biraz daha beklemey karar verip salonun ortasına kadar geldi. Oyalanacak birşeyler aradı. Etrafın tozunu almak iyi fikirdi. Elinde bir bez alıp evin içinde düştü fakat çok değil on dakika sonra işi bitmişti. Kafasını bilmem kaçıncı kez geçitin kapısına çevirdi ve her defasında olduğu gibi hüsranla geri çekti.
Başına kötü birşey gelmiş olmasın? Bir insan dört saat oyalanacak ne bulurdu ki banyoda? İçindeki ses hiçbir şey diye bir yanıt verince aklına koyduğunu yapmaya karar verdi. Geçitin kapısını açıp içeri girdi. Onu uygunsuz bir vaizyette yakalamkatan korkarken adımları pek beceriksizdi ancak saatlerdi çıkmaması hayra alamet değildi bu nedenle gidip bakması şarttı. Hal böyle olunca adımları durmadı. İlerledi ilerledi ilerledi. Basamakların başına gelene kadar ilerledi. Tam ucuna geldiğinde kuş bakışı atarak yabancıyı aradı ancak bulamadı. İçindeki kara bulutlar çoğalmaya başlayınca basamakları farkında olmadan hızla indi. Nereye gitmişti bu adam? Aman canım evham yapmaya ne gerek vardı dört tarafı kapalı bir alanda nereye gidebilirdi ki diye konuşan iç sesine kulak asmadı. Merdivenlerin bittiği yerde başlayan beton zemini de hızla geçti. Etrafa dört gözle baktı. Baktığı her noktada yabancıdan iz bulamayınca, endişesi arttı. Nerdeydi bu adam?
Az daha ilerlediğinde yüzü aniden dehşet ifadesine kapıldı. Hafif kırmızı rengine bulanan suyun ardında yabancının dibe çökmüş iri bedenini gördü. Telaşlı adımları bu defa ürkekleşmişti. Yavaş yavaş yaklaştı. Ölmüş müydü gerçekten? Ah hayır bir cesetle karşı karşıya olamazdı! "İyi misin?"diye sordu ürkek bir sesle. Yabancıdan yanıt gelmedi. Kırmızı su, cansız beden. Herşey ap açık ortadaydı. Öldüğünü kanıtlaması için daha ne gerekebilirdi ki? Yine bir ihtimal yaşam belirtisi aradı ancak ne fayda yaprak kımıldamıyordu. "Hadi ama ölmüş olamazsın!" Sesi titriyordu. "Sana diyorum iyi misin?" Cevap koca bir sessizlik.
Telaş içinde etrafa bakındı. "Ya ölmüşse ne yapacağım ben?" Sanki çare etraftaymış gibi bakındı durdu. Hâlâ tepki göstermeyen adam gözünü git gide daha da korkuturken daha fazla bekleyemedi ve kendini suyun içine bıraktı. Boyunu yalnızca bir kaç santim aşan suyun içinde rahatlıkla hareket edebilirdi, yabancının ölmüş olma tehlikesiyle burun buruna olmasaydı.
Onu yabancıya yaklaştıran her kulaçında içini kemiren farler dahada çoğaldı. Ölmemiş olma umuduyla yaklaştıkça yaklaştı yabancıya. Kırmızı rengine bulanmış su hiç iç açıcı mesajlar vermezken o ummaktan vazgeçmedi. Bulunduğu alana geldiğinde yanına varması için dibe çökmesi gerekmişti. Nefesine tutup ağırlığını aşağı bırakarak bunu çok iyi başardı. Şimdi yabancıyla yüz yüzeydi. Bir eliyle dibte kalmak için çabalarken öbür elini kaldırıp işaret parmağını ile hafifçe dürtü genç adamı. Aniden açılan kara gözleri karşısında nefesi kesilecek gibi oldu. Korkudan gözleri dev gibi büyüdü. Kaçmamak için kendini zor tutarken yabancıya bir tane geçirmek için de can atıyordu yumrukları. Bir ruh gibi davranarak ne yapmaya çalışıyordu? Ah gerçekten çok sinir bozucuydu! Üstelik bu kanda neyin nesiydi böyle? Gözleri vücuduna kaydığında kanın sebebini anladı ve derin bir oh çekti içinden. Kurşun yarası kanıyordu. Panik yapacak bir şey yoktu yani en azından ölmemişti.
Şok ifadesinden kurtulduğunda öfke bu defa rol çalmıştı yüzünde. Gözlerinin içine merakla bakan yabancıyı boğmak istiyordu ama neyseki öyle birşeye kalkışmadı. Bedenlerini üste doğru iterek aynı anda su yüzeyine çıktılar. Tuttuğu nefesini hızla verirken yüzündeki suları kafasını iki yana sallayarak savuşturdu. "Aklını mı kaçırdın sen!"diye öfkeyle soludu yabancıya doğru.
Avuç içiyle yüzündeki suları alan genç adam öfkeli sesini duyması ile eli burnunun üzerinde asılı kaldı. "Anlamadım!"diye sordu kaşlarını hafif çatarak.
Öfkeden kendi kendini yiyen genç kız, "Aaaahhh!"diye sert bir nida döküp ardına döndü gitmek için ancak kolundan yakalayan genç adam onu durdurunca bir adım öteye gidemedi.
"Buraya ne zaman geldin?"diye sordu yüzüne bakmaya çalışırken.
Genç kız kafasını çevirip kolunu tutan eline baktı. Tek kaşı yukarı doğru kavis alırken gözleriyle öldürecekmiş gibi baktı yüzüne. "Bırak!"diye desibeli alçak ama tonu oldukça sert bir sesle konuştu.
Elini çekse de konuşmayı sürdürerek gitmesine izin vermedi genç adam. "Neden burdasın?" Genç kız cevap vermedi. Ardına dönüp yüzmeye devam etti ki genç adamın sorduğu soru onu durdurdu bir kez daha. "Yoksa beni mi merak ettin?" Ne yani bunda bir sakınca mı vardı? İnsan olan merak ederdi. "Bana bu kadar değer verdiğini bilmiyordum."
Hafif yan dönüp anlamaz gözlerle baktı yabancıya. Yüzünde sahte bir merak ifadesi vardı. "Değer vermek mi? O da ne demek?"diye sordu. "Ben onun ne demek olduğunu bilmiyorum."
Kendince oyun oynayan genç kız genç adamı bozguna uğratmayı başaramamıştı. Yüzünde alaylı bir ifade beliren genç adam, kısık gözlerinin ardından baktı yüzüne. "Bilmemen hislerine engel değil. Hem öğrenmeye o kadar uzak da değilsin dilsiz kız." Neyi ima ettiğini anlamayan genç kız, onunla baş edemeyeceğini anlayıp bu defa durmaksızın yüzdü kıyıya doğru. Hayır aslında baş edememek değildi yaptığı şey lüzumsuz cümlelere gerek duymamıştı. Sudan çıktığında paçalarından açık musluktan akar gibi yere boşlan damlalara aldırış etmeden çıkışa doğru ilerledi. "Ölü bir beden suyun dibinde kalmaz genç kız fizik kuralı bir sakın unutma." Bunu biliyordu fakat beyni panik halindeyken sağlıklı düşünme yetkisini kaybetmişti. Hem o kadar uzun süre ortalıkta yoktu ki ölmüş olma ihtimali tüm ihtimallerden daha ağır basmıştı. Keyif dolu sesine daha fazla tahammül edemediğini anladığında adımlarını hızlandırdı. Basamakları çıkma hızı rekor kitabına adını yazdırmaya yeterdi nerdeyse.
Geçitten de aynı hızla çıktı. Ordan da kıyafetlerini değişmek için üst kata. Üzerine kasabaya indiğinde çok beğenip aldığı beyaz bir sweatshirt ve aynı renkte eşofman giyip saçlarına havluyu doladıktan sonra bedenini ele geçiren ürperti hissini geçirmek için güzel bir çay demleme hayali canlandı gözünde. Cayır cayır yanan şömine ateşi karşısında sıcacık tavşan kanında güzel bir çay sefası kulağına pek cazip gelmişti. Hevesle indi aşağıya. Çayını güzelce demledikten sonra tam da düşlediği gibi şöminenin karşısındaki pufun üzerine rahatça yayıldı. Bir yandan çayını hüpletirken öte yandan ateşin kıvrak dansına gözleriyle eşlik etti. Yüzüne yayılan huzurlu ifade sanat eseri gibiydi.
Dakikalar sonra çayı bitince yenisini doldurmak için mutfağa gitti. Demliği tüpün üzerinden alıp koca bardağa boca ederken geçitin kapısı açılınca dikkati oraya kaydı anında. Islak ve bir o kadar dağınık saçlarıyla eşikte duran yabancıyı gördüğü anda gözleri fal taşı misali açıldı aynı saniye içerisinde gözlerini kaçırıp herhangi bir yere sabitledi.
Yabancı, elindeki ıslak pantolonunu şöminenin önüne koydu kuruması için ardından utandırdığı kıza baktı ve "Pantolonum kuruyana kadar, buna katlanmak zorundasın dilsiz kız."deyip üzerindeki havluyla beraber koltuğa doğru ilerledi. Sözleri ardından içgüdüsel olarak vücuduna bakarken buldu kendisini. Geniç omuzları bol pazılı kolları ve dört baklavalı karnı bir sanatçının ellerinden çıkmış eşsiz bir tablo gibiydi. Tüm bunlar esmer teniyle bütünleşince paha biçilmez bir eser çıkmıştı ortaya. Onu böyle yaratan, kendisi ne eşsizdir kim bilir diye huşu içinde konuşan nevri dönmüş iç sesini duyamayacak kadar dalgındı.
Genç adam, bugün ilk defa ağır başlılığını korumuştu. Sözlerini alayla değil bütün ciddiyeti ile sarf etmişti ve bu durumda olmaktan hoşnut duymadığı yüzündeki ifadeden belliydi.
Yabancı koltuklara doğru ilerlerken, hâlâ onu izleyen genç kızın gözleri yarasına takıldı. Saçlarından omuzlarına damlayıp oradan aşağı doğru kayan su hüzmeleri ile bir birbirine karışmış kan aşağı, leğen kemiğine doğru yol çizmişti. Anlaşılan genç adamın bunu umursadığı yoktu. Mikrop kapma ihtimalinden bile korkmuyor olmalıydı.
Koltuğa oturan genç adam dirseklerini dizine yaslayıp ellerini birleştirerek gözlerini zemine dikti ve bir süre öylece izledi. Kim bilir aklından neler geçiyordu. Genç kız onu merakla süzerken, yabancı beklemediği bir anda kafasını ona doğru çevirdi. Gözünü hızla kaçırıp işine kaldığı yerden devam ediyormuş gibi yapsada çoktan yakalanmıştı. "Adın ne senin?"diye bir anda sordu yabancı. Genç kız cevap vermedi. Derin nefes salarak doğruldu. Gözlerini bu defa boş duvara dikip orda oyaladı amaçsızca. " Bayağı inatçı birisin."diye mırıldandı.
Genç kız göz ucuyla baktı yandan gördüğü profiline. Islak siyah saçları pas parlak sakallı çenesi oldukça keskindi. Tıpkı mizacı gibi sert bir yüzü vardı ve bu ona oldukça hoç bir hava katıyordu. Bütün parçaları uzun boyunda bütünleşince, ortaya çıkan varlık gerçekten eşsiz bir şeydi. O mükemmel deyiminin karşıtı gibiydi.
Genç kız ikinci kez yakalanmadan önce çekti gözlerini. Bardağı ağzına kadar dolmuştu ve taşmasına milim kalmıştı ki demliği hızla uzaklaştırdı. Son anda fark etmenin etkisi ile derin bir oh çekti. Kıl payı kurtarmıştı.
"Meraklı biri değilim tek amacım nasıl bir durumun içinde olduğumu öğrenmek." Yabancının sesini duyması ile gözleri üçücün kez onu buldu. O da kendisine bakıyordu. "Sorularımdan kurtulmak istiyorsan, herşeyi düzgünce anlat bana." Sert sesi, rica değil de daha çok emir buyuruyormuş gibi çıkıyordu.
Genç kız sözlerine aldırış etmeden sessizliğini korumaya devam etti. Gözü ocağın üzerinde duran tencereye takılınca yemek yemediğini hatırladı. Bu konuda neden bu kadar hassas olduğu muamma. Hemen tüpü yakıp çorbayı yeniden ıssıttı. Ardından kasaya doldurdu yanına baharatlar ve bir parça ekmek koyup yabancıya götürdü. İyiliği karşısında şaşkına dönen adam da bu konudaki hassasiyetinin sebebini anlamıyordu. Önüne konan yemeğe baktı baktı baktı sonra sırtı dönük mutfağa ilerleyen kıza. İyi niyetinden yapıyordu değil mi? Katı duruşlar sergilese de yufka gibi yüreği vardı bundan hiç şüphesi yoktu. Ne zamana olduğunu bilmediği buruk tebessümü daha o görmeden sildi hızla yüzünden. Duygusuz davranarak ardına yaslandı kafasını koltuğun arkasına yatırıp önündeki yemeği hiçe saydı. Sürekli düşünceli bir hali vardı. Belki de hatırlamaya çalıştı birşeyler vardı. Anımsamaya çalıştığı anılar, ne kadar başarılı olduğu bilinmez ancak yüzündeki sıkıntılı ifade hiç olumlu şeyler olmadığını açıklıyordu.
İkisinin de konuşmaması ile büyük bir sessizlik esir almıştı içeriyi. Genç kızın çayını yudumlarken çıkardığı ses ve dışarda yağan yağmurun boğuk gürültüsü dışında ses yok denecek kadar azdı. Genç adam yavaşça kafasını çevirip genç kıza baktı. Mutfağın camından dışardaki yağmuru izleyerek çay içtiğini görünce yeniden önüne dönmesi saniyeler sürmüştü. Aciz bir durumdaydı. Bu çok can sıkıcı hissettiriyordu, özellikle onun gibi biri için içinde bulunduğu durum berbattı. Bir bilinmezliğin sullarında, sürükleniyordu ve ona uzatılacak tek dal genç kızdaydı o ise itina ile kaçıyordu dalı uzatmaktan. İçindeki düşünceleri susturdu. Gözleri bu defa masanın üzerindeki yemeği buldu. Tuhaf birşeye benziyordu. Yavaşça doğrulup tepsinin üzerindeki kaşığı kavradı. Kaşığı yemeğe daldırırken hiçbir tereddüt yoktu halinde. Genç kızın onu zehirleme ihtimalı aklının ucundan bile geçmiyordu, oysaki kendisini sevmediğini biliyordu. Evet ne kadar yufka yürekli olsa da onun kendisini sevmediğini düşünüyordu.
Kaşığına aldığı sulu yemeği ağzına götürdü. Damağına yayılan tad ile beraber haz tüm bedenine yayıldı. Kaşlarını çatarak, "Sebze çorbası mı bu?"diye sordu. Aslında cevap beklemiyordu bildiği tek şey, bu lezzeti sevmiş olmasıydı. İştahla içmeye başladı. Bununla da yetinmeyip ekmeği küçük küçük doğrayıp tabağına attı ve lezzeti ikiye katladı. Bu kızın gerçek bir el lezzeti vardı şimdiye kadar yediği tüm yemekleri göz önünde bulundurarak bundan çok emindi.
İçtiği şeyin ekmek ile çok daha lezzetli olduğu yüzünün aldığı ifadeden belli oluyordu. Genç kız yabancının farkına vardığın da dudağının kenarına silik bir gülümseme yayıldı. Bunu genç adama fark ettirmeden önüne dönüp çayını yudumlamaya devam etti.
Dakikalar sonra çayı bitmişti. Üçüncüyü içmeye gerek duymadan bardağı evyenin içine bırakıp yabancıya baktı. O da tabağını silip süpürmüş, yediği şeyden de oldukça memnun kalmıştı. Yanına gitti. Masanın üzerine koyduğu kaşığı alıp tepsinin içine koyduktan sonra tepsiyi masanın üzerinden aldı tam o sırada, genç adamın sorduğu soruyla hareketsiz kaldı olduğu yerde. "Neden eldiven takıyorsun?"diye sormuştu genç adam. Genç kız elini tamamen gizlemiş olan siyah eldivenine baktı bu sorunun ardından. Gözlerinin önünde beliren görüntüler, gözlerindeki ifadeyi burkmuştu. Yavaşça doğruldu ve genç adama döndü. Bir süre kara gözlerine baktıktan sonra, dikkatini üzerine toplayan yaraya doğru çekildi bakışları. Hala kan sızıyordu ve biraz daha açık kalmaya devam ederse mikrop kapma riski artacaktı. Ardına döndü. Genç adam tavrında birşeyler sezmiş olmalı ki dikkatle onu izledi. Genç kız elindekileri tezgahın üzerine koyduktan sonra salondaki dolaba doğru ilerledi. İçinden aldığı ilk yardım çantasıyla genç adamın yanına döndü yeniden. Herşeye rağmen içindeki iyilik meleğini susturamıyordu.
Çantayı yabancıya uzattı. Kafasını kaldırmış kendisine bakan genç adam hiç itiraz etmeden aldı çantayı elinden. Birşey söylemesini bekliyordu ancak, genç kız hiçbir şey söylemedi. Bu nefret ettiği bir durum haline gelse de, sessizliğini koruyup önüne döndü. Ancak sessizliğini sadece kısa bir süre koruyabilmişti sadece. Elindeki beyaz küçük çantanın fermuarını açarken, "Bu sessizlik oyununa daha ne kadar devam edeceksin?"diye sordu. Halbuki alacağı cevabın yine sorusunun içindeki kelime olduğunu biliyordu. Açtığı çantadan tentürdiyot ve gaz bezi çıkarıp masanın üzerine koydu. Genç kız dalgınca onu izliyordu olduğu yerde. Ve bunun farkında değildi. Genç adam kırmızı sıvıyı beze dökerken, genç kızın hâlâ gitmediğini fark edip kafasını yeniden ona kaldırdı. Neden öyle baktığını merak etse de sormadı. Cevapsız sorulardan bıkmıştı.
Genç kız, bezi yarasına bastırmak üzereyken onu durdurdu. Elindeki bezi alıp köşeye attı ve mutfağa doğru ilerledi. Kaşlarını çatıp ona merakla bakan genç adam, "Ne yapıyorsun Allah aşkına?"diye sordu. Genç kız buz dolabından küçük bir kap alıp genç adamın yanına geri döndü. Elindeki kabı genç adama uzattığın da genç adam kendisine tuhaf bir varlığa bakar gibi bakarak, "Nedir bu?"diye sordu.
Genç kız sonunda, "Şifalı otlardan elde edilmiş bir merhem."diyerek sessizliğini bozdu. Yabancıyı eve getirmesinin ikinci günü ormandan topladığı şifalı otlardan elde ettiği karışımdı bu. Ne gündü ama? Refleksleri bir saniye daha geç çalışsaydı Alf'i o gün kaybetmiş olacaktı ve yabancıyı hiçbir zaman affetmeyecekti. Neyseki öyle birşey olmamıştı da şimdi hayat hâlâ yaşanmaya değerdi.
Genç adam konuşmasına mı yoksa söylediğine mi şaşırmıştı kestirmek zor ancak, birşey demeden aldı elindeki kabı. Kapağını açmasıyla birlikte burnuna savrulan pis koku yüzünü buruşturmasına neden olmuş, "Bu berbat kokuyor!"diye iğrenerek burnundan uzaklaştırmıştı. Yüzündeki ifadeyi silmeden genç kıza bakıp, "Bunun yaraya iyi geleceğinden emin miyiz?"diye sordu.
Genç kız konuştmadı ancak gözleri çoktan olumlu yanıtı vermişti. Elindeki kreme bakan genç adam bundan o kadar emin değildi. "Madem öyle..."deyip kabı birden genç kıza uzattı ve "...sen sür."dedi. "Getirdin o kadar sürmekte sana düşüyor."
Genç kız, aval aval baktı ona. Bu nasıl bir mantıktı? Getirdiği için sürmesi de mi gerekiyordu? Ah ne garip bir adamdı böyle.
Çok beklersin temalı bir yan bakış atıp şöminenin yanına doğru ilerledi. "Anlaşıldı iş başa düştü."deyip kendi işini kendi görmeye kalkan genç adam parmağın bir miktar kremden alıp kabı masanın üzerine koydu ve parmağındaki kremi daire halinde masaj yaparak yarasının üzerine sürdü. Sürmesi ile beraber yarasına yayılan mentol hissiyle bedeninde müthiş bir rahatlama oldu. Acısı yavaşça hafifledi ve kendini bir kuş tüyü gibi hafif hissetti. "Bunun içinde ne var böyle?"diye sordu şaşkınlıkla. Büyük yanılmıştı. Önyargısı bir kule gibi yıkılıp enkaza dönüştü.
Bir zaman sonra kremi yaraya iyice sürmüş sargılamaya geçmişti. Krem sürme ayağına yarasına yaptığı masajlar bedeninin geveşemesi neden olmuş yavaştan uykusu gelmişti.
Tam o sırada büyük bir gürültü koptu. Şöminenin önünde oturan genç kızın gözleri hızla pencereyi bulurken ondan farksız olan genç adam ise uykulu halinden hızla sıyrılıp kafasını omuzunun üzerinden cama doğru çevirmişti. "O ses neydi?"diye sordu. Bunun cevabını genç kız da bilmiyordu. "Yoksa..."diye sayıkladı genç adam.
Kafasını önüne çevirdiğin de genç kızın gözleriyle karşılaştı. Ve sessizlik onları kor gibi sararken bir birlerinin gözlerinin içine baka kaldılar öylece.
Bölüm sonu...
Kitap hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Bu süreçte bana en iyi rehber olacak onlar 🌸 |
0% |