@yakup.isikli_
|
### *Bölüm 3: Karanlıkta Gizlenen* İrem, yeni bir güne başlarken başını gökyüzüne kaldırdı. Gri bulutlar, güneşin ışığını bastırıyor, şehrin üzerine bir gölge düşüyordu. İrem, omuzlarındaki baskıyı hissedebiliyordu. Ege’nin bıraktığı ipuçlarıyla dolu yeni cinayet, onun üzerinde büyük bir yük oluşturmuştu. Cinayetler sadece sayıca artmıyor, aynı zamanda Ege’nin zihin oyunları da giderek daha karmaşık hale geliyordu. İrem, Ege’yi çözebilmek için daha derinlere inmesi gerektiğini biliyordu. BİR CİNAYETİ ÇÖZMEK, SABIR VE ZEKA GEREKTİRİR. ACELE EDEN HATAYA DÜŞER Dün gece bulduğu anahtar, hala masanın üzerinde duruyordu. Bu anahtarın neyi açtığını bulmak, belki de Ege’nin bir sonraki hamlesini anlamak için hayati bir öneme sahipti. İrem, bu anahtarı eline aldı ve üzerinde düşünmeye başladı. Anahtar, antika bir yapıya sahipti; metalin üzerindeki işçilik eski çağlardan kalma bir zanaatkarlığı yansıtıyordu. İrem, bu anahtarın sıradan bir kapıyı açmadığını biliyordu. Bu anahtar, sembolik bir anlam taşıyor olmalıydı. Ege’nin oyunlarında sıradan hiçbir şey yoktu, bu anahtarın da öyle olmayacağını düşündü. İrem, anahtarı daha detaylı incelemek için bir uzmana danışmaya karar verdi. Aradığı uzman, antikalar ve sembolik objeler konusunda tanınmış bir akademisyen olan Dr. Selim Uğurlu’ydu. İrem, Dr. Uğurlu ile üniversitedeki ofisinde buluşmak için yola koyuldu. Yol boyunca, Ege’nin bir sonraki adımını tahmin etmeye çalıştı. Ege, kurbanlarını birer birer seçiyor ve onları zekice hazırlanmış tuzaklarına çekiyordu. İrem, bu tuzakların ardındaki mantığı çözmeden Ege’yi yakalayamayacağını biliyordu. Üniversiteye vardığında, Dr. Selim Uğurlu’nun ofisine yöneldi. Kapıyı tıklattığında, içeriden gelen davetkar sesle içeri girdi. Dr. Uğurlu, yaşına rağmen enerjik bir adamdı. Gözlüklerinin ardından İrem’e bakarken, hafifçe gülümsedi. "İrem, seni burada görmek ne güzel. Ne getirdin bana bu sefer?" diye sordu. İrem, anahtarı masanın üzerine bıraktı. "Bu anahtarın ne olduğunu öğrenmem gerek, Dr. Uğurlu. Bir cinayet mahallinde bulduk. Ege Zorlu’nun bir sonraki hamlesini anlamak için bu anahtarın sırrını çözmemiz gerekiyor." Dr. Uğurlu, anahtarı eline aldı ve dikkatle inceledi. "Bu anahtar oldukça eski görünüyor," dedi, "ancak bu tür anahtarlar genellikle sembolik anlamlar taşır. Bir anahtar, sadece bir kapıyı açmak için değildir; aynı zamanda bir sırra, bir bilgeliğe ya da bir dönüm noktasına işaret edebilir. Bu, Ege Zorlu’nun mesajlarının bir parçası olabilir." İrem, bu açıklamayı dikkatle dinledi. Dr. Uğurlu’nun söyledikleri, Ege’nin zihnindeki karmaşayı biraz daha netleştiriyordu. Ancak hala bu anahtarın neyi açtığını anlamak gerekiyordu. Dr. Uğurlu, anahtarı incelemeye devam ederken, üzerindeki motiflere dikkat çekti. "Bu anahtarda bir sembol görüyorum. Bir kilise veya tapınak tarzı bir yapıya işaret ediyor olabilir," dedi. Bu bilgi, İrem’in zihninde bir kıvılcım yarattı. Ege, dini ve ezoterik semboller kullanmayı seviyordu. Bu, onun kurbanlarını zihinsel olarak manipüle etme yöntemlerinden biriydi. İrem, bu sembolün bir kiliseyle ya da dini bir yapıyla bağlantılı olabileceğini düşündü. Eğer bu doğruysa, anahtarın açtığı yer, Ege’nin bir sonraki adımını bulmalarına yardımcı olabilirdi. İrem, Dr. Uğurlu’ya teşekkür ettikten sonra üniversiteden ayrıldı. Zihni, Ege’nin bırakmış olabileceği bir diğer ipucu üzerinde dönüp duruyordu. Eğer bu anahtar bir kiliseyle bağlantılıysa, o kiliseye gitmek Ege’nin oyununu çözmek için bir sonraki adım olabilirdi. Ancak İstanbul’da yüzlerce, belki de binlerce kilise vardı. Hangi kilise bu anahtarın sırrını saklıyor olabilirdi? Bu soruların cevabını bulmak için İrem, şehirdeki eski kiliseler hakkında bilgi toplamaya başladı. Eski kayıtlara ve haritalara göz attı. Ege, her zaman karmaşık ve sembolik bir yaklaşım sergilediğinden, bu kiliseyi seçerken de mutlaka özel bir neden olmalıydı. İrem, eski kiliseler arasından hangisinin Ege’nin mesajlarına uyduğunu bulmak için saatlerce çalıştı. Sonunda, Ege’nin önceki cinayetlerinde bıraktığı ipuçları ve bu ipuçlarının dini yapılarla olan bağlantısı üzerinde durdu. Bu araştırma, onu sonunda İstanbul’un Balat semtinde, tarihî bir kiliseye yönlendirdi. Bu kilise, Bizans döneminden kalma ve yıllar içinde birçok kez restore edilmişti. Kilisenin tarihi, Ege’nin kullandığı sembollerle örtüşüyordu. İrem, içindeki heyecanı bastırarak bu kiliseye gitmeye karar verdi. Eğer Ege gerçekten bu kiliseyle bağlantılı bir plan yaptıysa, burada onu bekleyen bir şeyler olmalıydı. Kilisenin önüne geldiğinde, binanın kasvetli ve mistik havası İrem’in tüylerini ürpertti. Tarihin tozlu sayfalarından fırlamış gibi duran bu yapı, Ege’nin oyunlarının bir parçası olabilir miydi? İrem, kapıyı yavaşça itti ve içeri girdi. Kilisenin içi, eski dini motiflerle süslenmiş, loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. İrem, dikkatle etrafına bakındı. Bu mekânda onu neyin beklediğini bilmiyordu. Ancak Ege’nin izlerini bulmak için dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Kilisenin içinde ilerlerken, duvarlardaki eski ikonalar ve heykellerin üzerindeki toz, bu mekânın uzun zamandır terkedilmiş olduğunun bir göstergesiydi. İrem, kalbinin hızlandığını hissetti. Ege’nin zihin oyunları onu hep tedirgin ederdi, ama bu sefer hissettiği tedirginlik farklıydı. Bu tedirginlik, bir tür içsel alarm gibiydi. Sanki bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. İrem, kilisenin arka tarafında bulunan küçük bir kapıyı fark etti. Kapı, sıradan bir kilise kapısına göre oldukça eskiydi. Belki de bu kapı, Ege’nin bıraktığı anahtarın açacağı yerdi. İrem, elindeki anahtarı çıkardı ve titreyen elleriyle kapının kilidine yerleştirdi. Anahtar, kilide tam olarak uydu ve hafif bir klik sesiyle kapı açıldı. Kapının ardında, karanlık bir merdiven aşağıya doğru iniyordu. İrem, derin bir nefes alarak bu karanlık merdivenlerden inmeye başladı. Her adımında, Ege’nin oyununa biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Ancak bu adımlar onu nereye götürecekti? Bu sorunun cevabını öğrenmek, hem heyecan verici hem de korkutucuydu. Merdivenlerin sonunda, küçük bir odaya ulaştı. Oda, neredeyse tamamen karanlıktı. Sadece duvarlarda asılı olan birkaç mum, ortamı az da olsa aydınlatıyordu. İrem, bu karanlık odanın ortasında durdu ve etrafına bakındı. Odanın tam ortasında, eski bir masanın üzerinde bir kutu duruyordu. Kutunun üzerindeki motifler, Ege’nin daha önce kullandığı sembollerle aynıydı. İrem, bu kutunun içinde Ege’nin bir sonraki hamlesini ortaya çıkaracak bir ipucu olabileceğini düşündü. İrem, kutuyu açmak için ellerini uzattı. Ancak tam o anda, bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Oda, birdenbire daha da karanlıklaştı. İrem, birinin onu izlediğini fark etti. Kalbi hızla atmaya başladı. Ege, burada olabilir miydi? İrem, bu düşünceyle bir an duraksadı. Kutuyu açmakla, belki de bir tuzağı tetikleyebilirdi. Ancak İrem, içinde birikmiş endişeyi bastırmaya çalışarak kutuya doğru bir adım daha attı. Bu odaya gelmesi tesadüf değildi; Ege onu buraya, bu kutuyu bulması için yönlendirmişti. Ancak içindeki karanlık bir ses, bu kutunun sadece bir ipucu olmadığını, daha derin bir tuzağın başlangıcı olabileceğini fısıldıyordu. Titreyen elleriyle kutunun kapağını açtı. İçeride küçük, siyah bir zarf ve zarfın üzerine iliştirilmiş, Ege'nin her zamanki gibi dikkatlice seçilmiş bir notu vardı. Notta sadece birkaç kelime yazıyordu: "Sana sunduğum karanlık, bir labirenttir. Çıkışını bulabilecek misin?" İrem'in içindeki endişe yerini meraka bırakıyordu. Ege, onu daha da derine çekiyordu. Bu zarf, onu bir sonraki cinayete ya da bir başka tuzağa götürebilirdi. Zarfı dikkatlice açtı ve içindeki kâğıdı çıkardı. Kâğıtta bir harita çizilmişti. Ancak bu harita, alışıldık bir yerin haritası değildi. Karmaşık geçitler, labirent benzeri sokaklar ve bilinmeyen sembollerle doluydu. Bu haritanın, Ege'nin ona hazırladığı bir sonraki meydan okuma olduğuna şüphe yoktu. İrem, haritayı incelemeye başladı. Gözleri haritanın köşesinde yer alan tanıdık bir sembole takıldı. Bu sembol, Ege'nin daha önceki cinayetlerde de bıraktığı üçgenin içindeki göz sembolüydü. Ancak bu kez sembol, haritanın sonunda, belirsiz bir noktaya işaret ediyordu. İrem, bu haritanın İstanbul'un eski bir bölgesine ait olabileceğini düşündü. Ancak haritanın karmaşıklığı, herhangi bir standart sokak haritasına benzemiyordu. Harita, hem fiziksel hem de zihinsel bir labirenti temsil ediyordu. Ege, bu sefer onun sadece fiziksel bir mekanın peşinden gitmesini değil, aynı zamanda kendi içsel karanlığında da yol almasını istiyordu. İrem, kilisenin karanlık odasından çıkarken, içinde bir kararlılık hissetti. Ege'nin oyununu çözmek için bu labirenti geçmek zorundaydı. Ancak bu yolculuğun onu nereye götüreceği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Zihni, Ege'nin zihin oyunlarının karmaşıklığına odaklanmıştı. Onun kurduğu tuzakların ardında ne olduğunu öğrenmek için kendini tamamen bu oyuna vermesi gerekiyordu. Kiliseden ayrıldığında, İstanbul’un dar sokaklarında dolaşarak haritadaki yerleri bulmaya çalıştı. Ancak harita, fiziksel dünyada birebir karşılığı olmayan bir yerin haritası gibiydi. Bu durum, İrem’in kafasını daha da karıştırıyordu. Harita, gerçek dünyadan çok, Ege’nin zihnindeki bir labirenti temsil ediyordu. Bu labirentte ilerlemek, İrem için hem bir meydan okuma hem de bir riskti. Her adımında, Ege’nin zihninin derinliklerine biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Saatler süren araştırmaların ardından, haritanın bir kısmını çözebildi. Haritadaki sembollerin, İstanbul’un eski Bizans kalıntılarıyla ilişkili olduğunu fark etti. Bu kalıntılar, şehrin en eski yapılarından birinin altında gizlenmişti. İrem, bu yapıyı bulmak için yola koyuldu. İstanbul’un tarihi mahallelerinden birinde, haritanın işaret ettiği yere ulaştı. Eski bir taş binanın önünde durdu. Bina, dışarıdan bakıldığında terk edilmiş gibi görünüyordu. Ancak İrem, bu yerin Ege’nin planlarının bir parçası olduğundan emindi. Bina, tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş, unutulmuş bir mekan gibiydi. Ege, bu yeri seçerken yine sembolizme başvurmuş olmalıydı. İrem, binaya girdiğinde içini bir huzursuzluk kapladı. Eski taş duvarlar, soğuk ve ürkütücüydü. Zemin, yılların verdiği yıpranmışlıkla çatlamış ve çürümüştü. Ancak bu mekânın en dikkat çekici yanı, binanın merkezindeki geniş salonda yer alan büyük mozaikti. Mozaik, Bizans döneminden kalma, dini motiflerle süslü bir sanat eseriydi. Ancak bu mozaik, aynı zamanda Ege’nin mesajlarının bir parçası gibi duruyordu.
İrem, mozaikteki detayları inceledi. Mozaik, haritadaki sembollere benzer motifler içeriyordu. Bu motifler, İrem’in zihnindeki bulmacanın bir başka parçasıydı. Mozaikteki desenler, bir tür harita ya da rehber gibi görünüyordu. Ancak İrem, bu desenlerin neyi temsil ettiğini tam olarak anlayamıyordu. İrem, mozaikin üzerinde çalışırken birden salondaki sessizlik bozuldu. Arkasından gelen bir sesle irkildi. Hızla döndüğünde, karşısında kimseyi göremedi. Ancak içindeki huzursuzluk artıyordu. Bu mekânda yalnız olmadığını hissediyordu. Ege, bir şekilde onu izliyor olmalıydı. Belki de bu sadece onun zihin oyunlarının bir parçasıydı, ama İrem bu oyunun bir oyuncusu olmaktan kaçamayacağını biliyordu. İrem, mozaikin etrafında yürürken bir başka detay fark etti. Mozaikin tam ortasında küçük, gizli bir kapak vardı. Kapak, dikkatlice gizlenmişti ve mozaikteki desenlerin bir parçası gibi duruyordu. İrem, bu kapağı açmak için eğildi. Ancak bu kapağı açmak, onu bir başka tuzağın içine çekebilirdi. Kalbi hızla çarparken, kapağı açtı. Kapağın altında, dar bir merdiven aşağıya iniyordu. Bu merdiven, İrem’i binanın altındaki gizli bir geçide götürüyordu. İrem, derin bir nefes alarak bu geçide inmeye başladı. Adımları, karanlıkta yankılanıyordu. Aşağıya indikçe, hava daha da soğuk ve nemli hale geliyordu. Bu geçit, Ege’nin onu götürmek istediği yere çıkıyordu. Geçidin sonunda, küçük bir odacığa ulaştı. Bu odacık, eski bir mahzen ya da zindan gibi görünüyordu. Ancak odanın ortasında bir masa vardı ve bu masa, İrem’in dikkatini çekti. Masanın üzerinde, bir başka kutu duruyordu. Bu kutu, önceki kutudan daha büyük ve daha süslüydü. Üzerinde yine Ege’nin sembolleri vardı. İrem, bu kutuyu açmak için ellerini uzattı. Kutunun kapağını kaldırdığında, içinden bir ses kaydı çıktı. Kayıt cihazı, eski tip bir kaset çalar gibi görünüyordu. İrem, cihazı açtığında Ege’nin sesi odayı doldurdu. Ege, sakin ve derin bir sesle konuşuyordu: "Labirentin sonuna hoş geldin, İrem. Burada seni bekleyen gerçek, karanlığın içinde gizli. Bu oyun, sadece bir başlangıç. Şimdi karar verme zamanı: Karanlığın içine mi dalacaksın, yoksa ışığa mı çıkacaksın?" Bu sözler, İrem’i derin bir düşünceye sevk etti. Ege, onu daha da derin bir karanlığa çekmek için bu oyunu kurmuştu. Ancak bu oyun, İrem’in sınırlarını zorlamak için tasarlanmıştı. Ege’nin bu sözleri, onu zorlu bir karara itiyordu. Bu karanlık oyunda ilerlemeye devam ederse, kendini daha da büyük bir tehlikeye atabilirdi. Ancak geri adım atmak, Ege’yi durdurmak için tek şansı kaybetmek anlamına geliyordu. İrem, karanlık odada tek başına dururken, içinde bir savaş veriyordu. Bu savaşı kazanmanın tek yolu, Ege’nin kurduğu labirenti aşmak ve onu adalete teslim etmekti. Ancak bu yolculuk, İrem’in kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesini de gerektiriyordu. İrem, kararını verdi. Bu oyunu sonuna kadar oynayacaktı, ne pahasına olursa olsun. GERÇEKLER HER ZAMAN SAKLANAMAZ. BİR YERDEN MUTLAKA SU YÜZÜNE ÇIKAR |
0% |