Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm- O Küçük Çocuk

@yasminiesa

Toplantı odasına giren Burak hiçbir şey söylemeden masaya geçip, sandalyesine oturmuştu.

"Hilal'e boşuna çıkıştın abi. Bu Bedir denen adam oldukça takıntılı biri. Tufaya gelmemek için her şeyi önceden ayarlıyor. Takıldığı kızları bile..."

Burak sıkıntıyla nefes aldı ve arkasına yaslandı. Ona bakan adamları görünce, kaçışı olmadığını anlayarak "Mesele o adam değil!" diye mırıldandı.

"Yeme beni! O pişkinle Hilal'i bir arada düşününce çıldırmadığını mı söyl..."

"YAĞIZ!"

Burak'ın bağırmasıyla beraber Yağız'ın dudaklarında hafif hüzünlü bir tebessüm belirdi.

"Çok belli ediyorsun be kardeşim! Sen bu kafayla uzun süre dayanamazsın!"

Burak alayla gülümsedi ve "Öyle bir durumda senden ders almaya gelirim. Merak etme(!)" dedi.

Yağız duyduğu cümleyle bir anda ciddileşti. Soğuk bakışlarla Burak'a baktıktan sonra "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu.

"Senin bana yaptığından farklı bir şey yapmıyorum! Arapların bir atasözü vardır. Men dakka dukka. Eden bulur, yapana yapılır anlamlarına gelir. Senin benden hiçbir farkın yok. Bu yüzden konuşma!"

Yağız, başını sağa sola salladıktan sonra "Hakkımda bir şey biliyormuş gibi konuşma!" dedi tersleyerek.

"Sen de benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun Yağız! O yüzden benim meseleme karışma. Sen zararlı çıkarsın!"

"Ben sadece Hilal'i üzmene katlanamıyorum."

Yağız'ın gayet kolayca ve kendinden emin bir sesle söylediği cümle Burak'ın tepesini attırdı. O kimdi ki Hilal'in üzülmesini istemiyordu! Hangi hakla? Kendini ne sanıyordu?

Öfkeden gözü dönen Burak iğneleyici bir şekilde konuşmaya başladı.

"Niye? Kızla tanışalı sadece 1 hafta oldu. Ne çabuk abilik taslamaya başladın. Abi olmaya dünden razı olduğunu bilseydim çok önceden ,hayrına(!), sahip çıkacağın bir kardeş bulurdu..."

"Ben zaten abiyim... Abiydim."

Yağız'ın kederli bir sesle söylediği sözler, odaya bomba misali düştü.

"Ne?" diye fısıldadı Burak.

Yere bakan Yağız, birkaç saniye sonra başını kaldırıp Burak'a baktı. Gözlerinin kızarmış olduğunun farkındaydı. Çünkü konu Defne'si olduğunda gözleri dahil bütün ruhu ağlıyordu. Tükenen yaşları artık gözünden dökülemese de...

"Ben sadece... O küçük bana onu hatırlatıyor. Koruyamadığımı... Hilal ben daha ne olduğunu anlayamadan ruhumun en derinine kitlemeye çalıştığıma ulaştı. Kısa bir anlığına 'Belki de keffaretimi ödemişimdir. Belki de artık kaçtıklarımla yüzleşebilirim' diye düşünmeme sebep oldu. Bana 'abi' diye seslendiğinde... Karşımda Hilal değil de... Küçük kardeşim var gibi hissettim. Bir insanı benimsemek için günler, aylar, yıllar geçmesi gerekmez. Tek bir an yeterli olur. Bizde de öyle oldu işte."

Burak, söylenen sözleri sindirmeye çalışarak duraksadı.. Her ne kadar Yağız kardeşçe duygulardan bahsetse de... Biz demesi...Burak sakinleşmemiş, aksine hızla nefesler alıp vermeye devam ediyordu.

Onun bu halini gören Yağız, ne düşündüğünü anlayarak güldü. Biraz alaylı biraz hüzünlü bolca acıklı bir gülüştü.

"Boşuna öfkeleniyorsun. Ben, bu dünyada Hilal'i düşündüğün şekilde kıskanacağın son insan bile olamam."

"Fazla emin konuşuyorsun! Az önce kendi ağzınla söylemedin mi? Hilal... Ruhunun en derinine kilitlediğine ulaşmış. Belki de bir gün... İnsan kalbine sö..."

"İnsan kalbine söz geçiremiyor! Bunu bana mı söylüyorsun?.. Ah bir bilsen Burak! Bu kadar saçmaladığın için kendinden utanırsın!"

"Bilmem için söylemen gerekiyor! Onunla aranızdaki bu durumdan hiç hoşlanmıyorum... Abi" diyerek mırıldandı Burak.

Burak genelde Yağız'a adıyla seslenirdi. Fakat çaresiz olduğu anlarda, içten bir şekilde, farkına dahi varmadan abi derdi. Şu anki gibi. Bu durumu farkında olan Yağız, elini ensesine götürdü ve derin bir nefes aldı.

"Bu konuyu bir kere açacağım. Olur da sonradan biri gündeme getirirse veya yorum yapmaya kalkarsa, kim olursa olsun Binbaşım siz de dahil, o kişiye saldırırım. Bedenine değil, ruhuna saldırırım. En hassas noktasından vururum onu. Ve bunu yaptığıma asla pişman olmam. Çünkü... O da benim hassas noktam!"

Anladıklarını ufak bir baş hareketiyle belli eden adamlar, sessizce dinlemeye devam ettiler.

"Hilal'le aramızda herhangi bir şey olması imkansız... Çünkü zaten 12 yaşımdan beri kalbimin bir sahibi var. Ve ölene kadar da bu kalp onun için atmaya devam edecek. Hiç kimse veya hiçbir olay bu gerçeği değiştiremez. Yıllardır yüzünü görmesem de, ona olan... Aşkımda bir gram eksilme olmadı. Hatta aklıma inat, her an artmaya devam ediyor. Demiş ya atalarımız 'Göz görmeyince gönül katlanır' diye. Yok öyle bir şey! Gönlüyle seven gözüyle bakmıyor, bakmaz!.. Ben ondan uzakta olduğum halde defalarca ona giderken buldum kendimi. Neden araba kullanmaktan kaçındığımı merak ediyordunuz ya... İşte bundan dolayı! Farkına bile varmadan ona gidiyor ruhum. Bir keresinde az daha görecektim onu. Bir kere görsem onu asla bırakamam. Bir kez daha bunu yapamam! Geçmişte... Ondan giderken bir gün döneceğim umuduyla gitmiştim. Sonra... Asker oldum! Artık ona dönmem imkansız. Ben... Onu da... Kaybetmeye dayanamam! Benim... O şerefsizlere verecek bir canım daha yok!"

Son cümleleri duyan Burak, gözlerini kapatıp hüsranla arkasına yaslandı. Yağız, kardeşini teröristler yüzünden kaybetmişti. Kendisinin de ailesini kaybettiği gibi...

"Yaşadıklarımız hakkında hiçbir şey bilmesek de, ikimiz de aynı duyguları hissediyormuşuz!"

Burak'ın fısıltıyla söylediği sözleri duyan Emre, bir anda yerinde doğruldu. Sinan Binbaşı'na şaşkınca baktığında, aynı şaşkınlığın onun yüzünde de olduğunu gördü. Burak sonunda konuşacak mıydı?

"Bu ne demek abi?" diye soran kişi Onur'du.

Yağız anlam vermeye çalışarak Burak'a bakıyordu. Sinan ise, yeğeninin ilk defa bu konu hakkında kendi isteğiyle bir yorum yaptığını gördüğü için mutluydu. Çok çok ufak da olsa Burak bir iyileşme belirtisi göstermişti. Konuşmaya devam etmesini umarak, kendisiyle göz teması kurmaktan kaçınan yeğenine baktı.

Başını önündeki dosyalara eğmiş bir şekilde duran Burak, uzun bir süre sessiz kaldı. Elini ritmik bir şekilde masaya vurması verdiği tek tepkiydi. Sonunda derin bir nefes alarak başını kaldırdı. Onun dolmuş ve kızarmış gözlerini gören adamlar bakışlarını kaçırdılar.

Burak'ın gözlerinin dolu olmasının sebebiyse saniyeler içinde o lanet günü tekrardan yaşamış olmasıydı. Tekrardan derin bir nefes alan adam ruhuna gitmeyen oksijen nedeniyle boğuluyordu.

Sağ eliyle başını ovalayarak bir anda gülmeye başladı.

"İki kelimeyi bir araya getirip... Özetin özetini bile söyleyememek!" dedi Burak acı dolu gülüşünün ardından. Bu kahkahanın ardından gelmesi gereken, hıçkırıklarla ağlama faslını bir kez yaşayabilseydi... Azıcık da olsa nefes alabilirdi yolunu kaybeden adam.

Eliyle masada ritim tutan Burak, bir anda ritim tutmayı kesti ve konuşmaya başladı.

"Ben... Benim... Annem teröristler tarafından öldürüldüğünde 11 yaşındaydım!"

Burak'ın tek nefeste söylediği cümleyi duyan adamlar şok içinde birbirlerine baktılar. Hiçbiri böyle bir cümleyle karşılaşmayı beklemiyordu. Yanlış bir şey söylemektense susmayı tercih ettiler. Emre hariç...

"Sonunda!" diye fısıldadı adam. Kardeşi sesli bir şekilde bu konu hakkında konuşmuştu. Aslında Emre her şeyden haberdardı. Çünkü o cehennemi aratmayan günde Burak'ı ilk bulan oydu. Ona ilk sarılan, teselli etmeye çalışan ve Burak tek bir damla gözyaşı dökmeden, bomboş bakışlarla etrafa bakarken onun için deliler gibi korkan ilk kişi de oydu. Fakat yıllardır Burak'ın ağzından tek kelime dökülmüyordu. O günü anlatmayı geçin ailesinin adını, çocukluğundaki anıları bile ağzına almıyordu. Hilal'e kadar...

"Babam da oradaydı..."

Burak'ın sesi titredi. Asla kabul etmek istemese de annesinin ölümünden dolayı içinde küçücük bir yer babasını suçluyordu. Diğer bir küçük yerin de kendisini suçladığı gibi...

"Salih amca mı? Onun için de çok zor olm..."

"Değil!" diye mırıldanarak Tuncay'ın sözünü kesti Burak.

Anlamayan Onur kaşlarını çattı. "Ne değil abi! Babanın da ora..." dedi ve bir anda sustu. Salih amca, Burak'ın babası değil miydi yani?

Burak, masanın üzerinde ellerini birleştirerek, sandalyesinde öne eğildi.

"Olaydan sonra... Koruma amaçlı geçici bir süreliğine, beni bir askerin yanına yerleştirdiler. Salih Aslan'ın... Dayımın devresi ve çok yakın dostuydu. Bize gelmişliği de vardı. Pek hatırlamasam da... Dayım beni emanet edip o şerefsizleri bulmaya gitti. 1 ay geçti. 2 ay geçti... Fakat dayım gelmedi. Her telefona kesin kötü haber düşüncesiyle yaklaşıyordum. Herkese karşı... Çok hırçındım. Emre'yi bile görmek istemiyordum. Nefes almak desen... Sürekli 'Keşke o gün ben de ölseydim!' diye düşünürken imkansızdı. Sürekli yaşadığım yerden kaçıyordum. Bu... Dayım gelene kadar devam etti. Onu görünce farkettim. İntikam uğruna beni bırakıp gittiği için ona çok kızgındım. Fakat aynı zamanda da 'O adamlar benden zaten bir kahramanı aldılar. 2. kahramanımı da almaları kaçınılmaz' diye düşündüğüm için çok korkuyordum."

Binbaşı acı bir sesle "Burak!" diye inledi.

"Merak etme! Kısa süre içerisinde intikam için gitmediğini anladım. Varlığımı öğrenip benim için geri dönerlerse diye korkmuştun. Böyle bir şey yaşanmadan önüne geçmek istedin!"

Burak'ın açıklaması pek etkili olmamış olacak ki Sinan aynı acı dolu bakışlarla bakıyordu.

"Dayı! Yıllarca anlatmam için baskı yaptın! Şu an anlatıyorum. Ama sen öyle bakarken..."

"Tamam tamam. Devam et! Aslında... Neyse."

"Ne oldu?

"Yok bir şey!" diyen Binbaşı işaret parmağı ve başparmağını birbirine sürtüyordu.

Burak'ın dudaklarında hüzün ve özlem dolu bir gülümseme belirdi.

"Ona gerçekten de çok benziyorsun. Hatırlıyorum da... Annem ne zaman bir şeyi merak etse fakat soramasa senin gibi parmaklarıyla oynardı."

Binbaşı da hüzünle tebessüm etti. "Ona benzemem kaçınılmaz!"

"İnsan ikizine de benzemeyecekse kime benzeyecek değil mi?"

Sinan, bu gerçeği de açıklayan yeğenine baktı. Yıllardır susan Burak, Hilal hayatına girdiğinden beri konuşmaya başlamıştı.

"Sor hadi!'

Binbaşı az önceki konuyu hatırlayarak "Boş ver!" dedi. Ah şu merakı... Dilini tutsa ne olacaktı sanki?

"Ona... Nasıl baba demeye başladığımı merak ediyorsun değil mi?"

Sinan gülerek "Müneccim olmak için çok da geç değil evlat! Bir düşün istersen!" dedi.

Burak hafiften tebessüm etti ve odadaki adamların meraklı bakışları altında anlatmaya başladı. Hikayeyi bilen Emre usulca geriye yaslandı ve tekrardan dinlemeye başladı.

"Yanında kalmaya başlayalı ya da... Benimle uğraşmaya başlayalı mı demeliyim?... Neyse işte beraber yaşamaya başlayalı 7 ay olmuştu. Sen, uzun süreliğine göreve gitmiştin. Babam... Salih de normalde ben varım diye dosya işleriyle falan uğraşıyordu işte biliyorsun. Bir gün... Acil bir görev çıktı. Kabul etmedi. Fakat ben konuşmasını duymuştum. Bilirsin... Küçükken en büyük hobim kapı dinlemekti. Birilerine çekmişim" derken imalı bir şekilde dayısına baktı. Sinan güldü ve başını salladı. Burak ise derin bir nefes alıp devam etti.

"Baktım hiç rahat değil, sürekli aklı orada... Ona gitmesini söyledim. Kabul etmedi. Benim yüzümden yaşamını değiştirmeye kalkarsa, bir gün beni bulamayacağı bir yere gideceğimi söyleyerek tehdit ettim. Bu konuda sabıkam vardı zaten. 1 hafta boyunca evin çatısında gizlenmiştim... Siz beni her yerde ararken. O da kabul etti. Kısa sürede döneceğini söyledi ve komşuya beni emanet edip gitti. 1 hafta geçti. Görev diye takmadım pek. 2. haftanın sonunda ziyarete askerler geldiğinde şüphelendim. Sordum söylemediler. Ben de...".

Duraksayan yeğenine bakan Binbaşı "'Sen de ne?' diye sormaya korkuyorum!" dedi.

"Çok da bir şey yapmadım(!). Mutfağa su içmeye diye gidip elimde et bıçağıyla geri döndüm. İlk başta afallayan askerler bıçağı boynuma tutup bastırdığımda... Sanırım adamlara hayatlarının korkusunu yaşattım. Bakma öyle dayı! 15 sene önce olup bitmiş bir olayı anlatıyorum... İşte ben bunlara 'Ne olduğunu anlatıyorsunuz. Yoksa... Onun öldüğünü farzederek kendimi öldüreceğim!' dedim. Biri bayağı korktu da... Diğeri pek ihtimal vermedi. '12 yaşındaki çocuk ne yapabilir?' diye düşündüğünden eminim. Bilmiyor tabi o çocuğun... O yaşta ölümle çok yakından tanışmış olduğunu ve acılar içinde kıvrandığını. Ehh ben de gösterdim. Boynumdan akan kanları gördüğünde telaşla, ondan haber alınamadığını fakat yaşama ihtimalinin %90 olduğunu söylediler. Esir alındığını düşünüyorlarmış falan. Neyse ben askerleri evimden kovup (ki o zamana kadar orayı hiç evim olarak düşünmemiştim) %10'luk ihtimali düşünmemeye çalışarak geçirdim. 2. gün 3. gün derken 1 hafta da böyle geçti. Her gün farklı bir asker geliyordu. Ve ben de itina ile her gün onları tersliyordum. Yine de bir an bile yalnız bırakmadılar. Her gece gelen bir asker vardı. Orhan abi... Ona çok şey borçluyum. Defalarca kabuslarımdan uyandırdı. Sonradan zorla itiraf ettirdim. Meğer gözünü bile kırpmıyormuş. Kabus gördüğümü anladığı anda uyandırmak için... 1 haftanın sonunda bir telefon geldi. Yanımdaki asker 'baban' diyerek telefonu bana uzattı. 7 ay boyunca... Bana her türlü seslense de oğlum demekten kaçınan adamın ilk kelimesi oğlum oldu. İyi olduğunu önce hastaneye uğrayıp sonra geleceğini falan söyledi ama ben tek kelime etmedim. Konuşursam... Ağlamaktan korktum. Hatta istedim. 7 aydan sonra ilk kez ağlamak istedim. Buna cesaret gösterebildim. Ama yanımda tanımadığım bir asker varken bunu yaşamak istemiyordum. 15 dakika sonra yaşadığımız evin yakınına bir araba geldi. Oraya asla araba gelmezdi. Arabalar her zaman mahallenin başına bırakılırdı. Ben de ne olduğunu merak ederek kapıyı açtım. Benimle eş değer bir şekilde arabanın kapısı da açıldı. Arabadan... Babam indi. Berbat gözüküyordu. Kırık kolunu atel niyetine bir dalla tutturmuş ve vücudunun bazı yerlerinde açık yaralar vardı. İşkence izleri... Ama benim gözlerim, dudaklarındaki özür dileyen tebessüm ve mutlulukla bana bakan gözlerinden başka bir şey görmüyordu. Sonra kollarını iki yana açtı. Ben de ona doğru koştum. Çok doğal bir şeymişçesine... Sanki o, 7 aydır tanıdığım 7 kat yabancı değilmişçesine... Ona sarıldığımda... Anladım! Benim için artık 7 kat yabancı değildi. Bu hayatta 'kaybetmekten deliler gibi korktuklarım' listesine altın harflerle ismini kazımıştı. O gün... Ona sarıldığımda ağzımdan dökülen ilk kelime 'baba' oldu. 7 aydan sonra ilk defa, aslında sadece 12 yaşında küçük bir çocuk olduğumu hissettim. İlk ve son kez ailemin ölümünden sonra gerçek anlamda ağladım. Ki... O da... Pek uzun sürmedi."

Yanağındaki ıslaklığı hisseden Burak, usulca onu sildi. Çıt dahi çıkarmayan K.İ.T. üyelerine baktı tek tek. Hepsi de anlatılanların, yaşananların yarısı bile olmadığının bilinciyle sessiz bir şekilde oturuyordu.

"Yağız!" diye seslendi Burak.

Üzgün gözlerle ona döndü adam. Bir yanda kendi acısı, diğer yandaysa kardeşi bildiği Burak'ın acısıyla birlikte kendini kapana kısılmış gibi hissediyordu.

"Hala bu kafayla uzun süre dayanamayacağımı mı düşünüyorsun?.. Kıskançlıktan gebersem de, onun bir damla yaşı için dünyayı yakmak istesem de... İçimde olan, geçmek bilmeyen korku ve acı, ruhumun tam ortasında durduğu... Kabuslarım peşimi bırakmadığı müddetçe asla onunla-ben ,biz, denen bir şey olmayacak. Ve.. Hepimiz biliyoruz ki böylesi bir acı asla geçmez! Kabuslar desen... Şekil değiştirip, yaşadığın ana uyarlanmak gibi mükemmel(!) bir hünere sahip! Anlayacağınız beyler... Dayım, benim içinde bulunduğum ruh halini düzeltmek için Hilal'i ekibe alarak, kendi elleriyle beni öldürdü."

"Bugüne kadar hep sustun evlat! Ne kadar ısrar etsem de... Fakat şimdi ilk defa konuşuyorsun. Bu Hilal sayesinde... O kızın sana iyi geldiğini inkar edemezsin!"

"İnkar eden kim? İstesem bile inkar edemiyorum zaten!... Hilal, neden onca hakaretime rağmen yanımda kalıyor zannediyorsunuz? Yüzsüz olduğu için falan mı? Asla! Asla yüzsüz bir insan değildir. İstenmediğini anladığı bir ortamda durmayı, gururundan önce karakterine yediremez. Ama işin yüzü... Değer verdiklerine ve bu değerin karşılığını aldıklarına gelince değişiyor. O zaman dünyanın en büyük savaşçısı kesiliyor. Karşısındakiyle tereddütsüz savaşıyor. Ben inkar edemediğim için, o bu savaşa girdi. İkimizi de yakmadan da bitirmeye niyeti yok gibi!.. Anlayacağı günü bekliyorum. Beni yenebilse bile... İçimdeki o küçük çocuğu asla yenemeyeceğini anlayacağı günü... O gün geldiğinde... Vazgeçecek! Ve... Ümit ediyorum ki... Kendi yoluna gidecek!"

Burak gözlerini kapatarak arkasına yaslandı. Onca şey anlatmıştı. Ancak hiçbiri... Kurduğu son cümlelerde kalbine saplanan acı kadar canını yakmamıştı.

Bir süre sonra oluşan sessizliği bozmak için gözlerini açtı ve "Yeter bu kadar drama! Konuya dönelim! Bedir denen şerefsiz eğer dediğin gibi takıntılıysa, taksiye falan da binmez. Durduk yere paketleyemiyoruz. Bardaki kızları da ayarlıyorsa... Aklına bir plan gelen? Çalıştırın saksıyı!" dedi.

Onun iş moduna girdiğini gören ekip üyeleri, sandalyelerinde doğrulup ciddileştiler.

"Adamın telefonun hackledim. Avukatı yurt dışına tatile çıkmış. Şirket müdürüne kendisinin de bir kaç günlüğüne tatile çıkmayı düşündüğünü söylemiş. Bu akşamki kadınla olması büyük ihtimal... Gideceği yeri de söylememiş. Kafa dinlemek istediğinden, kimseyle konuşmak istemediğinden bahsetmiş" dedi Onur ve önündeki tablete bir dokunuşuyla mesajları dev ekrana yansıttı.

"Adamı almak için daha mükemmel bir zaman olamazdı!" diye mırıldandı Emre. Diğerleri de başıyla onayladı.

"Aklında bir plan olan!"

Burak sağ elinin orta parmağıyla masada ritim tutuyordu. Küçüklüğünden beri yaptığı bu alışkanlık aklında bir şeyler olduğunun işaretiydi. 2 dakikanın sonunda ritim tutan parmağı bir anda durdu.

"Bir şey buldun!" dedi Emre gülümseyerek.

Burak 'Evet' dercesine başını salladı ve planını anlatmaya başladı.

🦋

Toplantı bitiminde odadan çıkan Burak, Onur'u baş işaretiyle üst kata çağırdı. Üst katta bulunan odaya girdiğinde koltuğa oturdu.

Yanına oturan Onur'a dönüp "Anlat!" diye emretti.

"Anlatılacak bir şey yok abi!"

"Hadi ama Onur! İkimiz de meselenin bu kadar basit olmadığını biliyoruz."

Onur, başını önüne eğdi ve duraksadı. Derin bir nefes alarak başını kaldırdı.

Burak'ın gözlerine bakmadan "Sana mı anlatacağım?" diye sordu.

"Bizi beğenmedin galiba? Önemli olan kime anlattığın değil... Anlatmış olman! Kimi çağırayım?" dedi Burak ayağa kalkarak.

Onur, hızla Burak'ın kolundan tuttu.

"Öyle değil abi! Bir şey olduğunda ilk koşacağım insan sensin. Ben sadece..."

"Sen sadece?"

Onur, utana sıkıla başını öne eğdi. Burak onun bu haline anlam veremeyerek baktı.

"Ne oluyor oğlum?"

"Sen... Onca şeyi yaşamışken... Ben bu kadar küçük bir olaydan nasıl dert yanayım? Sana..."

"Küçük mü? Yaşadığın şeyi küçük olarak mı tanımlıyorsun?.. Saçmalıyorsun Onur! Herkesin hayatını etkileyen olaylar vardır. Ne yani kalkıp da 'Benimki sizinkinden daha ağır, boşuna zırlamayın falan mı demem gerek?'. Beni... Anlattığıma pişman etme! Senin yaşadıklarının benimkinden farkı yok!!"

"Abi... Benim yaşadığım seninkinin yanından bile geçemez! Nasıl aynı olabilir?"

"Kabuslar aynı be kardeşim! Onlar asla değişmiyorlar! Uyanmaya çalıştığında, yakandan tutup seni hapsediyorlar. Nefesini kesip, ölmek istemene neden oluyorlar. Fakat en kötüsü... En berbatı... Şekil değiştiriyorlar. İlk başlarda gördüğün kabusların başrolü Bulut olacak. Fakat gün gelecek... Bulut'un yerini kardeşin alacak. Ve... Sen aslında Bulut'u kurtarmışken... Kardeşini kurtarmayacaksın. O kabusları yaşadığınla alakası dahi olmayan bir hal alacak. Her seferinde gerçek olmadığını bilerek... Kan ter içinde uyanacaksın. Ya...? Kelimesi. Sadece 2 harfli ,alfabenin sondan ikinci ve baştan birinci harfinden oluşan... O küçük kelime insana öyle bir acı yaşatıyor ki... 'Ya bir gün gerçek olursa', 'Ya onu...kurtaramazsam' diye düşünmek. Askerlik hayatımda... Bir operasyonda günlerce işkence görmüştüm. Bunu duydun zaten, Alfa adını aldığım zamandı. O işkenceler, bu düşüncelerin yanında o kadar hafif kalıyor ki... İşte o 'Ya'ların seni rahat bırakabilmesi için ANLAT!! Yok yakınken anlat! Çünkü olay soğuduğunda... Kabuslar yakıyor. Sözler ağzından dökülemiyor..Ve.. Ağla! Erkek adam ağlamaz saçmalığını bir kenara bırak ve hıçkıra hıçkıra ağla Onur! Git kardeşine, annene, babana sarıl ve ağla! Unutamamanın, ayıkken bile kabus görmenin ilk sebebi anlatamamak, ikinci sebebiyse ağlayamamak. Sen.. Hayatının hiçbir aşamasında bu iki hatayı yapma! Yaparsan... Sonun benim gibi olur. Ne yaşarsan yaşa hep içine atarsın! Birisiyle... Bir hayat kurmak... Düşüncelerine asla uğrayamaz. Hele de... Baba olmak!.. Düşüneceğin son şey bile olamaz. Yalnız yaşarsın ve yalnız ölürsün!"

Sonlara doğru Burak'ın sesi çatallaştı. Kederle arkasına yaslanan adam, gözünü karşıdaki bir noktaya sabitledi.

Onur, yanındaki adama baktı. Bir çocuk gördüğünde, dudaklarında istemsizce tebessüm beliren adamın, bir hayat kurmayı, baba olmayı imkansızlık olarak görmesi canını yakmıştı.

Burak, ona döndü ve hüzünle tebessüm etti.

"Anlat hadi kardeşim!"

"10 gün önce, Hurşit denen adam, birinin ona yüksek miktarda borçlu olduğundan bahsetti. Pek takmadım. Taa ki... O borçlu olan şerefsizin borcuna karşılık... 17 yaşındaki yeğenini verdiğini öğrenene kadar. Bununla ilgili neler yapabileceğimi düşünürken... O çocuğun uyuşturucu satmayı reddettiğini, bununla da sınırlı kalmayıp, gece gizlice depoyu yaktığını öğrendim. 5 ton uyuşturucuyu..."

Burak ıslık çaldı. "Gelirse bekleriz!"

"Yok! Onu Ediz'in yanına gönderiyoruz. Çocuk doktor olacak. Zaten depoda 'Ben insanları kurtarabilmek için tıp okumak isterken, bile isteye onları zehirlemeyi kabul etmiyorum!' dedi kararlı bir şekilde. Bir çok yetişkinden çok daha yiğit!"

Burak onaylarcasına başını salladı.

"Hurşit bunu yanına koymadı tabii. O esnada beni başka bir işe koymuştu. Haberi alınca... Abi ben... Çok korktum! Elimdekini bırakıp koşmak üzereydim ki... Görev aklıma geldi. Sakin adımlarla ilerlerken... Bir silah patladı. O an... Bir saniye bile düşünmeden canım uğruna hepsini indirebilirdim. Ama.. Görevdeydim. Elimden geldiğince hızla odaya yöneldim. Çocuk yaşıyordu. O şerefsiz korkutma atışı yapmış. Çocuk ise gözlerini dikmiş Hurşit'e bakıyordu. Sıfır korkuyla. Ben gelince aynı bakışlarla bana döndü. Gözlerine baktığım an... Onu kurtarmam gerektiğini anladım. Ne olduğunu sordum. Hurşit olayı anlattı. Aslında uzun zamandır beni denemek için fırsat kolladığının farkındaydım. Ben de... Bunu kullandım. Önce... Çocuğa bir tokat geçirdim, bağırdım falan sonra... Sonra işini bitirmek istediğimi söyledim! Silahı elime alıp ona doğrulttuğumda... Ben... Ben..."

Daha fazla konuşamayan Onur, başını ellerinin arasına aldı. Derin nefesler almaya çalışırken, gözlerinden yaşlar süzüldü. Kendini kısa sürede toparladıktan sonra devam etti.

"Onun gözlerine bakmak gibi bir hataya düştüm. O korkuyu gördüğümde... İlk defa... Bu mesleğin ağırlığını hissettim. Yanlış yerden vurursam... Masum birinin katili olacaktım. Hiçbir şey yapmasam... Yine onun katili olacaktım. Tek iyi yanı korksa da kıpırdamıyor olmasıydı. Ben de... Silahı ateşledim. O acı dolu sesi asla unutamayacağım. Elimin titrememesi için verdiğim çabayı... 'Vurdum bari temizleyeyim' dedim. Kabul etti. Yanına ulaşıp, nabzına dokunduğumda attığını hissedince... Oturup bebekler gibi ağlamak istedim... 'Sakın yaşadığını belli etme!' diye fısıldadım kulağına. Sonrasında... Onu terkedilmiş bir çöplüğe götürdüm. Daha doğrusu görürdük. Adam Allahtan çöplük kötü kokuyor diye girmek istemedi. Ben de Bulut'u görünmeyen bir yere bıraktım ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Acilen Kadavra'ya haber vermem gerekiyordu. Bir anda zayıf bir sesle 'Bunu neden yaptın?' diye soran çocuğu duyunca seneledim. Hemen yanına gittim. Nasıl hissettiğini sordum. Soru dolu gözlerle bakınca uyanınca her şeyi anlatacağımı, sesini çıkarmadan beklemesini, mutlaka yardım göndereceğimi söyledim. Ve... Yaşaması için yalvardım. Uyandığında yanında olacağımı söyledim!"

"Orasını biliyorum!"

"Biliyorsun?"

"Evet! Ediz'e sürekli seni sormuş!.. Neredeydin oğlum sen 1 haftadır?"

"Hastanede. Bodrum katındaydım. Eve gittim olayın olduğu gece. Gizlice girdim. Berbat bir haldeydim çünkü. Annemlere görünmeden şahsi tabletimi aldım. Ertesi gün... Yine Hurşit denen soysuzun yanına gittim. Bana 1 hafta şehirde olmayacağını, etrafta takılmamı söyledi. Benim için çok iyi oldu. Çünkü aklımdan geçen işkenceleri yapmama ramak kalmıştı. O gün ondan Bedir'in ismini öğrendim. 1 hafta boyunca onun hakkındaki tüm bilgileri topladım. Bir yandan da... Her gece Bulut'un yanındaydım. Gün içinde de kameradan odasını kontrol ediyordum işte. Sabaha karşı uyandı. Anestezi altındaydı. O yüzden beni hatırlamıyordur. Fakat ben sözümü tuttum!"

"Onun yanına ne zaman gideceksin? O şerefsizi yakaladığında di'mi?"

"Kesinlikle! Abi bana söz ver! Zamanı gelince o şerefsizi bana vereceksin. Lütfen... Abi!"

"Tamam! Söz. Adam senin. Ne zaman alacağız?"

"Bana kalsa tam şu an! Fakat yakın zamanda büyük bir takas gerçekleşecekmiş. Yarın da yine bir satış var! Yarınki adamları takastan sonra ayrı bir yerde alalım. Gerçi biz değil de Ulaş'lar alsın! Takibi biz yapıp yerlerini söyleriz. K.İ.T. işin içine girerse diğer operasyon bozulur!"

"Tamam. En kısa zamanda onu da alalım! Hadi 2 saate Bedir'i almaya çıkacağız. O zamana kadar biraz... Dinlen! Akşam da direk eve! Evden geçersin Hurşit şerefsizin yanına. Unutma olanları..."

"Aileme anlatacağım ve... Ağlayacağım!"

Burak gülerek "En sevdiğim. Hızlı öğrenen eleman!" dedi.

Onur da güldü. Burak, tam odadan çıkmak üzereyken ona seslenen adamla geriye döndü. Dönmesiyle Onur'un ona sımsıkı sarılması bir oldu.

"Teşekkürler abi! Her şey için. İyi ki varsın!"

Burak "Bu ne duygusallık lan! Mantıklı Hacker bir an önce dönse mi acaba?" diye söylense de dudaklarında bir tebessüm vardı. O da aynı şekilde sıkıca Onur'a sarıldı.

"Asıl siz iyiki varsınız!" diye fısıldadı usulca.

🦋

[Ufak bir bilgilendirme;

Alfa= Burak

Panter= Emre

Şahin= Yağız

Hacker= Onur

Barut= Tuncay

Kartal= Sinan]

"MÜJGAAAAAAAN!!! ULAAN MÜÜÜJGAN! KAHPE'NİN KIIIZII! YAPIIILIR MI BUUU BANAAA LAAAAAAN?"

5 dakikadır bağıran sarhoş adamı çıkartmak isteyen görevli, adamın elindeki bıçağı üzerine savurmasıyla geri çekildi.

"ULAAAN O KALTAAAK AHAAAANDA BÖÖÖÖYLE BİR ARAAABAYA BİNİİİP S*İKTİR OLUP GİİİİTMİİİŞTTİİİ!"

Zil zurna sarhoş adam elindeki çakıyı bir anda arabanın arka tekerine batırdı. Bununla da kalmayıp hızla ön tekere batırdığında görevli Veysel oturup ağlamak istedi. İşte şimdi ayvayı yemişti.

"Neler oluyor burada? O... BENİM ARABAM MI?"

Arabasının halini gören Bedir hızla elinde bıçak tutan adama döndü.

"LAN SEN NE YAPTIN?"

Üstü başı leş gibi içki kokan adam, Bedir'in yanında manken gibi gözüken kızılın (Didem'in) yanına gitti.

"Müjgaaaaan! Seeen miiiisin? Bırak buuu aadamı. Geeel affffedeeeceeem seniii. KİİİİMSE SEEEENİİİİ BENİİİİM KADAAA SEVEMEEEEEZ ULAAAN!"

Kulaklıktan her şeyi dinleyen Onur bir kahkaha attı.

Hacker: Ben bile inandım be Barutum. Bu nasıl oyunculuk. Ahanda ayağa kalktım alkışlıyorum hatta. Hahahah. Yalnız dikkat et! Yenge senin Müjgan diye bas bas bağırdığını duyarsa deşer. Merak etme görev olduğunu öğrenince yine diker. Puhahahahaha.

Şahin: Ben dedim size. Bu anı videoya almalıydık.

Hacker: O iş bende Yağız abim. Sen hiiiiiiç endişelenme!

Panter: Ulan bir rahat durun yaa! Farkında mısınız bilmem ama Tuncay'da da kulaklık var.

Alfa: Canım Panterim! Karışmasana çocuklara. Onlar Barutumuzun role daha iyi girmesi için çabalıyorlar. İçinde bulunduğu çaresizliği göstermesi için... Ben de yardım edeyim hatta bak. Bu videoyu Elçin teyze ve Sami amcanın gördüğünü düşünsenize. Şu ana kadar ağzına bir damla içki sokmamış olan oğulları mükemmel sarhoş taklidi yapıyor. İnsan yanlış anlar. Ben bile yanlış anladım. Lan Tuncay hani sen hiç içki içmemiştin. Yalan mı söyledin?

Hacker: An itibarıyla video artık yengem olmayan güzel Masal'a ulaştı. İmam bey 'Merhumu nasıl bilirdiniz?' diye sorduğunda 'Son anında üstü başı içki kokuyordu. Siz düşünün artık' diyeceğim. Sonra...

"YETEEEEEEER ULAAAAANN! YETEEEER!" diye bağırdı Tuncay.

Şahin: Sanırım bu bizeydi beyler.

Panter: Haklı değil mi adam? Burak oğlum sen nasıl ekip liderisin? Şunları susturmuyorsun anladım da ne diye onlara uyuyorsun lan!

Alfa: Cık cık cık! Yerimde gözün olduğunu bu kadar belli etme Panter! Her operasyonda bunu söylüyorsun. Ben seni süt kardeş belledim bağrıma bastım sen ise beni yerimden bıçakladın!

Hacker: Alfa haklı! Her se...

"LAAAAN! DELİİİRTTİİİN ULAAAN BEEENİİİİ! MÜÜJJGGAAANN!"

Hacker: Bu da hep bana çalışıyor. Onur ekibin en küçüğü ekmeğe de gönderelim dersiniz yakında siz! Ekibin dehasıyım ben. Hacker'ım lan. Ben olmasa...

"GEBEEERTECEEEEĞİİİM ULAAAAN! MÜJGAAAAAN! BİİİR ELİİİME GEÇİRİİİİİİRRSSSEEM ONUUN SÜLLAALEESİİİNİİ..

Hacker: Hoop dedik! Sülaleme laf yok. Toplayıp gelirim görürsün sonra. Gerçi sen de karşılık olarak kendi sülaleni toplarsan... Benimkiler şirketçi seninkiler asker. Tamam kanka yaa. Al sülalem senindir tepe tepe kull... Beyler ihbar için gelen polisleri şimdi geri çevirmişler. Şahinle Panter sıra sizde. Kolay gelsin! Dua edelim de diğer planlara gerek kalmadan A planıyla bu iş hallolsun!

Bedir 20 dakikadır bağıran sarhoşa sinirle bakıyordu. Herhangi bir harekette bulunsa CEO'luğuyla tanıdığından çok sıkıntı olurdu. Tekrardan görevliye dönerek "Nerede kaldı bu polis?" diye çıkıştı.

Tam o esnada otoparka polis arabası girdi. Arabadan inen iki yakışıklıyı gören Didem baştan aşağı ikisini de süzdü. Bakışları Panterin üzerinde biraz daha uzun dolandı.

Hacker: Oooo! Yengemiz mi? Bilelim Panter. Gerçi yolludan da yeng...

Alfa: Bu kadar yeter Hacker! Stresini başka türlü atarsın. Sarhoş saçmalığı başka, polisin kafa karışıklığı başka... Bedir'in olayı çakmaması lazım.

Hacker: Emredersiniz komutanım!

"İyi akşamlar beyler ve güzel hanım! Şikayetiniz ne diye soracağım fakat gerek yok!.. Hayri yine mi sen? Akıllanmayacak mısın oğlum sen?"

"Amaaa komiiiseriiiimmm... Çooook seeeevdim beeeeen. Ooo kaaahpe kıııızıııı. Ahhh Müjgaaaan ahhh! Yaaktıııııın beeeeniiii!"

"Komiserim tanıyor musunuz bu deliyi?" diye sordu Didem gözleri Emre'nin üstündeyken.

"Maalesef! Her ay nezarethanede misafir ederiz kendisini. Şu ana kadar sadece toplum huzurunu kaçırmıştı fakat... Tekerleklere bakılırsa bu sefer şahıs malına da zarar vermiş! Bu sefer bizim değil hapishanenin misafiri olacak gibi! Tabii şikayetçiyseniz! Araba hanginizindi?"

"Benim. Ve evet şikayetçiyim!!" dedi Bedir öfkeli bir şekilde.

"Peki o zaman! Saat çok geç ve... Gecenizi mahvetmek de istemeyiz. İsterseniz siz hiç yorulmayın. Avukatınızı arayın o şikayet dilekçesiyle ilgilensin. Biz de hemen işlemleri başlatalım!

"Avukatım Ülkede değil!" dedi Bedir sıkıntıyla.

"O zaman... İsterseniz... Sabaha kadar bu Hayri denen deliyi nezarethanemizde misafir edelim. Siz de sabah dilekçe için gelirsiniz! Tabi başka bir avukatınızı göndermek isterseniz..."

"Dediğiniz gibi yapalım!"

"Arabanız burada mı kalsın... Yoksa karakolun otoparkı..."

"Ben arabamı sonra buradan aldırtırım. Teşekkürler!"

Otopark görevlisi "Efendim size hemen bir taksi çağı..."

Bedir onu dinlemeden Didem'e döndü.

"Arabanla geldiğini söylemiştin değil mi?"

Kadın kafasıyla onu onayladı. Adam elini uzattı ve kadın araba anahtarlarını verdi.

Bedir sinirle otopark görevlisine dönüp "Sizi de şikayet edeceğim" dedi sinirli bir sesle

Didem sinirli adamın koluna dokundu ve şehvetle gülümsedi.

"Sakin ol aşkım! Hadi kötü başlayan bu geceyi unutmaya gidelim!"

İkili yürüyüp Didem'in arabasına binerken, sarhoş(!) adam da kelepçelenip polis arabasına bindirildi.

Bedir, arabayı çalıştırıp yola çıktı. Arabanın bagajındaki davetsiz misafirden habersiz...

Alfa: İçerdeyim

Loading...
0%