Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm- Senden Asla Vazgeçmeyeceğim Alfa'm

@yasminiesa

"Yani şimdi... Emre'nin annesi Sevda teyze ve annen eski arkadaş mı? Olaya bak be!" diye mırıldandı Nisa.

"Valla ben de duyunca çok şaşırdım!" dedi Aslı.

Hilal içinden 'Asıl şaşırmayı Emre'nin sana Buse ismini veren çocukluk arkadaşın olduğunu öğrenince yaşayacaksın Paparazim!' diye geçirdi. Emre'nin 'Zamanı gelince, Buse'nin benden öğrenmesini istiyorum. O yüzden... Benim kim olduğumu söylemezseniz sevinirim!' demesi üzerine Aslı'ya bu gerçeği söylememişlerdi.

"Daha da şaşıracağınız bir şey söyleyeceğim şimdi!" diyen Aslı heyecanla dudaklarını ısırdı.

"Eee n'oldu Kıvırcık? Sabah sabah neden çağırdın bizi buraya?"

Nisa'nın kendisine Kıvırcık diye seslenmesiyle aklına yersiz bir şekilde Emre'nin mavi gözleri gelen Aslı kaşlarını çattı.

"Rica ediyorum bana öyle seslenme Nisa yaa!"

"Neden?"

"Seslenme işte!"

"Hangi yakışıklı geldi aklına? Ahanda gözlerini kaçırdın. Kesin bir erkek geldi aklına!"

"Hayrunnisa!!"

Duyduğu hitapla Ulaş'ın aklına gelmesiyle kızın bir anlığına kalbi tekledi. Hilal'den tüm hikayeyi dinleyen Nisa, kendisine iş görüşmesini ayarlayan kişinin Ulaş olduğunu öğrenmesiyle şok geçirmiş, çalışacağı okulun Ulaş'ın karakolunun hemen yanında olduğunu öğrendiğindeyse Hakkın Rahmetine kavuşmuştu.

"Aslı Buse!!. Bana öyle seslenirsen ben de boş durmam! Haberin olsun!"

Hilal bıkkın bir şekilde nefesini dışarıya bıraktı.

"Yerle gök bile birleşir, sizin atışmalarınız bitmez! Sadece 1o günde 100 kere dalaşmışsınızdır!"

"Aaa! Günde sadece 10 kere mi? Tempomuzu düşürmüşüz gördün mü Jerry?

"Gördüm Tom. Gördüm!" diyen Aslı oldukça üzgün görünüyordu.

Hilal eliyle alnına vurduktan sonra güldü. Bu ikisiyle başı dertteydi.

"Eee Paparazim söyle bakalım! Neden çağırdın bizi?"

"Sen daha çok alnına vuracaksın bundan sonra.."

"Bu ne demek?"

"Umarım gecenin bir yarısı bıçakla başımıza dikilip öldürmezsin demek!"

"Aslı? Ne saçmalıyorsun bebeğim?"

Aslı, hevesle karşısındaki ikiliye baktı.

"Şimdi... Verdiğim haberden sonra lütfen çığırmayın!"

"Tamam tamam. Söyle artık. Meraktan çatlatmasana!" diyen kişi Nisa'ydı.

"Sevda teyzeyle, annem konuşmuşlar. Kafeyi sabahları annem açacakmış. Bunun içinde erkenden yola düşüp trafik çekmesin diye... Aslında tek neden bu değil de..."

"Jerry? Tatlım önce haberi ver de açıklamayı sonra yap! Siz makalelerinizde önce 'ŞOK ŞOK ŞOK!' diyerek manşet atıp sonra açıklama yapıyorsunuz ya... Heh işte öyle!"

"ŞOK ŞOK ŞOK! Annem evden taşınıyor. Onun yerine de Nisa geliyor. Ev arkadaşı oluyoruuuuuz!"

Haberi alan Nisa ve Hilal tepkisizce Aslı'ya bakmaya başladı.

"Kızlar? Heyy" diyen Aslı ellerini, kızların gözleri önünde salladı.

Hilal ve Nisa önce birbirlerine, sonra da Aslı'ya baktılar. Tekrardan birbirlerine döndüklerinde "Benim duyduğumu sen de duydun mu?" diye sordu Hilal.

"Duydum! Sen de mi duydun?" diye mırıldandı Nisa.

Ve ikili aynı anda sevinç çığlığı atıp Aslı'nın boynuna sarıldılar.

Aslı, kızların tepkisine kahkaha atarken, üçü de kafedekilerin onları izlediklerinin farkında değillerdi.

"Hayırdır bu neşeniz neden?" sorusuyla birlikte birbirinden ayrılan kızlar, nerede olduklarını hatırlayıp geri çekildiler.

"Aaa Porthos?" dedi Nisa gülerek.

"Nisa yaa! Sen hatırlatana kadar şu 3 silahşörler olayını unutmuştum valla" diyen Emre'nin gözleri Aslı'daydı.

"Sen de Athos'sun değil mi?" diye sordu Hilal, Burak'a bakarak.

Kızların davetiyle birlikte Emre ve Burak masalarına oturdular.

"Nereden anladın?" diye sordu Nisa.

"Bu da soru mu Deli'm? Grubun az ve öz konuşan, gizemli adamı Burak'tan başka kim olabilirdi ki?"

Burak güldü ve gözlerini kıstı.

"Hiç palavra atmayın Hilal Hanım... Sen anlatmıştın demiyor da!"

"Vaayy Burak Bey. Geçmişi konuşuyoruz demek! Kütüphane günlerini geride bıraktık sanıyordum? Bana hala keleb..."

"Niye buna bu kadar taktın? Sana öyle seslenmem neyi değiştirecek ki?

"Hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum. Yine de..." Birinin sana özel bir isimle seslenmesi, onun için sıradan birisi olmadığını kanıtlar. Bunu görmek istiyorum.

Gözleriyle konuşan kıza baktı Burak ve özür dilercesine tebessüm etti. Ne yaşanırsa yaşansın biz diye bir şey olamaz Kelebek! Üzgünüm.

"Neden Porthos?" diye sordu meraklı Aslı.

Soruyu soran kişinin o olmasıyla Emre tebessüm etti ve kıvırcığına baktı.

"Bu Athos, Ulaş da Aramis olunca... Bana da Porthos kaldı."

"Sürekli konuştuğundan değildi yani?" diyerek söylendi Burak.

"Sen hiç konuşmadığından benim konuşmam sana batıyor değil mi?"

Emre'nin gülerek söylediği cümleye karşılık, Burak durgunlaştı.

"Ne oluyor sana Burak? Bu aralar sana takılmaya da gelmiyor?" dedi Emre ciddileşerek

"Ne olabilir ki bana?" diye mırıldandı Burak.

Emre, kardeşine baktı. Yıllardır gördüğü kabusların üstesinden bir şekilde gelen adam... Hilal geldikten sonra dağılmanın âlasını yaşıyordu. Ve Emre bunun iyi mi yolda kötü mü olduğundan emin değildi.

Hilal "Eee... Ulaş Efendi çapkın da mı Aramis diyordunuz?" diyerek konuya döndürdü ikiliyi.

"Hiç açma şu konuyu!" diyen Nisa'nın yüzü düşmüştü.

"Haksızlık ediyorsun Ulaş'a!" diye mırıldandı Emre.

"Ne haksızlığı yaa? Önüne gelen kızla konuşmuyor muydu beyefendi?"

"Dediğin gibi... Kızlar geliyordu!"

"Kızlar sizin yanınıza da geliyordu. Bir kere bile yüz vermediniz. Ulaş ise her önüne gelenle konuşuyordu!" diyen Nisa'nın sesi kızgın geliyordu.

Burak ve Emre bakıştılar. İkisinin de içinden benzer düşünceler geçti.

'Sadece sen olduğunda konuşuyordu!'

'Sırf seni sinir etmek içindi...'

Her ne kadar şikayetçi olsa da... Nisa'yı gördüğüne en çok Ulaş sevinmişti.

"Peki ya Dartanyan? Dördüncü silahşörünüz yok muydu?" diye sordu Aslı. Normalde de meraklı olan kız... Nedense karşısındaki adamlar söz konusu olduğunda her şeyi merak eder olmuştu.

Aslı'nın sorusuyla geçmişe daldı herkes.

"Aslında... Var! Doğukan" diye mırıldandı Nisa düşünceli bir sesle.

"Doğukan? Kadavra mı?" diye sordu Hilal.

"Bu konuyu kapatsak mı?" diyen Burak rahatsız bir şekilde kıpırdandı.

"Doğu tek seninle konuşuyormuş!" dedi Nisa üzgün bir sesle.

Burak başını sallayarak onayladı.

"Evet! Ama..."

"O günü değil?"

Burak'ın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.

"İnsan bazı şeyleri anlatmayı geçtim... Düşünmemek için her şeyi yapar! Bu da öyle bir şey. Ona ismiyle seslenmeme bile izin vermiyor. O yüzden... Görüşmeyi düşünme! Hele de... Başkasına haber vermeyi hiç düşünme!"

"Başkasından kastın... Ecem sanırım?"

Burak sessiz kaldı.

"Peki tüm bu kararları verirken... Ecem'in isteğini sordunuz mu? O belki her şeye rağmen Doğukan'ın yanında olmak istiyordur!"

"Mesele Ecem değil ki! Mesele Doğu'nun yaşadıkları, şahit oldukları... Korkuları!"

"Ecem'in yanında olması neyi değiştiriyor peki?"

Burak yorgunca arkasına yaslandı. Hilal, onun ne diyeceğini merak ederek izlemeye başladı.

"Diyelim ki... Biz Ecem'e haber verdik ve Doğu'yla görüşmeye başladılar! Sonra? Sence Ecem o günü sormadan ne kadar dayanabilir sence? Doğukan'ın boğuştuğu kabusları bilmeden... Ne kadar onun yanında durmaya devam edebilir? Sevgi paylaşmak demek değil midir? Bu paylaşım olmadan bir ilişki nasıl devam edecek? Ya da... Doğukan her saniye Ecem'i kaybetme korkusu yaşarken... Nasıl birlikte olabilirler? Korkusundan dolayı her adımını bilme isteği ve deliler gibi koruma isteği... O kızın nefes alabilmesine izin verecek mi?"

"Yanlış taraftan bakıyorsun olaya! İki insan..."

"Benim durduğum taraf burası ve yanlış da olsa, doğru da olsa... Başka bir yere gitmem imkansız!"

"Biz Doğukan'dan konuşmuyor muyduk?" diye mırıldandı Nisa.

Bunun üzerine Burak derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Hilal, yanan gözlerini kırpıştırdı. Burak'ın düşüncelerini değiştirmek... İmkansızın da imkansızıydı.

"PRENSLERİİİİİM!"

Duyduğu sesle gözleri kapalı olan Burak'ın dudaklarında kocaman bir tebessüm belirdi.

Hızla gözlerini açan adam ayağa kalktı ve sesin geldiği tarafa döndü. Emre gibi...

7-8 yaşlarında küçük bir kız çocuğu, onlara doğru koşmaya başladı. İki adam da aynı anda eğilip küçük kızın kendilerine sarılmasını sağladılar.

Küçük kızın sağ kolu Burak'a, sol kolu da Emre'ye sarılmışken adamlar ayağa kalktı. O kadar alışkın hareketlerde bulunuyorlardı ki... Yaşananların aralarında bir ritüele dönüştüğü anlaşılıyordu.

İkili kıza bakarken kız sağ kolunu Burak'tan çekerek Emre'ye sarıldı.

"Deniz Kızım ?" diyen Burak'ın sesi şaşkınlık doluydu.

"Küstüm ben sana Yosun Prensim!" diyen kız başını Emre'nin omzuna gömdü.

Emre, kardeşi Eftalya'ya baktıktan sonra dudak hareketleriyle Burak'a "Yandın!" dedi.

"Ama ben seni çok özledim Deniz Kızım!"

"Ben de seni çok özledim. O yüzden küstüm ya!" diyen küçük kız başını kaldırmamıştı.

Burak, Emre'den çocuğu aldı.

"Bırak!" diyen küçüğün sesi trip doluydu.

Burak çocukla birlikte sandalyeye geri oturdu.

"Bırakamam!" diye mırıldanarak kızın saçlarına bir öpücük kondurdu.

Bu temasla gözleri dolan küçük kızın dudakları titredi.

"Çoooook gün oldu! Neden gelmedin?"

"Özür dilerim Deniz Kızım!"

"Neden gelmedin? Ben seni çoooook özledim. Ama sen gelmedin. İşin mi vardı? O işlerin benden önemli mi?" diyen küçük, başını adamın göğsüne koydu.

Burak, çaresiz bir nefes aldı.

"Eftalya'm? Abiciğim bir bakar mısın bana?.. Lütfen?"

Eftalya, yavaş hareketlerle başını kaldırdı. Gözlerindeki yaşları gören Burak, üzgün gözlerle kıza baktı. Yanağındaki yaşları silerken "Senin deniz gözlerinden tuzlu sular çıkınca, benim yosun gözlerim acıyor. Bilmiyor musun?" diye mırıldandı.

"Sen gelmeyince benim deniz gözlerim, yosun gözlerini çoook özlüyor. Sen bunu bilmiyor musun?" dedi küçük kız hüzünlü bir sesle.

"Ben..." diye mırıldanan Burak, kızın konuşmasıyla sustu.

"Sen... Sen artık beni sevmiyor musun? O yüzden mi... Gelmiyorsun?" diyen Eftalya'nın sesi titremişti. Gözyaşları hızlanan küçüğün dudakları titriyordu.

Burak kıza sıkıca sarıldı.

"Benim seni sevmemem imkansız küçüğüm! Bir daha sakın böyle bir şey duymayayım. Ben seni... Bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum!"

Burak'ın son cümlesini kendi gözlerine bakarak söylemesiyle, Hilal'in kalbi deliler gibi çarpmaya başladı.

"Hadi ağlama artık deniz gözlüm!.. Beni affetmen için ne yapabilirim?"

Bu söz üzerine geri çekilen kız sevinçle "Bu gece beraber uyuyabiliriz!" dedi.

Eftalya'nın cümlesiyle Burak duraksadı.

"Bu arada... Neden biz uzuuuuuun bir zamandır beraber uyumuyoruz Yosun Prensim?"

'Çünkü ben son zamanlarda kabuslarımda, eskisinden daha fazla boğuluyorum. Ve beni o halde görüp korkman... Bu dünyada istediğim son şey bile değil küçüğüm!'

Burak'ın bakışları Emre'ye döndü. Yıllardır onu kabuslarından uyandıran kardeşine. Lise döneminde artan kabuslarından dolay tüm gece onunla birlikte sabahlayan, bu yüzden de her zaman okulda uyuklayan kardeşine...Tüm okul onların uyuyarak dersleri geçtiğini ya da kopya çektiklerini düşünürken... Aslında onlar tüm gece boyunca ders çalışıyorlardı.

Kabuslarından dolayı düşünmemek için sürekli kendini oyalan Burak ve onun bu durumunu farkeden Emre, lise hayatları boyunca gecelerce ders çalışmış, akademideyken de gecelerce antreman yapmışlardı. Göreve başladıklarındaysa Burak'ın aldığı eğitimlerle kendini sakinleştirebilmesi sayesinde geceleri daha rahat geçiyordu. Ela gözlü bir kelebek hayatına girene kadar...

Emre, geçen aylarda Burak'ın artan ve değişen kabuslarını farkettiğinde endişelenmeye başlamıştı. Çünkü bu kabuslar 17 yıl öncekiler kadar şiddetliydi. Uyandırdığı Burak'ın boş bakışlarını gören Emre, kardeşi için her geçen gün biraz daha korkuyordu. Hilal'in gelmesiyle bu kabusların azalmak yerine artması, Emre'nin, Sinan dayının kararını ilk defa sorgulamasına sebep olmuştu.

"Yosun Prensim?"

Eftalya'nın seslenmesiyle daldığı düşüncelerden çıkan Burak küçük kıza baktı. Kızın beklenti dolu gözlerini gören Burak ne diyeceğini bilemeyerek mırıldandı.

"Küçüğüm..."

"Prensesim? Bensiz mi uyuyacaksın yani?"

Emre'nin cümlesini duyan Burak tebessüm etti. Onu kabuslarından uyandıracak kardeşi varken, küçük kardeşiyle uyuyabilirdi.

"Aa-aa! Hiç öyle şey olur mu Gök Prensim? Ben prenslerimin arasında yatarım. Hep beraber uyuruz olmaz mı?"

"Olur mu?"

"Olur mu?"

İki adamın da şakacı bir sesle aynı anda konuşmasıyla küçük kız şımarıkça gülümsedi.

"Olur olur. Hem de bol prensli olur. En sevdiğim!"

"Bol prensliymiş! Sen bir gün çocuğun birini karşıma getirip bu benim prensim demeye kalk da... Ben en sevdiğini göstereyim o çocuğa!" diyen Burak'ın sesi kıskançlık doluydu.

"Ama abiciğim... Doğanın kayunu bu! Sen bir gün kızın birini getirip de... Ayy düşündüm de... Yok yok boşver sen doğanın kayununu. Sakın bir kız getirme! Getirdiğin kızı sevmem ben! Annem evlencek yaşa geldiğinizi söylüyordu. Ben ikinizle de evlenirim. Kimse benim prenslerimi benden çok sevemez. Biz hep beraber tonton nine ve dedeler oluruz. Sakın bak yosun prensim! Bir kızla gelirsen Luna'yı onun üzerine salarım ham diye ısırır onu! Haberin olsun!"

"Ya Luna severse?" diye soran sese döndü küçük kız.

"Luna severse mi? Ama Luna benim sevmediğimi sevmez ki!"

"Ya severse diyorum! Luna ham yapıp ısırmak yerine... Onunla oynarsa ne yaparsın?"

Elini çenesinin altına koyan kız, dudaklarını büzerek düşünmeye başladı.

"Luna severse... Belki ben de sevebilirim. Çünkü Luna çok akıllı bir köpek ve kötü birisiyle oyun oynamaz!"

Hilal'in dudaklarında bir gülümseme belirdi.

"Senin adın ne? Hem... Senin gözlerin gerçekten çooook güzel. Hangi renkler? Ela mı? Salih amcamın gözleri de o renkten."

Hilal'in gözünü görebilmek için kıza yaklaşan Eftalya, Hilal'in kollarını açmasıyla onun kucağına gitti. İki kızın fısıldaşarak konuşmasını hayran gözlerle bakan adam arkasına yaslandı. Geçen yaptıkları organ mafyası operasyonu sırasında kızın çocuklarla arasının iyi olduğunu zaten görmüştü. Ama kardeşiyle arasının iyi olması, çok hoşuna gitmişti. Hayalinde Hilal'in kucağında yeşil gözlü bir erkek çocuğu beliren Burak yutkundu. Kalbi teklerken derin bir nefes aldı. 'Saçma şeyler düşünmemelisin! Asla olmayacak hayaller kurmamalısın! O çocuğun bir gün... Sana dönüşmesini istemiyorsan Hilal'den uzak durmalısın!'

"Yosun prensim?"

"Efendim Deniz kızım?"

"Bu ablanın adı Hilal ya... Luna da ay demekmiş biliyor musun? Yanii... Luna bu ablayı çok sever bence!"

Burak'ın bakışları mutlulukla ona bakan ela gözlere döndü ve istemsizce mırıldandı.

"Peki sen sever misin?"

"Ohooo! Ben çoktan sevdim. Sevmesem kucağında hiç oturur muydum prensim? Bu abla çok iyi!"

"Buna itirazım yok da... Siz bunu 5 dakikada nasıl anladınız acaba Eftalya Hanım?"

"Biz çocuklar sevgiyi hissederiz ki!" diye hevesle söylenen kızla Burak yutkundu.

"Ben Hilal ablanın beni çok sevdiğini hissettim. O yüzden..."

Eftalya'nın söyledikleriyle birlikte Burak nefesini bıraktı. Eftalya'nın başka bir şey söylemesinden korkmuştu.

"Hilal abla?"

"Efendim bitanem?"

"Bir gün bize gelsene! Hem Luna'yla oynarsın. Hem de... Benimle?"

Soruyu duyan Hilal'in bakışları Burak'la buluştu. Adamın gözlerinin içine bakarken mırıldandı.

"Çok isterim bitanem!"

1 Ay Sonra

"İyisin değil mi?"

"Kaç kere daha soracaksın acaba Küçük Hanım?"

Hilal, endişeli gözlerle Yağız'a bakmaya devam etti ve mırıldandı.

"Çok korktum abiciğim! Ne yapayım?"

"Gel buraya gel!" diye mırıldanan Yağız kollarını açtı. Hilal, yarasına dikkat ederek abisinin kolları arasında yerini aldı.

Yağız, dün akşam bir operasyonda karnından bıçaklanmıştı. 12 dikiş atılan yarasının hayati tehlikesi olmasa da, yaşanan olay Hilal'i oldukça endişelendirmişti.

Diğerleri, ilgilendikleri davayla alakalı aşağıda çalışırken, ikili üst kattaki odada oturuyorlardı. Daha doğrusu Yağız, Hilal'in zoruyla uzanmış, Hilal ise ona sürekli meyve, su vb. şeyler getiriyor, yarım saatte bir de "İyi misin?" diye soruyordu.

"Hey! Ağlıyor musun sen?" diye sordu Yağız başını omuzuna gömen kıza.

"Yok! Sadece..." diyen Hilal geri çekildi.

"O ıslaklığın gözyaşı olmadığını mı iddia ediyorsun?"

Yanağını silen kız, düşünceli gözlerle Yağız'a baktı.

"Önemli bir şey değil Hilal! Gerçekten!"

"Olan olaya değil tepkim! Ben... Sanırım bu mesleğin ne kadar ciddi olduğunu anladım. Ve... Bu biraz korkuttu."

Odaya girmek üzere olan Burak, kulptaki elini yavaşça geriye çekti ve sırtını duvara yaslayarak gözlerini kapattı.

Yağız, şefkatle gülümsedi.

"Yeni mi anladın ciddiyetini?"

"Onur ortadan kaybolduğunda da... Endişelenmiştim. Fakat sağ salim geri döndüğü için şimdiki kadar korkmadım! Hem... O zamanlar daha yeni tanışıyorduk. Şimdiyse... Siz benim tüm hayatım oldunuz ve... Herhangi birinize bir şey olma düşüncesi... Kalbimi acıtıyor!"

"Sadece biz mi? Peki ya sen?"

"Bana bir şey olmasına izin vermezsiniz ki! Ayrıca... İnsan kendi canından çok, sevdiklerinin canına bir şey olmasından korkuyor. Ve... Bir gün ciddi bir şey olma ihtimali korkutuyor!"

"Bahsettiğin ciddi şey fiziksel mi psikolojik mi? Biz askerler için fiziksel yara önemsizdir!"

"Beni korkutan tam da bu zaten! Düşüncesizce bedeninizi siper etmeniz... Bu çok tehlikeli!"

"Yanılıyorsun! Asıl tehlikeli olan psikolojik yaralardır" diye mırıldandı Yağız.

"Benim işim psikolojiyle zaten abi! Psikolojik bir yarayı... İyileştirmek için bir şeyler yapabilirim. Fakat... Fiziksel yara için elimden hiçbir şey gelmiyor. Psikolojik yara öldürmez. Fakat fiziksel yara öldürür!"

"Psikolojik yara öldürmez mi sence? Çok fazla ölüm gördük Hilal. Ve sadece görmekle de kalmadık. Çoğu zaman buna sebep olan bizdik. Bu durum insanın ruhunu, kalbini, aklını sömürüyor. Böyle hissetmektense... Defalarca bıçaklanmayı tercih ederim!"

Hilal, üzgün gözlerle adama baktı.

"Son günlerde iyi değilsin!" diye mırıldandı.

Yağız sessiz kalınca devam etti.

"Ben hep yanındayım. Ama seni iyileştiremem sadece merhem olup, acını azıcık dindirebilirim. Ruhunu da, kalbini de, aklını da iyileştirecek biri var aslında. Bunu en iyi sen biliyorsun? Neden kendine bu işkenceyi yapıyorsun?"

Yağız kesik bir nefes aldı.

"Nedeni çok! Ben... Bu saatten sonra askerliği bırakamam. Asker doğmadım fakat asker öleceğim. Ve bu meslekte devam ettiğim sürece... Onu bana mahkum edemem. Yıllar önce... Her şeyi boşverip ona gitmeye karar verdim. Tam o sıralarda çok sevdiğim bir abim daha doğmamış bebeğini kaybetti. Karısı aylarca komada yattı. O şerefsizler yüzünden! Ben... Bir kurban verdim zaten. Onu da kaybedemem!.. Bu saatten sonra hayatını mahvetmeye gerek yok. Zaten... Eminim ki beni unutmuştur."

"Emin misin? Yoksa ümitli misin? Bence sadece seni unutmuş olmasını umuyorsun!"

"Küçüğüm yapmasan? Bugün zaten iyi değilim! Bir de... Bu konuyu konuşmasak?"

"Neden iyi değilsin?"

Yağız, sessiz kalarak kıza baktı. Kapının ardındaki Burak, adamın cevap vermeyeceğini anladığında odaya girdi.

"Siparişler geldi. Hadi yemek yemeye!" diyen adamla birlikte Hilal, Yağız'ın koluna uzandı.

"Ben kendim giderim!" diye söylenen adamla genç kız gözlerini devirdi.

"İnadını bilmiyor musun Yağız? 'He' de geç işte!"

"Ben seni bir 'he' yapacağım şimdi!" diye mırıldanan Hilal, Burak'a bakmadan çıktı.

Arkasından bakan Burak gülümseyerek peşlerinden gitti. Kelebeğiyle uğraşmaya bayılıyordu.

🦋

"Efendim Paparazim?"

"Casper'ım acil durum moduna geçiyoruz!"

Yemek yiyen adamlar Hilal'in endişeyle "Ne oldu?" diye sormasıyla birlikte ona baktıklar.

"Acil yakışıklı arıyordum. Eh senin timde ondan bol bir şey olmadığını hatırladım ve... Şimdi ne işiniz varsa bırak, kap yakışıklıları gel! Gelmezlerse de bayılt bir şey yap. Bana en acilinden yakışıklı adam lazım! Saat 20.00-22.00 arasında..."

"Aslı? Ne saçmalıyorsun canım?"

"Yaaa... Bizim yelloz Canan'ı biliyorsun. Bugün haber için bir davete gideceğiz. Bu yeni boy friendiyle gelecekmiş. Aklınca hava atıyor haspam! Neyse işte... Bizim ekiple iddiaya girdi bu. Neymiş efenim Eda'yla ben kesin sap gelirmişiz falan!"

"Sen de benden yardım istiyorsun?"

"Senden değil senin yakışıklılardan!"

"Aslı milletin işi gücü var! Ne diye..."

"Askerlerin işi yardıma muhtaç sivilleri kurtarmak değil mi? Ben şu an en acilinden kurtarılmaya muhtacım!"

"Olmaz!"

"Hilal niye gıcıklık yapıyorsun tatlım?"

"Paparazim! Sence de gereksiz değil mi bu iş? Boş ver kızı! Konuşur konuşur susar."

"Ahh biz seninle bu kadar farklıyken nasıl ev arkadaşıyız. Aklım almıyor!.. Demek yardım etmiyorsun? Neyse ben ayarlarım birilerini!"

"Nasıl?"

"Cast ajansından!"

"Cast ajansından kavalye mi seçi..." Hilal elinden çekilen telefonla birlikte şaşkınca baktı. Emre kaşları çatık bir şekilde telefonunu almıştı.

"Sorun ne?"

"Ahh! Önemli bir şey değil" diye mırıldandı Aslı.

"Sorun ne?"

"Yaa gerçekten..."

"Sorun ne?"

Aslı bıkkınca nefesini verdi. "Papağan mısın Emre?"

"Papağan değil, Panterim! Şimdi... Sorunun ne olduğunu anlatıyor musun? Yoksa oraya bir ekip gönderip seni aldırayım mı?"

"Ne saçmalıyorsun? Bunu yapamazsın!"

"Emin misin Buse?"

"Bana Buse deme diye kaç kez diyeceğim?"

"İstediğin kadar diyebilirsin! Eee anlatıyor musun? Buradan oraya gelmem 1 saat. Ekiple seni aldırtırsam yarı yolda görü..."

"Gıcıksın Emre! Çok gıcıksın hem de... Akşam önemli bir davete röportaja gideceğim. Tek gitmek istemiyorum."

"Kaçta?"

"Ne yapacaksın? Sen de mi geleceksin?"

"Evet!"

"Neden?"

"Hilal'i zaten bizim gelmemiz için aramadın mı? Buldun da bunuyorsun!"

Telefonun diğer ucundaki Aslı, bir süre sonra mırıldandı.

"Saat 20.00'de başlıyor."

"19.30'da hazır olun! Evden alırım sizi."

"Bir de şey..." diyen Aslı'nın sesi utangaç çıkmıştı.

"Edanur'a da ayarlarız birini. Dediğim saatte hazır olun. Beklemem ona göre!"

Burak bıyık altından gülümsedi. 'Nah beklemezsin!'

Telefonu kapatan Emre, açık açık sırıtmaya başlayan Burak'a baktı.

"Tek kelime edersen misliyle ödetirim!"

"Bişey demedim ki!" diyen adam neredeyse kahkaha atacaktı.

"Gülme Burak gülme!"

"Validem'e söyleyeyim de kafeye gelen kızları kesmeyi bıraksın!"

Gözlerini kısarak Burak'a bakan Emre, bir anda sırıttı.

"Ahh! Ben onu çoktan söyledim kardeşim. Tam olarak bir a..."

"Tamam!" diye mırıldanan Burak, Emre'nin cümlesini tamamlanmasına izin vermedi.

Ciddileşen adama bakan Emre derin bir nefes aldı. 'Son zamanlarda Burak'la konuşmaya bile gelmiyor' diye düşündü adam hüzünle. Kardeşi o kafasının içinde dönüp duran tilkileri bir anlatsa... En azından az da olsa yardım ederdi.

"Eee beyler? Akşam bir davete katılmak isteyen?" diye sordu Emre.

"Güzel kızlar vardır kesin! Ben geliyorum" dedi Onur çapkınca. Bunu söylerken aklına gelen kahverengi gözleri düşünmemek için bardağındaki suyundan içti.

"Masal'la buluşacaktık. Onunla konuşayım! Uygunsa katılırız biz de. Bir değişiklik olur ikimize de."

Tuncay'ın cevabından sonra Burak'a döndü başlar.

"Beni saymayın!"

Hilal, istemsizce yüzünü astı. Burak bunu görünce başka yere baksa da aklı kızdaydı.

"Ben de geleyim. Bugün... Bir şeylerle uğraşmam gerek!" diye mırıldandı Yağız.

Adamın hüzünlü ses tonunu duyan odadakiler ona baktı. Kendisine yönelen bakışlardan rahatsız olan Yağız, ayağa kalktı.

"Ben çıkıyorum! Edanur'un numarasıyla, davetin yerini atarsınız bana. Onu da alıp geçerim mekana. Kızı Onur'un güvenli(!) ellerine bırakmayalım şimdi."

Adamın, peşinden bakan Hilal mırıldandı.

"Neden bu kadar durgunsun abi? Ne oldu bugün sana?"

🦋

Hilal, uzun bir süre gelmediğinde onu merak eden Burak, mescidin önüne geldikten sonra duraksadı. Bir süre orada oyalanan adam sonunda dayanamayarak açık olan kapıdan kıza baktı. Genç kıx ellerini açmış dua ediyordu.

Gözlerindeki sevgi had safhaya çıkarken Burak'ın dudaklarında mükemmel bir gülümseme belirmişti.

"Dikkatimi dağıtıyorsun. Ya yanıma gel, ya da git!"

Cümle üzerine ayağındaki ayakkabıları çıkaran adam içeriye girdi.

"Arkanda gözün olduğunu düşünmeye başlayayım mı?"

"Geç kalmışsın. Şimdiye başlamalıydın!" diyen Hilal gülümsedi ve yere, az ilerisine, oturan adama döndü.

"6. hissim kuvvetlidir. Özellikle de... Sensen!"

Burak derin bir nefes aldı ve beyaz bir yazmayla başını örtmüş kıza gülümsedi.

"Yazma yakışmış"

İltifatı duyan Hilal'in yanakları kızardı. Utançla dudaklarını ısıran kız, utangaç gözlerle adama baktı. Onun bu hali karşısında Burak'tan bir kahkaha yükseldi

"Şuna bak şuna! Hiç çekinmeden onlarca laf söyleyen kız, 2 iltifata kızardı."

Hilal kendisine gülen adama gözlerini kısarak baktı.

"O iltifatı sen söylediğinden olsa gerek!"

"Heh! Kastettiğim tam da buydu işte!"

"Bu da senin yüzünden! Ben normalde böyle bir insan değildim. Ama sen... Benim tüm ayarlarımı altüst ettin!"

"Hep dediğim gibi... Her şey karşılıklı!"

Hilal gülümsedi.

"Namaz mı kılacaktın?"

"Cık! Sen Yağız'ın yanındayken kılmıştım."

Merakla ona bakan kız saçıyla oynamaya başladı.

"Sor hadi sor! Sor başımın belası!"

"Ama tatlı belası!" diye şirince gülümsedi Hilal.

Burak gülerek "Sen öyle diyorsan!" diye mırıldandı ve devam etti. "Sor hadi!"

"Sen... Ne zaman namaz kılmaya başladın? Yani... Abim askeriyeye girince başlamış. Sen de mi..?"

Burak derin bir nefes aldı ve geri çekilerek duvara yaslandı.

"Yok. Ben... İslami kurallara çok dikkat eden bir ailede büyüdüm. Annem tesettürlü değildi belki fakat... Namazını bir vakit bile kaçırmazdı. Hatta... Küçükken beni de sabah namazlarına kaldırırdı. Ailecek... Cemaatle namaz kılardık. Annem öyle görmüştü çünkü. Benim dedem İmam, anneannem de Hafızdır. Annem öyle görmüş de babam... Annemle tanışana kadar tek tük kılmışlığım anca vardır derdi... Hatırlıyorum da daha okuma yazma bile bilmezken bayram sabahları namaza giderdik babamla. O geceler heyecandan uyuyamazdım. Babamın alarm sesini duyar duymaz fırlar, hevesle bayramlıklarımı giyerdim. Namazdan sonra ekmek alıp eve gelirdik. Mükemmel bir kahvaltı olurdu sofrada. Çoğunlukla Emre'ler, dedemler ve dayım da bizde olurdu. Öyle zamanlarda babam hep 'Helalim beni Cennet'e götürecek anahtarım oldu' derdi."

Konuşmayı kesen adam, arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. Anlattıklarından dolayı oldukça sarsılmış gözüküyordu.

Hilal, usulca yaklaştı ve gözleri kapalı olan adamın eline dokunarak sessizce sordu.

"Neden her geçmişi anlattığında suç işlemiş gibi davranıyorsun?"

Gözlerini açan adam kızarmış yeşilleriyle kıza baktı ve fısıldadı.

"Canımı yakıyor! Her anne deyişimde..." ve baba diye içinden ekleyen adam devam etti.

"Son seslenişim geliyor aklıma. Son... Son görüşüm..." diyen adam titrek bir nefes aldı. Yanağından bir gözyaşı düştüğünde kıza baktı.

"Bu bana iyi gelmiyor Kelebek! Sen bana... İyi gelmiyorsun! Senin yüzünden acizleşiyorum ve... Bu benim sonum olacak! Beni yıkıyorsun... Beni yakıyorsun!" dedi adam isyan edercesine.

"Yıktığım gibi yapmasını... Yaktığım gibi söndürmesini de bilirim! Yeter ki sen bana izin ver!"

"Benden imkansızı istiyorsun!" diye fısıldadı adam.

Hilal hüzünle tebessüm etti.

"İmkansız da olsa... Sürekli beni itiyor da olsan... Bana hakaret de etsen... Şunu sakın aklından çıkarma!" diyen kız adamın yanağından öptü ve kulağına doğru fısıldadı.

"Senden asla vazgeçmeyeceğim Alfa'm!"

Ayağa kalkan kız yavaş adımlarla odayı terketti.

Arkasından bakan adamın aklında yıllar öncesinden bir sahne canlandı.

{"Anne büyüdün deyip de peşine küçük diyen bir sen varsındır!" diye söylendi küçük çocuk.

Annesi gülerek "İstersen 30 yaşına gel... Sen benim hep küçük Alfam olacaksın. Benim büyük Alfam var çünkü!" dedi.

Burak, gözlerini kısarak babasına baktı. 10 dakika önce aynı hareketi yapan adama bu kadar çok benzemesi karşısında kadın sevgiyle gülümsedi.

Yiğit gülerek "Kıskanmayalım lütfen! Büyüyünce bana kalbi güzel bir gelin alırsın... O sana bolca 'Alfam' der." dedi.}

Burak acıyla bir nefes aldı. Ona 'Alfa'm' diyen kalbi güzel birini bulmuştu fakat... Toprağın altında yatan adama gelin olarak götüremezdi. Çünkü bu konuşmadan dakikalar sonra küçük Burak öyle bir olaya şahit olmuştu ki... Aşkından geberse bile o kızın hayatına giremezdi.

🦋 🦋 🦋

Davet salonuna giren Hilal, etrafındaki insanları incelemeye başladı. Hepsinin saygın insanlar olduğu anlaşılıyordu.

"İmera Fera Derneği? Terör kurbanlarına yardım için açılmıştı değil mi? Hayatlarını yoluna sokmalarına yardım için... O yüzden de adı 'Gün Işığı' anlamına geliyor. Derneği daha önceden duymuştum da... Bildiğim kadarıyla kurucusu şu ana kadar kendini herkesten gizlemiş. Nasıl oluyor da röportaj vermeye karar vermiş? Ayrıca... Normalde 5 Nisan'da düzenlenmiyor muydu dernek yemeği?"

Koluna girmiş olan Aslı, başıyla kızı onayladı.

"Aynen! 5 Nisan'da düzenlendiğinden ve 6 yıl önce kurulduğundan... Herkes derneğin Ali Emiri Kültür Merkez'indeki patlamadan dolayı kurulduğunu düşünüyordu. Kurucusunun o patlamanın mağdurlarından biri olduğu tahmin ediliyor. Bugün öğreneceğiz işte!"

Kızlar, Emre'yle birlikte bir masaya otururken, Onur etraftaki insanlara bakınıyordu. Düzeltiyorum kızlara... Dalgın dalgın etrafına bakınan adam bir bedene çarpmasıyla birlikte, hızlıca çarptığı kişiyi tuttu.

"Çok özür di... Yine mi sen?"

Aytül öfkeli gözlerle adama baktı.

"Özrünü tamamlasaydın keşke. Çarpan sensin yaa!"

"Dilemediğin özrüne sayarsın artık!" dedi Onur gülerek.

"Benim yaptıklarım görev icabıydı. Senin gibi kız kestiğimden değildi!"

Kızın öfkeli sesi karşısında, adamın gülümsemesi büyüdü. Gülen gözlerle kıza bakarken mırıldandı.

"Yine geldim o kahvelere çarptım ama! Kaçış yok gibi..."

"Anlamadım?"

"Ben de! Merak etme... Anlayınca anlatırım! Eee... Ne işin var burada?"

"Bir aile dostumuzun davetiyle geldim de... Asıl senin ne işin var burada?"

"Ben askerim! Böyle davetlere katılmam saçma mı?"

"Yeme beni Onur!"

Onur, kısık sesle kahkaha attı.

"Beni tanımışsın!.. Aslı röportaj yapmaya gelmiş. Hilal onu yalnız bırakmadı. Biz de Hilal'i..."

Onur'un kısık sesle atmış olduğu kahkahanın etkisinden çıkamayan Aytül'ün, adamı pek de duyduğu söylenemezdi.

Doğan amcasının onlardan tarafa baktığını gören Aytül durdukları pozisyonu yeni idrak etti. Onur'un sağ eli belindeydi, sol eliyle de kolunu tutuyordu. Aytül'ün iki eli de Onuru'un göğsünün üzerindeydi.

"O... Onur? Bıraksan mı beni acaba?"

Aytül'ün kurduğu cümleye kadar Onur, kızı tuttuğunun farkında değildi. Bu pozisyonlarının garip gelmesini geçtim, normalmiş gibi gelmesi Onur'u afallatmıştı.

Geri çekilen adam ukalaca gülümsedi ve "Ben de ne zaman idrak edecek acaba diyordum!" dedi.

"Sanki sen farkındaydın?" dedi gözlerini deviren Aytül.

"Farkındaydım tabii!"

"Diyorsun?" diyen kız, kaşlarını kaldırarak adama baktı.

"Polis olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?"

"Ne?"

Onur'un kulağına doğru yaklaşan Aytül fısıldadı.

"Üçkağıtçıların ne zaman yalan, ne zaman doğruyu söylediğini anlamak!"

Geri çekilen kız göz kırptı ve masalardan birine doğru yürümeye başladı.

Arkasından neşeli gözlerle bakan Onur, kızın masada sarıldığı adamı görünce "Hay ben şansıma..." diye mırıldandı. Aytül'ün aile dostu O muydu yani?

Aytül, başka masalarda tanıdıklarıyla görüşürken, Onur'u gören Doğan eliyle onu çağırdı. Onur isteksiz adımlarla adamın yanına gitti.

"Binbaşım!"

"Ne yapıyorsun sen?" diyen adamın sesi kızgındı.

"İyiyim. Sen ne yapıyorsun?" dedi Onur sinir bozucu bir sesle.

"Sese bak! Sen... Aytül'ün kim olduğunu bilmiyorsun değil mi?"

"Biliyorum! Fatih abinin kardeşi. Ne var bunda?" diyen adamın sesi ürkütücü düzeyde sakindi. Fırtına öncesi sakinlik...

"Aytül senin takındığın kızlara benzemez! Bu yüzden..."

"Takıldığım kızlar? Öyle bir ses tonuyla söylüyorsun ki sanan da benim takıldığım kızların oro..." edeceği küfrü yutan Onur derin bir nefes aldı.

"Beni o playboy yeğeninle karıştırma Binbaşı!" dedi sinirli bir ses tonuyla.

"Masum flörtlerine de benzemez Aytül! Oynayıp sonra..."

"Oynamak?" diyen Onur alaycı bir kahkaha attı.

"Biliyor musun? Beni tanıdığını düşünmüştüm. Fakat zerre tanımamış olman... Beni kırdı!" diyen Onur'un sesi üzgündü.

Doğan özür dilercesine gülümsedi.

"O kız bana Harun'un emaneti evlat! Devreme son nefesinde çocuklarını koruyacağıma dair söz verdim! Bana kızma!"

"Kızıyorum ama!"

"O benim kızım sayı..."

"Aytül'ü korumana değil... Aytül'ü benden korumana kızıyorum!" diye mırıldandı Onur.

"Sen..." diye mırıldanan adam, Aytül'ün geldiğini görerek sustu.

"Siz ikiniz.. Tanışıyor musunuz?"

"Hee! Akademiden hocam ve Binbaşım olur kendileri!"

Aytül, rahat hareketlerle oturan adama baktı.

"Hadi yaa! Binbaşın olsa bu kadar rahat oturamazdın Onur!"

"Herkese hakettiği muame..."

"ONUR!"

"NE?"

"Sakin evlat! Sakin! Karşımdakinin sen olduğunu unutmuştum. Özür dilerim!"

Onur, kırgın gözlerle adama baktı.

"Bunca yıl beni tanımadıysan..."

"Tanıyorum! Sen de beni tanıyorsun. Şu ana kadar kimden kaç kere özür dilemişimdir sence?"

"Tek bir kişiden dilemişsindir. Onun haricindekilerin düşüncelerini takmazsın çünkü! Tamam! Nedenini anladım ama... Bir daha beni böyle bir şeyle itham etmezsen sevinirim! Ben o pisliklerden değilim!"

Duyduğu kadın sesiyle gülümseyen Onur, arkasını döndü ve kısık sesle bir ıslık çaldı.

"Yakıyorsunuz Leydim! Eşiniz sizi kıskanıp bir odaya kilitlemedi mi? Güzelliğinizle erkeklerin başını döndürüyorsunuz çünkü!"

"Asılma karıma!" dedi Doğan söylenerek.

Onur güldü ve mırıldandı.

"Dağdan gelip bağdakini kovmak da bu olsa gerek! Senden önce ben vardım!"

"Yakışıklım haklı!" diyen Suna, Onur'un yanağına bir öpücük kondurdu.

Kocasının bakışlarını gören kadın şuh bir kahkaha attı.

"Beni yeğenimden de mi kıskanıyorsun aşkım?"

"Yeğen mi?" diyen Aytül, yengesi bellediği Suna'ya şokla baktı.

"Yeğen yaa! Tanıştırayım Angel! Halam Suna ve... Binbaşımdan bozma eniştem Doğan!"

"Ben senin bozmalığını tamir edeceğim şimdi!"

"Biz evleneli neredeyse 4 yıl oluyor. Nasıl hala ilk günkü gibi atışıyorsunuz?"

"Siz evlenmeden önce de atışıyorduk biz hala. Sevgili enişteciğim hayatımın aşkını çalınca bu atışmalar arttı doğal olarak!"

"Bak hala aşkım diyor. Bir gün sana bu laflarını geri iade edeceğim Onur Bey. Aslında... Günü geldi galiba. Yakında devranı döndüreceğim ben. Sen hiç endişelenme!"

Doğan'ın son cümleleri Aytül'e doğru bakarak söylemesiyle Onur, kızmak yerine sevindi.

Örnek aldığı adam, sessiz bir onayda bulunmuştu. Aytül'ün yanında kalmasına ses etmeyecek hatta destekçi olacaktı. Kalbini hızlandıran kızın ona seslenmesiyle kıza baktı.

"Eee? O zaman düğünde nasıl karşılaşmadık? Seni gördüğümü hatırlamıyorum!"

"Ben düğünde yoktum!" diyen adam durgun bir sesle konuşmuştu. Aytül'ün soru soracağını anladığında izin isteyerek masada ayrıldı.

"Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu kız endişeyle.

"Düğünümüzün olduğu gün, Onur dağda operasyondaydı. 3 arkadaşını şehit verdi. O günden konuşmayı sevmez!"

Doğan amcasının söyledikleriyle Onur'a baktı Aytül. Şebek adamın, aslında bir asker olduğunu sürekli unutuyordu. O şebekliğin altında yaralarla dolu bir beden olduğunu...

🦋

Davet salonuna giren Yağız ve Edanur etrafı incelemeye başladılar. Ve dernek ismini aynı anda gören ikili, aynı zamanlarda acı bir nefes aldı.

Yağız'ın sıkılı yumruklarına eş olarak, Eda bembeyaz kesilmişti. Geçmişe gittiği için bayılmak üzere olan kız sendeledi.

Tam o esnada omuzlarından birinin tuttuğunu hissetti.

"Tuttum seni... Marul!"

Duyduğu hitapla ve yaşadığı anla dejavu olan kız korkarak arkasını döndü ve mırıldandı.

"Gölge?"

Gülümseyen mavi gözlerle geçmişe gitti.

6 Yıl Önce

Fatih hastanesinde büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Ali Emiri kültür merkezinde meydana gelen patlamadan dolayı hastane hınca hınç doluydu. Ve her tarafta acı dolu insan haykırışları yankılanıyordu.

Bu hengamenin ortasında lise formasıyla kıvırcık saçlı bir kız vardı. Patlamadan etkilenip yoğun bakıma kaldırılan babasını bekliyordu. Annesi köyde olan kızın yanında kimse yoktu. Bunu farkeden de yoktu.

Tam bu esnada ameliyathanenin önünden bir adamın haykırışı koptu. Krize giren adam "Defne'm ölemez!" diye bağırıyor ve duvarları yumrukluyordu. Yanındaki kız ise hıçkırıklarla onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu sahneye daha fazla dayanamayan Eda... Hastanede koşmaya başladı. Sessiz bir yer arıyordu. Gölge bir yer... Huzur bulacağı küçük bir yer.

Bu düşüncelerle yangın merdivenine giren kız.. Duyduğu iç çekmeyle duraksadı. Geri dönmek istese de merakı ağır basınca yavaş adımlarla sesin olduğu alt kata indi. Duvarın dibinde ,gölgelik bir yerde, oturup dizlerini çekmiş çocuğu görünce istemsizce mırıldandı.

"Gölge?"

Sesi duyan kişi başını kaldırdı. Kendisiyle yaşıt olan çocuğun kızarmış gözlerini gören kız yavaşça yanına oturdu.

"Ne oldu? Senin de mi... Sen de mi patlamadan dolayı buradasın?"

Çocuk, yavaşça başını salladı.

"Benim... Benim babam yoğun bakımda!"

Çocuk, acı dolu sesle fısıldadı

"Şanslısın Marul. Benimki az önce... Öldü!"

"Ağlayacak bir omuz ister misin?" diye soran kız, kollarını iki yana açtı.

Titrek bir nefes alan çocuk kıza sarıldı ve ağlamaya başladı.

Şimdiki Zaman

"Mezarlıkta hep sana bakındım!" diye mırıldandı Edanur. 2 gün sonra o da babasını kaybetmişti. Ve adını bilmediği Gölge'yle birçok defa mezarlıkta karşılaşmış ve konuşmuşlardı.

"Ben de! Özellikle... Babamın mezarında sürekli bulduğum sümbüllerden sonra!"

"Benim bulduğum nergislerin geldiği yerden gelmiştir onlar! Gölgeden..."

Adam gülümsedi.

"Seninki gölgeden geliyor olabilir. Benimkiler Maruldan türemiş!"

Kız da gülümsedi.

"Çok uzun zaman oldu! Nerelerdesin sen?"

"Dağlarda..."

"Dağlarda?"

"Asker oldum! Üsteğmen!" diye mırıldandı adam.

"Peki Üsteğmenim? Adınızı sorsam? Lütfeder miydiniz acaba?"

"Siz de adınızı söylerseniz neden olmasın? Ahh! Tabii bir de telefon numaranızı?"

"Fazla mı hızlısınız ne?"

"Hız mı? 6 yıl sonra ancak isminizi öğreneceğim. Telefon bonusu en büyük hakkım!"

"Haklısınız Gölge Bey! Ben Edanur... Edanur Çalışkan!"

"Tanıştığımıza memnun oldum Marul Hanım! Ben de Korkut... Korkut Güven!"

🦋

"Burası da iyice Esra Erol'un bir çay içelim köşesine döndü!" diye mırıldandı etrafı izleyen Hilal.

Ahh herkes kendine birini bulmuştu. Bir kendisi, bir de karşısında oturan Yağız abisi sap kalmıştı. Adamın düşünceli bakışlarıyla kaşlarını çattı. Bu adamın nesi vardı?

"Yanınız boşsa... Oturabilir miyim Asena Hanım?"

Duyduğu sesle gülümseyen kız, sesin sahibine döndü.

"Gelmeyeceğini söyleyen birine ayırmıştım. Bu yüzden de dolu beyefendi. Başka sandalyeye!"

Adam sandalyeye otururken mırıldandı.

"Gelmeyeceğini söylemişse gelmeyecektir. En azından sizin için!"

"Benim için gelmedin yani?"

"Dayım aradı. Katılmam gerektiğini söyledi."

"Benim için gelmedin yani?" diyerek sorusunu tekrarladı Hilal.

"Bilmiyorum!" diye mırıldandı adam dürüstçe.

"Yarı yarıyadan biraz fazla benim için geldin bence!"

"Ooo! Bu ne özgüven Hilal Hanım!"

"Bu özgüven benden değil sizden geliyor Burak Bey!"

Burak sessiz bir kahkaha attı.

"Yine ben ha? Ben neymişim böyle Asena!"

"Yok! Bu da benden. Senin böyle davranmana sebep olan benim ne de olsa Alfa!"

"İşimi hiç kolaylaştırmayacaksın değil mi?" diye sordu Burak derin bir nefes vererek.

"Lütfen ama.. Günahımı alıyorsun... Tabi ki de kolaylaştırmayacağım!"

🦋

Sonunda yemek bitmiş, kokteyller dağıtılmıştı. Etrafına bakınan Yağız, daha fazla bu ortamda kalamayacağına karar verdi.

"Gençler kokteylim bitsin ben gidiyorum! Eda'yı bırakırsınız! Gerçi... Bizim vampir Korkut yapıştı kıza. Dikkat edin de kızı yemesin!"

Masadakilerle birlikte gülen Yağız kokteylini eline aldı. İçmek için bardağı dudaklarına götürürken duyduğu sesle eli havada kaldı.

"Herkese iyi akşamlar!"

Etrafındaki herkes sesin geldiği sahneye dönerken Yağız hareket etmeyi bırakın, nefes almayı bile unutmuştu.

"Ben Almina Bozkurt! İmera Fera derneğinin kurucusuyum!"

Yağız, bardak elinde ,donakalmış bir vaziyette, durmaya devam ediyordu.

"Siz... Ankara'da savcılık yapan Almina Bozkurt musunuz?"

Almina, soruyu soran kıvırcık saçlı muhabir kıza (Aslı'ya) baktı. Hafif bir tebessümle onu onayladı.

"Evet! Savcıyım. Eminim ki dernek kurucusu olarak, benim kadar genç birini beklemiyordunuz!"

"Haklısınız. Bu kuruluş kurulalı 6 yıl oluyor. Siz o zamanlar..."

"Üniversitede öğrenciydim!"

Salonda bir uğultu yükseldi. Herkes şaşkınca platformdaki kıza bakıyordu. Yağız hariç! O çarpan kalbine söz geçirmeye ve nefes almaya çalışıyordu. Burak'ın ve Hilal'in ona baktığını hissedince elindeki bardağı yavaşça masaya bıraktı ve yanan gözlerini kapattı.

"Birçok sorunuz olduğunun farkındayım! O kadar genç yaşta, böylesi bir kuruluşu neden ve nasıl kurduğumu merak ediyorsunuz! Ve 6 yıldır hiç şaşmayan dernek yemeğinin gününün neden değiştirildiğini... Bu sorularınıza yanıt vermem için size hayatımı anlatmam gerekiyor sanırım!"

Hoparlörden kızın derin bir nefes aldığı duyuldu. Anlatacaklarının canını yakacağının habercisi olarak...

"Nereden başlayacağımı çok düşündüm! Ve en iyisinin baştan başlamak olduğuna karar verdim. Dinlemek ister misiniz bilemem ama... Benim anlatmam gerekiyor. Sesimi duyurmak istediğim biri var!.. Ben 8 yaşındayken babamın tayini sebebiyle Ankara'dan buraya taşındık. Bu tayin en çok beni etkilemişti. Bana okulu sevdiren arkadaşlarımdan ayrılacağım için çok üzülmüştüm. Hayatımın en kötü günü olduğunu düşündüğüm o günün... Aslında hayatım olduğunu anlamam için fazla bir zaman geçmesi gerekmedi. Yeni mahallemize gelip arabadan indiğim anda... Kafamda bir top hissettim. Sonrasında da bir kahkaha duydum. Kahkahanın sahibi... 10 yaşında mavi gözlü bir çocuktu. Mahallenin haylazı... Hani bazı insanlar için 'şeytan tüyü var' derler yaa... O da öyle biriydi. Mahallede tanıştığım ikinci kişi ise... 6 yaşında çok uslu bir kızdı. Ben çekingen, o çekingen... Birlikte bir cesur ettik. Şaşırtıcı bir şekilde o varken içimdeki yaramaz çocuk ortaya çıkıyordu. 1 hafta sonra mahallenin haylazı ve uslusunun kardeş olduklarını öğrendim! Kıran kardeşlerin hayatıma girmesi böyle oldu. Ben... Tek çocuktum bu yüzden çok yalnızlık çekmiştim. Fakat onlar geldikten sonra asla yalnız hissetmedim. Aradan... Yıllar geçti. Bu süre içerisinde hep beraberdik. Birimiz oradaysa gözler diğerlerini arardı her zaman. O haylaz çocuk büyümüş ve üniversite tercihlerini yapmıştı. Benim okumak istediğim hukuk fakültesini kazandığını duyunca o kadar çok sevinmiştim ki! Bana son tercihi olduğunu söylemişti. Sonradan itiraf etti!.. Aslında ilk ve son tercihiymiş. Benimle aynı üniversitede okumak için sadece o okulu yazmış!"

Almina'nın sesindeki hüznü ve özlemi duyan Yağız'ın gözünden bir damla yaş aktı.

"Siz ikiniz arasında... Bir şeyler oldu sanırım?"

"Oldu. Yani olmuş! Ona olan hislerimin türünü çözebilmem bayağı uzun sürdü. Yani... O en yakın arkadaşımın abisiydi. Teknik olarak benim de abim sayılır mantığındaydım. Çevrenin etkisi de yadırganamaz. Bir yere mi gideceğiz bize 'Abiniz de gelsin!' ona ise 'Kardeşlerinle git!' deniyordu. Doğal olarak onu abim gibi... Yalan söylemenin anlamı yok aslında! Ona asla abi demedim ve içimde bir yerlerde her 'abin' kelimesini duyunca sinirlenen bir kız vardı."

"Peki... Nasıl anladınız? Ona karşı hislerinizin kardeşçe olmadığını?" diye sordu muhabirlerden biri.

"Anlattı! Hem de öyle bir anlattı ki... Üniversiteye başladığım zamanlardı. O zamana kadar onu kıskandığım, fakat kankalık haklarından dolayı olduğunu iddia ettiğim çok olay oldu. Benden önce o anlamıştı... Benim de onu sevdiğimi!"

Almina'nın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. "Gerçi bunda şaşılacak bir şey yok. O beni... Kendimden bile daha fazla tanıyordu!"

Yağız, sağ elini yumruk yaptı. Bir an önce buradan gitmesi lazımdı. Bedenine söz geçirebilse gidecekti de... Ruhuna kavuşmuş bedeni gitmeyi reddetiyordu.

"Üniversiteye ilk gittiğim zamanlarda kendine sevgili yapmış olduğunu gördüm. Paravan bir sevgiliymiş tabi. Sonradan öğrendim. Fakat bunu bilmeyen ben... Oltaya atladım. İkisini her gördüğümde kıskançlıktan kuduruyordum. Bu yüzden de sürekli laf sokuyordum. O gıcık kız da sürekli 'abisini de kıskanıyormuş' vb. cümleler söyleyince... Sürekli, haylazımla kavga ediyordum. Bir gün ipin ucu kaçtı. Bir baktım bağıra çağıra onu kıskandığımı çünkü ona... Ona aşık olduğumu söylüyorum. O günden sonra sevgili olduk. Değinmeden geçemeyeceğim... O gıcık dediğim kız şu an en yakın dostlarımdan birisi!"

Yağız, kesik kesik nefes almaya başladı. Şimdi anlatacağı kısım...

"Ben... Bu olaydan 2 yıl sonra bir gün... Bir gün Yağız benimle bir kafede buluşmak istediğini söyledi. Yağız... Yıllardır ismini sesli söylemekten kaçınıyordum. O kadar da zor değilmiş sanırım ha?"

Yağız, yüzünü ıslatan gözyaşların bilinciyle derin bir nefes almaya çalıştı. Fakat sadece çalıştı. Başarılı olamadı...

Masadakilerin kendisine baktığını hissetse de hiçbir tepki ver(e)medi.

"O gün... Buluşmadan hemen önce bir arkadaşım aradı. Aylardır beklediğim yabancı bir yazar Türkiye'ye gelmişti ve sadece 13.00-18.00 arasında imza günü düzenleyecekti. Yağız'ı arayıp buluşmayı iptal edecekken... Yanımda olan karde... Kardeşi, iptal etmememi ve benim yerime imza gününe... Kendisinin gideceğini söyledi. Meğer o gün Yağız... Yağız bana evlenme teklifi edecekmiş..."

Almina'nın sesi sonlara doğru titredi. Ağlıyordu! Yağız bunu görmese de biliyordu.

"Hayatımın en güzel günüydü. Sonrasında Cehenneme dönüşen... İkimiz için söz yüzükleri almış. Biz kendimizi dünyanın en mutlu insanları olarak hissederken gözüm... Gözüm televizyona takıldı. Bir... Bir son dakika haberi vardı ekranlarda. Ali Emiri kültür merkezine... Yazarın geleceği yere... Bom... Bombalı saldırı olmuştu!"

Yağz'ın sessiz hıçkırığı, hoparlörden duyulan Almina'nın hıçkırığına eşlik etmişti. Yumruk yaptığı elini ağzına götürüp ısıran adamdan bir hıçkırık daha koptu. Genç kız ise bir süre sonra titrek bir sesle devam etti.

"Hastaneye gittiğimizde onun... Defne'min ameliyathanede olduğunu öğrendik. O... Kurtulamadı. 18 yaşında... Onu o kapkara toprağa koyduk. O... O daha aşık olacaktı. Evlenecekti... Anne ola..."

Almina daha fazla devam edemeyerek ağlamaya başladı. Yağız titreyen ellerini yüzüne götürürken, Hilal de gözyaşlarını siliyordu. Masada bulunan adamlar ise çaresizce Yağız'a bakmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

"O gün... 5 Nisan'dı! Dernek yemeklerinin o tarihte yapılma sebebi buydu! Gerçi... Birçoğunuz bunu anlamıştı zaten. O gün 26 şehidimiz vardı. 26 hayat, 26 aile... Derneği kurma sebebim bu olaydı. Bu yemeği, bu yıl... 12 Eylül'de yapma sebebim ise... Kısa süre önce bir dava için hastaneye gittim. Orada... Lise son sınıf öğrencisi olan bir kızla tanıştım. Hastaydı ve ona... Defne'me benziyordu. O neşesiyle, her şeye rağmen pozitif enerjisiyle, Polyanna tavırlarıyla...O genç öğrenci bana bir cümle söyledi. Tüm hayatımı değiştiren!.. Dedi ki 'Sevdiklerime vasiyet edeceğim. Ben öldükten sonra ölüm günümde yas tutup ağlamalarını değil... Doğum günümde, benim için eğlenmelerini isteyeceğim. Cennetten onları izlediğimde öldüğüm günün yasını değil, doğduğum günün kutlamasını yaptıklarını görmek istiyorum! Arkamdan ağlamalarını değil, benim için ,benim yerime de, gülmelerini istiyorum!'"

Almina, sol eliyle gözünden süzülen yaşları sildi. Aynı anda Yağız da bilinçsizce aynı hareketi yaptı. Masadakiler bu garip tesadüfü sessizce izliyordu.

"Akşam eve gittiğimde ilk işim... Maziyi açmak oldu. Cırtlak turuncu kutumu..."

Almina'nın son cümlesini duyan Yağız'ın dudaklarında yarı hüzünlü bir tebessüm belirdi.

"İçinde hayatımın olduğu videolar duruyordu. 33 tane CD. Hepsini... Defne çekmişti. Yönetmen olmak istiyordu. Oturdum ve sabaha kadar... O videoları izledim. O zaman... Anladım! O asla bunu istemezdi. Yıllardır içinde olduğum yaşam şeklinden dolayı utandım. Defne'm... Benim böyle acı çekmemi istemezdi. Küçükken bisikletten düşüp yaralandığımda... Canımın acıdığını görüp benim yerime ağlayanımdı o!.. Abisiyle beni el ele ilk gördüğünde attığı sevinç çığlığını, İstanbul'un öteki ucundaki duyduğunu söylese şaşırmazdım. Ama şimdi... 'İnşallah bu halimi... Bu halimizi görüp de acı çekmiyordur' diye düşünmeye başladım!"

Almina videoları izlemeye cesaret etmişti. Yağız ise videoların olduğu o cırtlak turuncu kutuyu gördüğünde bile kötü oluyordu. Yağız, dudaklarını ısırdı. Defne'si onları bu halde görse ikisine de okkalı bir azar atardı orası kesin!

Muhabirlerden birisinin "Peki... Yağız'a ne oldu?" diye sormasıyla durduğu yerde dikleşti. Vereceği cevabı duymaktan ölesiye korkuyordu. Onsuz geçen günlerini anlatırsa... Mina'sının titrek bir nefes aldığını duyunca acıyla gözlerini kapattı.

"Gitti! Tek kelime bile etmeden... Ortadan kayboldu. Büyük ihtimal İstanbul'a sığamadı. Benim gibi... Ben de o yıl okul kaydımı Ankara'ya aldırdım. Her şeyden uzaklaşmak için. Fakat... Dostlarım beni bırakmadı. Benimle beraber 6 kişi daha kaydını aldırdı. Dostlarım dediğime de bakmayın! Hepsi onun arkadaşıydı. Hayır gitmesini anlarım da... O gerizekalı annesine bile haber vermedi. Yıllardır ne ölüsünden ne de dirisinden haber alamadık! Ben... Onun için savcı oldum. Tabi ki her şeyden önce vatan fakat... Hayattaki tek amacım onu bulabilmekti. Her davaya atıldım. Herkes kariyer için çabaladığımı düşünürken... Ben her kimliği belirsiz cesetle bir kez daha öldüm. Bir gün teşhis ettiğim cesetlerden biri o çıkacak diye..."

Almina tekrardan hıçkırdı. Yağız sessizce inledi ve başını ellerinin arasından aldı. En büyük hayali avukat olmak olan kız... Onun yüzünden savcı olmuştu.

"Şimdi farkediyorum da... Ben çok önemli bir gerçeği unutmuşum! Küçükken saklambaçta ne kadar başarılı olduğunu... Bulunmak istemediğinde asla bulunamayacağını... O zamanlar onu asla bulamazdım. Her seferinde bana acıyıp saklandığı yerden kendi isteğiyle çıkardı. Belki yine öyle yapar diye ummuştum ama... Vazgeçtim! Sizden bunu istediğim için özür dilerim fakat röportajı yayınlamanızı istemiyorum. Bugün... Bu kadar detaylı anlatacağım ve bu hale geleceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Müsait olduğum bir zamanda sizinle tekrardan, başka bir röportaj yapmak istiyorum!"

"Peki ya o? Sesinizi duyurmak istediğinizi söylemiştiniz!"

"Elim sende..." diye mırıldandı Almina.

Bunu duyan Yağız'ın gözleri fal taşı gibi açıldı. Kalbi hızla atan adam "Olamaz!" diye fısıldadı.

"Anlamadım?" dedi Aslı.

"O nasıl ki saklambaç oyununda iyiyse ben de... Elim sendede iyiydim! Söz konusu o olduğundaysa üzerime rakip tanımam! O da bunu... Unutmuş sanırım!"

Masanın kenarlarını tutan Yağız, geçmişe gitti.

🌙✨🌙

Babasıyla atışan Yağız, teneffüs arasında bodrum katına inmiş sakinleşmeye çalışıyordu. Durduğu yere yaklaşan adım seslerini duyunca kaşlarını çattı. Telefon fener ışığı gördüğünde ayağa kalktı.

"Haylazım?"

"Çikolatam? Yine mi buldun beni?"

Sesi gülümseyen adam kızı kendisine çekti. Ve başını kızın aşık olduğu saçlarına gömdü.

"Nasıl oluyor da her defasında buluyorsun beni?"

Adamın ellerini tutan kız fısıldadı.

"Elim sende!"

Adamın sağ elini hızla atan kalbinin üzerine koyan kız devam etti.

"Elim sende olduğu gibi... Kalbim de sende! Ve aklım... Ve ruhum! Bu yüzden... Nerede olursan ol... Bulurum seni!"

💫✨💫

Mina'sı, onun burada olduğunu anlamıştı. Yüzlerce insan arasından onu, yine ve yeniden bulmuştu!

Yağız, daha fazla burada duramayacağını anladığında, sahnenin karşı tarafında bulunan arka çıkışa yöneldi.

"ÖZÜR DİLERİM!"

Almina'nın isyanla haykırışınu duyan Yağız sendeledi. Yanındaki insanlar ona anlamsız bakışlar atarken o olduğu yerde donakaldı. Almina titreyen sesiyle devam etti.

"Çok... Çok özür dilerim. Ölen ben olmadığım için!"

Yağız, gözlerini kapattı. İki gözünden de birer damla yaş firar etti. Genç kız hıçkırıklar eşliğinde devam etti.

"O gün oraya benim gitmem gerekiyordu. Ölen ben olmalıydım! Benim yüzümden..."

Almina, hıçkırıkları şiddetlenirken daha fazla dayanamayıp sustu ve sahneden indi. Sahnenin yanındaki kapıdan dışarı fırlayan kızın peşinden bir adam gitti. Yağız ise, olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu. Birkaç saniye sonra insanların bakışlarını üzerinde hissettiğinde arka kapıya yürüdü ve binayı terk etti.

Loading...
0%