Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@yarenbayan_

 

Okumaya başladınız tarih?

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Bunlar beni motive ve mutlu ediyor. Teşekkürler canikomlar.

 

^ Bu bir gerçek ailem kitabı değildir. Aslına bakarsanız dağılan bir ailenin hikayesini konu alan bir kitaptır. ^

 

^ Tekrardan hoş geldiniz. Sizleri kitabımın ilk bölümünde görmekten mutluluk duydum. ^

 

🎶: Yalancı Bahar - Aşkın Nur Yengi

 

---

 

26/05/2005

Günlerden perşembeydi. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Çoğu insanın uykuda olduğu saatlerdi. Güngör ailesi dışında. Doğumhanenin önünde bir saatlerini tamamlamışlardı. İçeriden ne bir haber geliyordu ne de bir ses. Telaşlı bekleyiş saatlerce sürdü.

Güngör kardeşler heyecanlıydı. Ailelerine yeni bir üye geliyordu. Kız kardeşleri olacaktı. O kadar heyecanlıydılar ki yerlerinde duramıyor babalarının kollarını çekiştiriyorlardı. Kardeşlerini hemen görmek istiyorlardı. Dokuz ay boyunca hep oyalanmışlardı. Akılları eriyordu ama kalpleri hemen gelsin istiyordu.

Deniz, Kardeşlerin en büyüğü en duygusalı ama yeri geldiğinde ailenin en küçük çocuğuydu. Şimdi ise onun yerini almak isteyen bir ufaklık geliyordu.

Bulut, Kardeşlerin ortancası en afacanı. Yaramazlık yaptığında abisinin üstüne atmaktan çekinmeyen. Ağzını yalana alıştırmış ve bundan pişmanlık duyan kardeştir. Yüzmek en büyük hayallerinden biriyken astım hastası olması hayalinin önüne bariyer çekmişti. O bariyeri ise hayatı boyunca önünden çekemeyeceğini biliyordu.

Toprak, Kardeşlerin en küçüğü. Sıralamayı bozmaya gelen ufaklığı heyecanla bekleyenlerden biri. Artık ailenin en küçüğü olmayacaktı.

Fatih Güngör, Yeni doğan ufaklığın babası. Oğullarıyla beraber telaşlı bekleyişi sürüyordu. Kızına kavuşmanın hayalleriyle yanıp kavruluyordu. Fatih Bey daha fazla ayakta duramayacağını anladığında ise kendini duvara yaslayıp yere doğru kaymıştı. Bu bekleyiş kalbine vurmuştu. Ailesi bilmese bile kronik kalp hastasıydı. Bu gerçeği ise sadece kızına söyleyecekti. Bir tek o bilecekti. Bu hakkı tek ona tanımıştı.

Asya Güngör, Doğumhanede canıyla cebelleşen o kadın. Kızı için son demlerini kullanan hayatını değiştirecek o doğumu gerçekleştiren kişi. Geleceğin onlara ne yaşatacağını hiç tahmin etmeksizin kızının kokusunu solumak için elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çalışan güçlü anne.

Utku Saltuk, Deniz Güngör'ün süt kardeşi. Doğumhanenin kapısında heyecanla yeni doğacak bebeği bekleyenlerden biri. Asya Güngör'ün evlatlarından ayırmadığı süt oğlu. Utku doğduğu anda annesini ve babasını kaybetmiş, hem yetim hem de öksüzdü. Asya hanım deniz doğduğu an Utku'ya da sahip olmuştu. O günden sonra Utku, Asya hanımı annesi. Fatih beyi babası bilmişti. Tek fark ise soyadıydı. Ailesinin soy adını almak istemişti.

Saatler su gibi aktı. Bekleyişler daha da sabırsızlaştırdı ve o an karşılarında saatlerini geçirdikleri kapı açıldı.

Doğumhane kapısından kucağında ailenin yeni üyesiyle çıkan hemşireye döndü bakışlar. Heyecan sona erdi. Merak ise hemen yerini aldı. Kime benziyordu?

Hemşire yanlarına yaklaştığında gözler ufaklığa döndü. Kardeşler ve Utku bir elden bebeğe uzanmaya çalışırken babaları Fatih bey çoktan bebeğine ulaşmıştı. Hemşire bebeği babasına uzattığında Fatih bey tereddüt dahi etmeden kızını kucağına aldı. Sarıp sarmaladı.

Kızını açık koyu lacivert gözlerine dalıp gittiğin de gözleri buğulandı. Oğlu Deniz'in gözlerinin aynısıydı. Sağ gözünün hemen altında ise doğum lekesi vardı. Bir kardeş abisine bu kadar benzer miydi? Kızı benziyordu.

Altı yaşında ki deniz biraz daha zorladı kendini. İstediğine de erişmişti. Kardeşini görmüştü. Lacivertin en koyu tonu gözleri ilgisini çektiğinde kocaman gülümsedi. Dikkatini çeken diğer nokta ise kendinde de bulunan doğum lekesiydi. Hiç sevmediği yüzünde iğrenç durduğunu düşündüğü leke şimdi o kadar güzel durmuştu ki kalbinde. En sevdiğin şey ne diye sorsalar yüzümde ki leke diyecek kadar büyük bir sevgiydi. Kardeşinde de aynı leke vardı. Bu Allah katında bir vergiydi.

Küçük kızın eldivenli eli battaniyesinin içinden çıktığında ise o ele ilk uzanan ufak kardeşler sırasını kız kardeşine devreden dört yaşında ki Toprak'tı. Boyu yetmediği için bütün çabaları da boşa gidiyordu. Bütün abileri görmüştü küçük kardeşini. Bacaklarından tutulması ile arkasına baktığında Utku abisinin onu kucağına almaya çalıştığını fark etmiş. Onun sayesinde kardeşine ulaşmıştı. Elleri yumuşacıktı. Ona kalırsa kardeşinin adı Pamuk olmalıydı. Küçük bir kediye isim verir gibi ilk aklına gelen isim Pamuk olmuştu. İnanmıştı da, kardeşinin adı onun için hep Pamuk olacaktı.

Fatih bey kızının tombul yanağına burnunu dokundurmuş. Anne kokusunu içine derince çekmişti. Bu kokuyu aylardır bekliyordu. Sonunda kavuşmuştu.

Fatih bey gözlerini kızından çektiğinde hemşireye çevirdi bakışlarını.

"Eşim?.. O nasıl?"

"Eşinizin durumu gayet iyi şuan odasına alınıyor."

Fatih bey kafasıyla onaylamış geri kızına dönmüştü.

Küçük kız çocuğu ise gözlerini merakla babasının yüzünün her karışında gezdiriyordu.

"Babacığım çok şükür hayırlısıyla kucağıma aldım seni. Çok şükür sağ salim geldin bize. İyi ki geldin."

"Kardeşimizin adı ne olacak baba?"

Bulut kardeşinin yüzünü izlemekten kendini anca çekmişti ki gözleri yeniden koyu lacivertler ile buluştuğunda aklında dolanan soruyu babasına iletmişti. Daha beş yaşındaydı ama oda hissediyordu ailesi için en önemli parçaydı bu bebek. Onları hep bir arada tutacaklarına inandıkları bir parça.

Fatih bey oğlunun bu sorusu üzerine dudaklarına yadigar bir tebessüm doluştu. İsim konusunu eşiyle bir çok kez konu almıştı ama şuan hissettiği duyguyla hiç bir isim uyuşmuyordu. Tek bir isim hariç, Kendisi daha dokuz yaşındayken annesi dört kardeşini birbirine gönülden bağlayıp vefat etmişti. O ölümün arkasından o dört kardeş hayatları boyunca ayrılmamışlardı bunu da annelerine borçluydular.

Annesinin adını kızlarına verecekti. Ömrü annesine benzemesin isterken kulağına doğru uzanmıştı minik kızının. Fısıltı şeklinde kızının kulağına kızının ismini üç defa tekrarladığında kızından öyle tatlı bir tını çıkmıştı ki herkes gülmüştü.

"Baba adını biz duymadık?" Toprak büzünü buruşturarak elini tuttuğu kardeşine bakmaya devam etti.

O sırada Asya hanım odaya alınmış eşini ve çocuklarını bekliyordu.

Fatih bey ise oğlunun sorusunu cevapsız bırakmamış dudaklarını yavaşça aralamıştı ve o ismi sesli bir şekilde dile getirmişti.

"Dilrüba."

Dilrüba Güngör.

---

 

31.12.2023

"Yaşam tarzımda uykusuz bir gün geçirmek diye bir kırmızı kural yok. Siz beni niye çıldırtmak için uğraşıyorsunuz ki? Uyumam lazım diyorum doktor bey! Uykusuz kalırsam daha kötü olurum ben. Birazda beni anlayın. Ne olmuş yani bende kronik kalp rahatsızlığı varsa? Öleceğim gün taktiri ilahi. Ben ölmeyeceğim dediğinde ölmeyeceksin diye bir kural yoktur. O yüzden biz şimdi ilaç kardeşlerim ile eve gidiyoruz. Uykum gelirse de uyurum. Onu da Allah bilir ya. Kolay gelsin size."

Doktor beye söz hakkı tanımadan ilaç poşetimi de elime alıp odasından hızlıca çıkmıştım. Her gün aynı şeyleri dinlemekten yoruluyordum. Tamam haklıydı bunun bir çözümü olabilirdi ama benim düşünce tarzım başkaydı. Hayatımı gittiği yere kadar mutlu ve huzurlu geçirmek istiyordum. Stres ve sıkıntıdan ufak tatlı bir hayatım vardı. Bunun bozulmasını ise hiç istemiyordum.

Hastane koridorunda temkinli adımlarla yürüyor. Bunu yaparken de çevremde olup bitenleri gözlemliyordum. İnsanları ve onların davranışlarını izlemeyi çok severdim. En sevdiğim şey ise bir yere oturup etrafta ki insanların resimlerini çizmekti.

Hastaneden çıktığımda temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Kafamı kaldırıp gözlerimi masmavi gökyüzünün ortasında gezen pamuk şekeri andıran beyaz bulutlarda gezdi.

Bulutlara dalmış giderken çalan telefonum ile dikkatimi çantamda çalan telefonuma verdim. Neredeyse kapanmak üzere olan aramayı onaylayıp telefonu kulağıma dayadım.

"Neredesin kızım sen? Dersin biteli oldu bir saat."

Telefonun diğer ucundan gelen hışırtılı sesten daha beter olan Dicle'nin sesi ile dudaklarım kıvrıldı. Beni bu kadar pof pof laması bir başına bela açacaktı.

"Geliyorum. Hastanedeydim. Doktor bey amca biraz daha aynı hikayeyi anlattı. Onu dinliyordum." Dudak bükerek durumu izah ettiğimde ayaklarımı da çalıştırmış hastane bahçesinden de çıkmıştım.

"Bir kere de doktoru cidden ciddiyetle dinlesen ne olur, Dildüba?"

"Çok şey olur Dicle. Okul hayatım biter. Dışar hayatım biter. Sadece hastane ve onun bana sundukları şeyler beni çepeçevre sarmalar ve ben bu hayatı istemiyorum. Ben mutluyum. Buna saygı duy lütfen."

"Hakan ile Murat gelecekti bugün yurdun yanında ki kafeye. Biliyorsun şu sabundan diş olayını bitirmemiz lazım. Sema hoca hiç iyi bakmıyor."

Konuyu değiştirme hızını benden kapmıştı kereta. Helal olsun ama iyi numaraydı.

"Biliyorum. Ben doğrudan Kafeye geçiyorum. Eşyaları sen getirebilir misin? Ya da dur içim rahat etmedi bende geliyorum aşkilatoşkom."

"Şunu deyip durma ve sende bir yere gelmiyorsun. Ben getiriyorum. Hadi görüşürüz."

"Tamam. peki sen nasıl uygun görüyorsan sultanım. Öptüm aşkilatoşkom."

Tam yine laf edecekken telefonu kıkırdayarak kapatmış kulağımdan çekmiştim.

Dicle benim biricik dostumdu. Yetimhaneden bu yana hep beraberdik. Ve hayat yüzümüze gülmüştü. Aynı üniversiteyi aynı bölümü ve aynı KYK kazanmıştık. Aynı odadaydık. Allah'ıma inancım tamdı ki bunların hepsi birer işaretti. Biz birbirimiz için hayata gözlerimizi açmıştık.

Dört yaşında yetiştirme yurduna verilmişim. Neden verildiğim hakkında kayıtlarda hiç bir bilgim yok. Kendim hakkında tek bildiğim gerçek soyadımdı. Dilrüba Sungur . Annem ve babam beni yurda bıraktıktan sonra trafik kazası sonucu ölmüştü. Tek bildiğim bunlardı. Ne bir kardeşim ne de bir akrabam vardı. Koca dünyada ailemden tek ben vardım. Bende onlar için yaşıyordum.

Şuan ise on sekiz yaşındaydım. Üniversite birinci sınıf birinci dönemindeydim.

Dicle aşkım ise aslında kendisi abla denecek yaştaydı ama istemiyordu abla dememi. Kendileri yirmi bir yaşındaydı ve çok tatlıydı. Esmer tenli uzun boylu hafif balık etli bir kızçeydi. Simsiyah gözleri ve belli belirsiz çilleri vardı. Arada onun yüzünden neden sarışınım ben diye ağlamıyor değildim.

Onunda hayat hikayesi benden pek farklı değildi. Annesi hayatını kaybettikten sonra babası bakamadığını söylemesi üzerine yetimhaneye bırakmıştı. Aynı yerden kanamıştık ama beraber kabuk bağlamıştık.

Kafenin önüne geldiğimde camlı alandan Hakan ve Murat abiyi görmüştüm. Onlara abi diyordum çünkü benden büyüklerdi.

Hakan abi yirmi üç yaşındaydı. Diş protez teknolojisi bölümünü yedekte dursun diye okumaya gelmişti.

Murat abi ise yirmi bir yaşıındaydı onun da düşünce tarzı pek farklı değildi. Hakan abi ne diyorsa Murat abi de onu diyordu. Yedekte dursun.

"Dilrüba!" Karşı caddeden gelen yüksek ses ile gülümseyerek o tarafa döndüm. Dicle yine çığlık çığlığa bana doğru geliyordu. Cidden de çığlık atıyordu çünkü ona doğru yaklaşan yavru sarı bir kedi vardı. Onu tanıdım tanıyalı kedilerden hiç hoşlanmazdı. Ben ise psikopat gibi onları savunuyor, adeta avukatlıklarını yapıyordum.

Minnoş kedilerim için instagram sayfam bile vardı.

Yanıma nefes nefese gelen kıza gözlerimi kısarak bakmaya başladığımda, ne var derecesine kafasını salladı. Kıkırdadım.

"Benim minik bebeklerimden korkmayı ve onlardan çığlık çığlığa kaçmayı ne zaman bırakacaksın?"

"Tabii ki de hiçbir zaman!" Diye ani bir tepki verdiğinde kahkaha atmaya başladım. Elinde olan fazla malzemelere uzandım. Karşı çıkmadan bana uzattı. Konuyu daha fazla uzatmadan kafeden içeriye geçtik. Bizim arkamızdan Kafenin kapısı yeniden açılıp kapandı ama ona dikkat etmedim. Normalde arkamı dönüp o kişiye merakla bakardım.

Abilerin oturduğu masaya doğru geçtiğimizde Dicle abla gülümseyerek selam vermiş karşılarında boş olan yerin birine oturmuştu. Bende ayakta daha fazla kalmadan elimde ki malzemeleri masanın üstüne koydum. Boşta olan yerlerden diğerine de ben oturdum. Tam diğer sandalye niye bizim masa da diye düşünürken karşımızda ki Hakan ve Murat abi oturdukları yerden kalktılar. Yanımızda duran beden ile tokalaştıklarında gözlerimi o kişiye çevirdim. Bizim arkamızdan içeriye giren kişiydi. Başka kimse daha kapıyı açmamıştı.

"Nerede kaldın oğlum, Kızlar geç kalır derken onlarla aynı anda gelmek ne demektir?" Hakan abi gülerek dile getirdiği şeylerden sonra karşılarında ki genç adam da gülmüş, koyu kahve dalgalı saçlarını karıştırmıştı. Esmer teni Dicle'ninkiyle yarışır şekildeydi. Nereden baksak Hakan abi ile yaşıt gibiydi.

"Gel seni grup ödevi arkadaşlarımızla tanıştırayım."

Genç adam bize doğru döndüğünde ayağa kalkma gereği duydum. Saygı önemli gençler.

Elimi ona doğru uzattığımda gözleri öylece yüzümde mıhlanmış kalmıştı. Gözlerinden geçen ifadeye daha anlam yükleyemeden elime uzandı. Sıkıca tuttuğunda yutkundu. Gözlerimden bir saniye bile ayırmadı bakışlarından. En sonunda dudaklarımı aralamıştım ki ilk konuşan o olmuştu.

"Ben Utku, Utku Saltuk Hakan'nın liseden arkadaşıyım."

Kafamı olumluca salladığımda gülümsedim. Avucumun içinde olan elin gittikçe terlediğine şahit oldum.

"Bende-..."

Sözümün devamı gelmedi. Gelemedi aslında ama getirildi. Utku sözümün devamını doğru şekilde getirmişti. "Dilrüba." demişti. Adımı biliyordu. Benim tanımadığım bu adam beni tanıyordu. Hareketleri her şeyi açıklıyordu.

Lakin bitirdiğini sandığım sözün devamı da geldi. Bu sefer hayatı tamamdı.

"Dilrüba Güngör." dediğinde yutkunan taraf bu sefer ben oldum. O kişi ben değildim.

"Hayır. Ben Dilrüba Sungur. Tanıştığıma memnun oldum."

Gözlerinden geçen anlamsızlık beni strese iteklerken elimi elinin arasından çekip aldım. Bu adamda anlamlandıramadığım eyler vardı. Bir insan ilk defa gördüğü bir adama karşı bu kadar yoğun duygu hisseder miydi? Ben hissediyordum. Bu duygunun adı da belliydi. Kesindi.

Korku.

-

 

 

Giriş bölümü huzurlarınızda sunar.

 

 

Giriş bölümünü nasıl buldunuz? Az da olsa heyecan hissettiniz mi? Size duygu olarak en kattı?

-

 

Gelecek bölüm de çok yakında sizlerle olacak. 🌸

 

Loading...
0%