Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm- Olric

@yasminiesa

Geldikleri kafenin adını gören Hilal "Eftalya mı?" diye mırıldandı. Emre'ye dönerek "Burası sizin mi?" diye sordu.

Emre başıyla onayladı. Ardından şaşkınca sordu. "Kafe açılalı 3 ay bile olmadı. Sen nereden biliyorsun buranın bizim olduğunu?"

"İsmi... Kardeşinin ismi değil mi? Eftalya!"

"Evet de sen nereden..." Emre bir anda susup Burak'a baktı. Diğer ekip üyeleri gibi.

Burak, hiçbir şey demeden kafeye girdi.

"Sana gerçekten de her şeyi anlattı mı?" diye mırıldandı Emre düşünceli bir şekilde.

"Ailesi hariç... Her şeyi!"

Emre hüzünle tebessüm etti. "Tabu konusu. Fakat en azından artık eskisi kadar sessiz değil!"

"Hadi girelim!" diyen Tuncay'la kafeye yöneldiler.

İçeri girdiklerinde Emre alışkın adımlarla cam kenarındaki masaya geçti. Hilal, Burak'ın yanına oturdu.

Onur'un ve Binbaşının da gelmesiyle ekip tamamlanmıştı.

Sipariş almaya orta yaşlı güzel bir kadın geldi. Kadını gören Emre ve Burak aynı anda ayağa kalktılar.

Emre "Annem" diyerek sarıldı kadına.

Burak hafif çapkın bir gülüşle "Validem! Her geçen gün biraz daha gençleşip, güzelleşmeyi nasıl başarıyorsunuz?" diye sordu.

"Hiç yakalakalık yapma Burak! Neredesin sen kaç haftadır?" diyen kadın, ilk başlarda gözlerini kısıp Burak'a baktı. Sonrasında ona kıyamamış olacak ki kollarını açtı.

Burak, kocaman gülümseyerek onun kollarındaki yerini aldı.

"Hoş geldin oğlum!"

"Hoş buldum Validem!"

Kadın geri çekilip masadakilere baktı. Gözleri Hilal'i bulduğunda direk onun yanına gitti. Hilal, kendisine doğru gelen kadını görünce ayağa kalktı.

"Hoş geldin Hilalciğim! Ben Sevda!" diyerek kendisine sarılan kadınla bir an afalladı genç kız.

"Validem? Sen onun kim oldu..."

Burak, başladığı cümleyi tamamlamadı ve aniden Emre'ye döndü.

"Ne anlattın?"

Emre saçma bulduğu soruyla kaşlarını kaldırdı ve cevap verdi.

"Ekibe yeni üye olarak geldiğini?"

"Başka?"

"Başka ne diyebilir ki? Ne demiş olmasını bekliyorsun? Burak'ın en büyük imtihanı mı daha uygun yoksa..."

Burak, konuşan Hilal'in sözünü keserek sataştı. "Niye atlıyorsun hemen? Sana mı sordum?"

"Başrol benim yalnız! Onu ne yapacağız?"

Burak, derin bir nefes aldı.

"Bu böyle olmayacak! Yeterince uzun bir gündü! Size afiyet olsun."

Burak, diğerlerinin itirazlarını takmayarak arkasını dönüp çıkışa yöneldi.

"Arabam karargahta kaldı! Nasıl gideceğim?"

Hilal'in sorusunu duyan adam yürümeyi kesti. Birkaç saniye durakladıktan sonra geriye döndü ve masadakilere baktı. Hepsi de Hilal'i bırakabilirdi.

Peki Alfa bunu istiyor muydu?

Kesinlikle hayır!

Hilal meydan okurcasına Burak'ın gözlerine bakıyordu. Onun tereddütünü görünce konuşmaya başladı.

"Otursan mı artık? İkimiz de gitmeyeceğini biliyoruz!"

Burak derin bir nefes aldı. "Gerçekten de yorucu bir gündü!"

Adamın yorgun sesini duyan Hilal, hüzünle tebessüm etti. "Tek senin için değil hepimiz için öyleydi. Sözleşmemin bitmesine oldukça uzuuuun bir zaman var. Bu süre boyunca ,özenle, bulduğum her anda, kutlama yemeğimden çekip gittiğini dile getirmemi istiyorsan... Kapı orada!"

Burak, parmağıyla kendini göstererek "Sen... Beni tehdit mi ediyorsun?" dedi hayretle.

"Yooo. Yapacaklarımı bildiriyorum sadece!"

Hilal'in gülerek söylediği söz üzerine Burak homurdandı. "Yapacaklarıymış... İşi inada bindirme..."

"İnat? Mesele inatsa... İnadımın, seninkine galip geleceğine eminim! Farkındaysan şu an... Hasta bir şekilde de yatmıyorum!"

Kızın kurduğu cümleyle birlikte Burak 3 ay öncesine gitti. Ona çorba pişirdiği güne... O zaman hasta haliyle kendi inadını geçemeyeceğini söylemişti kıza. Aradan aylar geçmesine rağmen hatırlıyordu.

Hepsi işitsel zekası yüzündendi. 'İşitsel zekayla alakası olduğuna emin misin? Sen de işitsel zeka yok ama her anını hatırlıyorsun! Hilal de senin hatırlama sebebinle aynı nedenden dolayı hatırlıyor olmasın?"

İç sesini takmayan Burak, Sevda annesinin "Hadi ama oğlum! Neden oturmamak için bu kadar direniyorsun ki?" demesiyle bıkkın bir nefes verdi.

"Benim yüzümden!" diyen Hilal'i duyduğunda gözlerini kapattı. Hilal, devam etti.

"Bugün patavatsızlığım tuttu. Susmam gerekirken... Susamıyorum! Biraz... Yoruldum sanırım. Neyse... Uyuyunca geçer. Yani öyle ümit ediyorum. Yoksa işimiz yaş!"

Burak, gözlerini kıza dikti. Bugün sözleri ayrı bir içini yakıyordu. 'Hepsi o Didem denen kızın suçu! Sen itiraf etmemek için aylarca çabaladın. Herkesi susturdun. Fakat o kız bir tebessümünden senin Hilal'i sevd...'

"Sana en azından bugünlük konuşmayı yasaklamam lazım!"

"Dedi. Zamanında... Yanında istediğim kadar dışa vurum yapabileceğimi söyleyen adam!"

Burak' ın aklına geçmişte söyledikleri geldi.

-"Benim yanımda istediğin kadar dışa vurum yapabilirsin. Ben seni dinlerim kelebek. Sürekli konudan konuya atlasan da.." -

İlk kez o zaman ona kelebek diye seslenmişti. Şu an seslenemese bile... Hilal, her zaman onun kelebeği olacaktı.

Burak, derin bir iç çekerek sandalyeye oturdu.

Ev yemekleri de satılan Cafe'den kimisi yemek, kimisi ise pizza isteyerek bugün yaşananlar hakkında koyu bir sohbete koyuldular.

🦋

Yemekten sonra herkes tatlı siparişi verirken Hilal hala menüyle bakışıyordu. Gerçi profiterol ve frambuazlı pastayla demek daha doğru olurdu. Diğerlerinin ona bakışlarının farkında olmayan genç kız gözleriyle ikisini de yiyordu.

Burak, bu olaya daha fazla dayanamayarak menüyü Hilal'in elinden aldı ve Sevda'ya dönerek "Validem! Sen bize bir profiterol, bir de frambuazlı pasta getir!" dedi.

Hilal, gözlerini kısıp Burak'a bakmaya başladı.

"Oğlum kız belki frambuazlı pasta yemeyecek! Neden onun adına karar veriyorsun?"

Hilal, kafasıyla Sevda'yı onayladı ve menüyü almak için Burak'a uzandı. Bir yandan da söyleniyordu.

"Hayır artık ne yiyeceğime de karışır oldun. Ben belki pasta istemiyorum... Ver şu menüyü Burak!"

Burak, menüyü vermemek için yukarı kaldırıyor Hilal ise almak için uğraşıyor hatta arada Burak'a ufak el hareketleriyle vuruyordu.

Kendi aralarında gülüşerek kavga eden gençler tüm mekanın ilgi odağı olmuştu fakat ikisi de bunun farkında değildi.

"Hadi bir son ver artık Hilal! Benimle uğraşamazsın!"

Hilal, omuzlarını silkerek tekrar menüye uzandı. Burak ise göz kırparak menüyü diğer eline aldı. Aslında Hilal şu ana kadar onlarca kez menüyü alabilirdi fakat aklını yeterince kaçırmamıştı. Nerede olduğunun gayet de farkındaydı. Yanlış bir pozisyona girmemek için de sürekli geri çekiliyordu. Burak, bunun farkındalığıyla en sonunda kahkahayı bastı.

"Çok kötüsün! Ver şunu!" diye söylenen Hilal yerine oturdu ve kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Küstün mü?" diyerek kıza yaklaştı Burak.

"Bak hala gülüyor yaa! Ver şu menüyü!"

"Ortada çok büyük bir yanlış anlaşılma var. Önce onu düzelteyim!" diyen Burak, Sevda'ya döndü.

"Profiterol, Hilal için! Duble olsun. Bir de bol çikolata soslu."

Sevda kaşlarını çattı. "Tamam da sen..."

"Sen frambuazlı pasta sevmezsin ki!"

Sevda ve Hilal aynı anda konuşmaya başlamışlardı. Sevda cümlesini yarıda kesip şaşkınca Hilal'e bakmaya başladı. Burak hakkında böyle bir bilgiye sahip kızı dikkatli gözlerle incelemeye başladı. Hilal onun bakışlarından utanarak başını önüne eğdi. Burak'ın onun bu haline güldüğünü hissedince hızla ona döndü. Burak eğlenen gözlerle onu izliyordu. Sevda ise oğlunun mutlu eden kızla minnetle tebessüm etti ve kızın daha fazla utanmaması için cafe sahibi moduna büründü.

"İstersen ikisinden de getireyim!"

"Yok teşekkürler! Hatta siz... Burak'ın frambuazlı pastasını iptal edip çikolatalı pasta getirin. Fakat içinde fıstık olmasın. Fıstığa alerjisi va.. Pardon! Siz zaten bunu biliyorsunuzdur!"

Susan Hilal usulca geriye yaslandı. Bugün neden geçmiş konuları açıp duruyordu?

Sevda kaşlarını kaldırarak Burak'a baktı. Oğlu boşuna kızı nasıl tanıttığıyla alakalı çıkışmamıştı. Hilal, Burak için sadece iş arkadaşı değildi. Çok, çok daha fazlasıydı.

"Tamam Burak'a pastasını getiririm. Sana da..."

"Validem! Sen benim dediklerimi getirir misin?"

"Ama Burak..."

Burak, ona itiraz eden Hilal'e döndü. Gülümseyerek "Bugün senin günün..." Kelebek dedi.

Bı cümleyle ikisi de geçmişe döndü.

🌙 🌠🌙

"Hadi gel! Gidiyoruz!"

"Nereye?" diye sordu Hilal kitaplarını toplayan Burak'a bakarak.

"200 soruda sadece 9 yanlış yaptın. Bunu kutlamaya! Pastaneye! "

Hilal gülerek "Pastane deyince akan sular durur! Hadi gidelim!" dedi

İkili konuşarak kütüphanenin hemen yanında bulunan pastaneye girdiler.

15 dakika sonra

"Hilal?"

"Efendim?

"Artık seçsen diyorum? Garson bize dik dik bakmaya başladı da."

Hilal, isyanla menüyü bıraktı.

"Ama profiterol hayatım, frambuazlı pastaysa yaşamım!"

Burak, şaşkın gözlerle kıza baktı.

"Yalnız... İkisi de aynı anlama geliyor. Farkındasın değil mi?"

"Anladın mı şimdi nasıl hissettiğimi? İkisi arasında seçim yapamıyorum! Çünkü ikisini de aynı değerde seviyorum. Hayatımı belki çok azıcık fazla..."

Adam, karşısındaki kızın dudağını büzerek menüye bakmaya devam etmesiyle daha fazla dayanamayıp kahkaha attı.

"Gülme yaa!.. İkisini alsam bitiremeyeceğim. İsraftan da nefret ettiğimi biliyorsun! Bir karar vermem lazım. Dur dur! Ne yapıyorsun? Neden garsonu çağırdın şimdi? Ben daha karar verememiştim. Off Burak yaa!"

Burak, yanına gelen garsona "Bir porsiyon profiterol ve bir dilim frambuazlı yaş pasta, 2 de çay alabilir miyiz?" diye reel sipariş verdi.

"Bu neydi şimdi?"

"Bugün senin günün! Hayatın ve yaşamın hakkında karar vermeni kolaylaştırıyorum! Hayatını daha çok sevdiğine göree... Profiterol senin olur. Frambuazlı pastayı da ben alırım. Ama sen de yersin! Anlaştık mı?"

Hilal, kocaman gülümsedi ve "Anlaştık!" diye mırıldandı.

Siparişleri geldiğinde Burak, aşık gözlerle profiterole bakan kızı izlemeye başladı. 3. Profiterolu ağzına atan Hilal, izlendiğini yeni farkederek kafasını kaldırdı.

"Hiiiç öyle bakma! Bu benim!" dedi kendini tabağa siper ederek. Burak'ın bakışları biraz daha yoğunlaştı. Kızın doğallığı her geçen gün ona olan hayranlığını arttırıyordu.

"Bakma öyle! Tamam bir tane... Cık bir tane fazla. Şunun şurasında sadece 6 tane geldi zaten. Yarım tane veririm!"

"Yarım tane?" dedi Burak gülen sesiyle.

"Evet!"

Burak, çayından bir yudum aldı. Çatalını frambuazlı pastaya daldırdı ve ağzına götürdü.

Hilal, pastayı yerken yüzünü buruşturan adamı farkettiğinde pastanın yarısı yenmişti bile.

"Allah aşkına tatlı değil mi o pasta? Gören de turşu yiyor sanır!"

"Turşu olsa daha iyiydi. Senin aksine ben turşu seviyorum Kelebek!"

"Bu frambuaz sevmediğin anlamına mı geliyor? Sen ciddisin! Ne diye aldın o zaman!"

"Bugün senin günün kelebek! İkisinden de ye! Yarım profiterolümü isterim ama!"

Hilal, tabağındakilerden birini kenara ayırdı.

"Fedakarlığı boş çevirmem! Sana kocamaaan bir tane veriyorum. Değerini bil bak!"

Burak, Hilal'in yüzüne bulaşmış çikolataya bakarak gülümsedi. "Çocuk gibisin Hilal!" derken peçeteyi ona uzattı.

Peçeteyle yüzünü silen Hilal, "Ruhu çocuk olmalı insanın! Yoksa ölüm kaçınılmaz!" diye mırıldandı.

"'Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım' diyorsun yani."

"Biliyor musun? Seni anlayan bir insanla konuşmak kadar güzeli yok!"

Tatlılarını bitiren gençler, çaylarını tazeletip konuşmaya devam ettiler.

Kısa süre sonra Hilal, duvardaki panoyu gördü. "Bir şeyler yazalım mı?"

Burak da panoya baktı ve peçeteyi önüne aldı. Bir süre düşünen adam "Niye düşünüyorsam?" diye mırıldanıp yazmaya başladı.

Hilal, yazmayı bitiren adam doğru eğildi ve peçeteyi okumaya çalıştı. Bu esnada Burak sessiz bir şekilde yazılanları okudu.

- Sus Olric! Düşünüyorum.

+ Düşünmek ne haddinize efendimiz?

- Descartes düşündükçe var oluyordu Olric.

+ Descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz.

"Bence bu duruma uygun olarak 'Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.' kısmını yazmalıydın!"

Burak, hızla Hilal'e baktı.

"Okumadığını söylemiştin?"

"Okumamıştım! Bir türlü cesaret edemiyordum şahsen. Bir kısım bayılırken... Diğer kısımsa nefret ediyordu. Lakin siz ve sizin bu tutunamayanlar aşkınız beni oldukça etkiledi Bay Olric! Ben de bir şans verdim!"

Burak, durgun bir şekilde çay bardağıyla oynamaya başladı.

"Olric..." diye mırıldandı kendince.

Anlam vermeyen Hilal "Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu. Sesindeki endişe hissediliyordu.

Onun üzüldüğünü anlayan Burak ona tebessüm etti. Ama bu buruk bir tebessümdü.

"Tutunamayanları ilk okuduğumda 10 yaşındaydım!"

"Ne? O yaşta öyle bir kitabı anlamayı geçtim, okumaya kalkışman... Ne zorun vardı Allah aşkına?"

Burak "Kıskanmıştım!" diye mırıldandı.

Hilal kaşlarını çatarak sordu. "Kimi?"

"Annemi..."

Burak'ın özlem dolu fısıltısını duyan Hilal'in kalbi acıdı. Adam geriye yaslandı ve konuşmaya başladı.

"Annem, bir lisede edebiyat öğretmeniydi. Söylemiştim! Oğuz Atay kitaplarını ayrı severdi. Özellikle de Tutunamayanları... Öğrencilerine de sürekli tavsiye ederdi. Bir gün... Bir abiyle saatlerce o kitabı tartışmıştı. O çocuk aklıyla o kadar kıskanmıştım ki... Gece annemin kitabını gizlice aldım sabaha kadar okudum. Hiçbir şey anlamamış olsam da görsel zekam sağolsun ezberlemiştim. Ama sadece Olric kısımlarını. İsim değişik gelmişti. Fakat hoşuma giden hayali olmasıydı sanırım. Gerçi o konuda hayli tartışma var! O yaşımda bile tartışmalı şeyleri severdim sanırım... Kahvaltıda uykusuz gözlerle kitap elimde yanlarına gittiğimde... Annemle, babam şaşkınca bana bakmıştı. Sonra da annemin kahkahası yankılanmıştı. Onun kahkahası... Benim dünyamdı. En sevdiğim ses. Sonrasında saatlerce benimle kitap hakkında konuşmuştu... Anlamamış olsam da. Hatta bir ara dillerinde küçük Olric olarak kalmıştım. Lise'ye kadar elime kitap almamıştım. Lisede hocamız sınav yapacağını söyledi. Yıllar sonra o zaman... Elime bir kitap aldım. Annemden sonra... Kitap okumak çok... Canımı yakıyordu. Tutunamayanları rahat 12 kere bitirmişimdir. Her sayfasını ezbere biliyorum. Annemin aldığı notlar ve fosforlu kalemle işaretlediği yerler dahil. Hatta en çok oraları..."

Hilal, elini masalın üzerinde duran Burak'ın elinin üstüne koydu.

"Sen mükemmel bir insansın! Annen seninle gurur duyuyordur!"

Burak avucunu çevirip Hilal'in elini tuttu.

"Sana anlatana kadar böyle bir anıya sahip olduğumu unutmuşum! Teşekkürler kelebek. Sanırım... Bu iyi geldi!"

Hilal gülümseyerek aklındaki soruyu sordu

"Peki... Sana Olric desem? Hoşuma gitti. Fakat geçmişte kullanıldı ve duymak canımı yakıyor diyorsan?"

"Olric... Hoşuma gitti. Olur. Hem... Benim küçükken lakabım başkaydı!"

"Öyle mi? Neydi?"

Burak içinden 'Küçük Alfa' diye geçirdi. Hilal'e ise "Belki bir gün anlatırım!" diye yanıt verdi.

Peçeteye Hilal'in söylediği sözü de yazan ikili panoya peçeteyi yapıştırdıktan sonra kafeden çıktılar.

🌙 🌠🌙

Genç kız, anıların etkisinden kurtulmak için başını salladı.

Tatlıları geldiğinde Hilal gülümsedi. Tatlısına,, aslında kendisine, bakan adamı gördüğünde "İster misin?" diyerek teklifte bulundu.

Burak kaşlarını kaldırarak "Vayy canına! Bu bir ilk! Sen profiterolünü kendi isteğinle paylaşıyorsun!.. 2 tane istesem? Verir misin? Yoksa yine yarım+fedakarlık sayesinde 1 tane mi yerim?"

Hilal, düşünceli bir şekilde Burak'a baktı.

"O köprünün altından çok sular aktı be Burak!"

"Bu ne demek?"

"Soruları... Cevapları çok basit olacakmış gibi soruyorsunuz Bay Olric!"

Hitap karşısında Burak yutkundu. Gözünü kızın gözlerine dikip bakarken kalbi hızlanmıştı. Hilal, tebessüm edip devam etti.

"Ben... Cevapları veririm de... Sen vereceğim cevapları kaldırabileceğinden emin misin?"

Burak, gözlerini kaçırdı.

"Ben de öyle tahmin etmiştim! Tatlımdan... İstediğin kadar alabilirsin!"

10 dakika sonra tatlısını bitiren kız yine çikolatasını ağzına bulaştırmıştı. Burak gülerek peçete uzattı.

"Hiç değişmeyeceksin di'mi?"

"Asla!.. Peçete için teşekkürler Bay Olric!"

'Bir şey değil Kelebeği..."

'Hop hop hop! Ne oluyoruz iç ses?'

'Olric iç ses olduğuna göre... Bu ben oluyorum!'

'Yakında manşetlere altın harflerle çıkacağım. ŞOK ŞOK ŞOK! İç sesini öldürerek cinayet işleyen adam müebbet hapis cezasına çarptırıldı!'

'Sen iyice delirdin ha Burak!'

'Teveccühünüz efenim! Teveccühünüz!'

🦋

"Anlaşılan çayı çok seviyorsun Hilalciğim!"

"Evet Sevda Hanım! Üniversite yıllarımda edindiğim bir alışkanlık!"

"Aaaa. Sevda Hanım da ne? Sevda Teyze de sen bana!"

Hilal gülümsedi ve "İstediğin gibi olsun Sevda Teyze" dedi.

Burak, hayatındaki iki kadının fısıldayarak konuşmasını izliyordu. Dudaklarındaki tebessümle...

"Biraz daha öyle bakmaya devam edersen... Bu sefer Hilal'i hiç susturamayacaksın Burak!"

Emre'nin cümlesiyle kendine gelen Burak, kardeşine döndü.

"Bütün dengemi altüst etti yaa! Kendimi tanıyamıyorum!"

"Ben bu yeni Burak'ı çok sevdim. Âna bırak be kardeşim! Diğer türlüsü ikinizi de yıpratmaktan başka bir işe yaramıyor. Hem... Sen ne yaparsan yap Hilal yine bildiğini okuyor!"

Burak güldü ve kıza baktı tekrardan. "Kesinlikle!"

"Hilal! Hadi kalkalım!"

Burak'ın kendisine seslendiğini duyan kız istemsizce gülümsedi. Bu hareket Sevda'nın gözünden kaçmamıştı. Vedalaşırken kızın kulağına fısıldadı.

"Burak çok hassas biridir. Böyle durduğuna bakma sen! Sadece... Başından çok acı bir olay geçti. Sana yalvarıyorum bugün gitmesini engellediğin gibi... Gelecekte de bunu engelle kızım! Belki seni çok zorlayacak hatta ağlatacak ama... Bunu sadece... Seni kendinden korumak için yapacaktır. Seni uzaklaştırmasına izin verme! Çünkü sen ondan vazgeçersen... Hiç kimse onu iyileştiremez! İlk defa birine bu şekilde baktığını görüyorum. Hatta ilk defa yanında bir kız görüyorum! Bu yüzden... Oğlum sana emanet kızım! Lütfen onu hayata geri döndür!"

"İstesem de ondan vazgeçemem ki! Çoktan ruhuma işleyip nefesim oldu! Merak etme Sevda teyze. Hiçbir güç özellikle de Burak'ın kendisi, onu bırakmamı sağlayamaz. O bana böyle baktığı sürece ben hep onun yanında olacağım!"

Hilal, geri çekildi. Gözleri buğulanan kızın, dudaklarında hüzünlü bir tebessüm vardı. Zorlu bir rakibi vardı belki... Fakat o rakibinin aklı ondan uzak dursa da kalbi ona bağlıydı. Tutunamayanlardan bir kesit geldi aklına.

'- Biliyor musun Olric?

+ Neyi efendimiz?

- Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı.

+ Neden efendimiz?

- Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim?'

"Ne çeviriyorsunuz siz orada?"

"Biz mi? Aa-a. Biz ve bir şeyler çevirmek? Aynı cümlenin içinde nasıl da eğreti duruyor!"

"Bence tam tersi! TDK'da bir şeyleri çevirmenin karşılığı sensin Hilal!"

"Sadece onun mu?" diye fısıldadı kız.

Diğerleri anlamasa da onun dudak hareketlerini okuyan adam ne dediğini anlamıştı.

'Tabi ki de sadece onun değil! Yaşam, Nefes, Hayat, Kelebek, Sevg...'

'İç ses? Bugünlük yetmez mi?'

'Tamam tamam! Sustum!'

🦋

Arabada sessizce giderlerken Hilal, Burak'a dönüp "Nasıl dayanıyorsun?" diye sordu.

"Neye?"

"Bugün olanlara... O çocukları öyle bulunca... Kendimi çok aciz hissettim. Neredeyse tüm profesyonelliğimi kaybedip çocuklardan birine sarılarak ağlayacaktım. Defalarca buna benzer olay yaşamışsındır! Nasıl dayanıyorsun?"

"Dayanıyorum? O şerefsizin ağzını burnunu kırarken yanımda değilmiş gibi konuştun!"

"Yani... Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin buna alışamayacağım?"

"Alışma zaten! Sakın alışma! Caniliğe alışmak demek insanlığını kaybetmek demektir! Sadece... Zamanla biraz daha soğukkanlı olmayı, içinde yaşamayı öğreniyor insan! Gerçi ben içinde yaşamanı istemiyorum!.. Hadi seninle bir anlaşma yapalım!"

Arabayı kırmızı ışıkta durduran adam kıza baktı.

"Bunun gibi ruhuna zarar verebilcek operasyonlardan sonra... Bir dilek hakkın olsun! Çocukça, seni iyi hissettirecek bir şey! Ruhuna iyi gelebilecek bir şeyler..."

"Bu dilek hakkımı sen mi gerçekleştireceksin?"

Duyduğu cümleyle öfkeli bir nefes alan adam "Başka kim gerçekleştirebilir?" diye sordu hırçın bir şekilde.

"Kimse... Sadece sen!" diye mırıldandı Hilal. Burak'ın öfkesi kuş misali uçup gitti. Adam sakin bir şekilde arabayı kullanmaya devam etti.

Hilal, cama doğru dönerek tebessüm etti. Kendisinin, Burak'ın üzerinde, sandığından çok daha fazla etkisi vardı. Ve bu durum genç kızı içten içe heyecanlandırıyor ve mutlu ediyordu.

"Hakkım şimdi başladı mı?"

"Evet?"

"O zaman... Sağ taraftaki parkta durabilir miyiz?"

Burak, itirazsız arabayı boş bulduğu ilk yere park etti. Arabadan inen ikili boş parka doğru yürüdü. Parka geldiğinde Hilal koşarak yeşil esnek (green wrap around) salıncağa koştu ve oturdu.

Burak onun bu haline kahkaha attı ve arkasına geçip sallamaya başladı.

"Daha yükseğe! Bulutlara uçur beni Olriiiic!"

Burak, gülerken biraz daha hızlı salladı kızı. İkilinin kahkahaları parkta çınlıyordu.

10 dakika sonra Hilal, salıncağı durdurup "Hadi sen de sallan!" dedi arkasındaki adama dönerek.

Burak, başını hayır anlamında salladı.

"Neden? Kimse yok etrafta. Karizman çizilmez merak etme! Hadi biraz da ben seni sallayayım!"

Hilal'in gülerek kurduğu cümleye karşın Burak sertçe "Hayır dedim ya!" diyerek çıkıştı.

Yüzü düşen Hilal "Tamam! Duydum! Kızmana gerek yoktu" diye mırıldandı ve "Hadi gidelim!" dedi.

Hilal, birkaç adım atmıştı ki kolundan tutan adamla duraksadı.

Burak derin bir nefes alarak Hilal'in önünde durdu.

"Hilal? Bana bakmayacak mısın?"

Kız, adamın ses tonuna rağmen yere bakmaya devam etti. O da insandı. Ve artık susmaktan çok yorulmuştu. Gözlerine bakarsa haykırırdı. Aşkını, sevgisini, adamın davranışlarına karşı isyanını...

Siz hiç sıcak bardağa soğuk su döktünüz mü? Sıcak bardağa soğuk su dökülmez. Çatlar!.. Hilal de tam öyle hissediyordu işte. Adamın gözlerine bakarsa çatlamaktan korkuyordu.

Burak, usulca kızın çenesini kaldırıp ona bakmasını sağladı. Elini çekmeden konuşmaya başladı.

"Ben çok erken büyümek zorunda kaldım Hilal. En son... Salıncağa bindiğimde 11 yaşındaydım. Beni... Annem sallamıştı. 2 gün sonra... Mezarlıkta, mezarıyla konuştuğum annem!"

Adamın acıyla harmanlanmış sesi Hilal'in zaten dolu olan gözlerinden bir damla yaşın düşmesini sağladı. Eli kızın çenesinde olan adam, o yaş düşmeden yakaladı ve sildi.

"Biz senin bu sulugözlülüğünle ne yapacağız acaba?"

"Biz senin bu tabularınla ne yapacağız acaba?"

Hilal'in, verdiği karşılık adamın canını sıkmıştı.

"Bunu hala annesiyle konuşmamış kız mı söylüyor?"

"Ve yine bir saldırı! Burak'tan çok şaşırtan(!) hareketler!"

"İnsanın karşısına geçip 'Tabularını yıkmalısın! Daha kötü ne olabilir ki?' demek kolay."

Hilal tam konuşacakken "Bu dünyada hiç kimse istemediğim bir şeyi bana yaptıramaz... Boşuna uğraşma!" dedi Burak sert bir sesle.

"Ben bile..." diye mırıldandı Hilal hüzünlü bir sesle.

"Evet sen bile..."

'Çünkü sen o şeyi istememi sağlarsın. İsteyerek yapmamı... Aslında zor olanı budur biliyor musun? Birinin düşüncelerini değişirebilmek. Sen bana bunu yapıyorsun. Ve bu beni ölesiye korkutuyor kelebeğim!'

Hilal, gözlerine bakan adamın yeşil gözlerine baktı. O gözlerde çığlık çığlığa bağıran çocuğu görüyordu. İlgi isteyen fakat mutlu olmaktan korkan çocuğu...

"Sadece bir salıncak Burak! Her tarafindan zincirlerle bağlanmışken bile öylesine bağımsız hissedersin ki kendini, sanki uçabilicekmişsin gibi.. İnsanın kendini mutlu, hür ve "çocuk" gibi hissetmesini sağlar!.. Merak ediyorum! Hiç sordun mu içindeki çocuğa... 'Ben yaşadıklarımdan sonra büyümeyi seçtim! Sen bunu istiyor muydun' diye?"

"Ne sorusundan bahsediyorsun Hilal? İnsan isteyerek büyümez!"

"Haklısın! İsteyerek büyümez. Ama isteğiyle çocuk kalabilir! Sen bunu es geçiyorsun. Geçenlerde bir amcayla nine gördüm. Rahat 80 yaşında varlardır. Teyze salıncağa oturmuş amca ise bastonuyla onu sallıyordu. Zamana inat, büyümeye inat ruhları çocuk kalmıştı! Kimsenin bir şey yapmasına gerek yok! Sen kendi çocukluğunu kendi ellerinl..."

"SAKIN! Yine başladın psikologluğa! Hakkımda hiçbir şey bilmezken konuşma!"

"Ben! Ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum öyle mi? Geçmişini bilmediğim gerçeği seni tanımadığım anlamına gelmiyor Burak! Bazı davranışlarının nedenini bilmiyor olabilirim. Fakat, insan nedenlerini bilmiyor diye karşısındakini tanımıyor olmaz! Ayrıca... Bu yaptığım psikologluk değil! 3 ay önce de değildi. Şimdiyse... Yakından uzaktan alakası yok! Bunu neden yaptığımı... Sen çok iyi biliyorsun! Kabullenmemek için salağa yatman gerçekleri değiştirmiyor!"

Hilal, öfkeyle söylediklerinden sonra parkın çıkışına doğru yürümeye başladı. Burak arkasından ona seslendi.

"Biz neden her konuştuğumuzda tartışıyoruz?"

Yürümeyi kesen Hilal yavaşça ona döndü. Burak, elleri cebinde salıncağın direğine yaslanmış Hilal'e bakıyordu. Gözleri hüzünlü ve yorgundu. Hilal de aynı hüzünle tebessüm etti.

"Biz de böyleyiz işte ne yapalım?" dedi ellerini açarak. Burak'la atışmak Hilal'i çok yıpratıyordu.

"Salıncağa binelim!"

Hilal kaşlarını çattı. "Anlamadım?"

"'Ne yapalım?' diye sordun yaa.. Cevap veriyorum işte. Salıncağa binelim!"

Hilal başını salladı. "Sırf beni kırmamak için..."

Burak yaslandığı yerden doğruldu.

"Az önce söylediğimde ciddiydim. Kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz. Sen bile..."

"O zaman?.. Az önce 'Boşuna uğraşma!' da demiştin. Başka şeylerle birlikte..."

"Beni dinlemedin ki! Yine söyledin söyleyeceğini. Soktun aklıma karpuz kabuğunu. Yine ikna ettin beni!"

Hilal'in yanına gelen adam, kızı omuzlarından tuttu ve gözlerini gözleriyle buluşturdu.

"Tek bir şartım var! Şart değil de istek diyelim..."

"Ne?" diye fısıldayarak sordu Hilal. Aralarındaki yakınlık karnının kasılmasına neden oluyordu.

"Yarın sana öğlene kadar izin veriyorum. Annene kahvaltıya git! Konuş onunla Hilal!"

Hilal, duyduğu cümleyle gözlerini kaçırdı.

"Hey!! Bak bana!" dedi sessizce adam.

Hilal, kızarmış gözleriyle adama baktı.

"Hemen de kızarıyor o elalar! Kızarım bak! Söyle onlara bu kadar çok ağlatmasınlar seni!"

Hilal, adamın söylenmesiyle gülüp "Sen söyle!" dedi.

"Cık! Olmaz!"

"Neden?"

'Çünkü ben söylemem. O güzel gözlerine buse kondurarak anlatırım.'

"Göz senin gözün! Sen söyle... Ayrıca konuyu değiştirmeye çalıştığının farkındayım!"

"Farkında olmasan şaşardım zaten!" dedi Hilal gözlerini devirerek.

"Devirme bakim o gözlerini!"

Burak'ın gülsün diye kurduğu cümleye Hilal sadece kafasını sallayarak yanıt verdi. Ela gözleri dolu doluydu.

"Gel bakalım buraya!" diyen Burak onu kendine çekti. Burak'ın göğsüne sığınan kız sonunda huzuruna kavuşmuştu.

Hilal'in yaşları bunu bekliyormuşçasına birden akmaya başladı.

Burak kollarını kızın beline dolayıp ona sımsıkı sarıldı. Başını kızın saçlarına gömen adam, aşık olduğu papatya kokusunu içine çekti.

Bir süre bu şekide kalan ikili, Hilal'in "Korkuyorum!" diye fısıldaması üzerine ayrıldı.

"Annemden duyacaklarım çok korkutuyor! Anneannem bile bunu saklamış. Ki kendisi çok dürüst, gerçeklerle yüzleşmenin çok önemli olduğunu düşünen bir yapıya sahip!"

"Desene ona çekmişsin!" diye mırıldandı Burak.

Hilal başını sallayarak devam etti.

"Evet! Ve beni annemden ziyade anneannemin bu tepkisi korkuttu. Annem beni korumak adı altında böyle bir yalan söylese bile... Ninem ona uymazdı. Ama o da bu oyuna ortak olduysa..."

"Ortada gerçekten ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorsun!"

"Evet! Eğer... Ölmüş olsaydı söylerlerdi. Ölmediyse de... Bilmiyorum! Bir baba kaybettim zaten. Ve şimdi de..."

"Anlıyorum!"

Hilal, küçük bir çocuk gibi Burak'a baktı. "Gerçekten anlıyor musun?"

"Evet anlıyorum!.. En sevdiğim huyun ne biliyor musun?"

Adamın konuyu değiştirmesine anlam vermeyen kız 'bilmiyorum' dercesine başını salladı.

"Yüzleşmekten korkmaman!.. Hiç itiraz etme Hilal! Ertelemen kaçtığın anlamına gelmiyor. İnan bana kaçmanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Ve sen... Bir gün cesaretini toplayıp yüzleşeceksin! İkimiz de bunu biliyoruz. Sadece... Bunu daha fazla erteleme! İnan bana aklında kurdukların gerçeklerden çok daha fazla acımasız! Hayal gücünün kurguladığı senaryoyu yak ve annenin karşısına çık! En kötü ne olabilir ki?"

"Haklısın! Tamam. Yapacağım!" dedi Hilal gözündeki yaşları silerek.

"Ee hadi sallanmaya!" diyerek salıncağa binen kıza baktı Burak.

"Güçlü kızım benim!" diye mırıldanarak o da salıncağın yanına gitti ve oturdu.

Sallanmaya başlayan kız "Ee neden hala duruyorsun? Yoksa sallanmayı mı unuttun?" diye sordu yarı alaylı sesle.

'Beni gerçekten de tanıyor! Zoru görünce alaya vurarak olayın altından kalktığımın farkında!' diye düşündü adam.

Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm beliren Burak "Bazı şeyler unutulmuyor!" dedi ve sallanmaya başladı.

"Haklısın! Akıl unutsa, beden unutsa bile... Kalp ve ruh unutmuyor!"

🦋

"Hazır sallanıyorken... Hep yapmak istediğim bir şey vardı!"

"Ne?" diye sordu Burak kıza bakarak.

"Bir şey olursa tüm suç senin! Sen sormasaydın yapmayacaktım!"

"Neyi yap.."

Hilal'in şarkıya başlamasıyla Burak şaşkınca ona baktı. Söylediği şarkıyı duyunca gözlerini kocaman açtı.

'Benim bu derdim

Ne yağan yağmurda

Ne yalancı sonbaharda

Ne bomboş sokaklarda

Kırılmış her yanım

Kaybolur zaman saçlarında

Gözlerim sokaklarda

Sebebi isyan aşkım

İçim yanar içim kanar da

İİİİSSYAAAAAAAN!

Geriye bir avuç yalan

Beni bu derde sen attın da

Gittin ya kafam hep duman

Benim bu derdim

Ne yağan yağmurda

Ne yalancı sonbaharda

Ne bomboş sokaklarda

Kırılmış her yanım

Kaybolur zaman saçlarında

Gözlerim sokaklarda

Sebebi isyan aşkım

İçim yanar içim kanar da

İİİİSSYAAAAAAAN!'

Hilal, daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı. Burak'ın hayran bakışları altında salıncağını biraz daha hızlandırdı.

"Vayy be! Çok iyi geldi!"

"Umarım polis çağırmazlar!"

"Yanımdaki askere güveniyordum o da böyle diyorsa.."

"Bence sen bana pek güvenme! Polisler geldiği anda topuklarım. Yüzbaşıyım kızım ben! Ne o öyle salıncakta salanmalar falan. Askeriyeden biri duysa... Öbür dünyada bile benimle dalga geçer. Karizmamı çizdiremem! Hiiiç kusura bakma!"

Hilal kahkaha attı.

"Yesinler senin karizmanı... Hem bulmuşlar benim gibi bedavaya konser veren kızı. Ne diye polis çağırsınla... Burak şuradaki mavi ışıkların bir ambulansa ait olduğunu söyle. Lütfen!"

"Hay ben şom ağzıma..."

Hızla salıncaktan atlayan Burak, Hilal'in de atlamasını bekledikten sonra kızın elini tutup koşmaya başladı.

İkili bir süre koştuktan sonra nefes nefese durdular. Birbirine bakan gençler aynı anda gülmeye başladı. Hilal, o kadar çok gülmüştü ki gözünden yaş gelmişti.

"Ayy. Duramıyorum! Gülme artık Burak!"

Onun gülmesini izleyen Burak dudaklarındaki tebessümle "Ben seni hakedecek ne yaptım?" diye fısıldadı.

"Bir şey mi dedin? Gülmekten duyamadım!"

"Aldım başıma belayı diyorum ne diyeceğim? Bir polisten kaçmadığım kalmıştı onu da yaşadım. Çok teşekkürler!"

"Ama zeki, güzel, sempatik ve tatlı bir belayım di'mi?"

"Bilmem öyle misin?" diye sordu Burak gülerek.

"Öyleyim öyle!"

"Sen öyle diyorsan!.. Hadi bugünlük bu kadar macera yeter. Seni evine bırakayım!"

Arabaya kadar sessizce yürüyen ikili yine sessizce arabaya bindi.

"Biliyor musun? Ben normalde böyle bir şeyi asla yapmam. Sen varsın diye... Yoksa asla yapmazdım! Teşekkür ederim! Çok eğlendim."

Arabayı çalıştıran Burak tebessüm etti.

"Ben de çok eğlendim! Asıl teşekkürü hakeden sensin!"

"Burak? Sen ne zaman beni eve bırakacak olsan olay oluyor farkında mısın? Geçende de uçuruma gitmiştik!"

Hilal'in, olaydan kastının aralarında yaşananlar olduğunu anlamıştı Burak. Bunun bilinciyle mırıldandı.

"Günün yorgunluğu diyelim?"

"Ondan değil!.. 'Bazen karanlık insana, aydınlıkta asla söyleyemeyeceğimiz sözleri söyleme cesareti verir' demiş Lyn..."

"Lynne Matson!"

"Evet! Bay Olric'i bugün çokça gördük!.. Alıntılarımı tamamlamayalı uzun zaman olmuştu!"

"Fazla alışma!"

"Geç kaldın!" diye fısıldadı Hilal.

Burak, duysa da duymazdan geldi. Radyoyu açan kızla eve kadar sessizce yol aldılar. Evin önüne geldiklerinde Hilal kemerini açtı.

"Yarın..." diyerek konuşmaya başlayan Burak'ı duyunca duraksadı.

"Büyük ihtimal Eftalya'da buluşacağız! Arada üst katını ofis olarak kullanıyoruz. Bu operasyonu Ulaş'larla yönetebiliriz... Yarın haber veririm. Kafede olursa..."

"Ben kendim gelirim! Fabrikadaysa alırsınız. Anladım! Kafede buluşursak... Arabamı getirebilirseniz çok sevinirim."

"Ne de çabuk sahiplendin arabayı!"

"Huyum kurusun!"

Burak, Hilal'e bakarak "İyi geceler! Ve Yarın için... Şimdiden kolay gelsin" dedi mırıldanarak.

"Teşekkürler! Sana da iyi geceler!" diyen Hilal arabadan indi ve apartmana girdi.

🦋

"Hoşgeldin kızım!" diyerek kızına sımsıkı sarıldı Melek. Hilal güçsüz bir şekilde annesinin sarılışına karşılık verdi.

"Güzel kokulu kızım benim" diye fısıldayarak saçlarını koklayan annesiyle gözleri dolan Hilal, istemsizce sarılışını sıkılaştırdı.

"Telefonunu alınca o kadar mutlu oldum ki... Sabah erkenden kalkıp sevdiğin her şeyi hazırladım!"

Mutfağa giren Hilal, dolu masayı gördüğünde "Bu kadarına gerek yoktu" diye mırıldandı.

"Vardı var! Aylardır yemeklerimi yemiyorsun!"

"Buraya yemeklerini yemeye gelmedim!"

"Biliyorum. Sadece... Önce beraber güzel bir kahvaltı yapsak?"

Onun bu isteğini kıramayan Hilal, başıyla onayladı. Elini yıkayıp masaya geçtiğinde "Ninem nerede?" diye sordu.

"Ahretliğine gitti! Konuşacaklarımız olduğunun farkında. Ayrıca seni haklı buluyor. Ve... Sanırım kendisine bu kadar benzeyen torununun onu suçlayacağını düşünüyor. Bana 'Senden belki beklerdi ama benden beklemeyeceği bir şey. Hayal kırıklığına uğrttım onu!' dedi."

Hilal yutkundu. Ninesi yine haklıydı. Boğazını temizleyip "Neyse. Hadi kahvaltı yapalım!" diyerek çayları koydu.

🦋

"Evet anne! Seni dinliyorum!"

"Ben..."

"Anne 10 dakikadır konuşmanı bekliyorum. Farkında mısın?"

Hilal'in, ters sesi karşısında kadın derin bir nefes aldı.

"Haklısın! Hesap sormak hakkın ama... Sen de biraz beni anlamaya çalış! Gerçi bu ancak... Bir gün birini sevdiğinde gerçekleşebilir!"

"Nereden biliyorsun birini sevmediğimi? Neden 3 aydır yanına uğramıyorum zannediyorsun? Kendini toparlamanı bekliyordum!"

"Nasıl? Sen biriyle mi tanıştın? Yoksa... O çocuk değil mi? Kütüphanedeki!"

"Konumuz ben değilim anne!"

"En azından o çocuk mu değil mi onu söyle!"

"Evet. O! Ve çocuk değil. Yakında 29 olacak!.. Anne sorularını başka zaman sorar mısın? Bugün sen anlatıyorsun!"

Kadın, hüsranla başını sallayarak "Bu hikayeyi ilk defa... Sana anlatacağım!" dedi ve konuşmaya başladı.

"Amcam, eşini ve çocuklarını kaybettikten bir süre sonra annem çalıştığı iş yerinden kovuldu. Çok zor durumdaydık ve amcam bize sahip çıktı. O zamanlar 14 yaşındaydım. Şanlıurfa'ya taşındık. Yıllar birbirini kovaladı gitti. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteye amcamın ısrarlarına rağmen gitmedim. Annemi bırakamadım. 19 yaşımdayken... Amcamın bir arkadaşının oğlu bize kalmaya geldi. 23 yaşında bir delikanlıydı. Adının... Adının Ege olduğunu söyledi ama... Gerçekten de öyle miydi bilmiyorum. Göz göze geldiğimiz an... Ela gözlerine vurulmuştum... Gözlerini ondan almışsın. İnadını da aldığın gibi... "

"Peki... Ne oldu?"

"1 ay boyunca neredeyse karşılaşmadık bile. Adam akıllı konuşmuyorduk. O zamanlar konuşmak bile ayıp sayılırdı. Hele de köydeysen... 1 ayın sonunda bir gece neden bilmem uyandım. Camdan onu gördüm! Çimenliğe oturmuş düşünüyordu. Nasıl olduğunu anlamadan kendimi onun yanında buldum. Hiçbir şey söylemeden oturdum. Bu böyle 1 hafta devam etti. 1 haftanın sonunda... Bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Koskoca adam... Nedenini hala bilmiyorum. Asla söylemedi! O gün aramızda bir bağ oluştu. Sonraki ay, göz göze gelip gözlerimizi kaçırmamızla geçti diyebilirim. O aralar öğrendim. Pek tekin insanlarla takılmadığını..."

Melek derin bir nefes aldı.

"Nasıl insanlarla takılıyordu?"

"Ben... Tekin değildi işte. Bir gün abi dediği bir adam geldi ziyarete! Beni... Yeğenine istemeye. İlk defa o gün, her zaman sakin olan Ege'nin fırtınasını gördüm. O kadar çok öfkelendi ki! Bu evliliğin gerçekleşmeyeceğini söyledi. Adam 'Neden? Yoksa onu seviyor musun?' diye sorduğunda tam gözlerimin içine bakarak beni sevdiğini söyledi. Bunun üzerine adam nikahımızın masraflarını falan karşılayacağını söyledi. Amcam bana evlenmeyi isteyip istemediğimi sorduğunda... İstediğimi, Ege'yi sevdiğimi söyledim. Ve böylece evlendik. İmam nikahıyla... Birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile. Ama... Bana kendimi çok değerli hissettirdi. Benim yanımda bambaşka birine dönüşüyordu. Birlikte mükemmel bir 3 ay geçirdik. Kavga ettiğimiz tek konu o insanlarla takılmasıydı. Bir de bazen... Çok uzaklara dalıyordu. Öyle zamanlarda tanımadığım bir adama dönüşüyordu. O zamanlar 'Neden böylesin?' diye sorduğumda susuyordu ve atışıyorduk. Onun haricinde her şey mükemmeldi! Yani... Ben öyle sanıyormuşum!"

Annesinin sesindeki acıyı duyan Hilal gözlerini kapattı ve korkarak sordu. "Ne oldu?"

"Bir gün geldi ve... Hiç tahmin etmeyeceğim şeyler söyledi. Benden... Benden sıkıldığını ve... Daha bir sürü şey. Öyle laflar etti ki... Ona tokat attım. O andaki bakışı... Bir an bana bir şey yapacak sandım. Yanımdan geçip evimize girdi. Yatak odasındaki kıyafetlerini topladığını görünce konuşmak istediğimi söyledim. Ve... Ve ben daha ne olduğunu anlayamadan beni orada boşadı! Sonra da çekip gitti. Küçük yerde böyle bir olay yaşanırsa çok üstüne gelirler. Farklı yakıştırmalar ve nicesi... Amcam ,beni ve annemi İstanbul'a göndereceğini söyledi. Oradaki bir tanıdığına... Kadir'lerin evine bu şekilde geldik. Ben... Çok kötü bir haldeydim. Yemeden içmeden kesilmiştim. Bitkin düştüğümden bayılmışım, hastaneye götürmüşler beni. Yapılan kan testinden yaklaşık 2 haftalık hamile olduğum ortaya çıktı. Ben.. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Ona çok kızgın ve kırgındım ama yine de haberi olması gerektiğini düşündüm. Bu yüzden de laf arasında amcama nerede olduğunu sordum. Amcam hiçbir yerde bir izi olmadığını, gittiğini söyledi. Ben ne yapacağımı düşünürken... Kadir durumu fark etti. Dikkatli ve oldukça zeki birisiydi... Babası evlenmesi için baskı yapıyordu. Şirketi ancak o şekilde verecekti. Biz de bir anlaşma yaptık! O seni nüfusuna alacaktı. Ben de onun karısı olacaktım. Kağıt üzerinde... Aradan yıllar geçtikten sonra kalbimi ona açabildim. Aslında... Sanırım önce Kadir beni sevmişti. Ve... Her zaman biliyordu. Kalbimi açsam bile ruhum hiçbir zaman ona ait olmayacaktı. Belki de bu yüzden... Saçma sapan işlere kalkıştı. Sen varken onun ,Ege'nin, konusunu açamıyordu. Fakat sen yurtdışına gittikten sonra sürekli bu konuda kavga eder olduk! Eve gelmemeye başladı. Bir ara... Beni aldattığını bile düşünmüştüm. Meğer o... Bataklığa batıyormuş. Fakat ben görememişim!"

Hilal, duyduklarını sindirmeye çalıştı.

"Yani sen şimdi... Babamın benim varlığımdan haberi olmadığını mı söylüyorsun? Belki beni bilseydi..."

"Yok! Dünya üzerinde o isimle biri yok! Çok aradım! Polise bile gittim. Kayıtlarda yok! Bana yalan söylemiş! Her şey yalanmış!"

15 dakika boyunca ikisi de düşünceler içinde boğuldu.

Saatine bakan Hilal gitmesi gerektiğinin bilinciyle kalkmaya hazırlandı. Bir an duraksadıktan sonra "Bana anlatmadığın bir şey var mı?" diye sordu.

Melek kızının gözlerine baktıktan sonra "İsmin ve kolyen!" diye mırıldandı.

"Bu ne demek?"

"Kolyeyi isminden dolayı almadım. Kolyeden dolayı ismini verdim. Taktığın gümüş kolye... Onun bana ilk hediyesiydi. Evlendiğimizde vermişti. Hilal... Geceyi seven adamdan bir hediye. Kolyeyi çıkarsam da atamamıştım. Doğduğunda... Gözlerinin onunkiyle bir olduğunu görünce... Zaten onu asla unutamayacağımı anladım. Bu yüzden de... Sana Hilal adını verdim. Küçüklüğünden beri her zaman yanında olan kolye... Öz babanın hediyesi! Senin hep yanındaydı. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmediğim o adam!"

🦋

"İyi misin?"

"Kaç kere daha soracaksın Burak!"

"Solgun gözüküyorsun ama!"

"Burak haklı! İyi gözükmüyorsun Hilal."

Ulaş'ın da katılmasıyla derin bir nefes aldı Hilal. Eftalya'nın giriş katında, uçtaki bir masada oturan K.İ.T. üyeleri, Aytül ve Ulaş, Binbaşının gelmesini bekliyordu.

"Öhöm öhöm!" diyen tanıdık sesi duyan Hilal, bir anda başını kaldırdı ve karşındakine baktı.

"SÜPRİİİİİİZ!!"

"DELİ'M!!" diye bağırarak yerinden fırlayan Hilal koşarak, gelen kıza sarıldı.

"Birileri beni çok mu özlemiş ne?" diye soran Nisa'ya "Tabi ki de özledim! Neredesin sen yaa!" diye söylendi.

Hilal'in kızdan ayrılmasıyla birlikte, kızın yüzünü gören 3 adam da hayretle kızın adını söyledi.

"NİSA!"

"Nisa!"

"HAYRUNNİSA!!"

Loading...
0%