Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Journal

@yaseminforbooks

Bölümde bahsi geçen şarkı Yaralarını Ben Sarayım - Berk Baysal.

Bir, iki, üç, dört. Bam, baram, bam. Bir ritim oluşturmaya çalışıyorum ama sabahtan beridir ortaya bir şey çıkmıyor.

Bugün haftasonu olduğu için evdeyim ve annem anneanneme gittiği sırada biraz gitar çalma fırsatı buldum. Genellikle haftasonlarımı annemin itirazı ile ders çalışarak geçiriyorum. İşime asla yaramayacak şeyleri. Çok saçma ya. Beni nereye kadar kontrol edebileceklerini düşünüyorlar acaba?

Son birkaç gündür her şey daha garip bir hal aldı. Kübra ve Semih kavga etmişler. Kübra bunu o sırada Güneş arayınca ona anlatmış. Güneş umutlanmaya başladı ama Kübra ile Semih'in ayrılma gibi bir düşünceleri yok.

Okuldaki dedikodular da şu ara sıklaştı. Asaf ve Savaş kavga falan etmiş sanırım. Savaş'la bir haftadır karşılaşmadığım için konuyu bilmiyorum. Önemli bir konu olmalı ki Asaf'ı gruptan atmışlar. Bu onlar için kötü oldu. Çünkü yaz şenliklerinde sahne alacaklardı ve sadece 4 hafta kaldı. Bu kadar kısa sürede onlara uyum sağlayacak yeni bir vokal bulmaları zor.

​​​​​Gitarımı yerine asıp yatağa uzandım. Yusuf ne yapıyor merak ediyorum. Dün attığım mesaja hala cevap vermemiş. Çok önemli bir şey yazmamıştım ama o hep cevap verirdi. Yüz yüze de en son toplu buluştuğumuzda görmüştüm.

​​​​​​Nedense içimde kötü bir his var. Kalbim sıkışıyor gibi. Sabahtan beri rahatsız hissediyorum. Altıncı his denilen şey bende hep kötü şeyleri çekiyor nedense.​

Telefonum çaldığında doğruldum ve yerde atılıp duran telefonumu aldım. 'Patlıcan Reçeli' arıyor. Ben bu çocuğun benim düşüncelerimi duyduğuna inanıyorum artık.

"Efendim Yusuf." dedim telefonu açıp.

Karşı taraftan cevap gelmesi uzun sürdü. Burnunu çekip duruyordu. "Şey, Çalıkuşu. Ben çok kötüyüm de. Ben kimi arayacağımı bilemedim."

"Yusuf, iyi misin sen? Ne oldu?"

"Gelebilir misin yanıma?"

"Gelirim. Evdesin değil mi sen?" diye sordum üstüme giyecek bir şeyler ararken.

"Hı hı." Hala ağlıyordu sanırım.

"Sen sakin ol bekle geliyorum ben." dediğimde ses gelmedi. "Yusuf, duydun mu beni? Geliyorum dedim."

"Duydum. Teşekkür ederim."

Telefonu kapattığında bulduğum ilk 3 şeyi üstüme geçirip dışarı çıktım. Yusuf'un evine hiç gitmemiştim ama Semih Abi'yle onu evine bıraktığımız için yerini az çok biliyordum.

Metroya doğru yürürken Yiğit'i aradım. Açtığında konuyu fazla uzatmadım. "Kanka annem sorarsa senin yanında olduğumu söyler misin?"

"Tamam söylerim. Sen neredesin?"

"Yusuf'un yanına gidiyorum da. Anneme sorarsam izin vermez biliyorsun."

Kısa bir süre bana bir şey söylemedi ama yanındaki biriyle konuşuyordu. "Biliyorum. Sen dert etme ben hallederim teyzemi."

"Yanında kim var senin?"

"Yağız var. Bizim eve geldi de."

"Neyse metroya geldim ben şimdi kapatıyorum."

Yiğit "Görüşürüz" derken Yağız arkadan bağırdı. "Bir şey olursa haber edin. Merak ediyor..." Yiğit telefonu kapattığı için sözü yarıda kaldı.

​​​​Kısa süren metro yolculuğundan sonra, bir sonraki durakta indim, 8 dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Evlerimiz çok uzak değilmiş aslında.

​​​​​​Yusufların oturduğu apartmanın önüne geldiğimde Yusuf'u binanın önündeki bankta buldum. Geldiğimi gidip yanına oturduğumda fark etti. Konuşmadan başını omzuma yasladı.

​​​​​​Vücudunun sarsılmasıyla ağladığını anladım. Bir elimle saçlarımı okşadım ve ağlamasının dinmesini bekledim.

"Anlatmak ister misin?" diye sordum biraz sakinleştiğinde.

Omzumdaki başı kucağıma düştü ve yüzünü bana döndü. Kahve gözleri melül melül bakıyordu. Dudakları büzülüydü ve hala ağlayacak gibiydi.

İçimdeki kötü his artmıştı. Sanki onu kaybediyormuş gibi hissettim. Sadece ağlamıştı ama ben daha kötü bir şey olmuş gibi endişelenmiştim.

Eğilip alnına bir öpücük bıraktığımda gülümsedi. "İyi misin biraz daha?" diye sordum yanağını okşarken.

"Eh işte."

​​​​"Ne oldu?"

Gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldı. Ne diyeceğini düşünüyor gibiydi. "Bir şey olmadı sadece... Yani şey... Hep olan olaylar ekstra bir şey yok. Sadece bu sefer yalnız olmak istemedim."

Yanağını okşayan elimi tuttu ve saçlarının arasına soktu. "Saçımı okşar mısın?"

"Hı hı."

Saçları pek yumuşak değildi ama elimin altında verdiği hissiyat çok güzeldi. Kediler kafası okşanınca mırlar ya. Yusuf şuan tam öyleydi. Gözlerini kapatmış ve bana iyice sokulmuştu. Bu halini görünce gülümsedim.

Biraz daha öyle kaldık sonra o ayaklandı ve hiçbir şey olmamış gibi "Eve girmek ister misin?" dedi. Göz yaşlarını silmişti ama ağladığı hala belli oluyordu. Cebinden gözlüğünü çıkartıp taktı. Saçlarını düzeltti.

"Niye öyle bakıyorsun?" diye sordu aniden.

"Dalmışım." diye geçiştirdim. "Hadi çıkalım eve, bir çayını içerim."

Kolunu omzuma attı ve beraber apartmana girdik. "Neden dışarıda ağlıyordun?" diye sordum aklıma gelince. Merdivenleri çıkıyorduk.

​​​"Ablamın yanında ağlamak istemiyorum. Yani en azından belli konular hakkında."

"Ablanla yakın olduğunu sanıyordum."

"Bu yakınlıkla alakalı değil. Sadece o, benim mutlu olmam için elinden geleni yapıyor. Üzülüp ağlamam bencilce. Çabalarının boşa olduğunu da söylemiyorum. Ablam olmasa ne ben ne abim olabilirdik ama. Bazı şeyler geçmiyor. Neyse ablamın yanında bunu konuşmayalım." Onların katına geldiğimizde durdu. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. "Gir içeri."

İçerisi beklediğimin aksine genişti. Yusuf herhangi bir yönlendirme yapmadığı için salona geçtim. Salonda küçük bir kitaplık vardı. Girdiğim gibi kitaplara yöneldiğim için koltukta oturmuş bilgisayarıyla uğraşan Beyza Abla'yı fark etmemiştim.

"Hoş geldin Selincim."

"Hoşbuldum. Kusura bakmayın görmedim sizi."

"Sorun değil, ben de geldiğinizi görmemiştim."

Yusuf içeri girmeden kapıda duruyordu. "Abla biz odama geçiyoruz."

"Tamam birtanem. Mutfaktaki 3. çekmecede bisküvi falan olacaktı. Oradan alırsınız."

"Teşekkür ederim abla." dedi sonra bana döndü. "Hadi gel. Gidelim. Sen odaya geç, şu mavili yer, ben çay koyup geliyorum."

Yusuf'un gösterdiği kapısı koyu mavi boyalı odaya girdim. İçeri girdiğimde duvarların da açık bir mavi olduğunu gördüm. Odada dikkat çeken ikinci şey de aşırı dolu çalışma masasıydı.

Masanın yanında gidip üstündekilere bakmaya başladım. Bir sürü gramer kitabı, defterler ve okuma kitapları vardı. Masanın yanında yerde duran bir defter gördüğümde eğilip aldım. İçerisinde bir sürü yazı vardı ama başka bir dil olduğu için anlayamadım. Seçebildiğim tek şey tarihlerdi. 2020, 12 yaşındaki günlüğü sanırım.

"Çay bitmiş o yüzden Nescafe koydum. 3'ü 1 arada, fındıklı." Yusuf içeri girdiğinde elimdeki defterle ortada kalıvermiştim. "Elindeki şey benim günlüğüm."

"Şey kusura bakma. Okumadım zaten. Öyle yerde duruyordu alayım dedim." diye saçmalarken defteri koyacak bir yer aradım.

Elindeki tepsiyi yatağın üstüne bırakıp yanıma geldi ve defteri elimden aldı. "Panikle diye söylemedim. Ayrıca Fransızca zaten, okusan da anlamazdın."

Yuh. 12 yaşında Fransızca mı biliyormuş bu çocuk?

"Neden?"

"O zamanlar Fransızca öğreniyordum. Geliştirmek için Fransızca günlük tutmaya karar verdim. Öyle."

"Şuan?"

"Şuan günlük tutmuyorum. Neyse eşyalarımı kurcalamayı bırak da gel oturalım."

"Kurcalamıyordum."

Yatağa otururken omzunu silkti. "Kurcalasan da olurdu. Görmeni istemeyeceğim bir şey yok."

Yatağa oturdum ve bana koyduğu kahveden bir yudum aldım. Sevdiğim kahveden koyduğunu fark ettiğimde gülümsedim. Ona bunu söylediğimi bile hatırlamıyorum. Belki rastgele yapmıştır.

Odada masası dışında her yer düzenliydi. Yatak başlığının üstünde raflar vardı ve raflarda da araba koleksiyonu. Ben de doğum gününde bir araba hediye etmiştim. O da oradaydı.

"Geldiğin için teşekkür ederim bu arada." dedi Yusuf. "Tek başıma olmak artık yorucu geliyordu."

"Her zaman gelirim. Yalnız olmak zorunda değilsin."

Yusuf bana uzun bir süre baktı. Bu bakış sanki çok şey anlatıyordu. Kahve gözleri her zamanki gibi parlamıyordu. "Bazen... gerçekten sadece seninle konuşmak istiyorum, Selin," dedi usulca. "Kimseye anlatamadığım ama sana anlatmak istediğim şeyler var, biliyor musun?"

Yusuf genelde çok duygusal bir insan değildi, hatta çoğu zaman ne düşündüğünü anlamak zor olurdu. Ama şimdi bu kadar açık ve savunmasızdı. Bu bana özeldi.

Çok Türkçe şarkı dinlemem ama şuan kafamda şey çalıyor: Gel, yaralarını ben sarayım. Ömrünü ömrüme katayım.

"Anlatabilirsin," dedim yumuşak bir sesle. "Ne olursa olsun, seni dinlerim. En yakın arkadaşımsın sonuçta."

Kendini geriye attı ve tavana bakarak "Aynen." dedi. "En yakın arkadaşınım."

🤘🤘🤘

ODUN MUSUN SELİN? ODUN MUSUN BACIM.

Neyse kitabı ben yazdım o yüzden çok kasmıyorum. Sonraki bölümde görüşürüz. 💝💝💝

Loading...
0%