@yarenbayan_
|
^ Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar. ^ ¦ Yorum yapma bakımından sizinle anlaşamayacağız gibi ne üzücü. Neyse ben yine de size bölüm yazıyorum çünkü bir kişi bile olsa yorum yapıyor ve bu onun gelecek bölümü hak ettiğini gösteriyor. Sizi siviyooommm! ¦ ¦ Ama cidden bu bölüm için yorum bekliyorum. Bölüm sonunda özellikle sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde yorum bekliyorum canikomlar. Hihi ¦ -🦷- --- Dilrüba etrafına sinsi bakışlarını atarak emeklediği yerden doğruldu. Abilerine eziyet etmeye bayılan bir kız çocuğuydu ve görevini başarıyla yerine getiriyordu. Bunun tek kanıtı ise onları cidden çıldırttığıydı. Ayaklarının üstüne bastığında hızlı adımlarla Deniz abisinin odasına doğru yol aldı. Onula ufak bir işleri vardı. Yarın beş yaşına girecekti ve okula giden arkadaşlarını gördükçe özeniyordu. Dilrüba her şeyin farkındaydı ve bunu evin içinde tilki gibi kullanıyordu. Deniz abisi dün gece ona seni okula göndereceğim demişti. Deme nedeni ise dilrüba ve onun sivri dişlerini etinden ayırmaktı. Kardeşi fazla saldırgandı. Dilrüba ise bu okul konusunu fazlasıyla ciddiye almıştı. Odanın kapısının önüne geldiğinde kapı kulpuna uzanıp yavaşça açtı. Hızlı açarsa ve kapı birden ileriye doğru açılırsa yüz üstü yere yapışırdı. Korkulur rüyasıydı. Aynı olayı Bulut abisinin odasında yaşamıştı ve karşılık olarak şen bir kahkaha almıştı. Bulut, Dilrüba'nın sinirleri ile çok oynuyordu. Dilrüba ise bu sinirleri yeniden Bulut abisinin üzerinde uyguluyordu. Dilrüba için en fazla ne yapabilir ki demeyin çünkü Bulut için o kahkahanın sonu hiç iyi bitmemişti. Bulut'un en sevdiği araba koleksiyonun camdan aşağıya süzülmesi Bulut'un en büyük mağlubiyetiydi. Dilrüba'nın ise kazanandı. Düşmanlıkları ise o günden sonra daha da harlanmıştı. Dilrüba Deniz abisinin odasına girdiğinde yatağında bağdaş kurmuş bir şekilde elinde ki kitabı okuyordu. Bu okuduklarını ise Dilrüba uyumaya çalışırken ona anlatırdı. Deniz, Dilrüba'nın masal ve hikaye arkadaşıydı. Odaya giren Dilrüba ile Deniz kafasını kitaptan kaldırdı. Ayakları üstünde ona bakan kardeşini gördüğünde gülümsedi. "Hayırdır Dilrüba hanım? Artık rezil oluyorum, kaç yaşıma gelmişim emekliyorum diye mi yürüme kararı aldınız?" Dilrüba abisine dil çıkardığında Deniz sırıttı. "Okula ne zaman gideceğim ben?" Deniz'in kaşlar havalandığında elinde ki kitabı yanında ki komodinin üstüne bıraktı. "Ne okulu tam olarak küçük hanım? Siz hele bir altı yaşınıza girin, bakarız." "Seni ısırırım!" Diye Dilrüba abisini tehdit ettiğinde Deniz gülmeye başladı. "Güzelim daha okul için çok küçüksün. İstersen ben sana öğreteyim okul yaşın gelene kadar?" "İstemem." "Neden?" "Sen öğretmen değilsin çünkü. Öğretmenler öğretir. Abiler değil." "Küçük hanım sana da maaşallah konuşmayı bizi dinleye dinleye çözmüşsün." "Öyle olacak tabii. Kaç yaşına geldim." "Kaç yaşına gelmişsin?" "Beş!" "Baya büyümüşsünüz." "Evet." "İyi madem, şimdi beni ısırmayacak mısın?" "Hayır." Dilrüba gözlerini abisinin odasında gezdirdiğinde masanın üstünde duran kendi resimlerine baktı. İki tane çerçeve vardı ve ikisinde de abisiyle yan yana oldukları resimler vardı. Birinde Deniz altta Dilrüba onun üstünde kocaman gülerek kameraya bakıyordu. Havuzdalardı. İkincisinde ise Deniz ve Dilrüba kameraya gülümseyerek bakıyorlardı. Sarı saçlar, Yeşil gözler ve o doğum lekesi ile şahane bir eser gibi duruyorlardı. "Abi." "Efendim?" "Bana benziyorsun?" " Sen bana benzemiş olmayasın?" Dilrüba dik dik abisine baktığında omuz silkti. "Ne değişir ki? Aynı şey." "Şimdi odaya Bulut abin girse ne yaparsın?" Deniz keyifle konuyu değiştirmişti. "Emekleyerek kaçardım." Deniz bu cevaba gür bir kahkaha attığında odaya doğru gelen ayak seslerine kulak astı Dilrüba. Biri onlara doğru geliyordu. Dilrüba anında sessizliğe gömüldüğünde odanın kapısı açıldı ve içeri giren kişi Toprak abisi oldu. Koyu kumral saçlarını geriye itelediğinde mavi gözlerini kardeşlerine dikti Toprak. "Benim minik tilkimin burada ne işi var?" "Çocuğu bir tilki yapmadığın kalmıştı." Deniz homurdandığında Toprak yanlarına gitti. Dilrüba'ya kollarını uzattı. Dilrüba ise hiç tereddüt etmeden kendini uzanan kollara bıraktı. "Abisinin minik şeytanı." Diyerek Dilrüba'nın saçlarını sevdiğinde Dilrüba kıkırdadı. "Çoğuna şeytan deme bari! Okulda sana ne öğretiyorlar oğlum!" "Abilerimi nasıl süründürürüm dersi veriyorlar abi. Bende eve gelip bunları Dilrüba'ya aktarıyorum. O da size uygulamaktan geri kalmıyor sağ olsun." Dediğinde Deniz kıstığı gözleri ile karşısında ki sinsilikte level atlayan ikiliye baktı. "Ay ne haliniz varsa görün." Deniz onları baş başa bıraktığında kendi odasından çıktı. Bu ikiliye ne laf işitiliyordu ne de söz. İkisi de aynı şeydi ama siz düşünün işte. Dilrüba, Toprak abisinin kollarının arasında oturmuş onu inceliyordu. "Minik şey benim odamdan başka kimsenin odasına gitme, seni keserim." Dediğinde Dilrüba dudak büzdü. "Büzme o dudaklarını mıncırırım." "Abi ben de büyümek istiyorum." "Büyüyorsun zaten Dilrüba. Sadece zaman biraz yavaş ilerliyor." "Hızlandıralım." "O iş öyle olmuyor ufaklık." "Seni ısırırım." Dilrüba aynı tehditi Toprak abisi üzerinde de denediğinde Toprak, Dilrüba'yı gafil avladı. Dişlerini Dilrüba'nın burununa geçirdiğinde Dilrüba sızlanarak burnunu geri çekti. Azucıkta olsa canı yanmıştı. "Niye ısırıyorsun!" "Ben ısırmasam sen ısıracaktın." Dilrüba abisine hak verircesine sustuğunda burnunu ovmaya başladı. Bembeyaz burnu şimdi kırmızı olmuştu. "Acıdı mı?" Dilrüba numaradan doldurduğu gözleri ile abisinin denizlerine baktığında kafasını olumluca salladı. "Acıdı, abi." Toprak uzanıp ilk önce uzanıp mimik burnunun ucundan öptü. Sonra ise sulanan koyu yeşil gözlerinden öptü. Dilrüba gülümsediğinde kollarını abisinin boynuna doladı. "Abi parka gider miyiz?" "Bugün değil ama yarın götürürüm güzelim. Derslerim fazla var. Hem doğum günü hediyen olur." Dilrüba hevesle kafasını salladığında, "Olur!" Diye çığlık attı. O an odasının kapısı gürültüyle açıldı ve büyümüş gözlerle kardeşlerine bakan Bulut karşılarına çıkmıştı. Dilrüba ise abisinin kollarının arasında sindikçe sinmişti. "O ses Dilrüba'dan mı çıktı?" Toprak kız kardeşini ele vermemek adına kafasını olumsuzca salladı. "Hayır. Dilrüba'yı güldürmek için komik sesler çıkartıyordum." Bulut sinirle kaşlarını çattığında, "Siz beni salak mı sandınız?" Dilrüba ise abisine hiç acımadı. Kafasını olumluca salladı. Bunun üzerine Toprak alt dudağını gülmemek için ısırırken Bulut şaşkınlıkla kız kardeşine bakıyordu. "Öyle mi Dilrüba hanım?" Dilrüba kafasını hızlı hızlı salladı ve Bulut abisini onaylamış oldu. "İyi odan da olacağım ben." Bulut bu cümleyi kurduktan sonra hızlıca odadan çıktı. Dilrüba ise o an Toprak'ın kucağında debelenmeye başladı. Toprak, Dilrüba'yı kucağından yere bıraktığında, "Kavga var diyorsun? İzlenir." Dilrüba abisini takmadan emeklemek bile aklına gelmeden odadan koşarak çıktığında çoktan gözden kaybolan uyuz Bulut abisinin peşine takılmıştı. Toprak ise evin içinde koşan ufak şeyi takip etmeye başlamıştı. Hedef belliydi. Dilrüba'nın odası. Dilrüba odaya girdiği an Bulut elinde ki oyuncak bebeklere düşmana bakarmış gibi bakıyordu ve bu görüntü Dilrüba'yı kıpkırmızı etmişti. Sinirleniyordu. Evi her an ateşe verebilirdi. "Oyuncaklarıma zarar verme!" Bulut bir an sesin nereden ve kimden geldiğini anlamasa da arkasını döndü. Karşısında ayakta duran ve ciddi ciddi konuşan kardeşine bakakaldı. "Seni küçük şeytan! Konuşuyorsun." Bulut sinirden köpürmeye başladığında Dilrüba kollarını göğsünde bağladı. "Bebeklerimi bırak." "Çok bırakırım!" Bulut da hiddetle karşı çıktığında Dilrüba'nın göz bebeği olan oyuncağını açık camdan aşağıya bıraktı. Ve o an evde büyük bir sessizlik oldu. Oyuncak bebek camdan aşağıya atıldı. Bulut rahatlamış halde kız kardeşinin karşında ona bakıyordu. Dilrüba gittikçe morarıyordu. Onları izleyen Toprak ise kapı korkuluğuna yaslanmış biraz gerçekleşecek kavgayı bekliyordu. O sırada Utku ve Deniz kapıda belirdiğinde Toprak abilerine eliyle odanın içinde ateş topuna dönüşmüş Dilrüba'yı ve masum abisi Bulut'u gösterdi. Utku sıkıntıyla nefesini tuttuğunda saçlarına elini geçirdi. Birazdan olacakların fragmanı şuan kafasından geçiyordu. Deniz ise Toprak'tan farklı değildi. Bütün kardeşler olarak Bulut'a üzülseler de Dilrüba'nın onunla uğraşmasını izlemeye bayılıyorlardı. "Bulut'u kurtarsak mı?" Utku yine mantık çerçevesi içerisinde konuştuğunda Toprak kafasını olumsuzca salladı. "Bırak abi ya yesinler birbirlerini." Deniz Toprak'ın omzuna kolunu attığında kardeşini kendine çekti. "Yalan söyleme bari. Kimin kimi yiyeceği çoktan belli. Allah'tan annemler evde yok." Asya ve Fatih bey iş yemeğine katılmışlardı o yüzden abi takımı ve Dilrüba evde beraberlerdi. "Annem olsa, Yapmayın çocuklar kız kardeşsiniz. Derdi." Toprak bunu sırıtarak söylediğinde odanın içinde bulunan ikiliden ilk ses çıktı. "Bunu ona nasıl yaparsın! Kendini atsaydın! Niye benim bebeğim? Kendini de at. " Dilrüba Bulut'a aşağı atlaması gerektiğini söylediğinde Bulut hiçte oralı olmadı. Omzunu silkip odadan çıkmak için Dilrüba'nın yanından geçiyordu ki kolundan tutulmasıyla durdu. Hemen arkasından ise kesilmemiş sivri tırnaklar etine battığında acıyla inledi. Dilrüba ise biraz daha sıkıyordu abisinin kolunu. "Atla!" "Atlarsam ölürüm, salak!" "Sensin salak! Sen ölürsün de o ölmez mi? O daha bebek." "Dil de papuç gibi. Bize bir şey olsa gıkın çıkmaz. Bebeğe gelince oh nenem." Dilrüba bazı kelime ve kelime gruplarını anlamasa da ateş saçan gözleri ile abisine baktı. "Sana bir şey olmasın ama bebeğime de olmasın." Dilrüba orta yolu bulduğunda Deniz'ın bacağına tek atıp kolunu ısırıp hızlı adımlarla odadan kaçtı. Daha doğrusu aşağı bahçeye bebeğini yaşatmaya gitti. Abiler ise bu manzaradan gözlerini çekmek istemeseler de Bulut'a doğru yanaştılar. "Abi demese de sana kıyamıyor Bulut efendi. Değerini bil." Deniz Bulut'un kıvırcıklarını karıştırdığında Bulut öylece kardeşinin çıkıp gittiği kapıyı izliyordu. Deniz de bir an kapıya baktığında demin geçen konuşmanın bir kısmı aklında dönüp duruyordu. Ölüm konusunda içini kemiren şeyler vardı ve o kelimenin söylenmesini bile istemiyordu. Rüyası hala etkisini koruyordu. Deniz her gün biraz daha korkuyordu. --- Deniz Güngör'den Yattığım yatakta tek kolumu kafamın arkasına atmış öylece tavanı izliyordum. Dün yaşadıklarımın gerçekliğini sorgulamaktan kafayı yemek üzereydim. O kız, Dilrüba benim kardeşime bana o kadar çok benziyordu ki o an onu alıp buraya evimize getirmek istedim. Bütün yaralarımızı onarmak istem. Sadece istemekle kaldım. DNA testini bir ara keşke hiç yaptırmasaydık demişliğimde olmuştu ama her şey için de geç kalmıştık. Dilrüba artık bize inanmazdı. Ben neden bu kadar inanıyordum o halde? DNA testi bile bizi kardeş olmadığımıza inandırmak isterken ben neden inat ediyordum. İnat etmiyordum. Hissediyordum. Kalp hissetmez miydi? Ben hissediyordum işte! Hayatım boyunca o gün olduğu gibi gidip bir kıza Dilrüba diye sarılmadım. Saçlarını okşamadım. Tamam çok kişiyi o sandım. Çok kişide yanıldım. Bir çok genç kızı bu davranışım yüzünden rahatsız ettim. Gecelerde beni rahatsız ediyordu. Buna kimse neden bir şey demiyordu. Dilrüba gibi başka hiç bir kızın yüzünde aynı leke yoktu. Lekeyi geç o yüz başka kimsede yoktu. Ben kendi yüzümü bilmem mi sanki? Ben kardeşimi tanımam mı? Tanıyamadığımı, yanıldığımı söylüyorlardı. İnanmıyordum. O DNA testi denen şeye de inanmıyordum. Ben kardeşimi bulmuştum ve bunun için savaşacaktım. Uyku sorunumu, hayal görmelerimi onunla atlatacaktım. Bunu onun varlığıyla başaracaktım. İlaçlarla değil onunla yapacaktım. Kardeşim bana gelecekti. Herkes takıntı diyebilirdi ama bu sefer kalbimi dinleyecektim. Kalbimin bu sefer dinlenmeye hakkı vardı. Yatakta sağa döndüğümde masanın üstünde bana doğru dönük olan iki çerçevede takıldı gözlerim. Yıllardır bir gram bile yerinden oynatmadığım o resimler. Dilrüba ve ben vardım o karelerde. Birinde benim üzerimdeydi. Havuzdaydık tek gayesi beni orada suya gömmek ve boğmaktı. Başarmıştı da. Utku gelip beni elinden kurtarmasaydı diğer tarafa gidiyordum. Çok yaramazdı ama bir o kadar da akıllıydı. Aklını ise gram doğru şeylere kullanmazdı. Nerede tilkilik nerede sinsilik onu orada bulurduk. Hemen arkasında da korumalığını yapan Toprak olurdu. Arada arkalarını toplamadım değildi tabii. Utku biraz sinirlidir. Ona yaptıkları hainliklerin üstünü kapatma görevi bana kalıyordu. Gözlerim diğer resme değdiğinde dudaklarım titremeye başladı. Gözlerimin dahi yandığını hissediyordum. Benim dokuz Dilrüba'nın üç yaşında olduğu bir resimdi. İkimizde kafaları yan yana vermiş kameraya gülümsüyorduk. "Yavrum. Ölmediğini hissediyorum. O sensin biliyorum ama hayat bizimle oynuyor gibi sana yetişemiyorum." Sızlayan burnumu çektiğimde gözlerimi onun yüzünden ayırmadım. Ellerim titremeye başladığında yumruk yaptım. Yatakta dikleştiğimde yatağımın karşısında ki masama yöneldim. Çekmecesinde bulunan ilaçlarımı aldım. Bunlar olmadan yaşayamıyor olmam koymuyor değildi. Asıl ilacımın kız kardeşim olduğundan haberleri yok muydu bu doktorların? Masanın üstünde olan sürahiden yanında ki bardağa su doldurduğumda ilaçlardan da birer tane aldım. ağzıma attım. Üstüne de bir bardak suyu kafaya diktim. "En son konuşmamız neden ölümle ilgili oldu ki?" Cama doğru döndüğümde dizlerimin üstünde yere çöktüm. "Neden o gün Bulut ile kavga ettiniz ki?" Ellerimi saçlarıma geçirdim. "Bunu bana neden yaptınız ki?" Dudaklarımın arasından bir hıçkırık firar ettiğinde kendimi sağ omzumun üstüne yere bıraktım. Sarsılarak ağlamaya başladım. "Neden ki? Daha okula gidecektin bebeğim. Daha büyüyecektin. Daha çok yaramazlıklar yapacaktın neden gittin güzelim. Doğduğun gün neden geri gittin. Neden o gün Dilrüba!" Odanın kapısı sertçe açıldığında ağlamaktan bir hal olmuş bedenimi iki kol sarıp sarmaladı. Bu kolları tanıyordum. Utku'ydu. "Deniz yapma kardeşim. Bunu kendine yapma." Beni ayağa kaldırmaya çalıştığında başarılı olamadı. "Yirmi altı mayıs Utku! Doğduğu gün elimizden kayıp gidiyor. Nasıl olur?" "Deniz bunları düşünme." Sertçe Utku'yu kendimden uzaklaştırdığımda kan çanağına döndüğünü bildiğim gözlerimi ona diktim. Üstünde tişörtü yoktu. Yataktan kalktığı gibi koşup yanıma geldiğini anlayabiliyordum. "O yaşıyor! Duydun mu beni? O kız bizim kardeşimiz. Ben bu sefer yanılmıyorum. Ben bu sefer doğruyu hissediyorum!" "Deni-" "SUS! Sakin olumsuz bir şey söylemek için kendini yorma Utku. Ben seni çok dinledim. Hepsinde dinledim. Ama buraya kadar. Ben bu sefer kaybedemem. Ben Dilrüba'yı kaybedemem." Utku öylece gözlerime bakarken kafasını yere doğru eğdi. Sıkıntılı nefesini burnundan soludu. Bana benim kardeşim inanmıyordu. "Odana git Utku. Benim sizin düşüncelerinize ihtiyacım yok. Benim tek bir kişiye ihtiyacım var oda ölmek için savaşıyor." "Deniz yanlış yapıyorsun. Emin değiliz! DNA testi yalan mı söyleyecek? Yapma şunu işte! Unut şu kızı. O bizim Dilrüba'mız değil." Gözleriminden yaşlar tek tek akarken ondan uzaklaştım. Ayağa kalktım. O hala yerde duruyordu. Ne kalkıyordu. Ne de bana bakıyordu. Ne dediğinin farkında mıydı o? " Sen şimdi hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam mı edeceksin?" "Senin gibi mi olayım?" Diyerek bana baktığında ayağa kalktı. Tam karşıma dikildi. "Ben kardeşimin peşindeyim!" "Sen ölmüş bir kızın peşindesin! Bunu artık kafana sok Deniz. Bizim kardeşimiz öldü. Herkes ona benziyor biliyorum ama o öldü!" O an hayatım boyunca yapmadığım ve düşünsem asla yapmayacağım şeyi yaptım. Utku'ya el kaldırdım. Ona tokat attım. Utku'nun yüzü sol tarafa düştüğünde yutkundum. Anın verdiği öfkeyle omuzlarına ellerimi koydum. "Sen böyle yaşayabilirsin Utku. Ben yaşamayacağım. Bu tokadı da unutma kardeşim. İleri de aklına getireceğim." Ellerimi omuzlarından çektiğimde Utku tek laf bile etmeden odadan çıktığında kendimi sırt üstü yatağa attım. Kısa süre içinde de ilaçların etkisiyle uyuya kaldım. --- Dilrüba Sungur'dan Müdürümüzün bulunduğu odaya doğru sert adımlarla yürüyordum. O gelen adamı öyle merek ediyordum ki! Ağız burun damlası vardı. Ya sen köpek! Eğer gerçek isen yıllardır neredeydin? Sonra diyorlar Dilrüba sinirlenmiş! Dilrüba kudurmuş! Arkadaşım beni sinir eden de kudurtan da sizsiniz. Ben özümde çokta tatlı, şirin, harika bir kızım. Müdürün kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı araladım. İçeriye girdim. İlk müdür bey ile göz göze geldiğimde baş selamı verdim. Müdür selamımı aldığında eliyle karşında ki adamın biraz ilerisinde ki deri koltuğu gösterdi. Hızlı adımlarla geçip koltuğa oturdum. Bakalım bu şirin dayının esas amacı neymiş? Kusura bakmasında ben yıllar sonra gelen bir adamda art niyet arardım. Önceden neredeydin dayişko? "Eyüp bey karşınızda ki genç kızımız Dilrüba." Karşımda ki adam beni baştan aşağıya alıcı gözüyle süzdüğünde olduğum yerde dikleştim. Bacaklarımı üst üste attım ve ona doğru eğildim. "Hayırdır bey amca mal seçmeye gelmiş gibi bir halin var?" Adam cümlemden rahatsız olup yerinde hareketlendiğinde kıstığım gözlerim ile onu izlemeye devam ettim. "Demek dayımsın. Bu zamandır neredeydin?" "Yurt dışındaydım. Senden bir haberim yoktu." "E yani? annem babam ölünce kimden haberimi aldın? Cinler mi haber etti? Başka akrabam var de de şuraya bayılayım." dediğimde Eyüp bey oturduğu yerde biraz daha yayıldı. "Manevi bir abin var, Seni yıllardır takip ediyor. Haberini ondan aldım." Al işte! Bir de öz olmadığını anlamayayım diye manevi olma çıktı başıma. Bir abim daha vardı. Hem de manevi? "Eyüp bey ben küfür etmeyi sevmem ama size de inanacak kadar beynimi de yemedim." Eyüp beyin gözlerinden geçen karartıyı gördüğümde dudaklarım tek tarafa kıvrıldı. "Kızım ben senin dayınım." "Öyle mi? Bir dayı yeğenine alıcı gözüyle bakmaz! sapık mısın? Bana kalırsa sen benim hiç bir şeyim değilsin. Abim falan da yok. " Müdür beye döndüğümde tebessüm ettim. "Ailem olduğunu düşünerek içeri almışsınız ama hayır. Bu adam benim ailemden değil." "Annenin soyadını bile bilmiyor musun sen?" "Altınsoy olması seni dayım yapmıyor. Hele de senin gibi bir adamı. Bir daha sakın karşıma çıkma." Müdürün odasından çıktığımda arkamdan onun sesini duydum. "Abin burnunun dibinde bunu da sakın unutma Dilrüba. Çok yakında yeniden görüşeceğiz. İyi günler." Diyerek o benden önce odadan çıktığında gözlerimi devirerek müdür beye döndüm. "Kızım bana hiç öyle bakma. Soyadları aynıydı. Annenin kardeşiydi." "Yok müdür bey benim size bir lafım. Benim kendime bir çok lafım varda dilim varmıyor söylemeye. Kolay gelsin." "Sağ ol kızım." Müdür beyin odasından çıktığımda ileriden bana doğru gelen Akif'i gördüm. Kolumda ki saate baktığımda ise akşama şurada ne kalmıştı. "Nasıl geçti dayın ile karşılaşman?" "Şahane." "Ciddi bir soru sordum, Dilrüba." "Bende ciddi bir cevap verdim Akif. Ben odaya geçiyorum. Görüşürüz." Akif'i orada bırakarak odaya çıktım. Hocaların söylediği bir kaç konuyu araştıracaktım. Daha vardı teslim tarihine ama benim aklımı dolduracak şeylere ihtiyacım vardı. Asansöre bindiğimde çalan telefonum ile elimde tuttuğum telefonun ekranını kendime çevirdim. Bilmediğim bir numaraydı. Aramayı cevaplandırıp kulağıma koydum. Asansörde o sırada yukarı katlara doğru çıkıyordu. "Alo?" dediğimde karşıdan pek bir ses gelmedi. Kısa süre sonra onun sesini duydum. Daha demin önce dayım olduğunu söyleyen adamın. Eyüp Altıntaş'ın. "Sevgili yeğenim beni müdürünün yanında küçük düşürmek neymiş sana göstereceğim. Şimdi hayatını yaşa ama ben o anı unutmam." Benim tek bir laf etmeme izin vermeden telefonu kapattığında korkudan atan kalbimi tek elimle sıvazladım. Beni bunlar cidden kalpten götürmek istiyordu. Manevi abin burnunun dibinde demişti? Buradan ne çıkarmam lazımdı? Benimle aynı kyk da olacak hali yoktu herhalde. Asansörün kapıları açıldığında kendimi ara hole attım. Bugün bu olaylar fazla üst üste gelmişti ve benim hemen uyumam lazımdı. Bırak şimdi dersi araştırmayı. Zaten hava da altı olmadan kararmaya durmuştu. Günler kısalmaya başlamıştı. Odanın önüne geldiğimde kapıyı açıp içeriye girdim. Dicle yatağının üstünde uzanmış telefonundan gözleri kapalı bir şekilde müzik dinliyordu. kesin Yıldız Tilbe, 'tek bir düşüncem' dinliyordu. Her akşam yatmadan ilaç gibi dinler öyle yatardı. Ona gözükmeden dolaptan kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim. Üstümdekileri çıkardığım an karnıma giren ağrı ile olduğum yerde kaldığımda derin bir nefes aldım. Hasta oldum! Dolapları karıştırmaya başladığımda orkitin kalmadığı yüzüme çarptığında acı biraz daha saplandı. İlk günüm hep can alıcı geçerdi. Yanıma aldığım şortu ve dizlerde biten kısa kollu tişörtü üstüme giydim. Aşağıda ki markete bir koşu gidip gelmem lazımdı. Geceyi böyle geçiremezdim. Banyodan çıktığımda Dicle ile göz göze geldim. "Ben bir markete gidip geliyorum. Orkit kalmamış." Gözleri bacaklarımı işaret ettiğinde gözlerimi devirdim. "Aşağıda ki markete gidip geleceğim bir şey olmaz. Hadi kaçtım ben." "Dikkatli ol!" Odadan çıktığımda asansöre koştum. Hala aynı yerinde duran asansöre bindiğimde sıfıra bastım. Asansör Akif'in kaldığı katta durduğunda şaşırmadım bile binen kişi Akif'ten başkası değildi. "Selam." Dediğinde kafa selamı verdim. Canım acıyordu ve konuşacak halim yoktu. "Nereye böyle? Üşümeyecek misin akşam akşam?" "Üşümem. Üşüsem üstüme bir şey alırdım." "O baya atarlıyız." Asansör zemin kata indiğinde kapılar açıldı. Asansörden indiğim gibi çıkışa yöneldim. Marketin önüne geldiğim an gördüğüm manzara ile ofladım. Cidden marketi bugün erken mi kapatası gelmişti bu adamın! Ara sokakta olan küçük bir bakkal vardı. Şansımı orada deneyebilirdim. Hızlı adımlarımı bakkala yönlendirdiğimde arkamda kalan marketin oradan çıkan siyah karartı ile içim ürperirken adımlarımı hızlandırdım. Ben hızlandıkça oda hızlandı. Ara sokağa döndüğümde bir an gölgenin geçtiği hissederek sakinleştiğimde yeniden varlığını belli ettiğinde korkudan kalbim teklemeye başladı. Üşümeyen bedenim donmaya başladığında adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Ani verdiğim bir kararla bakkalın sokağından saptığımda koşmaya başladım. Arkadan giderek KYK nın önüne çıkmam lazımdı. Gölgenin de benimle beraber koştuğunu gördüğümde titremeye başladım ama koşmayı bırakmadım. Ben hızlı koşardım. Kalbim vardı evet ama kalbimin dayandığı yere kadar hızlı koşardım. O an çalan telefonum ile çığlık attım. Telefonun ekranına baktığımda yine bilinmeyen bir numara çıktı karşıma. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Artık ağlıyordum. Korku bütün bedenimi ele geçirmişti. "NE İSTİYORSUN BENDEN! ÇANIMI MI? Yapma bunu!" Bağırarak konuştuğumda hattın diğer tarafından gelen başka tanıdık sesle ağlamam şiddetlendi. "Dilrüba neler oluyor? Ağlıyor musun sen?" "ABİ YARDIM ET! TAKİP EDİLİYORUM. BİRİ BİLEREK YAPIYOR BUNU! KORKUYORUM LÜTFEN." Deniz'di. beni aramıştı. Bana yardım edecekti. "Korkma. Neredesin sen?" "KYK'nın arka sokağındayım koşuyorum. Oda koşuyor. Peşimi bırakmıyor." Biraz daha hızlandığımda arkamda ki gölgenin yok olduğunu fark ettim. Koşmamı yavaşlatmasam da gölgenin yokluğu ile derin bir nefes evrdim. "Geliyorum. Yurdun oraya doğru çıkmaya çalış yavrum. Abin geliyor." Onu onaylayacağım an bir an da kafamın arkasına vurulan sert cisim ile olduğum yerde sarsıldım. Gözlerim bulanıklaştığında telefonun diğer ucundan bana seslenen ama cevap alamayan Deniz vardı. Bedenim kendini bıraktığında yere ilk düşen telefonum oldu. En son da onun yanına yere ben düştüm. Son gördüğüm karartı ise oydu. Simsiyah bir maskenin arkasında bana bakan koyu mavi gözlerdi. Gerisi ise benim için karanlık. Deniz için ise cehennemdi. - Altıncı bölüm huzurlarınızda sunar. Bölüm hakkında genel düşünceleriniz nelerdir? Dilrüba? Deniz? Utku? Bulut? Toprak? Akif? Eyüp? - Tiktok /instagram : yarenbayan_ Gelecek bölümde görüşürüz canikomlar!!! |
0% |