@yakamozyagmuru
|
Berk, ertesi sabah erkenden hastaneye geldi. Henüz ziyaret saati başlamamıştı, ancak o, sessiz koridorlarda dolanıyordu. Zeynep, Sıla’nın odasından çıkarken Berk’le karşılaştı.
"Ne işin var burada bu saatte?" diye sordu Zeynep, sert bir bakışla.
"Sadece… kontrol etmek istedim," dedi Berk, gözlerini kaçırarak.
Zeynep derin bir nefes aldı. "Berk, ona yaklaşırsan her şey daha kötü olabilir. Onun şu an ihtiyacı olan şey sabır ve güven. Eğer gerçekten umursuyorsan, bu sefer kendi bencilliğini bir kenara bırak."
Berk bir şey söylemedi. Sadece başını salladı ve Zeynep’in odasına dönmesini izledi.
Hastane bahçesinde grup bir araya gelmişti. Murat sessizce beklerken Göktuğ, yine gereksiz yorumlarıyla ortamı bozuyordu.
"Yani, Sıla neden bu kadar hassas? Biz de zor şeyler yaşadık, ama böyle bir şey yapmadık," dedi Göktuğ, abartılı bir şekilde omuz silkerek.
Ekin anında karşılık verdi. "Sana mı kaldı Sıla’nın yaşadıklarını eleştirmek? Belki de bir süre konuşmasan daha iyi olur."
Göktuğ, Ekin’e sinirli bir bakış attı ama bir şey demedi. Bu sırada Esra, ortamı yumuşatmaya çalıştı. "Arkadaşlar, birbirimizi yemeyi bırakabilir miyiz? Hepimiz zor şeyler yaşadık. Ama şimdi önemli olan Sıla’nın yanında olmak."
Murat derin bir nefes alıp gruba döndü. "Eğer birbirimize destek olamazsak, onun yanında nasıl olacağız?" dedi.
Berk, onların konuşmalarını sessizce dinliyordu. Ama içindeki suçluluk duygusu büyüyordu.
Sıla’nın gözleri açık, ama bakışları boştu. Zeynep ona yine kahvaltı getirmişti, ama Sıla dokunmamıştı.
"Sıla," dedi Zeynep, yumuşak bir sesle. "Beni duyduğunu biliyorum. Ama sana şunu söylemek istiyorum: Biz senin yanındayız. Ne olursa olsun."
Sıla, bir an için Zeynep’e baktı. Dudakları kıpırdadı ama hiçbir kelime çıkmadı. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.
Zeynep, onun başını okşayarak devam etti. "Sadece konuşmaya başladığında, sana zarar veren her şeyi arkamızda bırakabiliriz. Berk bile değişiyor, fark etmiyor musun?"
Sıla, Berk’in adını duyunca bir an irkildi ama hemen yeniden sessizliğe büründü.
O gece, Berk sessizce hastaneye geldi. Ziyaretçi saati bitmişti, ancak bir şekilde içeri girmeyi başarmıştı. Sıla’nın odasına yaklaştığında, kapının aralık olduğunu gördü. Zeynep, sandalyede uyuyakalmıştı.
Berk, odanın kapısından içeri baktı. Sıla’nın yüzü hala solgundu, ama uyuyor gibiydi.
"Özür dilerim," diye fısıldadı Berk, neredeyse duyulmayacak bir sesle. "Seni böyle yalnız bırakmamam gerekirdi."
Sıla’dan bir tepki gelmedi. Berk birkaç dakika daha odada durduktan sonra sessizce uzaklaştı. Ama zihninde, Sıla’ya daha fazla yaklaşma arzusu ve onu incitme korkusu arasında bir savaş vardı.
Sabah olduğunda, doktorlar Sıla’nın durumunun yavaşça düzeldiğini söylediler. Zeynep’in sabırlı desteği ve grubun birlikteliği, Sıla’ya küçük de olsa bir güven duygusu vermişti. Ancak Sıla hala kimseyle konuşmuyordu.
Hastane odasında Esra, Zeynep ve Murat oturmuş, sessizce bekliyorlardı. Murat birden "Belki de ona küçük bir sürpriz yapmalıyız," dedi.
"Sürpriz mi?" dedi Esra, şaşkınlıkla.
"Evet," diye yanıtladı Murat. "Onu normal bir hayata dönmeye teşvik edecek bir şey. Küçük bir gezi, belki sevdiği bir şey."
Zeynep başını salladı. "Bunu düşünebiliriz. Ama önce biraz daha iyileşmesini beklemeliyiz."
Grup, Sıla için yeniden bir şeyler yapma planları kurmaya başlarken, Berk odanın dışında bekliyordu. Onun için bu, hem bir sınav hem de yeni bir başlangıçtı.
Zeynep, hastane koridorlarında Sıla’nın odasına doğru hızlı adımlarla yürürken kapının önünde bekleyen Berk, Murat ve diğerlerine baktı. Berk, duvara yaslanmış, sessiz bir şekilde yerdeki fayanslara bakıyordu. Göktuğ ise içini kemiren sessizliği bozarak sorusunu yöneltti:
“Zeynep, bu kadar uzun süredir içeride kalıyor. Neden hala bir şey yapmıyoruz?”
Zeynep bir an duraksayıp Berk’e baktı, sonra Göktuğ’a dönüp alaycı bir şekilde, “Ne yapacaksın Göktuğ? Doktorun işini mi üstleneceksin?” dedi.
Murat araya girerek ortamı yumuşatmaya çalıştı. “Hepimiz endişeliyiz ama Zeynep haklı. Doktorlar işlerini biliyor. İçeri girip onu daha da huzursuz etmek istemiyoruz.”
Berk, nihayet bakışlarını yerden kaldırıp sert bir tonla konuştu: “Belki de burada beklememiz gereksizdir. Kendini toparlayana kadar onu yalnız bırakmalıyız.”
Bu sözler Zeynep’in hoşuna gitmedi. “Bunu gerçekten söylüyor musun Berk? O kız şu an hayatının en zor dönemini yaşıyor. Üstelik, biz buradaysak, bir nedeni var.”
“Ben mi dedim her şeyi mahvetmesini?” diye karşılık verdi Berk. Ancak sesi, öfkeden çok bir çaresizlik barındırıyordu.
Tam bu sırada doktor odadan çıktı. Herkes bir anda yerinden doğrulup doktora yaklaştı. Doktorun yüzünde hafif bir gerginlik vardı. “Sıla’nın sakinleşmesi zaman alacak. Yanına birer birer girmeniz daha iyi olur. Ama lütfen kısa tutun. Şu an uyutuluyor.”
Grup birbirine baktı. Zeynep, hiç beklemeden, “Ben gidiyorum,” diyerek kapıya yöneldi.
Zeynep, odanın içinde uyuyan Sıla’ya baktı. Yüzü, solgun ve kırılgan görünüyordu. Derin bir nefes alarak yatağın yanına oturdu. “Biliyorum şu anda beni duymuyorsun,” dedi fısıldayarak. “Ama seni yalnız bırakmayacağız. Bu saçma sapan şeylerin seni yenmesine izin vermeyeceğiz.”
Dışarıdaki grup ise Zeynep’in dönüşünü bekliyordu. Murat, sessizce Berk’e dönüp alaycı bir şekilde mırıldandı: “Belki içeri girmeyi denersin. Senin tarzın daha etkili olur.”
Berk gözlerini devirdi. “Ona yardım edebileceğimi düşünmüyorum. Ayrıca, bunu hak eden biri gibi davranmıyor.”
Murat biraz şaşırarak, “Bazen bu kadar soğuk olmak zorunda değilsin, Berk,” dedi. “O da bizim gibi yaralı. Ama yine de savaşmaya çalışıyor.”
Berk cevap vermedi. Sadece odanın kapısına baktı ve gözlerindeki derin bir düşünceyle uzaklara daldı.
Bir Hafta Sonra
Bir hafta boyunca hastanede kalan Sıla, sonunda taburcu edilerek, Zeynep’in evine yerleştirildi. Gerçekten zor bir dönem geçirmişti; yaşadığı travmanın etkisi her an üzerinde hissediliyordu. Zeynep, her gün onun yanına gidip, sakinleştirici ilaçlarıyla ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Ancak, içsel huzursuzlukları yüzünden Sıla hala kimseyle konuşmuyor, hemen hemen hiçbir şeyle ilgilenmiyordu.
O gün, hastaneden taburcu olup Zeynep’in evine gittiği andan itibaren, tüm grup Sıla’yı desteklemek için bir araya gelmişti. Ancak, Zeynep hariç kimse ona yaklaşmamıştı. Berk ise, Sıla’yı görmek bile istememiş gibiydi. Kendini suçlu hissetmiyordu, ama bir şekilde onunla iletişim kurmaya da cesaret edemiyordu.
Berk, bir süre yalnız kalmaya karar verdi. Okulun arka bahçesinde tek başına yürürken, kafasında bir sürü düşünce vardı. Sıla’nın hastanedeki hali, Serhat’ın ona yaptığı saldırı ve o anki sessizlik… İçini bir korku sarmıştı. Ama bu korku neydi? Kendini, yalnızca Sıla'nın yaşadığı şeylere üzülmekle sınırlı hissediyor, ona daha yakın olmanın hiçbir anlamı olmadığını düşünüyordu.
Sıla’nın hayatında çok fazla acı vardı, ama Berk, ne kadar da yaklaşsa, ne kadar da empati kurmaya çalışsa, bir duvar vardı. Sıla, ondan uzak durmak istiyordu. Berk de buna karşılık, kendini suçlu hissetmeden, Sıla’nın iyileşmesini beklemeye karar verdi.
Ama içindeki o boşluk, ona bir şeyler söyler gibiydi. "Onunla bir şey paylaşmak zorundasın," diye düşündü. Ama Sıla’ya doğru bir adım bile atmaya cesaret edemedi. Çünkü o kadar karışık duygular içindeydi ki, ona nasıl yaklaşması gerektiğini bile bilmiyordu.
Sıla, Zeynep’in evinde yatarken, gözlerini tavana dikip düşüncelerine dalmıştı. Bu kadar zor bir dönemde onunla ilgilenen tek kişi Zeynep olmuştu. Diğerleri… Hiçbiri, onun içindeki boşluğu doldurabilecekmiş gibi görünmüyordu.
Berk’i düşündü. O anki öfkesini, kızgınlığını, aynı zamanda çaresizliğini… “Berk, sana ne oldu?” diye fısıldadı. “Ben sana ne yaptım?”
Ve o anda, içindeki öfke yerini derin bir üzüntüye bıraktı. Gözleri dolmaya başladı ama ağlamadı. Zeynep, odanın kapısını hafifçe aralayıp, “Sıla, iyi misin?” diye sordu.
Sıla, Zeynep’e hafifçe gülümsedi, ama gözlerinde bir kırılma vardı. “Yalnızım,” dedi, sesini titrek tutarak. “Sanki herkes beni terk etti.”
Zeynep, Sıla’nın yanına oturup onu sarıldı. “Yalnız değilsin,” dedi. “Ben hep yanındayım. Her zaman yanında olacağım.”
Sıla, bir an için Zeynep’in sıcaklığını hissetti. Ama sonrasında bir tuhaflık daha vardı. Herkesin ona yakın olmasını istiyor, ama bir yandan da onların dokunuşlarından kaçıyordu. Çünkü Berk… Onu affedemiyordu. Ne de olsa, o anki korkusu, yüzündeki o soğukluğu hala silmemişti.
Bir hafta sonra, grup, Sıla’yı daha iyi bir hale getirebilmek için tekrar bir araya gelmeye karar verdi. Murat ve Zeynep, onu sık sık ziyaret ediyor, Göktuğ ve Marul ise her seferinde komik hikayelerle ona gülümsemeye çalışıyordu.
Zeynep ve Sıla, birlikte evin salonunda otururken, kapı çaldı. Sıla, kapıya dönüp, Zeynep’in arkasından çıkan kişilere baktı. Berk, Ekin ve Göktuğ gülerek içeri girmişti. Berk, bir an göz göze geldiği Sıla’dan hemen gözlerini kaçırdı. Göktuğ ise şüpheci bir şekilde, “Sıla, nasıl hissediyorsun?” diye sordu.
Sıla, hiç cevap vermedi. Sadece başını sallayıp, Ekin’in yanına oturdu. Ama Ekin, Sıla’ya göz ucuyla bakarak, “Sıla, seni kabul etmek zor oluyor, ama seni grubun bir parçası olarak görmek istiyoruz,” dedi.
Berk’in bakışları, Sıla’yı rahatsız ediyordu. Ama Sıla, bunu hissettirmemek için kafasını eğip, sadece cevap verdi: “Beni zaten kimse anlamıyor. Sadece… gitmek istiyorum.”
Berk, Sıla’nın bu cümlesine anlam veremedi. Ne kadar istese de, ona yaklaşamıyordu.
Aradan bir ay geçmişti. Her şey, en baştan başlamış gibiydi. Sıla, hastaneden taburcu olduktan sonra okula döndü, ama her şey hala onun için karmaşıktı. İçinde bulunduğu bu kalabalık, ona yabancı ve uzak geliyordu. Ama zamanla, herkesin kendisine karşı olan tavırları biraz daha yumuşamıştı. Özellikle de Berk, ona karşı daha normal davranıyordu.
Berk, Sıla'yı hastanedeyken görmüş, ama bir türlü doğru şekilde yanına gidip konuşmaya cesaret edememişti. Ama şimdi, Sıla’yı yeniden görmek, eski haline gelmiş gibi görmesini sağlamak istiyordu. Bir ay boyunca, sadece birbirlerini selamlasalar da, birbirlerine soğuk davranmamaya özen göstermişlerdi.
Sıla, sabah okula geldiğinde Berk'i görüp, bir süre göz göze geldi. Her şey önceki gibi olmamıştı, ama birbirlerinden soğumadıkları da açıktı. Gözleri, karşılıklı bir anlaşmazlık ve sessiz bir yumuşama taşıyordu.
Zeynep, Sıla'nın yanına geldi. "Berk'le iyi misin?" diye sordu, anlamlı bir bakışla.
Sıla, derin bir nefes aldı. "Evet, bir şekilde," dedi. "Ama sadece arkadaşça. Gerçekten."
O sırada Berk, grup arkadaşlarıyla sınıfa girmekteydi. Birbirlerine göz ucuyla baktılar, ama uzun süre birbirlerinin gözlerine bakmaktan kaçındılar. Ne Sıla, ne de Berk birbirlerine bir adım atmaya cesaret edebilmişti.
Dersin başlamasıyla sınıf yavaşça kalabalıklaşmaya devam etti. Zeynep, Esra ve Murat, ikisinin arasındaki sessizliğin farkındaydılar. Ancak hiçbir şey söylemediler. Her şeyin zamanla düzeldiğini biliyorlardı.
Teneffüs olduğunda Zeynep, Sıla'ya yaklaşarak ona cesaret verdi. "Bak, birbirinizden gerçekten soğumadınız. Kendi başınıza geçireceğiniz zamanları takmamalısınız. Eğer birbirinize saygı duyuyorsanız, arkadaşça devam etmeniz gerekir."
Sıla, Zeynep'e başını sallayarak, "Haklısın, Zeynep. Ama bazen insanların geçmişi, aradaki mesafeyi biraz artırabiliyor."
Zeynep, Sıla'ya gülümsedi. "Geçmişi unutmaya çalış. Bugün birbirinize dostça bakın."
O gün okul çıkışı, Berk, Sıla'yı bir süre bekledi. Onun yalnız başına okuldan çıkmasını istemedi. Aralarındaki ilk kez gerçekten rahat bir konuşma başladı. Berk, "Hey, nasılsın?" diye sordu, biraz çekingen ama içten bir şekilde.
Sıla hafifçe gülümsedi. "İyi, biraz zaman aldı ama iyiyim. Teşekkür ederim."
Berk, şaşkın bir şekilde, "Yani, sonunda birbirimizle düzgünce konuşabiliriz, öyle mi?" dedi.
Sıla, gülerek başını salladı. "Evet, hem de dostça."
Birbirlerine karşı hissettikleri olumsuz duygular, son bir ay içinde yavaşça dağılmaya başlamıştı. Her ikisi de, geçmişteki anılardan daha fazlasını bir arada yaşamak istememişti. Şimdi, birbirlerini tanımanın başka yollarını arıyorlardı.
Zeynep ve Murat, Berk ve Sıla'nın sohbetini uzaktan izliyorlardı, mutlu bir şekilde. Her şeyin yavaşça ama emin adımlarla yoluna girdiğini fark ediyorlardı.
Bir hafta sonra, grup tekrar bir araya gelmek için Berk’in evinde toplanmaya karar vermişti. Berk’in evinde gerçekleşecek bu buluşma, herkesin eğlenmesi için iyi bir fırsattı. Sıla, Berk’le arasındaki gerginliği tamamen atmış, arkadaşça bir ortamda olmaktan memnun görünüyordu. Herkes bir arada olmanın keyfini çıkarıyordu ve bu defa gerilim yoktu, sadece şehvetli bir gülüş ve samimiyet vardı.
Berk ve Sıla, birbirlerine normal arkadaşlar gibi takılıyordu. Göz göze geldiğinde gülümsüyorlar, şakalaşıyorlardı ama hiçbiri bu durumdan bir anlam çıkarmıyordu. Zeynep ve Esra, gruptaki bu huzurlu ortamı gözlemleyip, birbirlerine anlamlı bakışlar atıyorlardı.
Zeynep, Esra ve Murat, Berk’in evinde sırasıyla içeri girdi. Ekin ve Göktuğ biraz daha geç gelmişti. Marul ise birazdan geleceğini söylemişti ama hâlâ ortada yoktu.
“Daha ne kadar bekleyeceğiz?” diye sordu Murat, zorlama bir gülümsemeyle. Ekin, telefonu elinde tutarak gülümsedi. “Marul, her zaman geç kalır, bu da alışıldık bir şey.”
Berk ve Sıla ise, masanın başında oturup, kart oyunları oynuyorlardı. Birbirlerine takılmayı ihmal etmiyorlardı.
“Sen gerçekten de benden daha kötü oynuyorsun, Sıla,” dedi Berk, gülerek. “Ne kadar zaman daha geçecek böyle?”
Sıla, bu küçük şakalaşmaya gülerek cevap verdi: “Berk, bu oyun hiç de senin gibi değil, dikkatli olmalısın.”
Göktuğ, salona girdiğinde, Berk’in ve Sıla’nın şakalaşmalarını görünce, gülümsemekten kendini alamadı. “Vay be, bak sen,” dedi. “Berk, Sıla’ya bir şeyler mi öğretmeye çalışıyor?”
Berk, hemen Göktuğ’a karşılık verdi: “Evet, bir işte iyiyimdir de, o da kart oyunlarıdır. Gördüğünüz gibi, Sıla hâlâ kaybediyor.”
Sıla, Berk’in söylediği gibi bir bakışla, “Senin için ne kadar erken olsa da, hala kazandığını kabul etmiyorum,” dedi ve masadan kartları hızla topladı.
Marul, odanın kapısını çaldığında tüm grup ona döndü. “Sürpriz! Geç kaldım ama geldim işte,” dedi Marul, içeri girerken.
Sıla hemen gözlerini kocaman açarak Marul’a bakıp, “Neredeydin sen ya? Yine zamanın nasıl geçtiğini anlamadın mı?” diyerek takıldı.
Marul, hemen elini kafasında gezdirerek, “Valla, sokakta kaybolduğum bir an oldu ama ondan sonra doğru geldim,” dedi ve gülerek gruptaki diğerlerine göz kırptı.
Berk, Sıla, Zeynep, Murat, Ekin, Esra, Göktuğ ve Marul, birbirlerine takılmayı ve şakalaşmayı sürdürdüler. Hepsi eğleniyor, birbirlerini yargılamadan rahatça sohbet ediyorlardı. Gruptaki enerjik ortam, herkesin birbirini daha yakından tanımasına olanak sağlıyordu.
Zeynep, bir ara herkesin dikkatini çekerek, “Berk’in evinde harika bir akşam geçiyor, değil mi?” dedi. “Bunu her hafta yapmalıyız. Sıla, biz bir dahaki sefere sana da öneririz, hep birlikte daha çok eğleniriz.”
Sıla gülümsedi ve “Benim için problem değil,” dedi. “Berk’le olmanın rahatlığı her şeyi değiştiriyor.”
Berk, Sıla'nın söylediğiyle hemfikir oldu. "Kesinlikle, ne kadar fazla insan, o kadar eğlenceli," dedi ve masadaki kartları tekrar karıştırmaya başladı.
Hikaye ilerledikçe, herkesin aralarındaki ilişkinin sınırlarını zorlamadıkları, ama birbirlerini daha iyi anlamaya başladıkları anlar hızla çoğalıyordu. Sıla ve Berk, dostça yakınlıklarını her geçen gün daha da geliştirdiler. Gruptaki diğer üyeler de zamanla birbirlerinin karakterlerine aşina olmuştu. Zeynep, Esra ve Murat’ın arkadaşlıkları her geçen gün daha da sağlamlaşıyor, Ekin ve Göktuğ ise sürekli birbirlerini izliyorlardı. Marul, her zaman olduğu gibi biraz dağınık ama içten tavırlarıyla herkesi güldürüyordu.
İlerleyen zamanlarda bu dinamikler daha da derinleşecek ve grup, birlikte çok daha fazla anı biriktirecekti. |
0% |