@yakamoz_1213
|
Zamanın berisinde, geçmişe sıkışıp kalmış bir yaşamın himayesi altında ve medeniyetten tamemen soyutlaşmış Ala'nın egzotik hayatı tüm hızıyla devam ediyordu. Medeniyet artık o kadar uzak değildi aslında, 2007 yılında yalnızlıkla tanıştığı gün yeni hayatların keşfine merak saldığı günden sadece 1 yıl öncesiydi. Büyük babasının ölümüyle yüzleşmek zorunda kaldığı tam bir yıl boyunca, kapıldığı düşünceler onu yeni bir hayatın atılımına sokmuştu. Böylelikle insanların medeniyetini keşfetmiş ve onların yaşamına ayak uydurmaya çalışmıştı. Onlar gibi alıyor satıyor, ticareti öğreniyordu. Mantıklı olduğunu düşündüğü herşeyi deneyimlemiş ve hayatının geri kalanına insanlardan örnek alarak devam etmişti. Büyük babasının değerlerini yitirmeden yapmaya çalışsa da bir noktadan sonra ipin ucunu kaçırmıştı. Ona ihanet ettiğini düşünerek kaç göz yaşı döktüğünü bilmiyordu, gücünün yetmediği yerde bırakmıştı saymayı. Ama yaşamak için çok daha basit yollar olduğunu keşfetmişken hata sandıklarını yapmakdan vazgeçmedi ve onun söylemiyle hata yapmaya devam etti. Büyük babanın ilkeler doğrultusundaki inancını, öğrettiği ne varsa korumaya çalıştı ama yeni şeyler keşfettikçe bunu yapmak zorlaştı. Her gün onu tamamen unutmanın korkusuyla yaşasa da kullağına fısıldayan sesi dinlemekten vazgeçmedi. Hipnoz olmuşcasına, istese de dinlemekten başka şansı olmacakamışcasına bir çıkmaz gibiydi. Ama yaptığı şeyin yanlış olmadığını hiçbir zaman anlamamıştı çünkü onun yetiştirilme tarzı çok başkaydı. İnsanları kötü olarak tanımış hayvanları ise bu dünyadaki en iyi dostlar diye nitelendirmişti. Kendisi de bir insandı ama istisnalar olabileceğini alsa bilemedi çünkü istisnayı kimse ona öğretmemişti. Ala çok farklı bir kafaya sahip, insani düşüncelerinden uzak bir kızdı. Büyük babası onu çok farklı yetiştirmişti. Çiftliğe yaklaştıkça yabancının sesi daha yakınlardan gelmeye başlamıştı. Bir an önce yanına gidip bağırmasına engel olmak istiyordu keza o her seslendiğin de ecel ona bir adım daha yaklaşıyordu. Koştukça yabancı görülmeye başladı az ilerisinde. Arkası dönük olmasaydı o da Ala'yı çoktan fark etmiş olacaktı ancak, arkası dönük olduğundan fark etmesi için ses çıkarması gerekiyordu. "Bağırma!"dedi hafiften kararmış havanın içinde dev cüsesine bakarken. Genç adam sesini duyması ile ardına döndü. "Nereye kayboldun sen?"diye sordu merakla. Ala ters bir şekilde, "Seni ilgilendirmiyor!"deyip yanından geçmek isterken genç adam kolundan tutarak onu durdurdu. "Benimle düzgün konuşmayı öğrensen çok iyi olur dilsiz kız yeterince doluyum zaten!"dedi. Genç adamın tavrı şüphesiz daha sert ve karşı konulmazdı. Ala ona yan bir bakış gönderdi ancak gözlerindeki ifadeye toslayıp geriye doğru sendeledi. Kelimenin tam anlamıyla alev saçıyordu gözleri. "Kendini ne zannediyorsun?"diye sordu tahammülsüz bir yüz ifadesi hakimdi şimdi yüzünde. Üstünlük göstergesi hoşuna gitmemişti belli ki. "İki konuştuk diye, kendini birşeyden sandın herhalde!" Genç adam, alayla gülüp, "Derken?"diye sordu. Genç kız kolunu koca parmaklarından kurtarıp, "Derken derken akşam oldu erken!"diyerek onu arkasında bırakarak gitti. Ani çıkışı genç adamı boşluğa düşürmüş, afalamış bir şekilde baka kalmıştı ardından. 📜 Tarifsiz sancıların uykularını çalıp haram ettiği bilmem kaçıncı geceydi. Bir dert vardı ki tüm negatiflikleri geride bırakan, bir dert vardı ki tüm güzelliklerin katili olan. Evini ailesini hafızasından bir türlü silemediği küçük bir simayı anımsıyor alabora olan duguları kaygının limanına demir atıyordu. On yaşında esir düştüğü keşmekeş dolu hayatının bitmeyen çileleri, bugün de peşini bırakmıyordu. Bedeni uzaklaşsa, aklı düşünceleri saplandığı noktadan bir milim öteye gitmiyordu. Hayatından asla kaçamayacağını er ya da geç anlamıştı. Bu acı gerçekle yüzleştiği gün, hissetiği şeyin yanında tufanlar heyelanlar halt yemişti. Ölümün kurtuluş olduğunu anlamak kadar hiçbir şey acıtmadı kalbini çünkü ölümü kendine yakıştırmayan bir adamdı o. Sevdiklerini cehennemin ortasında bırakıp gitme hakkını kendinde bulmuyordu.
Beden sancıları dinmişti de ruhunun yaraları hâlâ kan kusuyordu. Dışardan bakan bir onun dertsiz tasasız olduğuna düşünebilirdi ancak kimse bilmezdi işin özünü.
Durmadan düşüncelerine karışan farklı bir ses yankılanarak duvarları yıkmaya çalışıyordu. Onun ötelerden geldiğini ve beynindeki seslerle hiçbir alakası olmadığını çok sonradan anladı. Yarım yamalak örttüğü göz kapaklarını açıp odaklandı. Karanlığa hapsolan kulübenin içinde göz çerçevesinin imkan verdiğince dolandırdı bakışlarını. Boğulma sesini andıran garip bir uğultuya benziyordu. Biraz daha odaklandığında geldiği yönü tespit etti ve gözleri üst katı buldu. Orada neler olduğunu bilmiyordu ancak daha fazla yerinde durmadan doğrulmak zorunda kaldı. Çekim gücüne kapılarak merdivenlere kadar geldi. Üst katı kadrajından hiç çıkarmadı. Anlamaya çalıştı. Ala boğuluyor muydu acaba? Hadi ama durmanın bir anlamı yoktu. Merdivenleri çıkıp üst kata geldi. Odasının kapısının açık olduğunu görünce kısa bir an duraksadı. Yaptığını ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu ancak üst kata gelmesi ile artan ses aklındaki olumsuz düşünceler çoğaltmıştı.
Kapıya yanaştı. Pencerenin ardından vuran ay ışığı kapıya kadar taşmış bulduğu boşluktan koridora doğru devrilmişti. İstemsiz dokunuşları kapıyı bulduğunda kafasını içeri uzattı ancak genç kızı sırtı çıplak bir halde yatağın üzerinde otururken görünce yaptığını bir hata olduğunu anlayıp şimşek hızıyla geriye çekmişti bedenini. Ancak sonra gördükleri aklına düşünce meraklı ifadesine yeniden büründü ve gördüğü koca morluğun sebebini sorguladı. Bakışları yumuşamış ifadesi fazla merhamet izleri taşıyordu. Onun gibi bir adam için gerçek anlamda fazlaydı. O ki gözünü kırpmadan binlerce adam öldüren biriydi. Şimdi hissettikleri karakterine çok tersti. Ve birşeyler çok yanlış gidiyordu. Hissetmesi gereken bunlar değildi. Uğultu sandığı sesin aslında inleme olduğunu anladığında, kalbimde yeşeren duygular ona ait olamayacak kadar yabancıydı.
Bir an olsun kesilmeyin inlemeler kulağına gelmeye devam ederken sürüklendiği yerden ana dönmesi basit olmuştu. Kendine engel olmaktan vazgeçip kapıyı tıklatı yanıt gelmeyince "İyi misin?"diye sordu.
"Ne işin var burada!?" Kısa bir sessizliğin ardından süre gelen katı ses tabiki beklentilerini karşılıyordu.
"İnlemelerin uyumama izin vermiyor yoksa ben de gecenin bu vaktinde uyumak yerine burada olmaktan memnun değilim merak etme." Uysal yaklaşımının hiçbir işe yaramayacağının bilinciyle, misilleme yapmanın son çare olduğunu düşünmüş ve aynen karışılığını vermişti ses tonuyla.
"İyiyim sorun yok gidip uyuyabilirsin!"
"Gürültü yapmayacağına emin miyiz?" Ters psikoloji Ala gibi aksi insanlarda her zaman işe yaradı. İşi her zaman insanlar olduğundan bir sarraf adıyla anılacak kadar iyi tanırdı onları.
"Gürültü yapmıyorum!"diyerek tersledi onu.
"Ben de paranoyak olduğumu düşünmüyorum hırçın kız!"
"Onun ne olduğunu bilmiyorum hadi git buradan!"
Gözlerini devirmekten kendini alıkoyamayan genç adam, onun tam bir baş ağrısı olduğunu uğraşmaya değmeyeceğini düşünerek ardına döndü. Ne yaparsa yapsın, sığındığı delikten çekip çıkmayacak ördüğü duvarları yıkmayacak, yıktırmayacaktı. En iyisi kendi haline bırakmaktı. Buradan gidene kadar, idare edebilirse amenna. Ondan sonrası zaten genç adamı ilgilendirmiyor herkes kendi yoluna gidiyordu.
Geri gidişini destekleyen düşüncelerine rağmen bir anda durup ardına dönmesi ve destursuzca odaya dalması beklenmedik bir hareketti. Yataktan irkilerek ayağa kalkan Ala, "Ne yapıyorsun?!"diye sordu yarı hayret yarı kızgınlıkla.
"Sen beni iyileştirdin şimdi sıra ben de." Kararlı sesi Ala'yı lal etmiş konuşma hakkını elinden almıştı. "Biz de böyle yapılan iyiliği karşılığı mutlaka verilir adettendir."
"Ne?" Nasıl tepki vereceğini bilmeyen Ala, şapşal bakışlar atmaktan öteye gidemedi. "Ne iyileştirmesi? Benim iyileştirilecek bir yanım yok!" İlk defa genç adama karşı bu kadar uzun cümleler sarf ediyordu.
Kandırılmaya çalışan uyanık bir adamın ifadesi nasıl oluyorsa genç adamın da yüzünde tam olarak öyle bir ifade hayat bulmuştu. Ala'yı bakışları ile alt etmeye çalışıyordu ve gayesine ulaşmasına çok birşey kalmamıştı. "İşe bak! Sırtındaki morluklar senle aynı fikirde değil anlaşılan, ha ne dersin?"
Göz bebekleri büyüdü Ala'nın, duydukları aksi yanını uyandırırken gözleri felaket keskinleşmişti. "Sen bana mı baktın?!" Ellerini bedenine dolamıştı sanki bedeni çıplaktı ve gizlemye çalışıyordu.
Bir süre konuşmayıp sadece gözlerinin içine bakan adamın hali gözüne hoş gelmezken, parlaması an meselesiydi. Ağzını açmak için araladığın da söze giren genç adam, lafı ağzına tıktı. "Senin baktığın kadar bakmamışımdır orası kesin."
Ağzı bir karış açık kalan Ala, "Aynı şey mi?"diye sordu hayretler içinde.
Gözlerini kısıp kafasını hafif omuzuna doğru eğerek, "Ne farkı var?"diye sordu sahte bir merakla.
Yüzündeki ifadeden hoşlanmadı ve böylece çirkefliğinin önüne de geçemedi Ala. "Hayranlığımızdan bakmıyorduk herhalde!"
Kafasını ağır ağır sallayan genç adam, da hiç bekletmeden lafını yapıştırdı. "Al benden de o kadar."
Genç adamla aşık atamayacağını anlayan Ala, pes ederek elini kafasının yanında sinek kovar gibi savuşturup kafasını da amaçsızca salladı ve , "Ahh neyse ne!"diye geçiştirdi. Bunu yapmaya bir son verdiğinde öncekinden daha koyulaşan gözlerini genç adama dikti ve "Odamdan çık senin yardımına ihtiyacım yok."dedi.
Vazgeçmeyeceğini açıkça belli eden yabancı, "İnat etme."dedi uzlaşmacı bir tavırla. Sözlerinde ya da niyetinde bir art niyet olmadığını ikisi de çok iyi biliyordu. "Art niyetli değilim, sadece bana yardım eden birini karşılıksız bırakmamak amacım." Bu kadar iyi bir insan olduğunu kendisi bile bilmiyordu.
Ona bakmayı bırakıp sırtını dönerek yatağa yönelen Ala, "Aman ne hoş! İyilik meleği misin sen acaba?"diye alay etti.
Sen iflah olmazsın dercesine kafa sallayan yabancı, gözleri ile sırtının belli noktalarında gezinirken "Uyumak istiyorsan yardım etmeme izin ver."dedi katı sesiyle.
Bir süre dışardaki güzellikleri içeri taşıyan puslu camı seyrederek sessiz kalan genç kız, geçen dakikaların ardından kafasını çevirip başında bekleyen adama ve sinir bozucu inadına baktı. Biraz daha itiraz ederse gideceğini biliyordu ancak uyumak için sırtının kreme ihtiyacı olduğunu da biliyordu. Kararsızlık içinde savrulup durdu bir kaç saniye. Böyle şeylere aşina değildi, kendisinden başka birinin bedenine dokunacak olma düşüncesi korkunçtu. Ah hayır bunu yapamazdı. "Endişelenme hissetirmeyeceğim. Eğer içim yine de rahat olmaz diyorsan gözlerimi de kaparım sorun değil." Aklını okumuş gibi sarf ettiği sözler ardından yatağın beyaz çarşafları üzerinde gezdirdiği bakışlarını tekrardan yüzüne çıkardı.
"Bunu yapmayı neden istiyorsun?"diye kuşkuyla sordu. Daha çok gözlerinde suçalyıcı bir ifade vardı. Sert ve mesafeli olması, aslında ikna olmayacağını açık ediyordu.
Kaşlarını çatan genç adam bir anda sertleştirdiği ifadesiyle Ala'yı ürkütmüştü. Neden öyle bakmıştı şimdi? "İstediğimden mi yapıyorum sanıyorsun?"diye sordu.
"Ya neden yapıyorsun?"diye sorun Ala tam olarak nerde hata yaptığını bilmiyordu ancak çoktan faka basmıştı. Genç adamında bam teline belli ki.
Gözleri kararan adam, öfkelenmişti. Tepkisinin bir anda boyut atlaması tam olarak hangi hatanın tetiklemesi olduğunu kestiremedi Ala. Yanlış birşey mi demişti? Halbuki kendisine göre gayet sıradan bir soru sormuştu. "Hasbinallah!"diye sabır dilenircesine soludu. Sonrasında döndü ve gitti. Ardından ne olduğu hakkında gram fikri olmadan baka kalan Ala ise tepkileriz bir curcuna içerisindeydi.
"Ne oldu şimdi?"diye sordu kendi kendine. "Ne dedik yani?" Boşvermişlik ile önüne dönüp, "Amanın ne de nazlıymış! Peh kimin umrunda ki."diye söyledi. Duyacağını düşünerek, "Kimseye ihtiyacım yok kendi işimi kendim görürüm!"diye seslendi.
Koridorda ilerlemekte olan genç adam, sesini tabiki duymuştu. Sabır çekip, "Aynen gördük!"diye karşılık verdi.
Ne kadar zor durumda olursa olsun bir başkasına minnet etmeye hiç niyeti yoktu ki bu zamana kadar büyük babası dışında kimseden yardım almamış bugünkü kız olmak için kimsenin desteğine ihtiyaç duymamıştı. Herşeyi ama herşeyi tek başına yapmış ne kadar zorluk varsa tek başına göğüslemişti. O kendi dünyasının hükümdarı ve kölesiydi aynı zamanda.
Sırtındaki yarayı boş verip sağ omuzuna doğru uzandı. Diken üstünde uyuyormuş gibi aşırı rahatsız edici olsa da sabaha kadar idare etmek zorunda olduğunu biliyordu. Başka yolu yoktu zaten.
Uyumak zor olsa da imkansız değildi. İmkansız olmadını kanıtladığı noktada gözlerini yavaşça yumuş, yüzündeki huzursuz ifadeye rağmen düşler alemine doğru çekilmişti.
Bir sapığa bakar gibi bakıp adeta hakaret eden Ala, genç adamın zaten gelmeyen uykusuna temeli dem vurduğundan habersiz uyusa da genç adam bu gece onun kadar şanslı olamamıştı. Evet tüm öfkesinin sebebi bir tacizci gibi hissettiren suçlayıcı bakışlarıydı genç kızın. Aksi takdirde yeni gelinler gibi naz yaptığı ya da liseli egrenler gibi tirip attığı falan yoktu ki karakterine yakıştırmazdı bir kere. Hayatında ilk defa birine iyi niyetle yaklaşmış o da suistimal edince bütün isteği kursağında kalmıştı. İşte bu yüzden insanlara asla iyi davranmaması gerektiğine inanmıştı hep. Nitekim iyilik -istisnalar dışında- kimsenin lağım gibi zihniyetini temizlemiyor kötüler kötülüğünü yapmaya devam ediyordu. Ala onu tanıdığı günden bu yana o istisnalardan biri olmuştu hep. Tüm aksiliklerine, huysuzluklarına rağmen içindeki iyilik meleğini görmemek olanaksızdı. Genç adam da bunu çok iyi görmüştü sırf bu yüzden ters davranmak yerine iyimserdi ona karşı ama inatçı keçi içindeki meleği gizli tutup bir barbar gibi davranmaktan vazgeçmiyordu. Bunun da sebebinin biliyordu. Kendini insanlardan tamamen soyutlandırmış bir insandan başka ne beklenirdi ki? Kim bilir insanlar hakkında ne gibi düşüncelere sahipti. Belki de onların asla güvenilmemesi ve uzak durulması gereken yaratıklar olduğunu düşünüyordu. Eğer öyleyse çok haklıydı, genç adam da bundan fazlasına sahipti ancak azına hayır.
Gecenin içinde sukunetin ortasında koltuğun üzerinde etrafı izleyerek nice dakikalar devirdi. Bir zaman sonra uzanma isteği ile kendini koltuğa bıraktı. Şöminenden yayılan ısı yetersiz gelince batanyeyi karnının üzerine kadar çekti. Son zamanlarda günleri o kadar benzer geçiyordu ki bir dejavu gibi hayat tekerrür ediyordu onun için. Sıkılması gerektiği yerde diğer hayatından çok farklı ve özgür hissediyordu. Ah bir de şu kafasının içindeki sesler bir sussa o zaman geçmişinin esaretinden kurtulacaktı ama yok olmuyordu. Bedeni sonsuz bir özgürlük hissi ile refağa kavuşsa da geçmişe hapsolan düşünceleri ona gün yüzü göstermiyordu.
Ala'nın yeniden başlayan inlemeleri düşüncelerini böldü. O anda kadar yüzündeki tiksinti ve gözlerindeki alevin farkına varmamıştı. Kim olduğunu bilmediği babası ne zaman aklına gelse bir canavara dönüşüyordu. Üstün güçleri varmış gibi alev topları saçıyordu her yanından. Sesin artması ile yatağından kalmamak için direnen yanında yıkım başladı. İyilik istemeyen, kendinden başka kimseye ihtiyaç duymayan birine yardım etmek mantık hatası gibi geliyordu. Zorla güzellik olmaz derlerken istemeyen birine yardım etmek için diretmenin ne manası vardı? Fakat Ala bu defa kendi çaresine bakamayacak durumdaydı. Ne kadar kabulenmek istemese de gerçek buydu. "Ah! Bu kadar inatçı olmasaydın şimdiye rahat bir uyku çekiyordun. Ama yok kaprisinden ödün verir misin hiç!"diye homurdanarak ayaklandı. Yeniden oraya gitmeye pek istekli olmasa da Ala'nın acı çekdiğini görmezden gelemiyordu. Bu adama ne zaman dönüştüğünü bilmiyordu ama özünü kaybediyordu sanki. Homurdanmasına ara vermeden odanın kapısının önüne kadar geldi. Uyuyup uyumadığını anlamak için önce kapıyı hafif tıklatı ses gelmediğini görünce gürültü yapmamaya özen göstererek içeri süzüldü aralıktan. Ala yönü pencereye dönük bir şekilde uyuyordu. Bedenindeki kasılmalardan da rahat olmadığı açıkça belli oluyordu. "Akılsız başın cezasını ayaklar çeker diyorlar ama seninkini bedenin çekiyor." İnadından ötürü onu esefle kınayıp yatağa doğru yaklaştı. Yüzünü görebilmek için üzerine doğru eğildiğinde çatık kaşları, buruş buruş olmuş alnı ve gerilmiş mimikleri sayesinde huzursuz olduğunu ayan beyan gördü. Söz hakkını kendinde bulsa ağzına geleni derdi ancak ona hak verdiği noktada bütün sözcükler anlamını yitiriyordu. Kim bilir kaç zamandır kimsesiz, kendi başının çaresine bakıyordu da artık kimseye ihtiyaç duymuyordu. Onun hakkında en ufak bir bilgiye sahip değilken konuşmak anlamsız geliyordu ancak hayatında ilk defa birine karşı merak doluydu. Burda ne işi olduğu, neden yalnız olduğu, ne zamandan beri burada olduğu ve daha binlerce soru. Belki kendisini ilgilendirmiyordu ancak bu kızın hayatında dikkat çekici, çarpıcı ve gizemli birşey vardı. Elinde olmadan ilgisini üzerine çeken birşey. Şahit oldukları da düşüncelerini destekliyordu ayrıca. Gözü yatağın üzerinden sarkan eline kaydı. Ne olursa olsun o siyah eldivenleri elinden çıkarmıyordu. Buna nasıl bir mantıklı açıklama getirirdi? Dolabında gördüğü kocaman diş ve hepsinden önemlisi garip davranışları evet bunları hepsi normal denmeyecek kadar anormaldi. "Nasıl birisin sen?"diye dalgın sesiyle sordu birden. Bir araya getirdiği yapboz parçalarının garipliğinin daha çok farkına varması ile bilinç dışı sarf ettiği bir soruydu işin aslında. Odasında olduğu gerçeğiyle dakikalar sonra yüzleştiğinde ise gözleri etrafta dolandı. Sade diyecek kadar boştu nerdeyse. Yatağın iki yanında el yapımı olduğu her halinden belli iki komidin duruyordu. Ve yatak başlığı da, aynı zamanda üzerinde hayvan figürleri işlenmiş el yapımıydı. Bunları kendisi mi yapmıştı? Eğer öyleyse bu kız takdir edilmekten çok fazlasını hak ediyordu. Yatağın karşısında elbise dolabı olduğunu düşündüğü sadece iki kapaklı küçük bir dolap vardı. Yere ayı postunda yapılmış bir halı seriliydi ve genç adamın en dikkatini çeken pencerenin bulunduğu duvarın bitiminde koca bir kütüğün ustalıkla oyulması ile orta çıkmış ayı heykeli olmuştu. Büyük ve göz alıcıydı. Yani şimdi bunların hepsini tek başına bu kız mı yapmıştı? Helal olsundu. Başka da birşey demiyordu. Yatağın içinde ağrılar nezdinde acı içinde kıvranışını anımsayıp Ala'ya döndü. Gözlemlemeye bir son verip ona yöneldi. Bir an önce ağrılarını dindirip odadan çıkması kendisi için iyi olacaktı. Komodinin üzerinde kutuda duran kremi gördüğünde oradan alıp tek diziyle yatağın üzerine çıktı. Ağırlığı fazla gelmiş olmalı ki yaylardan tiz bir ses yükseldi. Dişlerini bir birine bastırıp sesin yok olmasını bekledi. Ala'nın uyanma ihtimali kulağına kabus gibi gelirken daha dikkatli olmayı denedi. Gece gece huysuzluklarını çekmezdi hele ki bu vaziyette yakalanmakla yapacağı suçlamaların önüne asla geçemezdi. Haksız da sayılmazdı kim gecenin bir vakti odasında, dakikalar önce kovduğu bir adamı görüpte normal karşılardı ki hele bir o adam yatağının üzerindeyse. Düştüğü hallerden ötürü hayatı sorgular oldu. Dizini koyması ile içe göçen yatak daha fazla harekette bulunmasına müsade etmedi eğer biraz daha öne gitmeye kalkışırsa Ala, hareketliliği sezecek ve uyanacakdı hal böyleyken olduğu yerden yapmaktan başka şansı yoktu. Gözlerini kapayıp kazağını yavaşça sıyırdı yukarı doğru. Elinde titreme yüzünde suçluluk duygusu yoktu kendine ve kararlarına sonsuz güveni olan bir adamdı. Bu evde olduğu günden bu yana kişiliğine ters düşen bir çok davranışlarda bulunsa da özünde tek kelimesi ile herkesi ayaklarına kapandıran, her daim önde ilerleyen insanların ağzının içine baktığı hükümdarlığı nam salmış bir kişilikti. Burda ise kendini öylesine, sıradan biri gibi görüyordu asıl kimliğini bilmeyen ve bilmediği için ona önemsiz davranan Ala, yüzünden özünü yitirmişti. Tabiki aynı üstünlük gösterisini ona karşı sergilemek istemiyordu çünkü burda gelip geçici bir misafir olduğunu ve günü geldi mi ardına bile bakmadan gideceğini biliyordu o sebeptendir ki tolerans gösteriyor kötü yanını saklıyordu. Parmaklarına aldığı bir miktar kremi açıkta bıraktığı sırtının üzerine yavaşça gezdirdi. Hem bulunduğu pozisyon hem de gözleri kapalı olması işini zorlaştırsa da yapamayacağı hiçbir şey yoktu onun. Parmak uçlarının tenine dokunması ile Ala kremin soğuk ve nemli dokusuyla kasıldı. Parmağını geri çekip bir kaç saniye bekledi. Uykusu hafif olmalıydı. Sadece küçük bir dokunuşu hissetmesinin başka açıklaması olamazdı. Yeterince bekledikten sonra yeniden elini tenine yaklaştırdı ve sıcak dokusuyla buluşturdu. Parmakları naif hareketlerle sırtının üzerinde dolanırken içi tuhaf bir hisle doldu. Yumuşacık ve sıcaktı. Kalın parmaklarından yukarı tırmanan delici bir his direncini kırıyordu sanki. Hissetiği şeyde neydi ve neden oluyordu anlam veremedi. Bedenine yayılan sarsıcı bir sıcaklık, daha fazla devam etmesine izin vermedi. Ateşten kaçırır gibi hızla ve özensizce sürdüğü kremi kendi haline bırakıp elini geri çekti. Yataktan uzaklaşıp hala uyumakta olan Ala'ya baktı. Nefesi saçma bir şekilde hızlanmıştı. Kararan bakışları ardından, "Ah hayır böyle olmaması gerekiyordu!"diye mırıldandı. Küçük bir dokunuştan mı etkilenmişti bu kadar aptal gibi? Böyle şeyler aptalların işiydi! İnkar etmek isterken midesindeki kasılmaları yok saymak zor olacaktı hatta imkansız. Gerçekten küçük bir dokunuş muydu onu bu hale sokan, anlamak için yatağın önünden dolanıp Ala'nın önüne geçti. Yüzüne baktı. Yüzünün ayrıntılarını izledi. Biçimli dudakları, tel tel uzun kirpikleri, dolgun yanakları, küçük simetrik burnu, keskin çene hattı ve gözünün bitiminde kaz ayağının yakınında yüzüne çok yakışan siyah bir ben vardı. Şimdi fark ediyordu da bu kız güzeldi hatta çok güzeldi kelimelerin kifayetsiz kaldığı, anlatılmayacak kadar. Niye bu kadar güzeldi? Önceden de güzel miydi yoksa uykusu mu onu güzel kılıyordu? Ah düşüncelerinin önünü kesemiyordu. Aklı başından gitmişti sanki. Kremi sürmesinden sonra, Ala'nın yüzündeki huzursuzluk yok olmuştu. Yerine tebessümü andıran sevimli bir ifade gelmişti. Onu daha önce hiç böyle görmemişti. Oldukça sevecen ve savunmasız duruyordu. Hırçın kişiliğinden eser yoktu. Bu haline bakan uyanık halini yadırgar hatta inanmazdı bu iki insanın aynı kişiler olduğuna. Kendini kaybeden genç adam bunun farkında olmadan bir adım daha atıp aralarındaki tüm mesafeleri yok etti. Eli saçlarına doğru uzanırken kulağının üzerine gelen tutamları nazikçe geriye çekti. Yüzünde gezinen gözleri açıkta bıraktığı kulağına geldiğinde kaşları çatıldı. Parmaklarının hareketi kesilirken donuklaşan ifadesi bir robotu andırıyordu. Ala'nın yarısı kopmuş kulağını görmenin yanında tepkisi az bile sayılırdı. Don tutmuş hareketleri çözüldüğünde havada kalmış parmakları ile dokunmayı denedi. Tüy gibi hafif bir dokunuşla meme kısmı olmayan kulağında parmaklarını yavaşça gezdirdi. Kopukluğun başladığı noktada diş izlerini andıran izler vardı. Bir hayvan yapmış olmalıydı. Ormanda yaşıyordu. Yırtıcı hayvanların meskenin de. Mutlaka bir çoğu ile boğuşmuş, bugünlere gelmek için sayısız mücadele vermişti. Evin içine halı niyetine serilmiş hayvan postları da bu teoriyi kanıtlıyordu. O mücadelelerin birinde kulağını kaybetmiş olmalıydı. Gözleri eline kaydı. Yoksa elini de mi bu yüzden saklıyordu? Parmakları yoktu değil mi? Şöyle bir düşününce kulağını da ilk defa görüyordu. Ne kadar baksa, saçları hep üzerindeydi kapatacak şekilde. Ala kıpırdanmaya başlayınca elini çekmek istedi ancak, ince parmakları kulağının üzerinde gezinen işaret parmağını bir anda yakaladı ve genç adamı şoka uğratan birşey oldu. Yakaladığı parmağı ağzına götüren Ala bir emzik gibi emmeye başladı. Akabinde elini kendisine çekmesi ile genç adamın ona daha da yakınlaşmasını ve üzerine doğru eğilmesini sağlamıştı. Düşmemek için boşta ki elini başının üzerine yastığa üzerine koymuş böylece dengesini korumuştu. Bunların hepsi saliseler içinde ve beklemediği bir anda gelişirken neye uğradığını şaşıran genç adam kelimenin tek anlamı ile ayvayı yemişti. Ha s*ktir! Bu kız ne yapıyordu böyle?! Ağzının içinde vakum gücüne kapılmış gibi nemli darbelere maruz kalan parmağı çekmek için üzerindeki şoktan kurtulması gerekiyordu aksi takdirde işe koyulan şeytanın dürtülerine kapılmak içten bile değildi. Nefesleri bir birine çarparken kendine engel olamadan dolgun dudaklarına baktı. Oradan da aşağı doğru yol izleyen gözleri, sırt üstü dönmesi ile daha da belirginleşen iri göğüslerine kaydı. Ala'nın vücudundan yayılan ısı yeterince yakarken bir de üzerine şehvet ateşi yüklendi ve tren raydan çıktı. Sertçe yutkundu. Günahın çağrısına kulak vermekten başka seçenek bırakmayacak kadar güzel ve çekiciydi bu kız. Bedenine yayılan haz, şeytanın fısıltısı, resmen baskı altındaydı. Bir an önce bu odadan çıkması gerekiyordu aksi takdirini düşünmek dahi istemiyordu. Uyandırmamak için diye birşey yoktu artık. Kendini kurtarmak dışında hiçbir şey umrunda değildi bu yüzden parmağını ağzından kurtarırken bir an bile düşünmedi. Bir nemli parmağına bir de emziği elinden alınmış bebekler gibi ağlamaklı bir ifadeyle uyuyan kıza baktı darma dağın olmuş hisleriyle. Bu nasıl tiktir diye geçirdi içinden. Uyurken parmak emme alışkanlığı vardı Ala'nın çocukluktan kalma. Her zaman olmasa da arada uykuda yapardı böyle şeyler, genelde de emmek için baş parmağını seçerdi ve işin ironi kısmı da bunun asla farkında olmamasıydı. Çünkü genelde uykusunun ortasında en derine daldığı zamanlarda olurdu. Parmağını kurtarsa da içindeki arzuya dem vurmayı bir türlü beceremeyen genç adam, odadan çıktı. Deyim yerindeyse ateş hattından kaçtı. Kap katı kesilen bedeni, bu gecenin epey zahmetli geçeceğini çok acılar çekeceğini söylüyordu ona. Oraya giden aklına küfürler etti ancak ne fayda hiçbir şey bedenindeki yangını dindirmeye yetmedi. 📜
Merdivenden uykulu gözlerle inen ve zaten bir birine girmiş saçlarını elleriyle dağıtan kızın mutfağa gidişini izledi. Hâlâ eldiven takılı olan elini kaldırıp bir ara kocaman açılan ağzını kapadı ve esnemesini bastırdı. Onu izlediğinden habersiz mutfakta oyalandı. Ada tezgahını kullanmak için döndüğünde gözleri kesişti ve Ala ne bakıyorsun dercesine ters bir bakış attı. Gece olanlardan habersiz olduğu aşikârdı.
Genç adam oturduğu yerden kalktı. Boş boş oturmaktan sıkılmıştı ve tabi Ala'nın gelmesi ile üzerine çullanan hislerinden kaçması gerekiyordu. Şayet gecenin tesirinden hâlâ çıkabilmiş değildi. Bahçe kapısına dönüp bir kaç adım attıktan sonra duvarda asılı olan oku gördü ve hayatta görmekten en çok hoşlandığı şey oymuş gibi ifadesi manalı bir hal aldı. Ala'yı kışkırtıp muhteşem hünerini sergilemesine sebebiyet verdiği günden beri onu dışarda ok atarken görmedi oysaki başlarda sık sık dışarda atış yaparak zaman geçiriyor o da pencereden turnuva izler gibi onu izliyor bundan aşırı zevk alıyordu. Belki de bu alışkanlığını bırakmasının sebebi izlendiğini anlamasıydı. Yine de bu saçma geliyordu kulağında onunda görüp de ilgisini çeken şeylerle arasına mesafe mi koyacaktı hep?
Düşünmeyi bırakıp oku oradan aldı ve dışarı çıktı. Dönüp sahibine alabilir miyim diye sormadı zira böyle şeyleri sıkıntı etmeyen paylaşımcı bir insan olduğunu en başlarda çözmüştü. Gece gerilen bedeni rüzgarla temas etmesi ile yavaşça gevşedi. Hayatında geçirdiği en işkence dolu gece olduğuna şüphesi yoktu. İlk defa erkeklik duygusu bu denli yükselmişti ve tek seferlik sanarken Ala'yı görmesiyle kalbinin binlerce iğne batıyormuş gibi bir hisle kendinden geçmesi işin aslının çok farklı olduğunu acı bir şekilde yüzüne vurmuştu. Fakat o duygularından habersiz yaşamayı yeğlerdi. O yüzden hepsini hiçe saydı.
Ala'nın dandik dart tahtasının önüne gelip durdu. Atış yapmak için pozisyon aldığında evin kapısının bir kere daha açıldığını işitti ancak oralı olmadı.
Dışarı çıkan Ala ona göz ucuyla bakıp ahıra doğru yol aldı. İçindeki isteğe karşı koyamayan genç adam, ikinci atışına hazırlık yaparken kısa bir an arkası dönük kıvıra kıvıra giden kıza baktı. Gözleri üzerindeki eşofmana rağmen belli olan ve dolgunluğu ile dikkat çeken kalçalarına kaydığında abdest bozmadan evvel kafasını hızla çevirdi ve boynunu kırçlatıyormuş gibi yaparak, "Tövbe estağfurullah!"diye mırıldandı. Çevresinde dolanan şeytanın eline kozu vermişti iyi mi şimdi uğraşa dursun onunla. Ve fakat bir an önce bunu yapmaya son vermezse kan akıtmadan öteki tarafı boylayacaktı. Yakındı.
Aklındakileri atıp dart tahtasına odaklanmaya çalıştı. Biraz zahmetli de olsa nihayet sınavını başarıyla geçmiş yalnızca ok atmaya odaklanabilmişti.
Ok atmayı bıraktığında eve girdi. Kahvaltısını hep olduğu gibi masanın üzerinde hazır halde buldu. Bir an Ala ile evli olduklarını ve eşlik görevini yerine getiren Ala'nın ona küçük hizmetlerde bulunduğunu aynı zamanda kendisinin de kocası olarak ona yardım edip aynı şekilde hizmet ederek mutlu bir yaşantı sürdüklerini düşündü. Kulağa pekte fena gelmemişti aslında. Hatta aksine güzel ve hoştu. Kelebeğin ömründen bile kısa süren hayallerden kafasını sallayarak sıyırdı kendini. "Neler düşünüyorsun Allah aşkına,"diyerek kendi kendine serzenişte bulundu. Fakat ne yaparsa yapsın hoşuna gittiği gerçeği gerçeğini örtbas edemezdi yalnızca inkar ederdi ama o da yalandan ibaret olurdu. Şayet düş sırasında dudağının kenarına yayılan silik ama bir o kadar gerçek tebessümü tarihten silmeye kimsenin gücü yetmezdi.
Ahırın kapısının önüne gelen Ala içeri girmeden önce yabancının inşa ettiği zanaate baktı. İnceleyici bakışları bir süre sonra tatminkar ifadeyle dolunca ortaya çıkardığı şeyi beğendiğini açıkça vurgulamıştı. "Güzel yapmış helal olsun."diye mırıldandı.
Görünüş konusunda tam puan alsa da işlevi için ne kadar yeterli olacağını anlamak adına bir iki kere açıp kapadı kapıları. Onu izleyen hayvanlar muhtemelen, bu deli yine sabah sabah neyin peşinde, diye soruyorlardı. İşlev konusunda da tam puan alan kapılar geride kalırken hayvanlara bakıp işaret parmağı ile ardını göstererek, "Kızlar nasıl ama sizin için aşırı fiyakalı birşey yapmış?"dedi alaysı bir tonla. "Tamam tamam şakaydı."diyerek elini boşlukta savurdu bir defa. "Bu arada Tosun'cuğum kızlar dedim ama inşallah üzerine alınmamışsındır şayet gururunu incitecek birşey yapmak istemem." Ondan habersiz kafasını gömdüğü yerde ot yiyen Tosun kesinlikle böyle düşünmüyordu.
Ala yüzünde gereksiz bir neşe ile hayvanlarını sevdi. Güzel sözcüklerle onları şımarttı. Hayır tabi, şımardıkları falan yoktu, Ala hayal dünyasında fazla mutluydu sadece.
İşi bittikten sonra koca adamın evini ziyarete gitti. Yabancı hayatına girmeden önce sık sık orada zaman geçirir hatta çoğu gece orada uyurdu, yabancıyı ormanda bulup eve getirmeden önceki kıyametin koptuğu akşamki gibi. Bu uzaklaşması tabiki koca adamın da gözünden kaçmıyordu ancak o öylesine kurnaz bir yarattıktı ki ne düşündüğü anlamak güçtü.
"Bir defa olsun özgürce gökyüzünde süzülmeme izin vermeyeceksin değil mi?" Bebek yaşta sergilediği saldırgan davranışlar yüzünden parmaklıklar ardına hapsolan koca adam konuşmayı söktüğü günden beri özgürlük için Ala'nın aklını çelmeye çalışmış ama ona bu konuda güvenmeyen genç kız oyunlarına kanmamıştı. Tek istediği şeyin özgürlük olduğunu söylese de aklındaki canice düşüncelerden haberi vardı. Eğer vahşete hayran biri olmasaydı onunda özgür olmaya hakkı vardı. Elinden geldiğince gözlerden ırak olması şartıyla özgürlüğünü verebilirdi ancak işin aslı ortadayken bu mümkün değildi.
"Hadi ama Frenk yorulmadın mı bunu istemekten şayet ben seni reddetmekten yoruldum." Koltuğun üzerinde gerindi. Her bu konu açıldığında geriliyordu.
"İstesem şimdiye tüm sınırları aşıp özgürlüğüme kavuşurdum biliyorsun değil mi ufaklık?" Ala kafasını ağır ağır salladı. "Ama ben seni üzememek için yapmıyorum. Benim gibi birinin hâlâ senin duygularını önemsiyor olması kayda değer değil mi?" Buna diyecek lafı yoktu. Öyle olmadığını savunsa ekmeğe basmış gibi çarpılırdı. Fakat duyguları karşılıklıydı. İkisi de bir birini çok seviyordu. "Bir kez olsun kendi rızanla beni mutlu etmeni istiyorum sadece." Acıtasyon yaparak onu etkilemeye çalışıyordu bu da taktiklerinden biriydi ve Ala öyle bir raddeye gelmişti ki bir gün yalanlarını yemekten korkuyordu. Belki de özgür kalmasında korkulacak birşey yoktu. O fazla abartıyordu.
"Bunu dışarda neler olduğunu anlamak için yaptığını biliyorum Frenk."deyip açık konuştu genç kız. "Dalaverleri bırakıp alenen sormaya ne dersin? Merakının pek tabi farkındayım bana oyun yapmana gerek yok. Açık olman yeterli."
Ala'yı geren bir sessizlik oluştu. Boğazından çıkardığı hırıltılar ile düşünceli gözlerle boşluğu seyreden koca adam Ala'yı huzursuz ediyordu. "Neden sormamı beklemek yerine eskisi gibi dürüst olmayı denemiyorsun ufaklık?"diye sorarak aniden bozduğu sessizliği. Sanırım konuşmaması Ala'nın ruh sağlığı için daha iyidi. "Ala..." Nadir zamanlarda ona adıyla seslenirdi ve o zamanlarda aşırı sinirli olduğu zamanlardı. Ayak parmaklarını kırmak pahasına büktü. Bir birine kenetlediği ellerine tırnakları ile işkence yaparken sıradaki cümleyi bekledi. "...beni aptal yerine koymayı bıraksan mı diyorum!"
Ah hayır oyununa gelmemeliydi. Manipüle etmeye çalışıyordu gerçekleri öğrenmek için küçük bir oyundu sadece. Daha akıllı davranması gerekiyordu. Daha akıllı davranıp hamlelerini savuştuması gerekiyordu. Önce parmaklarını sıkmayı ve gergin olduğunu belli etmeyi bırakmalıydı. Kendini rahat bırakıp yerinden kalktı ve gayet sıradan davranarak şömineye yaklaştı. "Ah dostum senin zekana karşı koymak ne mümkün?! Gerçekten ormanın insanlar tarafından istila edildiğini ve korktuğumuz gibi şehirleşmeye başladığını senden saklamamam gerekiyordu haklısın." Şöminenin kenarından aldığı uzun sopayla bir süre ateşle oynadı. Sözleri bittiğinde koca adama dönüp yüzündeki şeytani ifadeyle, "Bunları duymayı bekliyorsun değil mi? Çünkü katliam adı altında gerçekleştimek istediğin hayallerin var binlerce insanı öldürüp gücünden ve varlığından haberdar olsunlar istiyorsun. Korku salmak ve onları cezalandırmak istiyorsun çünkü zamanında onlar seni dışladı doğmaman için ellerinden geleni yaptılar bu yüzden onlar sonsuz kin besliyorsun. Ve büyük babam olmasaydı hiçbir zaman olmayacaktın! Bu yüzden de hayata sadece onu ve beni seviyorsun bizim de insan olduğumuzu asla umursamadan."konuştu buz gibi bir sesle.
Her cümlesinin ardından daha da kararan gözleri öfkeyle dolmuştu koca adamın. Yıllar önce dostları tarafından büyük babaya yapılan dışlayıcı ve yadırgayıcı muamelenin aynısını şimdi dünya üzerinde en değer verdiği insan tarafından düşünceleri için görüyordu ve bundan feci biçimde hoşlanmamıştı. "Beni kışkırtmak mı amacın ufaklık? Hayır hayatının hatasını yapıyorsun da kafam atarsa taş üstüne taş bırakmayacağımı ikimizde çok iyi biliyoruz nitekim!"
Gözlerindeki tehditkar ifadeye aldırış etmeden, "Gerçeklerden neden bu kadar rahatsızlık duyuyorsun Frenk, onlarda senin eserin? Sen olmasaydın bu gerçekler olmazdı."dedi soğukkanlılıkla.
Git gide burnundan alev püskürme yolunda ilerleyen koca adam, "Ala!"diye a harfine özellikle vurgu yaparak dikkatini topladı. "O sovunduğun ırkının iyiliği için sus istersen!" Bu sefer ciddiye almama lüksü kalmamıştı Ala'nın. Dudaklarına kilit vurup kendisi için en mantıklı kararı verdi. Tartışmaya müsait binlerce konu birikmişti ancak ikisi de susarak biraz daha erteledi. Ala oradan çıktığında yıllarca esaret hayatı sürüp sonunda beraat edilerek özgürlüğüne kavuşan sabıkalı gibi hissetmişti. Özgürlük gerçekten muhteşemdi, bu nedenle koca adama hak veriyor hatta içten içe onun için üzülüyordu ancak faydasız bir davaydı bu. Onun esaretinden kurtulması gibi birşey söz konusu olamazdı kısa bir anlığına da olsa.
📜 "Alf orada!" İşaret parmağı ile gösterdiği yere baktı Alf. "Bu geçen yaraladığımız domuz! Fırsat ayağımıza geldi, bu defa öldürmek çok kolay olacak." Saklandığı çalılığın arkasından bir yılan gibi hisserimeden, yavaşça süzüldü. Ona ayak uydurmakta nirvana yapmış Alf'te arkasından gitti. Biraz daha ileride kalın gövdeli ihtiyar bir ağacın yamacında böğürtlen çalılıklarına yaklaşıp sadece bir kaç metre uzakta yerde halsiz bir biçimde oturan ve bayık gözlerinden de anlaşıldığı üzere acı çeken domuzu izledi. Arada isyan eder gibi çenesini havaya dikip bağırıyor ardından kalça kemiğindeki yaraya dönüp yalıyordu. Pislik içinde görünmeyen yara Ala'nın tüfeği ile açtığı yaraydı. O günden bugüne iyileşmemişti. Mikroparla dolu şu ormanda uzun süre açık kalan yaranın iyileşme şansı zaten yoktu. Kurtlanmıştı kokmuştu öyleki aralarındaki mesafeye rağmen leş gibi kokusu Ala'ya kadar geliyor midesi bulanıyordu. Yüzü buruş buruş olmuşken nefesini tuttu. Eğer olurda yakalarsa o kokuya rağmen nasıl eve kadar taşıyacak hiçbir fikri yoktu. Fakat eve erken dönmek için her yol mübahtı bu saaten sonra. "Alf dikkatli olmamız ve elimizden asla kaçırmamamız lazım. Ne kadar çevik olduğunu geçen ikimizde gördük." Alf'ten bir tepki gelmeyince merakla ne yaptığına bakmak için ona döndü. Duyduğu koku hayvanın nevrini döndürmüş bayılmak üzereymiş gibi bakıyordu. İfadesini komik bulan Ala tam güleceken domuzun kaçacak olma ihtimalini anımsayınca hemen durdu. Önüne dönüp kendini bu işkenceden kurtarsa da muzip ifadesi yerli yerindeydi. "Alf şöyle bakmayı bırak."dedi gülüşünün izlerini taşıyan sesiyle. Neyse domuza odaklanması gerekiyordu. En ufak harekette bulunmaya mecali olmayan domuz fazla kolay bir lokma gibi dursa da, göt korkusu diye bir gerçek vardı ve karşısındaki deyyuzdan herşeyi bekliyordu Ala. Tüfeğini eline alıp doğrulttu. Kafasından nişan alıp üçten geriye doğru saydı. Sıfıra geldiğinde tetiğe basmıştı ki son anda gaklamaya başlayan daldaki iki karga yüzündan kafasını onlardan taraf çeviren domuzu teğet geçti kurşun. Çıkan gürültü hayvanı gerçeklere uyandırırken yarasına rağmen kendinden beklenmedik bir çeviklikle fırladı ağaçların arasına doğru. Öfkeli gözlerini avını kaçırmasına neden olan ve bundan keyif almış gibi dalda gülüşen kargalara çevirdi. Bu sürekli başına bela olan o iki şarlatandı. "Ah sizi var ya bir gün kurşuna dizeceğim ama ne zaman adi pislikler!"diye dişlerinin arasından öfkesini kustu. Domuzun kaçması ile anında peşine takılan Alf, her daim bir adım arkasındayken yine muthiş bir kovalamaca başlamıştı. Onlara yetişmek için ayaklarına yüklenen Ala, ağaçların arasından zor bela gördüğü ne zaman bu kadar mesafe kattetiğini bilmediği köpeğine, "Alf dur gitme!"diye seslendi. "Korkutman yakalamamızı daha da zorlaştırır! Alf kime diyorum?!" Hem son gaz koşuyor hem de Alf'e sesini duyurmaya çalışıyor ama ne fayda Alf çoktan uzaklaşmış, sözlerini duymuyordu. Ne yapacağını kara kara düşünürken aklına tüfeği geldi. Alf'i durdurmasını umut ederek bir el ateş etti havaya doğru. Alf dışında tüm hayvanlar çıkan gürültüya mutlaka bir tepki vermişti. Hamlesi hiçbir işe yaramayınca başka bir çözüm yolu aradı ve çok geçmeden zekice bir plan geldi aklına. Birden, "Aman Allah'ım Alf yardım et bu canavar beni öldürecek! Alf çok zor durumdayım!"diye oramana doğru var gücüyle bağırdı. Gözleriyle her noktayı didik didik ederken gelecek mi diye bekledi ve nihayet planı işe yaramıştı ok gibi giden Alf ok gibi geri dönüyordu şimdi. Dört ayağının üzerinde ahenkle koşarken rüzgarda salınan yelesi onu aşırı havalı gösteriyordu. Yüzündeki hayranlığı gizlemeden yaklaşmakta olan köpeğine baktı ve, "Kimin oğlu bu be!"diye gurur nidaları döktü. Yanına geldiğinde dümene getirildiğini, fazlasıyla sağlam olan sahibini bir hasar var mı diye incelerken anladı. Bir el havladığın da muhtemelen teessüf ediyordu şayet korkmuştu sahibine birşey olacak düşüncesi onu mahvetmişti. Elini kafasını üzerine koyup tüylerini okşarken, "İyiyim Alf seni durdurmak için küçük bir tiyatroydu sadece."dedi sıcacık sesiyle. Alf nedenini sorgularcasına boğazından hırıltılar çıkardı. Kurşuni bakışlarını domuzun gittiği tarafa yönelten Ala, "Kovalamak bize hiçbir sonuç vermeyecek o yüzden daha akılıca davranıp onu tuzağa çekmemiz gerekiyor."dedi. Tekrar köpeğine döndüğünde, "Hadi gel gidip bulalım şunu. O yarayla fazla uzaklaşmamıştır."diyerek tüfeğini boynuna astı ve yürümeye başladı. Her daimi tehlikeye gebe olan ormanın içinde attıkları her adım özen istiyor, uzaklardan gelen fısıltılar ecelin fısıltısını andırıyordu. Domuzun kaçarken ardında bıraktığı izleri takip ederek kayalıkların yanına kadar gelmişlerdi. Çevresinde dolanırken kavis aldığı yerde bir oyuk olduğunu gördüler. Titiz adımlarla oyuğun önüne kadar geldiklerinde Ala kafasını uzatıp içine baktı. İşte ordaydı. Korkudan tir tir titriyor, bir birine çektiği bedenini korumaya çalışıyordu dış etkenlerden. Girişte dolanan kaygılı bakışları, biri ya da birileri gelecek mi diye kontrol ediyordu. Saklanmak için kötü bir yer seçmişti. Ala orada olduklarının farkına varmasından önce tüfeğini duvara yaslayıp yavaşça içeri süzdürdü. Köşede duran hayvanın kafasını nişan aldığı gibi tek el ateş edip beyninde bir kurşun yarası açtı. Domuz artık ölüydü. Aslında ona büyük bir iyilik yapmış hem kurşun yarasının ölümden beter eden ağrılarından hem de korkularından kurtarmıştı. Bu onun için kurtuluştu hayvanlar cehennemi olmadığı için de ayrıca şanslıydı. İçeri gidip ölüsünün başında dikildi. "Çok bile yaşadı. Ama hakkını yememem gerekiyor bayağı dirayetliydi." Sözlerinin ardından bacaklarından tuttuğu gibi sırtına attı. Bayağı ağır olmasına karşın beli büküldü. Eve kadar nasıl idare edeceğini bilmiyordu ancak burunun direklerini kıran leş kokusu olmasa da yeterdi, tek dert oydu. İki türlü işkence çekerken yol bayağı çetrefilli geçmişti. Önden ilerleyen Alf, tıpkı onun korumasıymış gibi gözcülük ederken o da üzerindeki ağırlığı hiçe saymaya çalışarak ağır ağır gitti ardından. Evin yakınlarına geldiklerinde, "Şükürler olsun Allah'ım."diyerek sevincini dile getirdi. "Alf ben kilere gidiyorum sen de çiftliğin etrafını kolaçan et." Alf sadece bir kere havlayıp işe koyuldu. O da bir an önce yükünden kurtulmanın hayalini kurarken kilere doğru yol aldı. Tabi bu sırada camın ardından kendisini izleyen bir çift gözden habersizdi. Genç adam, ormandan gelen kızı fark ettiğinde su almış mutfaktan dönüyordu. Pencerenin önünde dikilip Ala'nın zahmet içinde, yıpranmış görüntüsünü izlerken sırtındaki yaban domuzunu görmesi ile kaşları çatılmıştı. Onunla ne yaptığını sorgularken aklına iğrenç bir ihtimal düştü. Korktucu bir şey görmüş gibi dehşete kapılan hisleri dışa vurmasa da, "O domuzu yemiyecek değil mi?"diye mırıldandı. Yoksa günlerdir et diye yediği şey bir domuz eti miydi? Ah hayır bu olamazdı! Hadi ama lanet olasun ki bu cahil kızdan herşey bekliyordu. Kusma isyeği duyduğun da içinden lenetler yağdırarak ne yapacağını bilmeden kıpırtısız bir şekilde kala kaldı öylece. Donuk gözlerini pencerenin üzerinden uzun süre alamadı. Bölüm sonu...
|
0% |