Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm- Asena

@yasminiesa

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Hilal, yanındaki Burak'a bakarak.

"Görürsün!"

"BURAK! Bu 5. görürsün demem!"

"Maalesef! Çünkü senin de 5. soruşun! İlkinden sonra neden tekrardan soruyorsan..."

"Merak ediyorum!!"

"İyi! Etmeye devam edebilirsin çünkü söylemeyeceğim!"

"Gıcıksın!"

"En az senin kadar!"

Hilal, kollarını kavuşturdu ve camdan dışarı bakmaya başladı. Saat sabahın 8'i olduğu için trafik yoğundu.

Kahvaltısını yaparken Burak'ın '15 dakikaya aşağıdayım! Hazır ol!' mesajıyla şaşkına dönen genç kız, nereye gittiklerini çok merak ediyordu. Fakat birileri söylememekte oldukça ısrarlıydı. Hilal öfkeli bir nefes aldı. Burak onu delirtiyordu.

"Pışşt!"

Genç kız, yanındaki adamı takmadan camdan dışarıya bakmaya devam etti. Burak ise bu duruma kayıtsız kalamadı ve kıza seslenmeye devam etti.

"Heyy!.. Hilaaal! Yine mi küstün? Ne bu naz? Çocuk musun?.. Eyvah! Buna bile tepki vermediğine göre durum ciddi! Hilaaaal! Ne dememi bekliyorsun bana bakman için?"

"Kelebek" diye fısıldadı Hilal istemsizce.

Arabayı kullanan Burak, duyduğu hitapla aniden frene bastı. Arabanın ani duruşuyla öne doğru giden Hilal "Emniyet kemeri tam da bu durumlar için hayat kurtarıyor sanırım!" diye mırıldandı.

'Kamu spotu: Emniyet kemeri hayat kurtarsa da Burak'ın gazabından kurtarmıyor maalesef!' diyen iç sesine göz deviren Hilal, arabanın kırmızı ışıkta durmasıyla Burak'a döndü.

Adam, endişeli gözlerle kızın iyi olup olmadığını kontrol etti. Yeşil ışık yandığında sessizce arabayı sürmeye devam ederken arada kıza bakıyordu. Adamın onunla konuşmaması ve sadece incelercesine bakması sinirini bozduğunda, Hilal söylendi.

"Bana sorsan iyi olduğumu söylerdim zaten! Gerçi sen kimseye güvenmeyip, bildiğini okuyan..."

"Gerçekten de... Öyle mi düşünüyorsun?" diye soran Burak'ın sesindeki alınganlığı hissetmişti Hilal.

Bedenini hafifçe şoför koltuğunda oturan adama doğru çevirdi.

"Bildiğini okuduğun doğru. İnkar edemezsin!"

Burak yorum yapmadan arabayı sürmeyi devam etti.

"Güvenmediğinden değil..." diye mırıldanan Hilal, adamın bir anlık bakışını görünce devam etti.

"Karşındakinin seni incitmemek için bir sorun yokmuş gibi davranıp, gerçekleri çarpıtacağını düşündüğünden sormayıp kendin kontrol ediyorsun. Çünkü... Sen öyle yapıyorsun. İyiymiş gibi... Her şey yolundaymış gibi..."

Burak, sessiz kaldı. Kısa süre sonra arabayı durdurup yanındaki kıza baktı ve konuşmaya başladı.

"Beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsun? Aklım almıyor!"

Hilal, Burak'ın isyan edercesine konuşmasıyla tebessüm etti.

"Sen beni nasıl tanıyorsan ben de seni öyle tanıyorum! Ve... Aklının almaması da doğal. Çünkü bazı şeylerin başrolü akıl değildir."

"Akıl anılara, kalp ise duygulara esirdir" diye mırıldandı Burak.

Hilal duyduğu cümleyle şaşkınca Burak'a döndü.

"Sen?.. Nasıl?"

"Üsse getirdiğin kitap... Kenarına not almışsın. Ortalıktaydı. İncelerken gördüm."

"Ve bir anda söyleme ihtiyacı hissettin? Hiç senlik bir hareket değil!"

"Bazı şeylerin başrolü akıl değildir dedin yaa... Anılar varsa akıl her zaman başroldür. Kalbin başrolü paylaşıyor olması, aklı devre dışı bırakmaz! Ve... Akıl sahalarda olduğu, kalp anılarla çırpındığı müddetçe... Bazı şeyler asla unutulmaz!"

"Neden şu an bizden bahsetmediğini hissediyorum?"

"Biz diye bir şey olmadığındandır!" diye mırıldandı Burak tatsız bir sesle.

"Peki neden biz diye bir şey yok? Sen ne yaşadın da bu kada..."

"Geldik!" diyerek Hilal'in sözünü kesti Burak.

Hilal, Burak'ın onu konuşturmaması üzerine hüsranla nefes aldı ve etrafına bakınmaya başladı. Nerede olduğunu anladığında hızla yanındaki adama döndü ve başını 'hayır' anlamında salladı.

"İstemiyorum! Gidebilir miyiz?" diye mırıldandı soğuk bir sesle.

"Hayır!" dedi Burak kararlı bir sesle.

"Gidelim Burak!

'Gitmiyoruz!"

"'İSTEMİYORUM!' DEDİM!"

Hilal'in isyan dolu çığlığına karşılık Burak sakince konuştu.

"Ben de 'Hayır!' dedim!"

"İyi o zaman. Sen gidersin. Ben gelmiyorum!" diyen Hilal arabanın kapısını açtı ve indi. Kapıyı sertçe kapatan kız öfkeyle yürümeye başladı.

Burak derin bir nefes aldı ve hızla arabadan inerek Hilal'in peşinden gitti.

Kıza yetişen adam, onu kolundan tutarak durduğunda "BIRAK!" diye bağırdı genç kız.

Burak kolunu tutmaya devam edince "BIRAK! İSTEMİYORUM İŞTE! BIRAK!!" diyerek bağırmaya devam etti.

Önünde durdukları kapalı ceza evinin kapısında nöbet tutan genç askerler, birbiriyle bakıştıktan sonra yaşça büyük olanı yanlarına yaklaştı ve seslendi.

"Kardeşim! Kız bırak diyor duymuyor musun?"

"Duymuyorum!.. Ne yapacaksın?" diye sordu Burak tehditvari bir ses tonuyla.

Asker, karşısındaki adamın ses tonunu duyduğunda inceler gözle bakmaya başladı.

"Kimsin sen? Ayrıca... Umarım o belindeki silah değildir. Ruhsatlı olsun, olmasın farketmez kimse ağır ceza mahkumlarının tutulduğu bir hapishanenin önüne silahla gelemez!"

Burak güldü. "Kimse de pek genel oldu be asker! %'de 5'lik bir istisna vardır muhakkak!"

Asker, Burak'ı baştan ayağa süzdü. "Ve sen o dilimin içine girdiğini mi düşünüyorsun?"

"Sen düşünmüyorsun galiba? Çok kırıldım(!)" dedi Burak ukala bir gülüşle.

Hilal kolunu çekti fakat Burak bırakmadı. Bunun üzerine öfkeyle adama dönerek konuştu.

"Git az ötede kırılmana devam et! Şimdi... Sakince söylüyorken... Bırak kolumu!"

"Sinirle söylüyorken ne olacak çok merak ettim bak!" diye mırıldandı Burak alaycı bir şekilde.

"Çok eğleniyorsun anlaşılan. Ama ben eğlenmiyorum! Git kendine başka bir oyuncak bul!" diyen Hilal yine kolunu çekti ve yine Burak engeliyle karşılaştı. Asker bu olaya daha fazla kayıtsız kalamayarak Hilal'in kolunu tutmaya kalktı. Burak ise adam, Hilal'e dokunamadan boştaki eliyle onun kolunu tutup Hilal'den uzaklaştırdı.

"Mayınlı bölge asker!.. Gidecek misin sen artık görev yerine? Anlaşıldığı üzere şu an bir tartışmanın tam ortasındayız ve varlığın gergin sinirlerime ultra voltaj yüklüyor. Böyle bir durumda, istemeyerek de olsa tüm hıncımı senden çıkarırsam... Mesele sen ve ben olmaktan çıkar. Hangimiz daha fazla zarar görür orası da meçhul!"

"Sen... Siz... Gelecek olan misafirsiniz değil mi? Saat 10'da randevusu olan..."

Hilal, şaşkınca bir anda tavır değiştiren nöbetçiye baktı. Ses tonu saygıyla dolmuş, aynı zamanda bir adım geriye çekilmişti. Kısacası adamın, Burak'ın karşısında bir el-pençe-divan durmadığı kalmıştı.

"Vay be! Rütbe insana neler yaptırıyor? Siz şimdi beni bu adamdan kurtarmayıp, gitmeme de izin vermezsiniz!!"

Asker itiraz edecekken karşısındaki Yüzbaşı'nın konuşmasıyla sustu.

"Gitmek? Kolunu bırakınca dönmemek üzere gideceksen ve bir daha da karşıma çıkmayacaksan... Hemen bırakırım!"

Hilal, adamın cümlesini duyduğunda kalbinde derin bir acı hissetti. Fakat bu acıyı yok sayarak alaycı bir kahkaha attı.

"Sen gerçekten de buna inanıyor musun?"

Burak şaşkınca kıza baktı ve mırıldandı.

"Yüzsüzlükte çığır açtın Hilal!"

"Kastettiğim gidip gitmemem değildi. Ben gitsem... Gerçekten bir daha karşılaşmayacak mıyız? Daha da açayım hatta... Gitsem... Peşimden gelmeden durabileceğini düşünüyor musun gerçekten?"

Hilal'in kendinden emin ses tonuyla söyledikleri, Burak'ın yutkunmasına neden oldu. Genç kız, adamın yeşil gözlerindeki ifadeyi gördüğünde hüzünle tebessüm etti.

"Duramazsın!.. Aklın da kalbin de geçmişinin bataklığında saplanmış olabilir. Beni korumak için göndermeye de çalışabilirsin. Ama... İstesen de, istemesen de..." diyen Hilal, boştaki elini Burak'ın kalbine koydu. Bu temasla Burak'ın zaten hızla atan kalbi daha da hızlandı. Bunu farkeden kız, ela gözlerini aşık olduğu yeşillerle buluşturdu ve fısıldadı.

"Burada ben de varım. Belki küçücük bir yeri kapılıyorum... Ama yine de oradayım!"

Burak, hiçbir şey söylemeden ela gözlüsüne baktı ve kalbinin üzerinde duran eli tutarak yavaşça aşağı indirdi. Kızın elini bırakmayan adamın dudaklarında acı bir tebessüm vardı.

"Orada olman... Hiçbir şeyi değiştirmiyor Hilal. Ben... Asla unutamayacağım şeyler yaşadım. Ve... Bu saatten sonra dinleyeceğim tek yer aklım" dedi Burak sessizce.

Kızın elini bırakan adam, kolunu tutmaya devam ediyordu. Konuştukları konuyu kapattığını belirtircesine başıyla cezaevini işaret eden Burak "Hadi!" diye mırıldanarak asıl konularına döndü.

"Fikrimde gram değişiklik yok. İstemiyorum!" diye mırıldandı Hilal yorgunca.

"Tamam. Hadi arabaya geçelim!" diyen adamı duyduğunda kaşlarını çattı genç kız.

"Sen... Pes mi ettin yani?" diye sordu Hilal hayretle.

"Ben ve pes etmek mi? Yapma ama!"

"O zaman?"

"Konuşacağız!"

Hilal sinirli bir nefes aldı.

"Konuşmayacağız. Beni ikna edemeyeceksin! Bırak kolumu gideceğim!"

"Göreceğiz bakalım ikna edecek miyim, etmeyecek miyim!"

"Senden daha inatçı olduğ..."

Hilal, sözünü bitiremeden bir anda havalanmasıyla, ne olduğunu anlamadı ve ufak bir çığlık attı.

Düşmemek için, o anki can havliyle bulduğu ilk şeye sarılan Hilal, bunun Burak'ın boynu olduğunu, burnunun dibindeki yeşil gözlerle fark etti.

"Sen..." diye fısıldayan kız devamını getiremedi. Burak'ın yoğun bakışlarına daha fazla dayanamadığında gözlerini kapattı.

Burak, sanki hiç ağırlığı yokmuş gibi Hilal'i kucağında taşırken, Hilal hala olayı sindirmeye çalışıyordu.

'Şu an Burak'ın kucağındaydı! Kucağındaydı Burak'ın! Burak... Onu... Taşıyordu... Kucağında. Burak onu kucağı...'

'Yeteeeer! Anladım. Sus iç sesim sus. Kalp atışlarım zaten yeterince gürültü yapıyor. Bir de sen yapma!'

Arabanın yanına gelen Burak, yolcu kapısına geldiğinde Hilal'i yere bıraktı.

Bunun üzerine kapalı gözlerini açan kız 'Keşke açmasaydım' diye düşündü. Çünkü adam mümkünmüşçesine az öncekinden daha da yakınında duruyordu.

Aralarından ancak bir sineğin geçeceği kadar boşluk olan ikilinin, hızlı nefesleri birbirine çarpıyor, kalp atışlarının sesi neredeyse dışarıya yansıyordu.

Bu yakınlığa daha fazla dayanamayan Burak yutkunduktan sonra "Bin!" diye fısıldadı. Fısıldadı çünkü sesini kaybetmişti. Kalbini de kaybettiği gibi... Ve ruhunu... Hepsini de karşısındaki ela gözlü kız çalmıştı. Ela gözlü Kelebeği...

Hilal, hafifçe başını hayır anlamında salladı.

Burak iki elini de arabaya yasladıktan sonra kızın kulağına doğru fısıldadı.

"Bin! Yoksa ben bindiririm!"

Bu yakınlığa daha fazla dayanmayan Hilal, eliyle adamı iterek "Senden nefret ediyorum!" dedi hırsla.

Burak, geri çekilerek güldü ve "Eminim öyledir!" diye mırıldandı.

Hilal, gözlerini devirip arabaya bindi ve oldukça sert bir şekilde kapıyı kapattı. Bunun üzerine "Kırsaydın!" diye söylendi adam.

"Elinde olsa kesinlikle yapardı bence!"

Sesin geldiği yöne dönen Burak, az önceki askeri karşısında görünce "Sen hala burada mısın?" diye sordu.

"Başından beri fakat... Siz meşgul olduğunuzdan farketmediniz!"

Burak, bakışlarını arabaya çevirdi. Hilal yorgunca arkasına yaslanmış, gözlerini kapatmıştı. 'Senin dengesizliğinden yorulmuştur!'. Bakışlarını askere geri çevirip konuştu.

"Neyse... Görev yerine gidebilirsin!"

"Ben..." diyen asker duraksayarak telefonunu uzattı. Burak buna anlam veremeyerek telefonu aldı ve gördüğü fotoğraflarla hızla askere döndü.

"Çok... Tatlı görünüyordunuz. Anlar anıya dönüştüğünde, fotoğraflarla o ânı tekrardan yaşatma taraftarıyımdır."

Elindeki resim karelerine tekrardan baktı Burak. İkisi de birbirlerinin bakışlarında kaybolmuştu. 'Bu tehlikeli. Çok, çok, çok tehlikeli!' diye düşünen Burak'ın istemsizce kaşları çatılmıştı.

Burak'ın tepkisini üzerine alınan asker "Sanırım bir hata yaptım. Resimleri hemen siliyorum Komutanım!" diyerek telefonuna uzandı. Burak telefonu kendine çekerek almasını engelledi. Resimleri kendi telefonuna gönderirken mırıldandı.

"Hatayı sen değil ben yaptım asker! Ve çok büyük bir hata olduğunu bildiğim halde... Yapmaktan kendimi alamıyorum! Ve gidişata bakılırsa... Alamayacağım da!"

Burak, son cümleyi gözü kapalı kelebeğine bakarak söylemişti. Yaralı adam, ilk defa geçmişindeki lanetinden bu kadar çok nefret etti. O olay olmasaydı... Tüm hayatı bambaşka olurdu.

Asker, düşüncelere dalan adamdan telefonunu aldıktan sonra "Kolay gelsin!" diye mırıldandı.

"Kolaysa başına gelsin asker!"

"Komutanım dua mı ettiniz beddua mı belli değil!" diyerek gülen asker nöbet yerine geri döndü.

Burak, tekrardan arabaya baktığında Hilal'in onu izlediğini gördü. Bakışları karşılaştığında, kız öfkeyle başka tarafa baktı.

"Dua..." diye mırıldandı Burak. "Beddua olmasını deliler gibi istesem de... O benim duam. Hem de en güzel dua'm!"

🦋

"Neyi anlamak istemiyorsun Burak? 15 dakikadır papağan gibi tekrar ettiğim, fakat senin anlamadığın şeyi bir kez daha söylüyorum. 'Kadir Alacalı'yla görüşmek falan istemiyorum. İs-te-mi-yo-rum!' Bunda anlaşılmayacak ne var acaba?"

Hilal'in öfkeli sesi arabayı doldurdu. İkili 15 dakikadır bir arpa boyu yol katedememişti.

"Ben gidiyorum!" diyen Hilal kapıyı açmak için elini uzattı.

"Gerçekten de farkında değilsin!" diye mırıldanan Burak'ın ses tonunu duyduğunda duraksadı. Kaşlarını çatarak yanındaki adama döndü ve sordu.

"Neyi?"

"Ne kadar şanslı olduğunu!"

"Şanslı mı?" diye soran kızın sesi hayret doluydu.

Burak'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.

"Evet. Şanslı! Biliyor musun? Seni kıskanıyorum!.. En azından karşında muhattap olacağın birisi var!"

"Bu... Ne demek?"

Kızın sorusu üzerine adam derin bir nefes aldı.

"Ben... Geçmişi atlatamama sebeplerimden birisi de bu. Yüzleşme şansım yok!.. Onunla bir konuşsam... En azından şu içimdeki geçmek bilmeyen acı hafiflerdi. Fakat... Onunla istesem de konuşamam! Yaşamayan biriyle nasıl konuşabilir ki insan? Aslında... Seni anlıyorum. Yüzleşmekten neden korktuğunu! Bazı insanlardan hesap soramazsın! Canlarını yakmaktan delicesine korkarsın çünkü. Onu suçlamak... Suçlamak en çok kendine zarar verir çünkü. Ben bir aptal gibi yaşadığım her şeyden onu suçluyorum mesela. Halbuki o... En büyük kurbanlardandı. Şu an karşında duran adam, asker olan ben... Onu anlıyor. Hem de o kadar iyi anlıyor ki! Nedenlerini, niçinlerini. Fakat... O küçük çocuk affedemiyor be Hilal! Anlamıyor da, affetmiyor da... Suçlamaktan başka hiçbir şey yapmıyor ve ben bu savaştan gerçekten çok yoruldum. O çocukla savaşımda her seferinde kaybeden olmaktan yoruldum! Onu suçlamaktan... Ve bunun utancından dolayı, yıllardır mezarına gidememekten çok yoruldum! Her şeyi içimde yaşamaktan... Ona kırgın olmaktan çok yoruldum. Ve... Ve... Özledim! Onu o kadar çok özledim ki..." diyen Burak'tan bir hıçkırık koptu.

Adamın gözlerinden düşen damlalar genç kızı yaktı, kavurdu. Yanağındaki ıslaklığı hissedene kadar kendisinin de ağladığını farketmedi. Ellerini yüzüne kapatarak sakinleşmeye çalışan adama uzanan kız, onun ellerini usulca kendi ellerinin arasına aldı. Bu temasla gözlerini açan adamın gözleri acı, korku, özlem, pişmanlık ve utançla doluydu. O bakışları gören kız kesik bir nefes aldı. Acı çekiyordu... Alfa'sı, Olric'i, Nefes'i olan adam acı çekiyordu. Sevdiği adam cayır cayır yanıyordu.

Hilal, yeşil gözleri kıpkırmızı olan adamın gözünden akan yaşı eliyle yakaladı.

Burak, yüzüne dokunan elle gözlerini bir saniyeliğine kapattı. Tekrardan açtığında gözlerini, ela gözlerle kavuşturdu ve çaresizce fısıldadı.

"Sen bana ne yapıyorsun Kelebek?"

Duyduğu hitapla nefesi kesilen kız, titrek bir nefes aldı.

"Ne yapıyorsun ha? Yıllardır kendime bile itiraf edemediğim şeyi nasıl itiraf ettirdin bana?"

Çaresiz bir şekilde isyan eden adamın sesi çatlamıştı. Yüzündeki yaşları sildikten sonra derin bir nefes aldı ve hava almak istercesine kapıyı açıp, arkasına yaslandı.

Yola boş gözlerle bakan Alfa, kızın "Suçladığın... Kim olduğunu sorsam... Söylemezsin değil mi?" diye fısıldamasıyla ona doğru döndü.

"Söylemem değil... Söyleyemem! Yıllardır itina ile... Onu suçladığımdan kaçıyordum zaten. Şimdi vicdan muhakemesinin dibindeyken adını sesli söyleyemem! Söylersem... Tüm dünya kınayarak bana bakacakmış gibi hissediyorum" diye fısıldadı adam suçlu bir ses tonuyla.

Hilal, adamın çaresiz haline baktı ve korkarak sordu.

"O kişi... Annen değil. Di'mi?"

Burak'ın bu kadar çaresizce bahsettiği kişi ailesinden biri çıkarsa Hilal, kederden tam şuracıkta paramparça olabilirdi.

"Değil... Annem değil!" diye mırıldandı Burak.

Hilal usulca bir nefes verdi. Annesi değilmiş diye sevinen kız, adamın içinden tamamladığı cümleden bihaberdi.

'Annem değil... Babam. Babam Yiğit Kılıç! Benim ilk kahramanım! Örnek aldığım, her şeyim olan adam...

🦋

Gergince oturduğu sandalyede kıpırdanan Hilal, tekrardan derin bir nefes aldı. Bakışlarını ,sadece onların olduğu görüş odasında bir kez daha gezdirdi.

Burak, yanında oturan ve stresli bir şekilde elleriyle oynayan kıza baktı. Aklının değil, kalbinin komutlarını dinleyen elleri, o daha ne olduğunu anlayamadan kızın elleriyle buluştu.

Hilal elinin üzerindeki eli hissedince elalarını, yeşillerle buluşturdu. Adamın gözlerini gördüğünde tüm endişesi kayboldu, bütün ruhu yıkılmaz bir güçle doldu. Burak yanındaysa Hilal korkmazdı ki! Her şeyden önce Alfa, Kelebeği'nin korkmasına izin vermezdi.

"Ben yanındayım" diye fısıldadı Burak. Ve hemen sonrasında kızın elini sıktı.

"İyi ki!" diye fısıldayan Hilal'in dudaklarındaki kocaman bir tebessüm belirdi.

Kapının açılmasıyla Burak yavaşça elini çekti ve ikili bakışlarını kapıya çevirdi.

İçeriye giren Kadir Alacalı, odadakileri gördüğünde şaşkınlıkla duraksadı. Kısa bir anlığına Burak'a bakan adamın bakışları yanındaki kıza kaydı. Kızın gözleriyle buluşan gözleri, pişmanlık ve özlem doluydu.

"Devam et!" diye emretti Kadir Alacalı'yı getiren gardiyan.

"Kelepçeyi çıkarın!" dedi Burak araya girerek.

"Ama..."

"Kelepçeyi çıkarın!" diyen Burak'ın sesi tekrardan doldurdu odayı. Ses tonunda rica değil emir vardı. 'Boşuna Alfa demiyorlar adama. Hep bir emir, hep bir emir!' diye düşündü Hilal. Kızın bakışları, Kadir Alacalı hariç her yerde geziniyordu.

"Yüzbaşım kuralları biliyorsunuz."

"Tüm sorumluluk bana ait!"

Gardiyan, odaya yeni gelen yaşlıca bir gardiyanın da onayıyla kelepçeyi açarken bir yandan da mahkumu uyardı.

"Sakın yanlış bir hareket yapayım deme!"

"Ben buradayken yemez o dediğiniz! Değil mi Kadirciğim?"

Kadir öfkeli bir nefes aldı ve konuştu.

"Kızımın yanında ne işin var senin?"

"Kızın?" diyen Hilal alaycı bir kahkaha attı.

Sandalyeye oturan Kadir, Hilal'e baktı ve tebessüm etti.

"İstediğini söyle! İyi olduğunu gördüm ya... Benim yanıma geldin yaa... Ne söylersen söyle umurumda değil!"

"Buraya isteğimle gelmedim. Birileri sağolsun(!)" diyerek söylendi Hilal.

"Yine mi başladık?" diyen Burak'ın dudaklarında anlayışlı bir tebessüm vardı.

"Bildiğin psikolojik baskıyla getirdin buraya beni! Yalan mı?"

"Doğru mu?"

"Dengemi altüst ediyorsun Burak! Ben buraya gelmeyecektim!"

"Her şey karşılıklı işte!" diye mırıldandı adam. 'Sen de benim tüm dengemi altüst ediyorsun!'

Kadir, birbiriyle bakışan gençlere, gözlerini kısarak baktı.

"Siz ikiniz arasında..."

Burak, adamın cümlesini keserek, sert bir sesle "İş ilişkisi dışında hiçbir şey yok!" dedi

"Çok kırıldım ama Burakçığım! Onca şey paylaştık!"

Burak öfkeli bir nefes aldı ve Hilal'e bakarak konuştu.

"Bilerek yapıyorsun değil mi? Seni buraya getirdiğim için... Ne bekliyorsun? 'İyi. Hadi kalk gidiyoruz!' dememi mi?"

"Kesinlikle! Tam da onu bekliyorum."

"Boşuna bekleme! Bugün bu yüzleşme olmadan buradan ayrılmıyoruz!"

Hilal, adama döndü ve "Benim isteklerimin senin için hiçbir önemi yok değil mi?" dedi fısıldayarak.

"İkimiz de isteğinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz! Sadece sen bunu kabullenemiyorsun!"

"Niye hep benim kabullenemediklerime bakıyoruz? Seninkiler n'olcak? Beni kendinden uza..."

"Yapma! Yapma Hilal! Sürekli bizim durumumuzu açma! Yapma!"

"Biz? Hani biz diye bir şey yoktu?"

Burak, öfkeyle nefes alıp veriyordu. Gözlerini kapatıp 7 saniye sonra açtığında sakince konuştu.

"Her sinirlendiğinde aynı şeyi yapıyorsun!.. Oradan bakınca senin kötülüğünü isteyen biri gibi mi görünüyorum?"

"Sen kimsenin kötülüğünü istemezsin... Kendinden başka!"diye mırıldandı Hilal.

Burak, derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. Hilal ise onun tersine, masaya doğru eğildi ve karşısındaki adama baktı.

"Ne konuşacağım ki onunla?"

"Bilmem. O günden başlayabilirsin! Ya da... Neden bu işlere bulaştığından?"

Hilal sessiz kaldığında, Burak şaşkınca ona baktı.

"Sessiz ve gururlu bir Hilal? Şaşırtıcı!"

"Benim de bir gururum var Burak!"

"Sevdiklerine karşı değil!.. Herkese karşı dünyanın en gururlu insanı olabilirsin! Ama sevdiklerine karşı değil!" dedi Burak kendinden emin bir ses tonuyla.

Hilal, hiçbir şey söylemeden adama baktı. Adamın da sessizce ona baktığı gibi...

Kadir'in boğazını temizlemesiyle Hilal, bakışlarını Burak'tan çekip ona çevirdi. Kızının kendisine bakmasıyla adam konuşmaya başladı.

"Yine inadı tuttu. Bu saatten sonra merak etse bile asla sormaz! Ben... Anlatayım en iyisi. Öncelikle o günü!"

"Bana tokat attığın günden bahsediyoruz değil mi? Hani bana o hitap seslenip p.."

"Başka çarem yoktu!"

Hilal, alayla güldü. "Nasıl başka çaren yoktu?"

"Nereden bilebilirdim kasayı soyanın asker olduğunu? Aklımın ucundan bile geçmedi. Onlardan biri zannettim. Daha da kötüsü... Herhangi bir çete! O belgelerin çalınması, infaz emrinin verilmesi demek! Gerçekten de öyle oldu zaten. Yüzbaşı olmasa şu an paramparça bir şekilde denizin dibindeydim!"

"Bunun... O gün yaşananlarla ne ilgisi var?" diye mırıldandı Hilal.

"Biliyorsun! Herkesten iyi biliyorsun da... Duymak istiyorsun sanırım! Küçükken de böyleydin... Seni korumak içindi. Benden nefret edersen sana bulaşmazlardı. Benim... Öz kızım olmazsan... Sırf para için yaptığım bir... Anlaşma olursan... Zarar görmezdin! Ben de... Bu yüzden geçmişi açtım. Ve... İnan bana o tokat bana, senden daha fazla zarar verdi. O bakışını asla unutmayacağım!"

"Hadi dediklerin doğru... Annemi de o yüzden mi boşadın yani?"

Kadir'in dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.

"Onu daha önceden boşamalıydım!"

"Sen... Sana inanamıyorum!" diyen Hilal gitmek için ayağa kalktı.

"Aşk..." diye mırıldandı Kadir. Adamın sesindeki hüznü duyan Hilal, bakışlarını ona çevirdi ve yavaşça yerine oturdu.

"O lanet ama bir o kadar da güzel olan duygu... Tek taraflı yürüyen bir şey değil be kızım! Melek'e karşı bir şeyler hissetmeye başladığımda... Onu boşamalıydım. Bu hislerim büyümeden... Her şey için çok geç olmadan... Ben... Asla kalbini bana vermeyecek bir kadını sevdim. Bu sevginin içten içe beni yıkacağını bile bile, asla yerine geçemeyeceğim bir adamı kıskanarak sevdim! Fakat... Elime doğan o minik kızı, o kadından daha çok sevdim. Anneni boşamak seni kaybetmek anlamına geliyordu ve ben... Seni kaybetmemek için kendimden vazgeçtim."

"Bu belaya bulaşmana, bahane olarak annemi mi gösteriyorsun yani?"

"Keşke... Keşke bahane olsaydı. Biz erkekler... Sahipleniriz. Çok kıskancız! Yanındaki adam... Beni anlıyor. Bakışlarından belli!"

Hilal, hızla Burak'a döndü.

"Ne yani? Ona... Hak mı veriyorsun? Teröristlerle iş bir..."

"Hak vermiyorum Hilal. Ama bu... Anlamadığım anlamına gelmiyor!"

"Sen Amerika'ya gittikten sonra... Bir şeyler koptu bende. İçimdeki kıskançlığı da, geçmişi de engelleyen senmişsin! Bir şey olduğunda sürekli o adamın konusunu açıyordum. Gerçek... Gerçek babanın! Annenin gözlerindeki acı beni çıldırtıyordu. Hala o adamı... Sevmesi! Beni asla o şekilde sevmeyecek olması... Yaptıklarım ya da yaptıkları, sanırım her ikisi de... Birbirimizden uzaklaştırdı bizi. Öyle ki... Bazı geceler eve gitmek istemediğim için şirkette sabahlıyordum. Ve ertesi gün... 'Neredeydin?' diye bile sormuyordu. Sorsa... Benden hesap sorsa belki de her şey farklı olabilirdi. Bir gün... Bir müşterim bana bir işten bahsetti. Çok para olduğundan falan. Her ay yurtdışına çıkacaktım. Her ay... Evden uzaklaşacaktım. Balıklama atladım. Ne işi olduğunu bile sormadım biliyor musun? Bir süre sonra öğrendim nerenin finansmanı olduğumu. Kimlere bulaştığımı... Bir kere bu işlere girersen çıkamıyorsun! Paranın tatlılığı falan değil mesele. Direk infaz emri. Ve o emir senin için değil sevdiklerin için oluyor. Ailen için... Olay bundan ibaret! Sonrası malum... "

Hilal, duyduklarını sindirmeye çalışarak bekledi. Kadir'in sesindeki acı, yalan söylemediğinin ispatıydı.

Kadir, uzanarak Hilal'in elini tuttu.

"Kızım! Beni büyüten de sensin, adam eden de. İlk başta her şey bir anlaşmaydı doğru! Ama o anlaşmanın tek maddesi, sana sadece soyadımı vereceğimdi! Hatta defalarca Melek'e söyledim. 'Tüm ekonomik durumlarını karşılarım. Fakat asla babalık yapmam!' dedim. Cinsiyetini öğreneceğimiz zaman ben de gitmek zorunda kaldım. Annen kontrole hep anneannenle giderdi. Ben işleri bahane ederdim. Ama o gün... Babam şüphelenmesin diye ben de gittim. Kalp atışların odada yankılandığında, kız olacağını öğrendiğimde... İlk defa heyecanlandım. Büyükbabanı biliyorsun. Çok ketumdu. Annemi de küçük yaşlarda kaybettiğimden... Tek derdim para, eğlenceydi. Hiçbiri de beni gerçekten mutlu etmiyordu. Senin doğduğun gün... Benim yaşam amacımı bulduğum gündü. O 'babalık yapmam' diye palavra atan hergele, geceleri kalkıp gizlice nefes sesini dinlerdi. Baba olmak için kan bağı gerekmezmiş! Bunu... Bana ilk baba dediğinde anladım. Ve... İstersen tüm dünya karşımda olsun yine de bu gerçek asla değişmeyecek! Sen benim kızımsın. Benim küçük aşkımsın!"

Duyduğu son hitapla, Hilal'in zaten dolu olan gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Hıçkırıklara boğulan kız elleriyle yüzünü kapattı.

Kadir, kızının yanına deli gibi gitmek istese de, buna yüzü olmadığından elini yumruk yaptı.

Durumu farkında olan Burak, ufak bir baş hareketiyle adamı cesaretlendirdi.

Kadir, sanki bunu bekliyormuşçasına hızla yerinden kalktı ve Hilal'in önüne ,dizlerinin üzerine, çömeldi.

Kızın ellerini yüzünden indiren adam kızı kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Kızının saçlarını okşayan adam bir yandan da mırıldanıyordu.

"Kızım benim! Güzel gözlü kızım. Seni çok özledim!"

Kollarını adamın boynuna dolayan Hilal'in dudaklarından "Babacığım!" diye bir feryat koptu.

Ve Hilal ağladı. Babasının, öz babası olmadığını öğrendiğinde hissettiklerine ağladı. Babasının attığı tokat sebebiyle küsen, çocukluğuna ağladı. Aylar önce babasının öldü sandığında yaşadığı korkuya ağladı. Ve bir de mutluluktan ağladı. Kollarında olduğu babasının varlığı için...

Gözyaşlarıyla, yaşadığı tüm olumsuzlukları temizleyen kıza baktı Burak. Kızın her hıçkırığı canını yaksa da... Ağlamanın ne kadar değerli olduğunu bilen adam, sessiz kalarak bu sahneye şahitlik etti.

'Sence bir gün biz de böyle, hıçkıra hıçkıra ağlayabilecek miyiz Olric?' diyen iç sesine acı bir gülüş gönderdi.

'Hiç sanmıyorum!'

🦋

Eftalya'ya yaklaşan Emre boş bulduğu bir yere arabasını parketti ve yürümeye başladı.

Kafeye yaklaşan adam, az ileride dalgınca telefonuyla ilgilenen kıvırcık saçlı birini gördü. Adımları istemsizce yavaşlarken dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirmişti. Kıvırcık saçlar demek, geçmişine (geçimişindekine) bir bilet demekti çünkü.

Yayalara yeşil yandığında, kıvırcık karşıya geçmek için hareketlendi. Emre bunun üzerine kendine gelmeye çalışarak başıbı salladı. Birilerini sürekli ona benzetmeyi artık bırakmalıydı. Kendine öfkelenen adam, yürümeye devam edecekken (yanan kırmızı ışığa rağmen hızında gram yavaşlama olmayan) siyah sedan arabayı görerek kaşlarını çattı. Arabanın istikametindekinin kıvırcık olduğunu anladığında ise kıza seslendi.

Emre, kızın kulağında kulaklık olduğunu farketmeden çok öncesinde koşmaya başlamıştı bile. Kızın hayatını kurtaran da bu olmuştu...

Refleksleri normal insanlardan çok daha iyi olan asker -kıvırcık'a ulaştığında- kız daha ne olduğunu anlamadan, onu kollarından tuttu ve kendi ekseni etrafında döndürdü. Arabanın aynası adamın sırtını sıyırırken o bunu önemsemeyerek arabaya baktı ve plakasını aklına kazıdı. Ben de Panter isem... Anandan emdiğin sütü burnundan getirmez miyim lan senin?

Kız, titreyen elleri ile kulağındaki kulaklıkları çıkartırken az önce nasıl bir felaketten kurtulduğunu yeni yeni idrak etmeye başlamıştı. Az daha bir arabanın altında kalıp ezilecekti. RESMEN ÖLÜYORDU!

Ayakta zorlukla duran kız, başı dönmeye başlayınca onu tutan adamın göğsüne başını koydu. Duyduğu kalp atışı onu sakinleştirmeye başlarken gözlerini kapattı.

Gözlerini arabadan çeken Emre öfkeyle nefes alıp verirken, korku içindeki kızın başını göğsüne yaslaması ile donakalmıştı. Kıvırcık saçlar, dalin kokusu... Şu an tek eksik şey mavi gözlerdi! Düşüncelerinin gittiği yönü hiç beğenmeyen adam gözlerini kapattı.

Karşısındaki kız o olamazdı. Peki o zaman neden kalp atışlarının hızlandığını hissediyordu? Neden bu an ona çok tanıdık geliyordu? Neden 9 yaşından beri (o gittiğinden beri) hiçbir kızı yanına yaklaştırmayan adam, şu an bir yabancıyla böylesine huzurlu hissediyordu?

Tüm bunları düşünmemek için gözlerini açtığında, akan trafiğe oldukça yakın olduklarını farkederek kendini toparlamaya çalıştı. Saçma düşüncelerini bir kenara bırakıp Asker Emre olma zamanıydı.

"İyi misiniz?" diye mırıldandığında sesi duyulamayacak kadar kısık çıkmıştı.

Bu soru üzerine durdukları pozisyonu fark eden kız, mahçup bir şekilde geri çekildi ve başını iyiyim dercesine salladı. Karşısındaki kurtarıcısına (kahramanına) bakmak için başını kaldırdığında tanıdık yüzle afalladı.

"Sen... Emre?"

Emre, mavi gözlere kilitlenmiş bir şekilde bakakaldı.

"Bu..."

"Bu nasıl bir tesadüf! Gerçi... Hilal kafenin annene ait olduğunu söylemişti."

Emre, bir şey söylemeden kıza baktı. Başına büyük bir ağrı saplanmıştı. Karşısındaki gözlerin Buse'sine ait olduğuna yemin edebilirdi. Kız kendisine 'Emre' diye seslendiğinde az daha 'Buse' diyerek karşılık verecekti. Tanıdık gözlerin tek sebebi (kafede tanıştıkları) Hilal'in arkadaşı olması mıydı? Ama Emre o zaman kıza adam akıllı bakmamıştı bile! Ne zaman mavi gözlü bir kız görse aklına sürekli Kıvırcığı geldiği için (deyim yerindeyse) dönüp bir daha bakmazdı ona.

Kafede de öyle yapmıştı. Gözleri sürekli o deli dolu Aslı'ya kaymak için ısrar etse de Hilal'e odaklanmıştı. Burak'ın sahneye çıkıp kız ile şarkı söylemesi işini kolaylaştırmış, sonrasında da muhabbete pek katılmadan Burak'ı ve Burak'ın şarkı söylemesine sebep olan ela gözlü kızı incelemişti. Hadi itiraf et! Sırf o güzel gözlü kıza bakmamak içindi bu yaptığın. O mavi gözleri gördüğün an aklına Kıvırcığın gelmişti. Ve usulca şükretmiştin. 'İyi ki saçları kıvırcık değil!' diye. Şimdi ise... Bir bahanen kalmadı. Kalbin anlatıyor işte Panter. İstediğin kadar inkar et!

İç sesine kulak vermemek için çabalayan adam, tekrardan kıza döndü. O Buse değildi. Adı Aslı idi işte. Hem... Kendisini de tanımlamıştı. İnkarının nedeni de bu zaten. Eğer Buse ise ve seni tanımadıysa... Düşüncelerini susturan Emre, mavi gözlere baktı ve dişlerini sıkarak soğuk bir şekilde konuştu.

"Gel! Önce bir kenara geçelim..."

Kızı kaldırıma yönlendiren adam, onun sendelemesi üzerinde duraksadı. Genç kız elleri ile Emre'nin kollarından destek alarak zorlukla ayakta duruyordu. Derin bir nefes alan adam yoldan geçen arabalara baktı. Burada daha fazla kalamazlardı. Bu yüzden de bir anda kızı kucağına aldı.

"Ne yapıyorsun? İndir beni hemen!"

"Bir dur! Ben de çok memnun değilim bu durumdan. Yürüyemiyorsun işte!"

"Memnun değilmiş... Ben bayılıyordum sanki! Yürürüm bırak!"

Aslı'nın kulağının dibine cırlaması üzerine yüzünü buruşturan adam, az ilerideki otobüs durağının bankına oturtyu kızı. Yanına da biraz mesafeli bir şekilde kendisi oturdu.

Yanlarına esnaftan genç bir delikanlı gelerek bir şişe su uzattı. Yaşanan her şeyi görmüştü.

"Yengeye su verelim abi. Çok korktu!"

"Ne yengesi be!" diyerek çirkefce konuşan Aslı, suyu almayı ihmal etmemişti.

Emre istemsizce güldü ve kızın gözlerine baktı. Her ne kadar iyiymiş gibi yapsa da... Korku dolu mavi gözleri onu eli veriyordu. Bunu gördüğünde kızı teselli etmek istedi. İçten içe karşısındaki kızın korkusunu teselli sözleri ile geçiremeyeceğinin farkındaydı. Aslı korksa bile bunu asla kabullenmeyecek bir kızdı. Onun korkulu bakışlarını tek bir şey geçirirdi.

"Sen korkunca fazla bir çirkef oldun sanki. Yoksa... Her zamanki halin mi bu? Doğum gününde cici bir kızdın... Diyecem de pek değildin. Durduk yere pinokyo olmayalım." dedi Emre dalga geçercesine. Bir süre duraksayarak mavi gözlere baktı ve kalbinin sesini dinlemeye karar vererek fısıldadı.

"Hem bu saçlar... Düz değil miydi... Kıvırcık?"

Emre'nin rahat bir hareketle saçlarından bir lüleyi eline alması ile kalbi bir anlığına hızlanan Aslı geri çekildi.

"Bir daha bana çirkef dersen... O bahsettiğin çirkefliğin bin katını zevkle üzerinde uygularım. Ve... Bir daha bana kıvırcık dersen..."

"Ne yaparsın? Saçlarıma maşa mı?" diyen Emre alayla gülmüştü.

"Güzel fikirmiş! Neden olmasın?"

"Eee... Benim maşa için, bir dahaki randevumuzu ne zamana veriyoruz... Kıvırcık?"

Aslı, sinirli bir şekilde Emre'ye döndü. Tam kızacakken, adamın gözlerinde gördüğü endişe ile duraksadı.

"İyiyim ben. Endişelenme!"

Bu, Emre için son nokta olmuştu. Aslı, Buse olsun veya olmasın farketmezdi. (Ki o gözlere baktıkça Buse olduğunu daha fazla düşünüyordu. Çıldırmasına az kalmıştı.)

Hilal'in en yakın arkadaşıydı kurtardığı kız. Tanıdığı birisine az kalsın gözlerinin önünde araba çarpacaktı. Gerçi tanımasa da fark etmezdi. Bir asker olan kendisi... Eğer o kazayı engelleyemeseydi ömür boyu kendini affedemezdi. Bu düşünceler içindeki Emre çaresiz gözlerle kıza baktı.

"Endişelenme? Kızım ,sen olduğunu görmeden önce bile aklım çıktı benim. Ya sana bir şey olsaydı? Ben Hilal'e ne derdim? Ya annen? Bizim kafede di'mi şu an? O kızının bir arabanın altında kaldığını öğrense ne olurdu?"

"Ama öyle bir şey olmadı. Çünkü sen vardın! Kurtardın beni... Ne kadar teşekkür etsem azdır."

Emre, kızın gözlerine baktı. Orada gördüğü ifade karşısında bakışlarını kaçırdı.

"Teşekkür için yapmadım. Ben askerim! Bilmiyor musun?"

"Hilal'den duydum bir şeyler" diyerek mırıldandı Aslı.

Telefon sesi ikisi arasında yankılandı. Telefonunu çıkaran Aslı, aramayı yanıtladı.

"Efendim Eda!.. Tamam ben hemen geliyorum canım. Gelince detaylıca inceleriz!"

Telefonunu kapatan Aslı'nın ayağa kalkmasıyla, Emre de kalktı.

Aslı, çantasından küçük bir defter çıkardı ve kaşlarını kaldırarak "Plaka?" diye sordu.

Adam "Ne plakası?" diye karşılık verdi anlamamazlıktan gelerek.

"Yeme beni Emre! Plakayı aldığını biliyorum."

"Aldım evet. Ama o iş bende. Sana plakasını versem bile polise gitmen, onların ilgilenmesi falan... Kabul etmelisin ki uzun iş."

"Yani?"

"Sen bana numaranı ver! Ben seni bilgilendiririm. Ayrıca... Şehir içinde böyle bir durum... Oldukça şüpheli! Bu aralar ilgilendiğin bir haber var mı? Tehlikeli insanlarla ilgili..."

Asker moduna giren Emre karşısındaki kıza baktı.

"Elimde birkaç davalık olay var ama... Sen araştır. O zaman...Haberleşiriz!" diyen kız numarasını Emre'ye verdi.

"Dikkatli git!" diye mırıldandı Emre.

"Tamam. Merak etme! Bu arada... Kafeye gidiyorsun sanırım. Bu olay aramızda kalsın tamam mı? Annem öğrenmesin!"

"Hilal?"

"Ben ona anlatırım. Aramızda gizli sakalımız yok! Gerçi... Artık var! Davalar hakkında tek söz söylemiyor. Bu aralar gündemde olan olayların sizinle bir ilgisi var mı acaba?" diye sordu Aslı tatlı bir şekilde.

Emre gülerek "Söyleyeceğimi düşünüyor musun gerçekten?" diye sordu.

Kızın, somurtmasının ardından "Şansımı denedim ama... Off! Söyleme! Hiçbiriniz söylemeyin. Ben de meraktan öleyim" diye söylenmesiyle Emre bir kahkaha attı.

"Fazla merak iyi değil gazeteci kız! Hadi arkadaşını bekletme sen!"

"Haber vermeyi unutma!"

"Unutmam! Hatta... Dur seni çaldırayım. Ajansa gidince mesaj at. Aklım kalmasın! Plakaya da en kısa sürede bakacağım!"

"Siz askerlerin geneli evhamlı sanırım!"

"Allah Allah kaç asker tanıdın?" diye sordu Emre. Sorunun cevabını beklerken gergindi. İçinden öfkeli bir alevin yükseldiğini hissedince yutkundu. İkinci defa gördüğü birini böylesine kıskanması normal miydi? Bu kız gerçekten de Buse'si olabilir miydi? Sormak için ağzını açtı fakat tam o esnada Aslı sorusunu cevapladı.

"5!"

"Bizden bahsediyorsun" diye mırıldanan adam rahatladığını hissetti.

"Evet! O zaman... Bu sefer gerçekten gidiyorum. Görüşürüz!"

"Görüşürüz!" diyen Emre, kız gözden kaybolana kadar onu izledi.

🦋

Kafeye giren Emre, annesini gördüğünde yanına yaklaştı ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

"Oğlum! Hoşgeldin."

"Hoşbuldum!" diyen adam, annesinin yanındaki kadına baktı. Tanıdık gelen kadınla bakışları kesiştiğinde kesik bir nefes aldı. Başı dönmeye başlamıştı. Az önce ezilmekten kurtardığı kişi gerçekten de onun Kıvırcık Cadısıydı!

"Çıkaramadın mı?.. Gerçi yıllar oldu. Unutman normal." dedi kadın gülümseyerek.

"Ne normali Sıla? Az peşinizden ağlamadı Buse diye. Vallaha o günlerde iyi delirtmişti bizi" dedi Sevda hafif sitemli bir sesle

"Aslı... Yani Buse de buradaydı. Az önce çıktı. Kıl payı kaçırdın!" dedi Sevda oğluna bakarak. Bakışları kendisine dönen oğlunun gözlerindeki korkuyu görünce kaşlarını çattı.

"Kaçırmadım" diyerek yutkunan Emre'nin aklında o an dönüp duruyordu. Koşuyordu koşuyordu ve... Ya yetişemeseydi?

"Oğlum? İyi misin? Bembeyaz kesildin."

Annesinin koluna dokunmasıyla Emre ona bir bakış attı. Az önce yaşananlar her geçen saniye daha da büyük bir şiddetle yüzüne çarpıyordu.

"Ne oldu?" diye fısıldadı Sevda.

"Ben... En iyisi bir elimi yüzümü yıkayayım." diye mırıldanarak annesini geçiştiren Emre, titreyen vücudunu kontrol altına almaya çalışarak lavaboya yöneldi ve bulduğu ilk kabine kendini zor attı.

Klozete eğilerek öğürmeye başlayan adam, gecelerce kızı kurtaramadığı kabuslara uyanacağını biliyordu.

Geri çekilerek yere çöktü ve sırtını kabin duvarına yasladı. Sırtındaki sızlama yaşananları bir kez daha hatırlatırken inledi. Sadece saniyeler ile kızı kurtardığının kanıtı gibiydi bu acı. Eğer arabayı park ederken oyalansaydı veya telefonu ile uğraşıp etrafına dikkat etmeseydi o zaman... Başını yaslandığı duvara sertçe vuran adam hıçkırmamak için elini ağzına görürerek ısırdı. İlk (ve son) aşkını kaybetmesine ramak kalmıştı. Çocukluğunu yitirmesine çok çok az kalmıştı. Ve sanki normalde de sevdiğinin ölümü çok basitmiş gibi, bunu az daha gözlerinin önünde yaşayacaktı.

Düşünceleri ile gözlerini kapayan Emre, aklına gelen yeni düşünce ile yumruklarını sıktı.

"Burak... Sen böylesine bir acıyla nasıl hayatına devam edebildin?"

🦋

Kendini toparlayan Emre, içeri geri dönmüştü. Sıla teyzesi ve annesini iyi olduğuna biraz zor ikna etse de şimdi karşılıklı oturmuş çaylarını içiyorlar bir yandan da kadının anlattıklarını sessizce dinliyorlardı.

"Taşındıktan sonra... Orhan çok değişti. Aslı'ya karşı da, bana karşı da."

"İyi anlamda sanırım?" diye sordu Sevda.

"Yani. En azından o konuda iyi anlamda... En azından uzun bir süre! İş bulunca içmeyi bıraktı ve..."

'Sizi dövmeyi!' diyerek içinden tamamladı adam, havada kalan cümleyi...

"Hilal, Aslı'yla anaokulundan tanıştığını söylemişti. Taşındıktan sonraydı o zaman..." dedi Emre, Sıla teyzesine bakarak.

"Evet! Aslı, senden ayrıldığında çok ağladı. Kısa sürede Hilal ile tanışmamış olsaydı çok daha zorlanırdı. O günden sonra iyi bir hayat sürdü işte. Tanışmışsın sen de. Hatırlamadın değil mi? Uzun zaman oldu gerçi. Hatırlamaman doğal!"

"Doğum gününde saçlarını düzleştirmişti. O zaman aklımın ucundan bile geçmedi. Az önce karşılaştık ama... O zamanlar Aslı ismini kullanmıyordu. Emin olamadım." diye mırıldanan adamın sesinde bariz bir alınganlık vardı.

Çünkü cadısına Buse ismini o vermişti. Daha 4 yaşına yeni girmişti Buse doğduğunda (hayatına girdiğinde). Fotoğraflar sayesinde mi, anlatılanlar sayesinde mi yoksa gerçekten hatırladığından mı bilmiyordu fakat her şeyi çok net hatırlıyordu Emre. O küçücük bebek mavi gözleriyle ona baktığında dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti. Daha o an vurulmuş gibiydi ona. Sıla teyzesine dönerek 'Yanağına bir buse konurabilir miyim?' diye sormuştu. Burak'ın anneannesi olan Sultan nineden öğrenmişti bu kelimeyi. Öpücük anlamına gelen buse kelimesini nedendir bilinmez çok sevmişti o küçük çocuk. O gün Sıla teyzesi de bu ismi çok beğendiğini ve kızının adını Buse koyacağını söylemişti. O günden sonra buse kelimesini sevmesi için bir nedeni olmuştu. Hem de çok çok büyük bir neden...

Ağladığında çok sevdiği kıvırcık saçlarla oynayarak uyutmuştu o küçüğü. İlk adımlarını ellerinden tutan küçük Emre attırmıştı o küçük kıvırcığa. İlk defa kendi başına yürüdüğünde gittiği yer ne bir koltuk ne de annesi idi küçük Buse'nin. Emre'nin kollarına yürümüştü o. Emre ile koşmuş Emre ile düşmüştü...

Birbirlerinden başka kimseye ihtiyaçları olmamıştı. Sütkardeşi Burak'ın en çok kıskandığı kişi olmuştu Buse her zaman. Her yaz Sakarya'ya gittiklerinde önce tripler atarak 'Sen git İstanbul'a onunla oyna. Hem... Sevmiyorum ben o kızı. Sen nasıl seviyorsun?' der sonra da Emre'nin üzüldüğünü görünce 'Tamam tamam ben de seviyorum o Kıvırcığı' derdi. Tabii o zaman da Emre 'Kıvırcığıma benden başka kimse öyle seslenemez, sevemez. Sevme onu!' diye çıkışırdı.

Aklına gelenler ile istemsizce dudaklarında bir gülümseme belirdi genç adamın.

Onun anılara daldığını fark eden Sıla tebessüm etti. O küçük çocuk, çok güzel bir adam olmuştu. İçinden bir ses... Kızı ile artık sadece arkadaş olmayacaklarını fısıldıyordu. Gerçi Emre'nin, kızının (babası yüzünden) erkeklere karşı ördüğü duvarları yıkması gerekecekti. İşi kolay değildi fakat... Karşısındaki adamın bunu başaracağını biliyordu. Dudaklarındaki gülümseme her şeyin göstergesiydi.

Derin bir nefes alan Sıla, anlatmaya devam etti.

"Buse ismini kullanmaması... O zamanlarını hatırlamak istemediğinden sanırım. İlk başlarda 'Ben sadece Emye'nin, Buse'siyim' diyerek kulanmamıza izin vermedi. Sonra... Babasından ilgi gördüğünde... O kötü anları unutmak için kullanmaktan vazgeçti!"

Duyduğu ile gözlerini hüzün bulutları kaplayan Emre "Beni de unuttu yani..." diye fısıldadı. Sesindeki acı net bir şekilde seçiliyordu.

Sıla, adamın elini tuttu. Ve teselli verircesine sıktı.

"O kendini unutur, seni unutmaz oğlum! O cehennemi ona katlanır kılan tek kişi sendin Emre. İkinizin o küçük dünyası size has ve o kadar güzeldi ki..."

"Ama... Babasından yediği darbe ona çok ağır geldi. Bu yüzden beni hatırlasa bile... Aramızda o küçük dünyanın zerresi bile olmayacak!" dedi Emre hüzünlü bir şekilde.

"Sen... Biliyor musun?"

"Soyadı Karaman! Bu da sizin boşandığınız... Ve Buse'nin de sizin soyadınızı aldığını gösterir. O şerefsizden her şeyi beklerim... Sizi aldattı değil mi?"

"Emre!" dedi annesi uyarı dolu bir ses tonuyla.

"Ne anne? Ne? Farkındaysan şu an 9 yaşında bir çocuk değilim. Ve bu sefer... O şerefsizin yaptıklarını yanına bırakmayacağım!"

"Emre saçma sapan bir şey yapma oğlum. Değmez o adam için. Hem geçip gitti. Boşanalı yıllar oluyor!"

Sıla'nın söyledikleri karşısında Emre, sessiz kaldı. Sevda, oğluna baktı ve korkuyla sordu.

"Saçma sapan bir şeyler yapacaksın değil mi?.. Emre askerliğini yakarsın bak!"

"Orhan gibi şerefsizlerle çok karşılaştım anne. Onlar boş durmazlar. Mutlaka yasa dışı bir işi vardır öylelerinin. Biraz eşeleyeceğim sadece. Merak etme her şey yasaya uygun olacak!"

Sıla, oğlu yerine koyduğu çocuğa gülümsedi.

"Mükemmel bir adam olmuşsun. Demek asker oldun! Asker demişken... Burak ne yapıyor?"

"Kendin sor!" dedi Emre, Sıla teyzesinin arkasındaki bir noktaya bakarak.

Arkasını dönen Sıla, Burak'ı görünce tebessüm etti. Yanındaki kızı gördüğünde ise şaşkınca mırıldandı.

"Hilal?"

🦋

Hilal, duyduklarının etkisiyle arkasına yaslandı ve Emre'ye baktı.

"Demek meşhur 'Emye' sensin!"

Emre, anıların etkisiyle kahkaha attı.

"Bu arada sana bir kez daha teşekkür borçluyum Hilal. Buse'nin hayatında olduğun için teşekkürler!"

Hilal, tebessüm ederek Emre'ye baktı.

"O benim her şeyim! Teşekküre gerek yok da... Bir kez daha?" diye mırıldandı Hilal.

Emre'nin bakışları çok kısa bir anlığına Burak'a kaymış, Burak'ın sert bakışlarını görünce de sessiz kalmıştı.

Bu bakışmayı anlayan Hilal "Onun içinse..." diye mırıldandı ve devam etti

"Teşekkürünü kabul edebilirim sanırım. Hayatıma burnunu fazlaca sokuyor çünkü!"

"Ama ben bu konuda tartışmaktan çok yoruldum Hilal!" dedi Burak bıkkınca.

"Sorun benim hayatıma karışman değil aslında. Sen tüm bunları yaparken... Benim bir şey yapmama izin vermemen!" diye çıkıştı Hilal.

Burak, bedenini Hilal'e doğru döndürdü. Kızın gözlerine bakan adam fısıldadı.

"Benim iznim olmasa da... Sen yapacağını yapmıyor musun zaten? Bugün olanlardan sonra ağzını bile açmamalısın bence."

"Ya da tam tersi... Susmayı bırakmalıyım!"

Burak'ın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi.

"Onu yaptığın gün... Bir daha yüzümü bile göremezsin. Bu da sözüm olsun!"

"Söz mü? Bana daha çok bir tehdit gibi geldi!"

"İstediğin şekilde adlandır. Ben olacakları söylüyorum" diye mırıldandı Burak ela gözlere bakarken.

"Siz ikiniz... Nereden tanışıyorsunuz?" diye soran Sıla teyzeyle ikisi de yalnız olmadıklarını hatırladı.

Masadakilere bakan Hilal, dudaklarını ısırdı. Dışarıdan nasıl görünüyorlardı acaba?

"Hilal bizimle çalışıyor!"

Burak'ın cümlesi üzerine Hilal telaşlandı.

"Nasıl sizinle çalışıyor? Sen askeriyede mi çalışıyorsun?"

Sıla teyzesinin ses tonu, bu telaşında haklı olduğunu göstermişti. 'İşte şimdi yandım!'

"Pek askeriye sayılmaz" diye mırıldandı Hilal.

"Her neyse... Annenin bundan haberi var mı?"

Soru üzerine Burak, hızla Hilal'e döndü. Kızın gözlerini kaçırmasıyla "Söylemedin mi?" diye sordu hayretle.

"Hilal? Bir cevap verir misin?" diyen Burak'ın ses tonu sakindi. Fırtına öncesi sakinlik...

"Ne zamandır cevabını bildiğin soruları soruyorsun?"

Burak, sakinleşmek için derin bir nefes aldı.

"Nasıl söylemezsin? Geçen konuşmadın mı sen annenle?"

"Bu konuyu konuşmadık!"

"Önemsiz mi geldi sana?"

"Burak... Annemle aramız hala iyi değil. Ve ben onunla tartışmak istemiyorum!"

"Neden? Tehlikeli diye izin vermeyeceğini mi düşünüyorsun yoksa?"

"Ben düşünmüyorum da... Sen umuyorsun anlaşılan! İstediğin kadar itiraz et... 2 yıl daha bana mecbursun Burak Aslan!"

"Annene en kısa sürede söylüyorsun!"

"Bana emir verme! Ben senin komutan altındaki bir asker değilim!"

"Emin misin? Ekip lideri benim!"

"Ben de ekip psikoloğuyum. Tanıştığımıza memnun oldum. Ve emir alacağım tek kişi de Binbaşı! Ki o da iş ilişkileri dahilinde! Sen... Hangi sıfatla özel hayatımla ilgili emir veriyorsun bana?"

Burak sessiz kaldı.

"Ben de öyle tahmin etmiştim!" diye mırıldandı Hilal.

"Ooww sert kız. En sevdiğim!" diyen kadın sesini duyan masadakiler, sesin geldiği yöne döndü.

"Bakın kapıda kimle karşılaştık!" diyen Onur'un sesi şaşkınlık doluydu.

Sevda ve Sıla gençleri yalnız bırakarak mutfağa gittiler. Masaya oturan Hilal'in gözleriyse kızın üzerindeydi.

"Nasılsın yakışıklı?" diyen kız, Burak'ın yanağından makas almaya kalktı.

Hilal, onun elini tutarak geri ittirdi.

"Mayınlı bölge Kızıl!" dedi sert bir şekilde. Sonrasında da Burak'a döndü.

"Yanlış anlaşılmasın! Sabah aynı hareketi yaptığında, nasıl hissettiğimi gösteriyorum!"

"Adın neydi senin Kumral?" diye sordu gülümseyen Didem.

"Hilal ben! Sen kimdin acaba?"

"Didem ben de. Sevdim seni... Mayınlı bölge göndermeni de aldım. Merak etme kendisi demişti zaten!"

"Ben sana ne zaman bir şey demişim acaba?" diyerek araya girdi Burak.

"Senin yüzünden bu genç yaşımda otobanın birinde geberiyordum! Hatırladın mı?"

"Bu ne zaman oldu? Ve kimsin sen?" diye çıkıştı Hilal.

"Oluyor 2 hafta. Aha şu kahve gözlü yakışıklı hariç hepsiyle tanışıyorum. Sen niye yoktun bakim operasyonda kahve göz. Sana üvey evlat muamelesi mi yapıyorlar yoksa?

Onur, hayali gözyaşlarını sildi.

"O kadar mı belli oluyor? Ahh Ahhh. 70 kat yabancı bile anladı beni. Siz hala muş!"

"Ben seni muş yapacağım şimdi. Ölüyor-muş gibi hissettireceğim. Sen hiç endişelenme! Birazdan seni bir kuytuya çekip üvey evladı da göstereceğim..."

Burak'ın ürkütücü sesini duyan Onur, isyanla Hilal'e döndü.

"Hilal yine mi kızdırdın bu adamı? Yapma etme n'olur? Sana kızamıyor bütün hıncını bizden çıkarıyor... Sonra..."

"Çok az kaldı Hacker! Tek bir harf daha söylersen kuytuya çekmeyi beklemem!!"

"Yapamazsın diyeceğim de... Bakışlarından yapacağını görüyorum ve oyumu usulca susmaktan yana kullanıyorum. Devam edin siz. Üvey evlat Onur burada yokmuş gibi! Ben sanki..."

Tuncay, masanın üstündeki peçeteyi top yapıp Onur'un ağzına tıktı.

"Burası bende. Siz devam edin abi!"

Onların bu diyaloğu Didem'in kahkaha atmasına sebep oldu.

"Siz de iyi kafaymışsınız yaa! Hayır beni gönderdiğiniz üstekiler niye böyle değildi sanki?"

"Hayırdır? Bir sorun mu çıktı?"

"Herifin biri! Delirtiyor beni. Üsten çıktım ev tuttum. Gerizekalı yan komşum çıktı! Bu tesadüf olabilir mi?.. Derken bir kez daha farkettim. Bunun tesadüf olması %'de kaç?.. Sen bu konu hakkında bir şeyler biliyor musun Burak?"

"Aranızda halledin!"

"Aramızda? Bir şeyler biliyorsun yani? Nasıl bilebilirsin ki? O tipsiz sana mı geldi? Yani... Bu çok saçma olurdu!"

Ağzındaki peçeteyi çıkarmış olan Onur yine sessiz kalamadı ve sordu.

"Bu hangi tipsizdi acaba? Hayır Ataşehir'deki üste tipsiz olması, benim evlenmem kadar imkansız!"

"Erkin denen uyuzun teki!"

"Aşçı olan Erkin değil, değil mi? O adam yürüyen karizma da!"

"Tanıyor musun o hıyarı? Ayrıca ondan olsa olsa yürüyen zombi olur! Yüzü kaymış hödük."

"Bu adam bu kadar hakareti hakedecek ne yaptı acaba?

Onur'un merakla sorduğu soruyu cevaplayan Burak'tı.

"Onu merak etti. Karakterini, nedenlerini, hayatını, geçmişini..."

Burak'ın ses tonunu duyan Didem, kesik bir nefes aldı.

"Bu... Ne demek?"

Burak sessiz kalınca "Sen... Sakın benim... Geçmişimi araştırdığını söyleme!" diyen Didem'in sesi kızgındı.

"İstemiyorsan söylemem!"

"BURAK!! SEN HANGİ HAKLA... SAKIN BİR DAHA KARŞIMA ÇIKMA! O AŞÇI BOZUNTUSUNA DA SÖYLE... UZAK DURUN BENDEN!!!"

Didem'in bağırışını duyan müşteriler, kaçamak bakışlarla onların masasına bakıyordu. Hızla kalkan Didem, Burak'ın söylediği cümleyle donakaldı.

"Üvey baban, anneni bıçaklamış. Annen 9 aydır yoğun bakımda... 9 aydır uykuda. Belki de, uyanmak için... Kızını bekliyordur!"

Didem, masaya tutundu. "Umrumda değil!" diye fısıldadı.

"Liman Hastanesi'nde. 3. kattaki yoğun bakımda..."

"'UMRUMDA DEĞİL' DEDİM!" diye bağıran Didem çantasını aldı ve çıkmak için yanındaki Yağız'a işaret verdi.

"O adam!.. O adama ne olduğunu merak etmiyor musun? Hayatını mahveden adam şu an nasıl yaşıyor... Bilmek istemiyor musun?"

Kızın elindeki çanta elinden kaydı. Yere düşen çantaya eş, gözyaşları dökülmeye başladı.

"İçeriye attılarsa bile mutlu mesut yaşıyordur. 2 güne çıkar! Bu ülkenin adaleti onlar gibi şerefsizlere asla işlemez. O adamı... Şikayet etmeye cesaret ettiğimde... Hiçbir bok yapmadılar. Beni kaale bile almadılar. O adam... O adam beni mahvetti. Ama çığlıklarımı kimse duymadı. Kendine polis diyen adam... Şu an en yüksek mevkilerdedir. O şerefsiz de... Bir aileyi mahvetmemişçesine krallar gibi yaşıyordur! Sizin adalet sisteminiz(!) sadece bizim gibileri paçavra gibi atmaktan, susturmaktan geçer!"

"Söylediklerinin çoğunda doğrusun. Onların adalet sistemi bu! Ama bizim, benim adalet sistemimde basmakalıp kurallara pek yer yok. O bahsettiğin komiser... Dediğin gibi yükselmiş. Şerefsizi, amir yapmışlar hatta. Şu an içerde ama. Evinde eroin bulundurmaktan ve görevi kötüye kullanmaktan!"

"Sen... Bunu sen mi yaptın yoksa..?"

"Farkeder mi?"

"Eder..." diye fısıldadı kız.

"Merak etme. Ben o itler gibi değilim! Eşelediğimde bir şeyler çıkacağından emindim. Tahminimde de haklı çıktım! Ola ki... Bir şeyini bulamasaydım da... Onu bir şekilde o koltuğundan indirecek ve hakettiği deliğe sokacaktım zaten. Onun gibiler yüzünden vatanımız, insanlarımız mağdur oluyor. Bir vatan aşığı olarak... O şerefsiz cezasını çekene kadar, yatağımda rahat uyuyamazdım!"

Titreyen elleriyle yanağındaki yaşları silen kız ağzını açtı ve tekrardan kapattı. Bu birkaç kez tekrarladığında sormaya korktuğu soruyu anlayan adam mırıldandı.

"O it şu an cezaevinde değil!"

Didem'in dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.

"Bakım evinde!"

Adamın cümlesini duyan kız kaşlarını çattı.

"Neden?"

"Yaa... Bunu bir koğuşa nakletmişler. Ultra belalı tiplerin olduğu bir yer! Özellikle kadına, kıza yapılanları sevmeyenlerin olduğu bir yer. Nasıl olduysa... Koğuştakiler bunun yediği haltları öğrenmiş! Sonrası tam bir dram(!). Şu an bir hanıma anlatmanın uygun olmayacağı şeyler yaşatmışlar ona. Adamcağız(!) bayağı çekmiş anlayacağın. Gardiyan eksikliği de varmış maalesef. Adamı günler sonrasında bıçaklanmış bir şekilde anca bulmuşlar. Onca acının üstüne felç kalmış garibanım(!). En son duyduğuma göre 'Öldürün beni!' diye yalvarıyormuş. Bir dedikoduya göre de, kaldığı bakımevi pek de kötüymüş. Personel falan bakımı hep aksatıyormuş. Çok sorumsuzlarmış! Ahh ama elden ne gelir. Son nefesine kadar orada işte..."

Dizleri daha fazla tutmayan Didem, koltuğa geri oturdu. Hıçkırmamaya çalışan kız Burak'a minnetle baktı.

"Ben... Senin hakkını nasıl ödeyebilirim?" diyen kızın sesi titriyordu.

"Kardeşinle görüşerek!" dedi Burak ciddi bir sesle.

Didem oturduğu yerde doğruldu ve başını olumsuzca salladı.

"Hayır! Olmaz! Sakın... Sakın ona haber verme! Ortadan kaybolurum. Cesedimi bile bulamazsınız."

"Beren..." diye mırıldandı Burak.

Duyduğu isimle tekrardan ağlamaya başlayan kız hıçkırdı.

"O öldü! O kız... 3 yıl önce öldü. Üniversiteye gitme hayalleri kurarken... Diri diri toprağa gömdüler onu. Bana... Bir daha asla o şekilde seslenme!"

"Tamam. Git bir elini yüzünü yıka! Hilal? Yardımcı olur musun?"

İki kız lavaboya doğru giderken, Burak arkalarında bulunan Barista masasındaki, arkası dönük gence baktı.

Genç, ona dönerek kıpkırmızı gözleriyle Burak'a baktı. Çocuk, Yüzbaşı'nın aylar öncesinde süpermarkette telefonunu kullandığı ve 1 ay önce de resmi olarak tanıştığı Baran'dan başkası değildi. Burak başıyla boş sandalyeyi işaret etti.

Genç, yorgunca geldi ve sandalyeye oturdu.

"Olanları bilip bilmediğinden emin değildim. Ya bana... Eksik anlatmıştın, ya da gerçekten bilmiyordun! Soramadım da. Yani... Böyle bir şey nasıl sorulur ki?" diye mırıldandı Burak.

Gözlerinden düşen yaşları silen Baran "Eksik anlattım" diye fısıldadı. "Sorulamadığı gibi... Anlatılamıyor da! Abi... Ben şimdi ne yapacağım?"

Baran, oturduğundan beri bakışlarını lavabodan bir anlığına bile ayırmamıştı.

"Sen biliyorsun ne yapman gerektiğini!"

"Ama... Ya beni görmek istemezse?"

"Öyle bir seçenek yok! Fakat... İstemediğini söyleyecektir. Savaşmak da kaçmak da senin elinde şu an! Senin 2 seçeneğin var. O ise sadece kaçmak seçeneğinde takılı kalmış durumda. Ablanın hayatını belirlemek şu an senin elinde Baran. Onu karanlığıyla bırakıp kaçacak mısın? Yoksa... Onu aydınlığa çıkarmak için savaşacak mısın?"

Kararlı bir şekilde ayağa kalktı genç delikanlı. Lavabo tarafına gitmeden önce Burak'a baktı.

"Burada çalışmaya devam edeceğim abi! O yüzden sonra yaptıklarını konuşuruz da... Cevabını şu anda öğrenmem gereken bir konu var! Şu Erkin denen adam... Ablamın yanına bilerek mi yerleştirdin?"

"Gram alakam yok! Birkaç gün önce yanıma geldi. Ben de şaşırdım hatta! Geçmişini anlatmak üzerime vazife değil bir şey söylemedim fakat... Çoğu şeyin farkında olmasına rağmen yanına taşınmasını sağlamış! Erkin düz adamdır. Yamuğu olmaz! Karadeniz inadının şu ana kadar çözmediği şeyi görmedim. Bu dünyada... Beren'i hayata döndürecek biri varsa... Erkin'den başkası olamaz!"

Başıyla anladığını belirten Baran, hızlı adımlarla lavaboya yöneldi.

🦋

"Yani sen şimdi... Bedir'le buluşacak kızın yerine Didem'in yani... Beren'in gitmesini mi sağladın?" diye sordu Emre.

"Evet!"

"Her şey senin planındı! Kızı üsse götürmenin asıl nedeni de... Ortadan kaybolmasını engellemek içindi yani! O gün bayıltmaman da... Konuşmak içindi. Yeni bir hayata ikna etmeye çalışmıştın. Böyle bir olaysa... Düşünmesini sağlardı! Vay canına! Bunları ne ara yaptın be oğlum?"

"Yaptım işte bir ara Emre!" diyerek tersledi Burak. "Hayır! Dün olan olayı neden bugün de konuşuyoruz?"

"Çünkü dün gelen telefonla, hiçbir şey demeden kafeden ayrıldın! Bu arada arayan kimdi?"

"Ulaş! Son operasyonlarla bağlantılı son çeteyi de indirmişler. Dosya işleri için çağırdı. 'Müjgan' operasyonu da böylelikle tamamlanmış oldu!"

"Altını çizelim abi 'Reis' değil 'Müjgan' operasyonu. Ben dedi size Müjgan iyidir diye. Benim saye..."

"ONUR!!"

"Abi benim konuşmam niye batıyor sana?"

"Boş konuşuyorsun Onur! Bizim zevzek Korkut gibi!"

"Ayy Korkut kankimle uzun zamandır konuşmadık! Akşam arayayım da 1009 lafın belini kıralım!"

"Neden 1009 diye sormayacağım!" diye mırıldandı Tuncay.

"Ben soracağım. Neden 1009 Onur?" diye soran kişi timin Onur'dan sonraki meraklısıydı. Evet doğru tahmin! Hilal'di.

"Ehh biz asker insanlarız. K9 köpeklerine de bayılırız. Bu yüzden!.. Anlamadınız mı?.. Niye boş boş bakıyorsunuz?... İlla açıklayacak mıyım? Bin 9=K9 işte. Hahahahhahah!"

"Komik miydi bu?"

"Hahahahahahahahahahahah"

"Tuncay yakala" diyerek peçete kutusunu attı Hilal.

"Sen de mi Brütüs?" diye sordu küçük Emrah modundaki Onur.

"Brütüs demişken... Herkesin bir takma adı var! Ben de istiyorum." dedi Hilal hevesli bir şekilde.

"Ne gerek var? Saha operasyonlarına çıkmıyorsun!" dedi Burak.

"Sorguda sizinle konuşmuyorum sanki. O zaman bana adımla mı sesleneceksiniz?"

"Aklında bir ad var mı bakalım Küçük Hanım?" diye soran Yağız'dı.

"Bilmem! Belki Kele..."

"Sakın!"

Burak'ın sert sesini duyan adamlar, ne olduğunu anlamadan birbirine baktı.

"Neden? Sen sanki... Artık öyle sesleniyorsun!"

"Seslenmiyorum?" diye mırıldanan adamın aklına dün arabada yaşadıkları geldi.

"Dün seslendin aslında! O da... Sadece bir anlığınaydı."

"Aynen. Sadece... Basit bir andı d'imi?"

"Haklısın" diyen Hilal'i duyduğunda adamın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.

"Türkçede basit sözcüğe kök de denildiğini unutma Olric! Kök ise... Ağacın yaşamasını sağlayan bir şeydir. Ayrıca... Güçlü bağları olan şeye de kök denir. Denklemde kök ise... Bilinmeyen demektir. Sanırım bize en çok uyan da bu. İşin iyi tarafı... Matematikte en çok bilinmeyenli denklem sorularını severim!.."

Burak, derin bir nefes aldı. Hilal ve alengirli, çok şey anlatan cümleleri...

"Neden bana öyle seslenmeyi bıraktın?" diye sordu kız cesurca.

Onun, cesur tavrı Burak'ı her seferinde zora soksa da... Onun bu huyuna bayılıyordu.

"Bilmem! Belki de o günlerdeki adam olmadığımdan?"

"Hâla mı itiraz ediyorsun? Yorulmadın mı?"

'Çok... Çok yoruldum hem de!'

Birkaç saniye adama bakan Hilal "Neyse... Hadi bana bir ad bulalım!" diye mırıldandı.

"Yani... Bu adlar da hop deyince verilmiyor ki. Senin karakterine uygun olmalı!" dedi Emre.

"Yaptığın işi ilgilendirebilir. Ama psikolog falan da çok klasik!" diyerek devam etti Tuncay.

"Aslında... Gölge olabilir mi? Hani sahadan değil de, gölgeden iş yürütüğünden!" diye mırıldandı Yağız düşünceli bir şekilde.

Hilal'in gözleri ise düşünceli bir şekilde duran Burak'taydı. Kendi kendine mırıldanan adamın dudaklarını okuduğunda, kullanacağı lakabı bulmuş oldu.

"Olur!" diyen Hilal'in dudaklarında bir tebessüm vardı.

"Gölge mi?"

Hilal soruyu sessiz bir şekilde mırıldanarak yanıtladı.

"Hayır... Asena!"

Burak, hızla başını kaldırıp Hilal'e baktı.

"Sevdim. Olur!" diyen Hilal, Burak'a bakarak tebessüm etti.

"Olmaz!"

"Doğru söyle Burak! Bu dünyaya, bana muhalif olmak için mi geldin?"

"Ben senden 4 yıl büyük olduğuma göre... Doğru söyle Hilal! Bu dünyaya, bana muhalif olmak için mi geldin?"

Hilal, gülümsedi.

"Ahh. Hislerimizin karşılıklı olması ne de güzel Alfa! Bundan sonra bana Asena dersiniz beyler!"

Asena; Türk mitolojisinde önemli bir rol oynayan efsanevi bir dişi kurtun ismiydi. Alfa'ya da ancak Asena yakışırdı.

"Hayır dedim Hilal!"

"Sen bilirsin! Ya Asena derler ya da... Kele..."

"Sen var ya..." diyerek araya giren Burak'ın sesi öfkeyle doluydu.

"Evveeet!! Ben varım... Hem de koskocaaaa 2 yıl boyunca" diyen Hilal'in sesi, adamınkinin aksine neşe doluydu.

"Ne mutlu bana(!). Ne halin varsa gör!" diyen Burak ayağa kalktı ve odadan çıktı.

"Ops! Doğum günü çocuğunu kızdırdık" diye mırıldandı Hilal.

"Doğum günü? Bugün Burak'ın doğum günü mü?" diye sordu Yağız şaşkınca.

"Bunu da biliyorsun demek? Bunu biliyorsan... Yıllardır doğum gününü kutlamadığını da biliyorsundur!" dedi Emre ikaz edercesine.

Hilal ise her zamanki gibi bildiğini okuyarak mırıldandı.

"Biliyorum... Çatıya çıktı di'mi? Ben gideyim de bi doğum gününü kutlayayım bari."

🦋

Çatıda her zamanki yerinde oturan Burak, gün batımını seyrediyordu.

Birinin varlığını hissettiğinde kaşlarını çattı. Buraya gelmeye kimse cesaret edemezdi. Ondan başka...

"Hilal!" diye bıkkınca söylenen adam arkasını döndü.

Genç kız elindeki 2 dondurmayı göstererek yaramaz bir şekilde gülümsedi.

Burak, onun bu haline istemsizce tebessüm etti.

"Gel başımın belası gel!"

Hilal, parapetin üstünde oturan adamın yanına gitti. Dondurmaları ona uzattıktan sonra, koluna asılı olan poşete dikkat ederek oturmak için ayağını uzattı.

Bir anda belinde hissettiği ellerle ufak bir çığlık atan kız kendini Burak'ın yanında otururken buldu.

"Sen... Ne yapıyorsun yaa? Aklım çıktı Burak? Ahh... Çok korktum!"

Burak, ise kızın saçlarına gömülmüş bir şekilde kahkaha atıyordu.

Ellerini, belinden çekmeyen adamla, zaten hızlı atan kalbi bu hareketle resmen depara kalktı.

"Senin yüzünden bu genç yaşımda kalp krizinden gideceğim!" diye söylenen Hilal gülümsüyordu.

"Cık! Benim daha önce gideceğim kesin!.. Ne işin var senin burada?" diyen adam taşa koyduğu dondurmaları aldı ve birini kıza uzattı.

Ambalajı açan kız "Az daha eriyormuş!" diyerek dondurmasını yemeye başladı.

"Sen hiçbir şeyi unutmaz mısın?" diye sordu Burak dondurmasını ısırırken.

"Sana kütüphanede bir söz vermiştim Burak Kılıç... Aslan! Her neyse... Doğum gününü kutlayacağımı söylemiştim."

"Söylemiştin de... Ben gerçekleşeceğini düşünmediğimden... Buna izin vermiştim."

"Bir kere iznimi aldım ben! Gerisini takmıyorum. Seneye de yaş pastayla kutlarız artık!"

"HİLAL!"

"O zaman gelince konuşuruz canım. Şimdi sinirlenme. Anı yaşayalım. Güneş ne güzel değil mi? Gün batımını ayrı seviyorum."

Burak, yanındaki kıza baktı ve "Ben de..." diye mırıldandı.

'Nedense gün batımından bahsetmediğini hissediyorum Olric!' dedi iç sesi.

"Ne düşünüyorsun?" diyerek ona döndü Hilal. Kızın ela gözleri mutlulukla parlıyordu.

"Bana nasıl katlanabiliyorsun Hilal? Ben bile kendime katlanamıyorum! Ben bile... Bir öyle, bir böyle davranışlarımdan yoruluyorum. Sen bana nasıl katlanıyorsun?"

Hilal, boştaki elini Burak'ın kalbine koydu.

"Burası sayesinde. Ve... İçindeki o acılı çocuk! Sessiz çığlıklarla, Onu kurtarmamı isteyen çocuğu yüz üstü bırakamıyorum! Ve..."

Duraksayan kız, Burak'ın elini alıp, kendi kalbinin üzerine koydu.

"Burası sayesinde..."

Kızın eli adamın kalbinin üzerinde, adamın eli de kızın kalbinin üzerindeydi. O anda ikisi de kendi kalp atışlarını saysalar aynı hızda çıkardı. Ne eksik, ne fazla...

Kısa süre sonra kolundaki poşeti adama doğru uzatan kız "Al!" diye mırıldandı.

İşin doğrusu Burak'ın vereceği tepki onu korkutuyordu. Fazla ileri gitmiş olmaktan korkuyordu...

Aylar önce konuştukları gün, aklına gelirken endişeli gözlerle adama baktı.

🌙 🌠🌙

"Uğurlu olduğuna inandığın nesne? Mesela ben kolyemi uğurlu sayarım!"

"Yok!"

"Nasıl yok! Hadi ama Olric. Mızıkçılık yapma. Soru hakkı bende ve dürüst cevap vermek zorundasın. Geçmişten falan da mı bir şey yok?"

Burak'ın dudaklarında acı dolu bir tebessüm belirdi.

"Ne oldu?" diye fısıldadı Hilal.

"Ben... Küçükken evimizde bir heykel vardı. Bir... Kurt. Sürekli onunla oynardım. Aslında... Babamındı ama... Benim çok sevdiğimi bildiği için büyüdüğümde bana vereceğini söylerdi..."

Adam acı dolu bir nefes verdi.

"Peki... Şimdi nerede o kurt?"

"Kırıldı. Ben... Kırdım. Oynarken yanlışlıkla düşürdüm ve... Kırdım. Paramparça oldu. Bir sonraki gün ise..." Paramparça olan kişi bendim!

"Bir sonraki gün... N'oldu?"

"Hiçbir şey!" diyerek sertçe cevap veren Burak, kızla vedalaşarak kütüphaneyi terketti.

🌙 🌠🌙

Burak, poşetin içinden çıkan heykele bakakaldı.

"Sen..." diye fısıldayan adamın sesi çatlak çıkmıştı.

"Sonraki gün ne oldu... Bilmiyorum. Bazı tahminlerimi var ama... Ne kadar doğru onu da bilmiyorum! Bildiğim tek şey... Her ne olduysa, bu iyi bir şey değildi. Ve... O küçük çocuk... Heykeli kırdığı için bunun yaşandığını düşünüyor."

Burak'ın gözünden bir damla yaş aktı. Başını öne eğen adam kesik bir nefes aldı.

Hilal elini, heykeli tutan adamın elinin üstüne koydu.

"O çocukla tanışmak isterdim biliyor musun? Onun önünde diz çöküp 'Senin suçun değildi. Sen yanlış bir şey yapmadın. Senin yüzünden değildi' demek isterdim. Ona... sımsıkı sarılmak ve teselli etmek isterdim."

Hilal'in fısıltıyla söyledikleriyle birlikte Burak kıpkırmızı gözlerle ona döndü. Adamın gözlerinden yeni yaşlar düşerken, Hilal elini adamın yüzüne koydu.

Kız yaşları eliyle silerken, adam gözlerini kapattı. Hilal, yavaş hareketlerle adamı kendine çekti ve sarıldı.

"Her ne olduysa... Senin yüzünden değildi Burak! Sen sadece bir çocuktun. Yaşananların... Senin o heykeli kırmanla hiçbir ilgisi yoktu."

"Yoktu değil mi?" diye fısıldadı Burak küçük bir çocuk gibi.

"Yoktu... Yoktu Alfa'm!" diye mırıldanan Hilal, başını adamın omzuna gömdü.

O gün günbatımının altında, bir çatının kenarında 2 kişi vardı. Ve ikisi de kendine söz verdi.

Adam, ne pahasına olursa olsun kızı koruyacaktı. Bu ondan ayrı kalması anlamına gelse bile...

Kız ise, ne pahasına olursa olsun adamın acılarını dindirecekti. Ve asla onu bırakmayacaktı...

İkisi de kendi sözünü yerine getirmek için çabalayacaktı.

Fakat ikisinin de unuttuğu bir şey vardı. Son söz; Ne adamın ne de kızın olabilirdi. Son söz yalnızca kadere aitti!

VE

SON

Dermişiiiim 😂😂.

Tam sonluk bir an olmadı mı ama. Kız ve erkek gün batımı eşliğinde sarılır. Ve ikisi de kendilerine söz verir falan...

Evet gençler aşağıda instagram adresim var. Arkadaşlar kitap için açmıştı aslında ama çöreklendim 🤣. Artık benim hesabım 💃. KİT üzerine olsa da bazen şahsi paylaşımlar da yapıyorum. Takip etmek isteyenler buyursunlar 😍. Gelin de konuşaaak 😁.

İnsta: yasminiesa_watty

Loading...
0%