@yasminiesa
|
Yayınlanma Tarihi; 24 Mart 2019 Kasanın içinde ne kadar para varsa çantasına koyan adam, belgeleri de çantasının kenarına sıkıştırmıştı. Her daim tek derdi para olan Kadir, evine geldiğinde büyükçe bir sürprizle karşılaşacaktı. Keyifle bir kahkaha atan Burak saatine baktı. Bu kadar kolay olacağını rüyasında görse inanmazdı... Kasayı ve halıyı öylece bırakarak odadan çıktı. Merdivenlerden inerken koltuktaki kızın bedenini gördüğünde bütün keyfi kaçmıştı. Bütün ihale ona kalacaktı. Ne de olsa hırsızı bile isteye eve sokan oydu. Kadir Alacalı boş kasayı görünce kızına... 'Düşünme! Böyle bir lüksün yok. Ne olursa olsun seni ilgilendirmiyor. Güvenmeseydi sana...' 3 Saat Önce Abartısız on dakikadır devam eden telefonunun sesi, beynini delmeye kararlıymışçasına tekrardan başladı. Genç kız, telefonuna kötü bakışlar atmak için dahi olsa gözlerini açmadı. Öylesine yorgun hissediyordu ki... Sehpanın üzerine doğru uzanarak, kısa bir uğraş sonucu telefonunu eline aldı. Arayanın gerçekten geçerli bir sebebi olsa çok iyi olurdu! Öfkeli bir nefes alan genç kız, ekrana bakmadan telefonu açtı. "Bir kimse telefonunu açmıyorsa demek ki önemli bir işi vardır. Ve sen telefondaki, beni en önemli işim olan uykumdan uyandırdın. Hem de bu saatte!" Karşı taraftan gelen gülme sesiyle birlikte Hilal'in açılamayan gözleri, bir anda fal taşı gibi açıldı. Emin olmak için telefonu kulağından çeken genç kız, ekranda gördüğü Burak ismiyle kafasını hüsranla yastığa gömdü. Rezil olmuştu! Ne de güzel(!). "Seni önemli işinden ayırdığım için çok üzgünüm... Dersem yalan olur. Sonra yalan söylediğim için çarpılırım falan.. Ben 'Bu kız nerede?' diye kütüphaneyi tavaf edeyim, hanımefendi uykusunda uyandırdığım için söylensin. Olacak iş mi?" Hilal, kütüphane sözünü duyunca duvardaki saate baktı. Saat, gece 1'de takılı kalmadıysa şayet, öğlen olmuştu. "Sen pazartesi günü bu saate kadar uyudun mu Hilal? Sen? Pazar günü bile en geç 10'da kalkan sen. Pazar hariç her gün mutlaka 12'de kütüphanede hazır ve nazır olan sen. Ne oldu? Hasta falan mısın?.. Sesin de kötü geliyor zaten!" Burak'ın sonlara doğru endişeli çıkan sesiyle, kızın dudaklarında istemsiz bir tebessüm belirdi. 2 ay önce tanıştığı ve sadece 42 gündür tanıdığı bu adamın hayatındaki yeri çok farklıydı. Burak, kısa sürede çok şey paylaştığı ve gerçek kendisini tanımasına müsaade ettiği yegane insandı. "Evet hasta oldum. Sanırım Burak sözü dinleyip o yağmurda yürümemeliydim." dedi Hilal biraz muzip bir tonda. "Sen bu inatçılığınla daha çok hasta olursun Kelebek. Neyse sen dinlenmene devam et o zaman... İyileştiğinde görüşürüz artık." diyen Burak ile suratını astı genç kız. "Ama bugün ders çalışma günümüzdü..." diye söyleniyordu bir yandan da. Haklı bir isyandı bu. Genç kız, bir ay sonra ALES sınavına girecek ve kazanırsa hayalindeki gibi Boğaziçi Üniversitesi'nde akademik personel olabilecekti. Burak ile tanışması ve Burak'ın ders konusunda çoğu öğretmenden çok daha iyi olması, kızın bu hayattaki en büyük şansı olmalıydı. "Hastasın ve çalışmaktan mı bahsediyorsun hâlâ? Senin bu ders çalışma aşkının formülünü ver de ilaç olarak üretip seri dağıtım yapalım. Hem parası çok, hem de ülkemiz dünya birincisi olur bu sayede." "Off Burak! Sıkılıyorum boş durunca. Çalışmayı sevmek suç mu? Yeni bilgi öğrenmeyi seviyorum ben. Ayrıca hedeflerim var benim. Atanmam için çalışıp kazanmam lazım. Boşuna mı okudum o kadar?" dedi Hilal tersleyen bir sesle. Yani 4 yıl lisans, 2 yıl yurtdışında yüksek lisanstı bu boru değil. Bir de Psikoloji gibi bir çok insana göre yorucu bir bölüm... Yine de bölümünü çok seven ve hayallerini gerçekleştirmesine ramak kalan genç kız, bir 6 yıl daha okumaya razıydı. "Tamam tamam kızma hemen. '24 yaşına geldin hala inek öğrencisin' demedim ki ben sana" diyen adamın güldüğü belliydi. Genç kız dudaklarındaki tebessüme tezat bir şekilde gözlerini devirdi. "İyi ki demedin yaa." dedikten sonra devam etti. "Ciddiyim Burak. Sıkılırım ben bütün gün kukumav kuşu gibi oturmaktan. Hatta sırf o yüzden yorganımı yastığımı aldım salona geçtim. Odaya kapanmayayım, darlanırım dedim. Aksi gibi annemin katılması gereken bir sergi varmış gitti. Hatice abla da kızının yanına gitmiş. Kaldım koskoca evde tek başıma" "Çenen susmasada sesin iyi gelmiyor Hilal. Bu halde kütüphaneye gelemezsin. Öksürüklerini duyunca kovarlar bizi. Gerçi nefessiz konuşmada çığır açtığın halde hâlâ her gün gitmene izin veriyorlar... Doğru söyle güvenliğe rüşvet mi verdin?" Bu adama 'En büyük hobin ne?' diye sorsalar, kesinlikle 'Hilal'i gıcık etmek!' derdi. Yine de Hilal, bu adamın onunla uğraşmasını seviyordu. "Onu sana sormak lazım Burak Bey. Geçen gün kütüphanede gayet rahat telefonla konuştun, yetmedi 'Kulaklığımı unuttum!' deyip sesli bir şarkı açtın, yine de seni içeri almaya devam ediyorlar. Neyse... İşin yoksa bize gelsene. Çok değil 1, 2 saat matematik anlatırsın gidersin." diyen genç kız, söylediği cümleyi işittiğinde duraksadı. O, şu zamana kadar kardeşim dediği Aslı'dan başkasını evine çağırmamıştı. Sevmezdi evine gelinmesini... Her şeyden öte güvenmezdi. Babası sağ olsun(!), eve giren çıkanı sürekli kontrol eder, herkesten şüphelenirdi. Zaman içinde bu duygu Hilal'e de geçmişti. İnsanlara zor güveniyordu. 6 yaşından beri, Aslı'dan başkasına ihtiyacı olmamıştı. Düşüncelere daldığını telefondaki Burak'ın sesini duyduğunda anladı. "Ben... Biraz işim var... 2 saate gelirim. Adresi mesaj atarsın! Ben gelene kadar da dinlen sen." "Hee gelince canını çıkartacağım diyorsun yani... Şu sınavı kazanayım uzun bir süre sayı görmek istemiyorum gerçekten. Görüşürüz o zaman " "Görüşürüz Kelebek!" diye mırıldandı Burak ve ardından telefonunu kapattı. Adamın ona ilk kez kelebek lakabıyla seslendiği günü hatırlayan genç kızın dudaklarında bir tebessüm belirmişti. ✨🌙✨ "Sen beni dinlemiyor musun Burak?" diyerek söylenen Hilal'e döndü genç adam. "Dinlemeye çalışıyorum. Gerçekten. Ama sen o konudan bu konuya profesyonel bir şekilde atlarken bu pek mümkün olmuyor Hilal." Burak'ın acı dolu sesiyle trip atmak yerine kahkaha attı Hilal. Etrafındaki insanların ona kınarcasına baktıklarını gördüğünde ise utanarak sustu. Birileri yüzünden kütüphanede olduğunu unutmuştu. Başını kaldırdığında Burak'ın onu izlediğini gördü. Bu yoğun bakışlar ile bir an heyecanlansa da kısa sürede kendini toparladı. "Ne yapayım? Bir şeyi düşünmeye başladığımda kendimi bir anda bambaşka bir konuyu düşünürken buluyorum. Söze dökerken de bazen kendimi kaybediyorum. Dinlenmek için bir anda hepsini anlatıyorum işte. Elimde değil. Ama rahatsız oluyorsan bundan sonra dışa vurum yapmam." diyen kızın sesi sonlara doğru kısılmıştı. "Benim yanımda istediğin kadar dışa vurum yapabilirsin. Ben seni dinlerim Kelebek. Sürekli konudan konuya atlasan da.." Duyduğu sözlerden ziyade lakap şaşırmıştı Hilal'i. Ona özel bir hitapla seslenilmesi hoşuna gitmişti. Merakla sordu. "Neden Kelebek?" Dudaklarındaki tebessüm ile anlatmaya başladı Burak. "Küçükken okuduğum bir kitapta geçmişti. Baş karakter, savaş esnasında insanları yönetirken bir düşünceden diğer düşünceye geçtiği için ona bu lakabı takmışlardı. Onun bu özelliğine hayran olduklarından... Sen de onun gibisin. " "Orman Muhafızı Will. Okudun mu?" diye sordu Hilal. Hilal'in sorusuyla şaşkınca ona baktı Burak. "Evet ben okudum da sen?" diye sordu. "Neden bu kadar şaşırıyorsun ki? Ben kitap okumaya Enid Blyton'ın macera kitaplarıyla başladım. Eragon serisinden tut, Hayaletin Çırağı, Ulysses Moore, Percy Jackson ve daha nice serileri okudum. Eminim ki yazarlar sadece erkek çocukları okusun diye yazmamıştır o kitapları." Burak'ın ona bakışlarını gördüğünde yerinde kıpırdandı Hilal. "Niye öyle bakıyorsun?" "Şaşırtıyorsun... Ne zaman daha fazla şaşıramam desem öyle bir şey söylüyorsun ki... İlk karşılaştığımız gün, doğum günü partinde, senin şımarık bir prenses olduğunu düşünmüştüm. Tahminlerimde yanıldığım nadirdir. Ama söz konusu sen olunca... Şu ana kadar bir çok kere yanıldım." dedi Burak. "Fazla duvarlarım var. Senin kadar olmasın... Bakma öyle Burak. Psikoloji okuduğumu ve beden dili uzmanlığı aldığımı biliyorsun. Sakladıkların olduğunun farkındayım. Herkesin susmak istediği, konuştuğunda canını yakan konular vardır." "Sen istisnasın o zaman." diye mırıldandı adam. "Yalandan nefret eden biri olarak kendime yalan söylemeyi doğru bulmuyorum sadece. Canımı yakan konuyu herkesle konuşmasam da kendimle konuşup bir çözüm yolu aradım hep. Çözüm bulamasam da acının nerede olduğunu bilir ve ona pek dokunmadan yaşamaya çalışırım. Ne de olsa bir kelebek kadar ömrümüz var." dedi Hilal. "Verdiğin subliminal mesaj alınmıştır Kelebek!" diyen Burak'ın gözleri parlıyordu. ✨🌙✨ Derin bir nefes alan adam, önündeki bibloyu olanca öfkesiyle duvara fırlattı. Biblo yere düşerek, diğer kırılmışlar kervanına katıldı. Hilal ile konuşmasının üzerinden yarım saatten fazla geçmişti. Kütüphaneden çıktıktan sonra sokaklarda başı boş dolaşmış ve kütüphaneye 7 dakika olan evine, ancak yarım saatin sonunda gelebilmişti. İçeri girdiği gibi tüm evi darmadağın eden adam, en sonunda düşercesine yere çöktü ve boş bakışlar ile karşısındaki duvara bakmaya başladı. Bunu yapmak istemiyordu! Bunu gerçekten yapmak istemiyordu... Bunu yapamazdı. Bunu ona yapamazdı. Hüsranla gözlerini kapatan adamın tüm ruhunu, Kelebeğinin ela gözleri doldurmuştu. Aklından onlarca düşünce geçerken ellerini yumruk yaptı. Hisleri ve düşünceleri harmanlanmış, cayır cayır yakıyordu. Yerdeki cam kırıklarını gördüğünde, dudaklarında buz gibi bir gülümseme beliren adam, yumruğunu yukarı kaldırdı. Olanca gücüyle elini yere çarpmka üzereydi ki son anda duraksadı. Hilal, elindeki yarayı farkettiğinde sorgulardı ve Burak ona yalan söylemek istemiyordu. Söylese bile oldukça dikkatli olan genç kız, bu durumdan şüphelenirdi ve bu da gerçeklerin ortaya çıkmasına neden olabilirdi. Gerçeklerin ortaya çıkmaması gerekiyordu. Elini yavaşça bacaklarının üzerine koyan adam, bakışlarını dağınık evde dolaştırdı. Bir daha bu sahte eve gelmeyecekti. 'Gideceksin anlaşılan?' İç sesinin kurduğu cümle üzerine genç adam, isyan dolu bir ses ile mırıldandı. "Başka çarem mi var?" Yoktu... Başka çaresi yoktu! Sorun sadece verilen görev olsaydı... Burak, başka bir çaresini bulurdu. Ne yapar eder mutlaka başka bir yolunu bulurdu. Fakat... Mesele sadece görev değildi. Asla sadece görev olmamıştı ve asla da olmayacaktı. Asıl sorun... Geçmişiydi! Asla değiştiremeyeceği o berbat geçmişi! Bu düşünceler içindeki adam, ayağa kalkarak dolabın üstüne sakladığı gerçek telefonunu aldı. Sadece kendi parmak izi ile açılan telefonunu açtı ve şifreli olan rehberine girdi. Aradığı numarayı bulduğunda, üzerine tıklamadan önce duraksadı. Bunu yaparsa... Ömrü boyunca bir daha onu göremeyecekti. Nefessiz anlattıklarını dinleyemeyecek, parıltılar ile kendisine bakan ela gözleri göremeyecekti. Fakat adamın buna daha fazla devam etmesi imkansızdı. Ondan haber bekliyorlardı. 'Bırak görevi bahane etmeyi. Sen o kıza daha çok bağlanmaktan korkuyorsun! Bir gün senin yüzünden onun başına bir şey gelmesinden korkuyorsun. Nasıl ki baban yüzünden annen öl...' "Kapa çeneni!" diye tısladı Burak öfkeyle. Dışarıdan bakıldığında durum hiç iç açıcı gözükmüyordu. Darmadağın olmuş bir odanın ortasında kendi iç sesi ile tartışan bir adam... Burak, derin bir nefes aldıktan sonra koltuğa oturdu. Cayır cayır yanacak olsa da... Cayır cayır yakacak olsa da bunu yapacaktı. Yoksa... O hayat dolu kızın bir gün sonu olurdu. Numaranın üzerine tıkladı ve çalma sesini duyduğunda gözlerini kapattı. Her seferinde, hayatın karşısına daha kötü bir şey çıkarmayacağını düşünüyor ve her seferinde yanılıyordu. Vermek zorunda olduğu kararlar bu kadar zor olmamalıydı. Hayatı bu kadar boktan olmamalı... Karşı tarafın telefonu açmasıyla titreyen bedenine zıt bir şekilde oldukça profesyonel bir sesle konuştu. "Hazırlan! Bugün bu iş bitiyor. Sonunda... O eve giriyorum." 🦋 Çalan zil sesini duyan Hilal, yattığı yerden hızla fırladı. Bu ani hareketi üzerine, hastalığının da etkisiyle başı dönmüştü. Tüm bunların üstüne sabahtan beri boş olan midesi de bulanan genç kız titrek bir nefes aldı. Kapının bir kez daha çalması üzerine, kapıdakini daha fazla bekletmemek adına kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında karşısında, tam da tahmin ettiği gibi, Burak'ı buldu. "Berbat gözüküyorsun!" dedi adam, onu incelerken. Adamın bu dürüst yorumu kızın tebessüm etmesine neden oldu. "Tek gözüksem iyi öyle de hissediyorum. Hoş geldin! Hadi gel... Kapıda kalma." diyerek yana çekildi ve adamı içeri davet etti. Genç kız önde, adam arkada salona doğru ilerlemeye başladılar. Burak, eve kısa bir bakış attıktan sonra kıza baktı. "Hilal! Gerçekten hiç iyi gözükmüyorsun. Bu kadar hastasın madem ne diye... Dikkat!" Adamın söylediklerini yankılı bir şekilde duyan genç kızın bir anda gözleri karardı. Zemin, ayağının altından kayıyormuş gibi hissederken dengesini kaybetti. Tam o esnada karnında hissettiği baskı, onu yerle bütünleşmekten kurtaran tek şey olmuştu. Şiddetli baş dönmesini durdurmaya çalışan Hilal gözlerini kapattı. Bu sırada ensesindeki nefesin varlığını hissederek yutkundu. Kalp atışlarının yükselerek kulaklarında yankılanmasının tek sebebi, hastalığı olmalıydı. Başka ne olabilirdi ki? "İyi misin?" diye fısıldayan endişeli sesi duyduğunda kalp atışları mümkünmüşçesine arttı. Burak ise geri çekilmek için herhangi bir hamlede bulunmamıştı. Genzine dolan papatya kokusu adamı öylesine sersemlemleştirmişti ki yerinden kımıldayamıyordu. Adamın sesini duyan genç kız gözlerini açtı ve hafifçe başını sallayarak mırıldandı. "İyiyim. Teşekkür ederim." Adamın onu bırakmak için herhangi bir hamle yapmaması üzerine genç kız arkasını döndü. Çok yakınındaydı. Neredeyse burnunun dibinde olan adamı gördüğünde geri çekilmesi gerektiğini farkeden genç kız, bu gücü kendinde bulamadı. Gözleri bir süre Burak'ın yeşil gözlerinde takılı kaldı. O gözler ona çok farklı bakıyordu ve maviye aşık olan kız, o gözlerle tanıştığı günden beri yeşili zaafı haline getirmişti. "Önemli değil Kelebek!" diyen Burak'ı duyduğunda kendine geldi. Kelebek kelimesi ile kalbini biraz daha hızlanırken, derin bir nefes alarak geriye çekildi. Onun geri çekilmesiyle tuttuğu nefesini veren Burak, kızın koluna girip ve onu koltuğa götürdü. İkisi de az önce yaşanan ânın sessizliğine bürünmüş, ikisi de yaşananları yok saymaya çalışıyordu. Burak, Hilal'i koltuğa oturttuktan sona ayakta kalarak hararetli bir şekilde konuşmaya başladı. "Yemek yedin mi?.. Öyle suçlu suçlu baktığına göre yemedin. Bu kadar hasta olduğun halde bir de ders çalışacağım diyorsun... Bu halde nasıl çalışacaksın acaba?" Hilal gözlerini kapatarak kısık bir sesle "Sabah bu kadar kötü değildim." dedi. Gerçekten de genç genç kız, 2 saat öncesinde kendisini bu kadar halsiz hissetmiyordu Burak'ın "Mutfak ne tarafta?" diye sormasıyla gözlerini açarak "Neden soruyorsun?" dedi şaşkın bir sesle. "Bütün gazları açıp evi havaya uçurmak gibi hain bir planım var da o yüzden." diye cevap verdi Burak alayla. Gözlerini deviren Hilal "Alay etme. Hastayım ben!" diye sızlandı. Adam ona bakarak hafifçe güldü. "Hastayken de epey nazlısın anlaşılan. Sen söylemesen de mutfağı bulabilirim sanırım. Sen dinlen, ben birazdan geliyorum." Hilal, gitmek için hareketlenen adamın kolundan tutarak gitmesini engelledi. "Gerek yok Burak. Benim bir şey yiyesim... " Genç kız, Burak'ın başını sağa sola salladığım görünce cümlesini tamamlamadı. "Bu kadar halsiz hissetmenin başlıca sebebi aç olman. İtiraz istemiyorum! İnadımı biliyorsun... Hasta halinle inadımı geçemeyeceğini de biliyorsun." Hilal, duyduğu cümleyle Burak'ın kolunu bıraktı ve yenilgiyle mutfağın yerini söyledi. Adam mutfağa doğru yönelirken yatağa çevirdiği koltuğa uzanan genç kızın aklına az önce yaşanan sahne gelmişti. Hızlanmaya başlayan kalbini görmezden gelen Hilal gözlerini kapattı. Kütüphanede geçirdiği vakitlerde Burak'a da söylediği gibi, kendine yalan söylemezdi genç kız. Bu yüzden de kalbinin neden hızlı attığını düşünmedi. Düşünmek demek yalana davetiye demekti çünkü... 🦋 İşi biten Burak, ocağın altını yaktıktan sonra tencerenin kapağını kapattı. Saate baktıktan sonra camın önüne doğru yürüdü. Bahçenin manzarası gerçekten de çok güzeldi fakat adamın bakışları bahçe kapısını koruyan nöbetçilerdeydi. Villaya girerken sorgusuz sualsiz geçmesine izin vermelerinin tek sebebi Hilal'in verdiği emirdi. İş adamı Kadir Alacalı'nın evine kimse izinsiz giremezdi çünkü. Burak'ın arabası bahçeye girdiğinde tesadüfen(!) elektrikler kesilmiş, jeneratör devreye girene kadar da eve girmişti genç adam. Güvenlik bu kesintiden şüphelenmemişti bile. Ne de olsa şu son 15 gün içerisinde defalarca kez bu kesinti yaşanmıştı. "Bize fazla pahalıya patladın Kadir Alacalı. İşe yarasan iyi edersin." diye mırıldanan adam arkasını dönerek camın kenarına yaslandı. Bakışları istemsizce ocağa dönen adam bir kez daha hayret etti. Çorba yapıyordu! Yemek yapardı aslında bunda garip bir şey yoktu. Garip olan mercimek çorbası yapmasıydı. Annesinden öğrendiği fakat ona yapmaya asla fırsat bulamadığı çorba... Küçükken, annesi ne zaman hasta olsa ona bol limonlu mercimek çorbası verirdi. Genelde yayla çorbası hasta çorbası olarak bilinirdi fakat Burak hasta olunca sadece mercimek çorbası içerdi. Bu yüzden de onlar için bir geleneğe dönmüştü bu çorba. Yılardır, yapmayı geçtim içemediği bu çorbayı pişirmesinin tek sebebinin alışkanlık olduğunu düşündü adam. Başka bir nedeni yoktu. Olmamalıydı da... Elini cebine götüren adam cebinden çıkarttığı damlaya baktı bir süre. Sıkı güvenlikle korunan eve girdikten sonra gerisinin çok daha kolay olacağını düşünmüştü. Görev bilinci devreye girecek ve ona göre hareket edecekti ne de olsa... Fakat elindeki bayıltıcı damlaya baktığında, bunun sadece boş bir umuttan ibaret olduğunu farketti. İşi hiçbir zamana kolay olmayacaktı ve asıl zor kısım şimdi başlamıştı. Burak elindeki damlayı sıktı. Bunu yapamazdı. Bu çorbaya bu damlayı damlatamazdı. Aslında suya falan da damlatamazdı. Çünkü o... Hilal'i bayıltmayı falan istemiyordu ki. Kıza her şeyi anlatsa... Onun kendisini anlayacağını herkesten daha iyi biliyordu genç adam. Ve anlaması demek... Affetmesi demekti. Fakat Burak, Hilal'in kendisini affetmesini istemiyordu! Adamın olanca gücüyle kaçtıkları varken... Kızın onu affetmesi, daha çok üzülmesi, daha çok canının yanması demekti. Burak, affedilen olmak değil... Nefret edilen olmak istiyordu. Hilal, ondan nefret ederse... Bir gün elbet, bir şekilde, onu unuturdu. Adamın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Hilal, gerçekten de şanslıydı. Unutabilecekti. Burak ise ne yaşananları unutacaktı ne de Ela Gözlü Kelebeğini! Çorbanın piştiğini anladığında düşüncelerini bir kenara bırakan adam, damlayı tekrardan cebine koydu ve çorbayı robottan geçirerek servise hazır hale getirdi. Tepsiye koyduğu limon ve suyla beraber salona geçen adam birkaç adım atmıştı ki, gördüğü manzarayla duraksadı. Uyuyordu... O kadar masum duruyordu ki şahit olduğu manzara Burak'ın nefesini kesti. Genç kız, onun yapmayı planladıklarını duysa bu kadar rahat uyuyabilir miydi acaba? O an... İstese de asla bu günü unutamayacağını kendine itiraf etti Burak. Ruhu, yıllar önceki o günde kaldığı gibi, bu günde de takılı kalacaktı. Vaktinin kısıtlı olduğunu hatırlayarak elindeki tepsiyi hızlı hareketlerle sehpaya bıraktı ve bir dizinin üzerine çöktükten sonra huzurla uyuyan kıza baktı. Saatler sonra yüzündeki huzurun silinmesine sebep olacağını bilmek, kalbini acıtıyordu. "Kelebeğim" diye fısıldarken aklına kazınmış olan yüz hatlarında dolaştırdı bakışlarını. Bugünden sonra bir daha onu göremeyecekti! Bu düşünce kalbine bıçak misali saplanırken zorlukla kendini toparlayan adam yüksek bir sesle "Hilal.. Hadi uyan!" diye seslendi. Adamın sesi ile gözlerini aralayan Hilal, derin yeşil bakışlarla onu izleyen Burak'ı gördüğünde kesik bir nefes aldı. Adamın bir bakışıyla içinde fırtınalar koparması, genç kızın hiç hoşuna gitmiyordu. Gerçi suç adamın değildi ki. Tek suçlu kendisiydi. Ona karşı hissettiğ... Düşünme Hilal. Düşünme! Tehlikeli sulara giriyorsun. Yerinde doğrulan genç kız, Burak'ın ona uzattığı tepsiyi aldı. Kasedeki çorbayı ve yanındaki limonu gördüğünde dudaklarında kocaman bir tebessüm belirmişti. Burak, farkında olmadan bu halde yiyebileceği tek çorbayı pişirmişti. "Seviyorsun sanırım?" diye sordu Burak, kızın iştahla yemeye başladığı çorbaya bakarak. Hilal, başını sallayarak onayladı ve mırıldandı. "İncir kadar olmasa da..." Söylediği cümleden sonra hatırladığı şey ile başını kaldırarak Burak'ın yüzüne baktı. Adamın bakışlarını kaçırması incelercesine ona bakmasına neden olmuştu. Geçen gün kütüphanede konuşurlarken incir sevgisinden bahsetmişti Hilal. Küçükken incir yemek için yaptığı oyunları... Ve o zaman gerçekten de çok garip davranmıştı Burak. Şimdiki gibi... "Yine aynı ifade var yüzünde. Ne zaman incir desem beliriyor.. Her konuda hakkında en azından bir tahminde bulunabiliyorken, garip bir şekilde bu ifadeni çözemedim. İnciri sevdiğin için mi yoksa sevmediğin için mi böyle davranıyorsun? Onunla iyi bir anın mı var yoksa.. "dedi ve bir anda sustu genç kız. Adamın gözlerinde beliren yoğun acı, sorusunun cevabını vermişti. Pişmanlık dolu gözler ile "Sormadım say." diye fısıldayan genç kız, çorbasına baktığında az önceki iştahının kalmadığını farketmişti. İnsanları analiz edebilmek bazen işe yarasa da çoğu zaman çok büyük bir lanetti. Ve Hilal, hayatının her aşamasında bu laneti birçok farklı kez yaşamıştı. Karşısındakini incelerken farkına bile varmadan üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokuyordun ve sonrasında elinde kalan tek şey pişmanlık ile acı oluyordu. Birçok arkadaşını da bu lanetli yeteneği yüzünden kaybetmişti genç kız. Burak'ı da bu yüzden kaybetme düşüncesi nefesini kesti. Hilal, onu kaybetmektense bir ömür boyu susabilirdi. "Küçükken... Çok severdim. Artık sevmiyorum!" diyen Burak'a bakmadan 'anladım' dercesine başını salladı Hilal. Yıllar içinde başkasının acısına karışmaması gerektiğini öğrenmişti genç kız. Burak, isterse anlatırdı. Hilal'in onu dinleyeceğini herkesten daha iyi biliyordu nasıl olsa. Kısa süre sonra, çorbasını bitirdiğinde halsizliğinin büyük oranda geçtiğini farketmişti. Bu yüzden de Burak tepsiyi önünden alırken "Yemeğimi de yedim. Çalışabiliriz artık." diye mırıldandı. Tepsiyi sehpaya koyan Burak, şaşkınlıkla ona döndü. "Ciddi olamazsın?" "İnsan, hastayken bir şeylerle meşgul olmazsa kendini daha kötü hissediyor. Biraz çalışalım sonra dinleneceğim. Söz veriyorum!" dedi Hilal sevecen bir şekilde. 🦋 Bir buçuk saatin sonunda kitabı kapatan Burak "Yeter bu kadar Hilal!" diye söylendi. Genç kız "Tamam..." diyerek masadan kalktıktan sonra koltuğa oturdu. Farketmemişti fakat gerçekten de yorulmuştu. "Ecza dolabınız nerede?" diye soran Burak'a, 'Neden?' diye sormadan dolabın yerini tarif ettikten sonra kanepeye yaslanarak gözlerini kapattı. Her yeri sızlıyordu. Ecza dolabını bulan Burak, içini açarak karıştırmaya başladı. Kısa süre sonra aradığını bulmasıyla duraksadı. Vicdan muhakemesi yaparsa her şeyin kötü sonuçlanacağının bilinciyle, düşüncelerini def ederek ilacı eline aldı ve mutfaktan aldığı suyla beraber Hilal'in yanına döndü. "Bunu iç. Sonra da istersen uyursun." diyen adam cümledeki ironiye, içinden keyifsiz bir kahkaha atmıştı. Ne de olsa Hilal uyku ilacını içtiğinde, istemese de uyuyacaktı. Genç kızın ilacı sorgusuz sualsiz yutmasıyla gözlerini kaçıran Burak yutkundu. Birazdan ona güvenen bir kıza ihanet edecekti. Gerçekleri anladığında Hilal'in hissedeceği hayal kırıklığını düşündüğünde elleri istemsizce yumruk oldu. "Gidecek misin?" diye soran kıza döndü bakışları. 'Keşke gidecek olsaydım. Bu ikimiz için de daha az acı verici olurdu. İnan bana!' diye düşünen adam iç sesinin aksine kıza "Evet" diyerek cevap verdi. "O zaman... Sonra görüşürüz!" diyen Hilal'in dudaklarında yorgun bir tebessüm vardı. Burak, duyduğu cümleyle yanarken kıza baktı. Sonra görüşemeyeceklerdi... Bir daha görüşmeyeceklerdi! Kızın ela gözleriyle buluşan gözleri acısını haykırıyordu aslında. Başka bir zaman olsa, Hilal bu durumdan şüphelenirdi. Ama şu an hastaydı. Tabi verdiği ilaç da hafife alınmamalıydı. Evet... Planını gerçekleştirmek için, kızın hasta olduğu bir zamanı seçecek kadar da şerefsiz bir insandı! Fakat aksi olsa gidemezdi ki Burak. Yıllardır herkese, her şeye karşı rol yapan adam... Karşılaştıkları ilk andan itibaren gerçek Burak'ı, yıllar önce ölen o küçük çocuğu, göstermişti genç kıza. O ela gözlere asla rol yapamamıştı adam. Ve ruhunu görebilen kız, eğer hasta olmasaydı... Yeşillerini bir kitap gibi okuyabilirdi. Uykuya dalmış olan kızı izleyen adam, saatine baktığında vaktinin dolmak üzere olduğunu gördü. Usulca sırt çantasını açarak içindeki kitapları sehpaya çıkarttı. Adımlarını hızla merdivenlere yönelten adam, aynı hızlı hareketler ile üst kata çıkmıştı. Aşina adımlarla koridorun sonundaki odaya giderken, üçüncü kapının önünde duraksadı Burak. Bu eve daha öncesinde de gelen adam odanın ona ait olduğunu biliyordu. Kendine engel olamayarak kapıyı açtığında, gördüğü mavi renkler istemsizce gülümsemesine sebep oldu. Dayanamayarak odaya giren adam etrafına bakındı. Oda, buram buram onunla doluydu. Cam kenarındaki kütüphane, masanın üzerinde yarısı yapılmış olan puzzle, deniz resimli perde ve yatağının üzerindeki ayıcık. Kendisinin aldığı ayıcık... Nefes almaya çalışan Burak arkasına dahi bakmadan odayı terk etti. Birkaç adım gittikten sonra yanındaki aynada gördüğü yansımasıyla duraksadı. İstediği kadar kaçmaya çalışsın, kızarmış gözleri onu ele veriyordu. Canı yanıyordu... Yumruk yaptığı elini büyük bir hızla aynaya geçirdi adam. Ayna kırılırken, eli kanamaya başlamıştı. Elinin acısı, kalbinin acısının yanına bile yaklaşamazdı. Paramparça olan ayna, tam da ruh halini yansıtıyordu şu an. Aklı başına geldiğinde kanayan eline bakarak küfretti. Resmen 'Gelin kan tahlili yapın, kimliğimi öğrenin!' demişti. Banyodan aldığı bezle kanları temizlerken, bir yandan da kendi kendine söyleniyordu. "Kesinlikle 'Soygun yaptıktan hemen sonra nasıl yakalanırsınız?' adlı bir kitap çıkarmalıyım. İlk madde de soyacağın evin kızını se..." elindeki bez yavaşça elinden düştü. Kendine itiraf etmek üzere olduğu şey yanlıştı. Aşağıdaki kızı düşünürse, günlerdir yaptığı planlar ve daha nicesi bozulacaktı. Her şeyden önce... Gitmek istemeyecekti! Gitmemesi ise onun hayatını mahvetmesi anlamına gelirdi. Kanla kaplı bezi alıp çantasının ön gözüne koyan adam, banyoda elini yıkadıktan sonra elini bulduğu bir bandajla üstünkörü sardı ve çantasındaki eldivenleri çıkartıp hızlıca eline geçirdi. Aslında bu önleme gerek yoktu... Gelmeden önce parmak izini gizleyecek bir karışım sürmüştü parmaklarına. Yine de tüm önlemleri almalıydı. Ne de olsa onun işi buydu. Tekrardan hole çıkan Burak, direkt çalışma odasının bulunduğu odaya girdi. Etrafına bakınırken, kasanın muhtemel yerlerini düşünüyordu. Tabloyu kaldırırken kasanın orada olmadığını biliyordu aslında. Kadir Alacalı, bu kadar basit bir adam değildi. Bu düşüncelerle bastığı halıyı bir hamlede çeken adam, gördüğü görüntüyle tebessüm ettikten sonra fısıldadı. "Bingo!" Döşemeyi kaldırarak kasayı açığa çıkardıktan sonra çantasından çıkardığı spreyi kasanın üzerine püskürttü. Bakışları 0,1,3 ve 8 sayılarının üzerinde gezinirken, beyni bu sayılar ile kaç farklı kombinasyon yapılır diye düşünmeye başlamıştı bile. Çantasında ne olur olmaz diye bir şifre kırıcı bulunuyordu fakat Burak zoru severdi. Zekasını kullanmayı sevdiği gibi... Kısa süre sonra Kadir Alacalı hakkında okuduğu bir haberi hatırlayarak gülümsedi. "Bu kadar basit bir şifre yapmış olamazsın!" diye söylenen adam tuşlara basarak tahmin ettiği sayıyı girdi. Kilit sesini duyduğunda "Sandığım kadar zeki değilmişsin be Kadir Alacalı! Hayal kırıklığına uğradım." diye mırıldandı. -03.08.01- Şirketlerin başına geçtiği gün. Kadir Alacalı'nın babasının öldüğü tarih... Kasanın içinde ne kadar para varsa çantasına koyan adam, belgeleri de çantasının kenarına sıkıştırmıştı. Her daim tek derdi para olan Kadir, evine geldiğinde büyükçe bir sürprizle karşılaşacaktı. Keyifle bir kahkaha atan Burak saatine baktı. Bu kadar kolay olacağını rüyasında görse inanmazdı... Kasayı ve halıyı öylece bırakarak odadan çıktı. Merdivenlerden inerken koltuktaki kızın bedenini gördüğünde bütün keyfi kaçmıştı. Bütün ihale ona kalacaktı. Ne de olsa hırsızı bile isteye eve sokan oydu. Kadir Alacalı boş kasayı görünce kızına... 'Düşünme! Böyle bir lüksün yok. Ne olursa olsun seni ilgilendirmiyor. Güvenmeseydi sana...' Sehpanın üzerinde duran kızın telefonunu eline alan adam, bakışlarını ona yöneltmemek için kendini çok zor tutuyordu. Yapması gerekenlerin farkındalığıyla derin bir nefes aldı ve telefonun şifresini girdi. Telefonunun şifresine kadar bildiği bu kızın hayatındaki yeri... Düşündüğünden çok çok daha fazlaydı. Hızla galeriye giren adamın dudaklarında, soğuk bir gülümseme belirdi. Hilal, kütüphanede 'Fotoğraf çekilelim mi?' dediğinde onu reddetmeliydi. Yapamamıştı... Eğer yapsaydı şu an bununla uğraşmak zorunda kalmayacaktı. İz bırakmaması gereken adam, fotoğraf çekilmişti. Komik(!). Burak, cebinden silme programının yüklü olduğu flash belleği çıkarttı ve telefona taktı. Sil tuşuna bastığında, klasik soru ile karşılaşmıştı. 'Görüntü silinsin mi?' Silinmesin... Resim çekilirken kamera yerine kendisine bakarak gülmüştü Hilal. Onun gibi... Mutlu görünüyordu... Görünüyorlardı. En son ne zaman bu kadar tasasız güldüğünü hatırlayamadı Burak... Bu anıları dünya üzerinden silmeyi istemiyordu. Sonrasında buna çok pişman olacağını bilse de, görüntüleri kendi telefonuna attıktan sonra sildi. Ekranı kitaba gülümseyen Hilal'in fotoğrafı kapladı... Kitap Kurdu! İki adım ötesinde olan kıza bakmadan rehberdeki numarasını da silen adam, villaya girmeden hemen önce iptal ettirdiği hattın sim kartını çıkartıp kırdı. Çantasının ön gözündeki siyah kepi de kafasına geçiren adam derin bir nefes aldı. "Sonunda bitti!" Kıza bakmamak için verdiği savaş onu tüketmişti. Omuzlarındaki çanta sanki ağırlaşmıştı... Yükü ağır geliyordu. Bu düşüncelerle kapıya varmak üzereydi ki adını duydu. Kalp atışları yükselirken, profesyonel hareketlerle nefes alış-verişini kontrol altına aldı ve ileriye doğru bir adım attı. "Burak..." diye fısıldayan kızı tekrar duyduğunda durdu. Adını sayıklıyordu... Bayılttığı kız, hırsızının ismini sayıklıyordu. "Kahretsin!" diyen adam dayanamayarak Hilal'e döndü ve onun yanına gitti. Titreyen bedeni gördüğünde tuttuğu, dünyanın ağırlığına eşdeğer olan, çantayı elinden fırlattı. Elini, hızla kızın alnına koyduğunda elinin altındaki sıcaklıkla "Ateşin var senin." diye mırıldandı. Ecza dolabına gidip ateş ölçeri alan Burak, birkaç dakika sonra derecede gördüğü 39 sayısıyla ayağa fırladı. Ne ara mutfağa gitti ne ara su hazırlayıp, bulduğu bezi kızın alnına koydu hatırlamıyordu adam. Korkmuştu Burak... Hilal'in ateşinin daha fazla yükseleceği düşüncesi onu çılgına çevirmişti. Kızın üzerindeki kalın badiyi hızlı hareketler ile çıkartan adam onun sporcu atletiyle kalmasını sağladı. Soğuk hava vücuduna temas eden kız, daha şiddetli titremeye başladı. Onun titremesi karşısında kesik bir nefes alan Burak, verdiği uyku ilacının etkisinden dolayı uyanamayan kıza baktı. Hilal'in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Bu işe başladığından beri bir kez daha 'Keşke' dedi adam. 'Keşke her şey daha farklı olabilseydi...' Yarım saatin sonunda derecedeki 37 sayısını görene kadar, bir an bile duraksamadı Burak. En sonunda kızın ateşinin düştüğünü görünce koltuğun kenarına, dizleri üzerine yığıldı. "Sen bana ne yaptın Kelebek?" diye fısıldayan adamın sesi isyan ve acıyla doluydu. Saate baktığında vaktinin çoktan geçtiğini gördü ve bunu zerre umursamaması gerçekten çok büyük bir sorundu. Şu anda Kadir Alacalı eve girip onu yakalasa takmayacak durumdaydı. Çıkardığı badiyi Hilal'e tekrardan giydirdikten sonra yüzünü kollarında duran kızın saçlarına gömdü ve papatya kokusunu doya doya içine çekti. İlk... Ve son kez. Geri çekilip kızın yüzüne bakan adam, o ela gözleri bir kez daha görmek istedi. 'Sadece bir kez görsen yetecek sanki. Geçmişte inciri nasıl sevdiysen onu da öyle...' Düşüncelerini susturan Burak yavaş hareketler ile ayağa kalkarak çantasını aldı. Gitmek için bir kaç adım atmıştı ki dayanamayarak durdu ve papatya kokulusuna baktı. Uyuyan kıza doğru birkaç adım attıktan sonra onu alnından öptü. "Özür dilerim. Ben... Gerçekten çok üzgünüm Kelebeğim!" Fısıltıyla söylediği cümleden sonra kızı orada, baygın bir şekilde bırakarak kararlı adımlarla çıkışa doğru yürüdü ve arkasına bakmadan kapıyı kapattı. O gün adamın terk ettiği şey sadece o lanet villa ya da her şeyden habersiz uyuyan Kelebeği değildi. Yıllar sonra ilk defa nefes alabilen ruhunu da terk etmişti Burak... İnstagram; yasminiesa_watty |
0% |