Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm- Kusursuz İşkence Timi

@yasminiesa

Hacker: Abi 2 saattir ne bekliyorsun? İşi pişirmelerini mi?

Alfa: Evet!

Hacker: Sen... Ciddi misin?

Alfa: Adamın herhangi bir aksiliğe karşı alarmı falan olma ihtimali %90. Uyumadan giremem.

Hacker: Zeki adamın hali bir başka oluyor. Bir de neden bu adamı ekip lideri yaptılar diye sürekli şikayet ediyorsun Panter. Adam zeki!

Barut: Kapa çeneni Onur! Gözüme gözükme lan sen! Seni bir elime geçirirsem...

Panter: Gidin az ötede havlayın lan! Başım şişti. Burak oraya tek gittin. Bir sağlam dönme... Anneme şikayet etcem seni! Görürsün o zaman kafana göre hareket etmeyi!

Şahin: Ooow. Panterden herkese falsolu vuruş. Yalnız ilk son cümlelerde karizma yerlerde. Anneye şikayet?.. En son biz bunu anaokulunda yapıyorduk sanki.

Yağız'ın sesi sonlara doğru azaldı.

Alfa: Oğlum hadi kızı görmeme sebeplerini anlıyorum da... Aileni niye görmüyorsun lan!

Şahin: Yüzüm yok! Hem... Annemi görmeye gidersem... Onun da benden haberi olur. Yerimi öğrendiği an... Önce hesap sormaya gelir. Sonra... Kendileri Hilal Hanım'la aynı karaktere sahip! Sonrasını tahmin etmek zor değil! Ben senin kadar iradeli değilim. Söz konusu o olduğundaysa... Dünyanın en güçsüz insanı kesilirim.

Yağız'ın konuşmasından sonra kimseden çıt çıkmadı. Yarım saatin sonunda Burak konuştu.

Alfa: İçeri giriyorum.

Panter: Dikkatli ol!

Arabanın bagajından çıkan Alfa 2 katlı lüks villaya yaklaştı. Onur, onun üzerindeki cihaza bağlandı ve konuşmaya başladı.

Hacker: Sisteme girdim abi! İstediğin an elektriği keseceğim. Yeni moda evlere ayrı bayılıyorum! Sıfır uğraş... Bir tıkla hooop. Her şey oluyor.

Alfa hafifçe tebessüm etti. Onur haklıydı. Lüks adına çıkarılan her teknoloji kendi işlerini kolaylaştırıyordu. Evin balkonuna yaklaşanınca mikrofonuna fısıldadı.

Alfa: Şimdi!

Siyah kepini düzelten adam, baştan aşağı siyahlara bürünmüştü. Aklına gelenle istemsizce gülümsedi.

"Hilal görse kesin..." diye fısıldadığı cümleyi bir anda yarıda kesti.

Hacker: Abi bir şey mi oldu? Neden durdun?

Burak, balkonun tam ortasında, açık hedef halinde, olduğunu farkederek hızlıca kenara yaklaştı.

Panter: Burak az önce ne oldu? İyi misin?

Alfa: Bir şey olduğu yok! Bundan sonra konuşmayacağım haberiniz olsun. Ve rica ediyorum(!) siz de konuşmayın.

Balkon kapısından evin içine giren Burak, Onur'un tarif ettiği odaya yöneldi.

Yatakta yatan bedenleri gördüğünde... Gözlerini devirip başını salladı. Eğlence uğruna yakalanmıştı gerizekalı.

Karanlık odaya sessiz adımlarla girerek yatağa yaklaştı. Kadının olduğu tarafa bir an bile bakmayan adam, silahını Bedir'in başına yasladı.

Bedir bir anda hareketlenirken "Hiç tavsiye etmem tatlım(!)" dedi Burak buz gibi bir sesle.

Kadın da uyanmış ve "Se... Sen kimsin?" diye sormuştu korkuyla.

"Merak etme Azrail değilim. Yine de sen şu andan itibaren tövbe etmeye başla bence. Zamanı geldiğinde... Ona böyle yakalanmak istemezsin!"

Elindeki 2 poşetten birini kadına atan Burak "Giy o kıyafetleri. Vee karanlık diye de yanlış bir hareket yapmaya kalkma! Hislerim çok kuvvetlidir. Hareket ettiğin an nefsi müdafaa sayar ve bacağından vururum" dedi

Tuncay: Yok artık! Abi kıyafet mi aldın adamlara. Hizmete bak be! İşte K.İ.T.

Panter: Kıyafetlerine bir şey saklamasınlar diye aldı.

Burak'ın dudaklarında saliselik bir tebessüm geçti. Kardeşi onu iyi tanıyordu.

"Şimdi... Sana dediklerimi yaparsan kimse zarar görmez! Yapmazsan... Benim için eğlenceli anlar başlar!"

"Ne istiyorsun?"

"Önce şu telefonundan 2 haftalığına tatile gittiğini söyleyen bir mesaj atıyorsun!"

"2 hafta çok! Anlarlar!"

"Dedi... Kafası estiğinde 1 ay boyunca ortadan kaybolan adam!.. Dediğimi yap yoksa silahı patlatırım. Bu karanlıkta kurşun nerene girer orası meçhul!"

Adam istenileni yaptıktan sonra elindeki diğer poşeti ona uzattı Burak.

"Giyin!"

🦋

Arabanın yanına gelip kapıyı açan Burak "Bin!" diye emretti.

Bedir "Bunun bedelini çok..." dediği cümle Burak'ın tetiği çekmesiyle sonlandı.

Didem çığlık atarken, Burak gayet rahat tavırlarla adamı arka koltuğa yatırdı.

"Eğer sen de binmek istemiy..."

Didem'in hızla kapıyı açıp binmesiyle, cümlesini tamamlamayıp ukalaca güldü.

Arabayı çalıştıran Burak, ona korkulu gözlerle bakan kadınla gözlerini devirdi.

"Bayıltıcı silah! 3 saate uyanır!"

"Kimsin sen?"

Burak cevap vermedi.

10 dakika boyunca kadın gözünü bile kırpmadan onu izledi. En sonunda bu duruma dayanamayan Burak arabayı kenara çekti.

'Dayanamamak? Saatlerce bagajda durdun dayandın da... Bir kadın 10 dakika sana baktı diye mi dayanamadın? İtiraf et hadi! Hilal'e ihanet ediyormuş gibi hissettin!' diyen iç sesini boğmak istedi.

"İç sesimi boğsam cinayet mi işlemiş olurum yoksa intihara mı girer?" diye mırıldandı farkına varmadan.

"Efendim?" diye soran kadınla sesli söylediğini farkedip kaşlarını çattı.

Hacker: Bence cinayet olur. Senden bağımsız hareket ediyor iç sesler ne de olsa.

Şahin: Ne dediğini nasıl duydun lan? Ben hiçbir şey anlamadım. Sendeki nasıl kulak Onur?

Hacker: Görev sırasında sizi korumak benim işim. Bu yüzden de program yüklü. Şu şerefsizin nefes alış-verişini bile gayet net duyuyorum.

"Neden durduk? Bana ne yapacaksın? Bak ben..."

"Bir sus daha. Bir sus!"

"Kötü biri değilsin değil mi? Nesin? Polis ya da... Asker. Gerçi pllis olsan ekiple gelirdin. Asker olman daha yüksek ihtimal!"

Burak boş boş kadına baktı.

"Boş bakarken bile çok karizmasın!"

Hacker: Oooww. Araba alev aldı hee.

"Biri şu adamı imha etsin! Ben gelirsem Tülin teyzeye ayıp olacak."

Hacker: Halbuki annemin en sevdiği tim üyesi sendin. Şimdi ona küfür ettiğ...

Panter: Hatırlatın bir daha bunun psikolojisi bozukken göreve çıkmayalım! Normalde de çekilmiyordu. Şimdi hiç çekilmiyor.

"Eee! Arabayı niye durdurdun yakışıklı? Gideceğimiz yere varmadan biraz eğlenmek mi istiyorsun yoksa?"

Hacker: İlk defa sana katıldım abi. Hilal'i iyiki operasyonlara almıyoruz. Bu kızın saçlarını yolar eline verirdi. Sonra davalarla uğraş dur!

Barut: Bence öğrendiği dövüş sporlarını üstünde denerdi.

Burak gülümsedi. "Cık! İkisi de değil! Laflarıyla döverdi... Zekasını kullanırdı. Böylece hem delil bırakmaz, hem de elini böyle biri için kirletmemiş olurdu. 'Herkes fiziksel olarak dövebilir. Karşındakine ne kadar cahil olduğunu göstererek dövmek ise... Herkesin harcı değil!' derdi."

Didem, Burak'a baktı." Kulağında kulaklık var değil mi?"

Burak yine cevap vermedi.

"Sevgilinle mi konuşuyorsun?" sorusunu duyan tüm K.İ.T. üyeleri kahkaha attı.

Burak'ın alaycı gülüşüyle beraber, kız "O zaman sevgilinden bahsediyordun" dedi.

"Sevgilim yok!" dedi Burak bu muhabbetten bıkmış bir şekilde. Arabayı çalıştırıp yola çıktı. Bu kız gibilere asla laf anlatılamazdı. Bakma dese inadına bakardı.

"Az önce dudaklarındaki tebessümü ve gözlerindeki ışıltıyı gördüm asker! Sevgilin yoksa bile... Sevdiğinden bahsediyordun!"

Burak'ın ani freniyle kız öne savruldu. Emniyet kemeri olmasaydı kesinlikle camdan dışarı fırlardı.

"DELİRDİN Mİ?"

"EVET!!"

Bağıran adam derin derin nefesler alıyordu. Arabayı kenara çekip durdurdu.

Sakinleşmeye çalışarak arkasına yaslandı.

Panter: İyi misin?

"Bu soruyu sormaktan ne zaman vazgeçeceksin acaba?"

Panter: İyi olduğun zamana kadar...

"Desene son nefesime kadar soracaksın..."

Panter: Burak...

Onun konuşmasına izin vermeyen Burak "Kadının kalacağı yer ayarlandı mı?" dedi.

Şahin: Evet. Ataşehir'deki üsse gidecek! Orada bir süre misafir olacak.

"Tamam."

Burak, hızla Ataşehir'e doğru yola çıktı. Üsse geldiğinde yanındaki kadın uyuyordu.

"Hanımefendi! Hanımefendi uyanın!"

Kadın yavaşça gözlerini açtı. Mavi gözleri kızarmıştı.

"Hanımefendi? Şu zamana kadar onlarca şekilde hitap ettiler ama bu... Benim nasıl biri olduğumu bilmeyi geçtim... Gördün! Yine de... Hanımefendi diye nasıl seslenebiliyorsun?"

"Şu ana kadar bir çok insanla tanıştım. Artık saf kötü ve kötü olmaya çalışanlar arasındaki ayrımı yapabiliyorum... Sana, tövbe etmeye başla derken şaka yapmıyordum Didem! Neler yaşadığını bilmiyorum. Fakat... Acıyı gördüğümde tanırım. Ne kadar saklanmış olursa olsun! Kendini cezalandırmana sebep olan, benliğini yok ettiren sebep her neyse... Bir düşün! Belki de bir çaresini bulursun!"

Burak, gözlerinden iki damla düşen kıza baktı. Karşısında oldukça genç biri vardı aslında. Yaşından büyük gibi davranan...

Didem kendini toparlayıp gözyaşlarını sildi.

"Sen şu herkesin derdine çare bulup, kendi dertlerine derman olamayan tayfadansın değil mi?"

Burak, yorgun bir nefes verdi.

"Neden konu her seferinde dönüp dolaşıp bana geliyor? Kişiler farklı fakat olay hep aynı!" dedi isyan edercesine.

Didem samimi bir şekilde tebessüm etti. "Dedin yaa 'Acıyı gördüğümde tanırım' diye. Bu tek senin için değil tüm acı çekenler için geçerli. Acıyı sakalamanın ne olduğunu bilen kişi, saklanan acıyı da görebilir! Acısını iyileştirmeye çalıştığın insanlar, minnettarlık göstergesi olarak karşılık veriyorlar. Kızma onlara!.. Biliyor musun? Odada ters bir harekette beni vuracağını söylediğinde... Bir an o hareketi yapmayı düşündüm!"

"Biliyorum! Farkettim. Sesinde korkunun yanında heyecan, hatta umut da vardı! Vurmamı istedin. Ölmeyi... Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem fakat bilmen gereken bir gerçek var!"

"Ne?"

"Ölmek isteyenler asla ölemezler. Yaşayıp denenmiştir... Umarım aklını başına alırsın. İyi akşamlar!"

🦋

"Evet Bedir! Artık konuşmaya başlasan iyi olur!"

"Konuşmayacak!" dedi Hilal.

Yaklaşık 1,5 saattir Burak, fabrikanın ilk katında bulunan sorgu odasındaydı. Fakat ne yaparsa yapsın Bedir denen herif ağzını açıp tek kelime etmemişti.

"Ne düşünüyorsun? Sence iddia ettiği gibi bir şey bilmiyor mu?" diye sordu camın ardından sorguyu izleyen Binbaşı.

Hilal 15 dakika önce gelmiş ve girdiği dakikada adamın yalan söylediğini anlamıştı.

"Bir şeyler biliyor! Pupilleri hareket ediyor (Pupil=Gözbebeği). Yüzü kızarık. Boğazı kuru. Bu yüzden geldiğinden beri su istiyor. Ve parmakları gergin. Bunların hepsi stres'in tipik semptomları. Teröristlerden... Bizden korktuğundan çok daha fazla korkuyor!.. Farklı bir korkuyla... Bize tepki vermesini sağlayabiliriz!"

"Bu ne demek?"

"Burak'ı çağırabilir miyiz Binbaşım?"

🦋

Camın arkasındaki odaya giren Burak "Ne oldu?" diye sordu.

"Hilal'in bir planı var. Şu kulaklığı tak önce!"

Burak, Binbaşı'nın dediğini yaptı.

"Şimdi ne yapıyoruz?"

Hilal elindeki kağıdı Burak'a uzattı. Burak kağıda baktı ve şaşkınca mırıldandı.

"İlçe isimleri?"

"Evet! Çok fazlalar. Önce hızlıca Anadolu ve Avrupayla ilgili birkaç şey anlat! Hangisinde daha tedirginse... Oradan başlayacağız. İlçe isimlerini saymaya alfabeye göre başlayabilirsin. Böylece mekana yaklaştıkça tedirginliği artacak. Ben sana dur veya devam et gibi konumlar vereceğim. Arada birkaç ilçeyi bir arada verip tekrardan sormanı sağlayacağım. Sonrasında semte ve mahalleye kadar ineceğiz! Aklına gelirse... Söylediğim semtlerle ilgili tanındık mekanları da say!"

"Ve böylece söylemediği adamları mı bulacağız? Nasıl olacak o? Bunu düşüyo... Vaayy. Anladım! Güzel düşünce! Terörist mekanlarının nerede olduğunu tespit edeceksin. Bedir için de bir ispikçi izlenimini verdirteceksin. Sonra tehdit falan... Tamam tehdit işi bende! Hadi başlayalım!"

40 dakikanın sonunda Hilal, Bedir'in beden diline aşina olmuş, neye nasıl tepki vereceğini çok iyi anlamıştı.

"Bir kaç yere tepki veriyor ama... Üsküdar, Acıbadem dediğinde... Tüm bedeni gerildi. Nefes alışı hızlandı. Pupilleri (gözbebekleri) genişledi. Başka bir sokakla karışık, Acıbadem sokaklarını saymalısın! Bir dakika internetten bakıp hemen söyl..."

Burak ,gayet kolay bir şekilde, ezbere Acıbadem, Bahçelievler ve Ferah sokaklarını karışık bir sırayla saydı. Hilal, duraksadı ve onu hayran bakışlarla izlemeye başladı dudaklarında kocaman bir tebessüm ile. Burak'ın sözü bittiğinde konuşmaya başladı.

"İlk tanıştığımızda, kütüphanede, İstanbul'un her karışını ezbere bildiğini söylediğinde... Abarttığını daha doğrusu ukalalık yaptığını sanmıştım. Tabi o zamanlar... Bilmiyordum. Ne görsel zekanı ne de... Söz konusu ben olunca yalan söylemediğini..."

Burak, yutkundu ve stresli bir şekilde parmaklarıyla ritim tutmaya başladı.

"Adamı tedirgin etmede bir numarasın! O bu öfkenin kendisine olduğunu zannederek korkuyor. Fakat ben, bana olduğunu biliyorum. Eee... Korkmalı mıyım?"

Burak'ın parmak hareketleri hızlandı. Diğer elini de yumruk yapan adamın öfkesinden nasiplenmek istemeyen Hilal "İlkbahar sokakta" diye mırıldandı. Burak'ın öfkesini teröristin birinden çıkarması kendinden çıkarmasından çoook daha iyiydi.

Burak öfkeyle karşısında adama "Tam adresi ver! Acıbadem, İlkbahar sok. Üsküdar. Burada ne var! Hemen adresi verip ötmeye başlıyorsun!" dedi.

"Ne? Yok! Yok orada bir şey. Ne saçmala..."

Burak elini masaya vurdu. Hızla ayağa kalkıp Bedir'in yanına geçti. Kişisel sınırları içerisine giren adamla beraber Bedir gerildi.

"Şimdi seninle karakola gidiyoruz. Orada bir çay içip dışarı çıkacağız. Ön kapıdan! Gazetecileri çağıracağım. Onlara bize her vatandaşın yapması gerekeni yapıp, şerefsizleri ihbara geldiğini ve bizim de şimdi İlkbahar sokağa bir ekip çıkardığımızı söyleyeceğim. Hem daha kolay. Adamlar kaçışırken yalakalarız. Temiz iş!"

Adam korkuyla yutkundu ve başını hayır anlamında sallamaya başladı.

"KONUŞ!"

"Tamam! Ama beni koruyacaksınız!"

"Seni korumayacak olsak neden sessiz sedasız alalım!"

Odada olan Emre gülerek mırıldandı. "Diğer adamlar olayı çakmasın diye!"

"Tamam söyleyeceğim. İlkbahar sok..."

Adresi veren adamın tepkilerini izleyen Hilal "Doğru söylüyor Burak!" dedi.

🦋

Odaya giren Burak Hilal'e bakmadan direk Emre'ye döndü.

"Yağız'lardan bir haber var mı?"

"Teslimat daha başlamamış. Satın alan adamları takip edip mekanlarını öğrenecekler! Sonrasını Ulaş'a devredeceğiz!"

"Bu adam biz olmasak iş yapamayacak. Sürekli bizim başarıların üzerine çörekleniyor. Biz olmasak başkomiser falan olamazdı!"

Burak'ın mızmız bir çocuk gibi çıkan sesiyle Hilal gülümseyerek ona baktı.

İkilinin bir süre birbirinin gözlerinde kaybolması Hilal'in "Ben de sizinle geleceğim!" cümlesi üzerine sonlandı.

Bakışları sertleşen Burak "Hayır!" diye itiraz etti.

"Hemen itiraz etme! Biraz düşün! Bak ben gelirse..."

"Biraz düşündüm. Ve... Yine hayır!"

Hilal, sinirlenmeye başladığını hissetti.

"Ya tekrardan bir sorgu gerekirse? Tekrardan buraya gelmenizi saatleri alır. Adamı konuşturmanızda yardımcı olu..."

"Ha-yır! Alfabemizin güzel 5 harfinden oluşuyor. Tek Türkçe beni kesmiyor diyorsan... No, Geen, Aucun, لا... Devam edeyim mi?"

Hilal kırgın bir şekilde karşısındaki adama baktı. Burak gözlerini kaçırsa da başka bir şey söylemedi.

Onlar tartışırken odaya giren Binbaşı "Aslında Hilal'in gelmesi iyi olabilir!" dedi.

"DAYI!!!"

"Binbaşı, asker! Binbaşı!!"

Burak, masanın üzerinde duran silahını alıp kafasına sıkmamak için büyük bir gayret sarfetti!

"BİNBAŞIM!"

"Evet Yüzbaşım! Bir sıkıntı mı vardı?"

Burak sinirle gülmeye başladı. "Hay ben!.. Bu ekibe girmek için imzaladığım 5 yıllık sözleşmeyi si..".

Burak, Hilal'in kaşlarını kaldırarak ona bakması üzerine edeceği küfürü yuttu.

'Ne de tatlı bakıyor zalimin kızı!' diyen iç sesine 'Ben bu haldeyken konuşma bence! Adam si*meye yer arıyorum!.. Hem sanane ulan! Bakıyorsa bakıyor! Sana mı bakıyor!" diyerek çıkıştı.

'Sen ben, ben de sen olduğuma göre...'

'Ben! Sen falan değilsin! Sen diye bir şey de yok zaten! Bu yüzden kapa çeneni!'

"Burak! İyi misin abiciğim?"

Emre'nin sesiyle kendisine gelen Burak sinirle çıkıştı.

"Değilim! El birliğiyle delirttiniz beni! Operasyondan önce Bakırköy'e uğrayalım da beni oraya bırakıp siz öyle gidin!"

Burak, hızla Hilal'e dönerek "Ve sen!.." dedi ve duraksadı. Bakma şöyle yalvarırcasına! Ben de insanım ama! Şimdi tutup sımsıkı sarılmak vardı.

Burak birkaç adım geri gitti. Hilal, bu davranışına anlam veremeyerek ona baktı.

"Peruk takıyorsun. Siyah olsun! Ve de lens. Kahverengi! Arabadan çıkmayacaksın!.. Desem de çıkacaksın değil mi?"

Burak yorgunca sordu. Hilal, onun bu halini görünce tatlılıkla sordu.

"Orta yolunu bulabiliriz?"

Burak, istemsizce gülümsedi ve başını sağa sola salladı.

Hilal gülerek "Bu hayır anlamında değil de 'Ben senle ne yapacağım?' baş sallamasıydı sanki!" dedi.

"Beni delirtiyorsun!"

"Sevindim! Çünkü aynısını sen de bana yapıyorsun! Operasyon bitince arabadan çıkarım. İhtiyaç olmazsa hiç çıkmam. Anlaştık?"

Elini ona uzatan kıza baktı adam. O da elini uzatıp kızın elini tuttu. İkisinin de akıllarına kafede karşılaştıkları gün geldi.

Burak kızın güzel gözlerine baktı. Hilal, sahnede o ela gözleriyle ona baktığında... Anlamıştı onun Mardin'deki stajyer kız olduğunu. O ela gözleri unutması mümkün değildi. Karanlık da olsa ay ışığında görmeye alışık asker, kızın yüzünü aklına kazımıştı. Tüm suçu görsel zekasına atmak isterdi aslında. Gerçekten çok isterdi. Fakat belki de ilk defa görsel zekasının etkisi olmadan bir kimsenin yüzünü ezberlemişti. İstediği için...

🦋

Antlaşmanın tamamlanmasını izleyen Onur, oldukça öfkeliydi. Gözünün önünde bir çanta dolusu uyuşturucu ve kara para, etrafında ise şerefsiz sürüsü vardı. Fakat o eli kolu bağlı sadece izliyordu!!!

Sakin ol Onur! Sonunu düşün. Hurşit denen şerefsizi teslim etmeden önce yapacağın konuşmayı(!) düşün.

Onur, yüzüne ifadesizlik maskesini takıp, hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya devam etti. Taa ki o sesi duyana kadar!

"Eller yukarı! Kimse kıpırdamasın! Polis!"

Okkalı bir küfür savuran Onur'un gözleri, Hurşit denen pisliği buldu. Arka çıkıştan kaçmaya hazırlandığını farkettiğinde, ona doğru koşmaya başladı.

Hurşit'in peşi sıra koşan Onur'u farkeden bir polis memuru ise her şeyden habersiz, suçlu olduğunu zannettiği adamı takip etmeye başladı.

Hurşit, ilk başlarda peşinden gelen Onur'un, kendi tarafında olduğunu düşündüğünden düşük bir tempoyla sadece polislerden kaçıyordu. Bir ara arkasında onu takip eden polis var mı diye dönüp baktığında gözlerini gördüğü adamla asıl korkması gerekenin polis değil de o olduğunu anlayıp anında hızlandı.

Öfke ve adrenalin dolu olan Onur hiç zorlanmadan onu takip ediyordu ki... Beklemediği bir anda arkasından saldıran bedenle dengesini kaybedip yere düştü. Düşerken ,aldığı eğitimler sayesinde, kendisini düşüren kişi alta gelecek şekilde bir pozisyon aldı. Silahı olmadığından kolunu altındaki bedenin boynuna yaslayıp nefesini kesti. Yumruğunu havaya kaldıran adam olanca öfkesiyle altındaki bedene yumruğunu savurdu.

Yumruğu karşısındakinin yüzüne değmeden saliseler önce karşısındakiyle göz göze geldiler. Onur bir anda donakaldı ve usulca elini indirdi

"Sen erkek değilsin!" derken sesi oldukça şaşkındı.

"Bilmiyordum(!). Söylediğin iyi oldu!" diyen kızın sesindeki iğnelemeyi taa Fizan'daki biri bile anlayabilirdi.

Onur tanımadığından emin olduğu fakat tanıdık gelen kadının kahverengi gözlerine baktı. Kolunu çok hafif geri çekerken bulundukları pozisyonu yeni fark etmişti. Aklına kaçan şerefsiz geldiğinde "KAHRETSİN!!!" diye bağırdı ve kızı bırakıp ayağa kalktı.

Birkaç adım atmıştı ki sol bileğinde hissettiği soğuklukla duraksadı ve bileğine baktı.

"Ciddi olamazsın!"

Karşısındaki adamın şok içinde kurduğu cümleleri takmayan kız adamın gözlerinin içine baka baka kelepçenin diğer halkasını da kendi bileğine geçirdi. Hızla kızın kafasını kavrayan adam "DELİRDİN Mİ? Çöz beni!" diye bağırdı.

Karşısındaki kız ifadesiz gözlerle adama baktı. Onun kadın olduğunu kendine hatırlatarak sakinleşmeye çalışan Onur, elini geri çekti. Kız ise tüm bunlar yaşanmamış gibi alayla konuştu.

"Emredersiniz komutanım(!)". Dalga geçen kız, karşısındakinin gerçekten de üsteğmen olduğundan bihaberdi.

"Hah! Tam da bu nedenden hemen beni çözüyorsun! Ben Üsteğmen Onur Ünal. Şimdi... O şerefsiz daha fazla uzaklaşmadan şu saçmalığa bir son ver! Eğer o alçağı yakalayamazsam dünyayı sana dar ederim!"

Onur'un ciddi bir sesle söylediklerine karşın, kız alayla güldü.

"Üsteğmenmiş. Tabi tabi! Ben de Angelina Jolie. Tanıştığımıza memnun oldum(!)"

Onur, sinirli bir şekilde güldü.

"O adam kaçarsa senin meslek hayatını bitireceğim!"

Adamın tehditini duyan kız bir anda irkildi. Ses tonundaki bir şey kısa bir anlığına 'Acaba doğru söylüyor olabilir mi?' diye düşünmesine sebep oldu.

"Diyelim ki öyle... Doğru söylediğini nereden bileceğim?"

"Dur cebimde bir yerlerde kimliğim olacaktı. Gizli göreve çıkarken yanıma aldığım ilk şey o olur benim. Salağım ya hani(!)."

Adamın ukala ses tonuyla sinirlendiğini hisseden kız "O zaman kusura bakmayın Üsteğmenim(!). Elimden bir şey gelmez!" dedi.

Onur, sinirle gözlerini kapattı. İçinde kopan fırtınaları hissediyordu. O adamı yakalamalıydı. Issız sokağa giren arabayla kaşlarını çatan Onur, şoförü gördüğünde gözlerini devirdi.

Arabadan çıkan adam birbirine kelepçelenmiş ikiliyi görünce gülmeye başladı.

"Çok yakışmış. Ee yüzükleri ne zaman takıyorsunuz? Nikah şahidiniz olmazsam kırılırım ona göre!'

"Amirim!"

Kızın söylenmesini takmayan Onur "Adam nerede?" diye sordu arabasına yaslanan polise.

"Hangi adam?"

"Ulaş! O şerefsizi elinden kaçırdığını söylersen... Ona olan tüm hıncımı senden çıkartırım!"

Ulaş, elini ensesine koydu ve gözlerini kaçırarak "Bizim çocuklar arıyor." dedi.

"Ne güzel yaa! Bravo size(!). Çok büyük halt ettiniz. Oğlum başka uyuşturucu satıcısı mı yoktu da geldin burayı bastın!"

"Bilmiyordum Onur! Sanki bilerek operasyonu baltalamışım gibi davranmasan? Ayrıca mesele uyuşturucu değil bu sefer. Yani asıl mesele değil!"

"Bir dakika! Bir dakika! Bu adam gerçekten de... Asker mi?"

"Yok Brad Pit ben. Tanıştığımıza memnun oldum(!)."

Sakinleşmek için nefes egzersizleri alan adam başarılı olmayınca başka bir yolu denedi. Merak!. Ne de olsa Merak=Onur demekti.

"Asıl mesele değil dedin? Asıl mesele ne ki?"

"Bir kayıp ihbarı üzerine geldik. Çocuğun uyuşturucuyla bağlantısı çıkınca davayı bize devrettiler... Sen gördün mü acaba! Bulut Cüneyt. Tanıdık geliyor mu?"

Duyduğu isimle nefesi kesilen Onur zorla yutkundu. Yüzünün halini gören Ulaş "Ne oldu? Çocuğa bir şey mi oldu? Yoksa..."

"Yaşıyor!" dedi Onur sertçe sözünü keserek.

"Ee o zaman?"

"Hastanede"

"Neden?"

Soruyu duyan Onur sustu. 'Çünkü onu vurdum' diyemedi..

Ulaş, Onur'un yüz ifadesinden kötü bir şeyler olduğunu anlasa da tekrardan bir soru yönetmedi. Ekibinin en başarılı komiserine dönerek "Aytül, kelepçeyi çıkarmayı düşünüyor musun?'diye sordu.

"Evet Aytülcüm(!). Biliyorum benim gibi bir yakışıklıyla kelepçeli kalmaktan çok memnunsun fakat benden sana yar olmaz tatlım!"

"Onur!!" diye çıkıştı Ulaş uyarırcasına.

"Ne? Sizin yüzünüzden o adamı elimden kaçırdım. Ahh be! Bari bir tane yüzüne patlatabilseydim!"

"Onurcum(!). Bakıyorum da pek bir şiddet yanlısıyız. Senin gibi bir yakışıklıya(!) hiç yakışıyor mu?"

Aytül'ün imalı ses tonuyla zaten sinirli olan Onur hızla ona döndü.

Oldukça yakınındaki kıza dik dik bakarak "Biz askerler, hakedene hakkettiği muameleyi yaparız! Az önce yumruğumun tadına bakmadıysan bundan!" dedi.

Aytül, kahverengi gözlere bakarken az önceki yakınlık aklına geldi ve gözlerini kaçırdı. Adam resmen üstüne çıkmıştı! Bu ukala adamla daha fazla vakit geçirmek istemeyen genç kız cebinden kelepçenin anahtarını çıkardı.

Sokakta Ulaş'ın telefon sesi yankılanırken Onur, Aytül'e döndü.

"Kaplumbağa hızında hareket etmeyi keseceksin misin Angelina?"

Adamın ses tonu sinirlerimi bozan kız "Şeytan diyor 'Çıkarma böyle kalsın!' dua et işin içinde ben de varım yoksa..." diye söylenirken Ulaş bir anda Aytül'ün elindeki anahtarı kaparak kendi cebine attı.

"Bence biz bu seferlik şeytanı dinleyelim!"

"Amirim!"

"Ulaş!"

Ulaş aynı anda kendisine bağıran ikiliyle beraber suratını ekşitti.

"Gelin bir önce şuradaki boş atölyeye girelim! Anahtarı o zaman vereceğim!.. Bakmayın yüzüme bön bön! Hadi!"

İkili sıkıntıyla adamı takip etti. Atölyeye giren adam en uç tarafa gidip, anahtarı camdan dışarı fırlattı.

"AMİRİM!!"

"Üzgünüm. Ben de emir kuluyum."

"NE SAÇMALIYORSUN ALLAH AŞKINA!.. Bak zaten sinirliyim. Hesabın kabarıyor Ulaş. Bu saçmalığı neden yaptın?"

"Ben söyledim!" diyerek atölyeye giren kişiyi görmesiyle gözlerini kıstı Onur.

"Yağız? Senin burada ne işin..."

Yağız'ın arkasından giren Tuncay"ı ve yanındaki adamı gören Onur, sözünü tamamlayamadı.

Hurşit, ağzı burnu kan içinde ve elleri kelepçeli bir şekilde ona doğru yürüyordu.

"Kim dövdü?" diye soran Onur'un ses tonu oldukça sakindi.

"Ben?" diyen Yağız 'Ne yapacaksın?' dercesine bakıyordu.

Onur sinirle gözlerini kapadı.

"Beyler sabrım taşıyor! İnanın bana gözü dönmüş Onur'la tanışmayı hiç istemezsiniz. Ulaş sen bana kelepçenin anahtarını, Tuncay sen de o şerefsizi veriyorsun!"

Yağız, Onur cümlesini bitirmeden 'olmaz' dercesine kafasını sallamaya başlamıştı bile.

"O adam bize lazım! Dokunamazsın!"

"Ahhh tabi lazımsa elbet dokunmam(!)" diyen Onur bir anda adama doğru koşmaya başladı.

Aytül, yanında sallanan kelepçeye bakakaldı. Bu adam kelepçeden nasıl ve ne ara kurtulmuştu?

Yağız, hızla yanlarına gelen adamı omuzlarından tutarak durdurdu.

"Bırak!"

Onur bir santim bile hareket etmeyen adamla bağırdı.

"ABİ BIRAK!!"

İkili inceler gözle birbirine bakmaya başladı.

"Kavga etmeyi düşünmüyorsunuz di'mi?" diyen Tuncay, böyle bir durumda ikisinin de, birbirinin haşatını çıkaracağının farkındaydı.

"Benim niyetim yok. Fakat arkadaşın Onur'un düşüncesi öyle sanırım!" dedi Yağız.

Tüm bu sahneyi izleyen Hurşit gülmeye başladı.

"Gerizekalı! Öldürteceksin kendini" diye mırıldandı Tuncay kolundan tuttuğu adama.

Hurşit'in gülmesiyle birlikte Onur, önündeki adamın diz kapağına vurup Tuncay'ın olduğu tarafa doğru atıldı. Anında toparlanan Yağız onu geri çekti ve "Yapabileceğinin en iyisi bu mu?" diye sordu alayla.

"Bunlar deli!" diye mırıldanan Aytül şok içindeydi.

"Kesinlikle! Burak'ın ekibinden de daha azı beklenemezdi!" dedi Ulaş gülerek.

Onur ve Yağız birbirlerini süzerken, ölüme susamış Hurşit konuşmaya başladı.

"Anladığım kadarıyla bu adam sizden biri. Çok merak ediyorum komutan(!)... Ekip arkadaşların şu Bulut denen çocuğu vurup öldürdüğünü bili..."

Tuncay adamın ağzını kapattı fakat oldukça geç kalmıştı. Korkulu gözlerle Onur'a baktı.

Günler öncesine dönen Onur bembeyaz kesildi. Buz gibi bir sesle konuşmaya başladı.

"Sen şimdi önümden çekiliyorsun Yağız! Ve ben de bu şerefsizi en acılı şekilde tahtalı köye yolluyorum!"

"Üzgünüm. Buna izin veremem!"

"Aynı durumda olan sen olsaydın yine de..."

"Birimizin mantıklı düşünmesini gerekiyor kardeşim! Öyle bir durumda da sen benim şu an yaptığım gibi beni engellerdin!"

"Abi ahdim var. O şerefsizle oldukça güzel bir konuşma(!) yapacağım. O yüzden..."

"Senin konuşmandan(!) önce biz bir konuşalım. Sonra sen..."

"Sonra mı? Hangi sonra? İkimiz de... O adamı karargaha götürdüğümüz andan sonra bir daha dokunamayacağımı biliyoruz. Hadi inat etme! Ağzına çalışmam söz. Konuşmak için kolu ve bacağına ihtiyacı yok. Karnına da... Parmaklarına... Burnu..."

"Hayır dedim!"

"Bölmek istemiyorum ama... Bulut hakkında söyledikleri?"

Ulaş'ın sorduğu soruyla birlikte tüm bakışlar Onur'u buldu.

"Yaşıyor dedim yaa!" dedi Onur ters bir şekilde.

Aytül şok içinde konuşmaya başladı.

"Çocuğu gerçekten de vurdun mu? O yüzden mi hastaned..."

"Evet! Vurdum!.. Ne yapacaksın? O kelepçeyi tekrardan mı takacaksın? Öyle yapacaksan kafandaki tel tokalara dikkat etmeni tavsiye ediyorum! Çünkü bir dahakine sana bu kadar merhametli davranmam!"

Aytül refleksle elini saçına götürdü. "Sen hangi ara... Kelepçeyi ilk taktığımda başımı tutmuştun. Tokayı almak içindi... Peki niye açmak için o kadar bekledin?"

"İnsanlığım tuttu. Çömez memuru şoka uğratmayım dedim. Dediğim gibi bir dahakin..."

"Bir daha böyle bir olay neden yaşansın ki? Kastettiğin Bulut meselesiyse... O adama bakışların her şeyi anlatıyor zaten! Büyük ihtimal çocuğu... Kurtarabilmek için vurdun. İyi cesaret! Bu dünyada bunu yapabilecek kişi sayısı yok denecek kadar az! Çocuk yaşıyorsa... Senin sayende Üsteğmenim."

Aytül'ün sözlerini duyan Onur, belki de o lanet günden beri ilk defa nefes aldığını hissetti. Kızın samimi bakan gözlerine, minnet dolu gözlerini kilitledi. İkisi de dudaklarında ,istekleri dışında, oluşan tebessümü silmek için uğraşmadı.

Yağız'ın çalan telefonu ikili arasında oluşan atmosferini bozdu. Onur, kendine gelerek Yağız'a baktı.

"Efendim Emre!"

"..."

"Evet adamı yakaladık. Maalesef o da yanımızda. Ama merak etme adama bir şey yapmasına izin vermiyoruz" dedi Onur'a bakarak. Onur gözlerini devirdi. Bunun intikamını çok pis alacaktı.

"Senin sesin neden bu kadar kötü geliyor! Arkada esip gürleyen Burak mı? Ne oluyor Emre? Bir sıkıntı mı var?"

Ters bir şeyler döndüğünü anlayan Onur, Yağız'ın elinden telefonu alıp hoparlörü açtı.

"Adamın verdiği adrese geldik ve... Onur haklıymış. Tek işleri uyuşturucu değilmiş. Keşke diğer işleri tahmin ettiğimiz gibi silah kaçakçılığı olsaymış!"

"Silah kaçakçılığı değilse... O kadar parayı nasıl toplamışlar?" diye sordu Yağız.

"Çocukları kaçırıp dilendiriyorlarmış!"

Adamlar birbiriyle bakıştı. Hepsi de dilendirilmeyle o kadar paranın kazanılamayacağını biliyordu. Bu yüzden Emre'nin devam etmesini beklediler.

"Sonra da... Onların... Adamlar organ mafyalığı yapıyormuş."

Aytül, duyduklarıyla küfrü basan 6 adama baktı ve yadırgamadı. Hanım hanımcık bir kız olmasaydı o da kesinlikle aynı şeyi yapardı. 'Benim yerime de küfredin' demek istese de sustu ve usulca içinden küfretti.

"Burak oradaki adamları sağ bıraktı mı?" diye soran kişi Ulaş'tı.

"Ulaş? Senin orada ne işin var? Neyse... Hilal, Burak'ı zor tutuyor. Gerçi onu dinlemeyip bizimle geldiği için Burak, Hilal'e en az adamlara olduğu kadar kızgın!"

"EMREE!"

Hoparlörden Hilal'in bağırmasını duyan adamlar endişeyle birbirine baktı. Hoparlörden koşma sesi ve ardından yumruk sesleri gelmeye başladı.

"Ne oluyor? Burak? Bırak... Adamı öldüreceksin! N'APIYORSUN?"

"KARIŞMA EMRE!"

"Ne demek karışma! Adamı öld..."

"Konuşursa öldürmeyeceğim. Gerçi bilemedim şimdi. Belki de öldürürüm... KONUŞ! Her türlü canına okuyacağım zaten. O yüzden... SÖYLE İT HERİF!!! ÇOCUK NEREDE?"

"Ne oluyor Hilal?" diye sordu Emre.

"Burak bazı belgeler buldu. Üzerinde Alican yazıyordu. Ne oldu anlamadım! Bir anda..."

"Alican mı?" diye mırıldandı Emre ve hoparlörün diğer tarafındaki K.İ.T. üyelerinin hepsi.

Saniyelik sessizlikten sonra "Alican yaşıyor mu?" diye fısıldadı Tuncay.

Tuncay, 8 ay önce gittiği ve 1 ay boyunca haber veremeden yürüttüğü görevde, Alican'ın ikizi Alişan'la tanışmıştı. 8 yaşında olan çocuk dilendirilmediği her vakitte 'Alican' diyerek ağlıyordu. Tuncay 1 ay boyunca, çocuğa zarar gelmesin diye uzaktan takip etmiş adamları yakalar yakamaz da çocuğu hep beraber ailesine teslim etmişlerdi. O gün K.İ.T. Üyeleri için unutulmaz bir andı. Aile çocuklarının birine kavuştuğu için sevinmiş, diğeri bulunamadığı içinse yıkılmıştı.

Anneleri, Burak'ın ellerine yapışmış 'Yalvarırım oğlumu bulun. Dirisini olmasa da... Bedenini bulun! Bir mezarı olsun en azından. Yalvarırım!' diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.

Onur, daha önce komutanını hiç o andaki kadar çaresiz görmemişti.

Ekip maziyi hatırlarken hoparlörden yeni bir ses yükselmişti.

"Tamam dur! Yalvarırım dur. Söyleyeceğim!.. Organ çıkarma operasyonları için çocukları başka bir adam alıyor. Adamın asıl işi uyuşturucuydu. Fakat para var diye yakın zamanda organ işine de girdi. Çocukların yerini o biliyor. Yaşıyorlarsa..."

Hoparlörden yumruk sesi duyuldu.

"Kim?" Ve bir yumruk daha.

"Ahhh! Vurma dur! Sadece adını biliyorum. Hurşit diye biri..."

Depoda bulunanların hepsi kafasını kelepçeli adama çevirmişti.

"Sanırım bu ben oluyorum!" diyerek pişkin pişkin sırıtan adamı gören Onur için, bardak artık taşmıştı.

Yağız ilk geldiğinde belinde iki silah taşıyordu. Birinin kendisininki olduğunu anlasa da bir türlü geri almaya fırsatı olmamıştı. Gerçi istese de, o adamla aynı sınırlar içerisindeyken Yağız hayatta vermezdi. Tam da şu anda yapacağı şeyden ötürü...

Yağız'ın beklemediği bir anda belindeki kendi silahını alan Onur, bir salise bile düşünmeden Hurşit denen köpeği bacağından vurdu.

Depoda "Ahh bacağım!" diye inleyen adam dışında çıt dahi çıkmıyordu. Çünkü hepsi şok olmuş bir vaziyette Onur'a bakakalmıştı.

"Ne oldu?" diye sordu Emre telaşla.

Hoparlörden Burak'ın kahkası yankılandı. "Bacağım diyerek inleyen köpeğe bakılırsa birisi yapmaya niyetli olduğum şeyi yapmış. Ben oyumu Onur'dan yana kullanıyorum! Nasıl?.. Doğru bildim mi?"

"Sen ve yanlış tahmin hiç aynı cümlede geçebilir mi abim?" dedi Onur eğlenen bir sesle. Ve diğerlerinin bakışları altında Hurşit'in kafasına silahını dayadı.

"KONUŞ!"

"Beni öldüremezsin!"

"İşte ben o dediğinden pek de emin değilim be Hurşitçiğim(!). Hadi Bulut'u... Eniştesinin borcundan, uyuşturucularını yakmasından falan anladım diyelim ,ki hiçbir şekilde anlamıyorum, küçücük çocuklardan ne istedin lan İt?"

Hurşit gevşekçe güldü.

"Çok iyi para var. Tavsiye ede... Ahh!"

Onur, yüzüne silahın kabzasıyla vurunca inleyen adamı göstererek "Daha deminden beri koruduğun adama dön bir bak istedim Yağız!" dedi.

Yaşız, iki elini de havaya kaldırarak "Ben ettim sen etme abi! Büyüksün!" dedi alayla.

Hepsi de havada uçuşan esprilerin ve alayın nedenini biliyordu. İşi espriye vurmazlarsa olayın ağırlığının altında ezilen adamlar, bir saniye bile düşünmeden silahı çıkartıp o şerefsizin (şerefsizlerin) beynini havaya uçururdu.

Tam da bu nedenden her görevde saçma espriler yaparlar ve hepsi de tetikte kalırlardı. Diğeri yanlış bir şey yapmasın diye...

Halbuki onuru olmayan haysiyetsiz insanların ölümü dünya için çok büyük bir iyilikti. Yasalar aynı şeyi düşünmüyor olmalı ki, adamı canlı götürmekten başka şansları yoktu.

Bu olayın bilincinde olan şerefsizler de özgüven patlamasıyla, zaten istese de öldüremez düşüncesiyle hareket ediyorlardı. Tabii işin rengi K.İ.T'le tanıştıktan sonra değişiyordu. O deli adamlarla bir kez tanışan 2. tanışmada gönüllü itirafçılık yapardı. Bir kez daha o deliliğin muhatabında olmamak için.

Hurşit başına geleceklerden habersiz yayvan bir şekilde yerde oturmuş vurulan bacağına bakıyordu.

"Bunun hesabını vereceksiniz! Avukatım gel..."

"Avukat? Hangi avukat? Sen bizi polisle karıştırdın sanırım. Bunu kelepçelerken yanlışlıkla avukat tutma hakkına sahipsin diyip kandırdınız mı lan? Sen artık ölü bir adamsın. Avukatı unut!"

"Öyle deme abi yaa. Geçen konuştuğum(!) bir şerefsiz dedi. Şeytanın avukatlığını yapan Kevin Lomax'ı yaptığı iş kesmemiş. Şimdi de şerefsiz ruhlara hizmet sağlıyormuş. Dişli bir rakibimiz var galiba. Ne yapacağız?" dedi Tuncay korkulu bir sesle.

Aytül karşısındaki adamlara şaşkın gözlerle bakıyordu.

"Amirim bu adamların tımarhane kaçkını olmadığına eminsiniz di'mi?" diye sordu Ulaş'a sessiz bir şekilde. Ses tonu şakacı olsa da ciddi duruyordu. Ne de olsa az önce Onur, göz göre göre bir adamı vurmuştu.

"Tüm suç liderlerinin. Valla bak! 3 yıl önce tanıştığımda hepsi efendi, uslu çocuklardı. Onur falan el pençe divan duruyor bana abi diyordu. Şimdi el pençeyi geçtim, abi bile demiyor. Gördün işte. Burak denen mazoşist hepsinin ayarlarıyla oynadı. Hepsini kendine benzetti! Şimdi hepsiyle uğraşıyor diyeceğim de... Beyefendi bu durumdan gayet memnun. Herkesten önce o yiyor haltı! Olan Binbaşına oluyor. Yazık adama!.. Ekip'te onun tarafında olan aklı başında bir Emre var. O da olmasa Burak'ı kimse zaptedemez zaten!"

Ulaş'ı tasdiklercesine hoparlörden Burak'ın sesi yükseldi.

"Oğlum hazır bir bacağını vurdunuz. Zaten şikayetçi(!) de olacakmış. Neden daha fazlasını yapmayalım de'mi? Bekleyin beni, ben de geleyim. Asıl eğlence orada!"

"Asıl eğlence burada mı? Abi deminden beri adam dövüyorsun. Sen bugünkü hakkını kullandın... Hem bu şerefsiz benimdi. Bana sözün var!"

Onur'un cümlesinin üzerine Emre, isyan edercesine inledi.

"Allahım neydi benim günahım? Bir de adamı dövmesi için izin mi verdin Burak? Ekip lideri için çok yanlış kişiyi seçmişler! Bir kez daha anladık!"

"Anladık? Neyi anladık acaba Emre Bey? Hayır aklım almıyor. Şu an aramızda ilk delirenin sen olması gerekmiyor mu? Az önce çıkan çocukların yaşlarına bak bakayım! Daha demin... 6 yaşlarında bir çocuk gördüm. Sen nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?.. Buradakiler yine iyi! Diğerleri ne halde Allah bilir. Bu şerefsizlerin geçmişte yaptıklarına girersek... Tüm adamları acımadan öldürürüm. En iyisi geçmişi açmayalım!"

"Onur, sınırsız yetki! Öğren şu mekanı."

Emre'nin cümlesini duyan Onur keyifle gülümsedi.

"Eveet! Komutanlarım da benimle aynı düşündüğüne göre... Önce elindeki kelepçeleri çıkarmakla mı başlasak?"

Onur silahı alışkın bir hareketle beline soktu ve Hurşit'e doğru eğildi. Ulaş'a dönen Aytül konuşmaya başladı.

"Amirim! Emre aklı başında mı demiştiniz?"

"Onu da kendine benzetmiş mazoşist herif! Emre iyi dayandı ama yıllarca. Hakkını yememek lazım!"

Aytül sessizce gülerken gördüğü sahneyle gözlerini pörtletti.

"AAHHHHH!!" diye haykırdı Hurşit.

"Ay tüh! Oldu mu bu şimdi? Görünmez kaza bunların hepsi. İyi misin balım. Çok canın yanıyor mu?"

"HAYVAN HERİF! Bileğimi çıkarttın!"

"Ayy tatlım sana kim anlattıysa yanlış anlatmış. Hayvan olan ben değilim! Ben Hacker olanım. Ahanda şu gördüğün adam Şahin, telefonun diğer ucundakiler de Alfa ve Panter! Bileğine gelirsek... Onda ben oldukça masumum. Bizimkiler kelepçenin anahtarını unutmuşlar! Tüh gördün mü işi? Kaş yaparken göz çıkardık! Göz demişken... Senin gözüne bir şey mi kaçmış! Gel bi bakayım!"

Silahın namlusuyla adamın gözünü açmaya çalışan Onur başarılı olamadı. Adam inleyerek yere kapandı ve bağırmaya başladı.

"Yine ne oldu?"

Yağız gülerek konuşmaya başladı.

"Sanırım silah yeni ateşlendiği için barut kalıntıları gözüne geldi. Yazık oldu adama. Ben de ıslak mendil olacaktı. Vereyim de sil bari!"

"Sileyim bari. Ver bakim!"

Onur'un kendisine yaklaştığını gören Hurşit kaçmaya çalıştı.

"Aa-aa! Niye böyle yapıyorsun börtü böceğim? Kalbimi kırıyorsun ama! Gel yamacıma hadi!"

"Deli misiniz lan siz?" diyen adamın yüzünde ilk defa bir korku belirtisi göründü.

"Yeni mi anladın?" diye soran kişi telefonun diğer ucundaki Burak'tı.

"Şimdi biz sadece işin gırgırandayken ötüyorsun! Yoksa... Önce kendimizi tanıtmalıydık. Özür dilerim. Hata bende... Bize K.İ.T. derler! Açılımı Kusursuz İşkence Timi. Yapacaklarımızı hayal dahi edemezsin!.."

"Gerçekten de açılımı bu değil di'mi?" diye fısıldadı Aytül, Ulaş'a dönerek.

Ulaş gülmemek için dudaklarını ısırırken "Yani kısmen gerçek. Öyle tanınırlar." dedi.

Hurşit bir süre duraksadı. Cidi ciddi düşünmeye başlamıştı. Sonrasında aklına gelenlerle bir anda başını kaldırdı ve gülmeye başladı.

"Siz... Gerçekten de bittiniz! Komutanlarından icazet aldın. Peki onların da üstü... Hesap sormayacaklar mı yani? Sen içimize kadar sızdığına göre mesele büyük! İşin içinde sizden fazlası var!.. İstediğinizi yapın! Konuşmayacağım. Şu ana kadar yaptıklarınızla bile ceza alırsınız! Daha fazlasıysa kesinlikle kovulmanıza neden olur!"

"Abi duydun mu? Kovulmak diyor!"

"Duydum duydum. Korkudan ağlıyorum şu an(!). Acaba öldürüp gömsek mi? Kaçtı deriz!" diyen Burak oldukça ciddiydi.

"Bana uyar!"

"Benim de kabulum!"

"Neden olmasın?"

"Ama ben öldüreceğim!"

Hurşit korku dolu gözlerle etrafındaki adamlara bakıyordu. Son kozunu kullanarak "Ben ölürsem o çocukların yerini asla öğrenemezsiniz!" dedi.

Onur, bir anda gülmeye başladı. Onun bu gülüşünün sebebini anlayam Tuncay "Birilerinin planı var anlaşılan!" dedi gülümseyerek.

"Mikrofon sende Hacker!" dedi telefonun diğer ucundaki Burak.

"Komutanım az önce ne oldu biliyor musunuz? Biz tam Hurşit denen şerefsizi yakaladık, boş bir atölyeye geldik, onu bir direğe kelepçeledik plan program yapıyoruz. Bu adam nasıl yaptıysa bileğini çıkartıp ,bildiğiniz çıkartma hani kırığa benzeyenden, kelepçeden kurtulmuş. Biz ne olduğunu anlayamadan... Adam bir anda ayağa kalktı. Ve çıkışa doğru koşmaya başladı. Ehh haliyle ben de kaçmasını engellemek için bacağından vurdum!"

"Yani! Doğal olarak. Eee sonra ne oldu?"

Burak'ın sorusuyla beraber Onur, fabrika çıkışına doğru yürümeye başladı.

"Beni vurdu! Hata bizde ama! Zaten kelepçeli diye silahını ortada bırakmıştık. Kaçarken onu almış. Vurulduktan sonra ben daha ne olduğunu anlamadan silahı çekti ve beni vurdu! Merak etmeyin sadece sol kolumda bir sıyrık var. Reflekslerim sağolsun!"

İlk başlarda karşı taraftan hiç ses gelmedi. En sonunda "Yaa demek öyle. Sadece sıyrıksa sorun yok! Geçmiş olsun." dedi Burak.

İzni alan Onur, Yağız'a baktı. Yağız birkaç saniyelik tereddütün ardından Hurşit'in silahını aldı ve Onur'a doğrultup ateşledi.

Aytül istemsizce bir adım geri çekildi. Bu adamlar deli değil, zır deliydi.

Onur, tüm bunlar olurken gözünü bile kırpmamıştı. Kolu kanayan adam sanki yaralanan kendisi değilmiş gibi silahı sol eline aldı. Bir çeşit gözdağı...

Hurşit dehşete düşmüş bir şekilde adamlara bakıyordu. Aklında 'Kendilerine bile isteye zarar veriyorlarsa bana ne yaparlar' düşüncesinin geçtiğine emindi Aytül. Çünkü kendisini de bu düşünce sarmıştı.

Onur, bunu doğrularcasına silahını Hurşit'e doğrulttu ve konuşmaya başladı.

"Şimdi... Her ne kadar bunu yapmayı deliler gibi istesem de o kafana sıkmayacağım. Her şeyden önce bu çok kolay bir ölüm olur. Senin gibi kanı bozukların, kolay ölmesi vicdanıma iyi gelmiyor. Ayrıca bize anlatacakların var. Yavaş yavaş anlatabilirsin. Hatta yalvarırım(!) konuşma. Biraz eğlenmek istiyorum!"

Hurşit, silahla yanına yürüyen adamı görünce sürünerek geriye kaçtı.

"Biliyor musun börtü böceğim? Tıp uzmanları insan vücudunda neden apandisit bulunduğunu hala tam olarak çözebilmiş değil. İnsanlar apandisiti olmadan da yaşayabiliyor. Önce orayı vuracağım. Merak etme ölmeyeceksin. Sonra... Sırasıyla böbrek ve kalın bağırsağından vuracağım. Ve yine ölmeyeceksin. Çünkü tıp çok gelişti. Ölmeyeceksin fakat... Sürüneceğin kesin. Böbrek için... Dua et diyaliz gerekmesin. Kalın bağırsağını da stoma uygulamasıyla kurtarırsın. Tek sorun kalın bağırsağın dışarıda yaşamak zorunda kalacaksın. Veeee muhteşem final... İnan bana finale bayılacaksın(!)."

Onur, kendisinden kaçan adamı yakalarından tuttu ve kulağına yaklaştı.

"Biliyor musun bitanem? Hapishanede çoook sevilen bir tayfa vardır. Sonraki kurşunum... Senin de sevilmeni sağlayacak münasip bir yerine gelecek!"

Hurşit bembeyaz kesildi.

"Yapamaz.. Yapamazsın!"

"Denemek serbest! Hadi başlayalım!"

Onur, kararlılıkla silahı doğrultup geriye gitti.

"Dur! Dur tamam! Söyleyeceğim!"

"Seni dinliyorum!"

"Adres..."

Telefondaki Emre "Hemen yakındaki bir ekibi gözlem için gönderiyorum!" dedi.

🦋

Yarım saatin sonunda Hurşit'in doğru söylediği ortaya çıkmıştı. Bayıltıldığı için yerde yatan adamın yanında konuşmaya devam ediyorlardı.

"Siz hemen olay yerine geçiyorsunuz değil mi? Sordunuz mu Alican nasılmış? Ailesine göndermeden önce bir psikologla falan konuşulsa mıydı?"

Tuncay'ın endişeli sesi atölyede yankılandı.

"Merak etme! Ben görüşeceğim! Ailesiyle de konuşup pedagog olan bir hocama yönlendireceğim. Tüm çocukları..."

Hilal'in sesini duyan Yağız "Hilal? Bunca zaman yanlarında mıydın?" diye sordu şaşkınca.

"Evet!"

"O kadar olay oldu. Hiç sesin çıkmadı! Diğerleriyle geri döndüğünü düşünmüştüm. Oradaydın ve konuşmadın? Hayırdır bir şey mi oldu?"

"Birileri sağolsun(!). Konuşursam beni odaya kapatmakla tehdit etti. "

"Ve sen de tehditine boyun eğdin. Vay canına bu bir ilk!" dedi Onur şaşkınca.

"Yoo! Tehditine boyun eğmedim."

"Pek öyle görünmüyor!" diye mırıldandı Ulaş gülerek.

"Ben sadece... Kıyamadım! Bugün sınırlarını yeterince zorladım zaten!"

Hilal'in cümlesi üzerine Ulaş kaşlarını kaldırdı.

"Burak orada değil sanırım!"

"Burada!"

Şaşkınca "Sen... Nasıl?.." dedi ve durdu Ulaş. Hilal'in bu cesur tavrı şaşırtmıştı onu. Burak'ın işi sandığımdan da zor!

"Ben... Susmaktan birazcık yorulmuş olabilirim! Sorun yok merak etme! Kontrol hala bende. Tabi Burak bana böyle bakmayı kesmezse... Büyük bir sorun yaşanabilir!"

Ulaş dudaklarını oynatarak, atölyedekilere hitaben "Ben ne kadarını kaçırdım?" diye sordu.

Onur elini 'çook şey' dercesine havada sallayarak "Ohooo! Ateş bacayı değil, bizim tüm fabrikayı sarmış durumda. Olan bize oluyor!" dedi sessizce.

"Burak nasıl bakıyormuş?" diye sordu Ulaş durumdan memnun bir şekilde.

"Şu an telefondan yanına ışınlanıp, seni boğacak gibi!.. Eyvah! O bakışlar şimdi bana döndü. Gerçi söz konusu ben olunca... Bir yandan öldürecek gibi bir yandan d..."

"HİLAAL!" dedi Burak neredeyse inleyerek. Hilal'in bu tavırları, tüm benliğini zorluyordu. Ne halde olduğunu görmüyor muydu? 'Gördüğü için yapıyor zaten. Ona kötü de davransan o şekilde baktığın sürece o kız yanında kalacak! Ve üzgünüm Alfa... Ne kadar uğraşırsan uğraş gözler yalan söyleyemez!'. İç sesine 'Senin bu aralar çok dilin uzadı!' diyen adam âna döndü ve konuşmaya başladı.

"Pekala millet! Yağız ve Tuncay! Siz şu Hurşit salağını bağlı olduğumuz askeriyeye teslim edin. Sorguya onlar devam edecekmiş! Ulaş sen de... Oğlum ne diye sürekli bizim operasyonların içindesin? Kadrolu teklif edelim. Boşuna bilgi toplamak için yorma kendini! Neyse... Bir yandan iyi bir tesadüf oldu. Aradığımız adamlar işin içinde K.İ.T.'in olduğunu anlamayacak. Hurşit'in öldüğünü söylersin. Bizim hastaneneye sevk etmiş olun! Karakolda kendisini sürüyle iş bekliyor beyefendi hala lak lak peşinde!"

"Ben de seni seviyorum Burakçım!"

"Ulan Ulaş! Neyse... Onur sen de hemen hastaneye! Önce koluna baktırıyorsun sonra da... Bulut'u görmeye gidiyorsun! Anlaşıldı mı?"

Onur, Bulut'un adını duyunca yere baktı. Eli istemsizce yumruk olmuştu.

"Kardeşim?"

Burak'ın sesinde endişe, anlayış ve biraz da uyarı vardı.

"Tamam abi!" diye mırıldandı Onur.

Burak "Sonra görüşürüz!" dedi ve telefonu kapattı.

Ulaş, atölyenin çıkışına yürüyen Onur'u, kolundan tutarak durdurdu.

"Nereye?"

"Hastaneye?"

"Bu halde mi? Aytül Bulut için gidecekti zaten. Beraber gidin!"

Onur, itiraz etmek için döndü. Fakat kızın kahverengi gözlerini görünce duraksadı. Bu kız bana neden bu kadar tanıdık geliyor? Meraklı Onur, bu sorunun cevabını öğrenmeyi umarak konuştu.

"Olur! Benim için farketmez!"

Loading...
0%