Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@yakamozyagmuru

Hastaneden çıkışımın üstünden birkaç gün geçmişti, Zeynep ve Belinay’ın evinde kalmaya alışmaya çalışıyordum. Evleri oldukça sıcaktı, ama içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Artık sıradan bir hayat istiyordum. Bugün okula dönme vaktiydi. Sabah erkenden kalkıp Zeynep’le beraber hazırlandık. Belinay, okulu farklı olduğu için bizden önce çıkmıştı.

 

Koridorlardan geçerken üzerimde birçok bakış hissettim. Hastanede olanlar kulaktan kulağa yayılmış olmalıydı. Bakışları umursamıyor gibi yapmaya çalıştım ama her adımda daha çok sıkıldığımı fark ediyordum.

 

Sınıfa girdiğimde Berk, sırasının köşesine oturmuş bir şeyler yazıyordu. Görür görmez gözlerimi kaçırdım. Hâlâ ondan kaçmak istiyordum. Dünkü tavırları, alayları aklımdan çıkmıyordu. "Sılaaa!" diye seslenmesiyle irkildim.

 

"Ne var, Berk?" dedim, yüzümü buruşturarak.

 

"Geçmiş olsun diyoruz, bir teşekkür et bari. Yoksa sen hâlâ komada falan mısın?" dedi alaycı bir sesle.

 

Derin bir nefes aldım. Ona sinirlenmek o kadar kolaydı ki! "Sana mı kaldı benim teşekkürüm? Hadi işine bak," diyerek onu tersledim.

 

Bu sırada sınıfta hafif bir kahkaha yükseldi. Berk, ellerini iki yana açarak dramatik bir şekilde iç geçirdi. "Ah Sıla, ne kadar da nazik birisin!"

 

Zeynep, yanımda bana göz kırpıp gülümseyerek fısıldadı, "Bırak, o konuşsun. Boş ver."

 

Tam sıramıza oturduğumuzda Murat içeri girdi ve doğrudan yanımıza geldi. "Herkese günaydın. Sıla, bakıyorum da Berk’e sabah sabah haddini bildirmişsin."

 

"Günaydın," dedim hafif gülümseyerek. "Buna haddini bildirmek denirse tabii."

 

Berk yerinden kalkıp sıranın üzerine oturdu ve bize doğru bir işaret yaptı. "Hey, ben buradayım. Arkamdan konuşmak yok."

 

"Otur yerine, palyaço!" dedim sert bir sesle.

 

Marul, sınıfın köşesinden gülerek bağırdı, "Palyaço mu? Sıla, Berk’in yeni lakabını buldu. Harika!"

 

Berk, Marul’a bir bakış attı ve gülmemeye çalışarak, "Marul, sen daha yeni insan gibi yürümeyi öğrendin. Sıla’nın sana lakap takmasını istemiyorsan dikkat et," dedi.

 

Bütün sınıf kahkahalara boğulurken, ben sadece Zeynep’e dönüp başımı salladım. Bu çocuğun durmayacağını biliyordum, ama onu görmezden gelmeye kararlıydım.

 

Ders başlamadan önce Belinay sınıfa uğradı. Hızlıca içeri girdi ve Zeynep'e birkaç şey söyledi. Giderken Göktuğ’un gözlerinin nasıl açıldığını görmemek imkânsızdı. "Of, Belinay yine ışık saçıyor," dedi kendi kendine.

 

"Of, Göktuğ, gözünü de kapat istersen. O da insan, anladın mı?" dedim, ama sesim sert çıkmadı. Hafif bir gülümsemeyle Zeynep’in yanında geçip oturdum.

 

Berk, sınıfın diğer köşesine geçip, "Ah, bugün yine ne kadar eğlenceli bir gün olacak. Sıla’nın başı dertte!" dedi.

 

"Sanırım asıl başı dertte olan sensin," dedim alaycı bir şekilde ve defterimi açtım. Bu savaş daha çok sürecekti, belliydi.

 

Günün geri kalanı boyunca Berk, durmaksızın alaylarına devam etti. Onun bu bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine hayret ediyordum. Dersler arasındaki her molada mutlaka bir laf atıyordu ve ben de ona karşılık vermek zorunda kalıyordum. Çenem yorulmuştu ama susmak, sanki onun kazanması demekti.

 

Öğle yemeği zamanı geldiğinde Zeynep ve Esra’yla kantine doğru yürüdüm. Masamızı bulup oturduğumuzda, çok geçmeden Berk ve çetesi yan masaya yerleşti. Marul’un sesi her zamanki gibi bir çığlık gibiydi. "Berk, dün şu yeni öğrenciye ne dediğini anlatsana! Hani senin zekân karşısında şaşırmıştı ya?"

 

Berk sırıtarak omuzlarını silkti. "Ah, tabii ki de zekâm karşısında duramayan çok insan var. Neyse, konumuz bu değil." Gözleri bir an masamıza kaydı. O bakışı fark ettiğim anda başımı çevirdim, ama çok geçti.

 

"Sıla," dedi, sesi biraz daha yüksek çıkmıştı. "Bir şey fark ettim de..."

 

"Ne fark ettin, Berk?" dedim isteksizce, başımı çevirmeden.

 

"Sen hastaneden çıkmışsın ama ruhun galiba orada kalmış. Biraz canlı görünmeye çalış, yoksa yine koma falan sanacaklar."

 

Esra hemen araya girdi. "Berk, hadi ya! Rahat bırak kızı."

 

Ben yine de cevap vermeden duramadım. "Ruhum değil ama sanırım aklım hastanede kalmış. Çünkü seninle aynı sınıfta olduğumu unutmuşum. Bunu hatırladığımda içim daraldı."

 

Masadan hafif kahkahalar yükseldi. Berk aldırış etmeden gülümsemeye devam etti. "Vay, laf yetiştirmeyi öğrenmişsin! Bak bu hoşuma gitti."

 

"Berk, senin hoşuna gitmek istemiyorum. Aslında seninle hiçbir şey paylaşmak istemiyorum. Lütfen bunu bir not al," dedim gözlerimi dikerek.

 

Tam o sırada Marul araya girip, "Ooo, Sıla çok ciddi konuşuyor. Hemen bir not defteri bulup yazıyorum," dedi ve cebinden hayali bir defter çıkarıyormuş gibi yaparak saçma sapan şeyler mırıldandı.

 

Göktuğ da ona katıldı: "Evet, Marul! Berk’in hayat derslerini yazdığı yeni kitabı olur bu."

 

Berk, Göktuğ’a dönüp, "Göktuğ, lütfen benim için konuşma. Bu kitap bir best-seller olur, sen anlamazsın," dedi alayla.

 

Zeynep, Marul’un bu esprilerini çok komik bulmuş olacak ki kahkaha attı. "Sıla, seni Berk’le aynı sınıfa koyduklarına inanamıyorum. Resmen talihsizlik!" dedi bana dönerek.

 

"Talihsizlik mi? Bu tam anlamıyla lanet! Ama merak etme, hayatta kalmayı öğreniyorum," diye cevap verdim.

 

Berk yine de geri adım atmadı. "Merak etme, Sıla. Hayatta kalman için seni eğitiyorum. Bak, bu da bir tür iyilik."

 

Tam bir şey söyleyecekken, Zeynep omzuma dokunarak durdurdu. "Sıla, gerçekten değmez. Hadi yemeğimizi bitirelim."

 

Ama ben çoktan bu laf dalaşının içine çekilmiştim. "Berk, iyilik dediğin şey senin yaptığın alaylardan farklı bir şey. Bunu öğrenene kadar bana iyilik yapmayı deneme, olur mu?"

 

O an masadan yükselen kahkahalarla birlikte Berk, başını iki yana salladı. "Sıla, gerçekten eğlencelisin. Tamam, seni biraz daha zorlamamaya çalışacağım. Ama bu ne kadar sürecek, göreceğiz."

 

O an fark ettim ki Berk’in laf sokmaları bitmeyecek. Ancak benim de geri çekilmek gibi bir niyetim yoktu. Bu okulda, bu sınıfta onunla bu savaş devam edecekti ve ben bu savaşı kazanmaya kararlıydım.

 

Dersler bittiğinde herkes toplanıp dışarı çıktı. Zeynep, Belinay ve Esra ile eve dönmeye hazırlanıyorduk. Ancak kapının önünde Berk’in beni beklediğini gördüm. Kaşlarımı çatıp yanından geçmeye çalıştım.

 

"Sıla, dur," dedi arkamdan.

 

"Ne var yine, Berk? Bitmedi mi?" dedim sıkılmış bir sesle.

 

"Yok ya, sadece şunu merak ediyorum. Bugün verdiğin karşılıkların bir kısmı hazırlık mıydı, yoksa doğal mıydın? Çünkü baya iyiydi," dedi hafif bir tebessümle.

 

"Doğalım, Berk. Senin saçmalıkların kadar doğallar," dedim ve yürümeye devam ettim.

 

Arkamdan seslenip, "İyi o zaman, Sıla. Yarın görüşürüz!" dedi ve kendi yoluna gitti.

 

Zeynep gülerek koluma girdi. "Senin Berk’le atışmaların resmen dizilere konu olacak."

 

"Hiç sanmam," dedim hafif bir tebessümle. Ama içimden, bu savaşın sadece başlangıç olduğunu biliyordum.

 

Ertesi sabah okula gitmek için hazırlanırken Zeynep ve Belinay her zamanki gibi neşeliydi. Kahvaltı masasında sürekli bir şeylerden bahsediyorlardı, ama ben yarı uykulu halde onları dinlemekten çok kendi düşüncelerimle meşguldüm. Berk’in dün söyledikleri hâlâ aklımdaydı. Ne kadar gıcık bir çocuktu! Ama itiraf etmeliyim ki, beni bu kadar sinirlendiren biriyle daha önce karşılaşmamıştım.

 

Zeynep çatalını tabağına bırakıp bana doğru döndü. "Sıla, farkında mısın, bu sabah çok sessizsin. Berk’i mi düşünüyorsun yoksa?"

 

Başımı hızla kaldırıp ona baktım. "Ne? Tabii ki hayır! Neden Berk’i düşüneyim ki?"

 

Belinay kahkaha attı. "Çünkü adam seni resmen gündem yapmış durumda. Nerede bir laf atsa, hemen cevabını yapıştırıyorsun."

 

"Bu benim problemim değil," dedim sert bir şekilde. "O, laf atmayı keserse ben de susarım."

 

Zeynep gülerek başını salladı. "Kesinlikle. Ama sanırım Berk tam da bunu yapmanı istiyor. Seni kızdırmak onun için eğlence gibi."

 

"Eğleniyorsa iyi. Çünkü ben de onun eğlencesini mahvetmekten keyif alıyorum," dedim gözlerimi devirerek.

 

Sınıfa girdiğimde Berk her zamanki gibi sırasına oturmuş, Marul ve Göktuğ’la bir şeyler konuşuyordu. Beni fark ettiği anda gülümsemesini genişletti. İçimden, "Ah, işte yine başlıyoruz," dedim.

 

Sıramı bulup oturdum, ama çok geçmeden Berk yanımdaki sıraya yaklaştı ve üzerine yaslandı. "Sıla, sabah sabah enerjik görünüyorsun. Bu kadar hazırlıklı olman beni gururlandırıyor."

 

Ona döndüm ve soğuk bir bakış attım. "Berk, sabah sabah seni çekmek zorunda kalmasam daha enerjik olurdum."

 

Göktuğ arkadan bağırdı: "Vay! Sıla, iyi koydun!"

 

Marul hemen lafa girdi. "Ama Berk de hak etti. Yani, sabahtan beri Sıla’nın peşinde dolanıyor. Neyin peşindesin Berk?"

 

Berk, Marul’a kısa bir bakış attı ve ardından bana döndü. "Peşinde falan değilim. Sadece... Sohbet etmek hoşuma gidiyor."

 

"Tabii ki," dedim alayla. "Senin sohbet anlayışın laf sokmaktan ibaret, değil mi?"

 

Berk omuz silkti. "Herhangi bir diyalog, monotonluktan iyidir."

 

Tam bir şey diyecekken Zeynep içeri girdi ve masama oturdu. "Ooo, yine mi tartışıyorsunuz? Şaşırdım mı? Hayır."

 

Marul, Zeynep’e döndü. "Bak Zeynep, bu ikisi gelecekte ya evlenir ya da birbirlerini boğazlar. Ortası yok."

 

Zeynep kahkahayla güldü. "Evlilik mi? Yok artık! Daha birbirlerine katlanamıyorlar."

 

Ben derin bir nefes aldım. "Beni bu saçmalığa karıştırmayın. Berk sadece bir sinir bozucu, başka bir şey değil."

 

Berk sırıtarak araya girdi. "Ama yine de aklından çıkamıyorum, değil mi?"

 

Gözlerimi ona dikip, "Bir kâbusun bile aklımda yer etmesi mümkün. O yüzden bu söylediğin seni özel yapmaz," dedim.

 

Göktuğ bu cevaba kahkaha attı. "Sıla, resmen Berk’i mat ettin!"

 

Berk de gülümseyerek yerine döndü. "Tamam, Sıla. Bugünlük kazandın. Ama bu savaş daha bitmedi."

 

İçimden, "Bitse şaşardım zaten," diye düşündüm.

 

Öğle yemeği için hep birlikte kantine gittik. Belinay, Zeynep ve Esra masaya geçip oturdu, ben de hemen yanlarına iliştim. Erkekler ise bizden birkaç masa ötede oturmuş, kendi aralarında şakalaşıyorlardı. Göktuğ’un her zamanki gibi komik hareketler yaptığını ve Marul’un da ona eşlik ettiğini görebiliyordum.

 

Tam o sırada Belinay bana döndü. "Sıla, Berk yine seninle uğraşıyor. Bu kadar aldırma. Bazen görmezden gelmek daha iyi olur."

 

"Görmezden gelmek istiyorum ama o sürekli karşımda. Görmemek imkânsız," dedim çaresizce.

 

Zeynep omzuma dokundu. "Merak etme, Sıla. Berk de bir gün yorulacak. O zaman bu savaş bitecek."

 

"Umuyorum," dedim derin bir nefes alarak. Ama içimde bir his, bu çekişmenin çok daha uzun süreceğini söylüyordu.

 

Öğle arası sonrası dersler başlamış, sınıfa dönmüştük. Berk, sınıfın arkasındaki köşesine çekilmiş, telefonuyla uğraşıyordu. Ben ise sıramda, Zeynep'le notlarımızı gözden geçiriyordum. Bir süre sessizlik vardı ama bu Berk için dayanılmaz bir durumdu.

 

Hoca derse başlamıştı, ama Berk arkasına yaslanmış, beni izliyordu. Gözlerimin ucuyla fark ediyordum, ama ilgilenmemeye çalışıyordum. Dayanamayıp konuştu.

 

"Sıla, ders notların çok düzenli görünüyor. Gerçekten örnek bir öğrencisin."

 

Dudaklarımı sıkıp cevap vermemeye çalıştım. Ancak Zeynep ona döndü ve alaycı bir şekilde konuştu. "Evet Berk, herkes senin gibi boş zamanını Instagram'da geçirmek zorunda değil."

 

Berk gülerek Zeynep'e döndü. "Zeynep, kıskanma. Sosyal bir hayatın olması kötü bir şey değil."

 

Zeynep gözlerini devirerek bana fısıldadı. "Şu çocuğa bak ya. Herkesi sinir etmek için doğmuş."

 

Ben dayanamayıp araya girdim. "Berk, bir gün şu telefonunu bırakıp gerçekten derse odaklanmayı dene. Belki hayatında bir şeyler yoluna girer."

 

O an sınıf kahkahalarla doldu. Göktuğ araya girdi. "Vay! Berk, Sıla sana ciddi anlamda meydan okuyor. Cevap vermeyecek misin?"

 

Berk gülümseyerek bana döndü. "Sıla, bu kadar ciddi olmayı bırak. Hayat kısa, biraz eğlenmeyi öğren."

 

"Hayat kısa, evet. O yüzden seni dinleyerek vaktimi boşa harcamak istemiyorum," dedim soğukkanlı bir şekilde.

 

Sınıf bir kez daha kahkahalara boğuldu. Berk, gülerek omuz silkti ve yerine döndü. Ama onunla olan bu çekişme beni yine yorulmuş hissettirmişti.

 

Ertesi sabah okulun bahçesinde Belinay, Zeynep ve Esra ile oturuyorduk. Kendi aramızda dertleşirken Marul ve Göktuğ bize doğru yaklaştı. Göktuğ her zamanki gibi enerjikti.

 

"Siz kızlar sürekli bir şeyler konuşuyorsunuz. Biz de gelip katılsak sorun olur mu?" dedi Göktuğ, sırıtkan bir yüzle.

 

Belinay alaycı bir şekilde cevap verdi. "Gelir mi, gelmez mi, emin değilim Göktuğ. Ama denemekte özgürsün."

 

Göktuğ hemen yanımıza oturdu. Marul da onu takip etti. Ama her zamanki gibi kendini komik durumlara düşürmekten geri kalmadı. Ayağı bir taşa takıldı ve yere doğru sendelese de son anda dengede kalmayı başardı.

 

"İşte bu yüzden spor ayakkabı giymem gerekiyor," dedi Marul, sırıtarak.

 

Herkes güldü. Göktuğ, ona dönüp kaşlarını kaldırdı. "Marul, kendine dikkat et lütfen. Sen bir gün bu sakarlıkların yüzünden başımıza dert açacaksın."

 

Ben istemsizce güldüm. Onların bu hallerine alışmıştım ama yine de eğlenceliydi.

 

Tam o sırada Berk’in uzaktan bize yaklaştığını gördüm. Elinde bir kahve vardı ve yüzünde her zamanki kendinden emin ifadesiyle yanımıza geldi.

 

"Sıla, sabah sabah yüzünde bu kadar neşe görmek çok şaşırtıcı," dedi, beni izleyerek.

 

Ona sert bir bakış attım. "Evet, çünkü henüz senle bir tartışmaya girmedim. O yüzden keyfim yerinde."

 

Göktuğ hemen araya girdi. "Ah, Berk ve Sıla'nın ünlü atışmalarından biri daha başlıyor. Çekirdek getirse miydik?"

 

Herkes gülmeye başladı. Ama ben Berk’e dönüp bir şey söylemeye hazırlanırken, Zeynep omzuma dokundu. "Sıla, boş ver. Onu görmezden gel. Eğleniyor işte, bırak eğlensin."

 

Ama Berk son bir laf daha sokmadan duramadı. "Sıla, bir gün beni ciddiye almayı öğreneceksin. Ama o zamana kadar eğlenmeye devam edeceğim."

 

"Seninle ilgili öğreneceğim tek şey, sabrımın sınırlarını ne kadar zorlayabileceğin olacak," diye cevap verdim.

 

Herkes bir kez daha güldü. Ama ben içten içe, Berk'in beni böyle sinirlendirmekten nasıl bu kadar keyif aldığını anlamaya çalışıyordum.

 

Okulun yıllık geleneksel partisi için büyük hazırlıklar yapılmıştı. Herkes sabırsızdı, özellikle kızlar. Günlerdir ne giyeceklerini planlamışlardı ve sonunda beklenen gece gelmişti. Biz kızlar, Zeynep’in evinde toplanmıştık. Belinay, Esra, Zeynep, Ekin ve ben... Herkesin üzerinde büyük bir heyecan vardı.

 

Zeynep, dolaptan çıkardığı kırmızı, derin yırtmaçlı elbisesini sallayarak bana doğru baktı. "Bu beni fazla mı iddialı gösterir?" diye sordu, gözleri parlıyordu.

 

"Zaten iddialı olman gerekmez mi?" dedim, gülümseyerek. "Sonuçta dikkat çekmek istediğini biliyoruz."

 

Belinay kahkaha attı ve kendi siyah, sırt dekolteli elbisesini gösterdi. "Ben de bu gece prenses gibi görünmek istiyorum. Bakalım kim benim peşimden gelecek."

 

Esra, mavi zarif elbisesini giyip aynaya bakarken, "Birileri bu gece kesin aşık olacak. Ama ben değil!" dedi.

 

Ben hâlâ ne giyeceğime karar verememiştim. Diğerleri çoktan hazırlanmıştı bile. "Sıla, hadi ama! Bir elbise seç," dedi Zeynep, ellerini beline koyarak.

 

Dolabın önünde biraz daha vakit geçirip sonunda sade ama zarif bir siyah elbise seçtim. Çok abartılı olmamasını istemiştim, ama yine de şık görünüyordu. Saçımı açık bırakıp hafif dalgalandırdım, yüzüme doğal bir makyaj yaptım. Diğerleri beni görünce hep bir ağızdan, "Wow, işte şimdi harika görünüyorsun!" dediler.

 

Partiye vardığımızda müzik her yeri inletiyordu. Bahçe renkli ışıklarla süslenmiş, içerisi kalabalık bir şekilde dolup taşmıştı. Kapıdan girdiğimizde, erkeklerin bakışlarını üzerimizde hissetmek kaçınılmazdı.

 

Göktuğ ve Marul bizi gördüğünde ağızları açık kalmıştı. Marul, "Vay canına, bu kızlar mı bizim sınıf arkadaşlarımız? Tanıyamıyorum!" dedi.

 

Göktuğ ise daha hızlı davranıp, "Belinay, bu gece inanılmaz görünüyorsun," dedi, gözlerini ondan alamayarak.

 

Berk ve Murat biraz ileride duruyorlardı. Berk, ellerini ceplerine sokmuş, her zamanki kendinden emin duruşuyla bizi izliyordu. Gözleri bir anlığına bana takıldı. Hemen kafamı çevirdim, ama yüzümün kızardığını hissettim.

 

Zeynep, Ekin’le konuşan Murat’a doğru gidip elini omzuna koydu. "Murat, ne haber? Bu gece eğlenmeye hazır mısın?" diye sordu.

 

Murat hafifçe gülümsedi. "Her zamanki gibi. Ama siz kızlar bizi şaşırttınız. Çok farklı görünüyorsunuz."

 

Berk ise sonunda konuştu. "Farklı mı? Bildiğimiz Sıla işte. Biraz elbise, biraz makyaj... Ama hâlâ o asabi kız."

 

Berk’in bu lafı beni sinirlendirse de sakin kalmaya çalıştım. Ona sert bir bakış attım. "Ve sen hâlâ kendini bilmiş tavırlarla herkesi rahatsız eden Berk."

 

Göktuğ araya girip ortamı yumuşatmaya çalıştı. "Hadi, hadi. Tartışmayın. Bu gece hepimiz eğleneceğiz. Sıla, dans etmek ister misin?"

 

Başımı sallayıp kabul ettim. Göktuğ beni dans pistine götürdü. Arkadan Marul’un sesini duydum. "Benimle dans etmek isteyen yok mu? Neden hep Göktuğ kazanıyor?"

 

Bu lafına herkes gülmeye başladı. Parti boyunca dans ettik, konuştuk, eğlendik. Ama Berk’in bakışlarını üzerimde hissetmemek imkânsızdı. Her ne kadar terslesem de, onunla olan bu tuhaf çekişme beni huzursuz ediyordu.

 

Gece ilerledikçe hava daha da güzelleşti. Biz kızlar masanın bir köşesinde oturup konuşurken, Zeynep alaycı bir şekilde bana döndü. "Sıla, Berk’in bakışlarını fark etmiyor musun?"

 

"Ne bakışı?" dedim, yüzümü ekşiterek.

 

"Tamam, tamam. İnkar et," dedi Zeynep, kıkırdayarak.

Loading...
0%