@yarenbayan_
|
^Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar. ^ 🎶: Bahadir Sağlam / Aşk Olsun -🦷- --- "Abi!" Dilrüba deli danalar gibi evin içinde koşturuyordu. Şuan da yürüdüğünü veya koştuğunu kimin göreceği umurunda değildi çünkü Toprak abisi onu parka götürüyordu. Öğrendiği kadarıyla bugün onun doğum günüydü. Dilrüba acayip bir keyif patlaması yaşıyordu. Evde büyük bir hazırlık vardı. Doğum günü gece yarısı kutlanacaktı. Çünkü Dilrüba bu eve gece yarısı gelmişti. "Kızım bir yerinde dur. Düşüp bir taraflarını morartacaksın." Dilrüba'nın önü kesildiği an en tip bakışını yolunu kesen abisine, Utku'ya attı. "Morartırsam ben kendimi morartırım. Sen mi moraracaksın? Yoo." Dilrüba'nın verdiği mantıklı cevap ile Utku yüzünü sıvazladı. "Yemin ediyorum baş belasısın." Dilrüba bu cevaba karşı ani bir hareketle uzanıp abisinin ayağına bastığında Utku'dan can yakıcı bir inilti koptu. Dilrüba geri çekildiğinde hızlıca geri geri koşmaya başladı. Arkadan da ona bakıyordu. "Oh olsun!" Önüne dönüp koşmasına devam etti. "Cadı!" Utku ayağını tuta tuta koltuğa geçtiğinde yanına pat diye oturan kardeşi Bulut ile bir an irkilse de kendini hemen düzeltti. "Korkma korkma Dilrüba değilim ben. Isırmam." Bulut da dertliydi. Kardeşi Beş yaşına girecekti ama hala bir abi kelimesi duyamamıştı ağzından. Herkese her şey var ama Bulut'a abi hariç geriye kalan her şey vardı. "Öğle deme be oğlum. Daha küçük o ama işte ailenin tek kızı. Deniz ve Toprak şımartıyor. Çıkıyor tepemize. E bizde kızamadığımız için daha doğrusu kıyamıyoruz hanım efendiye o da buldu oyuncaklarını oynuyor bizimle." Bulut abisini dinlerken salonda dört dönen annelerini izlemeye başladı. "En azından siz abilerisiniz onun için ben şüpheliyim. Ya bir çocuk abisine abi demez mi ya!" Bulut isyan bayraklarını çekmişken bu sefer de Bulut'un yanına biri oturdu. Bulut ve Utku bir an da beraber irkildiğinde gülen bu sefer de Deniz oldu. "Hayırdır beyler ne bu korku?" Bulut nefesini verip kafasını Utku abisinin omzuna koydu. Kardeşlerinden korktuklarına inanamıyordu. "Ufacık kızdan korkuyoruz şaka gibi." Diyen Utku ile Deniz kahkaha attı. "Aslında deneyimli olmanız lazım. Bu ne böyle ilk defa karşılaşıyormuşsunuz gibi. Ayıp ama kardeşler." Deniz gülmesinin arasından konuştuğunda Utku ve Bulut boş bakışlarını Deniz'den ayırmıyorlardı. "Toprak'ı diyorsan o bunun gibi şeytan değildi." "KARDEŞİNE ŞEYTAN DEME BULUT! TERLİĞİ YERSİN GÖTÜNE." Bulut annesinin sesini duyduğu an oturduğu yere biraz daha sindi. Ama doğruya doğruydu ufak şey bir şeytandı. Deniz ise kıpkırmızı olmuş Bulut'u izliyordu. "Toprak da az değildi ama. Bir şey yapmadığımız halde biz yaptık gibi gösterip dayak yememize sebep olurdu. Geceleri yerlere yağ döküp bir yerlerimizi kırmamızı sağlardı. Ruh hastasıydı. Dilrüba'nın en azından canımıza kastı yok." Deniz sessizce konuşmaya başladığı an ensesin de hissettiği nefes sesi ile olduğu yerden kalktı. Gözleri kocaman açılmış bir vaziyette arkasına baktı. Toprak ve onun omuzlarında duran minik Dilrüba. "Abicim ruh hastası olduğumu söylediğin için sağ ol." Toprak iğneleyici bir şekilde konuştuğunda bu sefer de gülen Utku ve Bulut olmuştu. Toprak'ın gözleri sonra da Bulut abisine döndü. "Demek bizim minik akıllı kardeşimiz şeytan öyle mi abi?" Bulut kafasını olumsuzca sallarken yutkunmuştu. Bir insan kardeşlerinden korkar mıydı? Korkuyordu. "Bence de." Diyerek abisini onayladı Toprak. "Hadi abi park!" Dilrüba Toprak'ın saçlarını çekiştirmeye başladığında Toprak olumlu mırıltılar çıkardı. "Biz parka gidiyoruz abi takımı. Bir şey olursa parka gelirsiniz." Dilrüba abilerine sevecen bir halde el sallıyordu. Bulut hariç Utku ve Deniz minik kardeşlerine el salladı. Toprak çıkış kapısına yönelirken Dilrüba arkasına akıp yan yana dizilmiş abilerine baktı. Aslında onları çok seviyordu. Bunu onlara söylemek de istemiyordu. Düşünüyordu ki onlar gibi oda onları sevdiğini söylerse onun gibi onlar da şımarırdı. Onlar şımarsın istemiyordu. Hem ağır başlı olsun istiyordu ve tabii ki her dediğini yapsınlar. Ama bu sefer içinden söylemek geliyordu. Bugün o çok mutluydu onlar da mutlu olsun istiyordu. Abileri kocaman gülümsedi ve kapıdan çıkmadan onlara karşı son kez bağırdı. "Sizi çok seviyorum ama pastamı ben gelmeden yemeğin! ISIRIRIM!" Kapı açıldı ve Dilrüba ve Toprak evden çıktılar. Kapı yeniden kapandı. Salonda sadece Utku, Deniz, Bulut ve onların bu hallerinin mutfak kapısından İzleyen anneleri Asya hanım kaldı. Utku, Deniz ve Bulut bu itirafa karşı öylece donup kaldılar. Demin kardeşleri onlara ilk defa onları sevdiğini söylemişti. "Ben bu kızı yerim ya!" Diye kendine ilk gelen Deniz oldu. Gülerek kapıya bakıyordu. Dilrüba haklı çıkmıştı. Abileri düşündüğünden de mutlu olmuştu. 🥺
"Dilrüba sakın bana biraz daha hızlı salla deme! Bende ki de kol yani." Dilrüba abisinin cevabı üzerine biraz daha güldüğünde ellerini açık gökyüzüne karşı kaldırdı. "Ama çok yavaş abiş." Dediğinde ise Toprak'a karşı galip gelmişti. Toprak biraz daha hızlı salladığında Dilrüba Kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. Salıncak hızlandı da hızlandı. En sonunda fazla hızlandığını anlayan Toprak durdurmaya çalıştığında Dilrüba ellerini kaldırmış gökyüzüne dokunmaya çalışıyordu. Salıncağın fazla hızlı olduğundan bile haberi yoktu yada umurunda değildi. Toprak büyük gayretlerle salıncağı durdurduğunda nefes nefese kalmıştı. "Dilrüba, Biriciğim fazla kalmadık mı parkta ben çok yoruldum." Yaklaşık üç saattir parktalardı. Belki de dört saat olmuştu. Toprak artık kolunda ki saate bakmaktan da yorulmuştu. "Otur sen. Ben kaydıraktan kayacağım daha." "Kaydın ya." Dilrüba yüzünü buruşturup kaydıraklardan yeşil dönemeçli olanı gösterdi. En arkada kalıyordu. "Ondan kaymadım ki!" "Tamam ondan da kay. Tut elimden götüreyim seni. Bak hava da kararıyor eve gideceğiz." "Gece yarısına daha var dediniz ama?" Dilrüba dudak büzerek abisine bakıyordu. O sırada da yürümeyi eksik etmemişti. Yeşil kaydırağın yanına geldiklerinde Dilrüba abisinin elini bıraktı. Kaydırağın merdivenleri koştu. "Dilrüba dur bi, gel yanıma." Dilrüba merakla abisine döndü. Abisinin elinde ufak bir kağıt vardı. Özenle katlanmıştı. "Bunu doğum gününde açıp babamıza okut olur mu? Benim sana hediyem." Dilrüba abisinin elinden kağıdı alıp cebine attı. "Tamam" Diyerek yeniden merdivenlere koştu. Son basamağa çıkan Dilrüba ağaçların arasından onlara doğru gelen adamı görünce çığlık attı. "Abi!" "Ne!" "Adam pamuk şeker satıyor. Bizim paramız var mı? Alır mısın? lütfen, lütfen, lütfen!!" "Tamam, Hangi renk istiyorsun?" "Hmm, Mavi maviiii! senin ve Bulut abimin göz renginden." Toprak bu cevaba tebessüm ettiğinde kafasını olumluca salladı. "Dikkatli kay. Alıp geliyorum hemen." "TAMAM ABİŞ!" Dilrüba kaydırağın en tepesine çıktığında kendini kaydıraktan aşağıya bıraktı. Ayakları yere değdiği gibi yeniden kaymaya gideceği an kolundan tutulması bir an da oldu. Dilrüba öylece kaldığında ne yapacağını şaşırdı. Bu kadını tanımıyordu. Kadın Dilrüba'yı annesiymiş gibi kucağına aldığı gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı. "Bırak beni! Seni tanımıyorum! Bıraksana! ABİ!" Kadının içi korkuyla dolduğunda karşılarında ki aracın kapısı bir adam tarafından açıldı. Dilrüba'yı aracın içine attığında Dilrüba debelenmeye ve ağlamaya başlamıştı. Korkuyordu. "ABİ KURTAR!" Dilrüba son şanslarını deniyormuş gibi yeniden çığlık atıp bağırdığında araba hareketlendi. "Sus artık be kızım!" Dilrüba kadından uzaklaşa bildiği kadar uzaklaştı ama bağırıp çağırmaktan arabanın camını yumruklamaktan geri kalmadı. Kadın bu hareketlere ve seslere daha fazla tahammülü kalmayınca Dilrüba'yı kolundan tuttuğu gibi kendine çevirdi. Dilrüba korkudan titriyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Kadın o an Dilrüba'nın hala ağlamaya devam eden sesine karşı yüzüne sert bir tokat atıp kızın kolunu bıraktı. Dilrüba tokattın sert oluşuyla dengesini kaybedip kafasını arabanın kapısına çarpmıştı. Derin bir uykuya geçen Dilrüba o günden sonra geçmişe dair hiçbir şey hatırlamayacaktır. Kadın kendinden geçen kızı kendine çekip üstüne aramaya başladı. cebinden bir paket sakız ve bir de abisinin ona verdiği not kağıdı vardı. Kadın ikisini de açık camdan dışarıya attığında artık ne Dilrüba bilecekti o kağıtta yazanı ne de hatırlayacaktı. O kağıdın ellerinden uçup gitmesi gibi hayatı da ellerinden uçup gitmişti. 😢
Kaydırakların yanına gelen Toprak yeşil kaydırağa doğru yürüdü. kaydırağın etrafında ne bir çocuk vardı ne de Dilrüba. "DİLRÜBA!" Kardeşinin sesine çıkacağını bilirdi. Abisinin haberi olmadan bir yere de gitmezdi. Salıncaklara baktı. Başka çocuklar sallanıyordu. Tahterevalliye baktı başka çocuklar vardı. Oyuncak atlara koştu. Dilrüba hiç birinde yoktu. Sesine de gelmemişti. "DİLRÜBA, ABİCİM!" Sesi kısılacakta olsa bağırabildiği kadar bağırdı. Etrafta çocuklarını gözeten anneler Toprak'a üzülerek bakmaya başladılar. Kardeşini kaybettiği anlamışlardı. "Oğlum kardeşini mi kaybettin?" Toprak korkuyla kafasını salladığında kadın fazla korkmasın diye tebessüm etti. "Çocuk bunlar çıkar bir yerden şimdi." Toprak sadece dinledi. Çünkü Dilrüba bir saattir parkın ortasında deli gibi onu arayan abisinin yanına gelmedi. Hiç bir yerden çıkmadı. Elleri ayakları titreye titreye eve koştu Toprak. Belki demişti evdedir kardeşi. Yaramazlık yapası gelmiştir. Yanıldı Toprak. Dilrüba evde de değildi. Kapıyı açan Utku, Toprak'ın o halini gördüğünde kalbine saplanan korku ile kardeşinin omzuna elini koydu ama Toprak ayakta daha fazla duramadı. Kendini yere bırakan Toprak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında başını yasladığı demir kapı girişine vurmaya başladı. Utku kardeşinin bu haline ne tepki vereceğini bulamasa da kafasını elleriyle tutmaya canını yakmamasına yardımcı oldu. "Oğlum, Dilrüba nerede?" Asya hanım Utku'nun arasından kapıya yaklaşmıştı ki oğlunun o halini görmesi ile elinde tuttuğu tatlı tabağı yer ile birleşti. Bir kaç parçaya ayrıldı. "Anne Dilrüba yok. Kaybettim. Bir an da ortadan kayboldu. Bilmiyorum çok aradım ama geri de gelmedi." Arka da Toprak'ı dinleyen Deniz ve Bulut oldukları yerde kalakaldıklarında Deniz o an geçmişe doğru gitti. Kardeşinin kurduğu cümle o kadar tanıdık gelmişti ki... "Gidiyordu benden anne. Bir an da yok oluyordu. Dilrüba ölüyordu anne." Beş ay önce gördüğü o kabus'un gerçekleşmemesi için dualar etmişti Deniz ama şuan anlamıştı ki yaşanılacağın önüne geçiliyormuş. Bacakları tutmayan deniz olduğu yerden ayrıldı. Toprak'a koştu. Kardeşini yakasından tuttuğu gibi kendine çekti. "BİR ÇOCUĞA SAHİP ÇIKAMADIN MI? ÇIKAMAYACAKSIN MADEM NE DİYE GÖTÜRÜYORSUN! KARDEŞİM NEREDE, TOPRAK?!" Toprak daha fazla ağlamaya başladığında Deniz sinir krizi geçiriyordu. Bunu da anneleri Asya hanım fark etmişti. Kızı yoktu. İçi yanıyordu. Eşine haber vermesi lazımdı. Tutula kalmıştı. Oğlu karşısında nefessiz kaldığında oğluna doğru koştu. Ve o an o evin içinde büyük bir feryat koptu. kardeşler parçalandı. Anne hanım yaşadıklarını sindiremese de o an kalbine gömdü. ---
Üstünde ne olduğunu bilgi geçmişlerdi. Pembe bir hırka vardı üstünde, altında da annesinin daha yeni aldığı mor pantolonu. Saçları toplu sarı tokasıyla beraber. Ayağın da da siyah sporları vardı. Rengarenkti minik kızları. Üç gün olmuştu ama hiç bir haber gelmemişti. Abiler yıkılmıştı. Kimsenin aklından okula gitmek dahi geçmiyordu. Deniz o günden sonra serum ile duruyordu ayakta. Bulut uyutuluyordu. Utku için ise kardeşi bulunana kadar uyku ona haram olmuştu. Toprak, her şeyde kendini suçlu gören küçük abi. Odasında tek başına sadece ağlıyordu. Kardeşi gelsin diye Allah'a avuçlarını açmış titreyen sesiyle dualar ediyordu. Saatler yavaş yavaş geçti ve o an evlerinin kapısı çaldı. İlk ayağa fırlayan anneleri Asya hanım oldu. Kapıyı açtığında karşısında iki tane polis gördü. Yüzlerinden ne olduğunu o an anlamadı Asya hanım. " Kızınıza ait olduğunu düşündüğümüz tanınmaz hale gelmiş bir ceset bulduk. Teşhis etmeniz için hastaneye gelmeniz gerekiyor." Polis memurunun da içi içini yiyordu bu acı haberi verirken ama bir anne yüreğinden daha fazla yanamazdı. Asya hanım için o cümlenin sonu gelmemişti. Tanınmaz halde bir ceset lafından sonra kendini kaybetmişti. Fatih bey ise eşini tutarken polis beyin dedikleri ile kahrolmaya başlamıştı. Bulut o an uyuyordu. Toprak zilin sesi ile merdivenlere bir umut koştuğunda duydukları ile yerinde bir süre sarsılmış sonra ise daha fazla bu yükü taşıyamamış, minik bedeni yere serilmişti. Utku kardeşine koşarken bir yanda da ağlıyordu. Deniz kolunda ki serumu, kolunu kanatacağını bildiği halde sökmüş odasından koşarak çıkmıştı. Merdivenleri indiğinde yerde baygın halde yatan kardeşine baktı. İçi yandı. Zaten yanıyordu. Sonra annesini gördü. Harap haldeydi. İçi kül olmaya başladı. En son polis beyleri gördü. Anladı. Kardeşi ondan gerçekte de gitmişti. Normalde bağırıp çağıran Deniz'in gözleri salonda kurulu olan ve toplamak için dokunulmayan masanın üstünde duran pastaya baktı. Dudakları hüzünle kıvrıldı. Dizlerinin üstüne yere düştü. O pasta o günden sonra hiç yenmemişti. Fatih bey ise küçük kızına ait olmasını istemediği cesedi teyit etmek için morgun önüne gelmişti. Kapı açıldı ve Fatih bey içeriye girdi. Kızının olduğu düşünüldüğü morg açıldı ve beyaz örtü serili minik kız ortaya çıktı. Fatih bey titreyen elini beyaz örtüye uzattı. Yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Örtüyü çektiğinde ise gördüğü görüntü ciğerini yaktı. Karşında ki tanınmaz beden küle dönmüştü adeta. Yüreği parçalanıyordu Fatih beyin. Kalbi daha fazla dayanmıyordu. Dizleri üzerine yere oturduğunda ellerini saçlarına geçirdi. Kızının olup olmadığını anlayamıyordu. O an önüne bir poşet uzatıldı. "Kızın üzerinden çıkan tek şey bu hırka ama çoğu yanmış." Fatih bey poşeti aldığı gibi açtı. İçinde ki çoğunluğu yanmış hırkayı çekip çakardı. külleri kucağına döküldü. O an ise tek bir parçasıyla gördüğü pembe renk hırka ile gözlerini yumdu. Canı yanıyordu çığlıklarını dışa vuramıyordu. Polis memuru cevap beklerken sesli bir yanıt almasına gerek kalmamıştı. Anlamıştı. Küçük kız, Dilrüba Güngör'dü. Ölüm tarihi; 29.05.2010 ---
"Neredeyim lan ben!" Gözlerimi açabilsem görecektim. "Gözlerini açarsan göreceksin, Dilrüba." Sesin sahibi ile gözlerimi yavaş yavaş araladım ve ona baktım. 17 numara, Akif. "Sen ne yapıyorsun burada hem burası nere?" Etrafıma bakındığımda hastane de olduğumu fark ettim. Sağ kolumdan da serum yolu açılmıştı. "Kafama vuran, beni takip eden sen miydin? Yemin ederim gebertirim seni." Hırçın çıkan sesim ile keyifle sırttı. "Kafana vuran ben olsam bu yüzüm bu halde olur mu Dilrüba hanım?" Gözlerim yüzünün her karışında gezmeye başladığında kaşlarımı çattım. Dayak demişti. "Psikopat isen bunu da yapmışsındır senden şüphe etmeyeyim diye." Akif'in yüzü çarpılmış gibi kaldığında gözleri dikkatimi çekti. Koyu mavi gözler. "Sen! Gözlerin de aynı o şerefsizi andırıyor. Bana bak ruh hastası ya sen gidersin yada ben seni parçalarım! Ne istedin lan kafamdan." Akif sinirlendiğini belli eden bir ses çıkardı. "Kızım sen kafayı mı yedin? Dünya da tek mavi gözlü olan ben miyim?" "Belki de?" Dediğimde yüzünü sıvazladı. "Beni sınama Dilrüba. Seni takip eden adamı tanıyor musun sen?" Ha tabii tanımam mı? ahbabım olur kendisi. Canı sıkılmış ben seni bir korkutayım, takip edeyim oda yetmedi kafanı parçalayayım dedi bende kabul ettim. Asıl sen beni sınama!" Akif yüzünü buruşturduğunda bende onun gibi yüzümü buruşturdum. "Çeneye bak. car car car susmak bilmiyor." "Bana bak sen de çok oldun. Senin o sokakta ne işin vardı düzenbaz herif!" "Ayıp oluyor yalnız düzenbaz falan. Akşamın bir vakti o halde sokağa çıkınca meraklandım arka sokaklardan peşine takıldım. Sonra da seni takip eden adamın peşine tabii. Kafana vurmasına engel olamadım." Şaşkınlıkla onu dinlerken alkış tuttum. "Valla yetişemedin mi tüh. Ben orada canımı teslim ederken sen izliyor muydun?" "Dilrüba yetişemedim o an." "İyi iyi hadi inandım gibi düşünelim." Bana tip tip bakarken eli yanağında gezindi. Yani kendi kendini dövdüğünü düşünürsem bile kötü dövmüştü. Tüh... Bir an aklıma gelen telefon konuşması ile gözlerim irice aralandı. "Telefonum!" Dite bağırdığımda, Akif elime telefonumu sıkıştırdı. "Birde bağırmaman kalmıştı zaten." Ona en tip bakışımı attığımda şarjının daha dolu olduğunu fark ettim. "Bilinmeyen numara arayıp durdu. Şüphe ettiğin kişi olabilir mi?" "Sen acayip zekisin ha." Dediğimde yüzü keyifle süzülmüştü ki devamını da getirdim. "Salak yemin ediyorum salak!" Yüzü saniyeler içinde yeniden düştü. Deniz, 34 defa aramıştı. Ve bir o kadar da mesaj vardı. Adam deliye dönmüştür! Aramalara girdiğim gibi onun numarasının üstüne tıkladım. Telefon ilk çalışta açıldı. "Dilrüba?" Sesinde ki korkuyu iliklerime kadar hissettiğimde derin bir nefes aldım. "Deniz abi ben iyiyim. KYK dan bir arkadaş beni hastaneye getirmiş." "Ne kadar korktum be kızım. Hangi hastane geleceğim." "Korkmana gerek kalmadı. KYK'nın arkasın da ki devlet hastanesindeyim." "Tamam ben bir kaç dakikaya orada olacağım." "Peki. Yavaş gel." " Sen olduğum yerden hareket etme benim gelmem sorun değil yavrum." Yavrun muyum gerçekten? Şaka! Telefonu kapattığımda Akif koltuklardan birine yayılmıştı bile. "Senin gitmeye niyetin yok sanırım." "Yok. O adam kim?" "Abim olduğunu düşünüyor olduğum adam." "Abi dedin ama?" "Saygıdan benden büyük." "Bende büyüğüm ne o yoksa bana göz koydun da abi demiyor musun?" Kusar gibi bir hareket çektiğimde yüzünü ekşitti. Midesi bulanmıştı. "Sana ne göz koyacağım be! Ben mavi gözlü sevmem. Koca şeytan! Yalan söylediğini biliyorum. Hem abi dememi çok istiyorsan seve seve derim Akif abi." Akif gülmeye başladığında bende gülmüştüm, azıcık. "Deli dolu bir kızsın. Birazdan polisler ifadeni almaya gelecek. Onlara ne biliyorsan anlat." "Sağ ol." Aniden söylediğim şeyle oda bir an algılayamadı. "Ne?" "Senin bana zarar verip vermediğini bilmiyorum ama beni eğer cidden o adamın elinden sen kurtardıysan sağ ol." "Önemli değildi. Kim olursa aynı şeyi yapardım. Yaşadığın için mutluyum." "Ne demezsin. O an korktum ama keşke ölseydim diyordum şuan. Hayat işte. Öldürmeyen Allah öldürmüyor." "Aynen öldürmüyor." Gözünün önünden geçen boşluğa baka kaldığımda Akif gözlerini yanında cama çevirdi. Dışarıyı izlemeye başladı. Bende elimde ki telefon ile uğraşmaya başladım. O sırada beni arayan Dicle ile alt dudağımı kemirdim. Beni bu sefer kesin dövecekti. Telefonu açıp kulağıma koydum. "Dicle aşkilatoşkom merhaba." "Neredesin kızım sen! Bu telefonlar neden açılmıyor?" "Ufak bir sorun oldu. Birazdan geleceğim." "Ne sorunu? Neredesin sen?" Tam nazik şekilde anlatacağım an odaya giren hemşire ile elim ayağıma dolaştı. "Serumunuz bitmek üzere, serumdan sonra doktor beyin yanına çıkın lütfen. Geçmiş olsun." Sağ ol hemşire abla ya. Hiçte geçmeyecek. Telefonun arkasında bağıran bir Dicle vardı. Telefonu yeniden kulağıma koyduğumda, "Dicle, açıklayabilirim." Dediğim an Dicle daha da coşarken odanın kapısı hızlıca açıldı. Hadi ama daha birinize doğru dürüst açıklama yapmadım. Bende ki bu şansta yani... Deniz abi kapıdan içeriye hızlıca girdiğinde gözleri beni buldu. Benimle beraber kafamın arkasında ki bandajda göz hizasına girdiğinde gözleri büyüdü. "Dilrüba ne oldu sana abicim?" Abicim... "KİM O! LAN O ŞU DENİZ DENEN ADAMIN SESİ DEĞİL Mİ? DİLRÜBA NE OLUYOR!" Yahu Dicle tamam anladık heyecan, korku var da bende de kulak var be yavrum. Biraz motorun soğusun. "Hastanedeyim. Biri tarafından kovalandım." Bunu derken gözlerimi kısarak karşımda ki Akif'e bakıyordum. "Sonra da Kafamdan darbe aldım. İyiyim hala yaşıyorum. Sen gelme boşuna ben geleceğim." Dedim ve onun konuşmasına izin vermeden telefonu kapattım. Deniz yanıma yaklaştığında bana zarar vermeden kollarını bana sardı. Kafam göğsüne denk geldi. "Kim zarar verdi sana?" "Bilmiyorum." "Bana da sadece bilmiyorum diyebilirdin." Diyen Akif'e kaşlarımı çatarak baktım. " Keyfim ve kahyası kısa cevap vermek istemedi." Dediğimde Deniz hiç beklemediğim bir anda güldü. "Sen şimdi niye güldün?" "Eskilerden bir şey hatırlattı." "Kardeşin mi?" "Kardeşim evet. Ona huy olarak çok benziyorsun. Aslında her şeyinle benziyorsun da o konuyu açmayacağım. Sırası değil." Kafamı olumluca salladığımda Akif ve Deniz arasında mekik dokudum. "Akif abi sen gitmiyor musun?" "Gidiyorum, tamam. İstenmediğim yerde durmam." "Akif mi?" Deniz, Akif'e döndüğünde elini uzattı. "Deniz Güngör. Dilrüba'ya yardım etmişsin sağ ol." Akif, Deniz'in elini tuttu. Tokalaştılar. "Kim olsaydı yapardım. Gece gece ne olacağı belli olmazdı." Dediğinde benim ortama tabii tabii diyerek giriş yapmam şahane olmuştu. Akif beni takmadan lafına devam etti. " Dilrüba ile aynı KYK dayız. Akif Sezgi bende. Güngör'leri tanıyorum." Akif'in yüzünde muzip bir ifade belirdiğinde benim kaşlarım havalandı. "Ne tesadüf ki bende seni tanıyorum Sezgi." İkisi karşılıklı gülüştüğünde gözüm seğirdi. Ne bu samimiyet la! "Alo? Kimlerdensiniz bakim siz?" Dediğimde Deniz konuştu. "Akif benim üniversiteden bir arkadaşımın sevgilisiydi. Oradan isim ve sima tanıdık gelince çözdüm." "Sende ki hafıza bende olsa oho buradan çoktan fizana gitmiştin." Dediğimde Akif ve Deniz güldüler. Adama katil dedik dost çıktı. Neyse ne derler düşmanını en yakınından ara. Seni kestirdim gözüme Akif pikaçusu! Bu iş burada bitmedi. Deniz Akif'in yanından uzaklaşıp yanıma geldi. yatağa oturdu. "Başın çok ağrıyor mu?" Saçlarımı okşamaya başladığında kafamı olumsuzca salladım. "Başka bir yerinde ağrı var mı?" "Yok gayet iyiyim." Yüzünde ki endişe hala yerini koruyordu. "Benim için bu kadar endişelenme lütfen." "Kim ne derse desin Dilrüba ben kendi kalbime inanıyorum. Sen benim kardeşimsin." Ne dersem diyeyim bu kardeş konusunu kapatmayacaktı. "Tamam o halde ben pes ettim. Kan testi verelim. Ama eğer sonuç bunda da kötü çıkarsa beni hayatınız boyunca unutursunuz." Deniz'in gözleri ilk önce mutlulukla büyüdüğünde en sonunda da endişeyle kısıldı. DNA testine güvenmiyorsa neden istiyordu. "Eğer doğru olsaydı ilk testte sonuç pozitif çıkardı, Dilrüba. Bunda bir iş var ama yine de o testi yeniden yaptıracağım. Bekle biraz hemşire çağırıp geleyim." Deniz odadan çıktığında derin bir nefes aldım. Son kez olacaktı. Son şans! "Akif şaşkın! Bir şans daha vereceğini düşünmemiştim." "Sen hala burada mısın ya?" "İstenmediğimi iliklerime kadar hissettim. Artık gidebilirim. Geçmiş olsun sahte Güngör." Dediğinde laf çarpmama izin vermeden odadan çıktı. Salak diyorum alınıyor ama cidden salak! Odada tek başıma dışarıyı izlerken donmaya başlamıştım. Üstümde olan şeyler aklıma geldiğinde kendime sövesim geldi. Bir daha akşam sokağa böyle çıkarsam ne etmesinler beni! Odanın kapısı bir kaç dakika sonra açıldığında içeriye Deniz ve bir hemşire daha girdi. İşte şimdi başlıyorduk. Aynı olay farklı zamanlar. Ve ben yine hastanedeyim. Hayat bana götüyle gülüyor olmalıydı. "Sizde oturun lütfen. "Hemşire hanım Deniz'i de yanında ki koltuğa oturttuğunda, Deniz bana döndü. "Akif gitti mi?" "Gitti." Olumlu mırıltılar çıkardığında hemşire hanım ilk benden kan aldı. Pamuğu kan aldığı yere koyduğunda Deniz'e geçti. Ben kolumda ki pamuğu bastırırken Deniz'e kan almaya başlamıştı bile. Deniz'den de kan aldığında hemşire kan testlerini eline alıp ikimize de tebessüm etti. "Geçmiş olsun. Sonuçlar bir gün içinde çıkar." Kafamı olumluca salladığım da hemşire odadan çıkmıştı. Deniz ile yan yana kaldığımız da kafamı geriye alıp duvara yasladım. " Olumsuz çıkarsa eğer bu işin peşini bırakmam, Dilrüba." Deniz'in düşünceli sesini duyduğumda ona doğru döndüm. "DNA nın yine inadına hatalı çıkacağını mı düşünüyorsun?" "Düşünmüyorum öyle olacağını söylüyorum." Deniz'in de gözleri beni bulduğunda kendime bakıyormuş gibi hissediyordum. "Sen her şeyinle beni temsil ediyorsun. Kişiliğinle Toprak'ı yansıtıyorsun hatta ve hatta ondan daha betersin. Sen bizsin Dilrüba ve ben o DNA testine gram inanmıyorum." Hak vermeli miydim bilmiyordum. Mantık çerçevesi içerisinde düşünürsem salakça idi. DNA testi sonuçta bu boru değil. "Bilmiyorum Deniz ben diyeceğimi söyledim. Sonuç yine negatif çıkarsa size karşı tutumum komple değişecek. Çünkü ben artık yorulmak istemiyorum." Deniz ses etmedi. O andan sonra bende daha fazla konuşmadım ve gözlerimi yumup serumun bitmesini bekledim. O süre zarfında da karanlığı izledim. Karanlığın orasından çıkan bizim siluetlerimiz ile gözlerimi daha sıkı yumdum. Deniz ve bendim bunlar ve biz birbirimize oldukça benziyorduk. - Yedinci bölüm huzurlarınızda sunar. Bölüm hakkında genel düşünceniz nelerdir? Yorum yaptınız dimi? - Deniz? Dilrüba? Toprak? Utku? Akif? - Gelecek bölümde görüşürüz canikomlar! ❤️ İnstagram / tiktok : yarenbayan_
|
0% |