Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@yakamozyagmuru

Zeynep’in söylediklerini önemsememeye çalışıyorum, ama söyledikleri beynimde yankılanmaya devam ediyor. "Berk’le aranda ne geçtiyse, çöz ve bitir." Çözmek? Nasıl çözeceğim ki? Konuşmaya bile cesaretim yok. Üstelik, onun da bu sessizliği bozmak gibi bir niyeti yok. Sanki ikimiz de aynı kararı almışız: bir şey olmamış gibi davranacağız.

 

Ders zili çalıyor. Bahçeden sınıfa doğru yürümeye başlıyorum. Ayaklarım ağır geliyor. Hava da aynı hislerim gibi; gri, bunaltıcı. İçimde garip bir gerginlik var. Bunu görmezden gelmeye çalışıyorum, ama olmuyor. Berk sınıfta olacak mı? Yanıma oturacak mı? Yoksa yine gözlerimi kaçırmam mı gerekecek?

 

Sınıfa giriyorum. Herkes yerinde. Grup, köşede toplanmış, bir şeylere gülüyor. Göktuğ'un kahkahası kulaklarımı tırmalıyor. Zeynep ve Esra ona eşlik ediyor. Berk ise masasının köşesine yaslanmış, telefonuyla uğraşıyor gibi görünüyor. Yan gözle bana baktığını hissediyorum, ama tam olarak emin değilim.

 

Ekin bana doğru dönüp sesleniyor:

“Sıla, gel buraya! Sana bir şey göstereceğiz.”

 

Neşeli bir şekilde yanlarına gidiyorum, ama içimde hâlâ o tuhaf huzursuzluk var. “Ne var yine?” diye soruyorum.

 

Göktuğ elindeki telefonu uzatıyor. “Dün geceyle ilgili birkaç video buldum. İzlemek ister misin?”

 

Kalbim hızlanıyor. “Ne videosu?” diyorum, sesi titrememesi için çaba harcayarak.

 

“Dün gece partide hepimiz çok eğlenmişiz,” diyor, sinsi bir gülümsemeyle. Zeynep ve Esra hemen müdahale ediyor.

 

“Göktuğ, yeter! Şaka yapmayı bırak,” diyor Zeynep, Göktuğ’un elinden telefonu çekerek. “Bu mevzu kapandı. Kimseyi rahatsız etmeyeceğiz.”

 

Göktuğ suratını asıyor. “Ya bir durun, zaten bir şey göstermeyecektim,” diye homurdanıyor. Ama içimdeki huzursuzluk daha da büyüyor. Video? Bahsettikleri ne? Bir şey mi oldu? Sırtımda bir ürperti hissediyorum.

 

Zeynep bana dönüp sessizce, “Telaşlanma,” diyor. “Her şey yolunda. Sadece Göktuğ’un saçmalıkları işte.”

 

Ama Berk’in bakışlarını hissediyorum. Başımı kaldırmadan, o bakışların üzerimde ağırlaştığını anlıyorum. Hiçbir şey söylemiyor, ama onun da içinde bir şeylerin kaynadığını hissedebiliyorum. Sanki bir şey demek istiyor, ama susmayı tercih ediyor.

 

“Ben yerime geçiyorum,” diyerek uzaklaşıyorum. Grup, kendi neşesine devam ediyor, ama benim aklımda bin bir soru var. Eğer dün geceyle ilgili bir şey varsa, neden kimse açık açık konuşmuyor? Ve neden Berk hâlâ bu kadar sessiz?

 

Yerime oturduğumda, Berk yanımdan geçip yerine oturuyor. Hiçbir şey demiyor. Ama omzunun ucuyla bana baktığını görüyorum. Sınıfta herkes kendi hâlinde, ama benim dünyam koca bir karmaşa. O an kendime bir karar veriyorum:

Ne olursa olsun, bu sessizliği bozmayacağım.

 

Berk’le konuşmamak belki en iyisi. Herkes susarken ben de susmalıyım. Ama içimdeki huzursuzluk beni rahat bırakmıyor. Dün geceyle ilgili gerçeği öğrenmeden bu hislerden kurtulamayacağımı biliyorum.

 

Sınıfta zaman yavaşça akarken, göz kapaklarımın ağırlaştığını hissediyorum. Kalabalığın gürültüsü bir süre sonra uzaklaşıyor. Masama yaslanıyorum, sıcaklık yüzümü sarmalıyor ve bir anda karanlık bir boşluğa düşüyorum.

 

Gözlerimi açtığımda, kendimi dün geceki partinin tam ortasında buluyorum. Etraf kalabalık, sesler yükseliyor, ama hiçbir yüz net değil. Herkesin yüzü bulanık. Sanki bir perdeyle kaplanmışlar.

 

Berk’i görüyorum. O da bana bakıyor, ama yüzünde alaycı bir ifade var. Bana yaklaşıyor. “Eğleniyor musun, Sıla?” diye soruyor, sesi garip bir şekilde yankılanarak. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ağzımı açmaya çalışıyorum, ama kelimeler çıkmıyor.

 

Bir anda ortam değişiyor. Şimdi karanlık bir sokaktayız. Yağmur yağıyor, saçlarım sırılsıklam olmuş. Berk yanımda yürüyor, ama hiç konuşmuyor. Sanki beni bir yere götürmeye çalışıyor. “Nereye gidiyoruz?” diye soruyorum, ama yine cevap yok.

 

Bir kapıya geliyoruz. Kapı büyük ve eski, demirden yapılmış. Berk kapıyı açıyor ve içeri girmemi işaret ediyor. “Buraya ait olduğunu bilmiyor muydun?” diyor. Sesi garip bir şekilde ciddi ve soğuk.

 

İçeri girdiğimde etraf tamamen karanlık. Sadece bir ışık var, ve o ışığın altında bir masa duruyor. Masada bir şey var; bir telefon. Telefonun ekranında bir video oynuyor. Yaklaşıp ekrana baktığımda kendi yüzümü görüyorum. Kahkaha atıyorum, ama hareketlerim kontrolsüz. Videoda, Berk’in yüzü bana yaklaşıyor. Sonra görüntü kesiliyor.

 

“Bu senin hikâyen, Sıla,” diyor Berk, bir anda arkamda belirerek. “Ne kadarını hatırlıyorsun?”

 

“Hiçbir şey hatırlamıyorum,” diyorum, nefesim daralıyor. Sesim titriyor.

 

Berk’in yüzünde bir gülümseme beliriyor, ama bu gülümseme sıcak değil. “Hatırlamadığın şeyler seni daha fazla korkutacak,” diyor.

 

Bir anda telefonun ekranı çatlıyor ve her yer kararıyor. Koşmaya çalışıyorum, ama bir yere varamıyorum. Ayaklarım yere yapışmış gibi. Tam düşecek gibi oluyorum ki, bir ses yankılanıyor:

 

“Sıla, uyan! Uyan artık!”

 

Gözlerimi açtığımda, sınıfta olduğumu fark ediyorum. Zeynep yanımda durmuş, beni dürtüyor. “Rüya mı gördün? Az kalsın derse yakalanacaktın.”

 

Etrafıma bakınıyorum. Sınıf, o kadar tanıdık ki, az önceki sahnelerin gerçek olmadığını anlıyorum. Ama içimde bir şey hâlâ huzursuz. Berk’e dönüp bakıyorum. O, yüzünde hiçbir şey olmamış gibi bir ifadeyle tahtaya bakıyor. Ama hissettiğim huzursuzluk bir türlü geçmiyor. Rüyada gördüğüm şeyler beynimde dönüp duruyor: Ne kadarını hatırlıyorum gerçekten?

 

Rüyadan uyanmak kolay oldu ama aklımdan silmek mümkün değil. Ellerim masanın üzerindeyken, avuç içlerim terlemişti. Sınıfın içinde yankılanan öğretmenin sesi bile bana ulaşmıyor gibiydi. Düşüncelerim, rüyamın etkisiyle karmaşık bir hâl aldı. Hatırlamadığım bir şey mi var? diye soruyorum kendime.

 

Zeynep’in hafifçe kolumu dürtmesiyle irkiliyorum. “Hey, Sıla, iyi misin? Bütün ders boyunca donup kalmış gibiydin,” diye fısıldıyor. Onun meraklı bakışlarına karşılık vermek istemiyorum. Gözlerimi kaçırıp önüme dönüyorum.

 

“İyiyim, Zeynep,” diyorum, ama sesim o kadar zayıf ki, buna kendim bile inanamıyorum.

 

Ders biter bitmez herkes bir anda hareketleniyor. Sınıftan çıkarken Zeynep yanıma sokuluyor. “Ne oldu sana böyle? Normalde Berk’le didişir, ortalığı şenlendirirdin. Şimdi heykel gibi duruyorsun,” diyor, gözlerinde ince bir merakla.

 

“Hiçbir şey olmadı,” diyorum. “Sadece biraz uykusuzum.”

 

Tam bu sırada Berk, sınıfın kapısında beliriyor. Yanından hızla geçen birkaç kişiye hafifçe selam verip içeriyi süzüyor. Gözlerimiz kısa bir an kesişiyor. Hemen başımı çeviriyorum, sanki ona bakmak bile bir yükmüş gibi. Zeynep, bu hareketimi kaçırmıyor tabii.

 

“Buna hiç ‘hiçbir şey olmadı’ gibi görünmüyor,” diyor, gözleri kısık bir şekilde.

 

Ona cevap vermeden hızlıca koridora doğru yürüyorum. Adımlarım beni nereye götürüyor bilmiyorum, ama kalabalığın arasında kaybolmak istiyorum. Arkadan Zeynep’in bana seslendiğini duyuyorum ama durmuyorum.

 

Kendimi okulun bahçesindeki banklardan birine atıyorum. Hava soğuk, ama beni rahatsız etmiyor. Kafamda dönüp duran düşüncelerden bir an olsun kurtulmak istiyorum. Ama her ne kadar bunu istemesem de Berk’in yüzü gözlerimin önüne geliyor.

 

Bana neden böyle bakıyordu?

 

Her ne kadar itiraf etmek istemesem de, bu sabah onun yüzüne bakmak bile beni huzursuz etmişti. Ama neden? Ondan nefret etmiyor muydum? Her fırsatta beni sinir etmeyi başarıyordu, sürekli dalga geçiyor, her dediğimi küçümsüyordu.

 

Ama bu sefer farklıydı. Rüyamda gördüklerimle, onun şu sabahki bakışı arasında bir bağlantı varmış gibi hissediyordum.

 

“Sıla, burada ne yapıyorsun?”

 

Sesle irkiliyorum. Başımı kaldırdığımda, karşımda Murat’ı görüyorum. Omzundaki çantasını düzeltip yanıma oturuyor. “Partiden sonra ortalarda görünmedin pek. Herkes seni konuşuyor, haberin var mı?”

 

Kaşlarımı çatıyorum. “Herkes beni neden konuşuyor ki? Ne olmuş?”

 

Ertesi gün

Son bir hafta boyunca herkes kendi halinde gibiydi. O geceyle ilgili hiçbir şey duymadım, sanki herkes üstünde anlaşmış gibi konuyu tamamen kapattı. Beni rahatsız eden o sessizlik bile zamanla azaldı. Berk de garip bir şekilde sessizdi; eskisi gibi sürekli dalga geçip beni sinir etmeye çalışmıyordu. Hatta bazen, yüzüme bile bakmıyordu.

 

Berk’in bu sessizliği beni rahatlatıyor olmalıydı, ama aksine, bu durum kafamı daha da karıştırıyordu. İçimde garip bir his vardı, sanki bir şeylerin eksikliği beni rahatsız ediyordu.

 

Ders aralarında Zeynep, Belinay ve Esra ile zaman geçiriyorum. Herkes günlük meselelerden konuşuyor; kimin kiminle flört ettiği, hangi öğretmenin hangi öğrenciyi azarladığı gibi konular. Ben ise onların arasında otururken, çoğu zaman kendi düşüncelerime dalıyorum.

 

Bu sabah okula gelirken, yağmur yeni durmuştu. Havanın serinliği yanaklarımı üşütüyordu. Bahçede biraz yürüdüm, sessizliği seviyordum. Tam sınıfa girecekken, Murat’ın beni çağırdığını duydum.

 

“Sıla, bekle!”

 

Murat koşarak yanıma geldi. Her zamanki gibi gülümseyerek, “Derslere geç kalmayı alışkanlık haline getirdin,” dedi.

 

Omuz silktim. “Bir şey kaçırdığımı sanmıyorum,” dedim.

 

Murat birkaç saniye sessiz kaldı, sonra ciddileşerek ekledi: “Berk’i gördün mü bu hafta? Bir garip davranıyor.”

 

Kaşlarımı çattım. Berk mi? Neden onun hakkında konuşuyordu ki? Başımı iki yana sallayarak, “Hayır, neden ki?” diye sordum.

 

“Bilmem, son zamanlarda bir şeylere takılmış gibi duruyor. Çok gergin ve sessiz. Hele Ekin’e bile doğru düzgün cevap vermiyor,” dedi.

 

Berk’in davranışları konusunda düşünmek istemiyordum. “Belki sadece kendi meseleleriyle meşguldür,” dedim, sesimde aldırmaz bir ton yakalamaya çalışarak.

 

Ama içimde bir şeyler kıpırdanıyordu. Murat’ın sözlerinden sonra, Berk’in o sessiz tavırları daha da dikkatimi çekmeye başladı. Göz ucuyla onu takip ettiğimi fark ettim, ama her seferinde ya konuşacak bir şey bulamıyor ya da konuşmaya cesaret edemiyordum.

 

Bugün de aynıydı. Öğle arasında herkes kantine gitmişti. Ben sınıfta tek başıma oturuyordum, çantamdan bir şeyler çıkartıyordum ki, birinin kapıyı açtığını duydum. Başımı kaldırdığımda, Berk’in içeri girdiğini gördüm.

 

Göz göze geldik. Birkaç saniye boyunca birbirimize baktık, ama kimse bir şey söylemedi. Berk, bir şey diyecek gibi açtı ağzını, ama sonra vazgeçip başını çevirdi. “Yanlış sınıfa girmişim,” dedi kısaca ve hemen çıktı.

 

Ardından sınıfta bir başıma kaldım. Onun bu davranışları neden beni bu kadar etkiliyordu, bilmiyorum. Ama bir şeylerin değiştiği çok belliydi. Ve bu değişimden hoşlanmasam da, onu görmezden gelmek giderek daha zor bir hâle geliyordu. Oysa aynı sınıftaydık.

 

 

Bir hafta geçti, ama o kısa karşılaşmaların, bakışların etkisi hâlâ üzerimde. Berk’in bana olan sessizliği, onun etrafımdaki garip tavırları, her şey normalden fazlasıyla uzak. Ama sanki tüm bunların arasında bir anlam varmış gibi hissediyorum.

 

O gün kantinde Ekin yanıma oturdu. Genelde bu kadar doğrudan konuşmazdı, ama gözlerini dikerek, “Berk’le aranızda bir şey mi var?” diye sordu.

 

Kaşlarımı çattım. “Hayır. Nereden çıktı şimdi bu?”

 

“Çünkü ikiniz de tuhaf davranıyorsunuz,” dedi, elindeki kahve bardağını çevirirken. “Eskiden birbirinize laf yetiştiren iki insandınız. Şimdi ise birbirinizi görmezden gelmeye çalışıyorsunuz. İlginç bir değişim.”

 

Omuz silktim. “Belki kavga etmekten sıkılmışızdır,” dedim, ama sesimdeki kararsızlık Ekin’in dikkatinden kaçmadı.

 

Ekin alaycı bir gülümsemeyle, “Sıla, kendini kandırma. Berk, hiç kimseye böyle davranmaz. Sana karşı bu kadar sessiz olması… tuhaf. Ama istersen, kendin öğren,” dedi ve bardağını masaya koyarak kalktı.

 

Onun sözleri aklıma takıldı. Berk gerçekten neden böyle davranıyor? İçimdeki merak daha da büyüyordu.

 

Yağmur çiseliyordu. Hava soğumuştu ve öğrencilerin çoğu çoktan evlerine gitmişti. Ben ise bir sebepten okul bahçesinde yürümeye devam ediyordum. Aklımda binlerce düşünce vardı; Berk, Ekin’in söyledikleri, o geceyle ilgili silik anılar…

 

Bahçenin köşesindeki bankta oturan birini fark ettim. Berk’ti. Elinde bir sigara, uzaktaki gökyüzüne bakıyordu. Yanına gitmek istemedim, ama ayaklarım beni bir şekilde ona doğru çekti.

 

“Burada ne yapıyorsun?” dedim, sesim biraz sert çıkmış olabilir.

 

Berk başını çevirdi, beni görünce yüzündeki sert ifade yumuşadı. “Sadece… düşünüyordum,” dedi.

 

“Düşünmek için ilginç bir yer seçmişsin,” dedim, hafif alaycı bir tonda.

 

“Sen neden buradasın peki?” diye sordu, hafif bir gülümsemeyle.

 

Durakladım. “Aynı neden olabilir,” dedim. “Bazı şeyleri anlamaya çalışıyorum.”

 

Berk başını salladı. “Hepimiz bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz, Sıla.”

 

Yanına oturdum. Uzun bir süre konuşmadan yağmuru izledik. Ama içimdeki sessizlik ağırlaşıyordu. Bir şey söylemek istiyordum, ama ne olduğunu bilmiyordum.

 

Tam ağzımı açacakken, Berk konuştu. “O geceyle ilgili bir şey hatırlıyor musun?”

 

Bu soruyu beklemiyordum. Ona döndüm, yüzündeki ciddiyet dikkatimi çekti. “Hayır,” dedim. “Hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece herkesin bana garip baktığını fark ettim.”

 

Berk derin bir nefes aldı, gözlerini tekrar gökyüzüne dikti. “Belki de öyle olması daha iyi,” dedi sessizce.

 

“Berk, ne demek bu? O gece ne oldu?” diye sordum, sesim yükselmişti.

 

O ise cevap vermek yerine sigarasını söndürdü ve ayağa kalktı. “Bazı şeyler, hatırlanmasa daha iyi olur, Sıla,” dedi ve uzaklaştı.

 

Ardından sessizce oturdum. İçimdeki merak yerini öfkeye bırakıyordu. Berk’in bu tavırları, bu kaçışları beni daha da sinirlendiriyordu. Ama bir yandan da… onun bu sessizliği bir şeyler sakladığını hissettiriyordu.

Loading...
0%