Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@yakamozyagmuru

Sıla'nın yoğun bakımda geçen üçüncü günüydü. Grup üyeleri hastanenin bekleme salonunda sabah akşam nöbetleşe bulunuyorlardı. Belinay artık bir köşede sessizce oturmayı bırakmış, Zeynep ile hastane kantininde kahve içerken aralarındaki konuşmalarda biraz daha kendini açmaya başlamıştı.

 

“Zeynep, Sıla’yı bu kadar kısa sürede çok sevdim,” dedi Belinay, kahvesinden bir yudum alarak. “Ama onun başına gelenler... Beni düşündürüyor. Neden böylesine kötü şeyler, iyi insanların başına gelir?”

 

Zeynep omuzlarını silkerek iç çekti. “Hayat hep böyle. Ama Sıla güçlüdür, bunu atlatır. Hepimiz buradayız, yalnız değil.”

 

Bu sırada hastane odasında, Berk ve Göktuğ Sıla’nın başucunda bekliyorlardı. Göktuğ, sabırsız bir şekilde elindeki telefonda oyun oynarken, Berk ise sessizce Sıla’ya bakıyordu. Derin düşünceler içinde kaybolmuştu.

 

“Göktuğ, oyununu bırak bir an. Hiçbir şey hissetmiyor musun? Sıla hâlâ burada değil...” dedi Berk, yüzünde endişe dolu bir ifade ile.

 

Göktuğ hafifçe gülümsedi, telefonunu kapatıp cebine koydu. “Tabii ki hissediyorum. Ama Berk, üzgün görünmek bize bir şey kazandırmaz. Sıla'nın uyanacağına inanıyorum ve pozitif kalmaya çalışıyorum. Hem o uyanınca hepimizin nasıl berbat göründüğünü görüp dalga geçecek.”

 

Berk istemsizce gülümsedi. Göktuğ’un rahatlatıcı tavrı bazen işe yarıyordu, ama içindeki korku hâlâ azalmamıştı.

 

Hastane personelinden biri Belinay ve diğerlerini yoğun bakım odasına çağırdı. Doktor, Sıla’nın durumunda bir iyileşme olduğunu ve gözlerini açmasının an meselesi olduğunu bildirdi. Herkesin içinde hem heyecan hem de korku vardı.

 

Belinay odaya ilk giren kişi oldu. Sıla'nın solgun yüzüne bakarak elini tuttu. “Hadi, uyan artık. Herkes seni bekliyor. Buraya dönme vakti geldi,” diye mırıldandı.

 

Birkaç dakika sonra, Sıla göz kapaklarını hafifçe araladı. Odanın loş ışığına alışmaya çalışırken, zorlukla konuştu: “Herkes burada mı?”

 

Belinay gözyaşları içinde gülümsedi. “Evet, herkes burada. Merak etme, iyileşiyorsun.”

 

Kapının arkasından bakan Berk, Göktuğ ve diğerleri, Sıla'nın bu küçük hareketine bile sevinçle karşılık verdiler. Göktuğ, coşkuyla Zeynep’e sarıldı. “Dedim size, o güçlü bir kız. Dayanır!”

 

Berk, duygularını belli etmemek için sırtını duvara yasladı. Ama yüzünde bir rahatlama vardı. “Hoş geldin geri, Sıla,” diye mırıldandı kendi kendine.

 

Ertesi gün

Sıla’nın durumu iyileşmeye devam ediyordu. Odasında ziyaretçi kabul etmeye başlamıştı. Grup üyeleri tek tek ziyaret ediyor, onu ne kadar özlediklerini söylüyorlardı. Sıla, her birine gülümsüyor ama yorgun olduğu için çok fazla konuşamıyordu.

 

Belinay, yatağın ucunda oturmuş, bir kez daha Sezen Aksu’dan bir şarkı mırıldanıyordu:

"Geri dön... çok özledim..."

Sıla gülümseyerek başını salladı. “Şarkılarını özlemişim, Belinay.”

 

Bu cümle, odadaki herkesin gülmesine sebep oldu. Ortamın ağırlığı biraz olsun hafiflemişti. Artık işler normale dönmeye başlayacaktı. Grup tekrar bir araya gelip eski neşesine kavuşacaktı, ama bu olay hepsini birbirine daha da yakınlaştırmıştı.

 

Hastane odası loştu, ilaç kokusuna artık alışmış gibiydim. Kendime gelmeye başladıkça o boşluk hissi yavaş yavaş yerini gerçekliğe bırakıyordu. Gözlerimi açtığım ilk an etrafımda Belinay'ı gördüm, yüzünde gözyaşı ve gülümseme karışımı bir ifade vardı. O an, yalnız olmadığımı bir kez daha hissettim.

 

Son birkaç gündür, herkesin burada olduğunu biliyorum. Seslerini duydum, konuşmalarını hissettim. Ama gözlerimi açıp onları görmek... başka bir şeydi.

 

Belinay’ın "Hadi, uyan artık!" dediği sesi hâlâ kulağımda yankılanıyordu. O an uyanmalıydım. Belki de onların burada olması beni bu kadar güçlü kılmıştı.

 

Bugün ilk defa iyice oturabildim. Yanıma ilk gelen Zeynep oldu. Odaya girdiğinde gözleri doluydu ama beni güldürmek için saçmalamaktan hiç vazgeçmiyordu.

 

“Sıla, şu hâline bak! Ama merak etme, hastane modası diye bir şey varmış. Sana birazdan pijama yerine Gucci alacaklarmış,” dedi.

 

Gülmeye çalıştım ama göğsümde bir ağrı hissettim. Yine de gülümsemekten vazgeçmedim. Zeynep’in enerjisi bana hep iyi gelir.

 

Ardından Belinay girdi. Her zamanki gibi biraz melankolik, biraz düşünceli. Elinde telefonuyla o ünlü Sezen Aksu şarkısını açmıştı. Şaka yapıyordur diye düşündüm. Ama yüzündeki ciddiyeti görünce dalga geçemedim.

 

“Belinay, Sezen Aksu mu dinliyorsun? Sen Amerika’dan gelmedin mi?” diye sordum.

 

Kıkırdadı. “İnsan köklerini unutmamalı, Sıla. Ayrıca bu şarkı senin için. Geri dönmeni çok bekledik.”

 

Ona cevap vermek istemedim. Duygulanacağımı biliyordum ve burada, bu yatağın içinde kimseye ağlamaya niyetim yoktu.

 

Sonraki ziyaretçim Göktuğ oldu. Kapıyı açar açmaz sahte bir ciddiyetle selam verdi. “Komutanım, iyileştiğinize sevindim!”

 

Gözlerimi devirdim. “Göktuğ, sen iyileşemezsin. Sana olan umudum yok,” dedim.

 

Hepimiz güldük. Göktuğ’un enerjisi, bu odanın soğuk havasını değiştirdi. Ama fark ettim ki, Belinay’ı odaya her girişinde izliyor. Belinay da ona bakıyor, ama asla doğrudan konuşmuyorlar. Her şey apaçık ortadaydı.

 

Berk odaya en son geldi. Sessizdi, her zamanki gibi. Kapının eşiğinde birkaç saniye durdu. Sanki ne söyleyeceğini tartıyordu.

 

“İyisin, değil mi?” diye sordu kısa ve net.

 

“Şimdi daha iyiyim,” dedim. “Herkes burada olduğu için.”

 

Berk, kapı eşiğinde bir süre daha sessiz kaldı. İçeriye adım atarken gözlerini benden kaçırıyordu. Onu bu kadar rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlayamıyordum ama her zamanki gibi içine kapanmıştı. Sandalyeyi yatağımın yanına çekti ve oturdu.

 

“Sen nasılsın?” diye sordum.

 

Bir an için gözlerime baktı, sonra hemen başka tarafa çevirdi. “Ben mi? Ben iyiyim,” dedi. Ama sesi tam olarak öyle demiyordu.

 

Berk’in bu hâline alışmıştım aslında. O, asla tam olarak hislerini açmaz, konuşmazdı. Hep sert bir maskesi vardı. Ama bugün, o maskenin arkasında bir şeyler olduğunu seziyordum.

 

“O gün, sokakta...” diye başladım. Konuyu açmak istemiyordum ama içimdeki o soruyu sormadan edemezdim. “Beni kimin vurduğunu hâlâ bilmiyoruz, değil mi?”

 

Berk yüzünü buruşturdu. “Hayır. Ama öğrenmek zorundayız.”

 

Sesinde bir kararlılık vardı. Bu kararlılık beni hem rahatlattı hem de biraz korkuttu. Berk, intikam peşine düşecek biri değildi ama böyle bir şey onun tüm dengelerini değiştirebilirdi.

 

“Berk, önemli değil,” dedim sakin bir sesle. “Ben buradayım ve iyiyim. Gerisi önemli değil.”

 

Ama o, başını salladı. “Hayır, önemli. Senin canını yakan kimse, bunun bedelini ödemeli.”

 

Sözleri beni biraz ürküttü. Berk’in böyle sert konuşmalarına alışık değildim. Sessizlik uzayınca bir şekilde konuyu değiştirmek istedim.

 

“Göktuğ ve Belinay’a dikkat ettin mi?” dedim gülümseyerek. “Göz göze gelmemek için resmen dans ediyorlar.”

 

Berk, gülümsemeye çalıştı ama o kadar zorladı ki sahte olduğu hemen anlaşılıyordu. “Göktuğ’a söyleyeceğim, adam gibi konuşsun. Yoksa bu iş öyle sürüp gider.”

 

O sırada kapıdan Zeynep başını uzattı. “Berk, sıra bizde. Çık artık, dedikodu yapacağız.”

 

Berk isteksizce kalktı, tam çıkarken arkasına dönüp bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu. Bir an göz göze geldik, sonra hızlıca kapıyı çekip çıktı.

 

 

Zeynep, Ekin ve Esra odaya daldılar. Ellerinde meyve suyu ve atıştırmalıklarla birlikte bana doğru koştular.

 

“Sıla, bir şey söylemeliyim,” dedi Ekin. “Belinay gerçekten tam bir Amerikan dizisi karakteri gibi. Ama bence Göktuğ ona göre değil.”

 

Gözlerimi devirdim. “Ekin, sen kime göre konuşuyorsun ki? Göktuğ’un kalbini çalmaya çalışacak değil misin?”

 

Herkes kahkahaya boğuldu. Zeynep hemen araya girdi. “Ama bir dakika, Belinay da fena bakmıyor Göktuğ’a. Bence bu iş biraz karışık.”

 

Esra ise hiçbir şey söylemeden bana gülümsüyordu. Onun sessizliği bazen daha çok şey anlatırdı.

 

Kızlarla bu küçük anlar, beni gerçekten rahatlatıyordu. Geçirdiğim o zor günlerin ardından tekrar onlarla birlikte olabilmek, kahkaha atabilmek her şeyden daha değerliydi.

 

 

Herkes gittikten sonra odaya bir sessizlik çöktü. Tek başıma kaldığımda, beynimde aynı soru dönüp duruyordu: Beni kim vurdu?

 

Hafızamı zorlasam da, o anın detaylarını hatırlayamıyordum. Ama içimde bir his, bunun sadece bir rastlantı olmadığını söylüyordu. Gözlerimi tavana diktim ve derin bir nefes aldım. Her şey er ya da geç ortaya çıkacaktı. Ama şimdilik, iyileşmek ve normal hayatıma dönmek için bu hastane odasından çıkmayı beklemem gerekiyordu.

 

Hastane odasında günler birbiri ardına sıralanırken zaman durmuş gibiydi. Pencerenin ötesinde insanlar koşuşturuyor, hayat devam ediyordu ama benim dünyam sadece bu dört duvardan ibaretti. Herkes sık sık ziyaretime geliyordu ama en çok yalnız kaldığım anları seviyordum. O anlarda kafamın içindeki sorulara odaklanabiliyordum.

 

Kim vurmuştu beni?

Neden?

Ve Berk neden bu kadar öfkeliydi?

 

Bugün biraz daha iyi hissediyordum. Hatta ayağa kalkıp yavaş yavaş yürümeyi bile denemiştim. Ama bedenim hâlâ zayıftı, bu yüzden kısa bir turdan sonra yatağıma geri döndüm.

 

Bir süre sonra kapı yavaşça aralandı. Bu sefer gelen, Murat’tı.

 

“Elinde çiçekle gelmediğine şaşırdım,” dedim alayla.

 

“Çiçekler bence gereksiz,” dedi, elindeki çikolata kutusunu göstererek. “Ama çikolata iyileştirir.”

 

Gülerek kutuyu aldım. “Haklısın. Teşekkür ederim.”

 

Murat sandalyeye oturdu ve yüzüme dikkatle baktı. “Nasıl hissediyorsun? Gerçekten.”

 

Bir an duraksadım. Herkes bana bu soruyu soruyordu ama genelde basit bir “iyiyim” cevabıyla geçiştiriyordum. Bu kez biraz daha dürüst olmaya karar verdim.

 

“Kafam çok karışık,” dedim. “Neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Ve... korkuyorum.”

 

Murat’ın yüzünde ciddi bir ifade belirdi. “Berk bunu öğrenmek için deliye dönmüş durumda. Serhat’ın yaptığını düşünüyor ama kesin bir şey yok.”

 

Serhat. Berk’in baş düşmanı. Bu isim bile içimde bir ürperti yaratıyordu.

 

“Murat,” dedim yavaşça. “Sence Berk doğru mu düşünüyor?”

 

Omuzlarını silkti. “Bilmiyorum. Ama Berk’in bir şeyler yapacağından korkuyorum. Onun öfkesi bazen onu kontrolsüz yapar.”

 

Haklıydı. Berk gerçekten de kontrolsüz biriydi. Ve bu durum beni daha da huzursuz ediyordu.

 

Murat gittikten sonra Zeynep ve Esra yanıma geldiler. Ellerinde bir sürü atıştırmalık vardı. Zeynep yatağımın kenarına oturdu ve bana sıkı sıkıya sarıldı.

 

“Seni böyle görmek çok kötü, Sıla,” dedi. “Ama iyileşeceksin. Söz veriyorum.”

 

“Bunu biliyorum,” dedim. “Ama burada yatmak beni çıldırtıyor. Her şeyden uzak kalıyorum.”

 

Esra gülümseyerek saçlarımı düzeltti. “Bir hafta daha sabret. Sonra hep beraber dışarıda güzel bir gün geçiririz.”

 

Zeynep, Esra’ya döndü ve alaycı bir şekilde, “Göktuğ ile Belinay’ı da mı çağıracağız?” dedi.

 

Esra kahkaha attı. “Tabii ki! Onların bu garip halleri çok eğlenceli.”

 

Onların neşesi, benim de içimi biraz rahatlatmıştı. Arkadaşlarımın yanında olmak, en azından kısa bir süreliğine her şeyi unutturuyordu.

 

 

Gece olunca odada yalnızdım. Herkes gitmişti. Pencereden dışarı baktım. Şehir ışıkları uzaklardan parlıyordu. Bir yandan Sezen Aksu’nun “Geri Dön” şarkısını mırıldanıyordum.

 

“Geri dön, geri dön...

Ne olur geri dön...”

 

Kimseyi kaybetmek istemiyordum. Ne arkadaşlarımı, ne de bu yeni hayatımı. Ama her şeyin çok kırılgan olduğunu hissediyordum. Sanki elimde tuttuğum bir kum tanesi gibiydi bu hayat.

 

Kafamı yastığa koyup derin bir nefes aldım. Uyumaya çalışırken, zihnimde tek bir düşünce yankılanıyordu: Kim ve neden?

 

Zaman, hastane odasında farklı bir şekilde akıyordu. Dışarıda hayat devam ederken benimkisi bir bekleme odasına sıkışmış gibiydi. Yine de iyileşme yolunda olduğumu düşünüyordum. Doktorlar gün be gün daha iyi olduğumu söylüyordu. Ama bu sabah, yüzlerindeki o alışılmış sıcak gülümsemeyi göremedim.

 

"Bugün özel bir şey mi var?" diye sordum, hemşirenin dikkatini çekerken.

Kadın, yüzünde hafif bir tereddütle bana baktı. “Birazdan doktorunuz sizinle konuşacak, tatlım.”

 

Bütün vücudumu bir ürperti kapladı. Yataktan doğrulmaya çalıştım, ama bacaklarımda bir ağırlık hissi vardı. Bunun yorgunluk olduğunu düşündüm.

 

Doktor, odama girdiğinde yüzü oldukça ciddiydi. Beraberinde Murat, Berk, Zeynep ve diğerleri de gelmişti. Gözlerinde garip bir telaş ve öfke vardı. Sanki bir şeyden beni korumaya çalışıyorlardı.

 

“Ne oluyor? Hepiniz neden buradasınız?” diye sordum.

 

Doktor sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Yüzünde sakinleştirmeye çalışan bir ifade vardı ama ben çoktan kötü bir haber alacağımı anlamıştım.

 

“Sıla,” dedi yumuşak bir sesle. “Kurşun bacağına çok yakın bir bölgeden geçmiş. Sinirlerin zarar gördü ve bu yüzden bir süre bacağını kullanamayacaksın.”

 

O an nefesim kesildi. Gözlerim bir an Berk’in öfkeyle sıkılı yumruklarına, ardından Murat’ın kasvetli ifadesine takıldı. Zeynep ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

 

“Ne demek bir süre?” diye sordum, sesi titreyen bir inatla.

 

Doktor derin bir nefes aldı. “Fizyoterapiyle düzelebilir. Ama bu süreç aylar alabilir. Sabırlı olman gerekecek.”

 

Odanın içinde bir sessizlik oluştu. Grup neredeyse bir şeyler patlatacak gibi görünüyordu. Berk arkasını dönüp duvara bir yumruk attı.

 

“Bunu yapanın cezasını çekeceğine yemin ederim,” diye hırladı.

 

Murat onu kolundan tutarak sakinleştirmeye çalıştı. “Şimdi önemli olan Sıla’nın iyileşmesi,” dedi kararlı bir sesle.

 

Ama ben onların tepkilerini tam olarak anlamıyordum. Beynimde yankılanan tek şey, yürüyemeyeceğim mi? sorusuydu.

 

Her şey sanki sıradan bir şekilde ilerliyordu. Herkes normal davranmaya çalışıyordu ama hareketlerindeki gerginliği hissedebiliyordum. Zeynep sürekli şaka yapıyor, Göktuğ ve Marul saçma sapan bir şeylere dalıp beni güldürmeye çalışıyordu. Ama ben onların bir şey sakladığını hissediyordum.

 

Sonunda, o sabah doktorum yeniden odama geldi. Hemşireler eşlik ediyordu. Herkesin o garip sessizliği üzerimde bir ağırlık oluşturuyordu.

 

“Doktor Bey,” dedim, artık daha fazla sabredemeyerek. “Tam olarak ne kadar sürede yürüyebileceğim?”

 

Doktor yüzüme dikkatle baktı. Ardından “Sana zaten söylemiştik, ama duygusal olarak buna hazırlıklı olman gerekebilir,” dedi.

 

Gözlerim büyüdü. “Neyi söylemiştiniz?”

 

Ve o an, her şeyi net bir şekilde anlattı. Bacaklarım bir süre tamamen hareketsiz kalacaktı. Bu yüzden önce oturma, sonra hareket etme, en sonunda da yürüme becerisini kazanmak için aylarca çalışmam gerekecekti.

 

Daha fazla dinleyemedim. Ellerim titredi. Gözlerim doldu ve hıçkırıklar kontrolsüzce dökülmeye başladı.

 

Odaya döndüğümde herkes bir şekilde toparlanmaya çalışıyordu. Zeynep, gözleri kıpkırmızı olmuş bir şekilde bana sarıldı.

 

“Sana söz veriyorum,” dedi boğuk bir sesle. “Her anında yanındayız.”

 

Berk ise bir köşede sessizce oturuyordu. Gözlerini benden kaçırıyor, ama bir şey söylemek için çabalıyor gibiydi. Sonunda dayanamadı ve ayağa kalktı.

 

“Sıla,” dedi sert bir tonla. “Bu işin üstesinden geleceksin. Ama her kim bunu yaptıysa... Hayatı boyunca pişman olacak. Bunu bilesin.”

 

Belinay’ın gözlerinde bir hüzün vardı. “Yalnız değilsin,” dedi, elimi tutarak.

 

Fizyoterapi beklediğimden çok daha zordu. İlk birkaç gün neredeyse hiçbir şey yapamıyordum. Tek yapabildiğim, bana yardımcı olmaya çalışan fizyoterapistin yönlendirmelerine uymaktı.

 

Her seans, bir mücadeleydi. Ama grup beni hiçbir zaman yalnız bırakmıyordu. Murat ve Göktuğ genelde beni motive etme

k için saçma sapan şakalar yapar, Zeynep ve Esra ise her gün beni ziyarete gelirlerdi.

 

Berk, seanslara nadiren gelirdi ama geldiğinde hep sessiz bir şekilde oturup izlerdi. Onun varlığını hissetmek bile bazen güç veriyordu.

Loading...
0%