@yarenbay30
|
27.Bölüm: Gerçekliğin Ötesinde
Oturduğum yerden etrafıma bakarken bir yandanda buraya ilk geldiğim anı hatırlamıştım.O gün şans eseri Doğanla karşılaşmış ve onun tarafından kovalanmıştım. Zühre denilen medyumun beni içeri çağırması sonucunda ondan kurtulmuştum.
Kurtulmuştum derken lafın gelişi. O gün, biri bana bunları yaşayacağımı söylese bir tarafımla güler geçerdim.Tabi o zamanlar yaptığım ritüelin Doğana zarar vereceğini düşünüyordum. Bana bu denli hisler barındırması aklımın ucundan bile geçmezdi.
Öyle diyosam da bile isteye hissetmediğinin farkındaydım.Bu konuda onu suçlayamazdım.Tüm suç bendeydi.En başında o kahrolası kağıdı okumalı ne amaçla kullanıldığını öğrenmeliydim.Dikkatli olmalıydım. Yaptığım herşeyi haketmişti olsa bile...
Kimi kandırıyordum ki...
Yapmamalıydım.
Bu yollara başvurmak yerine tehditlerine boyun eğmeden polisle çözmeliydim bu işi.
Aylarca benden uzaklaşmasını beklerken o günden güne bana bağlanmıştı. Bunun olduğunu bilmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu.Bunun bir faydası yoktu artık.İster iğreneyim ister korkayım olan olmuştu.
Basbayağı aşıktı bana.
FBI'nin bile peşinden koşturduğu adam,benim peşime düşmüştü çoktan.
Narin bedenim oturduğum üçlü koltukta kaybolurken bir yandanda güçlü görünmeye çalışıyordum.Dün Gökhanın dediklerinden sonra ne kadar güçlü kalabileceksem artık...
Stresten parmaklarıma bakıyor, etrafı inceliyor, camdan gökyüzüne bakıyordum.Yeterince tuhaf davrandığımın farkındaydım.Buna engel olamıyordum. Zühre denilen medyum karşımda ki tekli koltukta bacak bacak üzerine atıp kral edasıyla gayet kendinden emin bir şekilde hareketlerimi izliyordu.Kendimi sorgu altında ki suçlu gibi hissediyordum.
Konuşması gereken ben iken bir türlü cesaret edemiyordum konuşmaya. Buda yetmezmiş gibi bu lanet kadının ağzından da tek kelime çıkmıyordu.Böyle olmayacağını anlayınca bu duruma bir son verip,gitmek için ayaklandım.
" Konuşmana gerek yok! Hâl ve hareketlerinden kendini yeterince açık ediyorsun." Seslice yutkunup yerime yavaşca geri oturdum. Fazlasıyla zeki bir kadındı.Benim çevremde ki herkes benden fazlasıyla zekiydi zaten. Ne konuşacağımı bilmiyordum.Burada oluşumu bile sorguluyordum.
" En başından beri ne yapmaya çalıştığının farkındayım.Şimdi neden burada olduğunun farkında olduğum gibi." Dedikleriyle kaşlarım çatılırken endişeli halimde eser kalmamıştı.Yüzündeki çok bilmiş gülümsemesi ve sakinliği bu cümlesiyle bana sinir vermeye yetmişti bile.
" Ne yani! En başından beri ne yaptığımı biliyordun ve beni durdurmak için hiç birşey yapmadığını mı söylüyorsun bana?"
Doğru duyduysam ki doğru. O zaman çantasını içindeki kitapı bilerek bırakmıştı tezgağın üzerine.Çantayı karıştıracağımı biliyordu. Ben nasıl bir işin içindeydim. Neydi bu kadının amacı? Bir tık yükselmiş sesim biraz sonra burada kopacak yaygaranın habercisiydi.
Fakat çok tuhaf bir şekilde sakindi.Sırtını verdiği koltuktan milim kıpırdamamıştı. Ortam öyle bir haldeydi ki ikimizde haklıydık.Ben onu kitabından bir sayfa kopardığım için o ise en başından beri sustuğu için. Şu dakika benim haklılığım,onun haklılığından çok daha ön plandaydı.
" Durdurmaya çalışmadığımı nasıl söylersin? Seni uyardım. Ne var ki senin gibi hırslı kız çocukları hata yapmadan doğruyu bulamazlar."
" Senin hata dediğin şey benim ve çevremdekilerin hayatına mâl olmak üzere."
" Tercih hakkı da sendeydi. Yapmayabilirdin."
Cümlenin kendime yediremediğim haklılığıyla sustum. Düşünmeden bir anda sıraladığımız cümlelerin aleviyle etrafta turlamaya başlamıştım. Nasıl bir oyundu böyle.Tiyatro gösterisi yaptırır gibi nelere yol açmıştı. Yaşadıklarım bu kadın yüzündendi. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. Ayaklarının ucuna kadar adımlayıp yüzüne eğildim.
" Şeytansın sen! Anlıyormusun şeytan!"
" Tıpkı senin gibi küçük Vesvâs." Söylediği kelimeyle tüylerim diken diken olurken bu bana birşeyi hatırlatmıştı.
'Ne yaptıysanız, işe yaradı. Sözünde durdun. O gün istemediğim herşeyin bugün kölesiyim küçük Vesvâs'
Doğan da böyle söylemişti bana. Birbirlerini tanımadan nasıl aynı şekilde hitap ediyorlardı bana. Kafamda yankılanan cümleyle ayaklarım çoktan evin kapısına götürmüştü beni.
" Yine geleceksin. Kurtulmak için..."
**********
Mahalle kınalarının nasıl olduğunu bile bilir. Etrafta koşuşan her yaştan çocuk, dedikodu yapan menepozlu teyzeler, sen ne zaman evleniyorsun diyenler... Tüm bunları aklınızdan çıkarın. Deniz kenarındaki bu kına organizasyonu bize göre fazlasıyla lükstü.Gold sandalyeler,şandamlı masalar alabildiğine salon ve giyindikleriyle mal varlığını yarıştıran sosyete camiası... Ayfer teyzenin kızının kınasıydı bu.Hani şu Semanın zamanında ateşe verip mahvettiği nişan sahipleri...
Ayfer teyzenin damadı zengin denilebilecek bir durumdaydı. Bundandır ki paraya acımamış benim bir sene çalışsam yine tutamayacağım bu yemekli, kına salonunu tutmuşlardı. Ben,Dilay,Sema ve ailelerimiz yuvarlak masanın çevresinde oturmuştuk.Annelerimiz salon sahipleriyle ilgili derin bir dedikoduya dalmışken bizde üzerimizdeki büyük avizenin elmaslarının para edip etmediğiyle alakalı varsayımlarda bulunuyorduk. Bu konuyla ilgili bir yere varamayınca Sema dedikodu malzemesi bulmak için gayet nezih bir şekilde oyun havası oynayan insanların arasına girmişti.
Ateşe verdiği insanların arasında güle oynaya oynuyordu.Bu durumda da kesinlikle şikayetci değildi. Arkadaşım diye demiyorum çok gururluydu kendisi!
Gelin bilmem kaçıncı kına elbisesini giymek için içeri soyunma odasına geçmişti. Geldiğinden beri annesi, Fatma ablanın ' Kalk sende oyna.Belki zengin birini bulursunda bende sosyeteye girerim.' ısrarlarından bıkan Dilay gözlüklerinin üzerinden annesi dahil herkese ' hepinizden tiksiniyorum ' bakışı atmış,yüz ifadesiyle de bunu reddetmişti. Sonra ise haber vermeden gözden kaybolmuştu.İnşallah bir yerde kendini boğmaya çalışmıyordur.
Masadaki herkes salonun bir köşesine dağılmışken ben ise öylece oturmuş gürültüyü seyrediyordum. Uzaklardan kalabalığı yararak çıkan Sema, söylene söylene ayağındaki topukluları yere vurarak masaya yaklaşmış yanımda yerini almıştı.Kısık gözleriyle ortadaki kalabalığı tarıyordu.Sinirlenmişe benziyordu.Hemde fazlasıyla.
" Kına değilde cenaze sanki. Ortamı biraz hareketli hale getirmek için halay çekmek istedim.Olmazmış.Hayır yani bu zenginlerin halayla alıp veremedikleri ne?" Derdi anlaşılmıştı.Yanlış anlamadıysam Semacığım nişanını ateşe verdiği kızın kınası da halay çekemediğinden böyle söyleniyordu. Mahcup olacağına baş kaldırıyordu insanlara. Bu isyankarlık nerden geliyordu bilmiyordum.
" Sen geçmişini çok erken unutuyorsun herhalde." Yaslandığım sandalyeden başımı hafifçe ona çevirerek sarfetmiştim cümleyi. Ne demek istediğimi anlamış gözünün ucuyla bana bakıp omuzlarını dikleştirerek karşılık vermişti.
"O olay bilerek olmadı.Bu yüzden de ben yapmış sayılmıyorum.Artık unutalım gitsin." Her şeye cevabı olan Sema yine şaşırtmamıştı. Söylenmeye devam eden Sema bir anda susup şöyle bir etrafına bakarak yan tarafta duran sandalyenin üzerinde duran komşumuz Şerife teyzenin çantasına uzanmıştı. Uzanmakla kalmamış açmış içini karıştırıyordu. Etrafıma temkinlice bakarak ayaklandım ve aramızdaki mesafeyi kapatarak kolunu tuttum.
" Saçmalama.Ne diye karıştırıyorsun insanların çantasını? Biri görecek yalnış anlayacak."
" Şerife teyze en son mutluluk hormonu salgılatan bir ilaç kullanıyordu.Baksana insanlar çok maraton.Bence bu ilaça ihtiyaçları var." Sanki bana değilde kendi kendine mırıldandığı bu cümle karşısında öylece kalmıştım. Ne yapacaktı yine. Bu kızın neden duru durağı yoktu. Ben ne dediğini algılamaya çalışırken o çantanın içinden aldığı ilaç kutusuyla koşar adım uzaklaştı. Bir dakika... O tarafta yemekhane mi vardı ben mi yalnış görüyordum?
İlerleyen vakitte Sema'nın peşine gitmeye fırsat kalmadan herkes yerli yerine oturmuş, fısır fısır birbirlerini çekiştirmede devam etmişlerdi. Etrafa bitsede gitsek bakışlarımı yollarken, nereden kaybolduğunu bilmediğim Dilay da masada yerini almıştı.
Herkesin birbiriyle konuşmasından ötürü ortamdaki kargaşa sinir dalgalarımı tepeme çıkarmıştı ki yemekhaneden çıkan garsonların ikram tabakları ve eşliğinde içecekleri dağıtmaya başlamasından itibarın gürültü belli bir sürede olsa durulmuştu. Gözlerim hâlâ Semayı ararken podyumda yürür gibi yürüyen arkadaşımda masada yerini alımıştı.Masadaki eksik kişide tamamlanmıştı. İkram tabaklarıda tek tek önümüze yerleştirirlerken el yapımı olduğunu tahmin ettiğim portakal suyu ile birlikte Sema da bir hareketlilik oldu.
" İçecek istemiyoruz." Diyerek garsonun elindeki portakal suyunun masaya konulmasını reddetti. Masamızda ki tüm gözler onun bu anı tepkisi karşısında sorgular bakışlar atmıştı. Olaya müdahale eden Semanın annesi,Nurgül teyze de başarılı olamamıştı.Sema bir türlü portakal suyunu masaya koydurmuyordu.
Ne yapacağını bilemez olan garson öylece yüzümüze bakıyordu.Adamda haklıydı bir bakıma...
Neden böyle bir tepki verdiğini bilmediğimiz Sema tüm kozlarını kullanmış annelerimize küçük çaplı bir savaş vermesine rağmen dediğini yapmış, masaya hiçbir içeceğin konmasına müsade etmemişti. Dilay gözlerini kısarak Semaya öldürücü bakışlar atıyordu. Onun bu denli bir tepki vermesinin nedeni Sema'nın yine başımızı yakacak bir işler peşinde olduğunu düşünmesiydi.Haklıydı.Çünkü bende öyle düşünüyordum.
" Sema, yine ne işler karıştırıyorsun?" Diyerek yakındığım arkadaşım yemeğinden gözlerini ayırıp karşılır olarak oda yakındı.
" Sizde dünya yansa benden bileceksiniz?" Diyerek trip attı. ' Senden bilmeyeceğizde kimden bileceğiz ' bakışları atıyorduk.Söylediklerinin gerçekliğini oda biliyordu. İnsanlar birkaç dakikalık yemek molası ardından yine pistlere akın ederek gayet nezih bir şekilde eğlenmeye kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Buna annelerimize dahildi. Biz ise masanın boşalmasının rahatlığıyla Semayı darlamaya başlamıştık bile.
" Arkadaşlar birşey yaptığımı nereden çıkardınız ortalık karıştıran mahşer midillisi miyim ben?"
" Değilmisin sanki?" Dilay Semanın yakınmasını cevaplamaya devam ederken karnını tutarak gelen orta yaşlarda bir amca bana lavabonun nerede olduğunu sormuş ve bende yönü tarif etmiştim.
Birkaç dakikanın içinde aynı şekilde karınlarını tutarak yön isteyen kişi sayısı artınca aklıma düşen fikirle oturduğum sandalyenin yere düşmesini umursamadan ayağı kalkmıştım. Gördüğüm görüntüyle dehşete düşerken Dilayda benimle aynı tepkiyi vermişti. Pistteki insanlar oynamayı bırakarak lavoboya doğru bir akın oluşturmaya başlamışlardı.Yakınları olarak tahmin ettiğim kişiler ise endişeli gözlerle müdahale etmeye çalışıyorlardı.
Sadece birkaç dakika...
Kısa bir süre zarfında biz daha farkına varamadan ortalık savaş alanına dönmüştü bile. Neden zehirlenmişti bunca insan diye düşünürken dilayın tedirgin bir şekilde konuşmasına şahit oldum.
" Biliyordum durmayacağını.Yakamadığın insanları şimdide zehirleyip öldürmeyi mi düşünüyorsun?" Diye söylenirken Semada yaptığının farkına yeni varmış şok içinde savunmasını yapmaya başlamıştı.
" Mutluluk ilacıydı.Portakal suyuyla karışınca ters tepkime yaptı herhalde."
" Bu mutluluk karşısında da ölüyor zaten insanlar." Diyerek Semayı cevapladım. Zehirlenen insanların yakınları ambulansları ararken,gelin ve damadında ilerde tartıştığını gördüm. Nasıl bir yetenekse ortalık karıştırmakta bir numaraydı. Dilay insanlara yardım etmek için yanımızdan ayrılmıştı ki Sema da bana yavru kedi bakışları atarak ' bende gideyim fazladan lavaba varmıymış diye bakayım ' diyerek arkasına baka baka yanımızdan uzaklaşmıştı.Suçu kabahatinden büyüktü resmen. Tam olarak ne yapacağını bilemesemde ortalığı karıştıracağı çok açık ve netti. Derin,sesli bir nefes vererek peşinden gidecektim ki Dilayın kardeşi Ali karşımda belirdi.
" Sizde ne uğursuz insanlarsınız,Umay abla." Etrafa gülerek bakıyor.Bir yandanda elindeki dondurmayı yiyordu. Bu çocuk neden bu kadar sinir bozucuydu. Sinirli bir şekilde ona baktığımı fark edince yüzündeki gülümsemeyi bozarak konuşmasını devam ettirdi.
" Dışarıda bir amca var. Yardım istiyor.O da zehirlenmiş sanırım."
O önde ben arkadında dışarı çıktık.Denizden gelen sert havanın yüzüme vurmasıyla titreyerek onu takip etmeye başladım.
Salonun hemen arkasında yer alan son derece lüks arabaların aralarında geçerek kumsal alanının başlangıçına doğru yürüyorduk. Zehirlenmiş amcayı bulmak amacıyla etrafıma bakınarak yürüyorken Alinin hızlandığını fark etmemiştim bile. Bir kaç adım ardından hızlanmakla kalmamış koşar adım ilerlerken ' yavaşla' ikazlarıma uymamış ve en nihayetinde görüş açımdan kaybolmuştu.
Küçük bücür şu halde bile oyun peşindeydi. Bir daha hiçbir erkek çocuğuna güvenmemem gerektiğini anlayarak biraz etrafıma bakınıp salona geri dönmek için hareketlenmiştim. Fakat ağzımın büyük bir el tarafından kapatılmasıyla attığım boğuk çığlık sesimi sadece ben duyabilmiştim.
Bedenim sert bir bedene yaslı ve belim bir kol yardımıyla kapana kısılmış iken hiçte sakin değildim.
Kurtulmak için debelenirken bir anda gökyüzünü aydınlatan havai fişeklerle çırpınmam kısa süreliğine durdu, saçlarımın arasından derin derin nefes alıp veren kişinin kim olduğunu tahmin etmek hiçte zor değildi.
|
0% |