@yakamoz_1213
|
Günün ilk ışıkları ile gözlerini açtı. Bir süre yatağın içinde kıvrandı kendine gelmek için. Gözleri hala uyku istese de pencereden içeri sızan cılız sonbahar güneşi, uyanması için fazla ısrarcıydı. Mahmur gözlerle dirseklerinin üzerine doğruldu. Gözlerinin önüne gelen saçlarını eliyle çekerken terliklerini giyerek çıktı yataktan. Odanın biraz havaya ihtiyacı vardı bu sebeple pencereye yanaşıp rüzgarın içeri girmesine izin verdi. Kargalar çoktan uyanmış daldan dala konuyorlardı.
Ala yüzünü yıkayıp üzerini giyindikten sonra aşağı indi. Salona geldiğinde yabancının etrafta olmadığını görünce merakla doldu. Nereye gitmiş olduğu düşüncesi zihninde dolaşırken mutfağa gitmek üzere hareketlendi. Pencerenin önüne geldiğinde dışarda gördüğü manzara ile şaşkınca kaşlarını kaldırıp durdu baktı o tarafa. İçerde aradığı yabancıyı dışarda bulmuştu. Yaptığı hareketlerden anladığı kadarıyla vücut egzersizi yapıyordu. Muhtemelen buraya hapis olmadan önceki hayatında da sık sık sporlara uğraşıyor olmalıydı aksi takdirde o fit vücuda sahip olması mümkün değildi. İri iri kasları olmasa da ayarında, göz yormayan normal boyuta kaslara sahipti.
Egzersiz yaparken yarası ona zorluk çıkarıyordu. Rahat hareket edemediğini gözleriyle görüyordu genç kız. Arada duruyor yarasını tutuyor sonra yeniden devam ediyordu. Olması gerekenden fazla duruyordu çünkü yarası nefes almasını zorlaştırıyordu. Bir kaç hareket sonrası yine durdu ancak bu defa soluklanmak için değildi, egzersizi bitmiş olmalı ki ardına döndü. Tam o anda Ala ile göz göze geldiler. İfadesiz gözleri Ala da takılı kalsa da Ala yaklanmış olmanın verdiği panik ile pencerenin önünden uzaklaşıp kendini mutfağa attı. Dolabın kapağını açıp hiç oyalanmadan kahvaltı için gerekli malzemeleri çıkamaya başladı.
Çok geçmeden evin kapısı açıldı ve yabancı eşikte belirdi. Genç kızı izleyerek koltuğa doğru ilerledi. Oturmadan önce, "Elinde giyebileceğim tişört var mı yada kazak benzeri şeyler hiç fark etmez?"diye sordu. Ala yine sessizliğini korumaktaydı. Genç adam başka birşey söylemeden yerine oturdu, yine cevapsız kalacağı günlerden biri olduğunu çok iyi anlamıştı. Ala kahvaltılıkları tezgahın üzerindeki büyük siniye yerleştirdikten sonra salondan ayrıldı. Üst kata çıkan merdivenleri tırmanırken nereye gittiğini sorgulayan genç adam çok geçmeden kendisini ilgilendirmediğini söyleyerek önüne döndü.
Büyük babasının odasına gelen Ala dolaptan kırmızı bir tişörtü kaptığı gibi yeniden çıktı oradan. Bu sefer bir dakika bile oyalanmamıştı. Tişörtü aşağı genç adama götürdü. Ona uzattığın da bunu beklemeyen genç adam yine ve yeniden şaşırmıştı onun iyiliği karşısında. Bu konu üzerine tek bir kelime bile söylemeden tişörtü üzerine geçirdi. Beraber kahvaltı yapmaya başladılar. Genç adamın gözleri sık sık genç kızın elindeki siyah eldivene takılıyordu. Gözlerini açtığı günden bu yana bir kere bile onu çıplak elle görmemişti. O eldiveni neden taktığını merak ediyordu. Edilmeyecek gibi de değildi. İlk zamanlar krem sürerken eline bulaşmaması ya da yaraya çıplak tenle dokunmaktan iğrendiği için taktığını düşünmüştü ancak zaman içerisinde onu ne olursa olsun elindeki eldiveni hiç çıkarmadan dolaştığını görünce sebebin düşündüğü şeyler olmadığını anlamıştı. Sormak da gelmiyordu içinden, malum Ala ona cevap vermeme konusunda son derece ısrarcıydı.
Genç kız genç adamın ellerine olan ilgisinin farkındaydı bu yüzden yemek yerken oldukça rahatsız davranıyordu. Ellerine ihtiyač duymasa masanın altına saklayıp öyle yemek yerdi ancak bu mümkün olmadığından yapamıyordu. Yine de çekingen bir tavır vardı ellerinde. Kahvaltısı bittikten sonra hızlıca kalktı yerinden ve hızlıca evi terk etti. Üstelik bulaşıkları toplamayı bile düşünmemişti.
Dışarı çıkması ile beraber dün gece yine ormanı ele geçiren şiddetli yağmurun ardında bıraktığı nemli hava ile karşılaştı. Etraf yine buram buram toprak kokuyordu ve ıslak dal kokusu da buna dahildi.
Yönünü ahıra doğru çevirip adımlarını oraya doğru sürdü. Dün geceden beri hayvanlarının ne alemde olduğunu merak ediyordu. En son ineklerden birine sinirlenip iki gün aç bırakacağını iddia ettikten sonra hırsla eve gelmiş akşam yemeği için avlanmak dışında dışarı çıkmamıştı. Daha doğrusu yağmur yüzünden çıkamamıştı.
Ahırın iki kanatlı kapısını sonuna kadar araladığın da ayaklarına doğru savrulan su kütlesi şaşkınlık içerisinde kalmasına neden olmuştu. Ahır adeta göl yatağına dönmüştü. "Buraya ne olmuş böyle?"diyerek içeri doğru adımladı. Sarı uzun çizmeleri sayesinde rahatlıkla hareket edebiliyordu suyun içinde.
Hayvanları üzerinde gezinen gözlerini, endişe bürünmüştü. Tüyleri duş almışcasına ıslaktı. Nedenini anlamak için kafasını kaldırıp gözlerini tavanda gezdirdi ve o an tavanda açılan büyük deliği fark etti. Rüzgar çok sert esmişti, bu da çatıda delik açılmasına neden olmuştu. Genç kız, bezginlikle söylenerek tamir edavatlarını almak içine eve geri döndü. Kilerden aldığı aletlerle yeniden ahıra döndüğünde çatıya çıkmadan önce hayvanların altındaki zemini sudan arındırdı. Tosunun bölgesini temizlemeden önce Tosunu oradan alıp başka bir yere götürmesi gerekmişti şayet kendisine zarar verme ihtimalı düşük de olsa vardı. Dün geceden sonra bir darbe daha almak istemediği için işini garantiye alarak bu ihtimalden de kurtuldu. Ahırı iyice temizledi. Sudan arınan zeminin kayganlığını gidermek için ineklerin ve koyunların bölgesine belli miktarda saman döktü. Böylece işi bitmişti. Geri çekilip ahıra şöyle bir göz attı. İyi durumdaydı. Yaklaşık iki saatin sonunda, yaptığı işten memnun bir şekilde ardına döndü.
O kadar çok yorulmuştu ki Tosunu açık bıraktığını unutarak, ahırdan çıktı ve çatıya çıkarak hasarlı yerleri tamir etmeye başladı. Ne kadar sonbahar güneşi etkisiz olsa da sarf ettiği efor tam tepesinden vuran güneş ışınlarıyla bir olunca epey sıcaklamıştı. Vurduğu her çekiç darbesinde sanki çatı, yarılacak da içine girecekmiş gibi sarsılıyordu. Bu Ala'yı hiç korkutmuyordu şayet alışıktı böyle şeylere.
İçerde oturmaktan sıkılan genç adam, uzun zamandır merak ettiği bu evin çevresini gündüz gözüyle görme kararı alıp bahçeye çıktı. Az ileride kendisini selamlaya ağaçlara bakarak içine derin nefes çekti. Temiz hava ciğerlerine iyi gelmişti. Bir sağına bir soluna bakıp nereye gideceğine karar verirken sağ tarafın ormana devam ettiğini görüp sol taraftan gitmeye karar kıldı. Önünde düz ilerleyen topraklı bir yol vardı. Daha önce çok kez kullanıldığı aşikardı. Yolu takip ederek yürüdüğün de büyük bir yapı gördü ileride. Ve attığı her adımda kulağına daha yakından gelmeye başlayan hayvan sesleri işitti. Duyduğu sesleri takip ederek ahırın kapısının önüne kadar geldi. Hayvan seslerinden ziyade çatıdan da büyük bir gürültü yükseliyordu. "Dilsiz kız!"diye seslenerek ahırın kapısından içeri girdi. Ancak ilk adımda bundan pişmanlık duydu. İri mi iri kap kara bir boğa ile göz göze gelmeyi kesinlikle beklemiyordu. Gözlerinden fışkıran alev, adeta bir volakin patlama misali etrafa magmalar saçıyordu. Burnundan püskürttüğü öfkeli nefes bir sis bulutu gibi gözle görülüyordu. Genç adam bir anda öfkelenmesinin sebebini bilmese de anlması uzun sürmedi. Şaşkın bakışlarını yavaşça kendi üzerine indirdi. Kırmızı tişörtün, kabak gibi parıldayışı, "Ha s*ktir!"diye bir küfür savurmasına neden oldu dudaklarından. Kendisine ölümcül bakışlar atan boğanın koşmak için hazırlandığını görmesi ile hızla geriye kaçıp kapı kapattı. Bu sırada çoktan harekete geçmis olan boğa kapıların kapanması ile ahşap parçasına tosladı. Ancak bu öfkeli boğayı durdurmuşa benzemiyordu.
Geri geri giderek hızla koştu koca boynuzunu kapıya geçirdi. Hızını alamayıp bir kere daha yaptı ve bir kere daha. Vurmanın etkisiyle ahır adeta deprem olmuşcasına sallanıyordu. Kopan yaygaradan diğer çiftlik hayvanları da oldukça etkilenmişlerdi. Paniğe kapılan hayvanlar bağırarak bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturarak paçayı kurtamaya çalışıyorlardı oysaki onlar için tehlike arz eden bir durum yoktu. Hayvan aklı işte her saniye kendini koruma iç güdüsü ile çalışıyordu.
Çatıda tamir işiyle uğraşan genç kız bir beşik gibi sallandığını fark ettiğinde fal taşı gibi açılan gözlerini neler olduğunu anlamak için etrafta gezdirdi. Çatı o kadar şiddetli sarsılıyordu ki düşmemek için sıkıca tutunması gerekmişti. Bir yandan, yerini sağlamlaştımaya çalışırken öbür taraftan buna neden olan şeyi anlamaya çalışmak epey zordu. O an Tosunu açık bıraktığını hatırladı. Ancak yine de ters giden birşeyler vardı. Tosun birşeye öfkelenmediği sürece agrasif tavırlar sergilemezdi.
Alt kattan gelen kapı gürültüsü, parçaları birleştimesinde oldukça büyük rol oynuyordu. Tutunarak çatının ucuna kadar geldi. Aşağıya bakması ile yabancıyı kapının önünde birşey araken görmesi bir oldu. Kırmızı tişörtü dikkatini çektiği an olan biteni hemen anlamıştı. Şimdi buna çözüm bulması gerekiyordu ancak çatıdayken elinden birşey gelmezdi üstelik şiddetli bir sarsıntıyla mücadele ediyordu. Aşağıya doğru, "Orada neler oluyor?"diye seslendi.
Sesi aşağıdaki yabancıya ulaştığında kafasını hızla yukarı genç kızın olduğu tarafa çevirdi, "Senin orada ne işin var?"diye sordu şaşkınlıkla. Durmadan kapıya vuran boğa artık kapıyı kırmak üzereydi. Bir kez daha vurdu bu defa çok daha şiddetliydi öyle ki genç kız yerinden bir kaç milim havaya sıçramıştı. Sonuç alamadığı her saniye biraz daha öfkleniyor, biraz daha kuvvet harcıyordu. Genç adam bakışlarını kapıya çevirdi, "Galiba kapıyı kıracak!"dedi. Üzerinde korku veya benzeri duygular yoktu.
Boğa bir kez daha vurdu. Genç kız bir kez daha sırçradı yerdinden. Sonra olanlar oldu. Yerin altından çekildiğini hisseden genç kız çığlıklar eşliğinde kendini havada savrulurken buldu. Çok geçmeden Tosunun ayağının dibine düştü. Henüz neler olduğunu anlayamadan, Tosunun geri geri üzerine doğru geldiğini gördü ve ezilmeden bir saniye önce yuvarlanarak geriye kaçtı. Ecel terleri, vücuduna hücum etti o anda. Ezilmekten kıl payı kurtulmuş olsa da teklike henüz devam ediyordu.
Son kez geriye çekilen Tosun, koşarak kapıya vurdu ve aldığı sert darbe ile birlikte ikiye ayrılan tahta parçaları gün ışığına geçit vermiş ahırın her tarafı aydınlanmıştı. Açılan boşluktan kendini dışarı atan öfkeli boğa, bir kaç metre ileride duran yabancıyı gözüne kestirip üzerine doğru koşmaya başladı tüm hızıyla.
Düştüğü anda agır darbe alan genç kız ağrılarını düşünmeye fırsat bulamadan, kapının kırılması ve boğasının firar etmesi şokuyla yüzleşti. Mutlak sonun er ya da geç gerçekleşeceğini biliyordu ama şoka girmemek elde değildi. Hafif doğrulup etrafa bakındı. Duvarda asılı olan halatları görünce, yerinden kalkmak için hareketlendi ancak o da ne ahırın bütün hayvanları kafesi açık kalmış kuş gibi kapıya doğru koşuyordu. Daha ilk şokunu üzerinden atamadan ikinci şok dalgasıyla sarsılan genç kız bu defa üzerinden geçip giden toynaklardan kurtulamadı. Nerdeyse her yerinden darbe almış her yeri ezilmişti. Acısı ikiye katlanmıştı ve bu defa hayvanlarının boşluktan kaçıp çiftliğin dört yanına dağılışını izlemek zorunda kaldı el mecburi. Onları toplamak ve ahıra geri sokmak dünyanın en zahmetli şeyiydi. En azından onun dünyasının. Buna yakınırken gözleri durdurulmaz bir hal alan boğanın, ecel olmak için çırpınan bacaklarını gördüğü anda halata döndü ve yerinden zor bela da olsa kalktı. Yediği darbeler onu sersemleştimişti bu nedenle dengesini korumak için bir kaç saniyeye ihtiyaç duydu. Bu süreçte fevri hareketler yaparak kemiğinin sızlamasına neden olsa da buna aldırış edecek vakit bulamamıştı. Belini tutarak ipin asılı durduğu duvara koşup ipi ordan aldığı gibi çıkışa ilerledi. Parçalara ayrılan kapıyı gördükçe çığlık atma isteği duydu ama bu isteği de sonraya ertelemek zorundaydı durduması gereken öfkeli bir boğa varken en yersiz çabaydı kapı için üzülmek. Kapıyı da es geçip yabancıya kafayı takmış olan boğanın peşine takıldı.
Sık sık omuzunun üzerinden, boğayı kontrol eden genç adam, son sürat koşmaya devam ediyordu. Boğanın gözü dönmüştü eğer ona yakalanırsa ölür ya da sağlam bir tane bile kemiği kalmazdı. Bu yüzden elinden geldiğince koşmaya devam etti. Böğründeki yara o koştukça kanamaya başlıyordu ancak bunu düşünecek bir saniyesi bile yoktu. Patika yollar kendisine zorluk çıkarasa da çevik hareketlerle alt ediyordu hepsini. Bu kovalamacanın ne zaman sona ereceğini merak ederken boğanın ardında koşan genç kızı gördü göz ucuyla. O da en az kendisi kadar hızlı koşuyordu, ne yapmaya çalıştığını bilmese de buna beyin yormaya vakit bulamadı.
Ala'yı düşünmeyi bırakıp önüne döndü. Az ileride kalın ağaçlardan yapılmış çitler olduğunu görünce içinden küfürler savurmak geldi. Ardındaki öfkeli boğanın onu da yıkacağından hiç şüphesi yoktu. Bir kurtuluş değil bir engel gibi gözüküyordu gözüne. Koşmayı bırakmadı yön deştimek için de fırsatı yoktu maalesef. Bir şekilde atlaması gerekiyordu bu engeli. Öyle de yaptı. Sonuçlar biraz ağır olsa da ölmekten beter değildi. Ölümden korkuyor değildi ancak daha, yapması gereken şeyler varken boğanın celladı olmasına izin veremezdi.
Çitlere yaklaşmaya bir kaç adım kala kontrolü bir şekilde kendini yere attı ve kayarak geçti çitlerin altından. Toprağa sürtünen ayakları sayesinde toz duman olmuştu her yan. Genç adam çıkan tozun içinde kaybolmuştu nerdeyse. Yorulmuştu kalkmaya mecali olsa da koşmaya daha fazla devam edemeyeceğini biliyordu. Üstelik yarası da çok kötü durumdaydı. Kendini yere bıraktığı zaman darbe almış daha şiddeli kanamaya başlamıştı. Hal böyleyken soluk soluğa durmak ve boğanın gelişini izlemekten başka birşey gelmedi elinden .
Nabız tutulmuştu. Koca bir et yığını olan agrasif boğa etlerini bir o yana bir bu yana sallayarak tüm hızıyla koşuyordu. Tonlarca ağırlı altında ezilen toprak adeta haykırıyor her zerresini gökyüzüne sallıyordu. Yer sarsılıyordu hafiften, biraz daha devam ederse yarılıp içine girmeye müsaitti artık. Burnundan püskürttüğü buhar ve gözlerindeki hırçın ifade korkutucuydu. Fakat genç adam bundan zerre etkilenmişe benzemiyordu. İstese kendisini tek boynuz darbesinde öldürebileceğini ki zaten bunun için çabaladığını biliyordu ancak bugün ölüm söz konusu değildi onun için. Paçayı kurtarmak için yapması gereken herşeyi yaptığı halde yolun sonunda idi artık. Ya az sonra sert bir boynuz darbesiyle ölecekedi ya da bir mücize gerçekleşecekti. İkinci seçenek masallarda oluyordu yalnızca en azından onun katı düşünceleri böyle söylüyordu. Bu düşünceye sahip olan genç adamın mücizevi bir beklentisi yoktu. Sadece olacakları bekliyordu.
Kaderine razı gelmiş bir maktülden farksızdı. Daha odun parçasından destek alarak ayakta duruyorken kaçmak mümkün bile değildi.
Saniyeler geçiyordu. Artık yaşamın son demleri olabilirdi genç adam için. Yaklaşmak üzere olan öfkeli hayvan az sonra istediğini alacaktı muhtemelen.
Yanına ulaşmasına ramak kala hiç beklemediği birşey oldu. Kuş gibi süzülen bir halat göründü havada, döne döne geldi ve boğanın boğazına tıpkı bir hulahop gibi dolandı. Kaşları çatılan genç adam neler olduğunu anlamaya çalışırken, çok geçmeden genç kız kadrajına girdi. Boğanın belli bir mesafe uzağında, halatın diğer ucu elleri arasındaydı. Ayaklarını yere sapitlemiş elindeki halatı çekiştirerek boğayı durdurmaya çalışıyordu. Ancak bir boğanın gücüne karşı koymak ne kadar mümkünse genç kız da o kadar başarılı olabilmişti. İlk başta durdu gibi olan boğa, bir anda kafasını öne doğru savurarak halatı çekiştirdi. Halatı kollarına sıkıca geçirmiş olan genç kız, çekiştirmenin etkisi ile öne doğru savruldu ve yüz üstü yer çakıldı. Canı çok yanmıştı. Kollarında korkuç bir sızı meydana gelmişti ama buna rağmen güçlü tavrından ödün vermiyordu genç kız.
Tüm bunları soğukkanlılık ile izleyen genç adam genç kızın başına gelenlerden hiç hoşnut değildi. Üzerindeki tişörtü çıkarıp fırlatabildiği kadar uzağa fırlattı. Gözleri havada süzülen tişörte takılı kalan öfkeli boğa, o tarafa koşmaya başlayınca genç kız ardından sürüklenmeye başladı gerisinde koca bir toz bulutu bırakarak. Genç adam yardım için koştu ancak genç kız onun düşündüğünden de çevik biriydi ve bir kez daha onu şaşırtarak ayaklarını öne alıp bedenini gereye doğru bıraktı. Bu hareketi boğanın hızını kesmişti. Boğanın yavaşlaması ile birlikte dengesini sağlayan genç kız halatı kollarına sararak boğaya doğru koştu ve yanına iyice yaklaştığında kısacık hâle getirdiği halattan yardım alarak boğanın üzerine atladı.
Bir süre hakimiyeti elde etmek için bekledi. Bu sürede son gaz koşmaya devam eden boğa rüzgara zemin harızlıyordu. O koştukça rüzgar daha sert esiyordu ve Ala'nın üzerine doğru hunharca savruluyordu. Rüzgarın zarafetinden nasibini alan siyah uzun saçları da, geriye doğru savrularak adeta dans ediyordu rüzgarla. Hayran hayran izlenecek bir görüntü vardı orada. Abartmak değil hatta fazlası vardı ancak azı yoktu. Genç adamın gözlerindeki ifadeden okunuyordu asıl gerçekler.
Çok sonradan hakimiyet yavaş yavaş eline geçtiğinde ön tarafa doğru eğilip boğanın tüylerini okşayarak kulağına doğru birşeyler söylemeye başladı. Bu sırada tek eliyle hala halata sıkıca tutunmuş dengesini korumaya çalışıyordu düşmemek için. Tüm bu olanlara uzaktan şahitlik eden genç adam büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. Genç kızın ne dediğini duymasa da sergilediği hareketleri hayranlık içersinde izliyordu. Bir kızın bu denli yetenekli olması, genç adamın yargılarını alt üst etmişti.
Uzaktan yaklaşan havlama sesi ile ardına baktı. Alf koşarak oraya doğru geliyordu. Böğründe hissetiği ağrı ile elini üzerine koyup geri çekildi bundan sonra kendisinin yapabileceği hiçbir şey olmadığının farkındaydı meydanı ehline bırakmıştı. Tek derdi tüm bunların sebebi olmasıydı. Bunca yaygaraya neden olduğu için kendine kızıyordu içten içe. Aslında bir boğanın açık bırakılmaması gerektiğini unutan Ala'nın da bundan suçu olsa da genç adam bunu aklının ucuna dahi getirmedi.
Boğayı kontrol altına alan genç kız, ikinci bir vukunun meydana gelmeyeceğinden emin olduktan sonra kendini yere attı. Ayaklarının yere sertçe değmesi ile yerden küçük bir toz bulutu yükseldi. İpi tutup boğaya yön vererek ahıra doğru götürdü. Bu sırada sık sık tüylerini okşamaya devam etmekteydi. Onun dilinden anladığı açıktı, yıllarca beslemiş büyütmüş biri olarak normaldi bu durum. Uzakdan koşarak yanına gelen Alf olay mahalline geç kalan polis memuru gibi etrafa havlayarak neler olduğunu anlamaya çalışmakdan ileri gidememişti. Havlamak için geç olduğunu vurgulayan gözlerle ona bakan Ala, "Herşey yolunda çaylak havlamayı bırakabilirsin."dedi. Ahırın kapısından içeri girdiler. Tosunu alıp eski yerine bağladıktan sonra kapıya yılgın bir bakış atıp dışarı çıktı. Yarasını tutarak kendisine doğru gelen, sert ifadeli genç adamı görünce yavaşça gerindi olduğu yerde. "İyi misin?"diye sordu genç adam.
Genç kız yanından geçip gitti. Ancak üçüncü adımını atmasına izin vermedi genç adam. "Ala, kusuruma bakma tüm bu olanların sebebi benim. Böyle olacağı aklıma gelmezdi, zaten tahmin etme şansım olsaydı evden çıkmazdım." Özür dilerken ki halinde bile üstünlük sahibi havası vardı. Özür dilemek değil de daha çok, öylesine birşeyden bahsediyor gibiydi. Hatasını kabul etmekten östesi değildi bu yaptığı ve tamamen erdem sahibi olduğunun göstergesiydi sergilediği her bir hareket. Özür dilemek alçaklık değil gerçek bir erdemlikti genç adam da bu sözü kanıtlamanın vücut bulmuş haliydi.
Kaşları çatık bir şekilde ardına dönen genç kız, "Adımı nerden biliyorsun?"diye sordu. Buna aşırı şaşkınlık gösterdiği her bir mimiğinden okunuyordu açıkça.
"Evin, banyodaki konuşmalarını bana taşıyacak kadar küçük ya da sen fazla gürültülü konuşuyorsun. Bilemiyorum."dedi hafif alaylı bir sesle. Aslında daha çok eğleniyor görünüyordu ancak işin aslını konuşmak zordu.
"Beni mi dinliyorsun?"diye sordu genç kız. Eğer cevap olumlu ise bundan hiç hoşnut duymayacağı yüzünün her santiminde rol çalmaya hazır sinir duygusunun pusuda beklemesinden belli oluyordu.
Genç adam yüzündeki sert ifadeyle baktı. Her zamanki haliydi bu sertlik, nazarında ifadesizdi bakışları. "Benim hakkımda fazla mı kötü izlenimlere sahipsin yoksa ben mi kuruntu yapıyorum?"diye sordu. Pek de sevecen göründüğü söylenmezdi. Alacağı cevaba göre her an öfke patlaması yaşayacakmış gibi duruyordu. Şayet onunda birikmişleri vardı içinde.
Genç kız sorusunu yanıtsız bırakarak uzaklaştı oradan. Belki de kaçmadı yaptığı belki de verebileceği bir cevabı yoktu. Kestirmek zordu.
📜
Gözüne kestiridiği çalılıklardan birnin daha ardına bakmak için sarı yaprakları kenara itti. Duyduğu hışırtı seslerinin neye ait olduğunu merak ederken oldukça hızlı davranıyordu. Dalları çekip yarattığı boşluktan çalılığın arkasına baktı. Beklentilerini karşılamayan manzara karşısında bezgin bir nefes salıp geri çekilmeden önce çiftleşen kaplumbağalardan özür diledi ve mahramiyete saygı duyarak çalılığı eski haline getirdi. Ellerini karnına yerleştirip ötlere doğru, yılgın bir bakış atarak, "Nerdesin be kızım?"diye mırıldandı. Dakikalardır koyunlardan biri kayıptı ve aramadığı delik kalmadığı halde hâlâ bulamamış olmanın sıkıntısı ile iç geçirdi.
Kime kızacağını bilmiyordu. Kimseyi sorumlu tutmuyordu bu olaydan hatta boğayı hareketen geçiren yabancıyı bile suçlamıyordu şayet onun bir suçu yoktu Ala'ya göre. Tosunu açık bırakarak hatayı kendisinde buluyor, kendini suçluyordu sadece. Boğasının sinirlendi mi ne denli bir eşkiyaya dönüştüğü biliyordu. Herşey zincirleme bir kaza gibi meydana gelmişti. Hataların biri olmasa hiçbiri de olmazdı ve bunun sebebi de yine sadece ve sadece kendisiydi. En azından Ala'nın düşüncesi böyleydi.
Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi silmeden aramaya kaldığı yerden devam etti. Yakınmamnın bir anlamı olmadığını biliyordu. Sonuçta olan olmuş, görülen zarar ziyadesi ile görülmüştü. Keşkeler sonucu değiştirmiyordu ve geri getiremeyeceği bir zamana kafa yormaya gerek yoktu. Zihnin her bir santimiyle bunu düşünen genç kız yoluna devam ederek sıkıntılarını geride bıraktı.
Bir kaç kilometre uzağında yeri koklayarak koyunu arayan Alf'in küçük bir nokta kadar görüntüsüne çarpan gözleri ardından, "Buldun mu Alf?"diye seslendi. Mesafe büyük olduğundan sesini fazla yükseltmek zorunda kalmıştı. Kuşları kaçırtacak kadar ama neyseki kaçacak bir kuş bile yoktu etrafta. Alf kafasını yerden kaldırıp ona doğru bir kere havladı. Bu cevabın hayır olduğunu anlamış olan genç kız önüne döndü.
Ormanın balta girmemiş derinliklerine doğru rota aldı. Az gitti uz gitti. Koyundan bir haber yoktu. Baka bileceği her yere bakıyordu hatta ihtimalin sıfır olduğu yerlere bile bakıyordu. En basitinden bir köstebek deliğinde koyun arıyacak kadar çaresiz hissediyordu. Bu kadar kısa süre içerisinde nereye gitmiş olabilirdi, bunu gerçekten aklı almıyordu. Tüy yumağı duba gibi hayvan çıplak ormanda nereye gizlemiş olabilirdi de bu denli görünmezdi. Aklı tuhaf düşüncelerin girdabında savrulup durdu öylece. Elindeki baltayı önüne gelen her çalılığa doğru savuruyor artık bezmiş biri olarak özenle bakmak bile gelmiyordu içinden. Ümidini kaybetmek üzere olan bir direnişçiden farksızdı tavırları.
Alf'in havlama sesiyle durdu ve dikkat kesildi. Sesin nereden geldiğini anladığı anda yönünü oraya çevirip hızla yürümeye başladı hafif bir tepecik vardı önünde, yere tutunarak ilermek zorunda kaldığında baltasından destek almıştı. Demir ucunu yere saplayıp kendini yukarı çekti, ve bir çok kez bunu tekrarladı. Bir kaç uğraş sonrasında tepenin üzerindeydi artık. Etrafa kuş bakışı atıp Alf'in konumunu buldu ve oraya doğru ilerledi. Alf önündeki birşeye bakarak havlıyordu. Çok sonradan onun bir oyuk olduğunu anladı. Neden oraya doğru havladığını tahmin ettiğin de endişeyle hızını artırdı. "Alf!"diyerek koştu yanına. Aşağı baktığı anda tahminlerinin doğru olduğuna kanat getirdi. "Muzur senin orada ne işin var!"diye seslendi çukurun içinde meleyerek kurtarılmayı bekleyen masum koyununa. Ürkek bakışları ne kadar korktuğunu gözler önüne seriyordu. Düşme esnasında hasar almış olabilirdi genç kız bunu anlamak için durum analizi yaptı. Titreyen bacaklarından başka fark edebildiği birşey olmamıştı. Kendisine doğru yalvarıcasına bakan ve çıkmak için durmadan çırpınan koyununa, "Ah be muzur ne vardı da atın kendini bu ormana!"diye yakındı. Muzur bir kere daha kedisine doğru melediğin de, "Merak etme kurtaracağım seni oradan."diyerek teskin etti ve hiç vakit kaybetmeden etrafta çare aramaya başladı. Evden alelacele çıktığı için yanına balta dışında hiçbir şey almayı akıl edememişti. Vahşi hayvanlarla dolu bir ormanda savunmasız bir koyunun yaşama ihtimali oldukça düşükken başka birşey düşünme şansı da yoktu zaten. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden kendini ormana bırakmış, olabildiğince hızlı davranmıştı.
Bir sarmaşık aradı gözleri. Eve dönmek için vakti yoktu eğer dönmeye kalkarsa bu defa tekrar buraya gelene kadar akşam olacakdı ve akşamları orman olduğundan da daha tehlikeliydi. Bu nedenle eve gidip halat alma fikrini hemen silip attı ve doğanın nimetlerinden faydalanabileceği birşeyler aradı. Onlardan biri de sağlam birer sarmaşıkdı. Durduğu yerden aradığını bulamayacağını anlayıp tabana kuvvet diyerek etrafta dolanmaya başladı. Alf de onunla aynı şekilde aramaya koyulmuştu. Çok geçmeden ellerinde uzun bir sarmaşık ile koyunun bulunduğu oluğun yanına geldiler.
Getirdiği sarmaşığı ağaçlardan birinin gövdesine bağlayıp Alf'e döndü, "Burda bekle eğer sarmaşık koporsa ne yapacağını biliyorsun."dedi. Alf tek bir havlama ile onu onayladı. Alf'e aşırı güvenen Ala hiç düşünmeden geri geri giderek kendini oluktan aşağı bıraktı. Tek tek adımlayarak sarmaşığa sıkıca tutunmuş bir şekilde indi aşağı doğru. Kendisini aşağıda bekleyen koyun yere inmesine çok az kala kendini kenara çekti. Sorunsuz bir şekilde aşağı inen genç kız koyuna bakıp, "İşte burdayım. Şimdi sıra seni yukarı çıkarmakda."dedi. Kolunu ona doğru uzatıp, "Gel bakalım."dediğinde koyun direk kolunun içine girdi ve Ala kolunu ona dolayarak sım sıkı sardı. Tek eliyle hiç zorlanmadan oluğun yukarısına kadar taşıya bilmişti hayvanı.
Yeniden yukarı çıktığın da bir maceranın daha sonuna gelmişti. Bu defa hiçbir zorluk çekmemiş olmak, biraz da olsa iyi hissetirmiş genç kıza derin bir oh çektirmişti. Koyunun kurtulduğuna aşırı mutlu olan Alf yerinde durmadan havaya zıplayarak sevinç naraları atmıştı. Ona gülerek bakan Ala, "Tamam bu kadar abartmaya gerek yok çaylak, mükemelim biliyorum ama bizimde insani görevimizi yerine getirme aşkımız var."dedi.
Herşey genç kız için yeni başlıyordu. Ahırın önüne geldiği andan itibaren yüzü beş karıştı. Gördüğü manzaraya ağlamaklı gözlerle baktı. Kafasını yukarı kaldırdığın da bu istek daha da arttı. Hasar büyükdü. Gece olmadan önce tamir edilmesi gereken bir çift kapı ve gece yağmur yağma ihtimaline karşı bir adet çatı vardı. Sadece iki saati vardı ve iki saat içersinde tüm bunlarla ilgilenip üştüne hayvanları sağması ve yemlemesi gerektiğini bilen genç kız isyanlardaydı. Hepsi bu kadar da değildi, parmaklıklar ardında yemek bekleyen koca bir adam vardı. Avlanmak için vakit bulabilir miydi bilmiyordu ama elinde onu doyuracak kadar etin olmadığı da korkunç bir gerçekti. Tüm yapılacaklar listesi aklına geldikçe de yoğunluğu altında eziliyor tek adım dahi atmak gelmiyordu içinden. Ellerini sıkıntıyla belline yerleştirdi ve baktı. Ne yapacakdı şimdi? Saatler içerisinde nasıl gelecekdi bu kadar işin üstesinden?
Cevabı bilmiyordu tek bildiği şey bir noktadan başlaması gerektiğiydi. Bu nedenle harekete geçti. Önce ahırı tamir etmeye karar verdi en önemli iş bu olmasa da avlanma işini Alf'e verme fikri ile meşgul olduğu için, ahırı tamir etme işi yapacaklar listesinde birinci sırada yer almıştı.
Alf'a döndü. "Alf bugün avlanmak senin işin gördüğün gibi benim işim başımdan aşkın ve herşeye yetişecek kadar vaktim olduğunu zannetmiyorum." Alf üstüne düşen vazifeyi yerine getirmek için oldukça hazır görünüyordu. Dikleşti ve sahibi onaylayarak hiç vakit harcamadan ormana doğru yol aldı. "Dikkatli ol!"diye ardından seslenen genç kız Alf'in gözden uzaklaşması ile önüne döndü. "Evet haydi bakalım başlayalım."diyerek kollarını sıvadı. Alet edavatlar ahırda olduğu için eve gitme gereği olmadığını düşünerek ahıra gitmek üzere hareketlenmişti ki sütleri koymak için bakraçı alıp gelse çok daha iyi olur diye düşünerek yönünü değişti. Şayet burada işlerle meşgul iken bir daha eve gitme gereği duymayacaktı. Üstelik susamıştı yanına bir sürahi su alması iyi olacakdı. Bunları kafasında onaylayarak eve geldi.
Kapıyı açtı. İçeri adımlarken yabancıyı fark edince bir an irkildi. Kafasını koltuğun arkasına yaslamış salaş bir şekilde uzanarak tavanı izliyordu sessizce. Oldukça hareketsizdi. Ruhu bedenini terk etmiş birini andırıyordu. Genç kız onu öyle görünce bir an korkmuştu. Gözleri sık sık ona kayarken mutfağa geldi ve her zamanki yerinde olan bakraçı almak için tezgahın altına doğru eğildi. Fakat gözlerini yabancıdan alamamıştı ilk beş saniye. Eli doğru nesneyi bulamayınca mecburi ayırmak zorunda kaldı. Tekrar doğrulduğun da basamakları indi salon ile mutfak arasındaki gözleri yabancıyı kontrol etmeyi bırakmıyordu ancak sonra su almayı unuttuğunu fark ederek geri döndü. Çıkardığı takırtı seslerine rağmen yabancı hareket etmiyordu. Üstelik üzeri çıplak, bandajı kana bulanmış oldukça dağınlık bir görüntüye sahipti. Eve geldiğinden beri hiçbir şey yapmadan öylece koltuğa oturduğu belliydi. Canı yanmıyor mu acaba diye düşündü içinden. Sonra kendisini ilgilendirmediğini düşünerek su ile doldurduğu sürahiyi de alarak çıkış kapısının yanına kadar geldi. Ama çıkamadı bir türlü. İçindeki dürtü yeniden yabancıya bakmasına neden olunca, evden çıkmak aklından uçup gitti sanki.
Genç adamın az önce açık duran gözleri şimdi kapalıydı. Bu genç kızı saçma kuşkulara itmişti ancak onun için saçma olmadığı aşikardı. Oldukça inanıyordu aklına hücum eden düşüncelere. Kaşlarını çatmış, "Ne oluyor len!"diye mırıldandı kendi kendine. Sonra elindekileri yere bıraktı ve yavaşça ses çıkarmadan genç adama doğru yaklaştı. Ayaklarının dibine geldiğin de üzerine doğru hafifçe eğildi ardından elini göz hizasına getirerek iki yana salladı ağır ağır. Genç adamda tık yoktu. Kuşkuları devleşen Ala, "Öldü mü acaba?"diye mırıldandı yüzüne doğru. Haline dışardan bakan biri gülmemek için büyük mücadele vermesi gerekirdi.
Aniden, "Az kaldı."diyen genç adam genç kızı fena halde ürkütmüştü. Geriye doğru irkilen genç kız düşmeden önce dengesini son anda korumayı başardı. Şaşkın gözleri genç adamın üzerinde dolanırken yavaşça göz kapaklarını aralayan genç adam ise siyah harelerini direkt şaşkın gözlerine konumlandırdı. "Biraz daha gayret edersen ağzımın içine gireceksin."dedi üslubu ise ha gayret başara bilirsin dercesine alaylı bir havaya sahipti. Genç kız tabiri caizse mal gibi baktı gözlerine. Gözlerindeki şapşal ifade genç adamı güldürmüştü. Sola doğru kıvrılan dudağı yüzünde çok tatlı bir ifadeye neden olmuştu. İfadesini silmeden hafif doğruldu ve yerinde kıpırdanarak geriye kayıp belini iyice yasladı koltuk başlığına. "Bana biraz daha öyle bakmaya devam edersen a..." Genç kız gözlerini kocaman açınca dudağındaki gülüş büyüdü ve ağzı a harfi çıkarıcasına açıkta kaldı hafiften. Parmaklarını, hareket etmeden put gibi duran genç kızın göz hizasına çıkartarak bir kere şıklatı ve, "Burda mısın?"diye sordu. Yüzündeki ifade genç kızın dikkatini o kadar çekmişti ki düşüncelerde boğulmuştu adeta.
Ama neyseki yaptığı hareket Ala'yı kendine getirmeye yetmişti. Hızla kendini toparlayıp birşey arar gibi etrafına bakındı sonra gözleri kapının önüne bıraktığı su ve kovaya çarpınca yerinde durması bir saniye bile sürmedi. O ne yaptıysa gözleriyle onu takip eden genç adam gidişine şahitlik etti sessizlik içinde. Ala'nın kapıdan çıkmasıyla önüne döndü yüzündeki hin gülüş ile. "Sanırım birileri şuurunu kaybetti."diye mırıldandı.
Kendini dışarı atan genç kız arkasına bile bakmadan hızlı adımlarla kaçtı oradan. Gören genç adamın kendisini kovaladığını zannederdi ama kimsenin kovaladığı falan yoktu. Neyden kaçtığı da bilinmezdi.
Ahırının önüne geldiğinde amansız kaçış son bulmuştu. Sadece adımlayacak kadar yavaşladığında nefesi de düzene girmek için harekete geçmişti. Elindekiler ile ahıra girip hayvanlarını selamladı. Kovayı duvara çakılı çirvilerden birine astıktan sonra, "Şu çatıyı tamir edelim bakalım."diye konuştu kendi kendine. Bu sırada gözleri tavanda kocaman açılan delikdeydi. Uzun bir akşam üstü kendisini bekliyordu. Yoğun bir telaş süreci olacağından hiç şüphesi yoktu, karanlığa yakalanmadan bitirmek güçdü ve o güçü yüksek olasılığa çevirmekde hız istiyordu. Günün sonunda kendisine ne olacağını bilmiyordu ama şimdiden yorulmuştu.
Şikayet etmeyi bırakıp çatıya doğru yol aldı. Zihnini boşlatıp yalnızca işine odaklanmaya adadı kendini. Ahırın yanında bekleyen yedek saçlardan birini alarak çatıya çıktı. Sacın metal sesi kendisine eşlik ederken dikkatlice deliğin bulunduğu alana kadar geldi. Beline doladığı çantanın içinde gerekli olan diğer malzemeler vardı. Tahta çivileriyle dolu küçük gözü açtı ve çömeldi yere. Sacı iyice yerine oturtuktan sonra çivileri çakmaya başladı. Yaptığı gürültü aşağıdaki hayvanları rahatsız ediyordu ama kaçan göçen olmamıştı bu defa neyseki.
Bir yeri bitiriyor öbür yere geçiyor orayı da bitiriyor diğer yere geçiyordu. Biten her işin ardından zaman biraz daha geçiyor ve karanlık varlığını gösteriyordu yavaş yavaş. Son çiviyi de çaktıktan sonra ayağa kalkıp alnındaki terleri sildi ve dağın ardında kaybolmak üzere olan güneşin turuncuya boyadığı gökyüzüne baktı. Güneşin veda edişini izlerken Alf geldi aklına. Ormana doğru kayan bakışları merkala boyandı. Henüz gelmemişti Alf. Karanlıkdan önce gelmezse hiç iyi şeyler olmazdı. Bu düşünce Ala'yı endişelendirmeye yetse de metanetini koruyup biraz daha sabretmeye karar verdi. Nihayet çatıda işi bitmişti. Düşmemeye özen göstererek indi aşağı. Geriye kalan süt sağma ve ahırın kapısını tamir etme görevleri kararan havaya tekabül ettiğinde kendisine bir yardım eli gerektiğini anlamıştı. Tek başına üstesinden gelemeyecekdi bu işlerin. En azından karanlıkdan önce. Karanlık takıntısı evet. Ala'yı ve iki ayağını bir papuça sokan bu takıntısıydı. Ta büyük babasından kalma eski bir takıntı. Ve mimarisi ise büyük babadan başkası değildi. Sessizce kulağına doğru, kural bir; gün batımından önce evde ol yoksa kurtlar yer seni, diye fısıldayışını anımsadıkça akşam vaktinden önce evde olmaya özen gösterdi hep ve gün geçtikçe bu bir takıntı haline geldi onun için. Sadece o değil çiftlikte yaşayan tüm hayvanlar için geçerliydi bu kural. 📜
Gözleri kapalı şekerleme yapan genç adam yanına bir hareketlilik sezince tek gözünü araladı. Yüzüne düşen merak dolu ifade, peşi sıra gelen sorusu, "Bu da ne?"oldu. Alet çantasını fark edene kadar sürmüştü sessizliği.
Ala yine sessizlik oyunu oynamak yerine, "Hatanı telafi etmen için bir fırsat veriyorum sana."dedi ve kaşlarıyla elindeki çantayı işaret ederek bitirdi.
Tek kaşını havaya diken genç adam gösterdiği yere yani sarı renkteki kutuya baktı kısa bir an. " Böyle bir beklentim olduğunu zannetmiyorum."dedi. Çok değil saatler önce pişmanlık yaşayan adamla bu adam oldukça tezattı bir birlerine. "Geçmiş hataları telafi etmek için vakit harcamam, yeni hatalar yapmamak için uğraşırım yalnızca."
Sözleri Ala'yı zerre ilgilendirmediği her halinden belliydi. "Amma da uzattın. Hayat felsefeni soran olmadı sana. Eğer benim evimdeysen benim kuralarıma göre hareket edeceksin ve benim kurallarım şuan diyor ki; TELAFİ ETMEN GEREKEN KOCA BİR HATAN VAR!"diye bastıra bastıra konuştu ve cevap vermesini beklemeden çantayı karnının üzerine koyup ardına döndü. Hatanın onun olduğuna inanmasa da bu gece vaktinden önce bitmesi gereken işler için sağlam bir elemana ihtiyacı varken öyleymiş gibi davranmaktan hiç çekinmedi.
Evden çıktı. Yabancının gelip gelmeyeceği hakkında, kararsızlığı vardı ama aldırmadı. Gelmesini ümid ederek devam etti yoluna. Ahırın önüne geldiğinde yabancının hala görünürde olmaması canını sıkmıştı. Sık sık arkasını kontrol ederken her defasında kendisini karşılayan hiçlik, içindeki huzuru biraz daha kaçırmıştı. Ahır önünde durdu ve yerdeki taşa tekmeyi geçirip öteye doğru savurdu. "Nasıl yapacağım bunca şeyi!?" Arkaya baktı omuzunun üstünden ve ekledi. "Bari alet çantasını getirseydi. Bir de onun için geriye dönerek vakit kaybedemem." Önüne döndüğünde öne doğru eğilerek bir ölü gibi salındırdı kollarını boşluğa doğru. "Aaaa!"diye isyan borusunu ötürmeye de zaman harcamıştı.
"Ne yapmam gerekiyor?" Kulağına ilişen tanıdık sesle hızla doğruldu ve ardına döndü. Bir yabancının kusursuz yüzüne bir arkasına baktı. Afallamış gözlerle tekrarladı durdu bu hareketini. Az önce baktığında ortalıkta görünmeyen adam şimdi tam ardında bir kaç adım uzağındaydı ve bunun nasıl mümkün olduğunu sorguluyordu tüm şaşkınlığıyla.
"Sen!"dedi. Gözleri fıldır fıldır yerinde durmazken, işaret parmağını doğrultmuştu genç adamın üzerine. "Sen ne ara?" Cümlesini tamamlaması imkansız bir meseleymiş gibi sustu kaldı. Bir diğer unsurda genç adama karşı değişen tavrıydı. Eskisinden fazla konuşuyordu. Bu oldukça büyük bir gelişmeydi genç adamın gözünde.
Genç adam, gözlerinin tek hedefi olmak için hafif eğildi yana doğru ve "Bunlarla ne yapacağımı söyleyecek misin bana?"diye sordu elindeki çantayı Ala'nın göz hizasına tutarak.
Sonunda gözleriyle mekik dokumaya son veren Ala, "Ha!"dedi ama çok sürmemişti ki ardına döndü ve ahırın kapısını gösterdi eliyle. "Yeni ve sağlam bir kapı inşa etmen gerekiyor."dedi hafif kısık bir sesle.
Kapıya bakışlarını çeviren genç adam, "Bu konuda bir deneyimim yok."dedi. Ancak sözlerinin aksine kapıya doğru ilerlemeye başladı. Yanına vardığında bir müteahhit titizliği ile inceledi. "Bana bir kaç tüyo vermen gerekecek." Ciddiyeti genç kızın gözlerini yaşarmıştı. Şaka bir yana işini ne kadar ciddiye aldığı ses tonundan ve yüz ifadesinden anlaşılıyordu çok net.
Genç kız duvar dibine istiflediği tahtaları göstererek, "Onlara ihtiyacın var. Ve tabi bir kaç çiviye."dedi. Genç adam ona döndüğünde gözleriyle elini takip ederek eşit boyutlarda oldukça simetrik bir şekilde kesilmiş olan tahtalara baktı. Güzel ve de sağlam görünüyorlardı. Kullanışı kolay olacakdı. Ne kadar daha önce kapı yapma deneyimi olmasa da tahtanın iyisinden anlıyordu. Nice tabutlar dikmiş biri olarak, anlamaması imkansızdı zaten.
Değerlendirmesi bittiğinde Ala'ya döndü yeniden. "Sen?"diye sordu.
Genç kız ahırın yolunu tutup, "Benim sağmam gereken iki inek iki koyun var."dedi ve yanından geçip gitti.
İnek sağıyor, çatı tamir ediyor hepsinden öte boğaların dilinden çok iyi anlıyor... Bu kız zamane kızlarından oldukça farklıydı genç adamın gözünde. İlginç ve bir o kadar hoş buluyordu bu ayrıntıları. Merakla, "İnek ve koyun sağmak mı?"diyerek çömeldiği yerden doğruldu ve önündeki boşluktan içeri baktı.
Bakraçın tutacak yerini koluna geçirmiş ahır hanfendisi gibi sarı uzun çizmeleri ile ineklere doğru adımlayan Ala'ya dikkat kesildi. "Şimdiden uyarıyorum sizi hanımlar, olası herhangi bir darbenin karşılığı misli misli verilecektir ona göre." Bu kız ineklerle mi konuşuyordu yoksa genç adam hayal mi görüyordu? İşaret ve orta parmağını kendi gözlerine ardından ineklere tutup, "Gözüm üzerinizde!"dedi. Genç adam kendine engel olamadan güldü.Ama bunu Ala'nın duymayacağı bir şekilde yapmıştı.
"Bu kız tam bir kaçık."diyerek üzerine düşen işi yapmak üzere ardına döndü. Kalıp daha fazlasını izlemek istese de yerine getirmesi gerektiği sözü, onu bunu yapmamaktan alı koymuştu hiç zorlanmadan.
"Yine söylüyorum, çifte atmaya kalkan mahkememde ağır yargılanır haberiniz olsun!" Duyduğu bu cümlelerle daha çok güldü ama ardına dönüp bakmadı.
Ala altına bir tabure alıp dünkü ineğin yanına oturdu. Memelerine dokunmadan önce yüzüne bakmaya çalışarak, "Seni affedip yemini verdiğime göre sen de bana süt vereceksin Kuzupıtrak."diye ikazda bulundu. Sarı benekli inek onu umursamdan ağzındaki otu çiğenmeye devam etti. "Bu sessizliğini evet olarak algılıyorum."deyip önüne döndü ve iki eliyle kavradığı iki memeyi naifçe sağmaya başladı. Kovaya doğru akan beyaz süt köpürerek birikmeye başladı hızla.
Yeterli sayıda tahtaları çalışma alanı olarak kendine belirlerdiği yere gitiren genç adam yapım aşamasına geçmeden önce nasıl yapması gerektiğini çözmek için kafa yordu. Kapı boşluğunun ölçüsünü alması gerekiyordu. Haliyle de bir metreye ihtiyacı vardı. Alet çantasını bir süre kurcaladıktan sonra en altlarda bir tane buldu. Hemen gidip ölçüyü aldıktan sonra tahtaların yanına geri döndü ve bu defa odunları ölçtü. Hepsi eşit kesildiği için fazlaysa hepsi kesilecekdi eksikse yapacağı birşey yoktu ancak yeterli boyuttaysa işi çok daha kolaydı. Öyle olmasını dileyerek hepsini tek tek ölçtü. Çıkan sonuçlar içini rahatlatırken genç kızın onları daha önceden her ihtimale karşı kestiğini anladı. Zeki kız olduğuna her geçen gün biraz daha kanaat getiriyordu.
Çivileri çakmaya başladı. Aklındaki tasarımı faliyete geçirmek için çok hevesli görünmese de hiç zorlanmadan yapmaya başlamıştı.
İnekleri sağmayı bitiren Ala dışardan gelen vurma sesleriyle süt koyduğu büyük varillere doğru ilerlerken kapıya denk gelen bir yerde durdu. Genç adam kapıdan bir kaç metre uzakta yerdeki tahtalarla ilgileniyordu. Yaptığı işe fazla odaklı görünüyordu. Bu nedenle kendisini izleyen gözlerin farkında değildi. Çömeldiği yerden ileri doğru gerinmesiyle beraber, sırtında beliren kürek kemikleri ve parıldayan pürüzsüz vücudu oldukça hoş görünüyordu.
Önüne döndü ve yoluna devam etti. İneklerin sütünün koyulduğu varili yarısına kadar doldurduktan sonra. Koyunların kovuşuna girip onları sağmaya başladı.
Dakikalar su gibi geçip gitti. İkisi de ilgilendikleri işle aşırı meşguldu. Öyle ki güneşin tamamen dağın ardına saklanıp gözden kaybolduğunun farkına varmadılar. İşi bitmek üzere olan genç adam, terden su gibi olmuştu. İşini tamamen bitirmiş olan Ala ise, son kovayı da boşaltıp elindeki sürahi ile çıkdı dışarı. Genç adamın hali dikkatini çekmemiş değildi. Ona doğru yaklaşıp elindeki sürahiyi uzattı omuzunun üzerinden. Genç adam bunu fark ettiğinde ona baktı. Teşekkür ederek aldı sürahiyi elinden ve kafasına dikti.
Yabancı suyunu içerken ötelere sıkıntılı bir bakış atan Ala, endişesi büyümüş vaziyette bekliyordu. Alf'i görmeyi bekliyordu ve bir dakika sonra Alf'i arayan gözleri sonunda istediğini almanın mutluluğuyla parıldadı. Alf ağzında koca bir porsukla uzaklardan yanlarına doğru geliyordu. Porsuk koca adamı doyurmak için yeterli olmayacaktı ama yapacak başka birşey yoktu. Bir bahane bulup koca adamı ikna edecekti. Son anda fark ettiği şey ile eliyle oraya gelmemesini işaret etti Ala ona. Yabancının yaban domuzunu görüp onunla ne işi olduğunu sorgulamasını istemezdi. Bu yüzden daha o fark etmeden mudahele ederek Alf'i başka bir tarafa yönlendirdi. Mesajı hemen alan akıllı köpek gözden kayboldu ışık hızıyla.
Ala yabancıyı orda bırakıp tavukların kümesini kontrol etmeye gitti. Toplanması gereken yumurtalar vardı ayrıca. Yem verip vermediğini de hatırlamıyordu. Gün o kadar yoğun geçmişti ki akıl namına hiçbir şey kalmamıştı Ala da. Artık yediği yemek hakkında bile bir fikri yoktu. Kümesin önüne geldiğinde kararan gökyüzünden dolayı kümesin ışığını yakması gerekmişti. Böylece tavukları daha iyi görebiliyordu. İçeri girer girmez aldığı pislik kokusu, onu fazla rahatsız etmiyordu. Raf şeklinde alt alta monte edilmiş ağaçların üzerinde uyumaya hazırlanan tavuklar açılan ışıkla beraber gözlerini aralamış boğazlarından ince bir hırıltı döküyorlardı. Bu onların uykulu olduğunu gösteren bir sesti. Ala içeriye dikkatle baktı. Samandan yaptığı yumurtlama yerlerine baktığında beş yumurta bulunca duvarda asılı duran sepeti aldı ve yumurtaları doldurdu.
Çıkmadan önce bir miktar yem aldı torbadan ve yere serpti. Uykulu da olsalar aç yatmayacakları için yemleri yiyeceklerini biliyordu. Bu yüzden hiç düşünmeden serpmişti. Topladığı yumurtalarla beraber çıkmak üzereyken fark ettiği bir detay onu durdurdu. Kaşlarını çatarak tavuklara döndü ve "Kızlar Bali nerede?"diye sordu. Bali kümesin tek erkeği, iri bir horozdu. Kadınların yumurtlaması için ona ihtiyacı vardı. O olmazsa yumurtlamak imknasızdı.
Ona birşey oldu düşüncesi genç kızı endişlendiriken, kümesi didik didik etti ancak sonuç koca bir hiçti. Kümetse olmadığından emin olduktan sonra hemen dışarı çıkıp kümesin çevresine bakındı. "Bali!"diye seslendi ancak cevap ormanın derinliklerinden yükselen koca sessizlikdi. "Bali nerdesin oğlum?"diye seslendi. Yakınlarda olmadığını anladığı an ormana girmeye kara verdi ancak kararan hava onu bu karardan geri almaya yetecek kuvveteydi. Kümes koca adamın mağrasına taraf bakıyordu. Ala çalılıkları kontrol ederek o tarafa doğru ilerledi. Mağraya yaklaştıkça sesini alçatmaya başlamıştı, "Bali nerdesin oğlum? Anneye ses ver!"diye yavaşça fısıldadı.
Gözleriyle her noktayı kontrol ederek mağraya taraf döndüğünde sonunda aradığını bulmuştu ancak kötü haber Bali mağranın kapısının önünde yeri eşeliyordu. Eğer biraz daha yüksek ses yaparsa sonu hiç iyi olmazdı. Gözleri endişeyle büyüyen genç kız, "Bali gel buraya oğlum."diye sertçe fısıladı. Sesi nerdeyse yok denecek kadar azken Bali onu duymuyordu. Duysa da gelir miydi orası muamma. Yavaşça ses çıkarmadan horoza doğru yakaştı. Eğer ürkütürse kaçacağını biliyordu o yüzden dikkatli olması gerekiyordu. "Bali ölmek istemiyorsan sessizce bu tarafa gel lütfen." İyice yaklaşması ile Bali onu fark etti yaklamak için hızla üzerine atıldı fakat Bali muhteşem bir reflekse sahipti, çevik bir sıçrama ile kurtuldu ona
Ala ona bakarak sertçe yutkundu. Zira hem altındaki horozu ezmemek için çabalamak hem de mavi gözlerin hedefi olmak çok zordu. "Ben..."dedi ama devamını getiremedi.
"Sen?"diye kuşkuyla baktı kıstığı gözleri ardından. "Sen ne işler çeviriyorsun?"diye sordu. Genç kız telaşa kapılsa da ayağa kalmak mümkün değildi eğer kalkarsa göreceğini biliyordu. "Eski girişlerinden sıkıldın da yeni girişler mi çalışıyorsun? Yerde ne yapıyorsun öyle?"
Ala etrafına baktı. Bir çıkış yolu aradı. Olması gerekiyordu. Koca adamın yerinde rahatsızca kıpırdandığını fark edince ona çevirdi gözlerini. "Ufaklık burnuma neden pis kokular geliyor?"
Sahte bir ifadeyle, "AA bugün kendini fazla mı kirlerttin, tüh be yakıştı mı hiç sana."dedi.
Sözleri koca adamı sinirlendirmiş olmalı ki burnundan buhar püskürttü ve "Ondan bahsetmiyorum şapşal!"dedi.
Ala kapana kısıldığını anlamıştı fazlasıyla. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi ötelerden, "Dilsiz kız!"diye bir sesin yükseldiğini duyunca ağlamak istedi.
Gözlerini kocaman açarak cama dikkat kesilen koca adam, "O seste neydi öyle?"diye sordu büyük bir merakla. Tavrı korkutucuydu. İnsan olduğunu duysa onu parçalara ayırana kadar durmayacakmış gibi bakıyordu.
Ala krizi fırsata çevirerek onu pencereye baktığı anda havaya kalkıp ardına döndü ve "Benim gitmem gerekiyor!"deyip ardına bakmadan kapıyı örttü. Pencereden göründüğünün bilinciyle dikkat etmeye özen göstererek koştu çiftliğe doğru aynı zamanda ellerinde tuttuğu horozu saklamaya çalışıyordu ve başarılı da olmuştu. Ardında bakmadan, "Birazdan yemeğini getirmek için geri döneceğim!"diye seslendi koca adama.
Bölüm sonu...
|
0% |