Yeni Üyelik
18.
Bölüm

🦷On Beş

@yarenbayan_

 

^ Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar. ^

 

14. Bölümü okumadıysan ilk olarak oraya dönün. Sizi burada 15. Bölümde bekliyor olacağım.

 

Ağlamaklı bir bölüm ile geldim birazcıkta eğlenceli...

 

Sınır : 10 yorum 🥲

 

🎶 : Bayhan / Seninle Olmak Var ya

-

 

26.05.2013

Dilrüba bilmese de bu tarih onun doğum günüydü.

Kızlar yetimhane yurdunun bahçesinde ip atlıyordu. ben ise elimde ki günlüğüm ile onları izliyordum.

Bugün diğer günlerde olduğu gibi keyifli değildim veya mutlu. Bugün üstümde fazla olduğunu hissettiğim bir moralsizlik vardı.

Gözlerim ip atlayan kızları sadece bakmak için bakıyordu. Onlar bile umurumda değildi.

Sekiz yaşındaydım ve dördüncü sınıfa gidiyordum.

Ben bu yurda geldikten sonra hemen okula başladım. Beş yaşında olduğumu söylediler. İnandım.

Ben beş yaşında okula başladım.

Karşımda ki kızlar ise daha yeni birinci sınıfa başlıyorlar. Hepsi yedi yaşındalar. Onlardan önce atılmıştım hayata. Neden dediğimde yine cevap yoktu.

Bunlar benim iyiliğim içinmiş.

Derin bir nefes alıp sızlayan göğüs kafesime dokundum.

Bugün yurdu gezmek için ortaokul öğrencileri gelecekmiş. Onları heyecanla bekleyenler bile vardı.

Burada benden büyük olan ablalar bekliyordu. Aralarında gülüşürken duymuştum. Sevgili bulacaklarmış. Buradan okumuş bir şekilde çıkmak değildi dertleri. Sevgili bulmaktı.

Gelenlerde yani 13 Hadi 15 yaşında çocuklardı. Ne sevgilisi yapacaklardı anlamıyordum.

Şuan on beş yaşındalardı. Üç yıl sonra reşit olduklarında kapı önüne konacaklardı. O zaman da sevgili mi arayacaklardı. Bunlar çok kötü davranışlardı.

Benim gibi onların geldiğine sevinmeyen kızlar da vardı. Benim gibi küçük olanlardı onlarda.

Bize zarar verebilme ihtimali onları fazlasıyla korkutuyordu.

Şuan belki beni de birazcık. Onlar geldiğinde odamdan dışarıya çıkmayacaktım.

Dicle ablamın yanında kalacaktım. Onun da benim gibi erkek düşkünlüğü yoktu. Beni koruyacaktır.

Kafamı kendimi onaylarcasına hafifçe aşağı yukarı salladım.

Günlüğümün ilk sayfasını açtığımda günlüğüme ilk sorduğum soruyu okudum. Cevabı bilinmeyen bir soruydu.

Doğum günüm ne zaman?

Sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.

Aşağıda yazana geçtim.

Annem beni neden yetimhaneye bıraktı?

Annemin beni neden yetimhaneye bıraktığını da hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Annemin öldüğünü öğrenmiştim. O yüzden bu soru cevapsız kalmamıştı. Ona cevap yazmıştım.

Annem öldü. Babam öldü. Arabayı hızlı kullanan bir adam onları benden aldı.

Sızlayan burnumun ucuna dokundum ve diğer can yakan soruya geçtim. Okula ilk başladığımda yazdığım sorulardı bunlar. Okuma yazmayı öğrendiğim gibi bu defteri elime almıştım.

Babamın gözleri ne renk? Babamı hiç hatırlamıyorum.

Boğazımda takıldığını hissettiğim büyük taş yumağını yutmaya çalışmadım. Çünkü bu yazıyı ne zaman okusam aklıma gelemeyen babamı hatırlıyordum.

Gözleri hafızamda yoktu. Sesi de onun gibi gitmişti. Ona mı benziyordum acaba? Kız çocukları babaya benzermiş bir de ilk aşkları babaları olurmuş.

Benim olmadı.

Ben hatırlamıyorum.

Bu sorumun altıda ilk sorum gibi boş kalmıştı. Bunlar ebedi boşluk olarak kalacaktı. Defterde de içimde de.

Koca bir boşluk değildi belki de ama delik oluşturacak kadar vardı. İşte oradaydı.

Altta ki soru gözüme iliştiğinde dudaklarım iki yana sızıyla kıvrıldı.

Bugün yurt müdürüm benim kırmadığım tabak yüzünden beni dövdü. Neden dövdü anne? Ben kırmadım ki.

Benim kırmadığım o bir kaç liralık tabak yüzünden yediğim dayak dün gibi hafızamda yaşarken bunu yazarken ki durumum da bir o kadar hafızamda kendi yerini koruyordu.

Annesizlik o an o kadar ağır basmıştı ki...

Burnumu çektim. Sulanmış gözlerimi bahçede gezdirdim. Herkesin üzerinde bir telaş vardı. Biri bir tarafa biri bir tarafa koşturup duruyordu.

Elimde ki günlüğü kapatıp dizlerimin üzerine koydum.

Etrafta ki kovalamacayı izlerken yurdun büyük sürgülü demir kapıları yavaşça yana doğru açılmaya başladı.

O sırada oturduğum yerde ayaklandım.

Geri geri gideceğim an omzuma dokunan elle arkamı döndüm. Dicle ablam gülümseyerek bana bakıyordu.

"Odaya mı geçiyorsun?" dediğinde kafamı olumluca salladım.

"Tamam o halde. Sen odada kal. Benim birkaç işim var. Yanına sonra geleceğim."

Dicle ablamın işi yoktu. Odada benimle kalacaktı. Neden şimdi bir an da işi çıkmıştı.

Ama sorulamadım. Kafamı olumluca salladım.

"Ben odaya geçiyorum." Kafasını olumluca salladı ve gözden kayboldu.

Arka arkaya bahçeyi dolduran araçları görmezden gelip yurdun merdivenleri çıkmaya başladım.

Ben yurda girdiğim gibi de araçların kapıları açıldı. Onların keyifli sesi kulaklarıma doldu.

Odama doğru koşmaya başladım.

Beşinci kata çıktığımda odamın önüne hızlı adımlarla vardım. Nefes nefese odaya girdim. Kapıyı da arkamdan kapattım.

Gündüz vakitleri odaların kapılarını kilitlemek yasaktı. Bende sadece kapatmakla yetinmiştim. Odalar havalansın diye kapıları bile kapattırmıyorlardı.

Elimde ki günlüğümü yatağımın altına koydum. Kimsenin açıp okumasını istemezdim. Çünkü bir günlüktü. Günlükler kişiye özellerdi.

Camın önüne geçtiğimde aşağı da ki kalabalığa bakakalmıştım.

Ne kadar da fazlalardı.

Kız öğrencilerin bir yana gelmesine laf etmezdim ama bu abiler neden gelmişti. Kız yurdunda ne işleri vardı? Çok saçmaydı.

Kollarımı göğsümde bağladım. Daha fazla camın önünde kalmak istemediğim için yatağımın üstüne çıkıp oturmaya başladım. Onlar gidene kadar da bu odadan çıkmayı planlamıyordum.

Dicle ablamda birazdan gelirdi. Beni uzun süre burada tek başına bırakacağını sanmıyordum.

Dicle ablamı çok seviyordum. Aramızda üç yaş vardı. O on bir yaşındaydı.

yaşına göre aynı benim gibi çok olgundu. Bu olgunluk kişiden kişiye değişirdi ama hayatı komple değişen bir çocuk için olgunlaşmaktan başka yol kalmıyordu.

Küçük bile olsan büyümen gerekirdi.

Gözlerimi yumdum. Kendimi arkamda ki duvara yasladım. Üstümde ki ince yazlık elbisemi dizlerimin üstünden geçirdim. Kollarımı da dizlerime doladım.

Ne kadar zaman geçtiğini duvarda ki saatten takip ediyordum. Saati takip ederken ara holde gezen ayak seslerini de işitiyordum.

Katları gezmeye başlamışlardı.

Dicle ablam da hala gelmemişti.

Yurt müdürü ona kesin işler vermişti. Yoksa gelirdi.

Yanaklarımı şişirdim. Oturduğum yerden kalktım. Bacaklarım uyuşmuştu.

Odam da bir ileri bir geri gitmek şartıyla yürümeye başladım.

Gözlerim arada sırada camdan dışarıya kaydığında kafamı olumsuzca salladım yeniden odamın içinde turlamaya devam ettim.

Dakikalar geçti ama Dicle ablam hala gelmedi.

Odanın kapısı yarım saat sonra açıldığında derin bir nefes alarak arkamı döndüm. Dicle ablam çok şükür gelmişti.

Kapıya döndüğüm gibi görmek istediğim yüz dışında bir tane yüz görüyordum.

Odamda On beş yaşlarında olduğunu düşündüğüm bir çocuk vardı. Tam karşımda durmuş bana bakıyordu. Kapıyı da arkasından kapattı.

Yutkundum. Ellerim üstümde ki elbisenin yanlarını sıkıca kavradı.

"Burası yurt odaları. Yanlış yere geldin sanırım abi." dediğimde dudakları iki yana kıvrıldı. Gülüyordu. Sesli değildi ama yüzünde ki ifadeyi anlıyordum.

"Hayır küçük kız bu odaya bilerek geldim."

"Ama burada ben varım. Kapı da zaten kapalıydı. Çıkar mısın lütfen." Lütfen çık git.

"Kapının kapalı olması beni buraya girmem için yönlendirdi. Biraz eğlenmekten zarar gelmez dedim." dediğinde adımlarım geri geri gitmeye başladı.

Sırtım cama değdiğinde arkamı dönüp bahçeye bile bakamadım. Her an bana yaklaşabilirdi.

"Eğlenmek istemiyorum." Neden benimle eğlenmek istiyordu ki? Kendi arkadaşları vardı.

" Ben istiyorum." dediğinde bana doğru gelmeye başladı. Gözlerim korkuyla büyüdü.

Çığlık atmak istediğim an sesimi kaybetmiş gibi hissettim. içimde ki korku daha da büyüdü. Abla neredesin?

Kolumdan tuttuğunda beni bir oyuncak gibi yatağın üstüne attı.

"Ne yapıyorsun bırak beni, lütfen. Korkuyorum." ağlamaklı çıkan sesime aldırış etmeden elleri pantolonuna gitti. Gözlerim onu korkuyla izlerken yatakta oturur hale geldim.

" Korkmana hiç gerek yok. Çok eğlenceli olacak." Aynı şeyleri söyleyip duruyordu.

Kemerini ve fermuarını açtığında yatağa tek dizini koyup bana yaklaştı. Beni çekip yatağa yatırdı. Bacaklarımı eliyle iki yana açtı. Gözlerimden yaşlar süzülürken dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Artık çırpınmaya başlamıştım.

Kendini bana yasladığında hissettiklerimle avazım çıktığı kadar bağırdım. Çığlım atmaya başladım. Sesim aniden kesildiğinde avuç içi yüzümün yarısını kapladı. Kendini bana daha fazla bastırmaya başladı. Gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Ne yaptığı ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum ama bu eğlenme çeklinden hoşlanmamıştım. Sevmemiştim.

"Bağırmayı kes! Canını yakarım." dediğinde bedenimi titreme aldı.

Dudakları boynuma dokunmaya başladığında boşta kalan eli bacaklarıma dokunmaya başladı. Ağzımın üstündeki elini sertçe ısırdığımda acıyla inledi ve yüzüme sert bir tokat attı. Üstümde kalktı.

O üstümden doğrulduğu an yine çığlık atmaya başladım. birinin beni duyması lazımdı.

Karşımda ki çocuğun gözleri sinirden kızardığında saçlarımdan tutup yatağa sertçe bastırdı. Çığlıklarım susmazken altımda ki taytı sıyırmaya başladı. İzin vermeye ant içmiştim. Bana bunları yapamazdı.

Üzerime daha fazla eğildiğinde saçlarımı tutan eli ağzımı kapatmak için yönelmişti ki hıçkırarak ağlamaya başlamıştım artık.

O sırada odanın kapısı açıldı. Üstümde ki çocuk geri sütü yataktan düştü. Acı sesi kulaklarıma dolduğunda korkudan titreyen bedenimi yatakta dikleştirdim. Sıyırmaya çalıştığı taytımı titreyen ellerimle düzeltmeye çalıştım. Terden yüzüme yapışan saçlarımın arasından odaya giren abiye baktım. Yerde ki çocuğun bana bastırdığı yerine öyle sert bir tekme attı ki bir an gözlerim kitlenmiş gibi onu izlemeye başladım.

"Piç kurusu ne halt yiyordun lan sen!?" yerde ki çocuğa bağırdığında yutkundum.

"Sana ne lan! Zaten kimsesizler. Ne olacak?" diyen yerde ki çocuk ile kollarımı bacaklarıma doladım. Zaten kimsesizler.

"Sana mı kaldı lan ne olacağını düşünmek. Defol git!" diye çocuğu yakasından tutup o halde odadan dışarıya attığında gözleri beni buldu.

"Titreme tamam geçti. Gitti artık." dediğinde kafamı olumluca salladım.

Hıçkırıklarımı susturduğumda bana yaklaşmadan olduğu yerde kalmış cidden iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu.

"O eğlence nasıl bir şey? Korkuttu beni." dediğimde kaşları havalandı. Kahverengi dalgalı anlına dökülen saç tutamlarının arasından bana değdi.

"Ne eğlenmesi?" dediğinde, "Bana bu yaptığının eğlenceli bir şey olduğunu söyledi." dediğimde ağzının içinde bir şeyler geveledi ama duyamadım.

"O yaptığı şey çok tehlikeli küçük kız. Biri daha bunu yapmaya çalışırsa sakın izin verme, Tamam mı?" Ona güvenebilir miydim? Ama zaten o eğlenceli dediği şey bana göre de tehlikeliydi. Ona güvenebilirdim.

"Tamam öyle yapacağım." dediğimde tebessüm etti.

"Güzel o halde. Ben artık gideyim sende kapını kapat ve güzelce oda arkadaşını bekle. Buraya artık kimse gelemez. Biz gidiyoruz."

"Tamam öyle yapacağım." demin verdiğim cevabın aynısını vermiştim. Gülüşü büyüdü. Kafasını veda edercesine sallayıp arkasını döndü. Açık kapıya yöneldi.

"Abi?" diye seslendiğimde kafasını hafif çevirip bana baktı.

"Efendim?"

"Adını öğrenebilir miyim?" Beni kurtaran abinin adını öğrenmek istiyordum ve hiç unutmamak.

"Göktuğ Mert benim adım."

Gülümsedim. Kafamı olumluca salladım. "İsmin güzelmiş."

"Senin adın ne bakayım?" Dediğinde çekinmedim.

"Dilrüba." dediğimde gözleri gözlerimde takılı kaldı ve gülümsedi.

"Adında senin gibi tatlıymış. Kendine iyi bak Dilrüba. Hayat fazlasıyla zorlayıcı." dediği gibi kapıdan dışarıya çıktı ve gözden kayboldu.

Yatağımdan kalktığımda yüzüme yapışan saçlarımı geriye ittim. Titremem hafif hafif yok oluyordu. Gözlerim yatağıma iliştiğinde gözlerimin önüne gelen korku dolu anları bırakıp cama döndüm.

Yurttan çıkan Abi'yi gördüm. Yüzünde ki sert ifadeyle araçlara yöneldiğinde iki servisin arasında duran bana dokunan çocuğun kafasını tuttuğu gibi servise sertçe vurdu. Sonra sanki o bir şey yapmamış gibi servise bindi.

Yaptığı şey ne kadar da yanlıştı.

Dakikalar sonra servisler hareket etti ve demir kapıdan çıkıp gittiler. Kapılar onların arkasından kapandı ve ben derin bir nefes bıraktım.

Yatağımın altına eğildim. Günlüğümü elime aldım.

Sırada ki boş sayfayı açtım ve yatağımın üstüne oturdum.

Bugün 26 Mayıs 2013

Biri odama girdi ve istemediğim bir türde oyun oynamak istedi. İzin vermedim ama zorladı. Sonra biri geldi. Güçlü bir abi. Beni onun ellerinden çekip kurtardı.

Şuan da mutluyum çünkü o geldi.

Onun adı Göktuğ Mert.

Odanın kapısı açıldığında gülümseyerek bakan gözlerim odaya giren yüz ile ifadesizleşti.

Dicle ablam odaya giriş yapmıştı. Gözleri üzerimde dolaştığında yüz ifadesi değişti ama sonra yorgun bir hale döndü. Kendi yatağına yöneldi.

Bilmiyordu neler olduğunu yada bilmek istemiyordur.

Neredeydi ben onu beklerken? Yoktu.

Ama o vardı. Hayatım boyunca bir daha göremeyeceğim kahramanım olan o abi vardı. Göktuğ Mert abi vardı.

Dicle ablam yoktu.

Hiçte olmayacaktı.

 

---
Şimdi ki zaman'dan​​​

 

Dört gün sonra​​​​

Yaralarım gittikçe iyiye gidiyordu. Kolumda ki kurşun yarasını hissetmiyordum bile.

Sadece karnımda ki dikişler az da olsa kendini belli ediyordu. Onlarla da büyük bir sorunum yoktu.

Sabah erkenden toprak abim bile KYK nın önüne bırakmıştı. Okula gitme vaktim gelmişti. Raporumun bugün son günüydü.

Toprak abim biraz daha uzatalım bu rapor işini dese de istememiştim. Halletmem gereken işler vardı. Hem de çok mühim işler.

Toprak abimin eve geri dönmesinin üstünden yarım saat geçmişti ve ben odamdaydım. Dicle yoktu.

Ne zaman doğru dürüst yanımda olmuştu ki zaten.

Kıyafet dolabımı açtım. Siyah Pileli eteğimi elime aldım. Altına da eteğimin biraz altında kalan şortu aldım.

Şortu ve eteği bacaklarımdan geçirdiğimde üstümde ki tişörtü çıkardım. Toprak abimin kendi kıyafetlerinin içinden verdiği sweat'i üstüme geçirdim. Koyu yeşil önü sade arkasında sağ omzumun köşesinde yazan Toprak ismi ile abimi yanımda taşıyordum.

Eteğimin pilelerini gösterecek kadar uzunluktaydı. Oldukça da boldu.

Saçlarımı da iki yandan salık bırakıp taradım. Rimel ve bordo rujumu da kullandığımda artık hazırdım. Dudaklarımı ortaya çıkarmayı seviyordum.

Dört gün sonra Göktuğ ile konuşmamızdan sonra tamamen sevmemeye başlamıştım. Gözlerini dudaklarımdan alamıyordu. Eh iyi işte şimdi hiç alamazdı.

Geldiğim gibi hazırladığım okul eşyalarımı koyduğum tek kol çantamı elime aldım. Kapının yanına koyduğumda Beyaz spor ayakkabılarımı ayakkabılıktan alıp ayaklarıma sırayla giymeye başladım.

Dicle eğer düşündüklerimi cidden yaptıysa daha fazla burada kalmama gerek kalmazdı. Ve tabii ki de beni gözetlemek için gelen Akif efendide.

Akif'le başka bir zaman daha geniş bir konuşma yapacaktım. Daha sonra da İshak ile konuşacaktım. Arkamdan çevrilen işlere bak be.

Dicle bitmeden İshak başladı. İshak bitmeden şimdi de Akif beyin oyunu yüz gösteriyor.

Aras abim işin içinde olmasaydı Akif'i çoktan yolmuştum ama abime şükretsin.

Ayakkabılarımı giydiğimde çantamı da koluma taktım ve kapıyı kapatıp, kilitledim.

Asansörlere doğru yöneldim.

Asansör düğmesine bastığımda onuncu katta olan asansörün gelmesini beklemeye koyuldum. Gelen asansörle kapılar açıldı ve ben boş olan asansör kabinine girdim. Kaplılar kapandı. Başka katta durmadan ana kata indiğimde kapılar açıldı. Çıkışa doğru yürümeye başladım.

Bugün hava oldukça güzeldi. Güneş tepeden adeta gülümsüyordu.

Kış ayında olsak bile İstanbul'un dört mevsim yaşama gibi huyları vardı.

Okulun yolunu tuttuğumda karşı caddeden bana doğru gelen Dicle ile kaşlarım istemsizce çatıldı. Onun şuan da okulda ders için hazırlık yapması lazımdı. Neden KYK ya geri dönüyordu. Elinde çantası falanda yoktu.

"Dicle!" diye seslendiğimde gözleri bana döndü. Adımları durdu. Ama bu hiç fark edilmeyecek şekilde gerçekleşti. Yüzü aydınlandı ve bana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Yanıma geldiği gibi kollarını belime doladı.

"Dilrüba dört gündür neredesin sen Allah aşkına! Arıyorum açmıyorsun da." dediğinde ki sesinde ki endişe içimi burktu.

Eskiden şuan bu yaptığını yapıyor olsaydı duygulanır daha fazla sarılırdım. Ona güveniyordum. Ama şimdi içimde ki güvensiz taraf daha ağır basıyordu.

Ben artık Dicle'ye güvenmiyordum. Sarılmasına bile karşılık vermemiştim.

"Evdeydim." dediğimde kolları bollaştı. Benden uzaklaştı.

"Ev mi?" dediğinde sanki aklına yeni gelmiş gibi kafasını olumluca salladı. "Orada mı kaldın?" Neden yabancı birinin evinde kalmışım gibi tepki veriyorsun Dicle? Neden güvenimi sarstığını hissediyorum?

"Orası annemin, abilerimin evi. Tabii ki de orada kaldım, Dicle."

"Artık orada mı kalacaksın?" Soruları arka arkaya gelmeye başladığında sanki benden aldığı bu cevapları birine taşıyacakmış hissi doldurdu içimi.

Bende ona istediği cevapları verecektim.

"Evet orada kalacağım." dedikten sonra kollarımı göğsümde birleştirdim. " Ailemin yanında olacağım. Ne olursa olsun onları bırakmayacağım. Bu can bu bedenden çıkana kadar onlardan gram uzaklaşmayacağım." dediğimde Dicle'nin gözleri kısıldı. Yutkundu.

"Neden böyle tepki verdin anlamadım." dedi.

Gülmek istedim.

O sırada arkamdan yaklaşan adımları hissettim. Ağır ama temkinli adımlar tam arkamda durduğunda varlığını anladım.

Dicle'nin ürkek gözleri arkamda duran Göktuğ'a döndüğünde bakışları yeniden bana döndü.

"Dicle sana tek bir soru soracağım. İnan ki diğer sormak istediğim sorular umurumda değil."

"Ne sormak istiyorsun?" İster istemez korku kendini gösterdiğinde içim acıyla burkuldu. Korkuyu çok yakından tanırdım ve şuan Dicle'nin gözlerindeydi.

"Doğruyu söyleyecek misin, Dicle abla." dediğimde Dicle'nin gözleri irileşti ama kafasını olumluca da sallamadı.

Doğruyu söyleyip söyleyemeyeceğinden emin bile değildi.

"Abla bana bir defa olsun doğruyu söyleyecek misin?"

Ona abla dememden hoşlanmazdı ama ben uzun zaman sonra belki de son kez abla diyordum.

"Vereceğim." dediğinde ise olduğum yerde bir adım attım ona doğru.

"Yetimhaneye geldiğim gün zaten yetimhanede miydin? Yoksa ben geldikten sonra oraya benim için mi gönderildin?"

Dicle'nin gözleri irileşti. Nefesi sıklaştı. Cevap vermeyecekti. Anlamıştım. Belki de zaman kazanıyordu.

Öylece ona bakmaya başladım ama Dicle hiç beklemediğim bir şey yaptı. Karşımda ağlamaya başladı. içi dışına çıkarcasına olduğu yere dizlerinin üzerine eğilip ağlamaya başladı.

Doğruydu yani. Cevap vermesine gerek kalmamıştı.

"Tamam konuşmana gerek kalmadı. Ben cevabımı aldım. On üç yıl boyunca bana katlandığın içinde bana ablalık yaptığın için yoldaş olduğun için sağ ol. Bir yalanın içinde büyümüş olsam bile yalnız olmadığımı hissettim. Bu yaşıma kadar geldim. Sana bir lafım yok. Artık hayatımda da olmayacaksın Dicle Demirezen." Yanından geçip gittiğimde adımlarımı hızlandırdım.

Göktuğ'da arkamdan gelmek için harekete geçtiğinde Dicle'nin ağlamaktan kısılan sesini duydum.

"Deden amcamın arkadaşıydı. Beni amcam zorladı bu duruma. Annem ve babam ile tehdit edildim. Hala da ediliyorum ama ben seni cidden sevdim Dilrüba."

Bunlara kanmayacaktım. Hayatımdan insan silmek çok zorda olsa benim kötülüğüm için iş yapan birini kollarımın arasına alamazdım.

Arkamı döndüm. İlk önce Göktuğ'u gördüm. Sonra yerde saçları önüne dökülmüş alttan bana bakan Dicle'ye baktım.

"Ailen yaşıyor değil mi? Aslında annen ölmedi. Baban seni bırakmadı. Diğer bir yalanında bu." dediğimde sessiz kaldı ve içime sayamadığım bir acı daha saplandı.

"Allah'a emanet ol Dicle. Bir daha da karşıma çıkma." Önüme döndüğümde adımlarımı hızlandırdım. Ondan ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyiydi.

Okulun bulunduğu sokağa döndüğümde bacaklarımda ki güç çekildi. Kendimi dizlerimin üstüne yere bıraktığımda dağınık saçlarım yüzümün yanlarına doğru döküldü. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bedenimi ele alan titremeye bile karşı koyamıyordum.

İçim çıkacakmışçasına ağlamaya devam ederken omzuma konan sahiplenici elle dudaklarımı birbirine bastırdım.

Yıllardır abla dediğim kızın beni bir yalanla büyüttüğü gerçeği sözde kolay gözükse de yaşayan için acı vericiydi. Canım yanıyordu. sadece aile bildiğim biri tarafından yanıltılmam can yakıcıydı. Yanıyordum. Fizikken değil ama ruhen.

"Titreme, tamam artık. Geçecek Dilrüba." Göktuğ'un sesini duyduğumda hıçkırıklarımı susturmaya çalıştım. Titremem geçerse ayağa kalkacaktım.

Göz yaşlarımla yüzüme yapışan saçlarımı geri çekmeden yüzümü yukarı kaldırdığımda onun önüme eğilmiş kahverengi gözlerini gördüm. Anlına doğru dökülmüş hafif dalgalı kumral saçları.

"Ağlama." dediğinde titreyen dudaklarımı durdurmaya çalıştım.

Elleri yüzüme değdiğinde gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Saçlarımı yanlara doğru sıyırdığında yüzüme yapışan saçlarımdan arınmış oldum.

Burnumu çektim, hafifçe gülümsedi.

"Göktuğ, yıllarım yalandan ibaretmiş." Ona abi dememem de ilgimizi çektiğinde çeneme düştü eli. Baş parmağıyla hafifçe okşadı.

"Yıllarının içinde tek bir doğru var Dilrüba. Onu bulmanı bekleyeceğim." Ağlamanın arasında kurduğu cümle karşısında yutkundum. Elini çenemden çekti. Belime uzandı. Beni tek hamlede ayağa kaldırdı. Hala yüzüne bakakaldığımda gülüşü genişledi.

"Şimdi güçlü bir kız ol ve okuluna doğru yürümeye devam et. Çünkü sen---"

"Dilrüba Güngör'üm." dediğimde ellerini ceplerine soktu.

"Aynen öyle küçük hanım. Hadi o halde önden buyurun."

Saçlarımı iki yana ayırdığımda ellerimle yüzümü sildim. Rimelimin akmadığını biliyordum. Paraya kıymıştım.

Adımlarımı atmaya başladığımda derin bir nefes aldım ve yoluma kaldığım yerden devam ettim.

Hayat yaşadığın zorluklarla daha güzel bir yer olmaya başlıyordu.

Aynı şey gibi, Allah sıkıntı vermediği kulunu unuturmuş. Demek ki Allah'ın aklındaydım. unutulmayanlardandım. Sıkıntılar yaşayan insan unutulmamış demektir. Bunu da böyle bilmek lazımdı.

Dudaklarımda oluşan hafif tebessüm ile çantama sıkıca tutundum. Kalan yolu da gönül rahatlığı ile devam ettim.

Hemen arkamda da gönül rahatlığıma ortak olan Göktuğ Mert Barkın vardı. Beni ayağa kaldıran ve kaldırmaya devam edecek olan o adam vardı.

 

[] [] []

Okula giriş yaptığımda Göktuğ okulun önüne çoktan park ettiği arabasının yanında kalmıştı.

Sınıfa çıktığımda kapının önünde beni beklediğini düşündüğüm Akif'i gördüm.

Yanına gittiğimde bakışları bana döndü. Yüzünde ki gülümseme beni gördüğü an silindi. Artık çocuğa nasıl bakıyorsam.

"Senin burada ne işin var? Dersin burada bile değil. Saat kaç?" dediğimde ceplerinin içinde olduğu ellerini çıkardı.

"Dilrüba biliyorum Aras abiden öğrenmişsin ama ben söyleyemezdim. Nasıl söylenir ki?"

"Sana kızmıyorum Akif amacın beni korumaktı ama bende bu kadar yalanın içinde yaşamanın zorluğunu yaşıyorum."

"Dilrüba bana tavır olma olur mu? O gün asansörde söylediklerimde ciddiydim. Sakın onları yalan olarak algılama."

Geçmiş zamana döndüğümde aile edinme konusunu konuştuğumuz geldi aklıma. Kaç eve evlatlık olarak gittiğini ama sonra yeniden yurda gönderildiğini anlatmıştı.

"Sana inanıyorum Akif. Yalan söylediğini düşünmemiştim." dediğimde arkamdan sınıfa giren hoca ile gözlerim oraya döndü.

"O halde sen dersine gir. Akşama yani çıkışta görüşürüz."

"Sağ ol Akif. Her şey için."

Akif'in dudakları iki yana genişçe açıldığında bende gülümsedim. Sonra baştan aşağıya beni süzdükten sonra ıslık çaldı.

"Felaket gözüküyorsun fıstık." dediğinde kıkırdadım. Saçlarına uzanıp karıştırdım. Gülüşü mırıltılara döndü. Saçının karıştırılmasından bu erkekler neden hoşlanmıyordu?

"Akif çıkışta sana sıcak çikolata ısmarlayacağım."

"Olur, çıkışta görüşürüz." diyerek geri geri yürümeye başladı.

Bende onun arkasından sınıfıma girip kapıyı kapattım.

Her tarafım yine sabundan diş oyacağım diye sabun olaraktı ama elden ne gelir. Teknisyenlik için her leye eyvallah diyoruz.

Ders boyunca sınıf kapısına bakmak istemesem de kapıya bakıp durdum ama Dicle derse gelmedi.

Şuan da son dersteydik ama Dicle hala gelmemişti. Dersleri aksatmayan kız şimdi ortalarda yoktu. Vicdan azabı çekiyor olmalıydı.

Ders sonunda eşyalarımı toplamaya başladım. O sırada başıma dikilen iki bedenle onlara döndüm.

Hakan ve Murat abi yanıma gelmişti.

"Temsilci hanım öğrencilerinden biri eksik." diyen Murat abi ile kafamı olumluca salladım. Öğrenci imza listesini ben tutuyordum.

"Biraz rahatsız o yüzden derse gelemedi."

"Geçmiş olsun. Önemli bir şey yoktur inşaAllah."

Hiç önemli bir şey olmaz mı? Hayatımı yalan üstüne kurmalarına yardım etmiş.

"Yok yok yakında kendine gelir. Neyse benim şimdi çıkmam lazım . Acelem var sonra görüşürüz."

"Görüşürüz." ikisi aynı anda dediğinde çantamı kaptığım gibi çıkışa yöneldim.

Akif'i kapımın önünde gördüğümde gülümsedim. Yanına gittim. Onunda kolunda kendi çantası vardı.

"Nasıl geçti dersin?" sorusuna karşılık dudak büzdüm.

"Sabun oymak ne kadar güzel geçtiyse o kadar güzeldi." dediğimde güldü.

"Senin nasıldı?"

"Çizim yapmak ne kadar güzelse o kadar güzeldi." benim cevabımın aynısını vermesinin üstüne kıkırdadım. Okuldan çıkış yaptık. Yolun kenarına park edilmiş Göktuğ'un arabasına yöneldim.

"Nerede? Kafe diğer tarafta." sesine bürünen merakla konuşan Akif'e karşı döndüm.

"Göğtu'a haber edeceğim." dediğimde kaşları havalandı. Elini tamam dercesine hareket ettirdi.

Arabanın yanına kadar geldiğimde siyah camlardan içerisi gözükmüyordu.

Şoför koltuğunun olduğu tarafa döndüğümde kapı bir anda açıldı ve belimden tutularak arabanın içine çekildim.

Aniden çekilmem ile korku bedenimi sarmıştı ki tanıdık gelen kokuyla sakinleştim. Arabanın içinde ölüm sessizliği vardı.

Göktuğ'un kucağında yan şekilde oturuyordum ve rahat olduğumda söylenemezdi. Kapıyı da üzerimize yeniden kapanmıştı. Akif bu duruma ne tepki veriyordu acaba şuan? Arabanın içine çekildiğimi görmüş müdür ki?

"Göktuğ ne oluyor?"

"Şu karşıda ki kadın bahsettiğin kadın mı?" diyerek bana bir yeri işaret ettiğinde oraya döndüm. Gözlerimi orada gezdirdim ve onu gördüm.

Aras abimin annesi.

"Burada ne yapıyor?" dediğimde Göktuğ istediği cevabı almıştı. Bu o kadındı.

"Seni izliyor." dediğinde tüylerim ürperdi. Gözlerim ona döndüğünde yüzlerimizin arasında çok az bir mesafe vardı ve bu kalp atış hızımıza etkiliyordu.

Deniz abim tarafından ilaçlarıma yeniden başlamıştım ve düzenli kullanımda ilerliyordum.

"Benden hiç vazgeçmeyecekler." dediğimde yumruklarımı sıktım.

"Bizde senden vazgeçmiyoruz Dilrüba. Ne derler biliyor musun?" dediğinde kafamı olumsuzca salladım.

"Dişe diş, kana kan." dediğinde yutkundum. Gözlerine takılı kaldım.

Dakikalar geçti belki de üstüne saniyeler oynadı. Biz gözlerimizi birbirinden çekmedik.

Daha ki o ana kadar.

Arabanın şoför tarafında bulunan cama tıklandığında dikkatimiz dağıldı.

Göktuğ arabanın kapısını açtı ve Akif beni koltukta oturur halde beklerken Göktuğ'un kucağında görmesi ile gözleri irice açıldı.

Saniyeler sonra ise duyduğum hayret verici, "Lan burada ne olur!?" lafı ile gözlerimi sıkıca yumdum. Toprak abim bir ise Akif bu sıralamaya ikinci olarak girmişti.

Sırada kim vardı peki?

-

 

On beşinci bölüm huzurlarınızla sunar.

 

Bölüm hakkında genel düşünceleriniz nelerdir?

 

Yorum yaptınız?

 

Oy verdiniz?

 

Yerim siziii yerrrr <3

-

 

Dilrüba?

 

Göktuğ Mert?

Akif?

 

Dicle?

 

Aras'ın annesi?

 

Geçmiş zaman hakkında düşünceleriniz?

-

 

Gelecek bölümlerde görüşürüz şekerlerim. ❤️

 

 

Loading...
0%