Yeni Üyelik
6.
Bölüm

🦷 Beş

@yarenbayan_

 

^ Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar. ^

 

¦ Sevgili okurlarım. Hepinizden birer yorum bekliyorum, lütfen. Bir de Takibe alır mısınız hesabımı :) ¦

 

🎶: Sensiz Yapamıyorum - Uygar Doğanay

 

Şimdi soruyorum.

 

Hazır mısınız?

 

DUYAMADIM!

 

Hazır mısınız???

 

DUYAMADIM!

 

HAZIR MISINIZ?!

 

Ölüp dirilmeye, sinir hastası olmaya hoş geldiniz tekrardan.

 

ASIL KİTAP ŞİMDİ BAŞIYOR!

 

Yaşamayı istemek bizim de hakkımız.

 

---
Günümüz
Saat 21.05

Sevmek bazı insanlara yük gelirmiş bunu da annemden öğrenmiştim. Bir gün beni yetimhaneye bıraktığını o kadar net hatırlıyordum ki keşke sadece hatırladığım o olsaydı.

Olmamıştı.

Annem beni sevmediğini söylemişti. Sonra da beni yetimhane müdürüne teslim etmişti. O zamanlar dört yaşındaydım. Öyle demişlerdi ama şuan yanımda ki adamlar gerçek ailem olmuş olsaydı yetimhaneye verdiğim gün beş yaşında olacaktım. 26 Mayıs benim doğum günüm olamamıştı.

"İnanma Dilrüba, yemin ederim sen benim kardeşimsin. Benim kopyamsın sen! Tekrardan test yapalım. Bu sefer kan testi. İnanman lazım."

Kollarımdan tutup bana yalvaran Deniz'i görmemeye çalıştım. Eğer birinden birinin gözlerine bakarsam yıkılırdım. Ben bu hasta bedenimle bir de bunun için özellikle onların karşısında yıkılamazdım.

"Kusura bakma Deniz abi, ben deney faresi değilim. Bir defa istediniz kırmadım belki de inandım. Demek ki bana anlattığınız o kız çocuğu ben değilmişim. İnsan insana benzerdir. Bu da bizim benzerliğimiz. İnşallah bir gün o şanslı kız çocuğunu bulursunuz." Dediğim gibi kollarımı ellerinin arasından çektim.

Odanın kapısından çıkacağım an tek birinin gözlerinin içine bakmak istedim. Kendim için değildi aslında onun içindi.

Kafamı yana çevirdiğimde onu gördüm işte.

Bulut.

Kafası bükük gözleri dolu dolu burnunun ucu kıpkırmızı öylece bana bakıyordu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Benim gibi.

Titreyen dudakları aralanmaya korkar gibiydi. Tek bir hıçkırık her şeyin sonu olabilirdi. Bunu o da biliyordu o yüzden susuyordu ama ben susmayacaktım.

"Bulut, Sana abi dediğim de hissettiğin o duyguyu dilerim ki gerçek kardeşinin kollarında da hissedersin. Çünkü sen bunu hak eden bir çocuksun. "

Kafasını olumsuzca salladığında dudaklarını konuşmak için araladı. Kendini sıktı da sıktı. Bugün bu oda da benim için ağlamak yoktu.

"Deniz abime bu kadar benzeyen bir kız çocuğunu bir daha bulmak şu yana kalsın ki sen benim kız kardeşimsin."

Kafamı aşağı eğdiğimde ben onlar kadar ümitli değildim. Yıllardır terk edilmeye alışıktım ve ben alışık olduğum yoldan devam edeceğim.

"İyi günler, Allah'a emanet olun."

Odanın kapısından çıktığım an arkamdan kapı yeniden açıldı. Arkamı dönüp bakmadım. Onlardan biriydi.

Kolumdan tutulmamla olduğum yerde durdum. Önüme geçen Toprak bey ile gözlerimi kaçırdım.

"Tek bir şey soracağım." Dediğinde kafamı onaylarcasına salladım.

"Kaçırıldığın günü hatırlıyor olabilirsin belki bilmiyorum ama o gün sana ufak bir kağıt vermiştim. Hatırlıyor musun?" Öyle bir gün hatırlamıyordum ama bunu zaten bilmiyordu.

"Öyle bir kağıt hiç olmadı. Hatırlamıyorum. Hem zaten yetimhaneye annem verdi beni. Kaybolmadım. Kardeşlerin belki anlatır ama artık benimle bir bağınız kalmadı. İyi günler."

Yanından koşarcasına uzaklaştığımda hastaneden çıkana kadar ne konuştum ne de gözlerimi yerden kaldırdım. Hastaneden çıktığım gibi ise koşmaya başladım.

Dedi gibi koşup deli gibi ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra canım yanarcasına ağlamaya ağladım.

"Saçmalama Dilrüba yanlış düşünüyorsun o adam sana öyle bir kağıt veremez. O senin abin bile değil. Sen kabolmadın seni annen kendi elleri ile oraya bıraktı. İnanma ve hayatına devam et. Şurada ne kaldı ki?"

Şurada ne kaldı ki?

Onlar benim ailem değildi. Benim ailem ölmüştü. İşte tek gerçek buydu. Benim ailen fizikken de ruhen de ölmüştü.

Benim ne bir abim vardı ne de bir akrabam. Ben kimsesizdim. Kimsesizlik ise en çok hasta çocuklara yakışırdı. Ömürleri daha da azalırdı. Bu onlara verilmiş bir cezaydı sanki.

Yurdun önüne geldiğimde rüzgardan buz tutan yüzümü ovuşturdum. Derin bir nefes alıp Yurdun büyük giriş kapısını açtım. İçeriye girdim. Beşin kata çıkmak için asansöre bindiğimde boş olmayan asansöre göz bile gezdirmedim. Burası karışık KYK idi yani ne çıkacağı belli olmazdı.

"Dilrüba öyle değil mi?"

Kafamı kaldırıp bana bakan çocuğa baktığımda gözlerimi kıstım. Bugün hayatımın dönüm noktasını yaşadığım kafe de garsonluk yapan çocuktu.

"Evet."

"Bugün fazla olay yaşadın hala hayatta olman şahane. Böbreğin falan alınır sanmıştım." Dediğinde boşluğuma gelip güldüm.

"Alınmış kadar oldu."

Yüzünde beni anladığını belli eden ima ile yerinde daha da yayıldı.

"Gerçek ailen benim sorunlarını çok iyi bilirim. Kaç ailenin evine bu neden ile gidip test sonucu evlerinden yaka paça atılmayı çok deneyimledim. Bunu yaşamış biri olarak aileni bulmaya çalışma. Yaşayabildiğin kadar ayaklarının üstünde kalarak yaşa. Sonrası zaten belli." Diyerek açılan asansör kapısına yöneldi. Asansörden çıktığı gibi de koyu kahvelerini bana dikti. " Akif Sezgi ben 17 numaralı odada kalıyorum." Dediği gibi ise asansör kapıları kapandı.

Yaka paça atılmayı çok deneyimledim, Demişti. Çok acı vermiş olmalıydı. Ben yaka paça atılmadığım halde bu acıyı çektiysem onunkini tahmin bile edemezdim.

Asansör beşte duyduğunda indim. 30 numaralı odanın önüne geldiğimde çantama el attım. İçinden çıkardığım kartı kapı yanında ki kilitte okuttuğumda karanlık odaya giriş yapıp kapıyı kapattım. Otomatik olarak kitlendi.

Dicle uyumuştu. Yatağımın başında ki saate baktığım 22.44' dü.

Masanın üstünde duran yakın ki teslim ödevlerine baktığımda derin bir nefes aldım. Kendi hayatımdan bir kaç saatliğine bile uzaklaşmak sanki farklı bir evrene geçmiş gibi hissetmek özellikle abilerimin olduğunu düşünmek iyi hissettirmişti. az da olsa o saatleri yaşadığım için mutluydum.

Yatağımın ayak ucunda olan dolabıma sessizce yaklaşıp geceliklerimi aldım. Şortlu takımımı elime aldığımda lavaboya geçtim. Zümrüt yeşili şortumu ve askılı üstünü giydiğimde sarı saçlarımı tarayıp salık bıraktım. Ayağıma geçirdiğim kedili pantiflerim ile yatağa geçtim.

Pantifleri yatağın önünde çıkardığımda yorganımın içine girdim. Yastığıma sarıldığımda kapanmak için mekik dokuyan gözlerim karanlığa çok çabuk adapte oldu. Uykunun kollarına bir defa daha kendimi bıraktım.

Unutmayayım ki yarın yeni bil yıla gözlerimi açacaktım. Bugün de benim için 2023'ün son oyunu olmuştu.

 

---
01.01.2024

Rüyamın ortasına giren garip seslerle bilincim git gide açılmaya başladığında yüzümü buruşturdum. Kimdi bu zalim olalı zalim?

"Hiç yüzünü buruşturma kızım senin yüzünden derse yetişemeyeceğiz."

Bu sesi tanıyordum. Rüyalarımın katili olan kişiye aitti.

Gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda aydınlanmış olan odaya gözlerimi açtım.

"Günaydın prenses." Diyerek uzanıp saçlarımın üzerinden öptüğünde tebessüm ettim.

Şu hayatta seni en çok değil de kim seviyor deseler, Dicle derdim. Abla sevgisi vardı.

"Günaydın ablaların gülü!"" Dediğimde ise yüzü öyle bir bozuldu ki kıkırdadım. Yatakta oturur pozisyona geçtim.

"Abla demek yok demedim mi ben sana?"

"Ama ablamsın."

"Değilim." Derken saçlarını öylesine düzeltmeye başlamıştı.

"Kalbimi kırıyorsun ama Hanım abla." Dediğimde üstümden yorganı atmıştım.

"Kalbini kıran kırmış küçük hanım. Hem giyin hem anlat bakalım. Dün ne oldu?"

Yataktan kalktığımda omuz silktim. "Pek bir şey olmadı aslında. DNA testi yapıldı ve kardeşleri olmadığım ortaya çıktı. Bende geri geldim işte."

Gözleri şaşkınlıkla büyürken yeniden omuz silktiğimde banyoya girdim. Arkadan hala kendi kendine söylenen Dicle'ye gram kulak asmadım.

Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalamaya başladığımda aynada ki görüntüm ile öylece bakışmaya başladık.

Kendim de ne gördüğümü daha anlamış olmasam da kendimle gurur duyduğumu biliyordum. Ne kadar kötü olay yaşasam da sonunda hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmayı da iyi bilirdim. En sevdiğim kullanışlı huylarımdan biriydi.

Ağzımı duruladığımda havlumu elime aldım. Kurulama işlemini de tamamladığımda elime aldığım tarağı sarı saçlarımda gezdirmeye başladım.

Saçlarımla onların aklıma gelmesi şaka mıydı? Her şeyimizin aynı olması da aynı olaydı. İnsanlar birbirlerine benzer lafını biz çok ciddiye almıştık anlaşılan.

Banyodan çıktığımda Dicle'ye daha dikkatli bakma fırsatı bulmuştum. Üstünde kahve tonlarında bir gömlek vardı. Altında ise göleğini bütünleyeceğine inandığı siyah diz üstü bir etek giymişti. Siyah uzun saçlarını da salık omuzlarına doğru bırakmıştı. Bu kadın bir felaketti.

"Şimdi bütün olay tantana sizin kardeş olmadığınıza mı çıktı?" Dediğinde beni karşısında ki aynadan göreceğini bildiğim için kafa salladım. "Çok saçma." Demesi ise kaçınılmaz oldu.

"Ben hiç oralı olmadım açıkçası." Dediğimde dolabımın kapaklarını açmıştım. " Ailem zaten vardı. Kaçırılmış olmam falan Allah aşkına kitap karakteri miyim ben? Bunlar bana rastlamaz bile. Şaka gibi değil mi?" Elime attığım bir elbiseyi üstüme tuttuğumda gülümsedim. Beyaz elbiselere aşık olmam peki.

"Şaka olacağını sanmıyorum. Geçmiş hikayeni düşünsene. O gün yetimhaneye geldiğinizde sizi izliyordum. Kadın bir tuhaftı Dilrüba. Annen de bir korku vardı."

Gözlerim ona döndüğünde bedenimi işgal eden titremeyi engelleyemedim. Annem neden korkuyor olsun ki?

"Yanlış görmüşsündür. Daha küçüktün." Dediğimde lafı ağzıma güzel dıkmıştı.

"O yaşta korkuyu en iyi bilen çocuk bendim Dilrüba. Annenin gözlerinde olan ifade tam olarak korkuydu. Etrafına korkuyla bakması seni aceleyle içeriye itelemesi bunun tek çıkar yolu var. Oda korku. Annen kimden korkuyorsa konunun seninle bir alakası olmalı."

Elimde elbisemle öylece olduğum yerde kalmış onu dinliyordum. Bunların hepsini korkuya yormak çok saçmaydı. Belki de eşi yani babam istemiyordur beni nereden bilebiliriz ki? Babamdan korkuyordur. Benden hemen kurtulması lazımdır. Bu da bir yol.

"Sanmıyorum. Hem geçmiş geçmişte kalmış. Büyüklerimiz ne diyor; Geçmişi sil at ki adam akıllı bir geleceğin olsun." kıkırdadığımda, "Ama bu söz bana uymadı. Geleceğimden de bir hayır beklemiyorum. Sen al bu sözü tepe tepe kullan."

Dicle bana laf anlatamayacağını anladığında kafasını olumsuzca sallayıp aynadan kendine bakmaya devam etti.

Bende kaldığım yerden elbisemi giymek için banyoya girmiştim.

Üstümdeki geceliği çıkardığımda elbiseyi üstüme geçirdim. Altıma kısa beyaz şortlardan giydim.

Saçlarımı arkadan at kuyruğu yaptığımda artık hazırdım. Sadece ayakkabılarımı giymek kalmıştı.

Çantamı ve ödevleri Dicle hazırlamıştı. Kapının yanında görmüştüm.

" Senin bu beyaz aşkını ne zaman bitireceğiz?"

Gülümsedim ve göz kırptım.

"Senin benim kedilerime karşı korkun ne zaman biterse o zaman bebeğim." dediğimde yüzünü buruşturarak güldü.

Bunun cevabını biliyordum. Hiçbir zaman demekti. Bana da hava hoş tabii.

Diş hekimliği okumuyor bile olsa. Dişleri yapan bir insandım ben. Protezciydim. Beyaz giymek benim de hakkım.

Kapıya yöneldiğimde dolgu topuk olanları elime aldım. Ayaklarıma geçirmeye başladığım an çalan telefonum ile hızlandım. Giydiğim ayakkabılar ile çantamı da koluma takıp el çabukluğu ile telefonumu çantamdan çıkardım.

"Bu çocuk benden ne istiyor Allah için?"

"İshak mı?" Dicle'nin eğlenen sesiyle sorduğu soruya baygınca ona bakarak cevap verdim.

Telefonu açıp kulağıma koydum.

"Ne var İshak?"

"Okula gedin mi?"

"Ne yapacaksın benim gelip gelmediğimi?"

"Merak ettim."

"Etme İshak. Rica ediyorum sen beni de benim yaptıklarımı da merak etme." dediğim gibi telefonu kapattım.

Bu çocuk beni çok sıkıyordu. Her gün neredeyse arıyordu. işsizin tekiydi. Her kızla konuşur. Kimden yüz bulursa ona giderdi. Görmüştüm. Şuan sanırım yüz vermeyen bir ben kalmıştım. O da zaten avucunun içini güzel yalıyordu.

Bir gün ağız burun gireceğim tam olacak. Yüz vermek yerine kafa atacaktım. Onu istiyordu.

"Seviyor bu çocuk seni."

"Onun sevgisine kalmadım. Herkese kuyruk sallayan birisinin sevgisine muhtaç kaldıysam vay benim halime."

"Deme öyle devran döner."

"Müsaadenle dönmesin. Ben dönen şeyleri sevmem." Dediğimde ise gülümseyip oda odadan çıkmıştı. Kapı otomatik olarak kitlendiğinde asansöre yöneldik.

Asansörü çağırdığımda aşağıdan geldiğini gördüm.

"Sence senden vazgeçmiş olabilirler mi?"

"Kimler?" Diyerek umursamadığımı ona gösterdiğimde Dicle pes edecek gibi durmuyordu.

"Güngörlerden bahsediyorum."

"Vazgeçmişlerdir bile. DNA testinin yalan söylediği nerede görülmüş."

Asansör geldiğinde kapılar açıldı. İçeri de iki tane kız bir tane de çocuk vardı. Dün gece asansörde karşılaştığım çocuktu.

" Biliyor musun benim aklıma yatmayan şeyler var?"

"Ne gibi?" Dediğimde diğerlerinin kulağının bizde olduğunu biliyordum.

"İsmin?"

"Ne varmış ismimde?"

"Yanlış yazılmış."

Gözlerim irice açıldığında ona döndüm. "Sen bunu nereden biliyorsun? Söylemedim sana."

"Yanılıyorsun." Dediğinde asansörü izliyordu. Yukarı çıkıyordu. "Gecenin köründe kalkıp adının yazımının yanlış olduğundan aslında Dilruba olması gerektiğinden, bunu da Deniz abinin söylediğini ağlaya ağlaya anlattın. Sonra da geri uyudun."

Sessiz anlatmaya çalışsa da duyduklarına emindim. Utanmadım. Utanılacak bir şey yoktu ama bunu hatırlamamam da bir şey vardı. O kadar mı kafaya takmıştım yani.

"Deniz abim değil. Deniz abi. Ve ismim de doğrudur. Onlar değil ne de olsa ailem. Hata olduğunu düşünmüyorum. Hem dünya da Dilrüba adında insanlarda vardır." Dediğimde kafamı eğdim ayakkabılarıma dikkat kesildim.

Kapalı alanları sevmezdim. En çokta o kapalı alanda benden başka kimse yoksa.

"Sen nasıl diyorsan." diyen Dicle ile kafamı kaldırıp ona baktım. Dicle bu işin altında bir şey arıyordu. Emindim.

Gözleri bana döndüğünde kara gözleri sislenmişti. O anda da asansörün kapıları açıldı. Sırayla indik. İlk inenler biz olduğumuzda hızlı adımlarla dış kapıya yöneldik. Açık havaya çıktığımızda derin bir nefes aldık. Kampüsümüz buraya on dakikalık yürüme mesafesindeydi.

"Kafama takılan şey Deniz denen o adamı tanıyor olmam. Ama geçmişten. Okul zamanlarından. Benim bir arkadaşım vardı. Adını hatırlamıyorum ama onun yanında görmüş gibiyim. Yüzünde ki iz falan. Ben onları tanıyor olabilirim."

"Nasıl?"

"Onlar bana çok tanıdık Dilrüba."

Onlardan gına geldi. Ben unutmaya çalışıyorum. O hala ben tanıyorum diyor. Yok hayatıma bir defa girdiler ya şimdi ölsem çıkmazlar. Benim hayat felsefem şaka mı? neyse ben konuyu değiştireyim.

"Sence dişlerden kaç alacağız?"

Dudaklarını bilmiyormuş gibi büzdüğünde bende onun gibi büzdüm. Sınıfta çalışkan biri olarak tanınsam da konu el becerisine ve hocaların keyfine kalınca işler değişiyordu. Beğendim dedikleri dişe bile yirmi verebiliyorlardı veya beğenmedim diyerek elli veriyorlardı. Açıkçası tam olarak gırtlaklarına yapışasım vardı.

"Geçen Furkan'ın ödevini öve öve bitiremedi. Nota gelince de on beşi yapıştırdı. Çocuk bir an ne yaşadığını sorguladı hocanın karşısında. Yazık günah."

"Öyle cidden. Ben bile korkuyorum acaba över mi gömer mi?"

"Bana kalırsa benim ödevi bir zahmet gömsün. Gömünce yüksek veriyor." Dediğimde kahkaha attı. "Ama öyle." dediğimde gözlerinden yaş gelecek gibi oldu. Bu halleri beni de keyiflendirdi.

Kampüsten içeri girdiğimde giriş kartlarımızı çıkardık. İçeri geçtiğimizde bir üst katta olan sınıfımıza çıkmak için merdivenlere doğru yürümeye başladık.

"İlaçlarını aldın mı yanına sen? Öğle yemeğinden sonra içerdin."

"İlaçlarımı attım."

Bir anda kurduğum cümle ile merdivene attığı adımı öylece basamağın üstünde kaldı.

"Ne yaptın, ne yaptın?"

"Attım. Zaten tek kullanımlık kalmıştı. Onu da dün gece içmem lazımdı. Bende eve geldiğim gibi o sinirle attım. Yani şuan dolaylı yolla ilacım olmayacaktı."

"Sen beni kalpten götüreceksin" Dediğinde omzuma vurmuştu.

"Senden önce ben gideceğim Dicle sultan üzülme. Sonra kalp derdin kalmaz. Huzurla yaşarsın." Dediklerim onu daha da bir fenalaştırdığında şirince gülümsedim.

"Dilrüba sen şaka mısın?"

"Nereden bildin?" Dediğimde kafama yediğim çanta ile acıyla inledim.

"Ne yapıyorsun be! Acıdı." boş olan elimle kafamı ovmaya başladığımda bir tane de götüme çanta yediğimde ikinci defa hissettiğimde acıyla ona döndüm. Tam kızacakken bana bakan kara gözler ile yüzüm düştü.

"El alemin derdi seni mi gerdi Dilrüba!"

"Aynen gerdi. O yüzden attım zaten!" Önden merdivenleri çıkmaya başladım.

"Dilrüba!"

Durma Dilrüba yürü sadece.

Sınıfa adımı atmam ile sınıfta ki kızların bana gülmeye başlamaları ile kaşlarım çatıldı.

Ay tabii ya! Asansörde beni sinsi sinsi dinleyen kızlar hayat hikayemi yaymıştı. Mübarek sanırsınız lisedeyiz ha.

Kendime boş yer bulduğumda eşyalarımı masanın üstüne bıraktım.

En heyecanlı olay asıl birazdan başlayacaktı.

-

Notlar verilmeye başlanmıştı. İlk kurban Beste neden kız olmuştu ve hoca onunkine öylece bakmış sonra da notunu verip yerine oturtturmuştu. Aldığı nota da öyle bir gülmüştüm ki böyle katıla katıla. Bütün sınıfta deli izler gibi beni izlemeye başlamıştı.

Notu; 05

Ben şimdi nasıl gülmeyeyim.

En sonunda sustuğumda kurbanlar sırayla hocanın gazabına uğramaya başlamışlardı. Bende o sırada yüksek alanları alkışlıyor bazı düşük alanlara üzülüyordum. Örneğin Murat abiye. 30 almıştı.

"Dicle Soner." Hoca Dicle'yi çağırdığında sırıttım. Dicle minik dişini eline alıp hocanın yanına geçti.

Hoca dişi eline alıp evirip çevirdi. Sadece evirip çevirdi. Hım deyip durdu falan.

"Güzel olmuş." İşte bu laf korkulu rüyamızdı.

Dicle'nin şuan ecel terleri döktüğünü hissediyordum.

"55"

Sınıf bir an sessizliğe gömüldüğünde Dicle kalakalmıştı. Sınıfta tek sessizliğe gömülmeyen bendim.

Oturduğum yerden kalkıp alkış tuttuğumda gayet mutluydum. elli beş şuan sınıfın en yüksek notuydu. Helal olsun Dicle'me.

Dicle hocadan dişini alıp pıtı pıtı gelip yanıma olurdu. Hala şaşkındı garibim.

"Enes Cingöz."

Enes yerinden kendini beğenmiş bir tavırla kalktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu bey kendini ne olarak görüyordu?

Hoca Enes'in elinden aldığı dişe bir kaç dakika baktıktan sonra geri sahibine verdi.

"15" dedi.

şaşırmadım.

Bunu da katıla katıla gülmeye başladığımda hocanın gözleri beni buldu ama yoklamadan çağırmaya devam etti. Bende arkama yaslanmış sıralamayı izlemeye başladım.

Hala en yüksek not Dicle'ye aitti.

"Dilrüba Sungur."

"İşte sıra bende!" Diyerek dişimi elime alıp hocanın yanına geçtim. Güler yüzümle dişi hocaya uzattığımda yüzüme bakmadan dişi elimden aldı.

"İdare eder. Kök detaylarını iyi yapmışsın. " Bu hoca şimdi konuşuyor muydu? Hem de uzun sayabileceğim şekilde benim ödevime. Tama bittim ben. İyi hoş anlatıyor sonra sıfırı verip oturtuyordu. Kesin kaldım bu dersten.

"80"

"Hadi canım!" Dediğimde bu sefer de sınıftakiler şaşkınlık yaşayacağına gülmeye başlamışlardı. Hoca'nın bile boşluğuna gelmiş hafif gülmüştü.

Sınıfa döndüğümde ise, "Güzel kafa atarımın yanına bir de güzel diş oyarımmı ekleyebilir miyiz? Başkanınız yine yaptı yapacağını." Dediğimde sınıf daha da coştu ve ders bitti.

Not çizelgesi benimle son buldu.

-

"Bana helal olsun derken senin seksen alman şaka mı?"

Bunu da gittikçe kendime benzetiyordum. Canım Dicle'm.

Dersler bitmiş yemek yemeğe dışarı da sevdiğimiz bir lokantaya gelmiştik. Yemeğimiz neredeyse bitmek üzereydi ve benim not konum ile ortaya giriş yapmıştı.

"Şaka aşkım. Ben sıfır sekiz aldım. Sen onu tersten algılamışsın." dediğimde kafama yediğim şamar ile somurttum.

"Dalga geçme kız benle."

"Ama napayım."

Gülümsediğinde telefonu çalmaya başladı. Telefon ekranı bana dönük olduğu için arayan kişiyi görüyordum. Kuzenim yazıyordu.

"Açmayacak mısın?"

"Hayır. Tek derdi benden para koparmak."

Kafamı olumluca salladığımda son yudum kalan suyumu da içtim. Çok şükür doymuştum.

Dicle de yemeğini bitirdiğinde hesabı ödeyip lokantadan çıktık. Bugün güzel bir gündü. İkimizde dersten geçmiştik. Bundan güzel şey olabilir miydi?

Tabii ki de olamaz.

"Ee ne yapıyoruz şimdi?" Dediğimde Dicle eliyle bir yeri gösterdi. "O çocuk sana mı bakıyor?"

Gösterdiği yere baktığımda ise Toprak ile göz göze geldim. Onun burada ne işi vardı?

"Boş ver. Görmemiş gibi davranırsak gider. " Dicle'nin koluna gidip ters yöne doğru yürümeye başladık. "O abi takımının en küçüğü."

"Konuşmayacağına emin misin?"

"Hiç olmadığım kadar."

Dik başlılığımla yoluma devam ettiğimde arkamdan onun bana seslenen sesini duydum.

"Dirüba?"

Bakma. Sakın arkanı dönme.

Durma.

Adımlarımı daha da hızlandırdım. Dicle'de bana ayak uydurdu.

Bir anda önüme geçen Toprak ile olduğum yerde kalmak zorunda kaldım.

"ne var, Toprak!"

Tepkime karşı tepki vermedi. Aslında o kadar bitmiş görünüyordu ki.

"Konuşalım. Yalvarırım konuşalım. Böyle bitmesin, kardeşim."

"Kardeşim diyerek beni de siz yormayın! İstemiyorum konuşmak. Yüzünü dahi görmek istemiyorum. Yeter artık! Yalvarırım gidin."

Gözlerinde gezen sis bulutlarına sinirle baktığımda elini bana uzattı.

"Dokunma." Diyerek elimi geri çektim. Eli öylece havada kaldı.

"Dilrüba yalvarırım yapma böyle. Dinle beni bir."

"DNA testinin sonucu açıklanırken hepimiz oradaydık Toprak. Bu daha neyin zorlaması?"

"Abi niye demiyorsun?"

Acaba neden?

Sinirden güldüğümde kafamı sağa sola salladım.

"Bakın ben artık yoruluyorum. Bu durum bana çok ağır geldi ve siz daha fazla ağırlık katıyorsunuz. Değilim işte kardeşiniz. Değilim. "

Kafasını aşağıya doğru eğdi. Dalgalı sarı saçları göz hizama girdi.

"En sevdiğin şey zararlı bile olsa kendini koltuktan atmaktı. Her defasında canın yansa bile bunu tekrar tekrar usanmadan yapardın. Her yanını morartırdın ama pes etmezdin. Çünkü sen inatçıydın."

"Bunu bana niye anlatıyorsunuz? O çocuk ben değilim."

"Ya sensen."

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Bu işte bir şey var Dilrüba. Yemin ederim ki var."

"Yemin etme boşuna. Benim için siz de o gün yaşadıklarımda silindi. Tanımamışım ve o günü yaşamamışım gibi devam ediyorum." Can yakıcı olabilirdi. Ama bunları söylemem lazımdı. Benim de onlar için bitmem lazımdı.

" Deniz için bitmedin ama."

"Ne?"

"Kardeşim için bitmedin. Kullandığı ilaçlarda seni sayıklaması bitmedi. Hayatımda tanıdığım Deniz'in daha da kötü olmasını izliyorum ve sen bizim için bitmiyorsun."

Kalbim deliniyormuş gibi olduğunda kendimi suçlamanın salakça olduğunu hissediyordum. Tıp yanılmazdı. Kardeşleri değildim.

"Kardeşi olmadığıma inanması lazım. İnanmayı geç kardeşi değilim." Dediğimde ileri bakıyormuş gibi davrandım.

"Dilrüba."

"NE DİLRÜBA NE! Abilerim diye kucağınıza mı atlayayım. Evet ben almayayım bir daha zaten yaptım yapacağım rezilliği. DNA sonuçları açıklanmadan atladım kucağınıza. Ne kadar salakmışım ben ya. Ne kadar mecburmuşum bir aileye mensup olmaya. Yazık. Bana çok yazık. Şimdi bir daha karşıma çıkma. Çıkmayın."

Kolumdan tutulmama ramak kalmışken sinirden kızaran gözlerim yeniden onu buldu.

"Bana sakın bir daha dokunma. Deniz abine benziyorum diye bana bunu yapamazsınız. Bu kadar benzemek ben de istemezdim ama yaradan yaratmış işte ne yapayım! Hiç mi birbirine bu kadar benzer insanlar görmedin? Görmüş olsun işte! Şimdi git."

Toprak'ın yanından geçtiğimde adımlarımı hızlandırdım. Yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Düşünmeyecektim. Deniz için salak gibi ağlamayacaktım. Ailem yok diye delirmeyecektim. Bir ailem olsun diye Allah'a yalvarmayacaktım. Ölmek istemiyorum diye yalvar yakarmayacaktım. Ben ölecektim. Ben bunu hak ediyordum. Ben şuan ile mutlu olmaya mecburdum asıl. Benim zamanım kısıtlıydı ve o zamanı harcayamazdım.

Çünkü ben Dilrüba Sungur'dum.

-

Adımların en sonunda Yurdun önünde kesildiğinde Dicle'nin kolundan çıktım. Sıkıntıdan patlayacak olan kalbimi susturmam lazımdı.

"Odaya çık Dicle sen. Ben biraz hava alacağım."

"Yanında olayım mı?"

"Hayır. Tek kalmaya ihtiyacım var."

Dicle koluma abla gibi dokunduğunda tebessüm ettim ama saniyeler sonra bana arkasını döndüğünde sağ gözümden bir damla yaş yanağımdan süzülmüştü bile.

Canım neden yanıyordu?

Anne, gerçekten annemsin dimi?

Beni kandıran sen olma.

Kaldıramam. Yemin ederim yapamam bunu.

Adımlarımı merdivene yönlendirdiğimde sessiz sessiz ağlayarak basamakları çıkmaya başladım. Daha ki çatıya çıkana kadar.

Çatıya çıktığımda ikindi vaktine yaklaşan gökyüzünü izlemeye başladım. Etrafta da benden başka kim gözükmüyordu zaten.

Kendimi küçük bir boşluğa bıraktığımda ayakkabımın süs bağcığının açıldığını gördüm. Sadece o bağcık bile deli gibi ağlamama sebep oldu.

O bile tutunamamıştı ailesine. Ayrılmıştı onlardan.

Kendim için hatta Deniz için salak gibi ağlarken bir de bağcık için de ağlamaya başlamıştım. Kafamı kollarımın arasına gömdüğümde içli içli deli gibi ağlamaya başladım. Kalbimin yorulacağını bile bile ağlamaya devam ettim.

Bir anda önümde eğilen siluet ile kafamı kaldırdım. Sulu gözlerim, ıslak yanaklarım ve yüzüme yapışmış saçlarım ile o kişiye baktım.

elleri bağcığı açılan ayakkabıma gittiğinde bağcığımı bağlamaya başladı.

Gözlerimde ki yaşlar istemsizce akmaya devam ederken benimle konuşmayan ama bağcığımı bağlayan çocuğu tanıyordum.

17 Numaralı oda, Akif Sezgi.

Bağcıklarımı bağlamayı bitirdiğinde tek dizi üzerinde kalmaya devam etti. Bağcıklarımı izleyen gözleri beni buldu.

Mavi gözleri benim yeşillerim ile çakıştığında yutkundum.

"Ağlamaya değmeyecek şeyler için kendi canını yakma. Eğer ki yakarsan ve pişman olursan ileri de bunun için bir de vicdan azabı çekersin Dilrüba."

"Beni mi takip ettin? Sapık mısın?"

Kafasını olumsuzca salladı.

"Ders çıkışı hep buraya gelirim. Arkada olduğum için beni görmedin."

Doğru olabilirdi.

"Anladım."

"Sevindim."

Kaşlarım havalandı. "Ne için?"

"Beni anladığını söylediğin için."

"Ya lafın gelişi söylediysem ve aslında anlamadıysam?"

Dolgun dudaklarının bir kenarı usulca yana doğru kıvrıldığında gözlerim hafif kaydı ama kendimi düzelttim.

"O senin içinde verdiğin savaşa bağlı. Ben sadece duyduğuma inanırım."

"O zaman gönül rahatlığı ile inanabilirsin. Seni gerçekten anladım."

Kafasını olumluca salladığında ayağa kalktı. Ben yerde o ayakta kaldığında enfesimi sıkıntıyla dışarı verdim.

Beklemediğim şekilde elini bana doğru uzattığında kafamı kaldırıp bir eline bir de yüzüne baktım.

"Tutmayacak mısın?"

O an boşluğuma geldi. "Bilmem." Gülümsediğinde alt dudağımı utançla ısırıp eline uzandım. Elimi tuttuğunda beni ayağa kaldırdı.

Karşısında ağlamaktan kızarmış suratım ile kaldığımda aklımda dolaşan düşünceleri de atamıyordum.

Deniz'i.

Annemi.

Kendi halimi.

"Bir insan öleceğini bile bile hala yaşamak istiyor olabilir mi?"

Akif'in bakışları sorum ile gökyüzüne döndüğünde bende kafamı kaldırıp göz yüzüne baktım.

"Yaşamak, ölecek olan biri içinde önemlidir. aldığımız her nefese şükredilmelidir. Çünkü ölecek olan kişinin yaşaması da Allah'a aittir. Sapa sağlam olan birinin bir anda ölmesi de Allah'ın vergisidir. O yüzden yaşamayı istemek bizim hakkımız."

Akif'in sözleri ile gülümsediğimde kafamızın üstünden geçen kuş sürüsüne karşı gülüşüm daha da büyüdü.

Yaşamak için savaşacaktım. Akif haklıydı, her şey Allah'tandı.

yaşamakta, Ölmekte.

O an yerde ki çantamın içinde son ses çalan telefonum bütün düşüncelerimi alıp götürdü. Eğilip çantamdan telefonu çantamdan çıkardığımda yurt müdürümüzün aradığını gördüm.

Telefonu açıp kulağıma koyduğumda bakışlarım Akif'te durdu.

"Efendim Mehmet bey."

"Dilrüba, yanımda dayın olduğunu söyleyen bir adam var. Seninle görüşmek istiyor. Ha adı da Eyüp Altıntaş. Seni bekliyoruz. Hemen gel."

Telefon kapandığında öylece kala kaldım.

Sonra ise gülmeye başladım. Dedi gibi gülmeye başladım.

"Kimsesiz olan benim bir dayım varmış. Şuan ise aşağıdaymış. Gel de buna da inan. Gel de buna da DNA testi yap. Gel bir de bu yandan ağla anasını satayım!"

Akif halime güldüğünde bu aile konuları ikimizin ortak travması olacaktı. Bunu şuan anlamıştım.

Eyüp Altıntaş.

Bekle beni ben geliyorum.

Kimsin necisin öğreneceğim.

-

 

Beşinci bölüm huzurlarınızla sunar.

 

- Bölüm hakkında genel düşünceleriniz nelerdir?

 

- En sevdiğiniz kısım hangisiydi?

 

- En uyuz olduğunuz kısım hangisiydi?

 

- Şuan için favori karakteriniz kim?

Bu görsel wattpad'den kalan tek şeyim. Sizlere bu depoladığım bölümleri atıyorum. 198 Bin okunmdaymış şuan. Bir ara oturup ağlamıştım. Milyon okunma olmak istemiştim ilk defa nasip olmadı. Olsun dedim elbet bir yerde devam edeceğim. Çizgi Sutdio, İnkspired ve burası. Burası son noktam oldu. Wattpad'di hissediyorum burada. Az da olsa benziyor. Okurlarımı çok özledim. Bir gün beni bulursanız eğer bana gelin. ❤️

 

Allah'a emanet olun. Öpüyorum sizi canikomlar.

Loading...
0%