Yeni Üyelik
19.
Bölüm

🦷 On Altı

@yarenbayan_

^ Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar. ^

Bölümü okurken küfür etmek serbesttir ama yine de biraz sakin olmaya çalışalım. Çünkü ben pek sakın falan oladım...

-

Karşımdaki adama mı odaklansam kucağında kaskatı kesildiğim adama mı bilmiyordum. Şuan kesinlikle arada kalmıştım.

Göktuğ ile bu halde Akif'e yakalanacağımızı söyleseler güler geçerdim. Tamam belki de gülmezdim ama geçer giderdim yani. Ne alaka kardeşim falan derdim.

İşte ne demekmiş bunlar. Büyük konuşma Dilrüba sonra kalbin yerine götünden gideceksin.

"Ne oluyor lan burada!?" Akif'in gözleri bir oturduğum alana bir de bana dokunduğunda yutkunma gereksinimi duydum.

Ne demem gerekiyordu?

Yanlışlıkla oturdum.

Yoo.

Yani kadın beni görmesin diye zorunluluk oldu.

Ben ne saçmalıyordum?

"Akif gördüğün gibi değil." desem bile çocuk bana mı inanacaktı yoksa şuan bulunduğum duruma mı?

Ben olsam gördüğüme inanırdım. Ne de olsa gözler yalan söylemez ama dudaklar... Allah korusun.

Çok çabuk yalancı birer organa dönüşebiliyorlardı.

"Dilrüba şuan gördüğüm şeye inanmayı bile kabul edemiyorum. Çünkü gördüğüm şey hakkında mantık yürütmek istemiyorum." dediğinde Göktuğ beni bırakmak için harekete bile geçmiyordu.

Sanırım bulunduğu yerde gayet rahattı. Adamın sesi bile çıkmıyordu.

"Bence de yürütme Akif. bende zaten şimdi kalkıyordum." dediğimde Göktuğ'un kucağında biraz ileri doğru süründüğümde belimde ki elleri sıkılaştı.

Gözlerim Akif'ten çekildi Göktuğ'a döndü. Gözlerini kısmış bana alttan alttan bakıyordu.

"Bıraksana be." dediğimde dudakları gerildi ama laf etmedi.

"Ben hala aynı şeyi görüyorum Dilrüba." diyen Akif'in mantığı devreye girmeden benim bu kucaktan acilen kalkmam gerekiyordu.

Göktuğ'un gözleri dudaklarıma sürdüğüm bordo rujuma değdiğinde istemsizce bir an alt dudağımı ağzımın içine çektim.

"Dudaklarını serbest bırak ve bana sürtünmeyi kes." kulağıma yaklaşık fısıldadığında kucağında hareket içinde olduğumu bile fark etmemiştim. Hadi canım tövbeler olsun!

"Sende beni bırak!" diye inat ettiğimde belimdeki elleri baldırlarıma indi. Karşımızda Akif'in olduğundan bir haberdi sanırım!

"Akif var salak adam ne halt yiyorsun?" Vallahi bana sağdan soldan geliyorlar.

Baldırlarıma dokunan ellerini ellerim ile yakaladığımda geriye ittirdim. Kucağından uzaklaşmak için kendimi ileriye doğru itelediğimde elleri bacaklarımı sıkıca tuttu beni aynı yere konumlandırdı.

Sabır.

"Kapıyı kapat." Sesi arabanın içinde ilk defa sert yankılandığında Akif bile onun varlığını şuan benimsiyor gibiydi.

"Oldu canım başka? Kızı bırak." Akif'te diklendiğinde olduğum yerde sızlandım.

"Göktuğ bıraksana sen beni ya." diye mızmızlanmaya başladığımda karnımın üstüne baskı yapan avuç içi ile sustum. Adam beni tahrik ediyordu bildiğimiz.

Alo?.. Çocuk şube mi?

Şaka şaka...

"kapıyı ben mi üstüne kapatayım sen mi kapatmak istersin Akif?" diye güzel iki tane seçenek sunduğunda Akif'in kararsız gözleri beni buldu ama sonra kapıyı üzerimize kapattı.

"Akif Aras abimin tanıdığı biliyorsun değil mi? Ya gidip gördüklerini anlatırsa?" diye ona doğru yüzümü tamamen çevirdiğimde gözlerinin gözlerim hariç her yerde gezdiğini fark ettim.

"Dudaklarıma bakmaktan vazgeç sapık adam." diyerek ellerimi dudaklarımın üstüne kapattım. Dudaklarında oluşan ukala gülüş ile gözleri gözlerime tırmandı.

"Altında ki etekten haberin yok değil mi?" dediğinde gözlerim bacaklarıma kaydı.

"Altımda ki eteğin şortlu olduğundan haberin yok dimi?" Gözleri eteğime kaydığında eteğin önünde ki pileli yeri tuttu ve hafifçe kaldırdı. Adama bak inanmıyor bir de emin olmaya çalışıyor.

Bacaklarımı saran şortu gördüğünde nefesini verir gibi oldu ama sonra kaşları yeniden çatıldı.

"Şort olduğu belli olsun o zaman kızım bu ne böyle? İnsan kandırıyorlar."

"Aynen Göktuğ." dediğimde kafamı da ona oranla onaylayarak sallamıştım.

"Geçiştirme beni." dese de onu takmadım.

Daha fazla laf etmeden önce aracın kapısını açtı. "İnebilirsin." dediğinde ise yüzüne ters ters baktım.

Gözleri bende değil demin kadının bulunduğu alandaydı.

Kucağından inmeden önce bende o yöne baktım. Kadın ortalıkta yoktu.

"Gitti mi?"

"Az önce pes etti. Gitti, evet." dediğinde nefesimi rahatlamış bir halde dışarıya üfledim ve açık kapıdan ayaklarımı yere bastım. Kucağından ayrıldım. Arkamı dönüp oturduğum bölgenin ne halde olduğuna bakmayacaktım tabii ki de.

Bakmadım.

Elim kapı koluna uzandığında ani bir biçimde göğsüme saplanan acı ile inleyerek iki büklüm oldum.

"Dilrüba, ne oldu?" Göktuğ araçtan indiği gibi kollarımdan tuttu. Akif'te arabanın arkasından yanımıza hızlıca geldiğinde korkudan titreyen göz bebekleri beni buldu.

"sanırım fazla stres yaptım. İlaçlarımı da almadım o yüzden kısa süreli kramplar giriyor. Göğsüm sıkışıyor falan." diyerek dikleştim.

"İyisin?" diyerek beni onaylatmaya çalışan Göktuğ'a döndüm. Gözlerinin içine baktım.

"İyiyim. Sen işine gidebilirsin. Aslında sana haber vermek için gelmiştim. Akif ile kafe de sıcak çikolata içmeye gideceğiz. Eve beni Akif bırakacak." dediğimde kaşları havalandı. İtiraz edeceğini sandım ama çok kolay kabul etti.

"Tamam . Dikkat et kendine. Bir şey olursa hemen beni arıyorsun."

"Tamam, görüşürüz." dediğimde kollarımdan ellerini çekti ve araca bindi. Bir kaç adım araçtan geriledim.

Araç önümüzden hareketlendiğinde saniyeler içinde yol aldı ve yanımızdan toz oldu.

"Dilrüba daha iyisin öyle değil mi?" Akif kolunu omzuma attığında dudaklarım iki yana doğru büküldü.

"İyiyim hadi kafaye gidelim ortak." dediğimde güldü. Bende onunla beraber güldüm.

[] [] []

"Yani sen şimdi diyorsun ki Dicle hain."

Akif'e olup biten her şeyi bir bir anlattıktan sonra Dicle'ye karşı kinle dolmuştu. Ben ne kadar kinci bir insan değilsem Akif benim tam tersimdi. Onu da şu an da anlamıştım.

"Dicle bunu aile için yapmış Akif. Onlarla tehdit edilmiş." diyerek hala Dicle'yi savunduğuma inanamıyordum ama yıllarımı geçirdiğim ailem olarak gördüğüm kızı bir an da silemezdim. O, onu ne kadar sildim olarak görse bile.

"Hala ona karşı içinde merhamet mi var senin?" diyerek bana şaşkın gözlerle bakan Akif'e karşı dudak büktüm.

"Akif, Dicle'yi anlamaya çalışıyorum."

"Anlama Dilrüba. Öyle bir kızdan her şey beklenir artık. Anlama." diyerek sözlerinin üstüne basa basa konuştuğunda kafamı aşağı yukarı salladım. Önümde dumanı tüten sıcak çikolatam ile bakıştım.

"Dilrüba Dicle'yi sevdiğini biliyorum ama yanında yıllarca bir yalancı büyütmüşsün. O seni büyütmüş gibi de olsa sen onu aile olarak içinde yaşatmışsın. Onun hakkını ise yalanla ödüyorsun. Bu haksızlıktır. Ona merhamet bile edilmez. Öyle insanlara nedeni ne bile olsa şeytanın yavrusu denir."

Akif haklıydı ama benimde hasta kalbim kaldırmıyordu. Kalbimi ne kadar ikinci plana atsam da geceleri hissettiriyordu kendini. Canım yanıyordu. En çokta geceleri yanıyordu. Kimsenin olmadığı vakitlerde. tek kaldığım sınırlı alanlarda gelip yakıyordu canımı.

İlaçlarımı düzenli almaya çalışıyordum. Örneğin bugün süsleneceğim diye aklımdan çıkıp gitmişti. Kim yüzünden kalbimin ritmiyle oynamak için can atan biri yüzünden.

Sağlığım önemliydi işte.

Ama hep kendim için önemli olan şeyleri ikinci plana atmaya meyilliydim. Çünkü hep kendimden önce başkalarını düşünür. Onları ön plana alır. Dertleriyle dertlenirdim.

Bunları da yine yüklenen benim hasta kalbim olurdu.

"Dilrüba?" Akif'in bana seslenmesi ile düşünce çukurundan uzaklaştım.

"Akif ya iyileşemezsem?" Bir an da keyifli olduğunu varsaydığım ortamı gerdiğimde pişman oldum ama bu soruyu sormam gerektiğini hissettim.

O ihtimali önceden ne kadar çok yaşamak istesem bile şu anda istemiyordum. Ailemi ikinci bir - gerçek olan - ölümle karşı karşıya bırakamazdım.

Ben ölürdüm ama onlara ne olurdu? Ölürlerdi. Belki bedeni değil ama ruhen bir ölüm olurdu. Bununda sorumlusu benim ölü bedenim olurdu.

"İyileşeceksin." O kadar netti ki. Bir an inanmak istedim.

"Geceleri kalbim çok fazla ağrıyor." bir gerçeği ortaya attığımda Akif'in dostluğuna omuz bağladım. Sırtımı sırtına yasladım. Ona inanmak istedim.

"Abinler biliyor mu?" dediğinde kafamı olumsuzca salladım. Onlara söylememiştim. İlaçlarla iyiye gidebileceğini düşündüğüm için söyleme gereksinimi duymamıştım ama şuan da emindim onlara da anlatacaktım.

"Onlara da anlatacağım." dediğimde sol elini masanın üstünde stresten titreyen elimin üstüne koydu." Dilrüba abilerin senin için canlarını bile ortaya koyarlar. Bunu onların gözlerinde gördüm. Şu hayatta kimseye güvenmek istemesen bile onlara güven. Sırtını daima onlara yasla. Şu hayatta herkes gider ama onlar seninle kalır. Güven bana."

Sözleri gözlerim dolmasına sebep olduğunda burnumu çektim ve sıcak çikolatayı dudaklarıma yaklaştırdım. Ufak bir üflemeden sonra içtim. Boğazımı yakarak mideme indiğinde yüzümü buruşturdum.

"Dolmasın o gözlerin yeşillik." dediğinde burukça gülümsedim.

"O asansörde seninle tanıştığım için mutluyum Akif." dediğimde sırtını geriye yasladı. Dişleri gözükecek şekilde sırıttı.

"Biiliyorum fıstık. Benimle tanışan herkes mutlu." diyerek götünü kaldırdığında kıkırdadım.

"Hangi burçsun sen?" dediğimde gözlerini kırpıştırdı.

"Burçlara mı inanıyorsun?"

"Evet Akif Sezgi bey. Burcunuz nedir?"

"Aslan." dediğinde dudaklarımda şeytani bir gülüş belirdi.

"Desene anlaşamayacağım best kankam olacaksın." dediğimde yüzü buruşan bu sefer o olmuştu.

"Onu neden dedin şimdi?"

"Çünkü bir aslan ve ikizler ne kadar iyi anlaşan iki burç gibi dursa da birbirlerini bozmak gibi fantezileri var Akif'ciğim. Kendini benden koru ve o egoist götünü gözümün önünden çek, lütfen." dediğimde öyle bir kahkaha atmaya başladı ki bende ona uyarak gülümsedim.

"Egoist mi? Ben mi?" diyerek işaret parmağı ile kendisini gösterdi.

"Yani aslında pek egoist değilsin ama neyse canım." diyerek konudan kaçma taraftarı oldum. Oda üstelemedi.

"Aras abim hiç benim için sana bir şeylerden bahsetti mi?" dediğimde olumluca mırıldandı.

"Neler dedi?" diye de cevap beklediğimde kollarını göğsünde bağladı.

" Aras abim hep bir kız kardeş hasretiyle yaşamış. Askerliğe girdiği andan beri seni araştırmış ve bulmuş. O buluş bu buluşma derken seni sahiplenmiş. Uzaktan bile olsa sana aile olmuş. Aras abim ona abi demen için elinden geleni yapacağını söylemişti ama uğraşmasına bile gerek kalmamış. Onu da sahiplenmişsin."

Evet, Aras abimi tanıdığım ilk andan beri abim olarak görmüştüm. Aramızda bir kan bağı bile olmasa o bana abilik yapmıştı. Bir abiden daha fazlası aslında.

"Aras abimi seviyorum." dediğimde Akif tebessüm etti. "Biliyorum ve bu beni de mutlu ediyor." dediğinde tebessümüne karşılık verdim.

Kısa bir süre konuşmadık. Sıcak çikolatalarımızı içmeye devam ettik. Neredeyse bitmek üzere olan bardağımın üstüne atılan taş ile acıyla inledim. Bardağa denk gelecek olan taş elime gelmişti.

Elimde ki kupa bacaklarım üstüne düştüğün de içinde ki sıcak çikolata bacaklarıma dökülme ve ben acıyla yerimden kalktım. Akif'te yerinden kalktığında bu taşı atan kişiye dönmüştüm ki gördüğüm yüzler ile nutkum tutuldu.

Dedem, Dicle ve Eyüp bir de yanların da ufak bir çocuk. Taşı atanda o çocuktu. Çocuğu tanımıyordum. O da beni tanımıyordu.

Çocuğa taşı atması için ne demişlerdi acaba? Çocuğa kızmaya hakkım yoktu.

"Tamam delikanlı görevin bitti. Sen dışarı çık ben birazdan geleceğim." çocuk dedemin lafını tekrarlatmadan hızlıca mekandan çıktı.

"Torunum yandın mı sen? Ben seni 14 yıl önce zaten yakmıştım ama yeniden dirildin işte şansa bak." dediğinde ne demek istediğini algılamaya çalıştım.

Yakmış mıydı?

"Dilrüba gidelim." Akif koluma dokunduğunda ona döndüm. "Bacakların yandı sızıyı hissetmeden krem sürmeliyiz."

"Ne kadar da düşünceli bir çocuk. Gerçekleri biliyor olmalı." diyen dedem ile Akif'ten gözlerimi çektim.

"Ne gerçeği?" gözlerim Dicle'ye kaydı. Hangi gerçekten bahsediliyorsa burada bilmeyen tek kişi bendim.

"Güzel torunum seni öldüren bendim ama bil bakalım nasıl?" Karşımda eğleniyordu. yaptığı pisliğin üzerine pişman olacağına zevk alıyordu.

"Öldürmedin, ben buradayım." dediğimde dedem kafasıyla Eyüp'e işaret verdi.

Kafenin içi dakikalar içinde boşaldı.

Yanımda güvendiğim tek liman Akif kaldı.

Dedemin gözleri onu buldu. Yeniden Eyüp'e baktı.

Eyüp denen şerefsiz Akif'e yaklaştığında gözlerim korkuyla onlara döndü.

"Bana o elini değdirirsen kırarım." diyen Akif ile Eyüp dokunup dokunmama arasında gidip geldi.

"Çocuklar içeri gelin ve alın şu delikanlıyı." kafenin kapısından içeri giren yapılı iki adam ile adımlarım olduğu yere mıhlandı. Akif onlara güç yetiremezdi. Karşı çıkmaya çalışsa bile zarar gören o olacaktı.

"Akif karşı çıkma. Dışarı çık lütfen."

"Dilrüba, Beraber çıkmadığımız sürece isterse gebertsinler. Ben buradayım."

"Ne kadar da duygusal bir an. Alın şunu gözümün önünden." Akif'in kollarından serçe tuttuklarında Akif küfür ederek ellerinden kurtulmaya çalıştı ama ne ben ne de o bir şey yapamıyorduk.

Akif'i kafeden yaka paça çıkardıklarında kalbimin üstüne konan taşların sayısı bir bir arttı.

"Seni öldürmemiş olabilirim ama bu ailemi inandırmak için zorunda kaldığım bir durumdu küçük torunum."

"Sen neyden bahsediyorsun?"

"Senin ölümünü gerçekleştirdiğim gün o kadar şanslıydım ki yakılarak öldürülen bir kız çocuğu bulundu. Benim adamlarım bulmuş. Onu senin yerine koydum."

Söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkamadığı an boğazım düğümlendi.

Dört yaşında yakılarak öldüren bir kız çocuğunu benim aileme ben diye inandırmıştı. Benim ailem o minicik kız çocuğunu ben sanmıştı. Benim yanarak öldüğüme inandırılmışlardı.

" Anladığımı umuyorum ama ben açık konuşayım. Sen bedenen yanmasan da ruhen yandın Dilrüba. Seni ben yok ettim. Şuan burada karşımda canlı kanlı olsan bile benim memleketimde senin adının var olduğu bir mezar taşı var. O mezarın içinde ise sen olduğunu düşündükleri o bebek." dediğinde damarlarımda ki kan çekilir gibi oldu.

Belki de gerçekten çekilmişti.

Yanan bacaklarımın acısı ile bunun üstünü örtmeye yetmemişti.

Ben yanmamıştım. Yaşıyordum. Ailem de bunu öğrenmişti. O mezarı da ortadan kaldırabilirdik ama iğrenç bir oyun uğruna kullanılan ölü bir bebek bedenini ne yapabilirdim, peki?

Ailesi ne yapmıştı?

Kızlarının cesedine bile sarılamamışlardı. Minik bebeklerinin bir mezarı bile yoktu. Kimdi o aile? Nasıl yaşıyorlardı. Hangi can dayanırdı yıllardır bir bilinmezliğe.

Kalktığım yere düştüğümde ellerimi koyacak yer aradım. Tek bulduğum yer ritmi değişmiş şekilde atan kalbim olmuştu. Ellerimi can çekişircesine atan kalbimin üstüne koydum.

"Benden nefret etmen bir bebeğin cesediyle iş yapabilecek kadar mı fazla?" dediğimde gözleri kısıldı. Dudakları gerildi. Elindeki bastonu sertçe yere vurdu.

"Konumuz o değil."

"O dediğin şey bir bebek! Ölü bile olsa ailesi olan ufacık bir can." dediğimde sesim fazla yüksek çıkmıştı.

"Bana sesini yükseltme." dediğinde elleri Dicle'nin belini buldu. Hafifçe okşadı. Dicle'nin yüzünde tek bir mimik bile oynamadı.

hayır, düşündüğüm şeyi yapıyor olamazlardı. Dicle bu kadar düşmüş olamazdı. Bunu bana yapamazdı.

"Sana bir haberimiz var Dilrüba. Bu haberi sana ailen olarak gördüğün Dicle verse daha iyi olur." dediğinde damarlarımda çekilen kanın yeniden damarlarıma hücum ettiğini hissettim.

Gözlerim Dicle'ye kaydığında ellerini nereye koyacağını şaşırmış gibiydi ama bu şaşkınlığa göre yüzünde hiç bir minik oynamıyordu.

Dicle yirmi bir yaşında genç bir kızdı ama şuan canı çekilmiş gibi yüzüme bakıyordu.

Bugün de onu zaten ağlayarak, bitkin halde o ara sokakta bulmuştum. Aramızda ki bağı da orada koparmıştım.

"Hadi canım söylesene kardeşin gibi gördüğün Dilrüba'ya güzel haberi." dediğinde gözlerim Dicle'den ayrılmıyordu.

Güzel haber?

Daha ne gibi kötü bir haber alabilirdim ki?

Dicle'nin dudakları aralandı sonra yeniden kapandı ama en sonunda kısık sesi kulaklarıma doldu. Sonra söylediği daha net anlaşıldı.

"Ben hamileyim."

Kanım dondu.

Tek kelimeyle kanım dondu.

Oturduğum yerden nasıl ayaklandığımı şaşırdım. Bakışlarım daha hiç belirginleşmeyen karnına indi.

Kimse ile ilişkisi olmayan Dicle şuan bana hamile olduğunu söylüyordu.

"Ne saçmalıyorsun sen?" diye çıkıştığımda Dicle'nin gözleri doldu. Elleri karnına dokundu.

Gözlerim benimde dolmuştu ama onun korkuyla dolan gözlerinin aksine benimkiler öfkeyle dolmuştu.

"Kim? Dicle. Kiminle oldu? Düşündüğüm şeyi söy-" lafımı bölen şerefsiz dedem olacak adam oldu.

"Zorla mı oldu falan tatavalarına girme." dediğinde yutkundum. Boğazımın bu derece yandığını şuan fark ediyorum.

"Dicle kimin bebeğini taşıyorsun?" Sorumu farklı şekillerde yenilediğimde göz yaşları yanaklarına sırayla düşmeye başladı ve ben yine cevap vermeyeceğini düşünerek ona doğru adımlarımı yönlendirdim. Oturduğum yerden çıktığım an kurduğu kısa cümle. Verdiği o isim ile bacaklarım olduğu yere mıhlandı.

"Kadir bey." dedi.

Kadir bey... Kimdi?

Düşünmek dahi istemediğim yanında durduğu dedesi yaşında ki adam değildi öyle değil mi? Bu başka bir kadirdi. Okuldan olan bir kadir.

"Okuldan olan bir Kadir değil mi Dicle?" Sorumu öyle korka korka sormuştum ki, evet derse bile laf etmeyecektim. Etmeyecektim işte!

Dicle'nin beline sarılı olan o kol onu kendi bedenine yasladı. Üstleri yaşından dolayı kırışmış olan elleri Dicle'nin karnının üstüne kapandı.

"Karnında ki bebek benim bebeğim Dilrüba. Amcan mı olur yoksa halan mı bilemem ama Güngörler kanını taşıyacağı için pekte bir önemi yok."

"Torunun yaşında ki kıza nasıl dokundun lan piç kurusu!" diyerek dedem olacak adamın üstüne atıldığımda elindeki değnek yere sertçe düştü. Adam dengesini sağlayamayıp arkada ki duvara çarptığında hiç tereddüt dahi etmeden kafamı burnuna sertçe geçirdim.

"Alın şu sürtüğü üzerimden!" diye adeta kükrediğinde Dicle'nin ağlamaları bastırdı benim yüksek sesimi.

Eyüp beni kollarımdan tutup geri çekeceği an dedem dediğim adamın bacak arasına sertçe ayağımı geçirdiğimde acı feryadı kafeyi inletti.

"Geber!" dememin üstünden hemen sonra diğer tarafa doğru yere fırlatıldım. Ellerimin üstünde durduğumda saçlarımın arasından ona baktım. Kendine gelmeye çalışıyordu.

yerden destek alarak kalktım.

Dicle'nin yanına yaklaştım.

Eyüp denen adam taşaklarına tekme yiyen tecavüzcü ile ilgileniyordu. O adamı gebertecektim. Kanı elime bulaşmadan bana huzur gelmeyecekti.

"Dicle bana bak." Dicle ağlamasının arasından bana baktığında, "İstedin mi?" sözleri döküldü dudaklarımdan. İstesem de istemesem de bunu öğrenmem lazımdı.

Kafasını olumluca salladığında ise yaşadığım şok ikiye katlandı.

"Ne demek istedim lan! Ne saçmalıyorsun kızım sen?" dediğimde elleri ile yüzünü kapattı.

"Konuşmak için evinde buluştuk. Beni yine tehdit etmek için evine çağırdığı günlerden biriydi. Evinde her gün birileri olurdu ama o gün yoktu Dilrüba. Bana içki verdi. O gece beni tehdit etmedi. Birlikte içtik." dediğinde ağlaması hafiflemişti ama bu hala ağlıyor gerçeğini değiştirmiyordu.

"Sonra da deden yaşında ki adamın kollarına mı atladın?" dediğimde dudakları acı içinde birbirine bastırdı.

Kafasını belli belirsiz salladı. " Çok fazla içmiştim. Hatırlamıyorum çok fazla ama o an az da olsa hafızamda net Dilrüba. Ben istedim. Zorla olmadı." dediği an kendimden beklemediğim bir şekilde yüzüne tokat attım.

yaptığım şeyin gerçekliği ile bir kaç adım geriledim.

"Sen ne istediğinin farkında mıydın?" dediğimde bile bildiğim sorunun cevabını yeniden almaya çalışıyordum.

"Dilrüba özür dilerim ama benim o an ona ihtiyacım vardı. Bir şey olmaz zannettim ama-" dediğinde elleri karnına baskı yaptı. Hamile kalacağını düşünmemişti.

"Sana diyecek söz bulamıyorum Dicle. Allah belanı versin!" dediğim gibi yanından geçip gittim. Hala kendine gelmeye çalışan piç herifi de takmadan kafeden çıktım.

Serin hava yüzüme vurduğunda içeri de yaşadığım olayların üzerine midem aniden ağzıma geldi.

Gözlerim Akif'i bulmadan yan tarafa doğru eğildim ve içimde ne varsa çıkarmaya başladım.

Ellerimden biri yan duvara tutunduğunda diğer elim önüme gelen saçlarıma sahip çıkmaya çalışmaya başladı ama benden önce saçlarımı tutan ve onları ensemde birleştiren biri sayesinde rahatça kusmaya devam ettim.

Kafamın içinde dolaşan anca gerçek ile kusmam sonlanmıyordu. Boğazımda ki acı ile gözlerim yaşardığında kalbime aniden bir sancı daha girdi. Bacaklarım boşaldığında belime bir kol dolandı. Beni göğsüne yasladı.

"Dilrüba!" korkudan titreyen ses kulaklarıma dolduğunda Göktuğ olduğunu anladım.

Gelmişti.

"Göktuğ gidelim buradan. Lütfen." dediğimde dizlerimin altından diğer kolunu geçirdi ve artık kucağındaydım. Kollarımı boynuna doladığımda yanaklarıma doğru süzülen göz yaşlarını saklamak adına göğsüne sindim.

"İçeri de ne oldu?" diye sorduğunda hıçkırdım.

"Dilrüba içeri de ne oldu?"

"Bilmek dahi istemezsin Göktuğ. Ben bu kadar şeyin ağırlığı ile nasıl yaşamaya devam edeceğimi düşünüyorum." dediğimde beni ön koltuğa bıraktı. Camdan dışarıyı gördüğümde Akif'in araca baktığını gördüm ama benim onu gördüğüm gibi o beni göremiyordu.

Göktuğ bana söz etmeden arabadan uzaklaştı ve Akif'in yanına gitti. Bir kaç laftan sonra Akif arkasını döndü ve seri adımlarla buradan uzaklaştı.

Göktuğ'un bir anda kafeye gireceğini düşündüm ama net adımlarla arabaya geliyordu.

Sürücü koltuğuna oturduğunda torpido gözüne uzandı ve açtı. içinden ıslak mendil ve su çıkardı. Konuşmadan bana uzattı. Anladım.

Suyu dudaklarıma yasladım ve azar azar içtim. Kustuktan sonra su içmek eziyet gibi geliyordu. Islak mendil paketinin içinden bir tane ıslak mendil çıkardığımda dudaklarımın üstünü sildim. Bunu yaparken dudaklarımda ki bordo rujda mendilde yerini almıştı. Pembe dudaklarım yine ortada kalmıştı.

Ben bunları yaparken Göktuğ aracı çalıştırmıştı bile. Kafenin oradan baya uzaklaşmıştık. beni KYK nın önüne getirmişti.

"Nasıl bir şey olduğunu anladın?" dediğimde derin nefesi arabanın içini doldurdu.

"Anlamadım. Akif'e güveniyordum. Beni Akif aradı." dediğinde kafamı olumluca salladım.

Kızarık olduğunu bildiğim gözlerimi ona çevirdim. Gözlerime takılan kahveleri ile öylece kaldım. Verecek bir tepkim bile yoktu.

"Anlatmak ister misin?" dediğinde kafamı olumsuzca salladım. Bu konu hakkında tek alf etmek istemiyordum. "Tamam, seni yormayacağım. Ne istiyorsun?" dediğinde gözlerim bu sefer KYK ya döndü.

Kararım netti.

"Beni burada bekler misin? Eşyalarımı toplayıp geleceğim."

"O da ne demek?" dediğinde omuz silktim ve araçtan indim. Arkamdan inmedi. Beni bekleyeceğini biliyordum.

KYK dan içeri girdiğimde asansörlere yöneldim ve odama giden yolu takip ettim.

Bir dakika bile burada daha fazla kalamazdım. Kaldıkça o odaya girdikçe midem bulanacaktı. Şuan bile bu hissiyat yerini koruyordu.

Dicle'nin varlığını hissettiğim her yerden kaçmak istiyordum.

Hayatımdan onu silmek.

Ailemin evine taşınacaktım. Artık benim yerim de yurdum da hayatımda orasıydı.

[] [] []

İki valizimi sürükleye sürükleye asansöre yönlendirdim. Asansöre bindiğimde kapılar kapandı. Bu kapıların benim için son kapanışıydı.

içimde hala savaşı süren gerçeklerin varlığı içimi yerken nefesimi tuttum.

Asansör katları yavaş yavaş indi ve en sonunda giriş kata indi. Kapılar açıldı ve asansöre binen beden ile göz göze geldim. Akif gelmişti.

"Akif?" dediğim gibi kollarımı boynuna doladım. Kolları belime dolandı.

"Fıstığım nasılsın? Daha iyi misin? Bir şey yaptılar mı sana orada? Kalamadım yanında. Lanet olsun. Zarar verdiler mi?" diyerek saçlarımı sevmeye başladığında geri çekildim. Yüzüne baktım.

"Bir şey yapmadılar. Sadece gerçekleri gün yüzüne acı bir şekilde çıkardılar o kadar. Önemli bir şey yok."

Hayır var.

"Emin misin Dilrüba?"

"Eminim Akif." dediğimde gülümsemeye çalıştım.

Emin değilim Akif.

"KYK dan çıkış yaptım. Abimlere taşınıyorum. Beni ziyarete oraya gelirsin artık." dediğimde kafasını olumluca salladı.

"Gelirim tabii." dediğinde tebessüm ettim. Kafamı olumluca salladım.

"Ben gidiyorum o halde görüşürüz." dedim ve valizlerimi sürükleyerek asansörden çıktım. Asansör onunla birlikle kapılarını kapattı ve bende KYK dan çıktım.

Elimde valizlerle geldiğimi gören Göktuğ araçtan indiğinde yanıma seri adımlarla geldi. Elimden valizleri aldı.

Aracın bagajına ilerlettiğinde peşinden gittim. Son kez arkamı dönüp odamın olduğu pencereye kaydı gözlerim. Bazı geçmişler can yakıcı oluyordu. Bazıları ise ölümcüldü.

Benim geçmişimde ki anılar beni canlı canlı öldürüyordu.

Göktuğ şoför tarafına geçtiğinde ön koltuğa oturdum. Kapıyı da kapattım.

Yanıma kendi yerine oturan Göktuğ aracı çalıştırdığında eve doğru aracı sürmeye başladı.

İkimizde konuşmadık. Çünkü ikimizin de konuşacak bir şeyi yoktu.

Araba evin önünde durduğunda kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım. Göktuğ'da arabadan çıktığında bagaja yöneldi. içinden çıkardığı valizlerimi yanıma getirdiğinde elinden almak için uzanmıştım ki vermedi. Gözleri ile önden yürümem için işaret verdi.

İtiraz etmedim. Kapıya doğru yürümeye başladım. Oda arkamdan geldi.

Kapının önünde durduğumda zile bastım.

Kapı açıldığında annem ile göz göze geldim ve benim yanmış bedenimi gördüğü gerçeği ile yüz yüze geldim. Annemin gözleri endişeyle büyüdüğünde gözleri bacaklarıma kaydı.

Doğruya bacaklarımda yanmıştı.

Benim içinde yanıyordu anne.

"Dilrüba, kızım ne oldu sana?" diye endişeyle söylendiğinde ağlamamak için kendimi sıktım. O görüntüleri gözümün önüne getirmek istemedim.

"Sıcak çikolata döküldü." dedim. Diğerlerini ağzıma alacak takatim yoktu.

"Canın yanmıştım. Gel içeri hadi." dediğinde beni kolumdum tutup banyoya yönlendirdi. Göktuğ ise valizlerle arkamızdan eve girdi. Kapıyı kapattı.

Banyoya dönmeden önce gözlerimi ona çevirdim. Saniyelik bakışımda onun gözlerinin bacaklarımda olduğunu fark ettim. Çatık kaşları ile sinirli ve bir o kadar da düşünceli duruyordu. Gözlerimi üzerinden çekeceğim an göz göze geldik ve koyulaşmış kahveleri etkisi altında kalmama sebep oldu. Ama bu sadece bir kaç saniye sürdü ve biz banyoya girdik.

Annem bacaklarıma soğuk su tutup krem sürdükten sonra içi fazla rahatlamış olmasa da soğuk su serpilmişti.

Banyodan çıktığımızda salondan gelen sesler ile o tarafa yöneldim.

Bütün abilerimi o an salonda görmeyi beklemiyordum. Ve hepsinin yüzünden endişe akar bir halde görmeyi hiç beklemiyordum.

"Dilrüba?" diyerek oturduğu yerden kalkıp yanına koşarak gelen Deniz abimde kesildi dikkatim. Ne olmuştu?

Önümde eğildiğinde elleri kollarıma tutundu.

"Güzelim, zarar vermişler sana." dediğinde yutkunamadım.

"Abi sadece sıcak çikolata döküldü."

" Her şeyi öğrendik yavrum." diyen hemen arka da kollarını göğsünde bağlamış şekilde bize bakan Toprak abimdi.

"Nasıl?" dediğimde kekelemiştim. Hemen her şeyden nasıl haberdar olmuşlardı.

Göktuğ anlattı desem ona da bir şey dememiştim.

"Kadir Güngör bütün konuşmaları video halinde abinlere atmış. Yediği dayağı bile kesmemiş. Her şeyi ortada olacak şekilde yayınlamış." Göktuğ açıkladığında gözlerim abimlerde dolaştı. Ve en son Toprak abimde durdu.

Dicle onun tanıdığı Dicle'ydi. Çocukken sevdiği Dicle'ydi.

Artık onun Dicle'si değildi ama canının yandığını hissediyordum.

Dedesinin bebeğini taşıdığını öğrenmişti. Bunun acısı nasıl olurdu ki? Tahminim bile yoktu.

"KYK dan ayrıldım. Eve döndüm." dediğimde konudan bağımsız konuştuğumu biliyordum.

Deniz abim usulca yanağımı okşadı. "Evine hoş geldin miniğim." dediğinde içimde ki toz bulutunu dağıtmak istedim. İçim artık tam olarak şuan dışarı çıkmak istiyordu.

Kollarımı Deniz abimin boynuna doladığım gibi dizlerimin üstüne çöktüm ve içim dışıma çıkarcasına ağlamaya başladım. Titreye titreye, hıçkırarak. Kendimi bilmez bir halde abimin kollarında ve abilerimin gözleri önünde geçmişim ve şu anım için deli gibi ağlamaya devam ettim.

Dilrüba Sungur olmak zordu.

Dilrüba Güngör olmak ise zorlukları başarıyla geçmek demekti.

Ben yıkılmayacağımı söylesem de bunu göstersem de içten içe çürüyordum. İşte bu her şey için felaketti.

Ben Dilrüba Güngör olmak için çabaladıkça çürüyordum.

Çürüyen bir meyveyi eski haline getirmek ise imkansızdı.

İmkansızı gerçekleştirmek demek ise Dilrüba Güngör olmayı başarmakla eş değerdi.

Bir çıkmazın içindeydim.

Bir yanda dedem olan adam vardı ve onun kollarının arasına sıkışmış küçüklüğümün yoldaşı olan kız vardı. O artık bir anneydi.

Bir yanda geçmişimin tozlu sayfalarının bir bir ortaya çıkışı vardı. Bu kaçıncıydı bilmiyordum ama yanmış bedenimin öğreneceklerimin yanında bir hiç olduğuna emindim. İlk değildi ama son da olmayacaktı.

Bir yanda ise onlar için yaşama kararı aldığım ailem vardı. Benim için canını ortaya koşan abilerim.

Ben şuan için sadece Dilrüba'ydım.

Dilrüba olmak bile zor geliyorken Güngör olmak için acele etmeyecektim.

Gerçekler ben istemesem de bir bir ortaya çıkıyordu.

Abimin omzunda ağlamaktan yorgun düştüğümde düşüncelerimin içinde boğulduğumu fark ettim. Sesim kısıldı. Göğsüm sıkıştı. Titreyen ellerim kasıldı ama abime sıkı sıkı sarılmaya devam ettim.

Bu günü unutmak için her şeyimi verebilirdim.

sadece uyumak istiyordum ve şuan bunu gerçekleştireceğime inanıyordum.

Kafam abimin omzunda ayakta kalmayı kestiğinde, Aşağıya doğru kayıp düştüğünde saçlarım yüzümü kapattı.

Kalbimin baskısı arttı ve ilaçları içmediğim gerçeği tokat gibi yüzüme çarptı.

"Dirlüba?" Abimin korku dolu sesi beni sarsmaya başladığında gözlerim kapandı. "Dilrüba neyin var?" diyerek benden cevap almayı bekleyen abimi cevapsız bırakmak istemedim. Gözlerimi araladığımda abilerimin başımızda olduğu hatta delirmiş gibi davrandıklarını fark ettim. Sesleri kulaklarıma ulaşmıyordu. Duymuyordum.

"İlaçlarımı almadım." diyebildiğim sonra ise Göktuğ'un endişeli gözlerini tam dibimde gördüm. Yanıma gelip dizlerinin üzerine çömüştü.

Hayat ne kadar da ilginçti. Mutlu olacağını düşündüğün ailenin yanında acılardan önünü göremiyordun.

Dudaklarımın arasına itilen hap ile kurumuş dudaklarım aralandı. Dilim hapı hissetti. Bunun arasından dikleştirildiğimde bulanık görüşümün arasından Utku abimi gördüm. Çenemden tutmuş dudaklarıma su bardağını yaklaştırıyordu.

Suyu yavaşça içirdi.

"Birazdan kendine geleceksin." dediğinde kafamı yeniden Deniz abimin göğsüne yasladım ve dediği gibi kendime gelmeyi beklemeye başladım. O sırada ise karşımda endişeli gözleriyle beni izleyen adamın gözlerine tutundum.

Göktuğ Mert barkın.

-

On altıncı bölüm huzurlarınızda sunar.

Bölüm hakkında genel düşünceleriniz nelerdir?

- En sevdiğiniz bölüm?

- En sevmediğiniz bölüm?

- Gelecek bölümlerde görmek istediğiniz sahneler?

Dilrüba?

Göktuğ Mert barkın?

Akif? 

Dicle?

Dede bey?

Eyüp?

Utku? 

Deniz?

Anne hanım?

-

İnstagram : Yarenbayan_

Not : Gelecek bölüm yarın saat : 21.00 da sizlerle olacak.

Loading...
0%