@yarenbay30
|
14.Bölüm: Sinanna Yıldızı
Son olanların ardından, çok değil bir kaç gün sonrasında evi boş bulur bulmaz planım devreye girmişti. İlk işim kağıtta yazılanları incelemek olmuştu. Başlığında türkçe 'Son Yok' yazan bu kağıtta,okunabilen başka bir yazı da birkaç çeşit ot ismiydi. Ot deyip geçmemek lazım tüm günümü bu otları bulmakla geçirdim desem yalan olmazdı. Dünyanın bir çok tarafından nadide çesit çesit otlar... İlk işim bu malzemeleri bulmak olmuştu.
Bunlarla da bitmemişti.Kağıtta neyin nasıl yapılacağı yazmıyordu. Sadece en alt köşesinde pikrogram benzeri yazıyla yazılmış iki cümle vardı. Kızlarla ansiklopedilerden kütüphanelerden ve bilgisayardan yaptığımız araştırmalar sonucu bu yazının eski Babil diliyle yazıldığını öğrenmiştik.Sümer yazısı olarakta geçiyordu.
Sayfa yani sayfayı kopardığım kitap ,bu zamana ait olmadığı çok açık belliydi. Bir kaç türkçe kelime dışında milattan öncesine aitti.Bu şu demek oluyordu kitap tarihi eser bile sayılırdı.
Göbeklitepe kadar önemli,eski bir bulgu olmasa da azımsanacak bir eser de değildi zannımca. Herşeyin üstesinden geldiğimiz gibi bununda üstesinden gelmiştik.Doğruluğu kesin bilinmese de cümleyi okunur hâle çevirmiştik.
İg, hasta demekti.
Arali ise ölüm demekti.
Türkçeye cevrilebilenler bu kadardı. Tam olarak bu otlarla söyleyeceğim sözlerin ne anlama geldiğini bilemesekte hedef alınan kişi için felaket getireceği belliydi. Ve istediğimizde buydu. Artık bir önemi de yoktu. Kağıtta yazılanları çoktan gerçeklestirmiştim.
Önce otları su da kaynatmış sonra da gerekli cümleleri söylemiştim. Ne kadar doğru yapmıştım bilinmezdi.
Ailem gelmeden dağılan mutfağı hızlı hızlı toplarken bir yandanda aklımdaki sorulara cevap bulmaya çalışıyordum. Bu yaptığımız lanet ,ritüel her neyse tutacakmıydı? Hiç içime sinmemisti.Umudum da yoktu ama bana bunu yapmaktan başka çarede bırakılmamıştı.
"Geleceğin psikolog adayının girdiği şu işe bak.Birisi bilse böyle birşey yaptığımı, psikolog olarak girmeyi hayal kurduğum hastaneye, arkadan bağlamalı o malum beyaz önlükle sokarlar beni, valla bak." diye sabahtan beri bilmem kaçıncı kez bu cümleyi tekrarlayan Sema, oturduğu sandalyeden kalkıp pencereye adımladı.
"Öyle bir durumun yaşanması halinde görevlilere ' Akli dengesini kaybetmeden önce hayali doktor önlüğü giymekti, en azından hastaneye girene kadar giysinde gönlü olsun kızcağızın' diye küçük bir ricada bulunacağımdan emin olabilirsin,o iş bende" dedim mutfağı toplama işlemimi sonlandırırken ıslak ellerimi birbirine çırptım.Bu söylediğimi kesinlikle karşılıksız bırakmayacak olan Semaya baktım. Ben ondan hala bir cevap beklerken ,o pencerenin önünde öylece dikiliyordu.Ani bir hareket ile camı açmaya koyuldu. Neden böyle bir davranısta bulunduğunu anlamak adına yanına gittim.
" O da ne öyle?" diyerek işaret parmağının gösterdiği yere bakınca kaşlarımı çattım. Ekim ayının başında olmamıza rağmen 24 derecelik, güneşli ve tek bir bulut olmayan gökyüzünde,kapkara orta büyüklükte bir bulut mutfağın tarafında önümüzde duran boş araziye gölgelenerek , bizim apartmana doğru süzülüyordu. Bu kara bulutun içindeki elektrik yükleri buradan bile görünüyordu. Sanki nereye gideceğini biliyormuş gibi hareket etmesi ürkütücüydü.
İkimizde tek bir kelime etmeden, transa geçmiş gibi gökyüzündeki buluta bakarken,hızla kafamızın üzerinden içeri ' gaklayarak' giren karganın, arkamızda ki duvara vurması sonucu yaşanan panikle ben yere kapaklanırken, Sema ise yapıştığı pencere pervazında, anlaşmıscasına bastığımız çığlığı ,tüm mahallelinin duyduğuna yemin edebilirdim.
Sema dışarıya -boş araziye- doğru yardım dilemeye devam ederken, ben ayaklanıp duvarın dibinde ölü gibi yatan kargaya yaklaştım.
Yaşıyormuydu acaba?
Nasıl girmişti buraya?
Vahşi kuşlara çok büyük ilgim vardı.
Her ne kadar beslemek istesem de onları özgürlüklerinden alıkoymak istemezdim.
Kaldı ki adı üzerinde vahşiydiler bana veya başkalarına bir zarar verebilirlerdi.
Elimi uzatıp dokunacağım an acılı bir feryatla yatış pozisyonundan çıktı ,ayaklarının üzerinde durdu.İrkilmedim desem yalan olurdu. Siyah,kuzgunu rengindeydi.Başının üzerinde fındık kadar beyaz bir lekesi vardı.
Sol kanadında olağan bir durum gözükmesede sağ kanadı kötü görünüyordu. Bayağı kötü... Kanadı boylu boyunca yerdeydi. Her ne kadar bir veteriner kadar bilgiye sahip olamasamda feci şekilde kırıldığı apaçık ortadaydı.
Daha önce bir kargaya bu kadar yakından bakmasamda gördüklerimden birkaç tık büyük gibiydi.
Bu da aklıma bir soruyu getirdi. Kuzgun olabilirmiydi?
" Gelme bana canavar!" Diyerek cama yapışmış Sema düşüncelerimi bölerken, iki elinide önüne siper olarak koymuş, karşısında karga değilde bir dinazor varmış gibi abartılı cümlelerden kesinlikle kaçınmıyordu.
Kargada anlam verememişcesine kafasını sağa sola oynatarak Semaya bakıp ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.
Ama boşunaydı.On yıllık arkadaşımı ben anlamıyordum, o nasıl anlasındı ki?
" Boşuna söylenme seni sevmedi. Güvendesin bu akşam ki yemeği sen olmayacaksın." Dedim gülerek. Sema, kargaya küçümser bakışlarını gönderirken, karga kırık kanadını yoklamakla meşguldü.
"Hıh! Pardon da benden daha iyi yemeği arasa bulamaz.Güvende falan da değilim.Gönder o canavarı. " Karga Semanın bu dediklerini anlamışcasına ona doğru gaklayarak atak yaptı.
Saldırmak için değil de sanki oyun oynamak istiyomuş gibi bir hali vardı.
Sema için bir önemi varmıydı ? Hayır. tekrar kulakları sağır edecek şekilde bağırdı. Camdan bir santim bile uzaklaşamamıştı.
Tüm bunların arasında ard arda çalan kapıyla, karga ile Semayı mutfakta bırakmak zorunda kaldım. İnşallah iyi anlaşırlardı.
Yumrukla ara verilmeden vurulan kapıya ulaştım.Gelenler,çığlığımızı duyan komşularımız olmalıydı. Bir de bunun açıklamasını yapacaktım, değil mi?
Kapıyı aralamamla içeriye bir kuvvetin kendini ortaya ata ata girmesi bir oldu.
" Ne oldu ? Ne oldu diyorum size? Kim öldü ? Yapmayın dedim.Günahtır dedim.Mevlam belamızı verir dedim.Bir kere dinlemediniz beni." Diyerek kendini yırtarak evin içine gezen Dilay beni güldürmüştü. Panikleyince çok komik oluyordu.
" Rabbim bizi yakacak,başımıza felaket üstüne felaket geliyor hala gülüyosun."
Mutfaktan ayak ucuyla koşarak çıkan Sema arkasından mutfak kapısınıda kapatmıştı. Ayıyla güreşmiş gibi kan ter içindeydi.
"Huh! Bunun hayvan olduğuna kimse inandıramaz beni.Başka bir şey bu! Gagasını açtı, beni öldürmeye çalıştı.Zor kurtuldum elinden." Diye hararetli hararetli anlattı Sema.
" Karga?"
" Normal değil diyorum.Aslan kovalar bu." Diye yakındı Sema. Dediklerine göz devirdim. Dünya markası olan Tom ve Jerry'nin yerini artık Sema ile Karga ikilisi yer alıyordu.
" Ortalığı ayağı kaldıran bu ilkel bağırış karga içinmiydi yani? Ben kimlerle ne işlere kalkışıyorum ya." Sitem eden Dilay, yüzünü buruşturarak bize baktı. Sonra da mutfak kapısından içeri girdi. Sema kapının açılmasıyla kapı pervazına sindi.
" Eee, karga marga yok burada.Gündüz vakti güneş mi geçti kafanıza?" Dilayın arkasından mutfağa girdim.Etrafı şöyle bir süzdüm.Burada olmalıydı saklanabiliceği bir yer yoktu ki.
Ama yoktu.
Sema korkusundan yanına bile yaklaşamıyordu ona bir şey yapma olasılığı yoktu.Olsa bile zarar vermezdi.
Açık cama baktım.Uçmuş olamazdı. Kanadı kırıktı. Çok kötü durumdaydı.
Ya kanadı gerçekten de kırık değilse...
Gözüm tezgahın üzerine giderken başka bir anormal durum daha yaşandı.O eski kağıt parçasının yerinde olmadığını farkettim. Tezgahın üzerindeydi...Hızla tüm mutfak dolaplarını, masa altını aradım yoktu.Halının altına bile baktım.
" Sayfa yok.Kitabın sayfası yok!"
Belki de Sema haklıydı. Normal olmayan zeki bir karga ne kadar tehlikeli olabilirdi?
Aklımı yitirecektim.
Acilen o sayfayı bulup aldığım yere geri bırakmalıydım.
*****
Almanya / Berlin
02.32
Saat gece yarısını çoktan geçmişti.
Genç adam barın en baş köşesinde kral edasıyla, şeytanı kıskandıcak cinsten kibirli bakışlarıyla elinde ki sayısını bile bilmediği alkolünü içiyordu.
Küçük yaştan itibaren içtiği bu sıvılar, artık onda hiç bir etki yaratmıyordu.
Fakat bu gece hiçte alışık olmadığı, olağan durumlar vardı kendisinde.
Anlamsız bir şekilde çok dalgındı. Sanki kafasında büyük bir savaş yaşanıyor gibiydi ya da birini kafasından atmak istiyorda atamıyor gibi...
Ortamda ki lideri olduğu çetenin tüm üyeleri de sessizliğe anlam veremiyordu. Konuşma çabaları işe yaramıyordu. Genç adamın ağzını bıçak açmıyordu. Onlarda zorlamamıştı. Genç adamı sinirlendirmek istemezlerdi. Burada dostluk, ön plandaydı fakat saygı, dostluktan daha da ön plandaydı.
Kafasını koltuğa yaslamış, yanına gelip onunla konuşmaya çalışan kızlara bakmak şöyle bir yana dursun farketmemişti bile.
En iyi dostu,çocukluğu olan Gökhan bile daha içeri girer girmez bu durumu farketmiş, Doğanın yanına giderek çevresinde ki kızları yanından uzaklaştırmıştı.
Yanına oturmuş ve bir süre sessiz kalarak ne olduğunu anlamaya çalışmıştı.Gökhan akıllı bir adamdı.Bir insanın sadece hareketlerini izleyerek bile onun nasıl bir karakterde biri olduğunu çözüp, karşısındakini manipüle edebiliyordu.
Ama bu Doğan da işe yaramıyordu.
" Malları gemiye yükledik.Brezilyaya doğru yola çıktılar.En geç 1 haftaya heriflerin eline ulaşır.Bir de..."
" Bizim çocuklara söyledim.Fırsat buldukları ilk an kızları ortadan kaldıracaklar."
Gökhanın neşeyle söylediği cümleleri havada asılı kalmıştı. Genç adamdan onaylar hiçbir kelime çıkmamıştı.
Gökhan, arkadaşının yüzüne elini sallasa da hiçbir tepki almamıştı. İşte o an kaşlarını çatmış, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Çünkü genç adam el hareketlerinden nefret ederdi bu duruma tepkisiz kalması imkansızdı.
" Doğan, bir şey söyle olum.Noldu alkol mü çarptı lan? Bozukmuydu lan yoksa?"
Diye söylenirken, Genç adam katran karası gözlerini önünde ki silüetten alamıyor,almak istemiyordu.
Doğan bedenini sarsılmaları arasında gözleri kapatırken fısıldadı.
"Umay!" |
0% |