Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm:Paramparça

@yalniz.kurt

🎶Nasıl Derler Bilirsin-Sevilmemişim

🎶Yüzyüzeyken Konuşuruz-Tutun Sen Bana

🎶Skapova-Neden Bu Kadar Güzelsin

🎶Artctic Monkeys-505

 

Not:İlk bölümde Alev'in diğer evrene geçtiği andan itaberen Dolunay'n açısından anlatılmaktadır.

 

 

 

 

 

... 

 

Giriş

 

Dolunay'ın sezgileri hep kuvvetli olmuştu. Gördükleri rüyalar bilinç altında yatan şeylerden çok garip ve ona ait olup unuttuğu -ya da unuttuğunu sandığı- anılarını karanlık ve loş bir odadaki lamba gibi aydınlatıyordu.

 

Kimi insanlar geçmiş hayatında ne olduğunu merak ederdi, bazıları ise inanmazdı bile. Ancak onun hiç bir zaman böyle bir seçeneği olmamıştı. Gerçekleri bilmek sanıldığı kadar iyi bir şey değildi.

 

Ölüm aynı zamanda yeni bir yaşamı beraberinde getiriyordu .Her bitiş yeni bir başlangıç, her ölüm yeni bir yaşamdı.

 

Çoğu zaman insanlar gerçekleri bilmediğinden yakınır. Ancak gerçekler acıtıyordu. Bir daha kalbini hiç kırılmayacak duruma getiriyordu. Onun ise bildiği minyonlarca gerçek arasından en acı verici olanı efsane diye geçiştirdiğimiz şeylerin aslında gerçeklerden ibaret olduğuydu. Buna inanmak istememiş, küçüklüğünden beri efsane olarak geçiştirmişti.Gerçekler yalanlarla dolu bir dünyadaki savaş piyonları gibiydi onun değerini bilmeniz için kaybetmeniz gerekiyordu. Çünkü hiç bir zafer kırlarda koşarak kazanılmazdı. Kazanmak için sana ait olan bir şeyi veya bir şeyleri feda etmen gerekirdi.

 

Ayrıca ailesi hakkında hatırladığı diğer şeylerden ziyade geçmişe dair en net anısı tamamen farklıydı. Belki de herkesin geçmişi ile oynanmıştı. Varsayımları gerçekten uzak gibi görünse de aslında gerçekleri içinde barındırıyordu.

 

Yaklaşık 12-13 yaşlarında olduğunu sanıyordu. Ancak kişiler ve anılar tamamen farklıydı. XoX evrenindeki değişik ve büyülü bitkilerden olan mor iorg oldukça güzel bir o kadar da tehlikeli görünüyordu. Ormanı tamamen saran çiçek aynı zamanda panzehir görevi görüyordu. Panzehiri ne kadar iyileştirici olsa da ulaşması da bir o kadar zordu.

 

Ormanın içinde yürüyor tanıdık bir yüz arıyordu. O sırada kahverengi gözleri ve siyah kısa saçlarıyla onu adeta büyüleyen kızı gördü. Şu anki halinden farksızdı. Kız arkasına dönmüş ve o sözleri söylemişti;

 

"Canavarlara inanır mısın?"

 

"O nedir?"

 

"Birileri. Bir gün beni anlayacağına ve o zamana kadar kafanın içine düğümlenmiş soru işaretlerinin seni rahat bırakmayacağına eminim."

 

"Onlar için üzgünüm ancak bunu hak etmişlerdi. İnsanların duygularıyla oynamak bu kadar kolay olmamalı. İncinmiş olmalısın, benim gibi. Umarım bir gün tekrar karşılaşırız."

 

Siyah saçlarını savurarak ormanın derinlerine yöneldi. Ona ulaşmaya çalışsa da yetişememiş soluk soluğa kalmıştı. Arkasına dönüp baktığında ise yanan evi görmüştü.

 

O zamanki ailesine dair neredeyse hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Ancak hatırlaması an meselesiydi. Onu önceden tanıyormuş gibi hissetmesi de bunların gerçek olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

 

... 

 

Dolunay , acı içinde kıvrandı. İçinden sanki bir parça koparılmış gibiydi. Onun için çok değerli olan bir mücevheri kaybetmiş gibi, kalbinden bir parça koparılıp alınmış gibi...Bu boşluk hissi o kadar yoğundu ki kalbinden bir parça koparılıp alınmış olmasına inanacak düzeydeydi.Ama bu hiç bir şeyi değiştirmiyor bunu bilmek daha çok acıtıyordu kalbini.

 

Bu duygularının sebebini bilmiyordu ama o hep duygularıyla hareket eden biri olmuştu. Duyguları onun zırhıydı. Öfke gibi, intikam içgüdüsü gibi... Öfkesi onu koruduğu gibi aşkı onu savunmasız kılıyordu , ard arda savrulan kılıç darbeleri gibi. Aşk onu derin bir çıkmazın içinde bırakıyordu, soru işaretleriyle dolup taşmış derin bir çıkmaz.O çıkmazın sonu ise derin bir kaosa süreklenecekti,bunu biliyordu.

 

Peri masallarının hep mutlu bir sonu vardı.Ya da mutlu bir son zannedilen sonlar...Yalnız bu gerçek hayatta geçerli değildi.Hikayedeki ana kötünün bile acı dolu bir geçmişi olurdu ,gerçekten de öyleydi.Bir insan neden hiç bir sebebi yokken kötü emeller peşinde olsundu ki!?Ya bencil olmalıydı ya da duyguları tarafından ele geçirilmiş olmalıydı.Onun fikri bize anlatılan ve izletilen şeylerin insanlığa hakaret olduğu yönündeydi.

 

Ailesinin yaptığı baskı ve derin aşk çıkmazı onu zorbalığa sürüklemişti. Uçurumdan itilen bir bebek gibi... Ailesi onun hep maddi durumunu önemsemiş ,bir kere olsun fikrini sormamıştı. Ama üniversiteyle beraber yeni bir eve ayrılması ona iyi gelmişti.

 

Herkesin gizlediği şeyler vardı. Herkesin bir maskesi vardı. Maskelerinin ardında gerçekler saklanıyordu. Ama gerçekler göz önüne çıktığında herkes o çıkmaza sürüklenecekti.

 

Antrede yürüyerek doğum lekesini kontrol etmek için banyoya yönelmişti... Doğum lekesi oldukça belirginleşmiş, morumsu bir enerjiyi açığa çıkarıyordu. Bu güç beraberinde derin bir acıyı da getiriyordu; "onun yokluğunu"

 

Onun yokluğunu fark etmişti. Nasıl fark edemezdi ki? Ne olduğunu çözmesi zaman almıştı ama artık emindi ,düşündüğü şeyin gerçekliğinden. Gerçeği tarihin tozlu sayfalarının içinden çekip almıştı.

 

O bir seçilmişti ,aynı zamanda lanetli. Kötü olan ise yalnız olmamasıydı. Ruh eşi ise aşık olduğu kadının ta kendisiydi. Küçüklüğünden beri gördüğü rüyalar gerçeği ayna gibi yansıtıyordu ve ruh eşinin yani aşık olduğu kadının bir sonraki hamlesini kestirebiliyordu.

 

Ancak başına gelebilecek şeylerden haberi olup olmadığına emin değildi. Aşık olduğu kadını bulmalıydı, onlar bulmadan. Bu gerçeklerin verdiği acı tahmin edilemezdi. Boyutlar arasında nasıl geçiş yapabileceğini bulmak için her yeri didik didik arayacaktı. Tarihin tozlu sayfalarındaki tozları alacak ve istediğine ulaşacaktı. Ama bunun için sabretmesi gerekiyordu; "bilinmezliğe göz yummaya "

 

Hayatında o kadar gerçekle boğulmuştu ki artık yalanların tatlılığıyla savrulmak istiyordu. Artık gerçeklere boyun eğmek istemiyordu, yalanların şehvetine kapılmak istiyordu. Bu süreç ise onun için bir yandan ödül gibiydi, lanet olası bir ödül.

 

Onu özlemişti, kahverengi gözlerinin içindeki uçsuz bucaksız denizi. Ama gerçekler acıtıyordu , bir daha hiç kırılmayacak duruma getiriyordu. İsteyeceği son şey onun yokluğuydu. Kahverengi gözleri, siyah, kısa saçları onun yaşamak için tek sebebiydi ve şimdi oyuncağı elinden alınmış bir bebek gibiydi. Adı gibi güzeldi. Adı onun inatçı ve soğuk tavırlarıyla o kadar uyumluydu ki bu ismin onun için yaratıldığına emindi. Gülüşü gibi güzel kişiliği gibi özel ve ismi gibi bir etki bırakıyordu üzerinde. Şu ana kadarki tüm şanssızlığının altın tabaklar içinde sunulmuş bir telafisi gibiydi. Hayatın onu elinden almasına izin vermeyecekti. Buna boyun eğmeyecekti, hayatın ona doğru uzattığı pençelerine. Her düştüğünde ayağa kalkacak ve onu o hale getirenlerden daha acımasız olacaktı.

 

İnşa ettiği o görünmez duvarları onun için yıkacaktı, onun için. Sonucu ne olur bilmiyordu , belki de geriye sadece kırık bir kalp ve hayal kırıklıkları kalacaktı, öncekiler gibi. Ama şu kadarcık risk alsa fena mı olurdu !?

 

Onun sorunu da buydu güvenemiyordu, o görünmez duvarları yıkamıyor içindeki bir ses onu durduruyordu. İlk adımı o atamıyordu.

 

Yaptığı şeyi biliyordu,onun canını nasıl yaktığını. Küfrediyormuş gibi söylediği sözlerin arkasında ona duyduğu hayranlık ve sevgisini bir perde gibi gizliyordu.Gizlemesinin nedeni yine kendisiyle alakalıydı, ona böyle davranmasının da .Şimdiyse yaptıklarından bir kez daha pişman olmuştu . O artık onun canını yakan biri değil yaralarını sarabilecek kahramanı olmak istiyordu. Bunun içinse evren hakkında biraz olsun bilgiye ulaşması gerekiyordu.

 

Bu düşüncelerle beraber banyodan çıkmış ve evin her tarafını didik didik aramaya başladı; gazeteleri, tarih kitaplarını ,mitoloji hakkındaki kitaplarını ...

 

Efsanelere inandığı söylenemezdi ancak en azından bu efsaneye inanıyordu. Bu efsaneye inanmasının sebebi ise içgüdüleriydi. İçgüdüleri ona asla yalan söylemezdi ,Wondar Woman'ın gümüş kementini bağladığı kişinin sadece doğruları söylemesi gibi. Şüpheleri yok değildi. Ancak içgüdülerine şu kadarcık güvenmesi fena olmazdı , en azından bu seferlik.

 

Bu düşüncelerle beraber karşılaşmayı hiç ummadığı bir şeyle karşılaştı. Eski parşömene yazılmış sayfayı incelemeye başladı. Yazılar oldukça değişik ve farklıydı ancak ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Parşömeni katlayarak arka cebine sıkıştırdı. Bu evden bu kadar eski ve değişik bir şeyin çıkacağına dair en ufak bir düşüncesi yoktu. Ayrıca parşömenin burada olmasının bir nedeni olmalıydı. Sebebi uzaklarda arıyordu ancak aslında cevap gözünün önündeydi.Cevabı bulana kadar pes etmeyecekti. O gün geldiğinde ise bir seçim yapmak zorunda kalacaktı; O mu bu mu, ölmek mi öldürmek mi, itaat mi ihanet mi ?

 

İkilemde kalacak ve kendisi için zor olan herhangi bir seçim yapacaktı. Aslında bunu ne kadar geç öğrenirse o kadar iyiydi ancak bir seçim yapmak zorunda bırakılacağının farkında değildi. Aksine bunu evreni çözmek için bir ipucu olduğunu düşünüyordu, aslında öyleydi de ancak beraberinde bir seçim yapması gerekecekti. Ama şimdi değildi.

 

Bedenini ağ gibi sarmaya başlayan mor enerji resmen onun kontrolünden çıkmaya başlamıştı ,ölümcül bir silahı yanlış kişiye doğrultmak gibi.Elleri sanki onun değil başkasınındı,gözleri sanki başkasınındı, adeta bir kuklaya benzetti kendini. Ama bu benzetme çok zayıf kalırdı. Çünkü o kukladan da öteydi.

 

Mor enerjinin getirdiği yıkım her tarafı sarmıştı, adeta insanların kabuslarından farksızdı. Mor enerjinin verdiği gücü kontrol edemiyor, ruh eşinin gücünü nasıl kontrol etmeyi başardığını ya da başaramadığını merak ediyordu.

 

Etraf zifiri karanlığa bürünmüş, gökyüzü adeta gelecek büyük yıkımın habercisi olmuş, bulutlara bakıp gülümseyen çoçukların yerini ürken çocuklar ve onları korumaya çalışan ebeveynleri yer almıştı.

 

Her yer ıssız , sokaklarda tek bir ses yoktu, adeta cenaze merasimi gibiydi. Çünkü o derinlerinde yatan canavarı uyandırmıştı.

 

Mor renkteki enerjiyi kontrol edemezse bir sürü insanın yıkımına sebep olacaktı. Durdurmak için ne yapacağını bilmiyordu. Güzel bir şey hayal ederek durdurmaya çalıştı. Ama ne yazık ki yaşamında tek bir mutlu fotoğraf karesi yoktu. İçlerinden en güzel anısı -tam olarak öyle denebilir miydi bilmiyordu-ise geçmişe dayanıyordu, tam olarak bilmediği bir tarihe. O ana odaklanmaya çalıştı, onu gördüğü anki cazibesine.

 

Bu esnada mor enerji etrafa yayılıyor, karanlık ona boyun eğiyordu.

 

Yoğun çabaları sayesinde içindeki canavarı susturmayı başarmıştı.Ancak bu içindeki canavarın hep sessiz kalacağı anlamına gelmiyordu.Bir gün gelecek ,içindeki canavarı susturamayacaktı. O zaman ne yapacaktı?

 

Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Ne zaman olmuştu ki?! Bu düşüncelerle beraber gökyüzü eski görüntüsüne kavuşmuş, adeta huzur bulmuştu. Huzur bulmayan tek kişi vardı; o da ta kendisiydi.

 

Bu yıkım derin bir etki bırakmış, binalar hasar görmüştü ve en yakın zamanda bu gerçeğin farkına varıp, onu arayacaklarına emindi, adeta sabıkalı bir suçlu gibiydi. Sabıkalı suçlulardan tek farkı içinde bir canavar barındırması ve bu canavarı yönetemediği için tehlikeli olmasıydı. Bu onu hem farklı aynı zamanda daha tehlikeli yapıyordu. Çünkü canavarların ne yapacağını kestiremezdiniz , ne yapabileceğini de .Her an boğazınıza bir kılıç doğrultabilir aynı zamanda dost canlısı davranabilirdi. Bunun nedeni içinde bir canavar barındırmasına rağmen hala bir insan yüreğine sahip olmalarıydı. Sadece yönetim yüreğinin değil içindeki canavarın etkisindeydi ve bu gün geçtikçe daha çok artacaktı, içindeki o canavarı susturmanın tek yolu ise elbette ki içindeki canavarı öldürmekti.,

 

Alecale adımlarla apartmandan inmiş sessiz ara sokaklardan birine sapmıştı. Nihayet ıssız bir yer bulduğunda rahat bir nefes almıştı. Kimsenin onu görmediğinden emin olunca güçlerini kontrol etmeye ve güçlerini ölümcül bir silah gibi kullanmaya çalışmıştı.

 

Bu gücün kendine ve çevresindekilere zarar vereceğini biliyordu. Ancak denemek istiyordu, güçlerini kullanmayı. Saat öğlen ikiye yaklaştığından, aydınlık karanlığı emiyor ve gücünü etkisiz hale getiriyordu.

 

Gücünün verdiği yıkımın sebebi ise elbette ki içindeki canavarın uyanışıydı. Ancak şimdi içindeki o canavar uykuya dalmış ve her an uyanabilecek nitelikteydi. Aynı zamanda ruh eşinin yaptıkları nedeniyle daha da güçlenmişti. Adeta enerji akımı gerçekleşmişti; ruh eşinden, ona .Bunun etkisi de gayet büyüktü.

 

Kendini daha fazla yormamaya karar verdi. Çünkü her deneyişinde gücü aydınlık tarafından emiliyor ve denemek için büyük güç sarf etmesi gerekiyordu.

 

Zaten az önce sebep olduğu yıkım yüzünden yeterince güç kaybetmişti bir de bu yüzden güç kaybederek iyice bitap düşemezdi.

 

Elleri az kalsın kana bulanacaktı ve bu isteyeceği son şeydi. Masum birinin kanı onun için çok şey ifade ediyordu. Kendisi için olmasa da en azından bir katil olmamak için yapacaktı bunu. Ayrıca hayallerini süsleyen o kadın için.

 

O gün dediği şeyleri hatırladı. O zaman anlamamıştı; bu hissi ve yaşadıklarını. Ama şimdi onu o kadar iyi anlıyordu ki onu kendisinin yerine koyabiliyordu. Ortak yanları vardı evet ama ilk defa sanki tek bedenlermiş gibi hissediyordu, ruh eşiyle.

 

Dolunay oluşan simgeye baktı. Sanki kalbine hançer saplanmış gibi bir acı veriyordu, belki de daha fazla.

 

Ayın yarısı kanla çizilmiş şekilde duruyordu. Bu simgenin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ama ayın yalnızlığı temsil ettiğini sanıyordu. O halde ayın evrelerine benzetilecek olursa bu durumda bu yalnızlığın birinci evresinin tamamlandığı anlamına geliyordu.

 

Bunun verdiği hisle iyice afallamıştı. Akşama kadar nasıl gizleneceğini bilmiyordu ama elinden geleni yapacaktı. Gerekirse insanlarla ilişkisini kesecek ama yine de tek bir masumun kanı akmayacaktı.

 

Ne yapacaktı, nereye saklanacaktı bilmiyordu. Ama yaşadığı sürece diğer insanlar için tehlikeli olduğunun farkındaydı. Bu yüzden ne yapıp edecek yine de onun yüzünden birisi ölmeyecekti , ölmesine izin vermeyecekti. Çocuklar ölümün kollarında yitip gitmeyecekti.

 

Alacele adımlarla nereye gittiğini bile bilmeden yürümüştü. Nereye gideceğini bilmiyordu sadece kalbinin sesini dinliyordu. Ayakları onu nereye götürürse oraya gidiyordu. O kadar çaresizdi ki insanlardan uzak herhangi bir yere razıydı.

 

Hava kararmaya başlamış, karanlıkta güç bulmuş, adeta ölümcül zehre benzeyen gücünü kontrol etmeyi son kez denemeye çalıştığında ise portal açmayı bilmeden hissettiği yoğun his ve duyguların verdiği güç ile açmayı başarmıştı.

 

Tam umudunu yitirecekken bu olayla karşılaşmış ve derinlerinde yeni umutlar yeşermişti. Portal şeffaf ve görünmez olmasıyla beraber oldukça ilgi çekiciydi. Portaldan içeri girdiğinde kendisine oldukça tanıdık gelen evrenle karşı karşıya gelmiş, vicudunda bazı değişimler meydana gelmişti. Karanlığa hükmeden ve etrafa korku saçan bir canavara dönüşmüştü. En azından onun tanımı böyleydi.

 

Gerekirse dağları delip geçecek ama yine de onu bulacaktı. Çünkü ona ihtiyacı vardı. Adeta beynine hücum etmiş kafasındaki soru işaretlerinin cevabını bulması gerekiyordu.

 

Karanlık ona açıklayamadığı bir huzur veriyordu. Karanlık ona o kadar tanıdık geliyordu ki onun için çoçuklarına sarılan bir anneden farksızdı , aydınlığı ise çocuğu annesinin kollarından almaya çalışan kırıcı ve kötü emeller içerisindeki birine benzetiyordu.

 

Kafasının içindeki düşünceler tek bir kelimeyi özdeşleştiriyordu; karanlık. Bir kelimeye bu kadar fazla anlam yüklemesinin nedeni resmen kendisini tek bir kelimeyle özetlemesiydi ,aynı zamanda hislerini.

 

Bu düşüncelerin verdiği ağırlık ile sakin bir yer bulmaya çalışmış ve izlenmediğine emin olmak istemişti. Ne olursa olsun her ihtimale karşı temkinli davranmalıydı.

 

Ormana doğru yöneldi. Bu ıssız orman nedense ona çok tanıdık geliyordu. Orman o günkü rüyasını-rüya denebilir miydi bilmiyordu-anımsatıyor, aynı hissi veriyordu; aynı kaybolmuşluk hissini. Bu kaybolmuşluk hissi bir ormandan ziyade psikolojik çıkmazları, inişleri ve yokuşları ile alakalıydı.

 

Ona hiç olmadığı kadar tanıdık gelmesi elbette ki raslantı değildi, sadece gerçekleri bilmenin yüküydü.

 

Ansızın yosun tutmuş kayaların üstündeki terk edilmiş ve bir kısmı yanmış evi gördü. Evin lambaları yanıyordu. Camdan baktığında gece gibi siyah saçlarını , büyük beyaz boynuzlarını görmüştü. Ama o kendisini fark etmemiş yaptığı şeyle ilgileniyordu.

 

Kapıyı tıklamış, bir umut açmasını beklemişti. Kapının açılmasını beklemek aptallık olurdu. Kapının açılmasıyla onu görmesi bir olmuştu.

 

"D..Do..Dolunay sen misin? Burada ne işin var? Bana ve arkadaşıma bir özür borçlu olduğunu hatırlıyorum."

 

"Evet size bir özür borcum var. Özür dilerim Alev, hayatınızı mahvettiğim için. İzin verirsen içeri geçebilir miyim?"

 

"Peki, affedildin."

 

Dolunay ağır adımlarla bir zamanlar yaşadığı o eve girmişti. Ev şaşılacak derecede ürperticiydi.

 

"Kafana taş mı düştü, değişmişsin."

 

"Hayır ,hep böyleydim."

 

"Nasıl?"

 

"Farklı."

 

"Anlıyorum."

 

Alev bunu söylerken sesini o kadar ince ve düşünceli bir hali vardı ki onu gerçekten anladığına emindi.

 

"Ailevi meseleler öyle değil mi?"

 

"Evet, öyle."

 

"Sezgilerim konusunda bir kez olsun yanılmak isterdim."

 

"Ben de."

 

Birisiyle aynı kaderi paylaşmak onun için oldukça farklı ve mutluluk verici bir şeydi, aynı zamanda üzücü. Çünkü bu masallardaki gibi güzel bir şey değildi. Sadece bu acıyı biriyle paylaşmanın verdiği rahatlama hissi ve anlaşılmanın verdiği mutluluk vardı.

 

"İzin verirsen kolundaki ize bakabilir miyim?"

 

Dolunay, önce bu soru karşısında afallamış sonrasında ise kararını vermişti.

 

"Tabi, bakabilirsin."

 

Alev'in elinin onun koluna değmesi onda bir kelebek hissi yaratıyordu. Adlandıramadığı bu duygu resmen beyninin yönetimini ele geçirmiş , onun güzeliği kendisini büyülemişti. İze dokununca ne kadar acısada o yanında olduğu sürece hiçbir şey önemli değildi.

 

Ardından Alev'in elindeki izi görmüştü. Aynı yara izine sahiplerdi, aynı acıya ortak olmak gibi.

 

"Bu iz ne zaman oldu?"

 

"Sanırsam öğlene doğru."

 

"Bak Dolunay, nereden tanışıyoruz bilmiyorum ama içimde öyle bir his var, sanki üniversiteden öncede tanışıyormuşuz gibi. İşin kötüsü ben sezgilerimde pek yanılmam Dolunay ve bu iz de bunu kanıtlıyor."

 

"Haklısın.Ama kötünün de kötüsü var Alev. Bunları önceden senin aksine her ayrıntısıyla bilmenin yükünü tahmin edebiliyor olmalısın."

 

"Tahmin edebiliyorum. Sandığından daha çok şey yaşadım, Dolunay."

 

"Ne mesela?"

 

"Üzgünüm, sana henüz söyleyemem."

 

"Sen bilirsin. "

 

"Seni buraya hangi rüzgar attı?"

 

"Sen."

 

"Biraz daha açabilir misin?"

 

"Seni bulmaya çalıştım Alev, bu evrende olduğunu tahmin edebiliyordum. "

 

"Güçlerinin farkında mıydın?"

 

"Hayır, sen bu evrene geçtiğinde ortaya çıktı."

 

"Benim bu evrene geçtiğimi nereden biliyordun?"

 

"Sanki içimden bir parça koparılmış gibi hissettim .Bu değişik duygunun tek açıklaması ise senin bu evrene geçtiğindi."

 

"Gayet makul bir cevap. Tüm bunları gözden geçirdiğimizde ruh eşi olduğumuz kanısına ulaşıyorum. Özellikle o simge bunu kanıtlıyor, benimkinin aynısı."

 

"Hiç unutmak istedin mi Dolunay, yaşadıklarını?"

 

"Hayır aksine ben unutmaya çalışsam da unutamadım, Alev. Hep geçmişimi unutmaya çalıştığımda daha çok hatırladım."

 

"Eziyetten farksız olmalı."

 

"Alev, bizi bekleyen tehlikenin farkında mısın? Sadece merak ediyorum."

 

"Farkındayım, zaten bunları göze alarak yaptım bunu."

 

Dolunay, Alev'in gözlerinin içine baktı. Ne kadar da güzeldi?! Bu his kelimelerle anlatılamazdı. Anlatılsa bile anlaşılamazdı. Çünkü bu his yaşanılarak öğrenilebilecek bir şeydi. Alev, gözlerini kaçırmış evin içindeki yangından kalan lekelere bakmıştı.

 

Şimdi ona her şeyi anlatırsa onda deprem etkisi yaratacak belki de söylediklerine inanmayacaktı. Söylemek ve söylememek, beyaz ve siyah, ölüm ve yaşam...

 

Bunları düşünürken ölüm ve yaşam, beyaz ve siyah, söylemek ve söylememek arasındaki ince çizgide gidip geliyordu. Her ihtimali düşünmek zorundaydı daha doğrusu zorundaydılar.

 

Hafif kırılmış cama bakarak izlenip izlenmediklerini kontrol etmek istemişti. Görünürde bir şey yoktu. Ama bu hep olmayacağı anlamına gelmiyordu. Alev, Dolunay'ın aksine gayet rahat davranıyordu. En azından Dolunay'dan daha rahattı.

 

Çünkü Alev'in kontrol edemediği güçleri yoktu aksine kendi lehine kullanabiliyordu. Ama Dolunay güçlerini kontrol edemiyor, çevresindeki insanlara zarar verme korkusuyla yaşıyordu. Alev ise onun aksine bunun için yaratılmış gibiydi.

 

"Dolunay, bilmen gereken şeyler var."

 

Alev, derin bir iç geçirdi. Onun cevabını beklemeden ağzını açmıştı ki Dolunay'ın sözleri lafını kesti.

 

"Ne mesela?"

 

"O izin bizim kanımızla yapılmış olması ,evreler tamamlandığında bizi neyin beklediği sorusu mesela. Kafamda cevapsız o kadar fazla soru var ki onların içinde boğuluyorum. Bunlar da yetmezmiş gibi iç sesim bizim gibi başkalarının da olduğunu fısıldıyor."

 

"İçgüdüler yalan söylemez, Alev. Kendimden biliyorum. Ben de o cevapsız kalmış soruların arasında boğuluyorum ve sen bana ayağa kalkmam gerektiğini tekrar hatırlatıyorsun."

 

Alev, bu cümleler karşısında afallamış, gözlerini Dolunaydan kaçırmıştı. Yeşil gözleri ona uçsuz bucaksız bir ormanı anımsatıyordu. Alev ise bir katilden daha iyisini bulabileceğini düşünerek onu kendine layık görmüyordu.

 

Alev'in hem gözlerinin ondan başkasını görmemesini isterken hem de bunları düşünmesi ne kadar da tuhaftı. Aşk denen şey ne kadar da tuhaftı. Hem insanlara gerçekleşemeyecek türde hayaller kurduruyor hem de hayal kırıklığına uğratıyordu ve bu döngü gibi ilerliyordu. Alev ise Dolunay'ın o aşk çıkmazında boğulmasını istemiyordu. Lütfen bunu söylememiş ol dedi içinden. Ne kadar gerçek değilmiş gibi davranırsa o kadar gerçek olacaktı.

 

Gerçekleri bir kuyuya atar gibi atmak, onlardan kurtulmak istiyordu. Ama bu imkansızdı, hele de gerçeklere bu kadar ihtiyacı varken. Onu kovalayan geçmişinden ve onu acıtan gerçeklerden kurtulmak için her şeyi yapardı. Prangalarından kurtularak özgürlüğe kavuşmak için yapabileceği tek şey unutmaktı. Unutmak, unutmuş gibi davranmak...

 

Bugün prangalarından kurtulup, bir kurt kadar özgür olduğu gündü. Bugün içindeki çocuğun yaraları iyileşmeye başlamıştı. Bugün onun doğum günüydü; artık bir kurt kadar özgür olan Alev'in. Küllerinden yeniden doğmuştu, bir anka kuşu gibi.

 

Onun duygularıyla oynamak,filmlerdeki kuru kafalı canavarlar gibi duygularını emerek güç kazanmak istemiyordu.Bu yapacağı son şeydi. Çünkü bunu en iyi o biliyordu , kalbi yokmuş gibi yaşamayı,duygusuzun teki olmayı .Ama bu ondan çok hoşlandığı aynı zamanda nefret ettiği gerçeğini değiştiremezdi.Sonuçta en büyük aşklar nefretle başlar.Ama o kendi nefretinin onu da yakıp kavuracağından korkuyordu.Nefreti adeta bir zehir gibiydi,çevresindekileri nefretiyle zehirleyerek kendinden uzaklaştırıyor,aynı zamanda hayatını kurtarıyordu,bencil insanlardan,duygularının katledilişinden en önemlisi de kendisinden.

 

En yakın arkadaşı Ezgi bile onu garipserken o yine etrafındaki kişileri düşünüyordu. Ezgi onun aksine dışadönük ve eğlenceli birisiydi. Küçükken Ezgi ile takılırken hep kendini yalnız hissetmişti,sanki fazlalıktan ibaret bir çöp yığını gibi.

 

Kafasını kurcalayan asıl şey onunla ilgili hisleri değildi, onun vücuduna dokunan kişilerin ya bayılması ya da ölmesiydi.İçinde tuhaf bir his vardı,bunların normal olmadığı gibi.Bunu kabullenmediği gibi yetimhanedeki görevlerin uyarılarına kulak asmamış onunla oynarken ilk defa elini tutmuş,ilk seferde bayılmış,ikincisinde zehirlenmiş,üçüncüsünde ölümün kollarına vermişti kendini.Ama hayat onun yaşamasını sağlayarak aslında ona ceza vermişti.İçinde büyüttüğü nefretten daha zehirli olan tek şey onun vücuduydu.

 

"Kafanda ne var?"

 

"Hiç, hiçlikten oluşan bir yığın düşünce."

 

"İzin ver,o hiçliğin seni yutmasına engel olayım."

 

Masa adeta sessizliğe büründü, cenaze merasimi gibi.

 

"Üzgünüm , bu hiç bir zaman olmayacak ve biz hep iki arkadaş olarak kalacağız. "

 

Masaya vurduğu yumruk şiddetli olmasıyla beraber kırıcıydı da. Hedefine saplanan bir ok gibi Dolunay'ın kalbini delik deşik etmişti. Bu onun lanet olası savunma mekanizmasından ibaretti. Ama kendini konfor alanının içinde tutarken diğerlerini zehirliyordu, nefretiyle, nefretten oluşan bir zehirle. Yeterince zehirlenmemiş miydi zaten, gerçeklerle, ailesininin tutum ve davranışlarıyla... Demek ki aşkta da kaybedecekti, ne beklerdi ki kazanmasını mı !? Bu hep bir hayalden ibaret olacaktı, en azından şimdilik.

 

Alev, yan odaya doğru giderken ona yetişmeye çalışarak "Bekle" dedi soluk soluğa.

 

"Neden? "

 

"Bu senin çok kullandığın savunma mekanizman değil mi? Kendini aşktan da korumaya çalışmana şaşırmazdım zaten. "

 

"Şaşırma zaten , ayağını denk al."

 

"Hâla anlamıyor musun, insanları nefret denen savunma mekanizmanla zehirli yorsun. "

 

"İlk defa seninle aynı fikirdeyim. Üzgünüm, seni nefretimle zehirleyemezdim, buna hakkım yok. "

 

"İkimizde istiyorsak neden olmasın, bu kural denen şeyleri yıkmanın zamanı çoktan gelmemiş miydi? "

 

"Sadece bir şans, lanet olasıca bir şans. "

 

Sadece bir şans o kadar çok şeyi ifade ediyordu ki onlarca satırlık bir metin bile bunu bu kadar iyi anlatılamazdı.

 

Birbirlerinin kaderleriyken hep aşktan kaçınmış- en azından Alev kaçınmıştı-ama aşk yine dönüp dolaşıp onları bulmuştu. Onların kaderi zaten yazıl imıştı, onların sadece rollerini canlandırmaları gerekiyordu, bir film çekimi gibi.

 

... 

 

Aniden oluşan simgeyle iyice afalladılar. Yalnızlığın ikinci evresi resmen tamamlanmıştı. Bunu bilmenin verdiği tedirginlikle göz göze geldiler.

 

"Acaba aynı şeyi mi düşünüyoruz ? "

 

 

 

 

-Devam Edecek-

Loading...
0%