@yakamozyagmuru
|
Okulun arka bahçesi her zaman Sıla için bir kaçış alanıydı. Gruptaki insanların karışık enerjilerinden uzaklaşmak, sessiz bir an yakalamak istiyordu. Elinde kitabıyla bahçenin köşesindeki eski taş duvarın yanına yürüdü. Havanın serinliği cildini ürpertse de bu sakinlik onu rahatlatıyordu.
Ancak duvarın arkasından gelen fısıltılar ve hafif bir kahkaha, dikkatini dağıttı. Merakına yenilip, seslerin geldiği yöne doğru adım attı. Taş duvarın köşesinden başını hafifçe uzattığında gördüğü manzara kalbini sıkıştırdı.
Berk, uzun boylu ve saçları açık kahverengi bir kızla duvara yaslanmıştı. Kızın elleri Berk’in omuzlarında, Berk’in ise elleri kızın belindeydi. Birbirlerine o kadar yakınlardı ki, kahkahaların yerini bir öpücük almıştı.
Sıla gözlerini kırpıştırarak bir an dondu kaldı. Kalbi hızlı hızlı atıyordu, ama nedenini anlayamıyordu. Gördüğü sahne hem öfke hem de acı veriyordu. Kendini toparlayıp, derin bir nefes aldı ve hızla geri çekildi.
Çantasını sıkıca tutarak, koridordan geçip kimsenin olmadığı bir sınıfa girdi. Kalbi hâlâ deli gibi çarpıyordu. “Neden bu kadar etkileniyorum? Bana ne Berk’ten?” diye mırıldandı kendi kendine.
Ancak zihninde, Berk’in gülümsemesi ve o sahne sürekli tekrarlanıyordu. Öfkesi mi yoksa üzüntüsü mü daha baskındı, anlayamıyordu. Gözlerini kapatıp bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştı.
Ertesi sabah, Sıla okula her zamankinden daha erken gelmişti. Yüzünde kararlı bir ifade vardı; Berk’e karşı hissettiği hayal kırıklığını ve öfkeyi bastırmak istiyordu. Fakat içindeki karışıklık, her geçen dakika daha da büyüyordu. Koridorlarda yürürken Berk’i uzaktan fark etti. Göz göze gelmemeye kararlıydı.
Berk ise onun soğuk duruşunu hemen fark etmişti. Sıla’nın yüzündeki gergin ifade ve kısa bakışları ona bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Yanına gitmek için adımlarını hızlandırdı. “Sıla, bir dakika konuşabilir miyiz?” dedi. Sesi her zamankinden daha yumuşaktı.
Sıla olduğu yerde durdu ama yüzünü ona çevirmedi. “Ne var Berk?” diye sordu, sesinde alışılmadık bir keskinlik vardı.
Berk, onun bu tavrına şaşırmıştı. “Bir şey mi oldu? Bana karşı biraz... mesafelisin gibi.”
Sıla derin bir nefes aldı, gözlerini Berk’e dikti ve soğuk bir sesle konuştu: “Mesafeliyim, çünkü senin gibi insanlara fazla yaklaşmanın tehlikeli olduğunu öğrendim.”
Berk kaşlarını çattı, bu tavrı beklemiyordu. “Sana ne yaptım ki böyle davranıyorsun?”
Sıla alaycı bir şekilde güldü. “Bana bir şey yapmadın. Ama dün kiminle ne yaptığını çok iyi biliyorum.”
Berk’in yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
Sıla, onun tepkisini görünce daha da hırslı bir şekilde devam etti: “Duvardan dönüp gittiğimde kimi öptüğünü sanıyorsun? Belki de bir dahaki sefere daha tenha bir yer seçersin, böylece herkes görmez!”
Berk’in ifadesi bir anlığına dondu. Ne diyeceğini bilemedi. Ama kendini hemen toparladı, yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek omuz silkti. “Anladım, bu yüzden bana surat yapıyorsun. Ama bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor, Sıla?”
Sıla, Berk’in bu rahat tavrına daha da sinirlendi. “Beni ilgilendirmiyor,” dedi sert bir sesle. “Sadece senin o kibirli tavırlarına daha fazla katlanmak istemiyorum.”
Berk, onun öfkeli gözlerine bakarken içinde tuhaf bir huzursuzluk hissetti. Sıla’nın dünkü sahneden etkilendiğini anlamıştı, ama bunun sebebini çözmeye çalışıyordu. “Tamam,” dedi sonunda, sakin bir şekilde. “Eğer böyle düşünüyorsan, sana saygı duyarım. Ama beni yargılamadan önce biraz düşünmeni tavsiye ederim.”
Sıla alaycı bir kahkaha attı ve yanından hızla uzaklaştı. Berk, onun gidişini izlerken içinde beliren suçluluk duygusuyla baş edemiyordu.
Okulun öğle molasıydı. Sıla, kantinde yalnız bir masada oturmuş, elindeki sandviçi didikliyordu. Kafası hala Berk’le olan konuşmasında takılı kalmıştı. Onun umursamaz tavrı, gördüğü sahneyi daha da unutulmaz kılıyordu. O sırada grup, arka masalardan birine yerleşti. Göktuğ her zamanki gibi gereksiz bir neşeyle ortalığı şenlendirmeye çalışıyordu.
"Marul, sen neden böyle inceciksin? Adam biraz kas yapar ya! Sana protein mi alsak?" diye dalga geçti Göktuğ, kıkırdayarak.
Marul gözlerini devirip hayıflandı. "Göktuğ, ben ince olmasam bu grupta dengeyi nasıl sağlardınız? Herkes kaslı, biri de zayıf olsun değil mi?"
Esra, gülerek Marul’un arkasına vurdu. "Haklısın Marul, sen olmazsan Göktuğ kiminle uğraşacak?"
Murat, herkesle pek ilgilenmiyordu. Gözü sürekli Sıla’daydı. Berk’in masadan kalkıp ona doğru yürüdüğünü görünce, aniden lafa girdi: "Arkadaşlar, bu aralar biz biraz dağıldık gibi. Hadi eskisi gibi bir şeyler yapalım. Şehir dışında bir yerlere gidelim mi?"
"Gezi planlarını sonra konuşuruz," dedi Berk, gözlerini Sıla’dan ayırmadan. Onun yanına yaklaşıp bir şeyler söylemeye çalıştı, ama Sıla hızlıca ayağa kalktı ve başka bir masaya geçti.
Göktuğ, bu durumu fırsat bildi. "Berk, ne yaptın kıza yine? Bak, başımıza bela olacaksın," diye espri yaptı, ama Berk’in kaşları çatılınca sesini kesti.
Ekin, masaya yaslanarak Berk’e baktı. "Sıla, başından beri bu gruba ait olmadığını kanıtlıyor," dedi alaycı bir sesle. "Ona bu kadar fırsat verdiğin için hata yapıyorsun Berk."
Zeynep araya girip Ekin’e sertçe baktı. "Sen niye sürekli Sıla’nın peşindesin? Daha ne kadar kanıtlaması lazım? Sıla bizimle olmak istiyor, yeterince çabalıyor."
"Belki de fazla çabalıyor," dedi Ekin, sesindeki keskinlik artarak. "Fazla çabalamak, fazla saklamaya çalışmak gibidir."
Bu laf, masadaki herkesi sessizliğe boğdu. Berk, Ekin’e kısa bir bakış attı ama bir şey demedi. Masada gerilim dolu bir hava oluştu.
O sırada Marul, ortamı yumuşatmaya çalıştı. "Arkadaşlar, bu kadar kasmayalım. Hepimiz çok iyiyiz. Göktuğ, hadi sen bir şaka patlat da moralimiz yerine gelsin."
Göktuğ, bu fırsatı kaçırmadı. "Tamam! Şimdi bir gün Marul kas yapmaya karar vermiş…" diye başlayarak anlattığı saçma şakayla herkesi güldürmeyi başardı.
Berk, fırsattan istifade masadan kalkıp kantinden çıktı. Sıla’nın dışarıya yöneldiğini görmüştü ve onunla tekrar konuşmak istiyordu. Grup, onun arkasından bir şey demedi, ama Ekin’in gözlerindeki rahatsızlık oldukça belirgindi.
Okulun koridorları sessizdi. Sıla, elindeki kitapları kütüphaneye götürmek için ilerliyordu. Derken birden Serhat önüne çıktı.
"Selam, Sıla," dedi Serhat, hafif bir gülümsemeyle. "Sana bir şey sormam lazım."
Sıla durakladı, kaşlarını çatarak Serhat’a baktı. "Ne var?"
Serhat bir adım daha yaklaştı, sesi alçaldı. "Neden bu kadar yalnızsın? Bizimle takılsana. Hatta... belki biraz daha yakın olabiliriz."
Sıla, bir adım geri çekildi. "Serhat, benimle uğraşma. Ne dediğini anlamıyorum."
Ancak Serhat aldırış etmedi, Sıla’nın kolundan tuttu. "Bir şans ver. Eminim sen de hoşlanırsın."
Sıla hızla kolunu çekti ama Serhat daha da yaklaştı, aniden onu öpmeye çalıştı. Sıla, bir anda geçmişteki kötü anılarının etkisine kapıldı. Babasının, dayısının, yengesinin alkolik ve agresif halleri gözünün önüne geldi. Kalbi hızlandı, nefesi daraldı.
"Hayır! Çekil benden!" diye çığlık attı ve ağlamaya başladı. Ellerini yüzüne kapatmış, olduğu yere çökmüştü.
Serhat ne yapacağını bilemeden geri çekildi, etraftan birkaç kişi merakla bakmaya başladı. O sırada koridorun diğer ucundan Berk ve çete üyeleri geçti. Sıla’nın çığlığını duyunca hemen koştular.
Berk, yere çökmüş haldeki Sıla’yı görünce yüzü kasvetlendi. "Ne oldu burada?" diye gürledi.
Serhat şaşkın bir şekilde geriye çekildi. "Ben... ben hiçbir şey yapmadım! Yanlış anlaşıldı."
Berk, Serhat’ın yakasına yapıştı. "Ne yaptın kıza?!" diye bağırdı. Göktuğ ve Murat araya girip Berk’i sakinleştirmeye çalıştı.
"Sakin ol, Berk," dedi Murat, Serhat’ı geri iterek. "Önce Sıla’ya bakalım."
Zeynep ve Esra hemen Sıla’nın yanına diz çöküp onu sakinleştirmeye çalıştı. Ancak Sıla nefes alamıyormuş gibi panik içindeydi.
"Sıla, sakin ol," dedi Zeynep, ellerini tutarak. "Biz buradayız. Hiçbir şey olmayacak."
Ama Sıla’nın gözleri karardı ve baygın bir şekilde yere yığıldı. Herkes şaşkına döndü.
"Ambulans çağırın!" diye bağırdı Berk, paniğe kapılmış bir halde.
...
Sıla hastaneye kaldırıldı ve bir hafta boyunca gözetim altında tutuldu. Çete üyeleri her gün sırayla onu ziyaret ettiler. Berk ise her fırsatta hastaneye gidiyor, ancak odasına girmeden geri dönüyordu.
Esra, bir gün Berk’e yaklaştı. "Ona neden içeri girip bir şey söylemiyorsun?" diye sordu.
Berk, omuzlarını silkti. "Ne diyebilirim ki? Bunu yaşamaması için bir şey yapmadım. Onu koruyamadım."
Esra, Berk’in yüzündeki suçluluk ifadesini görünce bir şey söylemeden başını salladı. Grup, Sıla’nın iyileşmesini beklerken aralarındaki bağlar giderek güçleniyordu.
Hastane odası sessizdi. Sıla, yatağında yatıyordu; yüzü solgun, gözleri şişmişti. Zeynep yanında bir sandalyede oturmuş, Sıla’nın elini tutuyordu. Diğerleri birkaç kez odaya gelmiş, ama Sıla hiçbirine cevap vermemişti. Konuşmayı reddediyor, sadece Zeynep’in varlığına tahammül ediyordu.
"Senin için buradayız, Sıla," dedi Zeynep yumuşak bir sesle. Ama Sıla’nın gözleri hala bir noktaya kilitlenmişti, sanki başka bir dünyadaydı.
Kapının önünde Berk, Murat, Esra, Göktuğ ve Ekin bekliyorlardı. Berk, bir anlık cesaretle kapıya yaklaştı ama içeri giremedi. Kapının yanında durup birkaç saniye bekledikten sonra geri çekildi.
"Eğer onunla konuşmazsak, böyle devam edecek," dedi Murat, endişeyle. "Sıla bu şekilde kendine zarar verecek."
Berk sessizce sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı ve duvara yaslandı. "Onu zorlayamayız," dedi soğuk bir sesle. "Hazır olana kadar bekleyeceğiz."
Göktuğ başını kaşıdı. "Ama ya hiç konuşmazsa? Yani, ya hep böyle kalırsa? Sıla hep mi Zeynep’e yapışık olacak?"
Ekin sinirle Göktuğ’a döndü. "Bir sus, Göktuğ. Ne diyorsun sen?!"
Zeynep, Sıla’nın elini bırakmadan kapıya doğru seslendi. "Berk, Murat, biri girip bir şey söylemek isterse şimdi yapsın. Aksi takdirde gidin. Onun bu sessizliği sizin suçluluk duygunuzu artıracaksa burada durmanızın anlamı yok."
Berk kapının önünde bekledi ama içeri girmedi. Sessizce arkasını dönüp uzaklaştı. Esra, Zeynep’in yanına girdi ve ona sessizce destek verdi.
Sıla’ya yine sakinleştirici verilmişti. Doktorlar onun sürekli ağlayıp çırpınmasının, geçmişinden gelen travmaları tetiklediğini söylüyordu. Ancak sakinleştiricilerin etkisiyle uyuduğu anlarda bile yüzündeki acı ifadesi gitmiyordu.
Berk, gecenin geç saatinde hastaneye geri döndü. Odasına girmeden pencereden Sıla’yı izledi. O an, Sıla’nın ne kadar kırılgan olduğunu fark etti. Onu bir duvar gibi gördüğü tüm o anların gerçekte ne kadar sahte olduğunu düşündü.
Murat, yanında belirdi. "Senin için üzülüyorum," dedi hafif bir gülümsemeyle.
"Benim için mi?" dedi Berk, şaşırarak.
"Onu koruyamadığın için kendini suçladığını biliyorum," dedi Murat, ciddileşerek. "Ama bunu değiştiremeyeceksin. Tek yapabileceğin, bundan sonra onun yanında olmak."
Berk bir süre sessiz kaldı. Sonunda başını sallayıp uzaklaştı. Ama Sıla’ya olan hislerini anlamak için bu anlar yavaş yavaş onun da iç dünyasını değiştiriyordu. |
0% |