@yakamozyagmuru
|
Her şey yavaş yavaş anlam kazanmaya başlıyor, ama bir o kadar da karışıyordu. Doktorlar her gün bir şeyler anlatıyor, umut veriyor ama aynı zamanda beni hazırlamaya çalışıyor gibiydi. Bacağım… Yürüyememek ihtimali, düşüncesi bile beni donduruyordu.
Günlerdir odadan çıkamıyordum. Pencerenin kenarına bile gitmek büyük bir çaba gerektiriyordu. Grubun her biri sırayla ziyaret ediyor, beni yalnız bırakmıyorlardı. Ama onların da huzursuz olduğunu hissediyordum. Zeynep’in gözlerinde hep bir endişe, Göktuğ’un gereksiz neşeli davranışlarında bir yapaylık, Berk’in o derin sessizliğinde ise ezici bir öfke vardı.
Bir sabah Zeynep, yanında kuzeni Belinay ile çıkageldi. Belinay, odaya adım atar atmaz ışıl ışıl kahkülleri ve samimi gülümsemesiyle içeriği aydınlattı.
“Merhaba, Sıla,” dedi Türkçeyi biraz aksanlı ama yine de sıcak bir şekilde konuşarak. “Seni görmek için geldim.”
O an fark ettim ki grup beni yalnız bırakmamak için elinden geleni yapıyordu. Zeynep’in gözlerinde bir parıltı vardı. Belinay, yanımda oturup bir süre benimle konuşmaya başladı. Türkçeyi zaman zaman karıştırsa da, bu durum hepimizi güldürüyordu.
“Beni bağışla,” dedi kahkahayla. “Amerika’da Türkçe pek kullanılmıyor, kafam biraz karışık!”
Göktuğ, odaya girdiğinde Belinay’a takıldı. “Ee, Amerika’da doğan Türkler böyle mi oluyor? Şaşırdım doğrusu,” dedi dalga geçerek.
Belinay’ın kahkahası odada yankılandı. Ancak Göktuğ’un Belinay’a baktığında gözlerinde bir farklılık vardı. Belinay’ın da Göktuğ’a kaçamak bakışlar attığını fark ettim.
Ziyaretler sırasında grup birbirinden kopmamıştı. Berk genelde biraz mesafeli duruyordu, ama arada bir gelip “İyi misin?” diye sormaktan çekinmiyordu. Murat ise beni sürekli motive ediyordu.
“Yürümeye başlaman uzun sürse bile, biz hep buradayız, tamam mı?” dediğinde gözlerindeki samimiyete inanmak istedim.
Belinay, Zeynep ile dışarı çıkarken Berk bir köşede sessizce duruyordu. Göktuğ ise Belinay’ın çıkışını biraz fazla izledi, bu da Zeynep’in dikkatinden kaçmadı.
“Ne bakıyorsun, Göktuğ?” diye sordu Zeynep alayla.
Göktuğ sırıttı. “Ne olmuş? Kuzenin fena değilmiş.”
Herkes kahkahaya boğuldu. Marul, “Göktuğ vuruldu!” diye bağırdı.
Doktorum o akşam tekrar odama geldi. Yüzünde her zamanki ciddiyet vardı ama sesinde bir yumuşama hissediliyordu.
“Sıla, iyileşme sürecin uzun sürecek,” dedi nazikçe. “Fizyoterapiye başlamamız gerekiyor. Ama ilk etapta hareketlilik kazanman biraz zaman alacak.”
Başımı salladım. Gözlerim doluyordu ama bunu saklamaya çalıştım.
“Ne kadar zaman alır?” diye sordum, sesim titrerken.
“Bunu kesin olarak söylemek zor. Ama sabırlı olmalısın. Arkadaşların ve ailenin desteğiyle bu süreci atlatabilirsin.”
Doktor odadan çıktıktan sonra, Zeynep yanıma oturdu. Elimi tutup sıkıca sıktı.
“Sakın pes etme,” dedi kararlı bir sesle. “Biz buradayız.”
O an, gözyaşlarımı tutamadım. Kendime ne kadar güçlü olacağımı söylemeye çalışsam da, hissettiğim şey sadece derin bir kırılganlıktı.
Belinay, bana sıcak bir gülümsemeyle baktı. “Sen bu odadan yürüyerek çıkacaksın, inan bana,” dedi. Göktuğ araya girerek, “Hatta koşarak çıkacak!” diye ekledi.
Her ne kadar onların bu çabaları beni gülümsetmeye yetse de, içimde derin bir endişe vardı. Gerçekten bu durumu atlatabilecek miydim?
Sıla'nın odasından derin bir sessizlik yükseliyordu. Berk, odanın önünden geçerken içeriden gelen boğuk bir ağlama sesi duydu. Bir an duraksadı. Kapıyı aralayıp içeri baktığında Sıla'nın yatağında kıvrılmış, yüzünü yastığa gömmüş halde ağladığını gördü. O an ne yapacağını bilemedi. Sessizce geri çekildi, kapıyı kapatıp koridorda bir süre durdu.
Berk’in yüzü sertleşti, ama çaresizliği de yüzünden okunuyordu. Hızla diğerlerine haber vermeye karar verdi. Zeynep, Esra, Belinay, Göktuğ ve Marul’un yanına giderek olanları anlattı.
“Bir şey yapmamız lazım,” dedi Berk, sesi titrek bir öfke ve çaresizlikle doluydu. “Sıla odasında ağlıyor… Ama nasıl yardımcı olacağımı bilmiyorum.”
Zeynep hemen ayağa kalktı. “Hadi, hepimiz gidip onunla konuşalım. Tek başına bu yükü taşımasına izin veremeyiz!”
Belinay endişeli bir ifadeyle Berk’e döndü. “Sıla’yı bu kadar kötü görmemiştim. Hemen gitmeliyiz.”
Göktuğ ve Marul da, genelde neşeli ve umursamaz halleri bir kenara bırakılmış halde, sessizce diğerlerini takip ettiler. Hepsi birlikte Sıla’nın odasının önüne geldiklerinde kısa bir süre duraksadılar. İçeriden hala hıçkırık sesleri geliyordu.
Zeynep kapıyı tıklattı ama cevap gelmedi. Belinay kapıyı hafifçe araladı ve içeri baktı. Sıla hala aynı pozisyonda, yastığa gömülü şekilde ağlıyordu.
“Sıla,” dedi Zeynep yumuşak bir sesle. “Biz geldik. Buradayız.”
Sıla, başını yastıktan kaldırıp gözleri şişmiş ve kızarmış halde onlara baktı. Odadaki herkesi görünce bir an duraksadı, ama sonra tekrar hıçkırıklara boğuldu.
Belinay hızla yanına oturdu, sırtını okşayarak onu teselli etmeye çalıştı. “Sıla, yalnız değilsin. Hepimiz buradayız. Seni bırakmayacağız.”
Göktuğ, odanın kapısında durup mahcup bir şekilde kafasını kaşıdı. “Biz… şey, yani… belki biraz saçma gelebilir ama neye ihtiyacın varsa söyle, tamam mı? Şey yaparız… yani hallederiz.”
Marul araya girdi. “Evet ya, hani gerekirse ben moral için saçmalamaya başlarım. Yeter ki sen iyi ol.”
Bu söz herkesi bir anlığına güldürdü. Zeynep, Esra, Belinay, Göktuğ ve Marul'un varlığı, Sıla'nın acısını hafifletmese de odadaki kasvetli havayı biraz dağıtmıştı.
“Sizi görmek iyi hissettirdi,” dedi Sıla, sesini kontrol etmeye çalışarak. “Ama bu… bu çok zor. Artık eskisi gibi olamayacağım. Her şey çok ağır geliyor.”
Belinay, Sıla’nın elini tutarak gözlerinin içine baktı. “Eskisinden daha güçlü olacaksın. Biz buna inanıyoruz. Ama önce inanması gereken kişi sensin.”
Grup bir süre daha Sıla ile kaldı. Kimse acele etmiyordu; herkesin tek bir amacı vardı: Sıla’ya yanında olduklarını hissettirmek. Bu, onlar için sıradan bir arkadaşlık anı değildi. Bu, bağlarını daha da güçlendirecek bir dayanışma anıydı.
Sıla odada bir başına, yatağında oturuyordu. Gözyaşları hala yanaklarında kurumuştu. İçindeki öfke, acı ve çaresizlik karışımı onu tüketiyordu. Ancak bir anlık bir dürtüyle yatağından kalkmayı denemek istedi.
"Yapabilirim," dedi kendi kendine, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. Ellerini yatağın kenarına koydu ve tüm gücünü toplayarak kendini yukarı çekmeye başladı. Dizleri titriyor, vücudu sanki ağır bir yük taşıyormuş gibi hissediyordu.
Bir anda ayakları yere temas etti ve titrek bir şekilde doğruldu. Ağrı, zorluk... her şey vardı ama yine de ayakta durabiliyordu. Gözlerine inanamadı. “Başardım…” diye fısıldadı. Şaşkınlık ve mutluluk gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.
Bunu hemen diğerlerine haber vermek istedi. Yavaşça odanın kapısına doğru ilerledi, her adımı bir zafer gibiydi. Kapıya ulaştığında derin bir nefes aldı ve onu açtı. Ancak tam o sırada Berk kapının önündeydi.
Sıla bir anda Berk’le burun buruna geldi. Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Sıla’nın nefesi Berk’in dudaklarına değdi, Berk’in sıcak nefesi ise Sıla’nın dudaklarına. İkisinin de gözleri bir an için birbirine kilitlendi. Zaman durmuş gibiydi.
Sıla’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Berk de bu ani temasla donakalmıştı. İkisinin arasında oluşan bu gergin ve tuhaf yakınlık, sessizlikle sarılmıştı.
Tam o sırada Murat koridordan geçiyordu ve kapının önündeki bu manzarayı gördü. Kaşları havaya kalktı, bir an duraksadı.
“Ne oluyor burada?” diye sordu Murat, sesi hem şaşkın hem de alaycıydı.
Sıla, Murat’ın sesini duyunca bir adım geriledi, sonra ani bir refleksle geri döndü ve koşarak odasına doğru kaçtı. Berk arkasından bir şey söylemek ister gibi oldu ama vazgeçti. Murat, Berk’e bir bakış attı ve hafifçe gülümsedi.
“Yani, bir şey mi kaçırdım yoksa...?” diye sordu Murat, eğlenir gibi bir tonda.
Berk başını sallayarak konuşmayı kesti. “Hiçbir şey. Gerçekten.”
O sırada Sıla odasına kapanmış, nefes nefese kalmıştı. Fakat o kaçış sırasında fark ettiği bir şey vardı: Artık yürüyebiliyordu. Adımları yavaş ve titrek olsa da bir şekilde ilerleyebiliyordu. Ellerini dizlerine koyup hafifçe gülümsedi. Gözyaşları tekrar yanaklarına süzülmeye başladı, ama bu kez mutluluk gözyaşlarıydı.
“Yapabiliyorum,” dedi kendi kendine. “Gerçekten yapabiliyorum.”
Sıla, odasında bir süre daha yalnız kaldı. Düşünceleri karma karışıktı. Adımlarını hala zorla atıyordu, ama en azından yürüyebiliyordu. İçindeki mutluluk ve özgürlük hissi, bedenindeki ağrıları bir nebze olsun unutturuyordu. Ama bir yandan da kafasında Berk ve Murat’la olan anı dönüp duruyordu. Berk’le olan o kısa ama yoğun temas, Sıla’nın içindeki karmaşayı daha da artırmıştı. Neden böyle oldu? Ne hissettiğini anlayamıyordu.
Yavaşça yatağına oturdu, elleriyle başını tutarak derin bir nefes aldı. “Hadi, sakin ol Sıla. Bir şey hissetmedin, sadece... korktun. Evet, korktun. Ama belki de o anın etkisiyle. Şimdi bir adım daha atmalısın. Kendine güvenmelisin,” diye mırıldandı.
Bir süre odasında sessizce kaldı. İçindeki huzursuzluk, yavaşça gitmeye başlamıştı. Fakat kafasında hala Berk vardı. İkisi de normal bir arkadaş gibi davranmalıydılar, değil mi? O yüzden ondan uzak durmalıydı.
Bir süre sonra kapı çaldı. Zeynep, Esra, Belinay, Murat ve Göktuğ, Sıla’nın odasına girmeyi başarmışlardı. Zeynep’in gözlerinde endişe vardı, ama Sıla’nın hala gülümsediğini görünce rahatladı.
“Sıla, nasılsın?” diye sordu Zeynep.
Sıla, derin bir nefes alarak başını salladı. “İyiyim, gerçekten iyiyim. Yavaşça ama kalktım, yürümeye başladım.”
Gözleri parladı. Arkadaşları birer birer yanına gelerek ona sarıldılar. Bu an, Sıla için gerçekten özeldi. Birçok şeyin değiştiği, zor bir dönemin sonrasında en sonunda ayağa kalkabilmişti.
Göktuğ, şaka yaparak Sıla’ya “İyi misin, yoksa bizi bırakıp Hollywood’a mı gideceksin?” dedi.
Sıla gülümsedi. “Sadece buradayım ve buradaki herkesle birlikteyim, daha gitmek yok.”
Esra ve Belinay da Sıla’yı tebrik ettiler. Murat ise biraz uzak durarak yalnızca başını salladı, ama yavaşça yaklaştı ve Sıla’ya küçük bir gülümseme sundu.
“Bunu başardığın için gerçekten gurur duyuyorum, Sıla. İyi ki varsın,” dedi.
Sıla, Murat’ın sözleriyle hafifçe şaşırmıştı. Kendi kafasında yaşadığı karmaşaya rağmen, Murat’ın bu kadar samimi olduğunu görmek ona garip bir şekilde huzur verdi.
Berk, odada sonradan geldiğinde biraz gergin bir şekilde Sıla’yı izledi. Ama Sıla ona bakarak “Merak etme, ben iyiyim. Gerçekten.” dedi. Berk, ona karşı herhangi bir tepki vermeden sadece başını salladı ve oda içinde dolaşmaya devam etti.
Zeynep, Sıla ve grubun geri kalanı arasındaki gergin atmosferi fark etti ama hemen ortamı değiştirdi. “Hadi, dışarı çıkalım ve biraz hava alalım. Sıla’yı yalnız bırakmayalım,” dedi.
Grup, evin dışına çıkarak bir süre yürüyüş yaptı. Sıla yavaşça ama emin adımlarla onlara yetişmeye çalışıyordu. Zeynep ve Belinay, ona destek olmak için hemen yanında yürüyüp gülümsemeye devam ettiler.
Her şeyin yavaş yavaş normale dönmesi, Sıla için gerçekten bir rahatlama kaynağıydı. Ve artık yürüyebiliyordu, bu ona yeniden hayata bağlanma hissi veriyordu.
Sıla, o gün fark etti ki, hayatta kalmak sadece nefes almak değil, bazen her bir adımda umudu yeniden bulmaktı. Adımlarım, tıpkı eskisi gibi zorluydu, ama her birini attığımda biraz daha güçlendiğimi hissediyordum. Zeynep, Belinay ve Esra'nın bana sürekli destek olmaları, içimde bir ışık yakıyordu. Ama bugün, bir farklılık vardı. Marul'un da yanımızda olması, her şeyin daha eğlenceli olmasına neden oluyordu.
Belinay’a ve Zeynep’e, biraz daha rahatlamıştık ama Marul’un garip tavırları her zaman olduğu gibi bizi güldürüyordu. Zeynep, ona ne kadar bağırsa da, Marul hep bildiğini okur. Hızlıca yavaşlamış adımlarımı atarken, o sırada Marul birden yanımıza geldi ve “Ne bu kadar ağır adımlarla yürüyorsunuz, hele bakın!” diyerek kahkahalarla gülmeye başladı.
“Marul, biraz daha dikkatli olsan iyi olur,” dedim, hafifçe ona bakarak. Ama Marul hiç de aldırmıyordu, aksine, her adımda biraz daha yaklaşıyordu.
Zeynep gülerek, “Sıla, sabret. Bu da kendi yöntemini bulmuş, yine takılıyor bize,” dedi.
Esra da Marul’a takılmak için bir adım attı ama Marul hemen o fırsatı kaçırmadı ve birden “Hadi bakalım, bu kadar stres yaptınız, biraz rahatlayın!” diyerek benim kolumu tuttu. O an gözlerimi kapatıp, bir an duraksadım. Gerçekten hiç beklemediğim bir anda, Marul’un davranışları bile beni güldürebiliyordu. Zeynep, “Marul, yeter artık!” diye bağırarak ona doğru yöneldi.
Biraz daha sakinleşmek için yavaşça yürümeye başladım. Her adımda Zeynep’in desteklediği omzumdan güç alıyordum. Marul’un şakalarına rağmen, bu adımlar biraz daha anlam kazandı. Bir ara kendimi iyi hissettim, zayıf bacaklarım biraz daha sağlam hissediyordu. O sırada, Belinay bana dönerek “Gerçekten harika gidiyorsun, Sıla. Devam et!” dedi ve gözlerinde bir parıltı vardı.
“Teşekkür ederim,” dedim, gülümsedim. Zeynep hemen yanımda ve Belinay’ı takip ederek daha fazla adım atıyorduk. Ama bir şey vardı… Göktuğ’un bana bakışları, hala o garip bakışlar… Onun bana olan bakışlarını bir şekilde hissedebiliyordum. Ama ona karşı hislerimi hâlâ tam anlamış değildim.
Marul’un şakalara ara verip bizimle yürüdüğü anlar çok nadiren oluyordu. O, tam bir huzur kaynağıydı. “Sıla, eğer marş yaparak yürürsen, seni takip edeceğiz!” dedi, belki biraz dalga geçiyordu ama gülmemek elde değildi. Zeynep ve Belinay’ın da kıkırdamaları duyuluyordu.
Sırtımda, hissettiğim her türlü acıya rağmen, bir güç vardı. Yavaşça ama emin adımlarla yürürken, birden, “Aaaa, bakın!” diye bağırarak kendimi bir an için yere oturur gibi buldum. Herkes durdu, gözlerini açarak bakmaya başladılar.
“Ne oldu, Sıla?” dedi Zeynep, yanımda hemen diz çökerek.
“Bir şey olmadı, sadece biraz zorlanıyorum,” dedim, ama aslında ne kadar zorlandığımı hissetmiştim. Ayakta durmak bile, bana ne kadar çetin geliyordu.
O sırada Marul yanımda belirdi ve ciddiyetle, “Sıla, güçlü olacaksın. Ben buradayım, hep yanındayım,” diyerek sırtımı okşadı. Marul’un biraz dağınık halleri bile, içimdeki zorlayıcı hisleri dindirmeye yetiyordu.
“Teşekkür ederim,” dedim, gülümseyerek, ama gözlerim hala biraz buğuluydu. Belinay ve Zeynep de yanı başımda durarak beni izliyorlardı. Hepimiz bir süre sessiz kaldık.
Sonra, Zeynep, “Sıla, sen bu kadar adım attın, bence çok iyi gidiyorsun. Hadi, biraz daha devam edelim,” dedi. Zeynep’in sesinde, bana güç veren bir şey vardı.
Bir süre daha yürüdük. Ayaklarım, bacaklarım sanki yeni baştan doğuyormuş gibi hissediyordu. Belinay, “Sıla, ne kadar güçlü olduğunu bir tek sen bilemezsin,” dedi. Gözlerinde ciddi bir ifade vardı ama hala bana destek olmak isteyen bir bakışla devam etti.
Bir an, Marul’un şakasına gülümsedim, “Bir kahkaha patlatmadan adım atamam,” dedim, bu sefer Marul da beni takip etti.
Tüm bu süreç, bana yeni bir şey öğretti. Zor zamanlardan geçtim, ama asıl güç, düşüp kalkabilmekti. Bu, sadece fiziksel bir güç değil, içsel bir güce de sahip olmamdı. O anda, arkadaşlarımın yanımda olduğunu düşündüm. Ve evet, bazen zor anlarımda, onlardan aldığım destek beni hep ayakta tutuyordu.
İyileşmeye, tekrar adımlar atmaya başladım ve hiç beklemediğim şekilde, her geçen gün biraz daha güçleniyordum. |
0% |