@yakamoz_1213
|
Mutfakta yemek pişirmekle uğraşan kıza baktı. Şahit olduklarından sonra duyduğu her yemek kokusu işkence gibi geliyordu. Şimdiye kadar yediği etlerin domuz eti olmamasını dilerken, kaç sınavdan geçmişti bilmiyordu. Marine ettiği eti, tüpün üzerinde kızarmış yağın içine koymak için havandırdığın da gözleri ette takılı kaldı. Bir domuz etti değildi değil mi? Daha önce hiç görmediği için neye benzediğini bilmiyordu bu yüzden emin olamıyordu. Öyle miydi değil miydi?
Sormaya karar verdi. Belki bir ihtimal cevap verirdi. O kadar çok cevapsız sorulara maruz kalmıştı ki, sormadan önce verir mi vermez mi ikilemine düşüyordu. "Ne eti o?"diye sordu.
Daha önceden koyduğu eti çevirmekle meşgul olan Ala, ona baktı. Neden sorduğunu anlamadı. Daha önce yemeğini çok kez yemesine rağmen yemekler hakkında hiç soru sormamıştı. "Dana."diye yanıt verdiğinde genç adamı dumura uğrattı.
Beklenmedik yanıt karşısında bir süre üzerindeki etkiden kurtulmaya çalıştı. Demek dana? Yalan söylemiyordu değil mi? Yüzüne baktı yalana dair en ufak bir ize rastlamadı. Ve cevabı verirken hiç beklemeden hiç düşünmeden hızla vermişti bu da yalan söylemediği anlamına geliyordu. Peki o domuz eti ne içindi. "Genel de yemeklerinde hangi etleri kullanıyorsun?"
Ala birden gelen sorulara karşı yabancılık çekti. Birden bire nerden gelmişti bu et aşkı? Yemeklerini çok beğendiği için tarif mi istiyordu acaba, diye bir düşünceye düştü. "Kuzu, dana, tavuk."diye gelmiş geçmiş kullandığı etleri sıraladı.
Sorularına sorgusuz sualsiz cevap vermesi gözünden kaçmazken bugün iyi gününde olduğunu anladı ve sınırını zorladı. Bu fırsat bir daha eline geçmezdi nede olsa. "Sadece bunlar mı?"
Ala nasıl gitmesi gerektiğini sormak yerine böylesi boş sorular sormasına kızdı. Sözlük olarak değil tabi. İçindeki ses farklı söylese de bunu dışa vurmayı bir türlü beceremiyordu. "Amacın ne? Neyi öğrenmeye çalışıyorsun?"
Genç adam baktı. Sadece baktı. Gözlerinde birşeyler arıyormuş gibi baktı. Ama aradığını bulamamış olmalık ki önüne döndü. Ardına yorgunca yaslanıp ellerini başının arkasında birleştirdi ardından gözlerini tavana dikti. "Öylesine soruyorum."
Ala yorgun adama bakıp anlam verememiş gibi küçük bir kafa hareketi ardından yemeğine döndü. Neyi sorguluyordu ki adam cinsin tekiydi. Düşünmeyi bıraktı ve işine odaklandı. Etleri iyice kızarttıktan sonra tavayla işi bitmişti ve evyenin içine koyup musluğu açtı. Su ile buluşan kızgın tava, etin ateşle buluştu an çığlık atan yağlar gibi ince bir ses yükseldi. Ve mutfağı duman aldı. Yuttuğu duman boğazını rahatsız ederken yüzünü buruşturup eliyle dumanı dağıtmaya çalıştı. Bu sırada ağzından kaçan bir kaç öksürük genç adamın ona bakmasını sağlamıştı. Kaşlarını çatmış beyaz duman bulutunun ardında, mücadele veren kıza baktı. İyi miydi? Pencereye koşup camı açtığını ardından söylendiğini duyunca güldü gizlice. Cevabı yeterince almıştı.
Mutfak eski halini almasıyla işine devam etti. Altına bir tabure alıp dolabın üzerine koyduğu kutuyu almak için parmak uçlarına tırmandı. Kutu bir yere takılmış gibi çekiyor çekiyor ama gelmiyordu. "Hay aksi!"diye söylenip çekmeye devam etti. Sağ sol yaptı olmadı. Kaldırmaya çalışsa tavanla dolap arasında sıkıştığı için milim hareket etmezdi. Kutuyu ısrarla oynatmaya devam ederken fark etmeden örümcek ağlarından birini bozdu ve yuvasından olan zavallı böcek saçının içine düştü. Ufak çaplı bir paniğe kapılıp saçlarını döverek örümceği çıkarmaya çalıştı ve bunu yaparken altındaki tabure sallanmaya başladı. Örümceği çıkarmakla uğraşırken pek umursamadı ancak, taburenin ayakları çok dayanacağa benzemiyordu hatta bir tanesi çatlamaya yakın bir ses çıkardı. Bunu duyan yalnızca genç adam olmuştu. Ala'ya baktı. Saçlarını dövüyor yoluyor, halden hale sokuyordu da neden yapıyordu anlamamıştı. Ada tezgahından dolayı tabureyi göremese de tehlike arz ettiğini anlaması için kain olmaya gerek yoktu.
Yaptığı son hareketle bacaklardan birini iyice çatlatan Ala, taburenin artık dayanamaması ile dengesini kaybetti ve tabure bir yana savrulurken o başka bir yana savrulmuştu. Düşme anında alacağı darbeye kendini hazırlamıştı ki, beklediğinin aksine düşmeden birşey onu tutmuştu. Ne olduğunu anlaması için gözlerini açması gerekiyordu ancak ne mümkün. Bir kaç saniyeye ihtiyaç duymuştu bunun için. Düşme esnasında kopardı seyreltik çığlık salonun duvarlarına çarparken sıkıca yumduğu gözlerini yavaşça açtı. Bir çift siyah gözle karşılaşmayı beklemiyordu ve şaşkınca yutkundu. Genç adamın gözlerindeki şey endişe miydi? Kırpıştırdığı gözleri ardından dili tutulmuş gibi sadece baktı.
Mavi gözlerinde kaybolan genç adam kas katı kesilen bedeninden habersiz genç kızı kollarında tutmaya son vermedi. Gözleri o kadar güzeldi ki kopup gitse boşlukta savrulacakmış gibi hissetti çok kısa bir an. Yutkunması ile adem elması hareket etti. Yakınlığından etkileniyordu sıcaklığı tenini kavuruyordu bunu artık çok iyi anlamıştı.
Kendine gelen Ala kollarını itip onu kendinden uzaklaştırdı. İki adım gerilediğinde elini koyacak bir yer bulamamış gibi, boşlukta salladı. Bakışlarını köşe bucak kaçırırken neyden kaçtığını o da bilmiyordu.
Gözlerini izlemeyi bırakıp saçında yukarı tırmanan örümceğe kaydırdı. Ala'nın iki adım gerileyerek açtığı mesafeyi tek adımıyla kapattı. Gözleri bir kez daha onu bulan Ala, sorgularcasına baktı ama umursamadı. Elini uzatıp örümceği saçından aldı ve "Nerdeyse felakete yol açıyordun."diyerek örümcekle konuştu. Ona aval aval bakan kızı daha fazla görmezden gelemedi ve gözlerine karşılık verdi. " Ucuz yırttın."dedi. Ala bu defa gerçekten konuşmayı unutmuştu. Yanından geçip giden genç adam ikisini de bu işkenceden kurtardı.
Örümceği pencerenin önüne koyup ardına döndü. Hâlâ aynı yerinde aynı vaziyette duran kızın uzun siyah saçlarına baktı. Neden yaptığını bilmeden iç çekti. Son zamanlarda kendinde değildi orası kesin de nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.
Aklındaki düşüncelerle çaktırmadan gidişini izledi. Aklından geçenlerin farkına vardığında kendine kızdı ve onu hiç sevmediğini kendine hayırlattı. 📜
Ertesi sabah uyandığında yine aklını dehşet'ül vahşet bir kabusa kurban vermekten son anda kurtulmuştu. Günler önce gördüğü kabus kadar kötü olmasa da gün boyunca aklını oyalamaya yetmişti.
Aklına her gelenler yüzünden yabancıya düşmanıymış gibi bakıyordu. Son iki gündür kendisine bir farklı bakan adamın herşeyin farkında olduğunu biliyor ancak, buna rağmen sessiz kalmasına hayret ediyordu.
Gün boyu canını sıkan imgelerden sonra kafasını dağıtmak için kilere gitti ve buğday öğütme taşı, bir diğer adı el değirmeni ile buğdayları öğütmeye başladı. "Hayır yani derdin ne?" Kendi kendine konuşurken, kendi kendini de gaza getirip sinirini harlıyordu ve tüm hıncını buğdaylardan çıkarıyordu. "Bak oğlum son zamanlarda o gözlerini oymamak için zor duruyorum! Bana niye öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun?!" Gören de karşısında biri var sanardı. Deliler hastanesindeki görevliler görse direkt hastaneye yatırılardı. "Şeytan diyor vur poposuna tekmeyi yallah dışarı!" Kendini o kadar çok kaptırmıştı ki sözlerini aynı zamanda hareketleri ile pratiğe dökmüş ayağı ile boşluğa tekme atmıştı. "Zaten Alf'e yaptıkları yok mu mermametimi lime lime ediyor da şu şapşal köpek bir dursa!" Hayali arkadaşını hırpalamayı bırakıp yeniden öğütücünün sapını kavradı. O çevirdikçe buğdaylar parçalandı ve un halini aldılar. İki kayanın bir birine sürtünmesi ile çıkan ses bir süre duyulan tek ses oldu. Birden cık cık etmeye başlayan Ala yine başladı şikayetlerine. "Anlamıyorum nasıl bir bağ kurdun da böyle davranıyorsun?!"
Öğütücü ile işi bittiğinde elde ettiği unları koca bir torbaya boşaltmaya başladı. Bu arada şikayetlerini sürdürmeye devam ediyordu. Yarısına kadar doldurduğu çuvalı sırtlamak için doğruldu. "Kabusları da bitmiyor! Anam söyle senin rüyamda ne işin var!" Ağzını büzdüğü çuvalı elleriyle sıkıca kavradı ve sırtına atmak için havalandırdı ve ardına döndüğü sırada ağırlığı fazla gelen çuval ayaklarını yerden kesti ve kendini sırt üstü yerde, ayakları ise nalları dikmiş at gibi havada kalmıştı. Sinirle uzandığı yerden debelenirken çığlığı bastı. "Neden işlerim hep ters gidiyor neden?!" Bundan yabancıyı sorumlu tutmaktan hiç çekinmedi. Ala'ya göre o hayatına girdiğinden beri, hayatı yolunda gitmiyordu.
Duyduğu kapı sesiyle kafasını çevirince Alf'in ona attığı endişeli bakışları gördü. İçeri girip çığlık atmasına neden olan şeyi aradı ancak bulamadı. Eşkin adımlarla Ala'ya yaklaştığında kilerin her noktasını gözleriyle taramıştı. Durduğu noktada Ala'ya baktı aynı zamanda, hani sorun ne, timsali bir ifadeye sahipti.
"Ne arıyorsun?"diye sordu. Köpek havladı. Uzanır pozisyonunda, yılgın, halini süzdü. "Ha neden mi böyleyim?" O da kendine baktı baştan aşağı. Gerçekten acınası durduğunu düşündü. "Hayat yordu be Alf." Bedenini değilde koca bir yükü kaldırıyormuş gibi inleyerek oturur vaziyete geçti. Kollarını dizlerinin üzerine koyup, "Aslında hayatımı seviyorum."dedi. Sonra düşünceli bir ifade kazandı yüzü. Dirseğinden büktüğü ellerinden birini çenesinin altına yerleştirip çenesini kaşıyarak sacla kapatılmış tavana baktı ve, "Neden böyle oldu ki?"diye sordu kendi kendine. Köpek bir kez daha havladı. Zaten yapabilidiği tek şey havlamaktı. Ancak insanın halinden çok iyi anlıyordu. Mesela şuan sahibinin, sevgiye ihtiyacı olduğunu çok iyi anlamış bacaklarının dibine yaklaşıp kafasını bacaklarına sürtmeye başlamıştı. Sevildiğini anlayan Ala yüzüne tebbesüm kondurup elini köpeğinin başına koydu ve tüylerini parmakları ile mest etti. "Ben de seni seviyorum çaylak."dedi burkulmuş sesiyle. "Gel buraya bakayım."deyip Alf'i kucakladı ve bacaklarının üzerine koydu. Tüylerini sevmeye devam etti ve zaman öylece geçip gitti.
Dışarda sağanak yağmur yağıyordu. Akşama doğru bastırmıştı ve av sırasında yakalanan Ala, bugün kötü gününde olduğunu tümüyle anladı. Yakaladığı etlerle alelacele eve dönerken kilere gidip etleri temizledi ardından koca adamın evine gitti. "Güçlüsün sen. İki günde kurşun yarasından kurtuldun."dedi yine etin dişinin kovuğuna yetmeyeceğini ve açlıktan öleceğini söyleyen koca adama cevaben.
"Şuan ne düşünüyorum biliyor musun?"diye sordu. Gür sesi boğazdan dökülüyordu. Kaba, güçlü, ve korkutucuydu.
Ala gözlerini kısıp merakla sordu. "Ne düşünüyorsun?"
"İnsan müsveddesi ile dolu bir köye dalı..."
Devamını zaten tahmin eden Ala sözünü kesti. "Tamam tamam devamını anlatma zaten biliyoruz."dedi. Koca adamın koca ağzıyla sırıttığını görünce ona dost canlısı olmaktan uzan bir bakış atıp, "İşte bu yüzden özgür kalmayı hak etmiyorsun."dedi.
"Ah ufaklık değer yargıların ne kadar kötü."dedi. "O iğrenç varlıklar da yaşamayı hak etmiyor."
Ala anlık bir çıkışma ile, "İyi olanları da var, birileri yüzünden herkesi yargılamak çok adaletsiz geliyor bana."dedi.
"Adalet bekçisi misin?"diye sordu koca adam. "Olsaydın da bir noktada amacından şaşardın çünkü seni buna zorlayanlar mutlaka olurdu."
"Eğer gerçekten adalet için savaşıyorsan hiçbir güç seni bundan alıkoyamaz. Meyilli insanlar yoldan sapmaya müsaittir her zaman, istikrarlı insanlar için ise davaları her zaman, daimi ve önceliklidir."
İlk defa sözleriyle alt ettiği koca adam cevap veremeyince, "Hangi kitaptan alıntı bu?"diye sordu.
Ala göğsünü kabarta kabarta, "Tabiki benim düşüncelerim. Doğruları konuşmak için dış etkenlere ihtiyacım yok kendi düşüncelerimi savunacak kadar büyük bir iradeye sahibim."dedi.
Kafasını çeviren koca adam, "Büyük babaya çok şey borçlusun."dedi.
"Aksini asla savunmadım."diyerek noktayı koydu.
Yemeğini yemeye koyulan koca adam sessizliğe gömülünce Ala, da uzandığı koltukta yorgunluğunu atmaya çalıştı.
Gözünden düşen bir damla yaş şakağından aşağı kayıp yastığın üzerine düştü. Boğazını zorlayan ve yutkundukça daha da acı veren ızdırabın elması -evet ona bu ismi vermişti- canını fena yakmıştı. Büyük babasını çok özlüyordu. Dinlemeyen bir özlemdi bu ve hep ilk günkü kadar taze ve acı verici. Anımsadıkça kendini incittiğini, kötülüğünün altında ezildiğini sonunda fark etti ve buna bir son verdi. "Beni yaşatmak istediği için kötü olduğunu düşündün mü hiç? Ne kadar sevsen de benim tehlikeli olduğumu çok iyi biliyorsun."
Koca adamın sözlerini uzaktan karşıladı. Çok zor bir soru sormuştu ancak onun için tek bir doğru vardı. Büyük babası bu dünyadaki en iyi insandı her ne yapmış olursa olsun. "Büyük babama karşı asla kötü düşünceler beslemedim."
"Ama sen de biliyorsun ki büyük bir suç işledi."
"Kötü olmak zorunda değilsin. Sen kötü olmak istediğin için kötüsün. Kaosla besleniyorsun."dedi. "Hem kime göre neye göre suç yaptığı?"
"İnsanlığa göre." Kaba sesi dalgalar halinde dağılıyordu içeri.
"Ah kimin umrunda ki?"diyerek önemsemediğini belirtti. "Gözetimim altında olduğun sürece sen bir suç değilsin benim için. Hem benim için çabalıyorsun bundan güzel ne olabilir ki?" Koca adam gözlerindeki şeytani planları ondan gizledi. Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değildi.
📜
Elbiseleri odada unutan aklına küfrederek sarnıcın kapısını açtı. Ses çıkarmaması için elinden geleni yaparken dişlerini bir birine bastırması ile şakağındaki damarlar dışarı atmıştı nerdeyse. Kapıdan geçmeden önce kafasını uzatıp salonu yokladı. Yabancı uyuyor görünüyordu. Derin bir oh çekip rahatladı ve havluyu düşmemesi için parmakları arasına iyice kıstırıp ilk adımını dışarı attı. Buraya kadar herşey yolundaydı. Kapıyı yeniden kapatırken aynı titizlikle hareket etmişti. Mekanizma sesi yok denecek kadar az çıktığında elini göğsüne koyup minnetle iç geçirdi. Şimdi sıra üst kata çıkana kadar uyanmamasını dilemekteydi. Ardına döndüğünde bir kere daha kontrol etti. Hâlâ hareket etmediğine göre uyuyordu. İşte bu iyiydi.
Parmaklarının üstünde yürüyerek ilk basamağa yaklaştı. Tüm bedeniyle kendini amacına adaması, üst dişlerini hafif dışarı çıkarttığı diline dayamış komik bir ifadeye bürünmesine neden olmuştu. Saçlarından dökülen sular ahşap kaplamaların üzerine damlayıp ardında ince bir yol çizerken nemli ayaklarının izi de çıkıyordu. İlk basamağa geldiğinde genç adamda bir hareketlilik sezip omuzunun üzerinden baktı. Gerginlikle çattığı kaşları yüzünden buruşan anlı onu seksen yaş yaşlı göstermişti. "Lütfen uyanma."diye mırıldandı. Kafasını tersi yönüne çeviren adam bir kaç anlamsız mırıltı çıkarmak dışında uyanmadı. "Oh be!"diye gevşeyip önüne döndü ancak ilk basamağa dikkat etmemesi sonucu ayağını çarptı ve acı parmaklarında zuhur ederken inlemek için açılan ağzını eliyle kapattı. Bu defa acıyla buruşan yüzü, acıyı bastırmak için dudaklarını dişlemesi ile level atlamıştı.
"Ne yapıyorsun orada?"diye sorduğunda Ala irkilerek ardına baktı. Hâlâ iki büklümken kafasını çevirmek yeterli olmuştu. Aynı şekilde istifini bozmadan hâlâ uzanan genç adam yastığının üzerinden kafasını çevirmiş öyle bakıyordu.
Ala artık git gide azalan acısıyla doğruldu. "Hiç."deyip gitmek için harekete geçtiği sırada genç adam sözleriyle yoluna taş koydu.
"Hiçse kime lanetler yağdırıyordun az önce?"diye sordu. O da çoktan uzandığı yerden kalkmış oturur pozisyonuna geçmişti. Ala'nın havlulu olduğunu fark edince ufak bir şaşkınlık ele geçirdi onu. Beyaz ince bacakları ay gibi parlıyordu adeta. Ve uzun siyah saçlarının izin verdiğince görünen çıplak sırtı da bacaklarından aşağı kalır yanı yoktu. Süt gibi beyaz ve dikkat çekici. Onu ilk defa böyle yarı çıplak görüyordu ve içindeki dürtünün kapanına düşmüştü.
Havlulu olduğunu unutan Ala, ona döndü. "Bu bir rutin her gün birine lanetler yağdırmasam o gün günüm güzel geçmiyor." Alaylı sözleri genç adamın dudağının kenarında silik bir tebbesüme neden olurken gözleri paraya takıldı.
Ardına dönmesi ile göğüs çatalından itibaren vücudunu saran havlunun açıkta bıraktığı gerdanı gözleri önüne serilmiş parlaklığı ve beyazlığıyla gözlerini almıştı. Gözlerine odaklanıp onları görmemeye çalıştı genç adam. "Anlıyorum. Sinirlerini boşlatmak için güzel bir yöntem."dedi alayına alayla ayak uydurarak.
"Ya ya değil mi?"deyip yavaş yavaş kafasını aşağı indirmişti ki bir de ne görsün. Eli kabak gibi ortadaydı. Hızla arkasına sakladı. Çaktırmadan genç adamı yokladı görüp görmediğini anlamak için o bilmese de vücudunun ayrıntıları o kadar dikkatini dağıtmıştı ki eline bakmaya fırsat bile bulamamıştı. Şimdiyse karşıya bakıyordu. Bunu görünce rahatladı. Fakat uzun sürmedi çünkü hâlâ havlulu hâlâ yarı çıplak karşısında tabiri caizse frikik veriyordu. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kafasını yeniden ona çeviren adamı sezdiği an ardına döndü ve merdivenleri hızlı hızlı çıkmaya başladı. Üzerindeki paniğe rağmen ellerini saklamaya devam etmesi taktire şayandı. Ardından bakan genç adam olup biteni anında çakmış dudağının kenarını sola kaydırarak derin bir tebbesüm kondurmuştu yüzüne. 📜
Fazla ses çıkarıp diğer hayvanları ürkütmemek için, tüfeği arka plana atıp okuna abandı bu defa. Az ileride yeri koklayarak ilerleyen, tilkiyi vurmadan önce o haylaz kargalar yine etrafta mı diye ağaç dallarını yokladı. Değil kargalar en ufak bir kuşa rastlamak mümkün değildi. Az sonra sağanak yağış başlayacakmış gibi bir hava vardı gökyüzünde. Hava kapalı ve sık sık gök gürüldüyordu. Ara ara çakan şimşekler gözünü epey korkutuyordu. Ağaçlık alanlara yıldırım düşme olasılığı fazlaydı, bu yüzden bir an önce avlanıp eve dönse hem onun hem de Alf için çok iyi olurdu.
Ayağının dibindeki köpeğine hep olduğu gibi sessiz olmasını işaret etti. Daha acemi yıllarında, -tabi bu sefer büyük baba da vardı yanlarında- her gördüğü hayvana havlıyor ve kaçırtıyordu bu yüzden o günlerden kalma bir huy olmuştu Ala'da, sessiz olmasını söylemek.
En az bir tırtıl kadar sessiz olan Alf, keskin gözlerini tilkiye dikmiş sahibinin atış yapmasını bekliyordu.
Yaya geçirdiği oku tam tilkiye hedefleyerek, ipi geriye doğru iyice gerdi. Fakat bugün şans ondan yana değildi. Belki kargalar yoktu ancak tabiat ana ona zorlu engeller hazırlamıştı bugün için. Aniden çakan şimşeğin dehşet verici sesi tilkiyi ürkütmüş hayvan kovalanırcasına kaçmaya başlamıştı. Ala ve Alf hiç vakit kaybetmeden ardına takılmıştı ancak bu defa takibinde olduğunu hissetirmemeye çalışıyorlardı. Bunun için de Alf'i kesin bir dille ikaz etmişti Ala. Kovalanan kaçar kaçan saklanır saklanan gözden kaybolur demişti büyük babası ve bu değimi anımsayarak Alf'in yaptığının işlerini daha da zorlaştırdığını söylemişti. Neyseki köpek olması gerekenden fazla zekiydi de hemen anlamış ve söz dinlemişti.
Esen şiddetli rüzgar ağaçları kökünden çıkarmak istercesine sağa sola savuruyordu. Rüzgar yüzünden ayakta durmak onlar için de zorken, gün sandıklarından haşin geçiyordu. Tilkiyi gözden kaçırmadan peşinden gitmeye devam ettiler. Önlerine çıkan engellere bata çıka ilerlerken kendilerini kayalıkların bulunduğu uçurumun kenarında buldular. Bir anda ortadan kaybolan tilki ikisinin de aklını karıştırıken Ala, etrafına bakınıp bilincini toplamaya çalıştı. O kadar çok rüzgar yemişti ki şaftı kaymıştı.
Gögsü koşmaktan ötürü hızla kalkıp inerken yavaş adımlarla uçurumun kenarına yaklaştı ve dibi görünmeyen aşağılara baktı. Gidip gelip kendini burada bulması şöyle bir cümle kurmasına neden olmuştu; "Sanırım bir gün ölümüm senin elinden olacak."
Neyseki Alf onu duymamıştı. Nitekim böyle şeylere çok üzülüyor, bir gün büyük baba gibi Ala'yı da artık hiç görmeyeceği korkusuyla yaşıyordu ve bu onu kahrediyordu. Ala'yla arasında asla sıradan olmayacak kuvvetli bir kalp bağı vardı. Birinkine birşey olsa diğerinki de parça pinçik olacakmış gibi. Birisi acısa diğeri mahvolacakmış gibi. Sevgi buydu işte. İki kişiyi bir birine her anlamı ile bağlamak acılarını ya da mutluluklarını bölüşmek.
Ala köpeğinin hırlamasını duyduğunda ardına baktı. İki kayanın arasında duran şahin yuvasındaki yavru kartalın burnunu gagalıyor olmasına öfkelenmişti. "Alf gel bu tarafa şimdi annesi gelecek!"diye seslendi. Ancak öfkeli Alf onu duymuyordu. Kendini ondan korumaya çalışan yavru kartal ise doğası gereği doğru olanı yapıyordu fakat gel de bunu Alf'e anlat. "Alf sana gel bu tarafa dedim!"
Durmayıp yavrunun üzerine yürümeye devam eden Alf, korkup yuvadan aşağı atlamasına neden olmuştu. Yüksekliği çok fazla olmasa da henüz yavru olan şahin hassas kemiklere sahipti ve yere düştüğü an kanadını incitmiş olmalı ki cıyaklamya başladı. Buna rağmen hıncını almaya yeminli olan Alf iki adımda aşağı indi ve yanına gitti. Köpeğe ürkek bakışlar atan zavallı yavru zıplayarak kaçmaya başladı. "Alf şimdi annesi gelecek diyorum sana rahat bırak onu!"diyerek yanına doğru adımlarken gök yüzünden işittiği gür ve korku verici şahin sesiyle adımları durdu ve kafasını gökyüzüne kaldırdı. Havada süzülen koca kuş üzerinde dairlere çiziyor ve ona teditler saçıyordu. "Al beğendin mi yaptığını annesi geldi işte." Artık Alf'in hırlamalarını duymadığını fark edip ardına baktı. Alf'ten geriye yalnızca ayak izlerinin kaldığı boşluğa bakarken içinden küfürler yağdırdı. Anne Şahin'in keskin sesi bir kere daha gökyüzünde şahlandı ve ayvayı yediğini acı bir şekilde hatırlattı genç kıza.
Alf diye seslenmek istedi ancak şahinin gürültüsü sesini bastırdı. Ardında bir tuval gibi görünen kara bulutlar vakşetin resmini çiziyordu. Çok yukarlarda eğri büğrü dört bir yana dağılan şimşek ışınları da resmin ikinci korkutucu detayıydı. Etrafına bakındı. Sonra kendi üzerine. Oku gözüne çarptı. Belki onu vurabilirdi. Eğer vurmasa anne şahinin gazabından kendini koruması imkansız olacaktı. Çünkü yavrusuna zarar verdiğini düşünüyordu.
Oku gökyüzüne doğrultu ve daire çizerek uçmaya devam eden kuşa odaklandı. Fakat sürekli hareket halinde olduğu için okun hedefinden çıkıyordu. O döndükçe Ala da kendi etrafında dönüp her defasında okun ucunda tutmaya çalıştı şahini ancak ne fayda hayvan fazla hızlıydı. "Dur be dur!"
Akıllı hayvan farkındaydı. Yaptığı bir hataydı Ala'nın. Böyle yaparak öfkeli anneyi daha da kızıştırmıştı. Onunla oyun oynamaya başladı bu sebepten. Etrafında dönmekten sersemleyen Ala, dengesini yitirdi. Bugün aptalca hareket ettiğine sendelemeye başladığında uyandı. Yana doğru sürüklenirken ayağı bir taşa takıldı ve bileği burkuldu. Acı iniltisi içine kaçarken doğrulmaya ve dengede durmaya çalışti ancak bileğini çok fena incitmişti. Ayağını kulanamaz derecede acıyordu. Parmak ucunda yere bastırıp ağırlığının çoğunu sağlam ayağına verdi ve fırsat kollayan şahine döndü. Biliyordu ki düştüğü anda sonunu getirecekti.
Tüm bunlar olurken arkasındaki uçurumu unutmuş olması Ala için büyük hem de çok büyük bir talihsizlik olmuştu. Sonunu getireceğini düşündüğü uçurumun sonunu getirmeye aslında o kadar da uzak olmadığını fark etmesi zaman alacaktı.
Gökyüzünün hükümdarı gibi naralar atan korkunç kuş Ala'nın zayıflığının pek tabi farkındaydı. Hatta oyununu sürdürmeye devam ederken daha da tüketmeye çalışıyordu gücünü. Ala da onun oyununa geliyordu. Büyük babasından bir çok şeyi öğrenmişti ancak bir şahinle nasıl mücadele etmesi gerektiğini hiç öğrenememişti. Bir şahinin söz konusu yavruları olduğunda ne denli tehlikeli ölüm bekçisine dönüştüğünü ne kitaplardan ne de bilge dedesinden öğrenmişti. Eksik kaldığı bu bilginin ceremesini çekiyordu şimdide. Şayet karşısındaki yırtıcı kuş ondan daha zeki davranıyor ve onu alt etmek için müthiş bir çaba gösteriyordu. Başarmak da üzereydi.
Tek ayağı üzerinde yine dönen Ala, bir el ok attı ancak ne kadar iyi atmış olursa olsun, müthiş bir reflekse sahip olan hayvan atik bir yan dönme hareketi ile savuştumuştu hamlesini. Ala dişlerinin aradından, "Lanet olsun öldürecek bu pislik beni!"diye söylenmişti. Sözleri ardından başı bir kez daha döndü ve midesi fena halde bulanmaya başlamıştı. Şahine baktı bu anı bekliyormuş gibi biraz daha alçaldı. O ne kadar zayıflık gösterirse o kadar yaklaşıyordu ona. Bir elini şakağına bastırıp kafasını toplamaya çalıştı. Üzerinden esen rüzgar saçlarını yana savuruken bedeni de titremeye başlamıştı inceden inceye. Hava soğuyordu. Ayaz çökmüş akşama az kalmıştı. Alf ortalıkta yoktu ve orman tehlikeye karşı doğurganlığını göstermeye başlamıştı bile.
Kafasını topladığın da yeniden kuşa baktı, bu defa hareket etmedi yalnızca odaklandı. Çember çizen hayvanın mutlaka kadrajına gireceğini biliyordu ve girdiği an hiç beklemeden atışını yaparsa istediğini alacaktı.
Her defasında gözünün önünde beliren yırtıcı kuş attığı her oku usta manevralar ile boşa çıkarırken her defasında ısklamanın öfkesine kapılmıştı Ala. Bir süre sonra okları bitti. Çok akılsızca hareket etmişti ve artık suçu sadece kendisinde buluyorken öfkesinin hedefinde yine kendisi vardı. "Aptal kız onun oyununa nasıl gelirsin!" Şahin daha da yaklaştı. Bir ara kafasının o kadar yakınından geçti ki pençe darbelerinden korunmak için kolunu başına siper alıp eğilmek zorunda kalmıştı. Şahin duracağa benzemiyordu. Hamlelerini daha da acımasızlaştırdı ve pençelerini etine geçirmeye başladı. Kolları yara bere içinde kalan Ala, bağırmak dışında kapana kısılmıştı. Kaçmak için geri geri giden adımları boşluğa denk geldiğinde ağzından kaçan koca çığlık bedeninin uçurumdam aşağı savruluşuna eşlik etmişti. Dünya o an için durdu. Kararan gözleri ve daralan düşünceleri artık tek bir kelimeyi anımsıyordu. Ölüm! İşte yolun sonuna gelmişti. Havada hunharca savrulurken çarptığı kayalar canının fena halde yakıyordu.
Yitirdiği bilincinin ötesinde yalnızca ölümün fısıltısını duyarken birşey oldu. Sanki bir el ya da bir güç onu tuttu. İlahi bir güçtü belkide. Gözünü yavaşça aralayıp başının üzerinde salına ağaç dalına baktı. Üzerindeki elbisenin bedenini darladığını hissedince üzerine baktı. Elbisesi dala takılmıştı ve böylece düşmekten kurtulmuştu. Ancak henüz hiçbir şey geçmiş değildi. Asıldığı dal bedeninin ağırlığını uzun süre taşıyamayacak kadar sıskaydı. Hatta ufak ufak bukulmeye ve büküldükçe çatırdamaya başlamıştı bile. Ala gözlerini sıkıca yumup, "Lütfen lütfen Allah'ım!"diye yakardı.
Aciz hallerinin ona hiçbir faydası olmadığını er ya da geç anladığında gözünü karattı. Soğukkanlılığını koruyarak gözlerini açtı. Kırılmasına ramak kalmış dal parçasına bakıp durum analizi yaptı. Sadece iki dakikası vardı ya da daha az. Hareket etmemeye özen göstererek kayalığın üzerinde tutunabileceği bir çıkıntı aradı. Bir ruh gibi hareket etmesinin sebebi, en ufak nefes alışverişi yaptığı esnada bedeninde meydana gelen hareketliliğin dalı daha da hassaslaştırması ve düşme olasılığının artmasıydı. En azından güvenli bir nokta bulana kadar buna devam etmek zorundaydı. Yalnızca gözlerini hareket ettirerek sağa baktı sola baktı. Bir kere daha sağa baktı ve bu defa kafasının üzerine baktı. Bu esnada ufak bir eylemde bulunan vücudu dalı hafiften oynatmıştı. "Şurdan kurtulana kadar dayan."diyerek dala adeta yalvardı. Tam o sırada kafasının üzerine denk gelen bir noktada kaya parçası gördü. Ona ulaşmak için dalın kök kısmını kavraması gerektiğini biliyordu ve kopmak üzere olduğunu baz alırsak bu ölümle dans etmekten daha da öteydi. Ancak başka seçeneği yoktu. Elini kaldırıp hiç zorlanmadan dalı tuttu lakin kafasının üzerinden dökülen kaya parçacıkları ve tek bir kökle hayata kalan dal parçası artık son duasını etmesi gerektiğini söylüyordu ona.
Lakin o Ala'ydı. Büyük babasının yetiştirdiği güçlü kız. Kolay kolay pes etmek onun tabiatına tersti. Dişlerini bir birine bastırdı ve tek bir hamlede elinin yardımıyla yukarı doğru sıçrayarak istediği çıkıntıya ulaştı. "İşte bu!" Sevinmek için erkendi ancak ufak da olsa başarabildiğini görmek güven vermişti kendisine. Gücü tükeniyordu. Kartalın açtığı yaralar işini ayrıca zorlaştırıyordu. Ve derken, lanet olası hayvan bir kere daha gökyüzünde varlığını gösterdi. Yeri gögü inleten sesi Ala'yı kamçılarken keygılı gözlerini ardına gökyüzüne değdirdi. Çok uzaktaydı ancak yine bir milim ötesindeymiş gibi korku saçıyordu. Ala o görmeden önce yukarı tırmanması gerektiğini çok iyi biliyordu artık bir kere daha fark edilirse bu defa ciddi anlamda sonu demekti. "Allah'ım sana ihtiyacım var. Ve..." Birden zihninin tüm ışıkları yandı. "Alf!"diye sayıkladı. "Alf beni kurtarır! Alf.... ALF!"diye haykırmaya başladı. Onu kurtarsa kurtarsa Alf kurtarırdı, şayet tek elinin üzerinde yaşam mücadelesi vermek ölüm demekti. Gücü tükeniyordu. Kolunda muthiş bir ağrı vardı ve daha fazla dayanacağını sanmıyordu. "ALf! Kurtar beni Alf!" İçinden, umarım geçen sefer yaptığı gibi oyunlardan biri olduğunu zannedip gelmemezlik etmez diye geçirdi. Sonra aklına bir detay dank etti. Ya o anne şahin onu yediyse! İşte bu hissetiği acıların katman katman üzerine tırmanmıştı. Kendi durumunu unutup, Alf'in olduğu korkusuyla çırpınmaya başladı kalbi. "Alf ne olur ölmüş olma." Sesi de artık bitkin çıkıyordu. "ALF lütfen bul beni oğlum lütfennn.."sona doğru sesi git gide alçaldı ve hiçliğe karıştı. Parmaklarının artık dayanamadığını ve gevşemeye başladığını hissedince hemen boştaki elini diğerinin üzerine koydu. Alta kalan parmakları iki kuvvet arasında eziliyor ve acısı katlanıyor olsa da diğer türlüsü ölümdü. O yüzden daha kötü değildi. Öksüzler gibi büktüğü boynunu ve yumduğu gözleri arasından, "Neden boşuna çırpınıyorum ki?! Öleceğim zaten!"diye sayıkladı.
"Bunu neden yapıyoruz büyük baba? Gerçekten çok yorucu canım çıkmam üzere!"
"Devam et!"diyerek sızlanmalarına kulak asmadı yaşlı ihtiyar.
"Ama büyük babaaaa!"diye bağırdı güçsüz ve bir o kadar ince kollarıyla düştüğü ağaca tutunmaya çalışrıken.
"Ölmek istiyor musun?"diye sordu katı duruşunun ardından. Elindeki sopayla caymaya çalışan torununa gözdağı vermeye çalışıyordu.
Kafasını hızla sallerken iki yandan örük yaptığı saçları yüzünü dövdü. Acıyla yüzü buruşurken hemen bunu yapmaya bir son verdi ve büyük babasına bakmaya devam etti. Gözlerinde acınmaya muhtaç bir ifade vardı. "Öyleyse, güçlü olmayı öğreneceksin. Unutma ufaklık, savaşta ilk önce güçsüzler ölür."
"İyi de biz savaşmıyoruz ki?"
"Hayır Ala, yanılıyorsun yaşam mücadelen senin savaşın. Uzun yaşamak istiyorsan önüne çıkan her engele gögüs germen ve üstesinden gelmen için de güçlü olman gerekir. Bugün değil ama elbet bir gün, o an seni bulacak ve sen geçmişine minnet duyacaksın. Geçmişinde yaptıkların geleceğini şekillendirir. Ve şuraya bir bak..."deyip elini iki yanına açarak uçsuz bucaksız ormana atıfta bulundu. "...nerede yaşadığına bir bak! Vahşetin kol gezdiği acımasız bir savaşın içindesin sevgili torunum o yüzden güçlü olmayı öğrenmek, seni hayatta tutacak!" Büyük babasının yasası, onun inançlarına ters düşüyordu. Ne kadar onun bilgilerini dinlemiş olsa da okuduğu kitaplar kendi düşüncesini şekillendirmesinde çok büyük rol oynamıştı ve ona göre tanrı ne derse o olacaktı. İnsan oğlu ne kadar çırpınırsa çırpınsın yazgıda yazanlar mutlak sondu. Kendi değer yargılarını belirleyecek kadar zekiydi 7 yaşındaki Ala.
O yüzden güçlü olmayı öğremek seni ayakta tutacak.
Sen çok güçlüsün çünkü seni ben yetiştirdim ve sen her konuda tamsın.
Sen çok güçlüsün her zorluğun üstesinden gelirsin.
Her geçen gün biraz daha güçleniyorsun yakında karşı konulmaz olacaksın!
Büyük babasının davudi sesi kulaklarının içinde adeta bir deprem etkisi yarattı. Bir silüet olarak önünde beliren adama aciz gözlerle baktı. Her baktığında öfkelendiğini ve kaşlarını çattığını gördü. Sen benim torunumsun! Seni ben yetiştirdim! Pes etmek acizlerin işi sen bir aciz değilsin! Gaddar sesiyle söyledikleri bir adım ileriye taşıdı onu. "Ben senin torununum." Gözlerinin içinde bir anda parlayan alev, kararlılığına temal atmıştı. "Beni sen yetiştirdin!" Gözü döndü. "Pes etmek acizlerin işi!" Gözlerini aniden açtı ve gerçek dünya tüm acımasızlığı ile serildi gözlerinin önüne ancak artık hiçbir şey gözünü korkutmaya yetmiyordu. "Ben senin torununum!"diye sayıklamaya ve kendini inandırmaya devam ederken kurtuluş aradı gözleriyle. Ve buldu da. "İşte oradasın."deyip oyuntuyu baz aldı. Elleri yardımıyla kendini sağa sola salladı bir beşik gibi. Gücünün son kırıntılarını böyle tüketmeye devam etti. Kendini hazır hissetiğinde oyuğun olduğu tarafa başarılı bir şekilde atmıştı kendini. Buradakı kayaların biraz daha hassas olduğunu fark etti. Aklına bir fikir geldi ve botunun ucuyla taşı tekmelemeye başladı. Bir süre sonra kendine ikinci hatta üçüncü bir çıkıntı yapmıştı. Ayaklarından destek alması ile bedeni tümüyle rahatladı ve artık isyan eden kolları refaha kavuştu.
Gözlerini kapamış derin derin nefesler alarak ciğerlerini ödüllendirirken, Alf'in sesini duydu yukarlardan. "Alf!"diyerek heyecanla kafasını yukarı kaldırdı ve onu gördü. Havlayarak aşağı bakmaya çalışan köpeğinin bıçkın görüntüsü. "Alf yardım et bana düşmek üzereyim!" Korkudan bas bas bağıran hayvan aşağı düşecek olma ihtimalini takmadan uçurumun ucunda duyumsuzca hareket ediyordu. Buna sinirlenen Ala, "Alf uzaklaş oradan düşeceksin!"diye uyardı. Panik yapmanın her ikisine de birşey kazandırmadığını anlayan hayvan çevresine bakınmaya başladı. Çözümü etrafta aramanın sırası gelmişti sonunda. Bir sağa koşan bir sola koşan köpeğini gözleriyle takip etti. Ne yapacağını merakla beklerken az sonra geriye dönen Alf gözden kayboldu. Köpeğine güveni sonsuz olduğu için bunu sorgulamadı ancak uzun süre dönmeyen Alf, onu kaygılandırmayı başarmıstı. "Yoksa bu yaşlı bunak beni unuttu mu?"diye sordu içinde. Gökyüzüne baktı. Nerdeyse kararmak üzereydi ve rüzgar hâlâ çok beter esiyordu. Beklemekten tüm dertleri gün yüzüne çıkmış dört bir koldan saldırıyordu ona. Beklemekten sıkıldı. Elinin altındaki taşların oyuk açabileceği kadar hassas olduğunu en başında öğrenmişti neden yola böyle devam etmiyordu ki?
Çözümün aslında çok basit olduğunu kavradığı an işe koyuldu. Eliyle yumuruklaya yumuruklaya oyuklar açtı. İncinen ayağı bir yandan zorluk çıkarırken başka bir yandan parmak boğumları kandan görünmez bir hal alsa da pes etmedi ve devam etti. Artık yüzeye çok yakındı. Dakikalar önce titreyen bedeni artık alev alev ve ter içerisindeydi. Nefesi kesik kesik çıkıyordu artık. Ve Alf hala ortalıkta yoktu. Neyseki sona yaklaşmıştı. İki oyuk daha açabilirse şu lanet olası yerden kurtulacaktı. "Ha garet kızım yapabilirsin!"diyerek son adımını atmaya yeltendiğinde, ağırlığını verdiği ayağının sakat ayağı olduğunu unutmuştu, hal böyleyken hazin son saniyesinde onu yakasından tuttu ve dengesini yitirdi. Parmakları tutunacak vakit bulamazken dudağından kopan koca çığlık, ölüme sürüklenişinde bir kere daha yoldaşlık etmişti ona. Başa döndüğünü sanarken ikinci bir mücize gercekleşti ve gözlerini açtığında asla aklının ucundan geçmeyecek bir manzarayla karşı karşıyadı.
"Nasıl!"diye dehşet içinde sorduğunda sorusuna cevap veren kimse olmadı.
Bölüm sonu... |
0% |