@yalnizpluton
|
6. Bölüm:
Ruhum kanıyordu benim fakat kimse yardım eli uzatmıyordu. Kanları durdurmaya çalışmıyorlar aksine ruhumun her bir parçasına usanmadan bıçaklar saplamaya devam ediyorlardı. Kan kaybından ölebileceğimi göz ardı ederek. Elimde tuttuğum çocukluğum baktım. Kalan tek umuduma, tek yardım eline, tek hatırama. Annemden kalan tek iyi ve canlı hatırama. Artık canlı değildi. Sahadan yanımıza koşarak gelen Aras; Özgür'e bir tekme savurarak onu yere ittirmiş ve üstüne çıkmış, suratına yumruklar indirmeye başlamıştı. Diğerleri onu Özgür'ün üstünden çekmeye çalışırken Aras hala yumruklamaya devam ediyordu. Özgür'ün tanınmayan suratına çevirdim boş bakışlarımı. Ardından sersemlemiş bedenine baktım. Bir anda ayağa fırlayıp Aras'ı ittiren ben olduğum. Özgür'ün yanında ben yer aldığımda hızla ona tekme atmaya başladım. Bir yandan öfkeyle küfrederken diğer yandan "Neden?" diye bağırıyordum. İyice sersemlemiş bedenini, beni durdurmaya çalışan kolları umursamadan yüz üstü çevirdim ve ellerimi saçlarına geçirerek anlını yere vurmaya başladım. Bedenimi saran kollar hareketlerimi kısıtlasa da durmadım ve tekrar tekme atmaya başladım. Hala bağırırken bir anda havaya kaldırıldım ve Özgür'den uzaklaştırıldım. "Bırak!" diye bağırdım arkamda beni tutan kişiye. "Bırak dedim, bırak. Geberteceğim onu! Geberteceğim, bırak!" Karnımdaki kollar sıkılaşırken çırpınmaya devam ediyordum. En sonunda pes ettim ve yere çöktüm. "Bırak..." diye mırıldandım fakat bırakmak yerine etrafımdaki kollar sıkılaştı ve o da benimle birlikte yere çöküp sırtımı göğsüne yaslamama izin verdi. Titreyen ellerime baktım. Kan vardı onlarda. Ölen çocukluğumun kanı. Ölen umudumun kanı. Arkamdakinin sıcak nefesini boynumda hissettim, ardından sesi kulaklarıma ulaştı. "Sakin... Sakin ol Melek... Sakin..." Bal Gözlü'nün sesiydi bu. Anında gözlerim dolarken konuştum. "Bal Gözlü?.." ona kendi içimde bulduğum isimle seslenirken biraz durakladı. "Melek..." diye boynuma doğru mırıldandığında gözlerimi kapattım. "Gitti Bal Gözlü... Koruyamadım ben onu. Canım yanıyor... Aras çok canım acıyor..." diye mırıldandığımda kollarının daha da sıkılaştığını hissettim. "Geçecek Melek... Geçecek..." Saçlarımı okşamaya başlamasıyla kafamı iki yana salladım. "Geçmiyor Aras... O kadar uzun süredir geçmiyor ki iyileşmek nedir onu unuttum ben." dediğimde yutkunduğunu hissettim. Hala arkadan darbe sesleri geliyordu. Neler olduğunu bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Gitmişti kulaklığım. Kırılmıştı. Eve giderken müzik dinleyemeyecektim, okula gelirken müzik dinleyemeyecektim. Yoktu artık, beni seven annem de gitmişti kulaklığımla birlikte. Beni hiç sevmeyen annem de gitmişti. Bal Gözlü ayağa kalktı ve beni de kendisiyle birlikte kaldırdı. Hocalara haber uçmuştu kesin. En kısa zamanda disiplin kurulurdu. Gerçekleri söyleyemezdim, yapamazdım. Dedikodu çıkarırdı, okul hayatım bu sefer yok olurdu. Belime sarılıp beni yanına çekti. Kolum onun beline giderken bir eliyle de gözlerimi kapattı ve beni okulun kantinine getirdi. Rastgele bir sandalyeye kendimi attığımda yeri izlemeye başladım. Hemen koşup kantinden bir su aldı ve yanıma gelip önümde diz çöktü. Suyu açtı ve bana uzattı. Elinden alıp bir yudum içtiğimde bakışlarım hala yerdeydim. Su şişesini elimden alıp kapattı ve yanımdaki masaya koydu. Bana alttan alttan bakarken gözlerim doldu. "Kimse yok burada." dedi bana bakmaya devam ederek. "Ağla, ağlayabilirsin Melek. Ben varım bir de kantinci. Ama o seni görmüyor. Şayet benim de seni görmemi istemiyorsan giderim yanından." dediğinde kendimi tutmayı bıraktım ve ellerimle yüzümü kapatıp sessizce ağlamaya başladım. Yanıma bir sandalye çekip oturdu ve kuş tüyü kadar hafif bir dokunuşla elini dizime koydu. Ağlamaya devam ederken derin bir nefes aldı. Bu sefer saçlarıma gitti elleri. Dokunmasına izin verdim. Eli saçlarımı okşarken ağlamamın yavaşladığını fark ettim. "Eve gitmek ister misin? Müdürden izin kağıdı alabiliriz." kafamı aşağı yukarı salladım ve kızarmış gözlerle ayağa kalktım. Hemen yanımda belirdiğinde düşmemden korkar gibi tetikte durduğunu fark ettim. Yavaş adımlar atarak kantinden çıktık. Koridora ulaştığımızda bana döndü bakışları. Gözlerimi gördüğünde bakışlarına acının oturduğunu fark ettim. Boyuma kadar ulaşabilmek için önümde eğildi ve dikkatle gözlerime baktı. "Ben şimdi müdürün yanına gidiyorum." diye yumuşak ve sıcacık bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Sen burada beni bekle, bir izin kağıdı alıp hemen geliyorum. Hiçbir yere ayrılma." dediğiyle yavaşça başımı salladım. Tekrar dikeldi ve merdivenlere doğru ilerledi. Arada bir bana baktığını hissedebiliyordum. Ama burada duracaktım işte. Hiçbir yere gitmeyecektim. Benden giden gitmişti zaten. Benliğimi de terk etmemin bir anlamı yoktu. Bal Gözlü'nün yanıma koşarak geldiğini gördüğümde onu orada belki on dakika beklemiştim belki de yarım saat. Zaman kavramı o an benim için durmuş gibiydi. Yüzüme baktı ve kolunu tekrar belime sararak beni bahçeye çıkarttı. Öğrenciler bizi o halde gördüğü an fısıldaşmaya başlamıştı. Ama o an umursamadım. Kapıya geldiğimizde uzun süredir yerde olan bakış açıma bal gözler girdi. Gözlerime bakabilmek için eğilmişti ve yüzümün hizasına gelmişti. “Birazdan baban gelecek Melek. Müdür babanı aradı. Tamam mı?” Kafamı yavaşça salladım. Bana baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından dudakları bir şey söylemek için aralandı fakat sonra vazgeçti. Önümüzde hızla duran babamın arabasına baktık. Babam aceleyle arabadan indi ve koşar adımlarla yanıma gelip ellerimi tuttu. “Melek, kızım ne oldu? Acil dediler.” Elini yanağıma değdirdi, ardından da alnıma. “Kızım, bembeyaz olmuşsun. Bir şey söyle Melek’im...” Bir süre sonra bakışları yanımdaki Aras’a döndüğünde kaşlarını çattı. “Sen kimsin delikanlı?” Aras hemen ellerini önünde birleştirip karnına doğru yerleştirdi. “Aras efendim, ben. Melek’i buraya getirdim. Müdüre haber ben verdim.” Babam Aras’a bakıp minik bir tebessüm sundu ve elini omzuna atıp sıktı. “Abi yeterli evlat. Sağ olasın, kızıma yardım etmişsin.” “Estağfurullah abi. Ne demek.” Aras kısık sesle konuştu ve bana kaçamak bir bakış attı. “Baba... Eve gidebilir miyiz?.. Lütfen.” Mırıldanarak konuştuğumda babam hemen bana döndü ve kolunu omzuma sardı. “Gidelim kızım.” dediğinde arabaya doğru ilerleyecektik. Fakat durdum ve Bal Gözlü’ye baktım. Gözlerinde endişe ve saf öfke vardı. Birincisinin benim için olmasını diledim. “Bal Gözlü?..” Mırıldandığımda babam durdu ve önce bana ardından Aras’a bakıp kaşlarını çattı. “Melek...” Fısıldayan Aras’ın sesi duyulmuyordu ama dudaklarından anlaşılıyordu. Ona baktım ve burukça minik bir tebessüm sundum. “Her şey için teşekkürler.” Ne diyeceğine bakmadan arkamı döndüm ve babamla arabaya doğru ilerledim. Babam beni ön koltuğa oturttu ve eğilip kemerimi bağladı. Koşar adımlarla arabanın önünden dürücü koltuğuna doğru ilerledi ve arabaya bindi. Kendi kemerini de taktıktan sonra bana baktı. “Melek. Neler oluyor kızım?” diye sert ve sorgulayıcı bir sesle konuştuğunda yutkundum. “Baba? Sonra konuşsak, olur mu?” Bana bir kez daha baktı ama sonrasında uzatmadan önüne döndü. Derin bir nefes aldı ve arabayı çalıştırdı. Kapıda bizi izleyen Aras’a çevirdim gözlerimi. Benim ona baktığımı gördüğünde minikçe gülümsedi ve elini havaya kaldırıp salladı. Buna karşılık elimi cama yasladım ve gözlerine baktım. Kavislenen adem elması ve mutsuz gözleriyle onu geride bıraktık ve eve doğru ilerledik. Başımı cama yasladım ve yolun kenarından geçip gidenlere baktım. Geçip gidenler... Hep geçip gidenler. Her şey gelip geçiyordu hayatta. Fakat ben neden bunu hissedemiyordum? Gelip geçmiyordu her şey. Geliyor ve beni parça parça yakıyordu. İçimde kocaman bir ateş vardı, beni kül edene kadar sönmeyecek olan. Ve ben en kurak yerlerde mahsur kalmış zararlı bir ruhtum. O ateşi söndürebilecek bir suyum veya su kaynağım yoktu. Gergin bir sessizlik vardı arabanın içinde. Sadece nefes seslerimiz ve babamın sık sık tedirgin iç çekişleri duyuluyordu. Sonsuzluk gibi gelen o yoldan sonra eve geldik. Kapıyı açtım ve yavaşça inip kapıyı kapattım. Yanıma gelen babamla eve doğru ilerledik. Ellerim çantamın kollarını sıkıyor, titriyordu. Annemin tepkisi, Uraz’ın soğukluğu, babamın soruları... Her şey kötü gidecekti. Babam kapıyı açtı ve ayakkabılarını çıkarttı. Ben de arkasından içeri girdim ve çantamı askıya astım. Kapıya koşarak gelen annem bizi görünce kaşlarını çattı. “Yine ne oldu? Bunun hali ne Murat?” Annem öfke içinde konuştuğunda babam işaret ve baş parmağıyla burnunun kemiğini sıktı. “Aslı...” Annem susmadı. “Yine ne bela açmış başına? Yetmedi mi zaten yaptıkları? Bu sefer ne yaptın?” Bana baktı. “Yoksa şimdi de birini mi dövdün?” “Aslı!” Babamın tok ve sert sesiyle bakışlarımı yerden anneme çevirdim ve onun resmen afalladığını fark ettim. “Melek neden birini dövsün! Kafayı mı yedin?” Beni gösterdi ve tekrar anneme baktı. Annem susmuş ve bir babama bir bana bakıyordu. “Kızın halini görmüyor musun? Birini döven insan böyle mi görünür? Kızın eli ayağı titriyordu yanına gittiğimde. Bu bembeyaz hali bile onu ilk gördüğüm halinden daha iyi. Kendine gel!” Babam beni savunduğunda annem inanamıyormuş gibi bir nefes verdi. Onlar kavga ederken yavaşça odama doğru ilerledim. Kapımın önüne geldiğimde içeri girdim ve kapıyı kilitledim. Odama bakarken çantamı kolumdan yere doğru attım. Yatağıma doğru birkaç sarsak adım attım. Yere baktım ve yatağımın yanında yere çöktüm. Boşluktaydım. Beynim buz kesmişti sanki. İçimdeki minik Melek ölmüştü. Ruhum ölmüştü. Tekrar etrafa baktım ve başımı salladım. Hemen ayağa kalktım ve çekmecemi açtım. İçinden bir makas aldım ve bileğime dayadım. Yorulmuştum. Her defasında boş boş çabalayıp yere düşmekten. Yorulmuştum, güçlü gibi görünmeye çalışmaktan. Yorulmuştum bu ucu bucağı görünmeyen karanlık dünyadan. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Bu, güzelce içime çektiğim son nefesti. Bu, yaşadığım son acıydı. Artık her şey meçhulde kaybolacaktı. Acılar limanından gemimin halatını çözmüş ve okyanusa çevirmiştim rotamı. O okyanustan da dönmeye niyetim yoktu. Makası bileğime bastırdım ve makasın yavaşça derimi yardığını hissettim. Neden canım yanıyordu? Ölmek isteyen bendim. Neden birine, neden birilerine ihanet ediyor gibi hissediyordum? Telefonuma gelen bildirim sesiyle irkildim ve elimdeki makası yere düşürdüm. Birkaç saniye orada durdum ve yatağımın üstüne attığım telefonuma baktım. Ardından yavaş adımlarla yatağıma yaklaşıp elime telefonumu aldım. Ekranını açtığımda kayıtlı olmayan bir numara gördüm. “Okyanus ağlayarak kumsala acı çektirmemeli.” Gelen mesajla kaşlarımı çattım. Whatsapp’a girip numaranın üstüne tıkladım fakat herhangi bir isim çıkmadı. Profil fotoğrafı da görünmüyordu. Kimdi bu? Bileğimin sızlamasıyla derin bir mefes aldım ve banyoma girdim. Dolaptan bir bandaj aldım ve bileğime sarıp kazağımın koluyla gizledim. Koşarak yatağıma ilerledim ve telefonuma tekrar baktım. Whatsapp’a girdim ve cevap yazdım. “Kimsin?” Anında görüldü ve hemen cevap yazmaya başladı. “Sakin, Bal Gözlü’yüm ben.” Hemen gözlerimi büyüttüm ve cevap yazdım. “Ne?” “Gerçekten sen misin?” “Numaramı nereden buldun?” “Aras, cevap versene.” Elimi ağzıma götürdüm ve tırnağımın kenarını kemirmeye başladım. “Evet benim.” Cevap geldiği gibi ekrana odaklandım. “Numaranı müdürden aldım. Zorladı biraz ama olsun.” Cümlesinin sonunda göz kırpan emoji vardı. Bu sebepsizce ufakça gülümsememi sağlarken yeni bir mesaj bekledim. Kısa bir süre bir şey yazıp sildi sürekli. Ardından bir mesaj attı. “Bal Gözlü yok mu?..” Yatağa oturdum, parmaklarım mesaj yazmaya başladığında içimde ona taktığım ismi yadırgamamasının hoşnutluğu vardı. “Bu isimden hoşlanmazsın diye düşünmüştüm.” Hemen kişi ayarlarına girdim ve Aras’ı kaydettim. “Bal Gözlü” Gülümseyerek ismine baktım ve gelen mesajla tekrar uygulamaya girdim. “Hoşlanmaz mıyım? Hayatımda duyduğum en güzel takma isim olabilir bu Melek.” Gelen mesajla yanaklarım yanmaya başladı. Cevap yazmadım ve onu kaydettiğimde görülmeye başlanan profil fotoğrafına tıkladım. Fotoğraf blurluydu. Ama Aras’ın dalgalı saçları ve siyah kapüşonu belli oluyordu. Arkasında bir sokak vardı ve bu sokağı sadece turuncu bir lamba aydınlatıyordu. Elini saçlarına atmış ve başını biraz yere eğmişti. “İyi misin?” Mesaja hemen tıkladım ve bir cevap düşündüm. Gözlerim bandajlı bileğime kaydı ve yutkundum. “İyiyim.” Uzun bir süre cevap yazmadı. Yazıyor olarak görüldüğünde yatağımın başlığına yaslandım ve bağdaş kurdum. “Sana vuracaklarını gördüğümde kan beynime sıçradı. Benim yüzümden şimdi disiplin kurulu toplanacak. Ama merak etme. Babam okula resmen para yediriyor. Ben onu ikna ederim, başına hiçbir şey gelmez.” Burukça gülümsedim. “Sorun değil. Kendini suçlamana gerek yok. Benim de Özgür’e vurduğumu gördüler.” “Hayır, sorun. Benim yüzümden senin canın yanamaz. Anladın mı?” Yutkundum ve balkonuma baktım. “Gitmeliyim. Sonra konuşuruz.” Bana cevap yazana kadar mesaj sayfasında bekledim. “Ağlama sakın. Gözlerine ağlamak değil gülmek yakışıyor. Hatta gözlerinin kısıldığı türden. Okyanuslarının suları duruluyor sanki sen gülünce. Ağlama; hırçın denizler karaya, kumsala da zarar verir. Ağlama, okyanus dalgalanır. Ağlama Melek, ağlama olur mu?” Cevap yazmadan uygulamadan çıktım ve telefonu kapattım. Tekrar balkonuma baktım ve oraya doğru ilerledim. Gözlerim yerdeki kanlı makasa takıldığında omurgamdan aşağı inen bir ürperti hissettim ve hemen makası yatağımın altına ittirdim. Balkonuma girdiğimde burnuma değen kitap kokusuyla derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Balkonumun üç duvarında da kitaplık vardı. Hepsi kitaplarla doluydu. Balkonumun cam korkuluk kısmı boydan boya siyah camla kaplıydı ve dibinde, yerde de kitaplar vardı. Tavandan aşağıya yeşil sahte sarmaşıklarımı sarkıtmıştım ve köşede beyaz minik bir armut pufum vardı. Diğer köşede de elektro ve klasik gitarım. Balkonumda sarı led ışıklarımı kullanıyordum ve burası her zaman buram buram kitap kokardı. Pufuma ilerleyip oturdum ve battaniyemle üstümü örttüm. Başımı geriye doğru yasladım ve tavanı izlemeye başladım. Kendimden ve yapacaklarımdan korkuyordum. Az önce neredeyse intihar edecektim. Bal Gözlü olmasaydı... Derin bir nefes daha aldım ve dizlerimi kendime çektim. Bu yaptığım kendi içimde verdiğim söze bir ihanetti. Güçlü olmalıydım, pes etmemeliydim. Ama o an içimde belirmiş bir canavara boyun eğmiştim. Korkak bir canavara. Bal Gözlü olmasa meçhulde kaybolacak gemim, kaybetmiş bir benliğim olacaktı. Ama hissedebiliyordum. Bal Gözlü halatları bu limana sıkıca bağlamıştı ve çözülmelerine imkan yoktu.
Merhabalaar Bölüm geç geldi biliyorum ama okula gidiyorum ve ders çalışmaktan vaktim kalmıyor Bu yüzden özür diliyor ardından da okuduğunuz için teşekkür ediyorum Sizleri seviyorum öpüldünüz💌🎀
|
0% |