@yasminiesa
|
"Bu işte bir terslik var!" diye mırıldandı Onur. "Aytül! Arabayı kenara çek!" Aytül, boş bulduğu yere arabayı çekip dörtlüleri yaktı. "Ne oldu?" diye sordu kulaklığın diğer ucundaki Hilal. Aytül dahil hepsi birer kulaklık takmış gelişmeleri takip ediyordu. Aytül de merakla Onur'a döndü ve bakmaya başladı. Daha dün tanışmışlardı fakat adamın bir sürü yüzüyle karşılaşmıştı. Öfkeli, ciddi, şakacı, şefkatli hatta aciz.. Şimdi ise endişeli bir Onur vardı karşısında. İşine pür dikkat odaklanmış kaşlarını endişeyle çatmıştı. Ellerinin rahat hareketleri bu işi daha önce defalarca yaptığının kanıtı gibiydi. Dün tanıştığı şebek adam göründüğünden çok daha fazlasıydı. Ve Aytül, zeki bakışlarla bilgisayara bakan adamı merak etmeye başlamıştı. Aytül bunları düşünedursun Onur, önündeki Laptobu ve tableti arasında mekik dokuyordu. Belirli görüntüleri birkaç defa izleyen adam düşünceli bir şekilde tabletini aldı ve mobeseden takip ettiği Burak'ın arabasının bir görüntüsünü açtı. Sahneyi birkaç defa izledikten sonra geriye yaslandı ve mırıldandı. "Arabadaki Alfa değil!" "Nasıl?" diye sordu Yağız. Aytül de yaklaşıp tabletteki görüntüye baktı ve mırıldandı. "Yüzü gözükmüyor ama... Emin misin?" Onur tekrardan tabletini eline aldı. Farklı birkaç görüntüyü tekrardan izledikten sonra "Eminim!" diye mırıldandı. "Nerede araba değiştirdiğini araştır!" dedi Emre endişeli bir sesle. "Bakıyorum!" Laptop'taki mobese görüntülerini atlayarak tekrar tekrar izleyen Onur en sonunda bir yerde duraksadı. "Buldum! Bütün işaretler bir sokağı gösteriyor. Fakat bir sorunumuz var! Çok işlek bir cadde olmasına karşın mobese yok!" "Nasıl mobese yok?" diye sordu Tuncay şaşkınca. "2 gün önce yaşanan maganda olayını hatırlarsınız? O maganda burada terör estirmişti. Kameralara kurşun sıktığından... Şu an sokakta çalışan mobese kamerası bulunmuyor!" "Ne bekliyorduk sanki. Burak bu!.. Bir kere yaa! Şu adam bir kere de bizi atlatmadan bir iş yapsın!" Emre'nin öfkeli sesini duyan Onur gözlerini kapattı. "Aslında..." "Aslında?" diye sordu Emre. "Sokakta bir banka bulunuyor... Bolca kameraya sahip olduğuna eminim!" "Kameralara bakmak için izin gerekiyor!" "Tüm sorumluluk... Bana ait Yüzbaşım!" "Ne de meraklısınız sorumluluk almaya!.. Şu an mesleğini tehlikeye atan adamın benim kardeşim olduğunu unutma! O bizi bu işe karıştırmamak için bu ladar çabalarken... Biz peşinden gideceğiz! Belki bu sefer bizsiz iş yapmaması gerektiğini anlar! Banka durumu anlarsa... Ya da yukarıdakiler... Sorumluluk hepimizin! Biz bir ekibiz! Ölüme beraber giderken... Bu da neymiş?" Onur'un dudaklarında kocaman bir tebessüm belirdi. "Anlaşıldı komutanım!" 5 dakika sonra Onur konuştu. "Arabayı buldum! Aytül vereceğim adrese doğru yola çıkar mısın?" Adresi alan Aytül arabayı sürerken, şaşkınlıkla karışıklık bir hayranlıkla yanındaki adama bakıyordu. 5 dakikada nasıl hem bankayı hackleyip, hem de Burak'ın gittiği yönü bulabilmişti? "Bir şey sorabilir miyim acaba?" diye mırıldandı Hilal. "Kime? Bana mı?" dedi Onur, Burak'ın arabasını kameralardan takip etmeye devam ederken. "Yani... Sana ama hepinize!" Ulaş güldü. "Bakışlara bak! Sanki sorma desek sormayacak. Sor hadi sor!" "Şimdi... Bu sorgusuz sualsiz güven çok hoşuma gitse de... Siz neden Onur'a sormadınız? Arabadakinin Burak olmadığını nasıl anladığını... Hayır her şeyi geçtim insan bir merak eder! Tek ben miyim nasıl anladığını öğrenmek isteyen?" "Ben de varım!" diye mırıldandı Aytül. Onur, kahkaha attı. "Komik mi? Merak etmek suç mu?" diye çıkıştı Aytül yanındaki adama. "Bu soruyu dünyadaki en yanlış insana soruyorsun Angel! Merakımın, merakını geçecebileceğine bahse girerim ve kazanacağımdan da eminim! Geçmişte bir merak yüzünden az kalsın..." Hapse girecektim. Abin olmasa! Ve dolaylı yoldan sen..! "Az kalsın?" "Bu başka bir günün hikayesi olsun! Bugünkü olaya gelirsek... Arabadaki adam... Az daha kırmızı ışıkta geçecekti. Hem de 2 kere. Ayrıca birkaç kere makas attı. Ve şehir içinde haddinden fazla hız yaptı!" "Yani?" diye sordu Aytül. "Yanisi ne olabilir sence Hilal?" diye sordu bir anda Onur. "Neden bana soruyorsun?" "Abimi ne kadar tanıdığını ölçüyorum." diye mırıldandı Onur. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonrasında Hilal konuşmaya başladı. "Bu dediklerin şehir dışında veya tenha bir yerde olsa doğal şeyler. Fakat... Burak her ne kadar kendi hayatını... Gram umursama da söz konusu diğer insanlar olunca... Asla şehir içinde bunları yapmaz. Kırmızı ışığa yaklaştığında kısa bir hesap yapar. Eğer... Işık değişmeden geçebileceğinden eminse hızını arttırır. Emin değilse yavaşlar. Mekanik arabalar yüzünden herhangi bir tehlikeyi önlemek için. Makas olayına gelirsek... Trafikte en nefret ettiği olayların başında makas atmak var. Başka birinin makas atması sonucunda acemi ya da bu hareketi beklemeyen bir sürücünün eli ayağı dolaşıpta kaza yapabileceğini düşünüyor. Hız için de aynı düşüncelere sahip! Hız kazaları çok can alıyor maalesef... Eee! 10 üzerinden kaç aldım Hacker? Abini tanıyor muymuşum?" "Vay canına! Siz ikiniz kütüphanenin dışına çıkmadınız ama... Onun araba kullanırken nelere dikkat ettiğini dahi biliyorsun!" "Onu tanıyorum!.. Neden bu kadar çabaladığımı zannediyorsun? Onun yüzünden asla yapmayacağım şeyleri yapıyorum! Değmediğini düşünsem... Bana davranışları yüzünden onlarca kez gitmiştim! Fakat değer!.. O yaptığım ve yapacağım her şeye değer! O yüzden... Saçma sapan bir şey yapmadan durdur onu Onur! Yalvarıyorum durdur! O asker değilken nefes alamaz. O nefes alamazsa ben de..." Hilal cümlesine devam etmese de herkes ne demek istediğini gayet iyi anlamıştı. "Merak etme! Nereye gittiğini buldum. Yarım saate orada oluruz! Ondan 10 dakika rötarla varacağız!" 🦋 "Adamımız Halit Alaçatı. Avukat. 45 yaşında, evli ve... Bir oğlu var. Oğlu 10 yaşında! Oğlu olmasına rağmen, Halit organ mafyalığı olayını biliyorsa... Alfa'yı kimse durduramaz! Neyse... Baktığı birkaç dava Bedir'in şirketiyle alakalı. Hepsini kazanmış. Yapılan yolsuzluğu örtüyor büyük ihtimal! 4 yıl öncesine kadar sıradan bir hayat sürerken... Bir anda villa, araba, yazlık almış. Sponsor buldu sanırım... Yakalandığını anladığında bizimle iş birliği yapabileceğini düşünüyorum. İşin içinde kaybedeceği bir ailesi var! Sırf bu yüzden... İşbirliğinden kaçması da olası. Öterse ailesine zarar gelmesinden korkacaktır. Abim gözünü korkutup işbirliği için ikna etmeye çalışacaktır önce. İyi polis kötü polisi oynayabiliriz. Ama bunun için içeri girmemiz lazım!" "O zaman... Planımız ne? Nasıl içeriye gireceğiz?" diye sordu Aytül yolun karşısındaki hukuk bürosuna bakarak. "Plan? Güzel soru!" "Bu adam özel avukatlık yapıyor değil mi? O zaman aldığı davaların devlet tarafından atanma zorunluluğu yok!" Hilal'in sorusunu duyan Emre "Anlaşılan birilerinin planı var!" dedi gülümseyen bir sesle. "Evet! Söylesenize yakınlarda bir kıyafet mağazası var mı? Lüks bir yer?" "Az ileride var! Plan nedir?" "Şöyle yapacağız..." 🦋 "Takım elbise giymekten nefret ettiğimi söylemiş miydim?" diye söylenerek kabinden çıktı Onur. Mağazanın ortasında durarak Aytül'e bakınmaya başladı. "Eşiniz kabindeydi. Birazdan burada olur beyefendi!" diyen çalışana dönen Onur teşekkür etti. "Şuna bak! Ne çabuk adabte oldu olaya" dedi Tuncay gülerek. "Barut, videonun hala bende olduğunu hatırlatırım. Elçin teyze ve Sami amcaya yanlışlıkla(!) gönderebilirim. O yüzden ayağı..." Aytül'ün kabinden çıkmasıyla Onur cümlesini tamamlayamadı. Üzerindeki kırmızı elbiseyle ben buradayım diye bağıran kız çok güzel olmuştu. "Nasıl olmuşum? Off hiç alışkın değilim böyle şeyler giymeye! Fazla mı abartılı olmuş? Değiştirsem mi aca..." "Nefes al!" "Çok stres yaptım! Ben stres yapınca fazla konuşurum. Ee nasıl olmuşum?" "İdare eder. Defileye çıkmayacaksın zaten. Hadi gidelim! Çok işimiz var!" Aytül, bunları söyleyip kasaya doğru giden adamın arkasından baktı ve "Öküz!" diye mırıldandı. Onur, bir anda durdu ve arkasını döndü. Kulağındaki kulaklığı göstererek "Umarım az önce söylediğin kelime bana değildir!" dedi tehditkar bir sesle. "Ben burada senden başka öküz göremiyorum!.. Merak etme millet kurbanlıklarını çoktan seçti. Hayatın tehlikede değil!.. Niye bekliyorsun öyle? Hani gidiyorduk? Çok işimiz vardı!" Onur, tüm bunları söyleyedikten sonra yanından hızla geçen kızı kolundan tutarak durdurdu ve şaşkın bir sesle sordu. "Bu kadar hakareti sırf 'İdare eder' dedim diye mi yedim şimdi? Bu nasıl iş?" "Yalandan nefret ederim!" "Oow! Ben de kendimi egoist sanardım. Tanıştığımıza memnun oldum yürüyen ego!" "Bunun egoyla alakası yok!" "Neyle varmış?" Aytül kolunu çekerek işaret parmanı Onur'a doğrulttu. "Seninle! Sözlerin ve gözlerin çelişiyordu. İş icabı istediğin kadar yalan söyle. Ama beni bundan muaf tut Bay Psikopat! Yalan bu dünyada katlanmadağım şeylerin başında geliyor çünkü!" Hızla kasaya giden Aytül kredi kartını uzattı. Kasiyer kartı alamadan başka biri kartı aldı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Aytül, Onur'a bakarak. "Ben varken ödeyebileceğini düşünmen komik!" diyen Onur kendi kartını uzattı. İtiraz etmek üzere olan Aytül'e yaklaştı ve konuşmaya başladı. "Biz olmasak bu elbiseyi almayacaktın. Hiç 'Ama ben kullanacağım' diye rekabet itiraz etmeye kalkma! Teşekkür olarak düşünebilirsin!" "Ne teşekkürü?" diye fısıldadı Aytül oldukça yakınında duran adama bakarak. "Birazdan avukatlarla dolu bir binaya gireceğiz... İznimiz olmadan! Bir şeyler ters giderse hepimizin mesleği tehlikeye girecek! Yardım etmene karşılık bir hediye olarak düşün! Sana çok yakışmış olan bu elbiseyi..." Aytül iltifat karşısında dudaklarında beliren tebessümünü gizleyemedi. Onur gülerek başını salladı. "Ah siz kadınlar! Bir iltifat almaya görün... Mesleği tehlikede ama hanımefendinin takıldığı noktaya bak!" Bu sırada mağazadan çıkıp binaya doğru yürümeye başlamışlardı. "Silahın yanında değil mi?" "Evet. N'oldu?" "Herhangi bir terslikte beni silah zoruyla tehdit ettiğini söylemeyi düşünüyorum da... Silahını yanında taşıdığından emin olmak istedim!" Aytül'ün cümlesini duyan Onur kahkaha attı. "Çıkmak için seni rehin de alırsam... Kesinlikle aklanırsın!" Aytül tebessüm etti. Onun gerginliğinden işi şakaya vurduğunu anlayan Onur durdu ve Aytül'ün önüne geçti. "Sakin ol! Bir sıkıntı çıkmayacak!" "Sana söylemesi kolay! Dünden sonra... Siz üstlerinizden habersiz bir şey yaptığınızda özel ekipsiniz diye ses etmiyor olabilirler ama ben..." Ulaş, komiserinin sıkıntısından anlayarak konuştu. "Ben bu konuda sabıkalıyım Aytül! Anlayacağın Yücel Amir alışkın merak etme. Ayrıca benim ,başkomiserinin, haberi var! Endişelenme o yüzden!" Onur, Aytül'e baktı. Aytül iyiyim dercesine gözlerini kırptı ve "Hadi bitirelim şu işi!' diyerek yürümeye başladı. Binaya yaklaştıklarında Onur, Aytül'ün elini tuttu. Her şeyin rol icabı olduğunu bilse de genç kızın bir anlığına kalbi hızlandı. Binaya giren ikili emin adımlarla asansöre yöneldi. Güvenlik görevlisi kısa bir anlığına bu ikiliye bakıp işine geri döndü. Asansöre binip 27. Kata bastılar. Kapı kapandığında Onur, Aytül'ün elini bıraktı. "Akıllım! Asansörde kamera var ya!" diye mırıldanan Aytül, Onur'un koluna girdi. "İnan bana Binbaşı kim olduğumu gördüğünde foyamız ortaya çıkacaktır!" "Tamam da kameraları inceleyen sadece Binbaşı olmayacaktır. Adamı alırsak ortadan kaybolmasında şüpheleneceklerdir!" Onur, Aytül'ün yüzündeki saçı geri çekerek "Zeki sevgilim benim!" dedi. Aytül, Onur'un bu temasından ve hitabından oldukça etkilense de, mesleğinin verdiği tecrübeyle yüzünü ifadesiz tuttu. Asansörün kapısı açıldığında indiler ve doğrudan Halit'in sekreterinin yanına gittiler. "Buyurun?" diyerek soru dolu bakışlarla onları karşıladı sekreter. "Halit beyle randevumuz vardı!" "Bugünkü randevularımız sonlandı! Bugüne olduğuna emin misiniz?" "Aşkım? Ne oluyor?" Onur duyduğu hitapla çok kısa bir anlığına Aytül'e bakıp tekrardan sekretere döndü. "Sorun yok sevgilim!.. Bakın hanımefendi biz bu sabah Halit beyle konuştuk. Ülkeye yeni geldik ve mirasla alakalı acil ve çok önemli bir davada ona danışmak istiyoruz! Çok değerli dostlarımızın tavsiyesi üzerine geldik! Sanırım Halit bey size haber vermeyi unutmuş. Arayıp sorar mısınız?" Kulaklıktan olayı takip eden Hilal endişeyle mırıldandı. "Kumarın böylesi... Neyse benim Burak'a güvenim tam! Kesinlikle şu an o adamı sıkıştırıyordur. Ehh... Adam da böyle bir durumda azılı düşmanı gelse, delinin tekinden kurtulmak için onu odaya alır." "Deli mi? Mazoşist o adam!" dedi Ulaş. "Sensin mazoşist! Uğraşma benim..." dedi ve duraksadı Hilal. "Senin? Ee devam etsene. Niye sustun? Burak yok burada!" "Ulaş!! Şu an konumuz bu mu gerçekten!" diye çıkıştı Hilal. Yaptığı telefon görüşmesini "Anladım efendim!" diyerek sonlandıran sekreter "Buyurun Pamir Bey! Halit Bey sizi bekliyor!" diyerek odayı işaret etti. "Teşekkürler!" diyen Onur, Aytülle birlikle odaya doğru ilerledi. Ve içeri girdi. 🦋 Halit, sekreterinden aldığı telefonla çaktırmadan nefes aldı. Buradan bir kurtuluş umudu bulan adam sekreterine "Seni bir dakika bekleteceğim!" dedi ve telefondaki bekletme tuşuna bastı. Karşısındaki koltukta onu ilgiyle izleyen siyahlara bürünmüş adama döndü. Dizinin üstünde eldivenli eliyle tuttuğu silahı görünce korkuyla yutkundu. "Kim?" diye sordu adam buz gibi bir ses tonuyla. "Bi... Bir müşterim!" "Bu saate kayıtlı müşterin yoktu?" "Acil bir randevuydu. Sa... Sabah aradılar. Aklımdan çıkmış!" Burak, yalan söyleyen adama kaşlarını çatarak baktı ve şüpheyle sordu. "Kim? Adı ne?" "Pamir. Pamir Kartuş!" Alfa'nın dudaklarında kısa bir anlığına bir gülümseme belirdi. "Kartuş ha? Gelsin bakalım! Herhangi bir yanlış hareketinde... BUM!" Halit, adamın elindeki tabancayı kendine doğrultarak yaptığı hareketle yerinden sıçradı. Adam onun sıçraması karşısında güldü ve kanat perdelerden birinin arkasına saklandı. Halit, sekreterine gelenlerin içeri girmesi için onay verdikten kısa süre sonra kapısı açıldı ve içeriye bir çift girdi. Selamlaşmanın ardından çift, karşılıklı tekli koltuklara oturdular. Halit tanımadığı ikiliye bakarken bu işten nasıl sıyrılacağını düşünüyordu. Onur, odaya girer girmez boğazını temizlemiş ve kapıya bir kere vurmuştu. Alfa bunu duyduğunda zaten 'Kartuş' soyadından dolayı anladığı olayı teyit etmiş oldu. Kartuş K.İ.T. üyeleri arasındaki bir şifreydi. Sanılanın aksine kartuş yalnızca kalem mürekkebi manasını gelmiyordu. Aynı zamanda 'merminin, içinde barut bulunan, silindir biçimindeki bölüm'e de Kartuş deniyordu. Burak, perdenin arkasından yavaşça çıktı ve Onur'a yarı kızgın yarı eğlenen bakışlar atmaya başladı. Halitle konuşan Onur, bu bakışları farkederek "İşte bizde 'Ne yapalım?' diye düşündük ve size geldik Halit Bey!" dedi gülerken. Alfa, onaylamazca başını salladıktan sonra sessizce Aytül ve Onur'u izlemeye başladı. "...İşte bizde bu vasiyette bize verilmeyen arsayı almak istiyoruz! Eşimin ailesine dava açacağız. Arsayı alanların bayağı kirli işleri var. Bunu açığa çıkarırsak arsayı alabilir miyiz?" "Bu karşı tarafın savunmasına bağlı. Siz kirli işlerinden bahsedin. Durum değerlendirmesi yapalım!" diyen Halit kaşlarıyla perdeyi işaret etmeye başladı. Vu durumu gören Aytül konuşmaya başladı. "Beyefendi iyi misiniz? Ayy aşkım baksana adama. Kaş spazmı olmasın bu! Kaşı gözü ayrı oynuyor. Hii! Şimdi de başı sallanıyor. İyi misiniz?" Halit bir anda öksürmeye başladı. Onur sürahideki suyu bardağa döküp adama verdi. "Helal canım helal!" diyerek perdenin arkasından yavaşça çıktı Alfa. Halit onu gördüğünde yutkundu ve hızla Onur'la Aytül'e döndü. "Siz..." "Biz mi? Tanımadığın insanları odanda almamalıydın. Sekreterine çok önemli bir konuda konuşacağımızı bu yüzden de kimseyi almamasını rica ettim. İyi yapmışım değil mi?" "Kimsiniz siz? Hangi cüretle buraya gelirsiniz?" "Sen hangi cüretle mesleğine ve devletimize ihanet etmiştin?" diye sordu Aytül ve devam etti. "Bak bu gördüğün adamlar... İkisi de birbirinden deli. Özellikle şu siyahlı!.. Onun kaybedecek bir şeyi yok! İntikam uğruna salisesinde kafana sıkar. Hatta bunu yapacaktı da biz engel olmaya geldik. Şimdi... Bizim sorunlarımıza cevap verip iş birliği yapacaksın. Yoksa... Onu senin üstüne salarım. Haberin olsun... Yaptığı işkenceleriyle meşhurdur. Sadece öldürmez süründürür!" Aytül son cümleleri adamın kulağına doğru fısıldamıştı. Adam korkuyla geri çekiliş önündekilere baktı. "Ne... Ne istiyorsunuz?" diyen adamın sesi titriyordu. "Bedir Tığcı hakkında ne biliyorsun? Duyduğu isimle Halit'in gözleri faltaşı gibi açıldı. "Be... Bedir Tığcı mı?" "Bu kadar kekeledikten sonra bilmiyorum demeyeceksindir umarım?" dedi Alfa buz gibi bir ses tonuyla. "Ben... Şirketinin birkaç davasına bakmıştım!" "Bu kadar mı?" "Ne olmasını bekliyorsunuz?" Halit'in tersleyen sesini duyan Burak masanın üstüne oturdu. Elindeki silahı sallarken usulca gözlerini kapattı. "Abi! Sakin ol!" dedi Onur korku dolu bir sesle. Kulaklığın ötesindeki Tuncay güldü. "Bu korkulu ses tonunda kendini epey geliştirdi bu velet! Cast ajansına katılmalı!" Onur'un boğazını temizlemesi üzerine Emre "Birbirinizle sonra uğraşırsınız Tuncay!" dedi. Halit, Onur'un tepkisine bakıp korkuyla Burak'a döndü. "Ben... Kimsiniz siz? Onların adam mısınız? Bir hatam mı oldu? Dediğiniz her şeyi yaptım!" "Kabul ediyorsun yani? Yolsuzluk yaptığını..." diye mırıldandı Aytül. "Öyle değil!" "Nasıl?" "Ben..." "Onların adamları değiliz. Şu hanımefendi polis!" dedi Alfa. "Polis mi? Onlarla işbirliği mi yapıyorsunuz? Bu yaptığınız suç! Biliyorsunuz değil mi?" "Suç? Senin yaptığın şey değil miydi o?" "Bakın! Türk Ceza Kanunu Madde 116/2'ye göre iş yerine izinsiz girmek, yine TCK m.106 uyarınca birini tehdit etme ve..." "Bırak şimdi bizim alacağımız cezaları. TCK m.252 uyarınca alacağın rüşvet cezasından bahsedelim biraz. TCK m.257: Görevi kötüye kullanma. TCK m.250: irtikap suçu... Hadi bunlar yine iyi(!). TCK m.234/3 ve TCK m.91/1, m.91/4, m.91/5'i ne yapacağız? Tüm bunların birleşimi de m. 82/1-e maddesini oluşturuyor. Bence sen bizi düşüneceğine kendini düşün!" {Yazar Notu: 234/3. Madde çocukları zorla alıkoymaktır. 91. Maddeler de organ mafyalığına ilişkin suçlardır. 82/1-e kasten, planlanmış bir şekilde bir çocuğu veya kendini savunamayan birini öldürmek demektir.} Halit duydukları karşısında afalladı. "Ne saçmalıyorsunuz? Çocuk alıkoyma, organ mafyası ve... Cinayet mi?" "Haberin yok mu? İnsan hiç düşünmez mi Halit Alaçatı? 'Bu değirmen dönüyor ama acaba hangi suyla dönüyor' diye?" Adam, inanamayarak başını salladı. "İnanmıyor musun? Bak o zaman!" diyen Burak cebinden resimler çıkardı ve fırlatırcasına masanın üzerine fırlattı. "İYİ BAK!" diye öfkeyle bağıran adam Halit'in kafasını fotoğraflara doğru eğdi. "Daha tazecik(!) fotoğraflar bunlar! Dün bir operasyon sonucu piyonlar yakalandı... GÖRÜYOR MUSUN? Bak şuradaki çocuk oğlunla yaşıt. Bir böbreğini almışlar! Şuradaki kız oğlundan da küçük. Onu da karaciğerinin bir kısmı yok. Dün tam tamına 36 çocuk çıktı küçücük bir depodan. Bunlardan 13'ü şu an hastanede. Hepsinin psikolojisinin ne durumda olduğuna girmeyeceğim. Girersem sana da girerim çünkü! O 36 çocuğun haricinde... Operasyon yapılan yerden de 8 çocuk kurtardık. 1 tanesi için... Çok geç kalmışız! Bu sabah... Cenazesindeydim. Diğer çocuklardan 5'inin durumu ağır. Sen... Kendi oğlunla oyunlar oynayıp, onun hayatı için rüşvet kabul ederken... Başka bir baba oğlunun mezarında ağlıyordu bugün! O şerefsizler bizden öncesinde Allah bilir kaç çocuğu böyle harcadılar! Sırf sen lüks bir hayat sür diye... Vahşice öldürülmüş çocuklar, çocuğunun mezarı bile olmayan ebeveynler var!!" Halit, gördüğü fotoğraflardan ve duyduklarından sonra ellerini başının arasına aldı ve "Ben ne yaptım?" diye pişmanlıkla sayıklamaya başladı. Burak, gözünden yaşlar akan adama baktı. Sakin olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Başarılı olamayınca Onur'a başıyla işaret edsrek ayağa kalktı ve birkaç adım geriye çekildi. "Bak! Bu işi bir kere yapan adamlar hep yapar! Başka piyon bulmaları çok kolay. Bizim elebaşlarına ulaşmamız lazım. Bize yardım etmelisin!" Halit, Onur'a bakarak korkuyla başını salladı. "Yapamam! Ailem... Onlara zarar verirler" diye fısıldadı Halit. "Onlarca aileyi dağıtan sen değil misin lan! Bir de..." Öfkeli Burak'ın önüne geçen Onur "Abi!" diye mırıldandı. Burak derin bir nefes aldıktan sonra masaya doğru yaslandı. "Merak etme! Senin suçunun bedelini ne eşinin ne de... Oğlunun ödemesine izin vereceğim!" "Başarılı olabilecek misiniz? Kimsiniz siz?" "Askeriz!" "Ne yani sen... Asker misin?" "Beğenemedin mi?" "Askersen... Gerçekten de ailemi koruyabilirsin! Fakat ben... İtirafçı olursam ailem hep tehlikede olmayacak mı?" "Senin itirafçı olduğunu söylemeyeceğiz. Ailen de tanık koruma programında olacak! Hatta... Yurt dışına bile gönderebiliriz! Yeter ki sen bizimle işbirliği yap!" Halit, masanın üzerinde duran aile fotoğrafına baktı ve mırıldandı. "Yakında 11 olacak! Hayatının en önemli yaşları. Ergenlik çağı yaklaştı. Bütün bu süreci... Babasız mı atlatacak?" Alfa da fotoğrafa baktı. Aklında bambaşka bir aile fotoğrafı dolanırken konuştu. "Babasız olması için... Babasının ölmüş olması gerekir. Sen hayatta olacaksın! İtirafçı olacağın için cezan hafifletilecek. Nezarethanede de iyi bir koğuşa yerleştirilirsin. Bekli... Ergenliğini tam anlamıyla göremezsen de... Bir gün evlendiğinde yanında olacaksın! Bu... Hiç olmamandan çok daha iyi değil mi?" "Az önce... Beni öldüreceğini düşünmüştüm. Belki o kadar ileri gitmezdin ama çok öfkeliydin! Şimdi ne değişti de bana yardım ediyorsun? Hepsi itirafçı olmam için mi? Suyuma mı gidiyorsun?" "Sana yardım ettiğimi kim söyledi?" "Bu ne demek? Benim için yapmıyorsan kim içi..." "Oğlun için! Babasız büyüse de... Babasının hayatta olduğunu bilmesi için! 11 yaş... Acıyla tanışmak için çok küçük bir yaş! Onun şu an tek derdi istediği oyuncağı alamamak veya ödevlerini yetiştirememek olmalı! Ölen babasının arkasından yas tutması değil! Ve itirafçı olup bizim korumamız altına girmezsen bu yaşanacak!" Onur, sesindeki acıyı gizlemeye çalışan abisine baktı. Dediği gibi '11 yaş acıyla tanışmak için çok küçük bir yaştı'. Tecrübelerinden biliyordu. Halit, karşısındaki genç adama baktı. Sözlerini söyledikten sonra hemen toparlansa da Halit o bir anlık acıyı görmüştü. Bu adam yaralı bir çocukluk geçirmişti. Ve oğlu da, kendisi gibi olmasın diye uğraşıyordu! "Tamam! İtirafçı olacağım. Hatta... Ofisime izinsiz girdiğinizden de bahsetmeyeceğim!" Alfa kaşlarını çattı. "Bunu neden yapacaksın ki?" Emre mırıldandı. "Bu adam en kısa zamanda 'Üzümünü ye bağını sorma!' atasözünü uygulamaya geçirmeli. Hayır ne diye 'Neden' diye soruyorsa?" Halit, yavaşça ayağa kalktı. Elini Burak'ın omzuna koyarak sıktı. "Suçluları yakalamak için mesleğini tehlikeye atan bir asker ve para için mesleğini kullandıran bir avukat! Oğlumun ileride benim gibi bir alçaktansa senin gibi bir yiğit olmasını isterim! Ehh bunu isterken de mesleğine zarar vermek ikiyüzlülük olur sanırım!.. Ailen senin gibi bir evlatları olduğu için gurur duyuyordur asker!" Alfa, duyduklarından sonra bakışlarını birkaç saniyeliğine yere indirdi. Tekrardan Halit'e baktığında başıyla teşekkür etti. "Şimdi... Sekreterine benim davam için diğer avukatla görüşmeye sonrasında da yine davamla ilgilenmek için beraber İzmir'e gideceğini söyleyeceğiz! Çok yüklü bir miktar ödeyeceğim o yüzden yaklaşık 1 haftanın işini askıya alsan sorun olmaz! Buradan... Bizim üsse geçeceğiz. Yolda eşinle görüştüreceğiz ve... Ayarlayabilirsek yüz yüze görüşmenizi sağlayacağız. Sonrasında da eşin ve oğlun tatil için Antalya'ya gidecekler. Herkese diyecekleri bu fakat onları yurtdışına göndereceğiz. Neyse... Detayları konuşuruz! Sekreterine ve kameralara sakın bir şey çaktırma!.. Abi sen?" "Geldiğim yerden geri dönerim!" "Nasıl geldin diye sormaya korkuyorum?" diye mırıldandı Aytül. "Balkondan!" dedi Alfa gülümseyerek. "Balkona nasıl geldiğini sorar mısın Aytül?" diye sordu sitemle kulaklığın diğer ucundaki Hilal. "Balkona nasıl geldiğini soruyor!" Aytül'ün kulaklığı göstermesi üzerine Alfa güldü. "Cevabını bildiği soruları sormaya da bayılıyor! Tabii ki de çatıdan!" Bunu dedikten sonra asker selamı veren adam gayet rahat hareketlerle balkona çıktı ve çatıya bağladığı halata tutunarak yukarı çıkmaya başladı. Sanki 27. katta değilmiş gibi... 🦋 Aradan geçen 1 hafta hepsi için oldukça yoğundu. Bir sorgudan diğerine geçmişler ve sonunda Reis kod adıyla tanınan milletvekili dahil tüm büyükbaşları yakalamışlardı. Piyonlarla ise Ulaş ve ekibi ilgilenerek birçok çeteyi çökertmişti. Binbaşı, Halit'in durduk yere bir anda nasıl itirafçı olduğuyla ilgili bir sürü soru sorsa da cevap alamamıştı. Tim'inin yine bir şeyler çevirdiğini anlasa da, kimsenin burnu kanamadan olay bittiği için daha fazla kurcalamamıştı. Telefonu çalan Burak, uzandığı kanepeden doğrulmadan telefonunu açtı. "Efendim!" "Hayırsız!" Uzandığı koltuğa doğrulup oturan Burak gülümseyerek "Buyurun benim!" dedi. Onun gülümseyen sesini duyan Hilal, masanın üzerinde incelediği belgeleri bırakıp Burak'a döndü. "Neredesin oğlum sen? İnsan bir arar! 10 gün önce aradın en son!" "Çok yoğun bir hafta geçirdim baba! Yoksa seni aramaz mıyım ben?" "Aramazsın!" diyen adamı duyan Burak kahkaha attı. Hilal ise dudaklarındaki gülümsemeyle onu izliyordu. İzlendiğini hisseden Burak da Hilal'e bakmaya başladı. "... Heyy! Kime diyorum ben?" Hilal'den gözlerini çeken adam "Ne demiştin?" diye sordu. Bu sırada da yanındaki suyu alıp içmeye başladı. Hilal'e bakmamak için bir şeylerle uğraşması gerektiğini hissetmişti. "Ne bu mecnunluk diyorum? Aşık mısın oğlum sen?" Soruyu duyan Burak'ın içtiği su boğazına kaçınca öksürmeye başladı. Hilal, telaşla yanına gelerek "İyi misin?" diye sordu. "İyiyim!" diyerek ayağa kalkan Burak hızla odasına gitti ve yatağına oturdu. "Ne saçmalıyorsun baba ya?" "Sorarken ben de saçma olduğunu bir an düşündüm tabii. Sonrasında olanlar gayet de doğru bir tespitte bulun..." "BABA!" "Buraya gelsene!.. Özledim seni!" Soruyu duyan Burak yutkundu. "Oraya mı? Oraya gelemeyeceğimi biliyorsun!" "Yılardır Sakarya'ya ayak basmıyorsun be oğlum! Annenle babanın meza..." "Sen de İstanbul'a gelmiyorsun! Bu konuyu tekrardan açmayalım!" "O zaman... İzmit'te buluşalım. Her zamanki yerde." "Ben... Tamam! Saat daha 10! En geç 12'de orada olurum. Akşam da dönerim!" "Kalamaz mısın?" "Bilmiyorum! Dayıma sormam lazım. Görüşürüz!" 🦋 İzmit Sekapark Marina kafede buluşan ikili bir süre sessizce denizi izledi.  {Marina Kafe} "Eee? Nasıl gidiyor?" "İş mi konuşacağız? Gerçekten yoğun bir hafta geçirdim. Ve o şerefsizleri hatırlayarak sinirlenmek istemiyorum." "Haklısın! Zaten Sinan'dan öğrendim bir şeyler. Aferin! İyi iş çıkarmışsınız. Tüm tim olarak... Hilal dahil!" Burak öfkeyle nefes aldı. "Anlattı değil mi dayım? Ne söyledi?" "3 yıl önceki olayı ve 4 ay önceki görevi!" "Hayır ekibe aldığı yetmiyormuş gibi bir de... Ne diye sana anlatıyor?" "Belki seni ikna ederim diye düşünmüştür?" Burak alaylı bir kahkaha attı. "Sen mi ikna edecekmişsin?.. Ee baba İstanbul'a gelmeyeli kaç yıl oluyor? 25 mi? Benim yüzümden günübirlik geldiklerini saymazsak?" "Bana saldırınca susacağımı mı düşünüyorsun? Ben yıllardır çekiyorum bu acıyı! Sen çekme diye uğraşıyorum!" "Aynı şey değil! Sen o kadınla evlenmiştin! Bizim ise... Hilalle aramızda hiçbir şey olmadı! Olamaz da." "Tamam! Sakinleşelim önce!" diyen Salih iki çay istedi. Çaylarını içerlerken Salih bir anda "Kocası ölmüş!" diye mırıldandı. Burak hızla başını kaldırarak babasına baktı. "Ne zaman?" "Oluyor bir süre! Tesadüfen öğrendim!" "Ne yapacaksın?" "Senin yaptığını... Hiçbir şey!" "Ama baba... Yani siz evliydiniz! Bu yüz.." "Ben onu boşadım Burak! Şimdi 25 yıl sonra karşısına çıkıp da 'Ben aslında askerim! Seninle evlendiğimde gizli bir görevdeydim. Bir salak gibi sana aşık oldum ve çok büyük bir hata yaparak seninle evlendim' mi?" "Hata? Böyle söylersen iyi bir tepki alamazsın tabii!" "Hata değil mi? Onu kendime bağlamam benim suçum. Benim zaafım olduğunu anladıkları için evlenmeye zorladılar. Evlenince... Daha da çok bağlanacağımı biliyorlardu. Sonra da onunla tehdit ederek boşanmamı istediler. O gün... Bana bakışı aklımdan hala çıkmıyor. Aradan yıllar geçti. O kendine yeni bir hayat kurdu. Beni unuttu! Şimdi karşısına çıkıp bu gerçekleri açıklayamam. Özellikle de amcasını..." "Asıl mesele amcası değil mi? Onu kurtarmak için amcasını vurduğunu öğrenirse..." "Vurmak? Yaptığımı hafifletme evlat! Ben sadece vurmadım. Onu... Öldürdüm! Kendi ellerimle!" "Mecburdun! Mesele o kız veya amcasıyla sınırlı değildi ki. Sen hastanelere yapılacak bomba saldırılarını önledin baba! 100'lerce masumun ölmesini engelledin! Sırf planlarını öğrenmek için aralarına sızdın. Ve bunun için de yaralı bir devrenin hayatına son vermek zorunda kaldın! Asker olduğun açığa çıktığında... 7 ay boyunca işkence gördün! Acı çekenin o olduğunu zannediyorsa yanılı..." "Tam da bu yüzden! Bırak beni kötü biri olarak bilsin! Bunca acıyı tek başıma çektiğimi öğrendiğinde 'Oh olsun? O da beni boşadı!' diyeceğini mi düşünüyorsun? Ayrıca... Ona anlatamam. Babası olarak gördüğü akrabasını öldürenin ben olduğumu anlatamam! Ya da bir... Bir askeri ,silah arkadaşımı, kendi ellerimle vurduğumu!.. Bunları sadece sana anlattım! Başkasına anlatamam. O... Ona hiç olmaz! O kadar cesur değilim! Karşısına geçip söyleyemem! Ayrıca... Teselli edilmek de istemiyorum! Hem... Bunca zaman sonra çıkıp maziyi açarsam... " "Seni unutmuş olmasından korkuyorsun değil mi?" diye fısıldadı Burak gerçeği anlayarak. Salih, kızarmış ela gözleriyle karşısındaki oğluna baktı. "Hatırlaması için bir nedeni var mı ki oğlum?" dedi çatlak bir sesle. Gözünden kaçan ufak bir damlayı silip sandalyesinde doğruldu. "Anlaşıldı! Ne Hilal'den, ne de ondan konuşmuyoruz bundan sonra..." diye mırıldanan adam boynundaki ,bir ipe asılı olan, yıldızı tuttu. İlk evlendiklerinde almıştı bunu. Ona Hilal, kendisine ise Yıldız. Bayrağına aşık bir Türk askeri olarak, Hilal'ini sevdiğine emanet etmişti genç asker. Meleğine... Ancak Melek'i onu adi bir terörist sanmakla kalmayıp adi bir adam olduğunu da düşünüyordu. Onu aldatan biri... 25 yıldır aklından da kalbinden de çıkmayan gözler aklına gelirken çayını bitirip bir bardak daha istedi Binbaşı Salih Arslan. |
0% |