Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm: Demi̇r Akabey

@yasemins_diary0

***

Çığlıklarıma karşı sağır olmanız, gözyaşlarımda boğulmayacağınız anlamına gelmez.

***

EFE ÇELİKÖZ

Suratımı ifadesiz tutabildiğim için şanslıydım. İçimdeki acıların yüzüme yansımasından nefret ediyordum. Bu sadece beni daha da çok kederlendiriyordu.

Ve bu aptal duygu karmaşasına zerre gerek olduğunu düşünmüyorum.

Düşüncelerimi dağıtan şey, iç çekme sesiydi. Mayıs öylece uzanmış, ağlıyordu. Sadece gözlerini kırpıyor ve nefes alıyordu. Bu paspal hali bile çok güzeldi, yine de ağlarken bile o kadar sessizdi ki...

Sessizliğinin bile rahatsız edici bir gürültüsü vardı.

İnsanın gözlerindeki sessizliğin ne anlama geldiğini anlayabilecek bir seviyeye yükselmiştim. İnsanın canını nelerin yaktığını da çok iyi bilirdim. İnsanın canını;

Sevdiği birisini kaybetmek,

Değer verdikleri tarafından değer görmemek,

Ve maddi manevi diğer tüm olumsuzluklar yakardı.

Ama asıl:

İnsanın canını söylenen sözlerden ziyade, söylenmeyen, söylenemeyen sözler yakardı.

“Mayıs,” dedim yanına gidip kolundan tutarken, “ılık bir duş alsan daha iyi olur.”

Kafasını sağa sola salladı. Ben de ısrar etmedim. Zaten bizden hâlâ korkuyordu, o yüzden üzerine gitmek de istemiyordum.

“Boğazın çok m-“

“Eveeet, yemek de geldi.” Caner’in elinde tepsiyle odaya girmesi, ortamdaki gerginliği bir tık daha azaltmıştı.

Mayıs doğrulduktan sonra, sırtını yaslamasına yardım ettim. Yemek yemesini söylediğimizde ise kafasını sağa sola sallayarak yine bizi reddetmişti.

Tabii ki bu durum beni daha çok geriyordu, sonuçta bir şeyler yemesi gerekiyordu. Ve maalesef Mayıs bu konuda bize hiç mi hiç yardımcı olmuyordu.

Aradan birkaç dakika geçmişti ama Mayıs ne dediysek diyelim asla ikna olmuyordu. Artık artan sinir katsayılarıma karşın, ayağa kalktım ve tepsiyi götüreceğimi Caner’e işaret ettim. Daha fazla bu gerginliğin içinde kalıp da kalbini kırmak istemiyordum. Zemheri veya diğerleri kadar vicdansız değildim, Mayıs’ın hislerini umursuyordum ve onun için endişeleniyordum. Kafamdaki düşünceleri bir kenara bıraktım. Caner beni kafasıyla onaylarken, hızlı bir şekilde odadan çıktım.

MAYIS RENGİN

Ellerimle boğazımı ovuşturdum. Caner’e döndüğümde ise bıkkınlıkla nefesini verdi. “Söyle ne söyleyeceksen.”

Omzumu silktim. “Niye burada olduğumu sorsam,” hafifçe öksürdüm ve yutkundum, “dürüstçe cevap verecek misin?”

“Hayır.”

“Öyleyse sormayacağım,” derken sesim çatallanmıştı.

Ellerimle karnıma bastırdım. Ağzımdan yüksek sesli bir inilti kaçtı. Caner yanıma oturduğunda, Zemheri odaya girmişti. “Sorun ne Caner?”

Zemheri’nin bu sorusuyla beraber, histerik bir gülüş firar etti dudaklarımdan. Caner ise ayağa kalkıp Zemheri’ye doğru adımladı. “Kız iyi değil Zemheri.”

Caner’in dediklerini duymazdan geldi. Gözleriyle beni işaret etti. “Yemek yemiyor mu?”

Cidden herkesin tek derdi benim bir şey yemem miydi?

Caner önce bana, sonra Zemheri’ye bakarak sıkıntılı bir nefes verdi. “Yemiyor.”

“Peki,” dedi umursamazca. “Tut kolundan ve yemeğe getir.”

“Abi yapm-“

“Kes sesini Caner!” diye nefretle çıkıştı Zemheri. “Dediğimi yap lütfen.”

Karnıma giren sancıyla ağzımdan daha yüksek sesli bir inilti kaçtı. Gözlerimden yaşlar akarken, başımın altındaki yastığı aldım ve karnıma bastırdım. Ağrıdan ölebilirdim. Caner de Zemheri de bana dikkatle bakıyordu, önemsemedim.

“İyi oyuncusun.” Diye mırıldandığını duydum. Bu cümlesi, öfkeyle doğrulmama sebep oldu.

“NE OYUNU BE! ORADAN BAKINCA CİDDEN ROL KESİYOR GİBİ Mİ GÖRÜNÜYORUM!”

“Evet Mayıs, gerçekten böyle görünüyorsun ve hiçbirimiz senin bu tavırlarına daha fazla katlanmayacağız.”

Bana doğru adımlamaya başladığında geriye doğru birazcık kayabilmiştim. Korkuyordum ama bu korku ölüm korkusu gibi hissettirmiyordu. Kolumdan tuttuğunda gıkım bile çıkmıyordu. Her ne kadar diklensem de, fiziksel olarak asla ona direnemiyordum.

Zaten birine dirensem, hadi diyelim ikisine direndim. Altı tane oğlanın hangi birine direneceğim?

“Bari odada kalsaydım.”

Doğru düzgün yürüyemiyordum bile. Başım dönüyor, karnım ve kasıklarım inanılmaz derecede ağrıyordu. Caner ise Zemheri’ye beni bırakmasının daha sağlıklı olacağını söylüyordu.

Tabii Zemheri şimdiye kadar hep yaptığı gibi yapıyor ve işine gelmeyenleri duymuyordu bile.

Salona girdiğimizde gözüm, dolu olan yemek masasına çarptı. Caner ve Zemheri dışında oğlanların hepsi sandalyelerine oturmuşlardı.

Zemheri sert bir şekilde kolumu bıraktı. “Ya oturur şu koltukta yemek yersin ya da aç bir şekilde oturmaya devam edersin.”

Titreye titreye oturmaya gittim. Beyaz ve gri mobilyalarla döşenmiş, ferah bir odaydı.

Ruhumdaki renklerin aksine.


DEMİR AKABEY

“Sen yarın ne yapacaksın?” dedi Barkın gülerek. “Kliniğe gidecek misin? Yoksa evde yatacak mısın?”

“Yarın çalışmayı düşünüyorum,” dedim hafifçe gülümseyerek. “Birkaç gün sakin olmamız daha iyi,” dedim kafamla Mayıs’ı işaret ederken. Diğer herkes de beni onaylar tarzda mırıltılar çıkardılar. Önümdeki etten bir parça daha ağzıma attım. “Sen?” derken kaşlarım havalanmıştı.

“Bilmiyorum, yarın belki evde kalırım.”

Kafamı tamam dercesine salladım. Efe sessizliği bozana kadar kimseden çıt çıkmıyordu. “Mayıs iyi değil.”

Kaşığımı çatalımı bıraktım ve arkama yaslandım. Konuşup karışmaktan ziyade gözlem yapmayı da çok severdim. Her ne kadar insanlar bunu aksi olarak bilse de.

Bakışlar Mayıs’a döndüğünde, kaşlar daha çok çatılmıştı. Koltuktaki kan lekesini gören herkes çoktan ayağa kalkmıştı. Mayıs bu duruma irkilirken, Barkın ile birlikte birkaç adım geride kalmayı tercih ettik.

Efe ve Caner Mayıs’ın yanına gittiği gibi onu soru yağmuruna tutmuşlardı bile.

“Regl döneminde misin?”

Mayıs ya bizi duymazdan geliyordu ya da cidden duymuyordu. Şuan gözümün önündeki kişi 5 yaşında mızmız bir kız çocuğunu andırıyordu. Kafamdaki düşünceleri dağıtmak istercesine sağa sola salladım.

Düşünme. Düşünmek sadece acı verir, düşündüğün şeyler her ne kadar mutlu edici şeyler olsa bile.

“Bir hastalığın falan mı var?”

Efe’nin sorusuyla birlikte, Zemheri’ye döndüm. O da benim gibi öylece izliyordu.

Aklı ve kalbi arasında çok büyük bir savaş vardı. Hangi taraf kazanırsa kazansın, canı çok yanacak, izi geçmeyecek bir yara daha edinecekti.

Mert ani bir hamle yaptığında kaşlarım çatıldı. Mayıs’ı tam kolundan tutuyordu ki, Mayıs bir anda Efe’ye yapışmıştı. Arka arkaya çığlık atmaya başladığında kaşlarım çatıldı. Barkın, Mayıs’a bağırırken; Efe kendini Mayıs’tan kurtarmaya çalışıyordu.

Caner, Mayıs’ı sakinleştirmeye çalışıyordu; Mert ise hâlâ zorla Mayıs’ı durduğu yerden ayırmaya çalışıyordu.

Mayıs ayağa kalkmıştı ve Mert’e vurmaya çalışıyordu. Mert üstün geldiğinde, ilerlemeye başlamışlardı.

Tam yanımdan geçiyorlardı ki, Mayıs bir anda bana sarıldı.

Ortamdaki sesler tamamen kesildiğinde, bende kaskatı kesilmiş ve şoka girmiştim. Ve o an kimsenin duymadığı o cümleyi sadece ben duymuştum. “Canım yanıyor. Bu sefer değil, bu sefer dayanamam.”

Barkın araya girmek için hamle yaptığında onu durdurdum. Kafamı çevirince Zemheri ile kesişti bakışlarımız. “Kardeşim, Mayıs...”

Bu haber vermekten ziyade onay isteyen bir cümleydi.

Zemheri hiçbir şey demeden kafasını onaylar şekilde salladı. Mert buna birden celallenmişti. “Bırakın bana iki dakikada uslu biri haline getiririm onu.”

Biraz daha Mayıs’ı asılınca sert bir şekilde geriledim ve Mayıs’ı kendime çektim. “Ben hallederim Mert.”

İçimden bir ses yapmamı söylüyordu ve ben de yapıyordum.

Çünkü ben içimde susturduğum her ses için, her gün birilerinin mezarına gidiyor ve çiçek bırakıyordum. Tek öldürdüğüm şey içimdeki sesler değildi.

Nazik bir şekilde kolum ile belini destekledim. Güç bela yürümeye başladığında, ortamdaki kasvetli hava çoktan dağılmıştı. Adımları Efe’nin odasına giderken kaşlarım çatılmıştı, bu duruma yine de ses etmedim.

Odaya girdiğimizde yavaşça kapıyı kapattım. Mayıs ise titreyerek benden uzaklaştı. Sessizce yatağın diğer köşesine oturdu. Dağılmıştı kızıl saçları, gözleri ve yüzü şişmişti. Ara ara elleri titriyordu, bu durumu yaşadığı korkuya bağlıyordum.

Hiçbir şey yapmadım ve onun gibi yatağın ucuna, onun yanına oturdum. Herkesten uzaklaşan Mayıs, ben oturduğumda kılını kıpırdatmadı. Aksine kafasını hafifçe bana doğru çevirdi ama bakışları yerdeydi.

“Duşa girmek ister misin?”

Bakışlarımız buluştuğunda ürkekçe içini çekti. “Sen gidecek misin?”

Alaylı bir gülümseme peyda oldu suratımda. “Ne yapmalıyım? Sana katılmamı mı bekliyorsun?”

Alay ve öfkeli söylemimden o an pişman olmuştum. Dudakları titrerken yatağa daha da çok yayıldı. Titreyen elleriyle kendini itip benden uzaklaştığında sertçe yutkundum.

Yüzüme baktı ve titreyen vücuduna rağmen bir gülümseme takındı. “Aynen, katılmak ister misin?”

“Anlamadım?” dedim kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken. Şok içinde Mayıs’a bakıyordum.

“Anladım,” dedi gülerek ellerini havaya kaldırırken, “benimle duş almak istemiyorsun sanırım çünkü pişman olduğun gözlerinden okunuyor.”

Surat ifademi düz tutmaya çalışarak “pişman falan değilim,” dedim.

Hafifçe güldü. Büyük ihtimalle yavaş yavaş deliriyordu. Bu halleri her ne kadar beni gerse de, hiçbir şey demedim.

Çünkü delirmek için çok erkendi.

Benden bakışlarını asla çekmiyordu. Huzursuzca kıpırdandım. “Olayın ne?” dedim kendimi sormaktan alıkoyamayarak. “Karın ağrın olduğu bariz belli.”

Surat ifadesi anında kaybolurken kafasını kaldırdı. Titremesi geçmiş, nefes alış verişleri ise düzelmişti. Odada biraz gözünü gezdirdi, en son bakışları yeniden beni buldu. “Bu değil önemli olan,”

Kaşlarım çatıldı ve yüzüme soru sorar bir ifade yerleşti.

“Önemli olan senin olayın. Senin olayın ne?”

“Hatta belki de sizin olayınız?” diye devam ettirdi cümlesini.

“Demin zırıldayan kız çocuğu şu anda bana kafa mı tutuyor?” derken çoktan alay ve öfke karışımı olan bakışlarımı Mayıs’ın üzerine yöneltmiştim.

Omzunu silkti. “Bana yapabileceğin en büyük kötülük 2 tane. Onların da birini şimdilik es geçtin.”

“Neymiş bunlar?”

Acı içinde gülümsedi. “Herkesin sırları vardır. Sizinkiler gibi.”

“Yok benim sırrım falan,” derken çoktan ayağa kalkmıştım. O ise hiç bozuntuya vermedi. “Neden burada olduğumu biliyorum,” derken sesi çatallaşmıştı.

“Bu yolun sonunu biliyorum ben.”

“Neymiş bu yolun sonu?” diye sordum bıkmış gibi yaparak. Oysaki onunla konuşmanın nereye gittiğini deli gibi merak ediyordum. Tabii ki bunu ona belli edecek değildim.Elimden geldiği kadar ondan uzak duracaktım ve ona soğuk davranacaktım.

Omzunu silkti. Bu davranışı her ne kadar beni sinir de etse, ona bu yönümü göstermek istemedim.

“Beklersen duşa gireceğim.”

Ayağa kalktığında omzumu silktim. “Paşa keyfime bağlı.”

Bekleyecektim.

Odanın banyosuna girdi ve kapıyı kilitledi. Derin bir nefes aldım ve yatağa uzanıp telefonumu çıkarıp kurcalamaya başladım.

Yaklaşık yarım saat sonra banyonun kapısı yavaşça aralandı. Üzerine beyaz, kısa bir havlu saran Mayıs’ı görmemle donakaldım. Saçlarındaki su, yerlere damlıyordu. Gözlerimi gözlerinden çekmedim.

Beni görünce tekrar titremeye başlamıştı, bakışları değişmişti ve rengi solmuştu.

“Mayıs?” dedim birkaç adımda kendimi karşısında bulurken, “Neyin var?”

Üzerime doğru yığılacağında, belinden ve kollarından tuttum. Onu yavaşça yatağa oturttum ve elimle çenesinden tutup bana bakmasını sağladım. “Kıyafet getireyim hemen ben sana.”

Ürkekçe kafasını onaylar şekilde aşağı yukarı salladı ve bakışlarını kaçırdı. “Regl dönemim başlayacak sanırım.”

İstemsizce suratım buruşmuştu. “Hep böyle zor mu geçer?”

“Evet.”

“Tamam.” Ne diyeceğim konusunda pek bir fikrim yoktu. Tek derdim Mayıs’a kıyafet getirmekti.

Hızlıca odadan çıktım.


MAYIS RENGİN

Birkaç dakika sonra Demir, ellerindeki kıyafetlerle birlikte odaya girdi. Başımda inanılmaz şiddetli bir ağrı vardı. Duştan sonra kaslarımın biraz daha gevşediğini hissediyordum, tabii ki bu üzerimdeki gerginliği ve endişeyi attığım anlamına gelmiyordu.

Kıyafetleri elime bıraktığında şaşırmıştım. Pastel yeşil bir crop, aynı renkte bir şort vardı. Kıyafetleri tamamen açtığımda ise içinden çıkan siyah iç çamaşır takımı, yanaklarımın ısınmasına sebep oldu.

Kısa bir an için Demir’le göz göze geldik.

Hızla gözlerimi kaçırdım. Evet karşısında havluyla oturuyor olabilirdim, bu da beni yeterince sıkıntıya sokuyordu ama durum gittikçe kötüleşiyor gibi hissediyorum.

Titrek bir nefes verdim ve banyoya doğru ilerledim. “Teşekkür ederim,” demiştim banyo kapısının ağzına geldiğimde. Hızlıca içeri girdim ve kapıyı kapatıp kilitledim.

“Konuşur muyuz?” Duraksadı. “Yani uyumayacaksan eğer...”

“Olur.” Sanki onların dediğini kabul etmekten başka şansım vardı. Yine de sorması hoşuma gitmişti. Gergindim ve ne konuşacağımız hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Hâlâ buradan kaçmak istiyordum ama bu sefer onların damarına basarak değil, onları kışkırtarak değil.

Onların gözlerinin içine bakarken, yüzlerine gülerken, arkama bile bakmadan bu evden çıkıp gidecektim.

Üzerimi giyindiğim zaman derin bir nefes aldım. Aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı elimle tarayıp düzelttim. Omuzlarımı dikleştirdim ve derin bir nefes verip kapıyı açtım.

Ne konuşacaksak konuşalım, hazırdım.

Odaya geçtiğimde kaşlarım havalandı, Demir odada yoktu, ki ben kapı sesi bile duymamıştım. ‘Belki de konuşmaktan vazgeçmiştir,’ diye geçirdim içimden.

O esnada odanın kapısı açıldı.

Elinde tepsiyle odaya giren Demir’i görünce istemsizce tebessüm ettim. Demir’in de bu duruma karşı dudakları yukarı kıvrıldı.

“Bir şey yemedin, şekerin düşecek.”

Sadece birkaç mırıltı çıkarıp kafamla onayladım. Kendimi yemek bile yiyemeyecek kadar yorgun hissediyordu ama yemem gerekiyordu, biliyordum.

Ve bu oyunu onların istediği gibi oynayacak, kendi istediğim gibi yönetecektim.

Sonuçta Demir’e de güvenemezdim. O da beni burada zorla tutan ruh hastalarından biriydi. Efe ve Caner de öyleydi. O yüzden bir saflık yapıp da buradakilere güvenmek istemiyordum. Zaten buradan kurtulur kurtulmaz polise gidecek, her şeyi anlatacak ve bu şeref yoksunlarını içeri tıktıracaktım.

Tepsiyi kucağıma bıraktı. Birkaç lokma atıştırdım. Bakışlarımız kesiştiği zaman yutkundu. “Sor bakalım sorularını.”

Ne? Ben yanlış mı duyuyordum yoksa Demir sorularımı ona sorabileceğimi mi söylüyordu?

Tepsiyi komodinin üzerine bıraktım.

Dilimin ucuna gelen soruyu sormamak için dilimi ısırdım. Demir de surat ifademden bu durumu fark etmiş olacak ki, yüzüne bir tebessüm yayıldı. “Sor bakalım.”

“Ben,” derken yüzüm kıpkırmızı kesilmişti. “O gece,” yutkundum, “geceyi hanginizle geçirdim?”

Kendimi sıkmaktan ter basmıştı ama bunu merak ediyordum. Zemheri’nin imalarından sonra, kafayı yiyecek derecede.

Ve alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum.

Demir başta şaşırmıştı ama sonrasında hemen toparladı. Oldukça sıradan bir şeyden bahsediyormuş gibi omzunu silkti.

“Benimle.”

“Geceyi benim yatağımda geçirdin.”

Ve bu benim yok olmayı ilk defa bu kadar çok isteyişim değildi.

.

.

BÖLÜM SONU

​Asıl olaylara ufaktan bir giriş yapabilmenin mutluluğu🩷

Destek olmak için oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, Yalancılar Derneği'ne de şans verirseniz sevinirim. Seviliyorsunuz🩷

Instagram: yasemins_diary0

​​​

​​​​​


Loading...
0%