@yakamozyagmuru
|
Sıla, bayrağı direk yerinden çıkarıp sıkıca tuttu. Çatıdaki rüzgar neredeyse dengesini bozacak kadar güçlüydü. Yavaşça geri dönüp aşağıya inmeye çalışırken, dikkati bir an için dağıldı. Ayağı kaydı ve merdiven boşluğuna doğru sendeledi. Elini hızla bir demire uzattı, ama yine de sert bir şekilde yere düştü.
Bir anlığına nefesi kesildi. Dizinde ve dirseğinde yanma hissi vardı. Yere baktığında, pantolonunun diz kısmının tamamen yırtıldığını ve kanadığını gördü. “Hayır, devam etmeliyim,” diye mırıldandı, acısını bastırmaya çalışarak. Bayrağı sıkıca tutmaya devam etti ve sendeleyerek merdivenlerden inmeye başladı.
Aşağıda bekleyen grup, düşüşün sesini duymuştu. Zeynep endişeyle Berk’e baktı. “Bir şey oldu! Onu bırakmayacağız, değil mi?” diye sordu. Berk ise sakin görünmeye çalıştı, ama gözlerindeki gerginlik onu ele veriyordu. “Kendi seçimini yaptı,” dedi sert bir sesle, ama bu sözleri söylemek ona bile ağır gelmişti.
Göktuğ, kafasını kaşıyarak merakla konuştu. “Ya... şey, bayrağı bırakıp kaçarsa ne olur? Bu durumda onu affeder miyiz? Yoksa...?” Esra, gözlerini devirerek, “Göktuğ, gerçekten bazen bu kadar aptal olmak için çaba mı harcıyorsun?” diye homurdandı.
O sırada Ekin, Sıla’nın binadan çıkışını gördü. Onun yavaş adımlarla ve zorlanarak yürüdüğünü fark ettiğinde kahkahayı bastı. “Bakın, bakın! Cesur prensesimiz döndü! Ama pek de iyi durumda değil gibi,” dedi alaycı bir şekilde.
Sıla, sendeleyerek gruba yaklaştı. Bayrağı Berk’in önüne attı. “İşte... istediğin bu muydu?” dedi, nefesi kesilmiş bir halde. Dizindeki kan hala akıyordu, ama yüzündeki kararlılık daha güçlüydü.
Zeynep hemen yanına koştu. “Dizine bak, Sıla! Hemen bunu temizlememiz gerek,” dedi, cebinden bir mendil çıkararak. Esra da ona yardım etmek için eğildi. Murat ise sessizce olanları izliyordu, ama kaşları çatılmıştı. Bir adım ileri gidip, “Sen iyi misin? Gerçekten kendini bu kadar zorlamana gerek yoktu,” dedi.
Göktuğ yine saçma bir şekilde araya girdi. “Eee... kanaması çok olursa baygınlık geçirir mi? Yani baygınlık geçirirse bizden biri ona ilk yardım mı yapar? Ya da belki ambulans çağırırız, değil mi?” dedi, biraz panikle. Esra, derin bir nefes alıp ona ters ters baktı. “Göktuğ, bir kere de ağzını kapalı tutsan dünya daha güzel bir yer olur,” dedi.
Bu sırada, kenarda sessiz duran Marul’un gözleri dolmuştu. “Ben... ben dayanamıyorum. Bu kadar cesur olması çok etkileyici. Keşke yardım edebilseydim,” dedi, gözyaşlarını silmeye çalışarak. Bu durumu fark eden Ekin, kahkahalarını iki katına çıkardı. “Marul, cidden mi? Ağlıyorsun? Ne tatlı bir sahne! Yeni kızın hayranı mı oldun yoksa?” dedi.
Berk ise sessizdi. Gözlerini Sıla’nın yaralı dizine ve acıya rağmen dimdik duruşuna dikmişti. İçindeki karmaşık duyguları bastırmaya çalışıyordu. Endişe, takdir ve hafif bir korku birbirine karışmıştı. Ama yüz ifadesi hala soğuktu. Birkaç saniye sonra konuştu.
“Tamam, cesur olduğunu kanıtladın. Ama bu, seni gruba kabul edeceğim anlamına gelmiyor,” dedi. Sesi sertti, ama kelimelerinde bir titreme vardı. Sıla, Berk’in gözlerinin içine bakarak, “Ne yaparsanız yapın, bu gruba gireceğim. İster şimdi kabul edin, ister daha sonra,” dedi.
Berk, kısa bir süre daha ona baktıktan sonra omuz silkti. “Göreceğiz,” dedi ve sırtını dönerek uzaklaştı. Ekin ve Göktuğ da ona katıldı, hala alaycı bir şekilde gülerken. Zeynep, Esra ve Murat ise Sıla’nın yanında kaldılar. Zeynep, “Berk böyle görünüyor olabilir, ama sana saygı duymaya başladığını biliyorum,” dedi teselli eder bir şekilde. Esra, “Evet, bu sadece bir başlangıç. Onların oyunlarına aldırış etme,” diye ekledi.
Sıla, gözlerini Berk’in uzaklaşan siluetine dikti ve içinden bir söz verdi: “Bir gün, bana gerçekten kim olduğumu göstermek zorunda kalacaklar.”
Ertesi gün, Sıla dizindeki sargıyı saklayarak okula gelmişti. Yürürken biraz topallıyordu, ama kimseye belli etmemeye çalışıyordu. Grup onu hala kabul etmemişti ve bunun değişmesi gerektiğini biliyordu. “Onlara neden burada olduğumu göstermek zorundayım,” diye düşündü.
Ders arasında grup, okulun arka tarafındaki saklanma yerinde toplanmıştı. Ekin ve Göktuğ, sigara içerken aralarında şakalaşıyorlardı. Zeynep ve Esra sessizce oturuyor, Murat ise yere bir şeyler karalıyordu. Berk ise her zamanki gibi sırtını duvara yaslamış, derin düşünceler içerisindeydi.
Tam bu sırada, Sıla kararlı adımlarla onların yanına geldi. Ekin, onu görünce hemen alaycı bir gülümsemeyle, “Aa, prensesimiz dizine yara bandı takıp geri dönmüş. Seni burada görmek büyük bir sürpriz doğrusu,” dedi. Göktuğ ise, “Acaba bu sefer hangi numarayla gruba girmeye çalışacak?” diye sordu, biraz da merakla.
Sıla, onları görmezden gelerek doğrudan Berk’e baktı. “Dinle Berk,” dedi, sesi kararlı ama içinde bir kırılganlık vardı. “Senin bana olan tavrını anlıyorum. Ama burada olmamın bir nedeni var. Pes etmeyeceğim. Bana ne istersen yaptır, ama bu grubun bir parçası olacağım.”
Berk, kısa bir süre düşündükten sonra hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme alaycıydı. “Ne istersen mi? Gerçekten buna hazır mısın, Sıla?” dedi. Gözlerini onun üzerine dikmişti, ama içinde garip bir sıcaklık hissettiğini fark etti.
Zeynep hemen araya girdi. “Berk, yeter artık. Onun bu kadar cesur olması yetmiyor mu? Dün bayrak için çatıdan düştüğünü hepimiz gördük,” dedi. Esra da ona katıldı. “Evet, zaten gruba uyum sağlayabilir. Ona bir şans ver,” dedi.
Ekin ise gülerek başını iki yana salladı. “Şaka mı yapıyorsunuz? Kızın biraz cesareti var diye onu hemen kabulleneceğimizi mi düşünüyorsunuz? O zaman buraya her geleni alalım,” dedi. Göktuğ ise bir anda ciddi bir ifadeyle, “Yani... ama kız bizim kadar eğlenceli mi? Eğlenebiliyor muyuz? Bunu tartışmamız lazım bence,” diye ekledi. Herkes ona boş gözlerle baktı.
Murat ise sessizliğini bozarak, “Bence ona bir görev verelim. Eğer gerçekten bu grupta olmaya layık olduğunu kanıtlamak istiyorsa, yapacağı bir şeyle bunu göstersin,” dedi. Berk, Murat’ın bu önerisini düşünür gibi yaptı. Ardından Sıla’ya döndü.
“Peki,” dedi Berk, sesi soğuktu. “Bir işimiz var. Eğer bunu başarırsan, belki seni ciddiye alırız.”
“Nedir?” diye sordu Sıla, gözleri kararlılıkla doluydu.
Berk gülümsedi, ama bu gülümseme biraz meydan okur bir şekildeydi. “Şehir dışında, terk edilmiş bir binada eski bir amblemimiz var. O amblemi getir. Ama dikkat et, oraya gitmek o kadar kolay olmayabilir,” dedi. Ekin ve Göktuğ hemen alaycı kahkahalar attılar.
“Orası terk edilmiş, ama bazen başkaları da takılıyor. Cesaretine güveniyorsan, bu iş tam sana göre,” dedi Ekin. Sıla, ona küçümseyici bir bakış attı. “Göreceğiz,” dedi.
Zeynep endişeyle Sıla’nın koluna dokundu. “Sıla, bunu yapmak zorunda değilsin. Eğer kabul etmiyorlarsa, bırak gitsin,” dedi. Ama Sıla başını iki yana salladı. “Bana inananlar var. Pes etmeyeceğim,” dedi ve gruptan ayrıldı.
Berk, onun uzaklaşan siluetine bakarken içindeki karışık duygularla baş etmeye çalışıyordu. Sıla’nın gerçekten bu kadar güçlü ve kararlı olmasını beklemiyordu. Gözlerini kısarak mırıldandı, “Bakalım, ne kadar dayanabileceksin.”
Sıla, terkedilmiş binanın karanlık köşelerine doğru ilerlerken, içindeki huzursuzluk giderek artıyordu. Her adımda geçmişin hatıraları daha fazla yüzeye çıkıyordu. Babasının, dayısının ve yengesinin alkolle kurduğu korkutucu dünyası, Sıla’nın zihninde silinmeyen izler bırakmıştı. O an, her şey sanki üzerine çöküyordu.
Bina bir hayalet gibiydi, soğuk duvarlar ve dökülen tavan plakaları arasında ilerlerken, amblemin olduğu odayı düşündü. Fakat bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Bir grup adam, kapıdan çıkıp ona doğru yaklaşıyordu. İçlerinden biri sarhoş bir şekilde gülümsedi.
“Burası senin gibi bir kız için uygun değil, tatlım,” dedi adam alkol kokusuyla. Gözlerinde bir tehlike parlıyordu. Diğerleri de gülerek yaklaştılar, sesleri alaycı ve tehditkar.
Sıla, vücudundaki korkuyu hissedebiliyordu. Babasının alkol etkisiyle her zaman öfkeli olduğu anlar, dayısının sarhoşken ona bağırmaları, yengesinin gözlerindeki korku dolu ifadeler… O an, Sıla geçmişin gölgeleriyle karşı karşıya gelmişti. Gözleri dolmuştu, ama çaresizlik içinde bir adım bile atamıyordu.
Bir adam daha yaklaştı ve kolunu tuttu. “Bizi daha iyi tanımalısın,” dedi, gülerek. Sıla titredi. İçindeki korku, geçmişin hatıralarıyla birleşerek ona vurmaya başladı. Gözleri dolmuştu. “Bırakın beni!” dedi, sesi titrek ve çaresizdi.
Ancak adamlar gülmeye devam etti. Sıla'nın aklı bir anda karıştı. Babasının onu terk edişi, dayısının kasvetli, sarhoş bakışları… Yengesinin ona bağırdığı anlar… O korkular yeniden kendisini göstermeye başladı. Gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte, dizlerinin üstüne çöktü. “Yeter… Yeter artık…” diye fısıldadı.
Ama o an bir şey fark etti. İçindeki korku, aynı zamanda ona bir güç veriyordu. Bunu, o anı atlatmaya kararlı bir şekilde kullanmalıydı. Bayrağını sıkıca kavradı, elleri titriyor ama kararlıydı. Bir adım geri attı ve tek bir hamleyle, adamı itip yere devirmeyi başardı. “Bırakın beni, bir daha kimse beni böyle göremez,” dedi, sesindeki titreme yerini giderek artan kararlılığa bırakmıştı.
Adamlar bir an duraksadı. Sıla, nefesini hızlı alarak aralarından geçip binanın dışına çıkmaya çalıştı. Gözleri doluydu ama bu sefer acıdan çok öfke vardı içinde. Kendini savunmak zorundaydı. Geçmişin gölgelerinden çıkmalıydı.
Sıla, bir şekilde kendini sokaktan dışarıya atmıştı. İçindeki korku ve öfke hala onu tüketiyordu, ama artık bir şeyler değişmişti. Bayrağını tuttuğu elleri kanıyordu, kalbi hala hızlı atıyordu, fakat bu defa bir adım bile atamıyordu. Ne yapacağını bilmeden, bir yanda yürümeye başlamıştı.
Grup, okulda dolaşırken Sıla’yı fark etti. Berk, Göktuğ ve Ekin, bir arada yürüyüp, aralarında alaylı bir şekilde konuşuyorlardı. Ama birden, Marul’un dikkatini Sıla’ya çevirdiği an, atmosfer değişti.
Marul, gözlerinde hemen bir şeyler fark etti. Sıla, ağlamaklı ve perişan bir haldeydi. Diğerlerinden çok farklıydı. Ekin ve Göktuğ hiç umursamadan devam ederken, Marul hızla Sıla’nın yanına yaklaştı.
“Sıla... Ne oldu? Neden ağlıyorsun?” diye sordu, sesi tam anlamıyla duygusal bir şekilde titriyordu.
Sıla, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışarak başını salladı. “Bırak… Beni... Ben...” dedi, ancak bir cümleyi tamamlayamadan, dudakları titremeye başladı.
Marul, Sıla’nın yüzündeki ifadesini gördü. Gözleri bir an için korkuya ve çaresizliğe boğulmuştu. Bu kadar zayıf, bu kadar kırılgan olduğunu görmek, Marul’u etkiledi. Onun yanında durmayı, elini tutmayı istedi ama Sıla buna cevap veremedi.
Berk, Sıla’yı görünce bir adım geri attı. “Yine ne oldu, Sıla?” dedi alaycı bir şekilde, ama sesindeki sertlik, bir anda kaybolmuştu. Marul’un onu fark etmesiyle, endişelendiğini anlamıştı. “Bu kadar kolay mı oluyorsun?” diye ekledi, gözleri Sıla’nın durumuna kayarken.
Göktuğ ise salakça bir gülüşle, “Marul’un suratına bak! Sıla’cığım, o kadar duygusal olma!” diye takıldı. Ekin ise, Marul’u gülerek izlerken, “Ne yapacağına karar ver, salak. O da ağlıyorsa, biz ne yapalım?” dedi.
Marul, onlardan farklı olarak, “Susun, ikiniz de...” dedi, ama sesi hala titrekti. Sıla’ya yaklaşarak, “Senin üzülmeni istemiyorum, Sıla. Ne oldu, bana anlatmak ister misin?” dedi, bir an olsun bakışlarını ondan ayırmadan.
Sıla, Marul’un gözlerindeki samimiyeti gördü ve bu, onu biraz daha rahatlattı. Diğerleri alay etse de, Marul’un içindeki duygusal derinlik ona hitap ediyordu.
Sıla, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı, fakat sesi hâlâ titriyor, kendini toparlamaya çalışıyordu. “İçim… çok acıyor,” dedi. “Geçmişim, beni terk etti… ve ben hala... hala kaçıyorum. Kimse beni anlamıyor.”
Marul, hemen Sıla’nın omzuna dokundu. “Ben seni anlıyorum. Tam olarak ne hissettiğini biliyorum, Sıla. Hiç yalnız değilsin.”
Sıla, Marul’un söylediklerini içinden geçirdi. Her ne kadar grubun geri kalan üyeleri ona karşı sert davranıyorlarsa da, Marul’un bu kadar anlayışlı olması, ona bir nebze de olsa rahatlama sağlıyordu.
Göktuğ, “Bu kadar duygusal olmamalısın, Marul. Bunu yapmayı bırak!” diye bağırdı, ama Marul hala Sıla’nın yanında kalmaya devam etti. Berk’in gözleri, Sıla’yı izlerken biraz daha yumuşamıştı ama sesini çıkarmadı.
Ekin, “Ne olacak ki? Sonuçta buradayız, bir şey yapabiliriz,” dedi alayla ama Marul’un kararlılığına bakarak, onun yanında durmayı tercih etti.
Zeynep ve Esra, biraz mesafeden onları izleyerek, Marul’a destek oldular. Esra, “Onlar kendi karanlık dünyalarına çekilmişken, biz burada Sıla’ya yardımcı olmalıyız,” dedi. Zeynep ise başını sallayarak, “Doğru söylüyorsun. Sıla, seninle gurur duyuyoruz,” dedi, Marul’a ve Sıla’ya bakarak.
Marul, kafasını sallayarak Sıla’ya baktı. “Vallahi çok zor bir durumdesin, ama üzülme, biz her zaman seni destekleriz. Hem bak, en azından bu kadar çok insan seni kabul etti. Biz seni sevdik, Sıla,” dedi. Sıla, Marul’un söylediklerine gülümsemek zorunda kalarak başını salladı. Ama Marul, her zamanki gibi gülümsemeye devam etti, gözlerinde saf bir iyimserlik vardı.
"Hadi, ne yapalım? Öğrenelim! Başka bir yer bulalım, yeni arkadaşlar yapalım!" diye devam etti Marul, konuşurken ellerini sallayarak, ama söylediklerinin hiç bir anlamı yok gibiydi. Sıla, Marul’a bir kez daha bakarak iç geçirdi. Gerçekten saf bir çocuktu.
Tam bu sırada ders zili çaldı. Herkes sınıfına doğru hızla yürümeye başladı.
Berk, Ekin, Murat, Göktuğ, Zeynep ve Sıla aynı sınıfta oturuyordu. Ancak Marul, 3 alt sınıfta olduğu için yavaşça diğerlerinden ayrıldı.
Sıla sınıfa girdiğinde, her şey bir an için sessizleşti. Berk, Ekin ve Göktuğ zaten yerlerine oturmuşlardı. Zeynep ve Murat da biraz daha arkada, rahatça konuşuyorlardı. Sıla, biraz geride kaldı, ancak yeni bir sınıfta olmanın verdiği biraz huzursuzlukla yerini buldu.
Serhat, biraz sonra sınıfa giren çocuktu. Birkaç saniye içinde Sıla’ya doğru yaklaşarak, “Merhaba, Sıla. Tanışalım mı?” dedi. Gözlerinde hafif bir merak vardı. Sıla, gözlerini ondan ayırarak, sessizce başını salladı. Ama Serhat durmadı. “Bu okula yeni geldin, değil mi? Seninle biraz sohbet etmek isterim, belki arkadaş oluruz,” dedi, gülümseyerek.
Sıla, biraz sıkıntılı bir şekilde gülümsedi ama bir şey demedi. Tam o sırada, Berk’in sesini duydu.
“Ne yapıyorsun, Serhat?” diye sertçe sordu Berk, bakışları hemen Sıla ve Serhat’ın arasında gidip gelirken. Gözlerinde bir parıltı vardı, ama kesinlikle hoş bir parıltı değildi.
Serhat, Berk’in sesini duyunca biraz irkildi ama gülümsedi. “Sadece tanışıyorduk, Berk,” dedi, ama konuşma tonu biraz daha alçalmıştı.
Berk’in yüzü sertleşti. “Tanışmakla ne demek istiyorsun? Sıla’ya yaklaşma!” dedi, sesindeki tehditkar tonu daha belirgin hale gelerek.
Sıla, bu durumu fark ettiğinde bir an için şaşkınlıkla Berk’e baktı. Ekin ve Göktuğ da kafalarını kaldırarak, Berk’in çıkışını izlediler. Ekin gülerek, “Yavaş ol, Berk. Sadece tanışmak istiyor,” dedi ama gözlerindeki alaycı bakış her şeyi anlatıyordu.
Zeynep ise biraz daha temkinli bir şekilde Sıla’nın yanına yaklaştı ve “Berk biraz fazla sahiplenici, ama sorun değil. O böyle yapmazsa, biz de ona çekeriz,” dedi gülümseyerek.
Sıla, tam bir açıklama yapmak isterken, Serhat gülümseyerek geri çekildi. “Peki, anladım. Başka zaman,” dedi, ama Berk ona bir tehditkar bakış fırlatarak, o da sınıfına doğru ilerledi.
Sıla, başını sallayarak, derin bir nefes aldı . Serhat’ın yaklaşması biraz rahatsız ediciydi, ama Berk’in bu kadar sert bir şekilde tepki vermesi onu daha da garip hissettirmişti.
|
0% |