@yarenbay30
|
33.Bölüm: Yeşil Gözler
Uzun uzadıya yaşanan konuşmanın ardından nihayet herşey yerine oturmuş aklımızdaki soru işaretleri ve yalnış anlaşılmalar son bulmuştu.
Demek istediği şuydu; Bu durumun benim ve Doğanın üzerinden kalkması için birbirinden hoşlanan iki kişiden kurban seçilen tarafın olacakları bile isteye benim yaptığım ritüeli yapması gerekiyordu. Böylece üzerimizde ki laneti bizden devralmış olacaktı.
Bunu kesinlikle kabul etmemiş karşı çıkmıştım.Kimseye bu kötülüğü yapmayacak yapılmasınada izin vermeyecektim. Bu saatten sonra ya bir mucize bekleyip kayıp sayfanın bana denk gelmesini dileyecektim ya da Alpayla yaptığım anlaşmaya sıkı sıkıya tutunacaktım. Hepimiz dakikalardır sorular sorup dil döktüğümüz ortamdan ayrılmak adına ayaklandık. Zühre bize kapıya kadar eşlik ederken Sema hâlâ farklı bir yol sunması adına onu darlıyordu. Zühre, hiç bir şekilde bu duruma pas vermiyordu. Tam salonu terkederken sağ tarafımda kalan sehpada yer alan çerçevede ki fotoğraf çekti dikkatimi. Daha önce hiç bu fotoğrafa denk gelmemiştim burada. Siyah beyaz bir fotoğraftı. Fotoğrafın tam ortasında genç bir kız çekti dikkatimi.Kısa dalgalı saçı, üzerindeki göğüs dekolteli midi boy elbisesine, bilek boy beyaz eldivenler eşlik ediyordu. Omzuna aldığı kürkü ise onu tamamlıyordu.O zamanların moda ikonları gibi duruyordu. Kollarını önünde bağlamış sinsi bir gülüş atmıştı kameraya.
Sağ tarafında aynı yaşlarda otuz iki diş gülen, halinden fazla memnun görünen sempatik bir genç vardı.
Sol tarafında ise bu ikisini boy olarak çokça geride bırakan bir adam vardı. Spor yaptığı cüssesinden belli olan bu adam kemikli bir surata sahipti. Bakışları keskindi ve diğerlerinin aksine kameraya bakmıyordu. Bakışlarının odağı hemen yanında yer alan kadındaydı. Bu bakışlar nereden bilmiyordum fakat çok tanıdıktı.Tanıdığım bir yabancıya benziyordu sanki. Çercevenin bir el tarafından bulunduğu yere kapatılmasıyla önümde dikilen Zühreye döndü bakışlarım.Yalnış bir şey yapmışım gibi sinirle bakıyordu suratıma.
Bu şekilde bakmayı devam ettirirken zoraki ve tatlı sayılabilecek bir gülümsemeyle bakışlarına karşılık verdim.
Pek işe yaramışa benzemiyordu.
Ayaklarımı hareket ettirerek yanından evden çıkmak üzere ilerledim.
Neden fotoğrafa bakmam bu kadar sinirlendirmişti onu?
Kim bilir belki de sinirlenmek için neden arıyordu?
*****
O kadının kasvetli ve boğucu evinden çıkmış eve doğru yol almıştık.Ailelerimiz gittikleri küçük çaplı tatilden henüz dönmemişti. İyi ki de dönmemişlerdi. Kızların emniyete alınması,benim evimin önünden Doğanın adamı tarafından alınmam, Alpayı eve almam derken şahit olmamaları gereken çok olay yaşamıştık. Eğer burada olsalardı işler çoktan karışmış olacaktı.
" Şaka gibi ya. Keşke normal bir kurban verseydik.Neden bu kadar zor seçenekler sunuyor bize?" Sema kurban olayını hiç bir şekilde beğenmemiş ve hâlâ başka bir yol olduğu konusunda kendine telkinler veriyordu. Ona göre kurban bayramında kesilecek kurban ile hatamızı telafi eder bir nevi de günah çıkarmış olurduk.
" Bencede. Kurbanımızı keseriz, bu yaptıklarımızdan ötürü tövbe ederek kendi kabuğumuza çekiliriz,olur biter.O büyücüye gitmemiz en başından hataydı." Dilay önce Semayı onaylayıp sonrasında ise kendi fikirlerini ortaya atmıştı. Ona göre tüm bunlardan sonra hac görevimizi yapmaya da gitmeliydik. Günahlarımızın ancak o şekilde telafi olacağınıza söylüyordu.
" Şuan yapabileceğimiz tek şey Alpayla olan anlaşmamı gerçekleştirmem. Eğer üçüncü böceğide yerleştirirsem bu iş biter." Kızlar söylediklerimden gayet hoşnuttu. Dediklerime katılmasalar bile başka bir seçenek kalmıyordu geriye. Mecburduk. Bir fırsat yaratıp cebimde dolaştırdığım böceği ait olduğu yere koymalıydım.
İçi nasıl temiz bir kızsam bu isteğim gerçeklesti?
Nasıl mı?
Yanımıza yaklaşan tanıdık plakalı arabayla gözlerim sağımda ki yola döndüm. Siyah filmlerin inmesiyle karşıma çıkmasını istemesem de planın gerçekleşmesi için ona ihtiyacım olan insanı karşımda buldum. İşte buradaydı. Arabanın camını indirerek siyah gözlüklerinin arkasından üçümüze birden göz gezdirdi. Onu görmeye beklemediğimizden eve doğru yürüdüğümüz yolu kısa bir süre duraksattık.
Otomatikman birbirimize biraz daha yaklaştık. Eş zamanlı olarak Doğan arabadan yavaşca indi, kapısını kapatmadan önümüzde mesafeli bir uzaklıkta durdu ve gözlüklerini çıkardı.Bana küçük bir gülümseme gönderdi. Benimle olan göz temasını kesmeden konuşmaya başladı.
" Son yaşananlardan sonra hızlı toparlanmışsınız." Dedi ortaya. Bu cümleye hepimiz için söylediği açık ve netti. Alaylı kullanılmış iğneli bir cümleydi.
" Minnet duymalısınız ki avukatınız iyi bir savunma yaptı. Bugün dışarda olmanızı ona borçlusunuz." ' Ben buna dalarım. ' diye kulağıma fısıldayan Sema biraz sonra buranın karışacağını ses tonundan açıkca belli ediyordu. Dilay ise onunla hiçbir göz teması kurmuyor ve buradan ayrılmamız için telkinlerde bulunuyordu.Aynı zamanda ise herhangi olası bir hengame olmaması adına iki tarafın arasında bir bariyer olarak duruyordu. Olası bir durumun olması halinde bu durumun pekte işe yarayacağını sanmıyordum.
" Doğru ama eksik bir cümle.O gün orada olmamızın altındaki sebepte sensin." Ellerini arkasında birleştirmiş olan Sema kesinlikle kendinden emin ve özgüvenli duruyordu. Fakat şöyle bir durum vardı ki ağzımıza geleni dökeceğimiz o gün, bugün değildi. O gün geldiğinde ve Doğan ve diğerleri demir parmaklıklar ardına girdiğinde gereken konuşmayı ona ve gerekli makamlara elbet yapacaktık.
" Bunlar ağır suçlamalar. Söylediklerinin doğruluğunu kanıtlayan bir delilin olmadığına eminim." Sinir bozucu gülümsemesinin ardından Semaya göz kırptı.Pişkin adamın tekiydi.Ne olduğunu bilmesem beni bile bir şey yapmadığına inandırırdı. Doğanın arkasında kalan caddeden gelen korna sesleri ile dikkatim oraya kaydı. Arabayı resmen caddenin ortasına park etmiş burada bizimle tartışıyordu. Yolu kapatmış arabanın arkasında dağ kadar bir kuyruk olmuş içinde ki insanlar çoktan söylenmeye başlamışlardı.
Bu durum Doğanın umrunda bile değildi.
" Küçük bir gezintiye çıkarız diye düşünmüştüm." Caddede durmaksızın korna çalan insanlardan gözümü alarak Doğanın bana yönelttiği ve alacağı cevaptan emin duruşuna şöyle bir baktım.
Cehennemin dibinede götürecek olsa gidecektim. Yapmam gereken son bir görev kalmıştı. Onu onaylamak adına yapmacık bir gülümseme gönderdim. Başta bu tepkimden kaynaklı olsa gerek şaşırsa da memnun olmuş bir surat ifadesine büründü yüzü.
" Saçmalama, Umay.Onunla gitmeyeceksin herhalde." Aynı tepki eş zamanlı Dilaydan da gelince açıklama yapma gereği duydum. ' Merak etmeyin ne yaptığımı biliyorum.Birazdan döneceğim.' Fısıldayarak söylediğim cümleyi kızlar net bir şekilde anlamışlardı. Aynı zamanda ne yapmaya çalıştığımı da... O sırada arabaya ilerleyen Doğan, caddeden gelen gürültü sayesinde hiç bir şeyin farkında değildi. Onlara ' sorun olmayacak ' anlamında bakış atarak beni bekleyen arabaya doğru ilerledim. Ön koltukta yerimi alırken binmem için beni bekleyen Doğanda yanımda yerini aldı. Emniyet kemerimi takarken, Doğan arabayı çoktan çalıştırmış ve arkamızda ki kargaşayı sonlandırmıştık.
Yirmi dakika süren yolun ardından ne yapmış etmişsemde arabada son böceği yerleştirecek bir yer bulamamıştım. Stresle derin bir nefes verdim.Nereye geldiğimize bile bir an bakmamıştım. Doğan sürekli bir konuşma girişiminde bulunsa da düşünmeden ve saçma sapan verdiğim cevaplarla akıl sağlığımı yitirdiğim fikrini düşünmesini beklerken espri yapıyormuşum gibi her cümlemde gülümsüyordu.
Aşkın, gözü kör ettiğini duymuştum da kulakları sağır ettiğini yaşayarak öğrenmiştim.
Aklım, fikrim, gözüm, kulağım avucumun içinde hapsettiğim böceği yerleştirmekteydi. Arabanın durması ile bakışlarımı yeni yeni etrafımda gezdirmeye başladım. Bir çarşının önüne gelmiştik. Etrafta bulunan mağazalar, dükkanlar, cafeler ve envai çeşit ticari iş yerleri çevremizi sarmıştı ve bu duruma da insanlar eşlik ediyordu.
Neden buradaydık?
Alışveriş mi yapacaktık?
Doğan arabadan inerken yavaşca arabanın etrafında çevresini inceleyerek turlamaya başladı. Bir yandanda dudaklarının arasından hiç eksik hissetmediği sigarasını çıkardı. Kalp atışlarım hızlanırken tekrardan etrafımı taradım. Farkedilmeyecek bir yer olmalıydı.
Elimle oturduğum koltuğun altını yokladım. Bu deri koltukta böceği yerleştirebileceğim bir yer yoktu. Gözüme torpido gözü takıldı. Hemen orayı açtım.Açar açmaz gözüme takılan silahla gözlerim arabanın ön tarafında telefonla konuşup aynı zaman sigara içen Doğana kaydı. Eş zamanlı o da bana bakarken göz göze geldik.Elimin altında ki silah bana hiçte yardımcı olmazken böceği torpido gözünün üzerinde ki tavanın olabildiğince gözden uzak bir tarafına yerleştirdim. Ardından kolumun hareket ettiğini farkettirmeden torpidoyu kapattım. Bunları yaparken sadece Doğanın gözünün içine bakmıştım.Şüphe duymaması adına. İşte bitmişti. Bana düşen görev burada bitmişti.Artık bütün iş Alpaydaydı.
Elimi arabanın kapısına getirip kapıyı açarak dışarı çıktım. Bugün güzel bir hava vardı. Bundandır ki herkes çoluk çocuk demeden kendini dışarı atmıştı. Etraf çok kalabalıktı. İstemsiz olarak Doğanın yanına ilerledim. Kısa süreli telefon görüşmesi bitmişti, sigarasını da bir kenara fırlatarak elini omzuma koyarak onu takip etmem adına beni yönlendirdi.
" Nereye gidiyoruz?" Kalabalıktan gelen uğultudan kaynaklı cümlemi duyması adına biraz ona yaklaşmış ve sesimi olabildiğince gür çıkarmıştı. Ona yaklaşmam hoşuna gitmiş olacak ki arada ki boy farkını önemsemeden başını olabildiğince bana doğru eğdi ve karşılık verdi.
" Nereye gittiğimiz, farkeder mi? " Bu nasıl bir cevaptı böyle. Adam akıllı cümlede kurmuyordu. Onunla çıkarım olduğundan itiraz etmeden gelmiştim. Artık yapacağımı yapmış işimi karşıya geçirmiştim. Çıkar ilişkim şu saatten itibaren sona ermişti, nereye gittiğimizi elbet sorgulayacaktım. Dar bir sokağa girmiştik.Etraf tıklım tıklım insan doluydu. İğne atsak yere düşmeyecek bir kalabalıktı bu. İnsanların bana temas etmesinden hiç hoşlanmıyordum, kalabalık ortamlardan da... İnsanlara onlardan tiksindiğim yönünde bakışlar atarken bir yandanda yanımda ki Doğanı takip ediyordum. O bu durumdan gocunuyormuş gibi durmuyordu. Uzun boyundan kaynaklı önünü gayet rahat bir biçimde görürken, iri cüssesiyle insanları bir kalkan misali geri tepiyordu. Öyle ki birçok kızın bile isteye sırf temas etmek için ona çarparak geçtiğine şahit bile olmuştum. Tüm bunlar olurken Doğan hiç oralı olmuyor tersine erkeklerin bana değmemesi adına insanlara ölümcül bakışlar atıyordu.Başarılıda oluyordu. Çok geçmeden bu zulümden kurtulmama bir kaç adım kalmıştı ki omzuma çarpan sert bir cisim ile önce adımlarım yavaşladı sonrasında ise bulunduğum yerde sendeledim. Bu ülkede hele bu sokaklarda elli kilo altı olmak gerçekten çok zordu. Kafamı yukarı kaldırırken sendelememe sebep olan sonra ise beni kolumdan tutarak yerime sabitleyen kişiye baktım. Siyah şapkası altında parıldayan yeşil gözlü bir adamla karşılaştım. Yüzü yere eğik olsada birkaç saniye göz göze gelmiştim. Fakat o bu durumu uzatmamış onu incelememden hoşnut olamamış biçimde elini kolumdan çekerek benim tam tersi yönüme, yukarı doğru yol almaya başlamıştı. Ben hâlâ onun arkasından bakakalırken bir süre sonra gözden kaybolmuştu. Benim transtan çıkmama sebep olan şey tabiki de Doğanın mengene misali bileğime yapışıp o kalabalıktan beni çıkarmasıyla son buldu.
Huhh!
Ne sokaktı ama!
Kapalı bir çarşının önüne gelmemizle bileğimi Doğandan kurtardım. Sinirli hali bu hareketimle dahada harlanırken ellerini saçlarının arasından geçirip, bana sitem dolu bir cümle sarf etti.
" Kayboldun sandım! "
" Kusura bakma ama benim senin gibi gardımı alabileceğim bir gövdem yok." Hâlâ kendime gelmeye çalışıyordum.Resmen mahşer alanının fragmanını yaşamıştım. Az kalsın eziliyordum arada. Cevap vermem hiç hoşuna gitmemişti.Hele de hâlâ sinirliyken...
Hoşuna gitmemesi umurunda değildi.
Biraz önce elinden kurtardığım elime tekrar yapıştı. Elimi, eliyle buluşturdu. Avucunun içine elimi alırken tüm çekme çabalarım karşılıksız kalmıştı. Kapalı çarşının içinde o önde ben arkada ilerlerken tabiri caizse savaş vererek ilerliyor hem de etrafıma bakınıyordum.
" Ne yaptığını sanıyorsun?"
" Olası bir kaybolma durumunu önlüyorum." Herşeyede bir cevabı vardı. İnsanların tuhaf bakışlarından ötürü Doğana yetişerek ona ayak uydurmaya karar verdim.Sadece bir süre...
Süslük, turistlik ve hediyelik eşyalar satılan bu kapalı çarşı buram buram tarih ve el emeği kokuyordu. Dışarının aksine daha az insan vardı. Bu durum hoşuma gitmişti. Devasa tavan alabildiğine yüksekti ve baş döndürüyordu.
Ve de fazlasıyla sıcaktı.
Boşta olan elimle kendimi havalandırmaya çalışıyordum.
" Seni bu kadar heyecanlandırdığımı bilmiyordum?"
Etraftan bakışlarımı alırken anlamazca yüzüne baktım. Gözlerimi kısarak dikkatlice ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Ne dediğini elbette duymuştum. Sadece anlamaya çalışıyordum. Önce elimle havalandırdığım yüzüme sonra ise avucunun içinde terlemiş avucuma göz gezdirdi.
Ardından yaramaz bir çocuk misali sinsi bir gülüş yolladı.
Sapık adam!
" Ne münasebet be!"
Tüm kan yüzüme toplanırken geldiğim bu halden kaynaklı olsa gerek ondan hiç beklemediğim şekilde sesli bir kahkaha attı.Şimdi sinirden ağlayacaktım. Neşeli bir şekilde önüne geldiğimiz antikacının içine girdi ve peşinden gelmem için kapıyı açık bıraktı.
İçimden geldiğim bu yere ve o adama lanet yağdırırken antikacının hemen üzerinde yer alan figür çekti dikkatimi...
Küçük bir kuzgun daha...
|
0% |