
O sabah okulda her şey sıradan görünüyordu. Dersler başlamadan önce öğrenciler koridorlarda bir sağa bir sola koşturuyordu. Ben de elimdeki kitapları sımsıkı tutmuş, matematik dersine gitmek üzere yürüyordum. Biraz dalgındım; aklım dün gece okuduğum kitaptaki bir cümlede takılı kalmıştı.
Sağa dönmek üzereydim ki sert bir şeye çarptım. Daha doğrusu birine.
Dengesizce geriye sendeledim, elimdeki kitaplar yere düştü. Karşımda Berk duruyordu. Her zamanki gibi rahat, biraz ukala bir gülümseme yüzüne yerleşmişti. Bir süre hiçbirimiz konuşmadık. Gözlerimiz anlık olarak birbirine kenetlenmişti ve o anın gereğinden uzun sürdüğünü hissediyordum.
“Dikkat etsene,” diye mırıldandım, eğilip kitaplarımı toparlamaya çalışırken. Sesim hem sinirli hem de biraz gergindi.
Berk hafifçe eğilip yere düşen bir kitabı aldı. Yavaşça bana uzatırken, “Sen dikkat etmelisin. Beni görmemek mümkün değil,” dedi, alaycı bir tonla.
Kitabı alırken ellerimiz istemeden birbirine değdi. Bu ufacık temas bile beni irkiltti, hemen elimi geri çektim. Ama Berk’in yüzündeki gülümseme daha da yayıldı. Sanki bu küçük tepkiyi özellikle beklemiş gibiydi.
Dar koridorun köşesinde, insanlar etrafımızdan geçerken istemeden fazla yakın durmuş olduğumuzu fark ettim. Berk’in kokusu burnuma çalınıyordu; tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir his yaratıyordu. Gözlerimi onun kara gözlerinden kaçırıp yana doğru adım attım.
“Gitmem lazım,” diyerek arkamı döndüm. Onun o baskın bakışlarından kaçma ihtiyacı duyuyordum. Ama adımımı tam atmıştım ki bileğimde bir sıcaklık hissettim.
Berk, elini bileğime hafifçe yerleştirmişti. Öyle sert bir tutuş değildi, ama bırakmamak istediğini belli eden bir hareketti. Şaşkınlıkla durakladım.
“Benden fazla kaçma, küçük hanım,” dedi. Ses tonu hafif alaycı, bir o kadar da keskin ve ciddiydi. Sesinin sıcaklığı kulağımın tam dibindeydi. “Ne de olsa benimsin.”
Nefesimi tutmuş, hareket edemez hâlde kalakaldım. O kelimeler içimde tuhaf bir yankı oluşturmuştu. Dönüp ona bakamadım, sadece bileğimdeki elinin baskısını hissettim.
Sonra Berk, aynı anlık rahatlıkla elini çekti. Geriye döndüğümde ise yüzünde hâlâ o ukala gülümseme vardı. Sanki bu söylediklerinin üzerinde hiç durmuyormuş gibi. Ama ben duruyordum.
Bu da neydi şimdi?
Bileğimde onun dokunuşunun hayalet gibi durduğunu hissederek yürümeye devam ettim. Kafamın içinde sürekli aynı cümle yankılanıyordu. "Ne de olsa benimsin."
Sınıfa doğru yürürken kalbimin hızla attığını fark ettim. Berk’in söyledikleri kulaklarımda yankılanıyordu: “Ne de olsa benimsin.” Bu cümle beni hem sinirlendirmiş hem de içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk yaratmıştı.
Koridordaki o anı düşünmemeye çalışıyordum. Ama zihnim sürekli oraya dönüyordu. Bileğimde hâlâ onun elini hissediyor gibiydim. Kendime kızdım. Neden bu kadar etkilenmiştim ki? Berk’in söyledikleri, onun her zamanki ukalalıklarından biriydi.
Ama ya değilse?
Kafamdaki bu düşünceyi hemen uzaklaştırmaya çalıştım. Berk’in beni önemsemesi, bana böyle hissettirmesi… Bunlar saçmalıktan başka bir şey değildi. O sadece… eğleniyordu. Evet, kesinlikle öyleydi.
Sınıfa girdiğimde herkes yerindeydi. Zeynep ile Esra, kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Marul, Göktuğ’a anlamsız bir şekilde gülerken, Ekin cep telefonuna dalmıştı. Gözlerim Berk’i aramadan edemedi. O ise her zamanki rahat tavırlarıyla sıranın bir köşesine yaslanmış, kimseye aldırmadan elindeki deftere bir şeyler karalıyordu.
Kendi sıramın yanından geçerken Zeynep’in bakışlarını yakaladım. Gülümseyerek bana yaklaştı. “Ne oldu, dalgın görünüyorsun?” diye sordu.
Başımı iki yana salladım. “Bir şey yok,” dedim hızlıca. “Sadece biraz yoruldum.”
Ama o an Zeynep’in bakışlarında bir şeylerin parladığını gördüm. Sanki olanları anlar gibiydi. “Tabii, yorgunluk,” dedi hafif alaycı bir tonda. Sonra Esra’ya döndü ve bir şeyler fısıldadı.
Esra, gülümseyerek başını salladı. İçimde rahatsız edici bir his oluştu. Kesin bir şey biliyorlar, diye düşündüm.
Bütün ders boyunca Berk’in bana bakmadığından emin olmak için uğraştım. Ama o bakmadıkça benim gözlerim istemeden ona kayıyordu. Sinir bozucuydu. Kendime hakim olmam gerekiyordu.
Belki de gerçekten benden hoşlanıyordur.
Bu düşünce aklımda belirdiği an, panikle uzaklaştırmaya çalıştım. Berk gibi birinin… benim gibi biriyle ne işi olurdu ki? Hem o kibirli, kendini beğenmiş tavırları beni deli ediyordu. Ama…
Bir şekilde, o cümlesi aklımdan çıkmıyordu.
Ders bittiğinde toparlanıp sınıftan hızlıca çıkmaya karar verdim. Berk’in bana yaklaşmasını istemiyordum. Ama daha sıramdan kalkamadan onun yanımdan geçtiğini fark ettim. Yanımdan geçerken, yüzünde yine o alaycı gülümseme vardı. Göz göze geldiğimiz anda başımı hemen öne eğdim.
“Kaçmaya devam ediyorsun,” dedi alçak bir sesle, yanımdan geçerken.
Ne yapacağımı bilemeden sıramdan kalktım ve koridora çıktım. İçim karmaşıktı. Ama bir şeyden emindim; Berk’ten kaçmak, düşündüğüm kadar kolay olmayacaktı.
Okulun bahçesinde çimenlerin arasında yürürken yere düşürdüğüm bir kitabı almak için eğildiğimde fark etmemiştim; ellerim çamura bulanmıştı. Dönüp sıramın başına vardığımda ellerimin pis olduğunu fark ettim ve istemsizce yüzümü buruşturdum. Sınıfta akan su yoktu, lavaboya gitmek için de zamanım yoktu. Bu sırada Berk, her zamanki gibi sırasına yaslanmış, etrafı izliyordu.
Onunla konuşmak istemesem de başka çarem kalmamıştı. “Berk,” dedim, sesimi olabildiğince nötr tutmaya çalışarak. “Bir iyilik yapar mısın?”
Kaşlarını kaldırarak bana baktı. Yüzünde beliren alaycı gülümseme kaçınılmazdı. “Senden ne istediğine bağlı,” dedi hafifçe sırıtıp.
Derin bir nefes alarak, “Ellerim çamur oldu,” dedim ve kirli ellerimi gösterdim. “Saçımı toplar mısın? Yani… ellerimle yapamayacağım.”
Berk’in bakışları aniden ciddileşti. Gözleri bir an ellerimde takılı kaldı, sonra başını salladı. “Pekâlâ, minik hanım. Ama senin için saç toplamaya kadar düştüğüm gün, tarihe geçsin.”
Kıpırdamadan bekledim. Berk arkamda durmuş, sessizce saçlarımı toplamaya başlamıştı. İlk dokunuşuyla beraber, hareketlerinin beklediğimden çok daha narin olduğunu fark ettim. Ellerinin sıcaklığını saç diplerimde hissedebiliyordum.
Normalde hızlı ve sert hareketler beklerdim ondan. Ama o, bir bebeğe dokunurmuş gibi nazik hareketlerle saçlarımı topluyordu. Parmak uçları, saçlarımın arasında yavaşça hareket ediyor, her hareketi ince düşünülmüş gibi geliyordu.
“Sabırlı olmayı bilmiyor musun?” diye mırıldandı bir anda, sesi alçak ve sakin bir tonla. “Saçın karışmış.”
Sesindeki ton beni şaşırttı. Sert bir şey söylemesini beklerken, sakin bir şekilde konuşmuştu. Derin bir nefes alıp “Her zaman bu kadar narin misin?” diye sordum, şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak.
“Her zaman değil,” dedi gülümseyerek, ama sesi hala yumuşaktı. “Ama bazen…” Bir an duraksadı. “Bazı şeyler özen ister.”
Sözlerinin anlamını çözmeye çalışırken, son bir hareketle saçımı topladı. Parmakları, saçlarımı sanki zarar vermekten korkuyormuş gibi incelikle bağlamıştı.
“İşte oldu,” dedi, hafifçe arkasına yaslanarak.
Elimi çamurlu da olsa saçlarımın üstünde gezdirdim. Hiçbir şeyi yanlış yapmamıştı. Hatta... bu kadar dikkatli olabileceğini hiç tahmin etmemiştim.
Berk, yüzünde hafif bir gülümsemeyle yanıma geçti. Gözlerimle ona bakmamak için kendimi zor tutuyordum. Ama bir şeylerin değiştiğini hissediyordum.
O ise çoktan dönmüş, masasına oturmuştu. Sanki az önce yaşanan şey, sıradan bir olaymış gibi davranıyordu. Ama ben… hâlâ saçlarımda onun narin dokunuşunu hissediyordum.
Ellerimi yıkamak için sınıftan çıktığımda Berk’in bakışlarını sırtımda hissediyordum. Onunla aramızda garip bir denge vardı. Bir an yumuşak, bir an sert... Ama onun saçlarımı toplarken gösterdiği incelik, kafamda yankılanmaya devam ediyordu.
Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken, ayağım yerde duran bir kitap yüzünden kaydı. Yere düşmemle birlikte bir çarpma sesi yankılandı. “Ah!” diye bir inilti çıktı dudaklarımdan. Dizimde keskin bir acı hissettim ve çamurlu ellerim yere sürtünmüştü.
Tam toparlanmaya çalışırken, Berk’in sesi koridorda yankılandı:
“Dikkatli olsana!”
Başımı kaldırdım, o ise çoktan yanımdaydı. Gözlerinde öfkeyle karışık bir korku vardı. Ama bu korkunun altında yumuşak bir şeyler gizlenmiş gibiydi. Berk’in elini belimde hissettiğimde bir an nefesim kesildi. Bu kadar hızlı hareket etmesini beklememiştim.
“Ne yapıyorsun?” diye sormaya çalıştım, ama sesim çıkmamıştı. Berk, gözlerini bana dikmiş, beni kaldırırken ellerini belimde tutmaya devam etmişti.
“Saçmalama,” dedi alçak bir sesle. “Yaralandın mı?”
“Bir şeyim yok,” diye mırıldandım, ama Berk’in beni kucaklayarak kaldırması, sözlerimin doğruluğunu tamamen boşa çıkarıyordu. Ellerini belimde o kadar sağlam bir şekilde hissettim ki... dokunuşları beni çıldırtıyordu. Sanki vücudum onun sıcaklığını benimsemiş gibi hareket edemiyordum.
Berk’in güçlü kollarında kendimi hafif ve korunaklı hissediyordum. Beni kucakladığında yüzüm onun boynuna yakınlaşmıştı. İstemeden de olsa derin bir nefes aldım ve burnuma gelen koku beni hazırlıksız yakaladı.
Sigarayla karışık hafif bir karamel kokusu… Sert ve aynı zamanda tatlı.
“Ne yapıyorsun, Berk? Gerçekten iyiyim, bırak beni,” dedim hafifçe itiraz ederek, ama sesim inandırıcı değildi.
Beni susturur gibi bir bakış attı. “Revire gidiyoruz. Ayağın burkulduysa, daha kötü olmasın.”
Berk’in kollarındaki sıcaklığı hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Ellerimi istemsizce onun boynuna doladım, çünkü başka bir yere tutunacak bir şeyim yoktu. Ama bu hareket, aramızdaki mesafeyi tamamen yok etmişti.
O an, onun kokusu tekrar burnuma doldu. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı ve buna engel olamıyordum. İçimde bir karmaşa vardı. Bu kadar sert biri, nasıl bu kadar güvenilir bir kucak sunabilirdi?
Berk, göz ucuyla bana baktığında yüzümün kızardığını fark etmiş olmalı ki hafifçe gülümsedi. “Benden bu kadar etkileneceğini bilmiyordum,” dedi, alaycı bir tonla.
“Ne?” diye karşılık verdim, kendimi savunmaya çalışarak. Ama kelimelerim onun kollarındaki sıcaklıkta erimiş gibiydi.
Revire vardığımızda beni yavaşça yatağa bıraktı. Ellerini belimden çektiğinde, onun dokunuşunun yokluğunu hissetmek neredeyse acı vericiydi. Ama hâlâ üzerimde onun sıcaklığını ve kokusunu taşıyordum.
Berk, “Burada bekle, hemşireyi çağırayım,” dedi, ama gözlerini benden bir an olsun ayırmadı.
“Tamam,” diye mırıldandım, ama sesim kısılmış gibiydi.
Berk kapıdan çıkarken bile gözlerim onun üzerinde takılı kaldı. Bu kadar güçlü bir adamın, aynı zamanda bu kadar güven verici olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ama şimdi… kafamdaki her şey daha da karmaşıktı.
Revire gelen hemşire yarama baktığında, Berk’in o an odada olmadığını fark ettim. Daha doğrusu, olmadığını sanıyordum. Dizime pansuman yapılırken, hemşirenin sorduğu sorulara kısa ve öz cevaplar verdim. Aklım başka bir yerdeydi. Daha doğrusu, başka bir kokuda…
Sigarayla karışık karamel.
O koku sanki her yerdeydi. Burnumdan bir türlü gitmiyor, beni sürekli o anlara geri çekiyordu. Berk’in sıcak dokunuşlarını ve sert bakışlarındaki endişeyi tekrar tekrar hatırlıyordum. Bu kadar karmaşık hissettiğim başka bir an olmuş muydu? Sanmıyorum.
“Her şey tamam,” dedi hemşire. “Ayağına dikkat et. Biraz dinlenmen lazım ama ciddi bir sorun yok.”
Teşekkür ettim, ama kafamın içindeki uğultular nedeniyle sesi pek duyulmuyordu. Hemşire odadan çıktığında, derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum ki kapının arkasından tanıdık bir ses yankılandı.
“seni bekleyeceğimi söylemiştim, küçük hanım.”
Berk.
Gözlerimi hızla açıp kapıya baktığımda, Berk’in hafifçe kapıya yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş halde durduğunu gördüm. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı, ama bakışlarındaki ciddiyet hemen fark ediliyordu.
“Gitmemiş miydin?” diye sordum, sesimde farkında olmadan bir rahatlama vardı.
“Gitmek mi?” dedi alayla. “Sen daha iyileşmeden önce seni burada bırakacağımı mı sandın?”
Ona ters bir bakış attım. “Düşmem benim hatamdı, tamam mı? Üzerime gelme.”
Berk, bu sözlerime gülümseyerek karşılık verdi. Ama o gülümseme, garip bir şekilde hem sinir bozucu hem de çekiciydi. “Üzerine gelmiyorum,” dedi, kapıdan içeri adım atarak. “Ama düşmemeni sağlayacak biri olmadan dolaşmaman gerektiğini söylüyorum.”
“Saçmalıyorsun,” diye karşılık verdim, ama sesim inandırıcı değildi.
Berk yanıma yaklaştı ve eğilerek yüzümü hizasına getirdi. Aramızda sadece birkaç santim vardı. Gözlerindeki o keskin bakış, beni yerime mıhlamıştı. Sesi kısılmış ve yumuşak bir tona bürünmüştü.
“Sıla,” dedi adımı vurgulayarak. “Kendine dikkat etmeyeceksen, seni izlemek zorunda kalacağım.”
Bu sözleri, kalbimde bir dalga yarattı. Ciddiydi… ya da ciddiyetin arkasına gizlenmiş bir alay vardı. Ama ne olursa olsun, hissettiğim karışıklık büyüyordu.
O anda gözlerimi kaçırdım ve toparlanmak için derin bir nefes aldım. “Tamam. Gidip dinlenmem gerekiyormuş. Sen de kendi işine bak.”
Berk geri çekildi, ama yüzündeki gülümseme hâlâ aynıydı. “Seni izlerken başka bir şey yapmama gerek kalmıyor, küçük hanım.”
Sözleri, beni daha da sinirlendirmişti. Ama ona bir şey söyleyemeden hızla kapıdan çıkıp gittim. Arkamdan onun kokusunu ve sözlerini zihnime kazımıştım.
Bu çocuk beni delirtecekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |