@yalnizpluton
|
1.Bölüm:
Bir acını içinde yaşamanın ne demek olduğunu bilir miydiniz? Ya da bu acıyı sonsuza kadar yüzünüzde taşımanızın, üstünüze ve omuzlarınıza fırlattığı yükleri ve karanlıkları. Peki, insanların sırf yüzünüzde bir yara izi var diye sizinle konuşmaya hatta yanınıza yaklaşmaya korktuklarını hissetmiş miydiniz? Ben Melek Aksoy, aynı zamanda canavar, aynı zamanda yüzü yarık, aynı zamanda asosyal Melek, aynı zamanda kardeşinin gözünde tuhaf. Ve daha nicesiydim ben toplum önünde. Sadece yüzümde bir yara izi var diye bana tuhaf bakan ve benden korkan erkek kardeşim, gittiğim lisedeki insanlar, yoldan geçerken yüzüme bakan ve kendilerinin kusursuz olduğunu sanan insanlar... Hepsi benden korkardı. Kimse konuşmaya bile cesaret edemezdi. Bu yüzden de arkadaşım olmazdı benim. Kitaplar hariç. Onlar sizi dışlamaz, onlar sizi incitmez, onlar sizi yüzünüzdeki yaraya ya da kusurlarınıza göre toplum içinde ayrıştırmaz. Onlar benim en iyi arkadaşımdı. Her daim yanımda olan, onlardan ayrı kalamadığım, bana huzur veren tek kaynaktı. Babam ve kardeşimin mutluluğundan sonra tabi. Şimdi sorarsanız, "Nasıl oldu bu yaralar?" diye; benim vereceğim cevabımı geçmiş, sizlere seve seve fısıldar. Melek 7 yaşındayken: Yaşıtındaki kızlara göre fazlasıyla güzel bir yüze sahip olan Melek'in dostu kadar düşmanı da vardı. Daha küçük olmalarına rağmen sınıfında onun yüzünü kıskanıp ona kurulanlar olurdu. Bazıları ise onunla arkadaş olabilmek için kendi arkadaşlıklarını bitirip onunla arkadaş olurlardı. Yine böyle bir günde, gittiği hem anaokulu hem de ilkokulu olan okulunda başından geçeceklerden habersiz annesinin elini tutmuş, beraber merdivenlerden çıkıyorlardı. Her gün yaptıkları gibi Melek annesinin güzel yanaklarından öptü, ona sarıldı ve ayrıldığında annesine el sallayıp sınıfına gitmek için okul binasına doğru adımlarını attı. İkinci tenefüsüne çıktığında Ecem diye bir kızın ablası ve onun arkadaşları, okulun arka duvarında Melek'i sıkıştırdılar. Melek daha ne olduğunu anlamadan Ecem'in ablası yerden bulduğu büyük bir taşı, önce Melek'in kafasını duvara yaslayarak yüzünde sağa sola sertçe sürtmeye başladı. Ardından o taşla karnına ardı ardına sertçe vurdu. Bütün bunlar olurken Melek, çığlık çığlığa acının uçsuz bucaksız uçurumunda süzülürken büyüyünce aynalara küseceğinden bir haberdi. O gün orada, okuldan yüzü gözü kan içinde kalmış Melek ve çocuk psikiyatrisine giden Ecem'in ablası vardı. Melek hemen hastaneye kaldırılmış, Ecem'in ablası da reşit olmadığı için hakkında herhangi bir hukuksal işlem başlatılamamıştı. Ona, Ecem'in ablasına, herhangi bir zarar gelmezken; Melek'in yüzünden ve karnından akan kanla beraber ruhu vücudundan sökülüp atılmış, yüzünde boylu boyunca uzanan büyük bir acının eseri sonsuza kadar kalacak şekilde yerini edinmişti. Okula gitme günü geldiğinde minik Melek, sabah annesine ağlayarak korktuğunu söylemeye ve titremeye başladığında babası taiınma kararı alarak İzmir'den İstanbul'a yerleşmişlerdi. Artık Melek'in ne konuşabileceği ne de arkadaşlık edinebileceği bir yaşıtı olacaktı. Yaşayan bir ölü gibi hayatını sürdürecek; içindeki mutluluk duygusu yerini karamsarlığa, umutsuzluğa ve çeşitli psikolojik sorunlara terk edecekti. Her hatanın bir bedeli olurdu. Fakat benim bedel ödememe neden olan şey, gerçek bir hata mıydı?..
Mehabalaar Bu kitabı ben yayınlıyorum. Bir çalıntı söz konusu dahi değildir sadece ilk açtığım hesabıma şu an giremiyorum ve benzer bir hesap oluşturarak bu hikayeyi yeniden buradan yazacağım. Okuyanlar için teşekkürler... |
0% |