@yaren_yasar11
|
"Gece gece kim arıyor kızım seni?" dedi abim. "Askeriyeden arıyorlardır abi. Ne bilim ben yada yuvalardan birinde sorun çıkmıştır. Yiğit telefonumu uzatır mısın?" dedim. Yiğit kafasını sallayarak telefonu bana uzattı. Telefona baktığımda özel numaradan bir arama yapılıyordu. Kaşlarımı çatarak telefona baktım. Beklemen açtım telefonu. "Alo." dedi. Ses değiştirici kullanıyordu ve bu beni iyice işkillendirdi. Ses kaydını açtım. "Kimsiniz?" dedim. "Kim olduğumu sana söylemeye yüzüm yok Yaren. Senden özür dillerim. Bunu sana anlatmam gerekiyor çünkü senin acı çekmene dayanamıyorum." dedi. "Kimsiniz siz? Lütfen söyler misiniz?" "Söyleyemem. Senin hayatını mahvettim ben. Beni af et Yaren. Yalvarırım af et beni." dedi sustu birkaç saniye. "Benim sana olan aşkım yüzünden senin hayatını mahvettim ben." "Ne yaptığınızı söyler misiniz?" "Gökhan yaşıyor Yaren." dedi. Gözlerim kocaman oldu. Ne dediğini algılayamadım. On sekiz harflik bir cümle beni şoka sokmaya yetmişti. "Ne?" diye bir tepki verebildim en sonunda. Ama telefonda gelen cevaptan korkuyordum. "Özür dilerim. Senden çok özür dilerim. Ben sana çok aşıktım Yaren. Unutursun sandım onu. Atlatırsın sandım. Ama bu gün tam tamına on beş yıl oldu unutamadın Yaren. Ben kendime yeni hayat kurdum. Hastayım ve yakında öleceğim Yaren. Yalvarıyorum af et beni." dedi ve telefonu kapattı. "Alo!" diye bağırdım ama cevap gelmedi. "Mavi ne oluyor?" dedi Yiğit. Ona bakmadan ayağa kalktım. "Abim nereye?" "CEHENEMİN DİBİNE! PEŞİMDEN GELENİ SİKERİM." diye bağırdım. Ayakkabılarımı giyip koşarak dışarı çıktım. Koşarak mezarlığın oraya gidecektim. Koşarak merdivenleri indim. Aklımda telefondaki kişinin sesi yankılanıyordu. "Gökhan yaşıyor Yaren." Mezarlığa gidene kadar aynı ses kafamda yankılandı. Mezarlığın içinde koşarak Gökhan'ın mezarına gittim. Başında dizlerimin üzerinde çöküp ellerimle mezarı kazmaya başladım. Kazarken egildigim anda kafamı sertçe taşa çarptım. "Mavi dur. Ne yapıyorsun?" diye bağıran Yiğit'in sesini duymamazlıktan geldim. Mezarı kazarken ellerimi kestim. Arkamdan Yiğit bana sarıldı. "BIRAK!" diye bağırdım. Kollarında çırpındım. "Bırakmam." dedi. Kollarında çırpınıp kurtuldum ve kazmaya devam ettim. Yiğit bana bir şeyler söylüyordu ama ben onu dinlemiyordum. Beni durdurmaya çalışıyordu ama durmuyordum. Mezarı kazıyordum sadece. "Mavi dur. Lütfen dur." "Yok Yiğit yok. Nerede Yiğit Gökhan? Nerede Yiğit?" dedim ve biraz daha kazdım. Tahtalara denk geldim bir süre sonra. Ben tahtaları çektim hemen. Ama mezar bomboştu. "Hayır. Hayır. Hayır. Nerede nerede? Nerede Yiğit Gökhan? Abi nerede Gökhan? Nerede Ateş? NEREDE LAN NEREDE?" "Sakin ol. Sakin ol Mavi." dedi Yiğit. Göğsüne çekti beni. Sıkı sıkı sarıldı bana. "Nerede Yiğit? Ben acı çekerken o nerede Yiğit? Hiç mi merak etmiyor lan? Hiç mi? Kızgın mı bana Yiğit? Kurtarmadım ona kızgın değil mi bana? Nefret ediyor benden. Nefret ediyor kesin benden. Gelirdi o. Nefret etmese benden gelirdi." "Ne nefret etmesi Mavi? Senden nefret falan etmiyor tamam mı? Aklından çıkar onu. Çok seviyor o seni." "NEREDE LAN O ZAMAN?" diye bağırarak ayağa kalktım. "Ben gidiyorum. Yalnız bırakın beni. Lütfen gelmeyin peşimden." dedim ve yine koşarak çıktım mezarlıktan. Gökhan'ı kaybettiğim o uçurum kenarına tekrar gittim. Aklımda tek bir soru vardı. Geriye kalan sorular benim sikimde bile değildi. Gökhan neredeydi? Tepeye gittim hızlıca. Ağacın dibine oturdum. Bacaklarımı kendime çektim. da sardım bacaklarıma. Kafamı da dizlerime gömdüm. Ağlayamazdım çünkü yağmur yağmıyordu. Titriyordum. "Ağlama Mavi. Sakın yapma bunu." diye kendimi uyarıyordum. "Yağmurun yağmasını bekle Mavi." "Abim." dedi Can abim. "Gidin. Lütfen gidin." dedim. "Mavi tek başına kalamazsın." dedi Yiğit. "Zeze'm" dedi Ateş. "Benim tek kalmam lazım. Kendime geleyim bırakın beni" dedim. "Kalamazsın." dedi Yiğit. Ayağa kalktım ve yürümeye başladım. "Ben nefes alamıyor gibi hissediyorum. Nerede? Niye bulmadı bizi?" dedim. Başım dönüyordu. Gözlerimi yumdum ve bayıldım. Yiğit'in anlatımıyla "Mavi'm" diyerek düşmek üzere olan Mavi'yi kucağıma aldım. Ateşler içinde yanıyordu. "Mavi bana bak." diyerek yüzüne yavaş yavaş vurdum. Ama kendine gelmedi. "Ateş acil arabayı getir hastaneye gitmemiz gerekiyor. Yanıyor resmen. Çok ateşi var." dedim. Ateş kafa sallayarak koşmaya başladı. Mavi'nin peşinden araba ile gelmiştik. Yoksa Mavi'ye koşarak yetişme şansımız sıfırdı. "Oğlum kimin ile konuştu bu kız?" dedi Can. "Ne bilim lan ben? Ama artık yaşadığımı biliyor. Daha kötüsü ondan nefret etiğimi düşünüyor." "Ne yapacağız? Söyle ona." "Yapamam." "Yap Gökhan. Kardeşimin haline bak lan. Ellerine bak Gökhan. Senin mezarını kazarken oldu Gökhan bunlar. Hastaysa da bizim yüzümüzden. Kız uyuyamıyor Gökhan. Kâbusları bırakmıyor peşini. Dayanamıyor oğlum kız. Bizim ondan bir hayat çalmaya ne hakkımız var? Oğlum yeter. Mavi yerine ben olsam yemin ederim bu kadar güçlü kalamazdım. Mavi tek bir şey istiyor oğlum. Seni istiyor. Sende aşıksın ona değil mi?" "Çok." dedim dolu gözlerimle. "Mavi acı çekiyor Gökhan görmüyor musun?" "Abi. Yapamam. Elif'in yüzünden başımızda bir ton bela var." dedim ve Ateş'in arabayı getirmesiyle konuşmamız yarıda kaldı. Hızlıca Mavi'yi arabaya taşıdım. Kucağımdan indirmeden arka koltuğa geçtim. Ben biner binmez Ateş de arabayı çalıştırdı. "Hastanenin çoğu yeri beyaz Yiğit." dedi Ateş. Ateş bana hayla Yiğit diyordu. "Farkındayım ama gitmek zorunda ateşi çok fazla. Hem karnı ve başı da ağrıyordu. Ara ara öksürüyordu." dedim. "Tamam ama krize girebilir kendine zarar vermeye çalışıyor her seferinde." dedi Can. "Hastanede uyanmadan eve götürürüz." dedim. "Biz Mavi'nin ailesi değiliz. Bir bok yapamayız." dedi Ateş. "Ne yapalım Ateş? Bizde o uyandıktan sonra gözlerini kapamasını söyleriz." dedi Can. Mavi'nin yüzünü izlemeye başladım. Zaten fazlası ile açık tenli bir kızdı ama şu anda daha da beyazdı. Kim aradıysa Mavi'yi yıkmayı başarmıştı. Mavi'nin şortunun cebindeki küçük cüzdana takıldı gözlerim. Yanından ayırmamış mıydı bunu? Tek elimle Mavi'yi tutarken aldım cüzdanı. Kimliğini çıkarmam gerekiyordu. Acil hastaydı ama büyük ihtimal hastanede yatardı. Başının arka kısmına dokunurken elime gelen ıslaklığa baktım. Elime bakınca bunun kan olduğunu fark ettim. "Ma-mavi'nin kafası kanıyor." dedim kekeleyerek. "Ne?" dedi Can. "Bayılırken kafasını vurmadı ki." dedim. "Mezarlıkta vurdu kafasını." dedi Ateş. "Ve sen bunu bize söylemedin!" dedim sinirle. "Bez verin!" dedim Can'a doğru. Ateş bileğine sardığı bandanayı ağzı ile çözüp verdi. "Nereye vurdu kafasını?" dedim. "Senin mezarına." dedi. O da telaşlıydı. "Bayıldı ama oğlum bayıldı." dedim. "Tamam geldik." dedi. Hastanenin kapısında direkt Mavi ile beraber ayaklandım. Hızlıca içeri girdik. Mavi'yi sedyeye yatırdım. Elini tutarken onu götürdüler. Kapının yakınındaki bir duvara çöktüm ve beklemeye başladım. Elimdeki Mavi'nin cüzdanına baktım. Cüzdanı normalde erkeklerin kullandığı üstünde askeri desenler olduğu bir cüzdandı. Bende aynı cüzdanı kullanıyordum. Bu cüzdanı kullanmasının büyük bir sebebi cüzdanın cebe sığıyor olmasıdır. Çünkü Mavi çanta taşımaktan nefret ediyordu. Balo günü çantasına atığı öldürücü bakışları görünce kendimi gülmemek için zor tutmuştum. Daha sonra içimdekine engel olmayarak cüzdanını açtım. Bir fotoğraf vardı. Beşimizin yan ayna çekildiği bir fotoğraf vardı. Fotoğraf ile aynı yerde ise Mavi'nin kopan bilekliği vardı. Cüzdanı bu yüzden cebinden ayırmadığına adım kadar emindim. Askeri kimliğini gördüm. Hemen altında ise kendi kimliği vardı. Kayıt işlemlerini yaptık. Ben Mavi çıkana kadar o bilekliği tekrar yapmaya başladım. Bu bilekliği ben yapmıştım ona. Şimdi de yine ben tekrar yapıyordum. Kopan ipi kendi bileğimdeki bir başka boncuklu bilekliğin bağını kopararak elde ettim. Daha yeni yeni sabah oluyordu ve şu anda hiçbir yer açık olmazdı. Ben bilekliği bitirince içeriden çıkan doktor ve gelen İbrahim albay ve Akın komutanı görmem bir oldu. Ayağa kalkıp doktorun yanına gittim hemen. Avcumun içinde de sıkı sıkı tutuyordum. "Kardeşim nasıl iyi mi?" dedi Can. "Mavi hanımın yakınları sizler misiniz?" dedi doktor. "Bizleriz." dedi Akın komutan. Ters bir bakış attım ona. Ne karışıyorsa? "Mavi hanımın durumu iyi başına aldığı darbe ona pekte etki etmemiş. Bayılmasının sebebi kafasına aldığı darbe kesinlikle değil. Yorgunluktan bitik düşmüş. Zaten havale geçirecek kadar ateşi vardı. Şu anda ateşi biraz daha düştü. Ama Mavi hanımın dinlenmesi gerekiyor. Az önce kendine geldi gözlerini açtığı gibi geri kapattı. Uyanık ve Yiğit bey hanginiz iseniz sizi yanında istiyor." dedi. Derin bir nefes aldım. "Yiğit beyi mi yanında istiyor?" dedi Akın komutan. "Evet. Bir de uykusunda sayıklıyordu. Yanlış anlamadık isek Gökhan diyordu. İsterseniz-" derken sözünü kesen Ateş oldu. "İstesek de Yiğit ile Gökhan aynı anda o odaya giremez. Çünkü biri yaşarken diğeri ölü." dedi. Ona baktım. Haklıydı. Yiğit yaşarken Gökhan ölüyordu. Gökhan yaşarken ise Yiğit ölüyordu. "İsterseniz sizi içeri alalım." dedi doktor. "Hepiniz girip görebilirsiniz. En sonda ise tek kalan kişi Yiğit bey olacak." dedi. Hemen içeri girdim. Arkamdan ise diğer kalanlar girdi. İbrahim albay hariç. "Ben en son askerim ile konuşmak istiyorum." dedi kafa salladık. Mavi'nin yatağının başına geçtim. "Mavi." dedim. "Yiğit çıkarsanıza beni buradan. Oğlum doktor varken hastaneye getirmek ne lan?" diyerek öksürmeye başladı. "Aç gözlerini." dedim. "Çok beyaz var." dedi. "Aç sen. Bak hem de ben yanındayım." dedim Akın komutan bana ters ters bakmaya başladı. Gözlerini yavaşça araladı Mavi. Aralar aralamaz etrafa akındı ve yataktan fırladı. Çünkü yatak beyazdı. Ama ayakta kalacak hali olmadığı için Ateş'e gitti direkt. Ateş ise ona sarıldı. Bu sefer ters bakışlara maruz kalan kişi Ateş'ti. "Gel bakalım küçük." diyerek Ateş Mavi'yi kucağına aldı ve tekli koltukların birine oturdu. Kucağındaki Mavi'yi de göğsüne bastırdı. Serumun demiriyle beraber de onlara yaklaştırdık. "Ateş kurtar beni şu sargılardan. Sen sar olmaz mı?" dedi Mavi. "Sen şimdi uyu bakalım. Uyanınca o sargıları görmeyeceksin tamam mı?" dedi Ateş. "Uyuyamaz şu anda İbrahim albay kapıda onu bekliyor." dedi Can. "Tamam." dedi ve Mavi ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdü serum ile beraber. Kapının önüne elimde serum torbasıyla çıkmak istemedim. Seruma baktığımda bitmişti, ve bende kolumdan çıkardım. "Ne yapıyorsun lan sen?" dedi Ateş. Omuz silktim ve serumu orada bırakarak dışarı çıktım. İbrahim albay ters ters bana baktı. "Sen neden ayaklandın?" dedi ve ayağa kalktı. "İyiyim komutanım." "Yalan söyleme Yaren bana." "Ben yalan söylemem komutanım." dedim ve sinirli gözlerle komutana döndüm. Komutanın tam gözlerinin içine baktım. "Hayırdır Yaren? Benden nefret mi ediyorsun yoksa aşırı mı seviyorsun?" dedi. "Az önceki dediğinizden sonra sevgi ile bakamam size komutanım. Hayatımın bir kısmını da siz biliyorsunuz." dedim. "Benden nefret ediyorsun yani?" dedi. "Hayır komutanım." "Eee Yaren o zaman?" "Gözlerime neden bakıyorsun o zaman?" "Beyaza bakmamak için." dedim. Sustu. "Ne oluyor sana Yaren? Bu kaç gündür ya vuruluyorsun yada hastanedesin. Kızımsın sende benim Yaren. Dikkat etsene kızım kendine. Şu haline bak Yaren. Omzundaki yükler seni çökertiyor Yaren. Paylaş biraz ailenle." Dalga geçer gibi güldüm. Annem ile babam olayını bilmiyordu. "Ailemle paylaşım öyle mi komutanım? Babam ile paylaşayım mı komutanım? Beni bir odaya kapatıp zorla altmış yaşındaki bir adamla evlendirmeye çalışan babama anlatmamı ister misiniz? On bir yaşındayken yaptı bakın bunu. Yada bunları görüp hiçbir şey yapmayan anneme anlatayım mı? Yada durun ya öz abime anlatayım olur mu? Babama bunların hepsini yapmaya yardım eden biricik abime." dedim alaycı gülümsemem ile. Albay ise bana bakıyordu. Gözleri dolmuştu onun. "Kusura bakmayın komutanım. Ben sırtımdaki yükler ile yaşamak zorundayım. Bu benim kaderim. Ben düşünce kimse kaldırmaz beni." Gözlerini kapattı komutan. "Özür dilerim." dedi. "Sorun yok komutanım." dedim. Gözlerini açıp sıkıca sarıldı bana. Ben sarılmadım ama ona. Burnum tıkalıydı ve şu anda komutanın kokusunu alamıyordum. Sarılması bitene kadar bekledim. Sarılması bitince ayrıldım ondan. "Dinlen Yaren. Uyu." dedi. "Emredersiniz komutanım." dedim. "Can ile Yaman kim? "Biri kardeşim diğeri de abim. Kan bağı olmayan ama can bağı olan." "Tamam. Hadi." dedi. Arkasına dönüp gidene kadar bekledim daha sonra arkama döndüm. Akın komutanı gördüm. "Komutanım?" dedim. "Yaren." dedi. "Sizin burada ne işiniz var?' "İbrahim komutan haber verdi Yaren hastanede diye." "Sağ olun komutanım." dedim. "Ben gideyim artık. Geçmiş olsun Yaren." "Sağ olun komutanım." dedim ve o da arkasına dönüp gitti. Odaya gidip kapıyı kapattım ve yere çöktüm. Anında Can abim geldi yanıma. "Abim." dedi. "Abi beni buradan çıkarın ben hiç iyi değilim." dedim. "Tamam." dedi. "Sen bak bakim bana." dedi Yiğit çenemi hafifçe tutup yukarı kaldırarak. Bir elimi açıp avcuma bilekliğimi koydu. Şok içinde bilekliğime baktım. Çünkü bu benim bilekliğimdi. Boncukları aynıydı. Gülümseyerek bilekliğe baktım. Gözlerim doldu anında. Kafamı kaldırıp Yiğit'e baktım ve sıkıca beline sarıldım onun. Kollarımı çözüp eğilerek boynuna doladı ve o benim belimi sardı. "Ya sen gamzelerini göstere göstere güleceksen ben sürekli yaparım." dedi. Eğiliyordu çünkü bana göre fazla uzundu. "Deve ile cücenin sarılması gibi." dedi Ateş. Benim cidden uykum vardı. "Gidelim uykum var yoksa bayılacağım." dedim. "Sen gel bakim." dedi Yiğit. Kucağına aldı beni. "Oğlum ağır değil miyim lan ben?" dedim. "En fazla elli kilosundur. Bir vursam yok olacaksın." dedi Ateş. "Denesene." dedim. "Unutmayın bu kız bordo bereli." dedi Yiğit. "Oğlum kız daha dokuz yaşındayken beni deviriyordu sen nasıl bir vuruşta yok edeceksin?" dedi Can abim. "Lan o senin salaklığın. Kızdan dayak yemeye utanmıyor musun?" dedi. Yiğit'in kucağından atladım ve Ateş'in yanına gittim. Ayağına canının acıtmayacak bir şekilde vurup yere devrilmesini sağladım. "Beni sakın hafife alma." dedim. Elimi uzattım. "Sırtımı kırdın lan." dedi. "Hafife alma o zaman beni." dedim ve elini tutup ayağa kaldırdım. Daha sonra da Yiğit'in yanına geri döndüm. "Pişt haşat etti lan kız seni." dedi Can abim. Daha sonra bana yaklaştı ve zarif bir şekilde gözlerime bakarak elimi öptü. "Oğlum hazırlıksız yakalandım." dedi. "Lan siktir git. Siktirme bana belanı." dedim. "Küfür etme." dedi Yiğit. Elimi cebime attım. Telefonum da kulaklığım da yoktu. "Lütfen biriniz beni telefonumu almış olsun." dedim. Yiğit telefonumu çıkardı ve bana uzattı. "Eyvallah." dedim ve telefonumu aldım. "Abi kulaklığını ödünç verir misin?" dedim anında kulaklığını bana verdi arabaya binene kadar takmadım kulaklığı. Kendi arında konuşuyorlardı. |
0% |