Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm- Onu Da Kaybetmem Değil Mi Papatyam?"

@yasminiesa

"Şimdi ne olacak?" diye mırıldandı Masal üzgün bir sesle.

Korkut'la giden Eda hariç, hepsi davetin yapılacağı yerin yanındaki parkta, banklara oturmuşlardı.

"Abim çok kötüydü. Saçma bir şey yapmaz değil mi? Burak?"

Çaresiz çıkan sesiyle adama baktı kız. Burak, başını olumsuz anlamda salladı.

"Yapamaz! Hatta... Gidebildiğini bile sanmıyorum!"

"Buralarda mıdır sence?"

Burak acıyla gülümsedi ve başıyla onayladı.

"Bir kere gördü! Korkusu da buydu zaten. Bundan sonra gidebileceğini sanmıyorum."

"Bu... Kötü bir şeymiş gibi söylüyorsun!" dedi Hilal şaşkın bir ses tonuyla.

"İyi bir şey olduğu söylenemez! Aralarında... Her şeyden önce Yağız'ın... Korkuları var. Koskoca 6 yılı da unutmayalım!"

"Almina'nın hiçbir söz hakkı yok mu?" diye soran Hilal'in sesindeki öfke farkediliyordu.

"Farketmedin mi? Kız tüm konuşma boyunca Yağız'a baktı. O olduğunu anladı. Konuşmak isteseydi gitmezd..."

"Şaka mısın Burak? Ben gerçekten... Sana inanamıyorum!"

Hilal'in söylenmesiyle Burak ona baktı.

"Ne oldu? Abinin değil de... Tanımadığın bir kızın tarafındasın!"

"O tanımadığım kızın... Ne hissettiğini biliyorum demek ki!" diye mırıldandı Hilal ve devam etti.

"Bu sefer abim haksız! Ve ben... Abimin bile isteye kendi hayatını mahvetmesine izin vermeyeceğim!"

Sözünü bitiren Hilal, ayağa kalktı ve binaya doğru yürümeye başladı.

Burak kolundan tutarak "Nereye?" diye sordu.

"O kıza bir şans vermeye!" diyen Hilal kolunu çekti.

"Saçma sapan bir şey yapmana izin vermeyeceğim!"

"Senin dediklerini yapıyor olsaydım... Şu an yanında olmazdım!.. Bırak kolumu! Bu işin peşini bırakmayacağımı biliyorsun. Ben... En azından kıza bir şans vereceğim! Nedenleri, niçinleri onları ilgilendirir. Ben sadece... Mavera'dan bahsedeceğim. Görülenin ötesi de olduğundan... Onu bırakıp giden adamın, sandığı gibi mutlu olmadığından!"

"Abim bundan hiç hoşlanmayacaktır. Karışma! Her şeye burnunu sokma!"

Hilal, kolunu tıtan adamın kulağına fısıldadı.

"Kendi hayatıma karışma iznim zaten yok! Senin deyiminle 'Bizim için hiçbir ümit yok!'. Fakat ben o gözlerindeki... Herkesten sakladığın, fakat benden saklayamadığın o küçük çocuğu görüyorum. Bu yüzden de... Seni bırakamıyorum. Almina'nın da... Abimin içindeki çocuğun varlığından haberdar olması gerekiyor. Onun acılar içinde kıvrandığından..."

Burak, kararlı gözüken kızın kolunu yavaşça bıraktı.

"Hâla onaylamıyorum!"

"Şaşırmadım!" diye söylenen kız binaya doğru yürümeye başladı.

Burak derin bir nefes vererek onu takip etmeye başladı. Diğerleri de birbiriyle bakıştıktan sonra peşlerine takıldı.

🦋

Oldukça dağılmış olan Almina, lavabodan çıktı.

"İyi misin?" diye sordu yardımcısı olan komiser Orkun.

Almina titrek bir nefes aldıktan sonra çantasını tuttuğu elini sıktı.

"İyiyim!" diyen kızın aklından tek bir kelime dönüp duruyordu. 'Yaşıyormuş!'

Binanın dışına çıkan Almina, arabasına doğru yürümeye başladı.

"Almina Hanım!"

Duyduğu sesle duraksayan kız arkasını döndü. 8, 10 kişiden oluşan, tanımadığı grupla kaşlarını çattı. Aralarında muhabirlerden birinin olduğunu farkedince "Röportaj için üzgün olduğumu söylemiştim. Daha sonra..."

"Sizce bunlarda gazeteci tipi var mı?" diye mırıldandı Hilal.

Kıza dikkatle bakan Almina, onu Yağız'ın masasında gördüğünü hatırladığında, bembeyaz kesildi.

"Ne istiyorsun?" diye soran savcının sesi buz gibi çıkmıştı.

"Söyleyeceklerimi dinlemenizi!"

"Üzgünüm(!). 6 yıl boyunca sesi soluğu çıkmayıp, gününü gün eden birinin arkadaşlarını dinlemek istemiyorum!"

Almina, öfkeli çıkan sesindeki acıyı duyan Hilal mırıldandı.

"Abim... Sandığın gibi gününü gün etmedi."

Almina şaşkınca karşısındaki kıza baktı.

"Sen... Ona abi demene izin mi veriyor?"

"Pek izin alan biri olduğum söylenemez!" diye karşılık verdi Hilal.

"Pek derken? Sen ne zaman izin aldın ki?"

"Burak ya sus ya da git! Kızgınım zaten sana."

"Saat geç oldu!" diye mırıldandı Burak.

"Sus o zaman!"

Burak gözlerini kıstı ve etrafına baktı. Askerleri onun bakışıyla başka tarafa baktılar.

"Bu mevzuyu konuşmamız gerek Asena!"

"Konuşmamız gereken daha önemli meseleler varken mi Alfa?"

Burak'ın cevap vermesine izin vermeyen kız, Almina'ya geri döndü.

"Ben... Bugün çok zor bir gün geçirdim. Ayrıca... O konuşmak isteseydi... Şu an burada olurdu!" diye mırıldandı Almina.

"İyi akşamlar!" diyen kız arkasının dönüp yürümeye başladı.

🦋

Yağız, binanın yanından sessizce yaşananları izliyordu. Mina'sının yanındaki adamı gördüğü anda öldürmek istemişti. Gözlerini adamdan çekip sevdiği kıza çevirdi. Saçlarını kestirmiş. Aşık olduğum saçlarını... Saçlarını omuzlarına kestirdiğinde bile kısa olduğunu söyleyen kız küt kestirmişti. Yağız yutkundu. Gidişiyle kıza ne yapmıştı böyle?..

Mina'sını izleyen adamın aklına yıllar önceki o gün üşüştü.

Gitmeye karar verdiği daha doğrusu mecbur kaldığı o gün...

💫

Aykut Kıran olanca hışmıyla odaya girdi. Berbat haldeki Yağız, öfkeyle giren babası olacak o adama bakmayarak koltukta uzanmaya devam ediyordu.

Yaklaşık 1 ay önce evi neşesi ve kahkahalarıyla inleten Defne'sinin artık olmadığını kabullenmek istemeyen genç, gözleri kapalı bir şekilde uyanmayı bekliyordu.

"Ayrılacaksın!"

Babasının cümlesini duyan Yağız, 27 gündür sık sık ağlamaktan kan çanağına dönmüş olan mavi gözlerini açarak boş boş babasına baktı.

"Ne?" derken duyduğunu anlamlandıramıyordu genç adam.

"O o*ospudan ayrılacaksın."

Duyduğu cümleyle yerinden hızla doğrulan Yağız, maalesef babası olan adama baktı.

"Anlamadım?" derken sesinde ölümcül bir sakinlik vardı.

"Kızımın katili olacak Almina denen o o*ospudan ayrılacaksın diyorum."

Yağız'ın ayağa kalkıp yumruğunu babasının yüzüyle buluşturması saniyelerini almamıştı. Babasının yakalarından tutan genç "NE SAÇMALIYORSUN?" diye bağırırken delirdiğini hissediyordu.

Aykut Kıran, yakalarına yapışmış olan oğlunu umursamadan elini patlayan dudağına götürdü ve alayla güldü.

"Darptan dava açsam ne kadarını alırım acaba Avukat Bey?"

"Hakaret ve kışkırtmadan karşı dava açarsam hiç olmasını garantilerim." diye karşılık verdi Yağız buz gibi gözlerle.

"Peki ya bana yüksek meblağlı borcu olan birinden borcumu alamıyorsam donunu geçtim canına kadar alabilir miyim?"

Aykut Kıran'ın büyük bir keyifle kurduğu cümle karşısında Yağız, ellerini yavaşça babasının yakasından çekti.

"Ne?" diye fısıldarken babasının gözlerindeki hin dolu kötü bakışlarla sarsıldığını hissetti.

Bunu yapamazdı değil mi?

"Ya da hukuk okuyan birisinin katil olduğu öğrenilse..."

"Bak delirtme beni Aykut Kıran!" diyen Yağız yumruklarını sıkmıştı.

"O kızdan ayrılacaksın."

"Hayır!"

"Babasının borcuna haciz koyarım. Tüm mal varlığını alırım. Beş kuruşsuz bırakırım. Gerçi onlar bunu önemsemezler di'mi? O zaman şöyle yapalım. Hatırı sayılır dostlarımı araya sokayım ve o kızın daha başlamayan kariyerini bitireyim. Hatta ben direkt mesleği hiç eline almamasını sağlayayım. Almina'nın okuldaki dolabına uyuşturucu koydururum ya da birkaç yalancı şahit bulup zorbalık yaptığını anlatırım ya da, ya da, ya da... Paranın açmayacağı bir kapı yok malum. O kızı bitiririm. Ne hayal kalır ondan geriye, ne de mutluluk. Onun sonsuz mutsuzlukta boğulmasını garantilerim. Bu da benden sana Aykut Kıran sözü olsun canım oğlum."

Yağız, dumura uğradığını hissetti. Duyduklarını sindirmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Karşısındaki adamın oğlu olduğundan nefret ettiği anlardan birindeydi yine. En kötüsü ise... Aykut Kıran'ın dediklerini yapacağını bilmesiydi. Yapardı. Dediklerinin kat be kat fazlasını yapardı hem de.

"Bombayı Almina koymuş gibi davranmanı geçtim, kızını seviyormuş gibi davranıyorsun ya..." diye fısıldadı Yağız karşısındaki adama büyük bir hayal kırıklığıyla bakarken.

"Ama niye öyle diyorsun biricik oğlum? Ben yaralı bir babayım. Birkaç güne ne denli üzgün olduğuma dair bir basın toplantısı yapacağım hatta."

"Gerçekten mi? Sen nasıl bir p*çsin? Kızın üzerinden hisse değerlerini arttırmaya nasıl kalkarsın? Sen insan olamazsın."

"İnsanım diyerek enayi gibi yaşıyorsunuz valla. Neyse ben diyeceğimi dedim. O kızdan ayrılıyorsun, sonra da benim istediğim bir kızla evleni..."

"S*ktir!" diyen Yağız artık tüm kontrolünü kaybettiğini hissediyordu. Burada kalırsa elinden kesinlikle çok büyük bir kaza çıkacaktı.

Babası olacak o şerefsizi orada bırakan adam hızla arkasını dönerek yürümeye başladı. Birkaç adım atmıştı ki duyduğu cümlelerle duraksadı.

"Davut, Erdal Köksal'ın tüm mallarına haciz koyuyorsun... Evet! Şimdi. Tebligatın önceden yapılması gerektiğini biliyorum aptal. Hazırla işte sahte bir tebligat. Bir tane postacı bul, para ver, iletilmemesinin suçunu da onun üzerine at. Artı süre istediklerinde de bütün borcu 2 gün içinde ödemeleri gerektiğini söyle. Zaten ödeyemez. O 2 günün sonunda da donuna kadar al. Hiçbir şey bırakma!"

Başının döndüğünü hisseden Yağız gevşek bir şekilde gülen adamla tüm kontrolünü kaybettiğini hissetti.

"Öyle bir hâle getireceğim ki o kızı... Sonunda ya senden ya da bu dünyadan ayrılacak."

Yanındaki vazoyu eline aldığı gibi duvara vurarak kıran Yağız, babası olacak o itin yanına geldi ve onu duvara iterek ucu kırık vazoyu boğazına yasladı.

"Bırak şimdi blöf yapm... Ahh!"

Aykut Kıran, boğazında hissettiği acı ile cümlesini tamamlayamamıştı.

Genç adam, öfkeden tir tir titreyen bedeniyle tısladı.

"Ona veya ailesine herhangi bir şey yaparsan... Seni öldürürüm!"

Aykut Kıran, oğlunun gözlerindeki nefreti görünce alayla güldü.

"Bir de demiyor mu 'Ben sana benzemiyorum.' diye. Bak! Ne de kolay gözünü kan bürüyor. Çünkü sen benim oğlumsun. İstediğin kadar inkar et damarlarında benim kanım dolaşıyor. Bu yüzden... Evet! Beni öldürecek potansiyelin var. Ama ölümüm bile beni durduramaz. Ben yoksam emir altımdakiler var. Dediğimi yapıp o kızdan ayrılmadığın sürece, biricik sevgiline elveda de."

"Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu Yağız büyük bir isyanla.

"Benim soylu kanıma onun soysuz kanının karışmasını istemiyorum. En başında inat etmeyi bırakıp dedenin sana verdiği hisseleri bana vereceğine bir de halanın ve kardeşininkini de aldın. Sırf bana inat! Bana ait olanların ondan olacak çocuğuna geçmesini istemiyorum. Benim istediğim biriyle evlen..."

"S*kerim soylu(!) kanını. Adam akıllı cevap ver. Bırak saçmalamayı. Bana bunu neden yapıyorsun Aykut Kıran?" diye soran Yağız sesindeki sakinliğin sonunun bir sinir krizi olacağının bilincindeydi.

Aykut da bunun farkında olacak ki boynuna dayalı vazo parçasına rağmen neşeyle gülmüştü.

"Nedenini mi merak ediyorsun? Basit! Mutlu olmanı istemiyorum."

"Ne?" diye fısıldayan Yağız afalladığını hissetmişti.

"Heceleyeyim mi? Mut-lu ol-ma-nı is-te-mi-yo-rum. S*kik bir hayat yaşamanı istiyorum."

"Ben senin oğlunum." dedi Yağız büyük bir isyanla.

"O zaman benim oğlum gibi davranacaktın. Şirketi yönetmek istemeyip, sırf inadına benim işimi baltalamak için hisseleri elinde tutuyorsun. Senin yüzünden hakkıyla en büyük hissedar olamıyorum. Diğerleri birkaç hisse toplasa beni geçecekler. O kız yüzünden hukuk seçtin. Geçici bir heves demiştim, şirkete avukat alırım demiştim ama o kız seni iyi bir insan yapıyor ve ben bunu istemiyorum. En büyük hayalim seni kendime benzetip el ele vererek Kıran Holding dahil birçok şirketi ele geçirmekti. Ama o kız... O kız tüm planlarımı alt üst etti. Sana vurduğumda ona koştun sakinleştin. Seni dolaba kilitlediğimde ona sığındın korku duygusunu unuttun. O kız gelene kadar her şey iyi gidiyordu. Benim izimden gidiyordun. Bana dönüşüyord..."

"Hayır. Kardeşim ve annem olduğu sürece sana dönüşmem imkansızdı." dedi Yağız kesin bir sesle.

"Kendini dışarıdan görmüyordun. Annene ve kardeşine asla kötü davranmasan da çevrene bir itmiş gibi davranmaya başlamıştın. 10 yaşındaki Yağız Kıran'ın tek istediği benim onayımdı. Her yaptığın yanlışta, yaramazlıkta seni takdir ediyorum diye yaptın tüm o yaramazlıkları."

Yağız bu durumu itiraz edemedi. Maalesef karşısındaki adam haklıydı. Ne zamanki Mina'sı ile tanışmış o zaman Aykut Kıran'dan sevgi dilenmeyi bırakmıştı adam. Tek derdi mavi gözlü kızı mutlu etmek olmuştu.

"Yaa! Sırf bu yüzden Erdal'a o borcu verdim. Bir gün o borç sayesinde istediğimi elde edeceğimi biliyordum. Ahh sevgilin yerine kardeşinin patlamada ölmesi de işime geldi."

"Kardeşin dediğin senin kızın. Kızın yaa. Kızın! Kızın it herif. Kızın!" dedi Yağız çaresiz bir isyanla. Acıyla bakan mavi gözleri yaşlarla dolmuşu.

''Şu kan bağı işini çok abartıyorsunuz. Kızım olsa ne, bir gün evlenip gidecekti. Bak onu Kars'ların oğluna verecektim. Adamla da görüşmüştüm yazık oldu. İyi bir anlaşmayd..."

Elindeki cam parçasını adamın boğazına biraz daha bastıran Yağız, öfkeyle sıktığı cam parçasının parmaklarını kestiğinin farkında değildi.

"Senin gibi bir döl israfının nefes almaması gerekiyor. Öl de kurtulayım senden." dedi Yağız soğukkanlı bir şekilde. Genç adamın gözü hiçbir şey görmüyordu. Babası olacak bu şerefsizi gerçekten de öldürecekti.

"İşin iyi yanından bakalım. Ben ölürsem sen hapse gireceksin. Yani her türlü mutlu olamayacaksın."

Alayla gülen Yağız'ın sol yanağından gülüşünün aksine bir damla yaş firar etmişti.

"İnsan düşmanına böyle davranmaz. Ben sana ne yaptım?" diye fısıldadı Yağız istemsizce.

Aklı almıyordu. Olmuyordu işte. Bu adamla aynı kanı taşıdığına inanamıyordu. Ne kadar çabalasa da... Olmuyordu.

"Söyledim ya dinlemiyor musun? Benim istediğim gibi bir evlat olmayacaksan işime yaramazsın. İstediğimi yapmayan, beni paramdan mahrum eden kişiler de benim düşmanımdır. Ayrıca düşmanına böyle yapmaz mı? Ahh düşmanıma ne yaptığımı bilsen pek de böyle konuşmazdın... Öyle değil mi Biricik Karıcığım?"

Babasının alaylı hitabından hemen önce annesinin varlığını hissetmişti Yağız.

"Oğlum... Yapma. Değmez o adam için. Yapma." diye mırıldanan Sedef gözlerinden akmaya başlayan yaşlarla oğlunun yanına geldi.

"Ölsün! Kurtulalım ikimiz de." dedi Yağız ciddi bir sesle.

Onun bu kesin cümlesi Sedef'in titrek bir nefes almasına neden olmuştu.

"Ben kızımı gencecik yaşında toprak altına koydum. Şimdi de oğlumu dört duvar arasına mı göndereceğim? Lütfen. Benim için yapma. Bırak o elindekini."

"Ahh ne kadar dokunaklı bir sahn..."

"Kapa çeneni!"

"Kapa çeneni."

Yağız, kendisiyle aynı anda aynı cümleyi kuran annesine şaşkınlıkla baktı. Aykut Kıran'ın gözlerinde de aynı şaşkınlık belirmişti.

Sedef Kıran, Aykut Kıran'a çıkışmış mıydı?

Sedef, öfkeli gözlerini Aykut'a dikti. Yıllar önceki o tuttuğunu koparan kız gibi bakıyordu. Tüm hayatı alt üst olmadan önceki o cesur kız gibi...

Bunu fark eden Aykut memnuniyetsiz bir alayla güldü.

"Benim kim olduğumu unuttun mu Sedef?"

"Senin kim olduğunu unutmak mı? Keşke... Nerde?" diyen Sedef kendisine bakan oğluna döndü.

"Bırak o camı. Eline pansuman yapmaya gidiyoruz."

💫

O gün annesine 'O adamdan boşan. Gidelim buralardan. Mina'mı da alıp gidelim.' diye yalvarsa da bir şey değişmemişti.

Nedendir bilinmez annesi o adamdan boşanmayı hiçbir şekilde kabul etmemişti.

Ne yapacağını bilemeyen Yağız sabaha kadar bir çözüm aramış, tüm planlarının sonunun büyük bir kaos ile bittiğini fark ettiğindeyse Mina'sını Aykut Kıran'dan korumanın yalnızca bir yolu olduğunun bilinciyle yanında uyuyan annesini dürterek uyandırımıştı.

💫

Annesi uyandığında kararlı bir şekilde sordu.

"O adamdan boşanmamaya kararlı mısın?"

Sedef, uykulu bir şekilde oğluna baktı.

"Evet! Boşanmayacağım."

"Peki ben gittiğimde ya sana bir şey yaparsa?" diye sordu Yağız.

Oğlunun sorusu Sedef'in huzurla nefes almasına neden olmuştu.

Oğlunun planından bihaber olan kadın Almina ile gideceklerini zannederek 'En azından birimizin aşkı yaşayacak.' diyerek mutlu olduktan sonra sonra cevapladı.

"Merak etme onun elinde bana karşı koz varsa benim elimde de ona karşı var. Yasadışı yaptığı işlerin kayıtları ve birkaç vergi kaçakçılığı. Ceza almaz belki adamları var, ama adını kesinlikle lekeleyecektir. Eski bir çocukluk arkadaşımda duruyor kayıtlar. Bana bir şey olursa gazetelere verecek. Adı lekelenirse şirket hissedarları şirketi korumak adı altında elindekileri alabilirler. Bu riske giremez bu yüzden. Ben iyi olacağım."

"Ya-Ya dövmeye falan kalkarsa?" diye sordu Yağız korku dolu bir sesle. Annesi için canını verirdi ama şu an öyle bir durumdaydı ki... Arkasını bakmadan gitmek zorundaydı.

"Merak etme bir şey yapamaz."

"Anne ben ortalığı çok pis karıştırıp gideceğim. Aklım sende kalırsa gidem..."

"Şu ana kadar bana el kaldırdığını gördün mü? Görmedin. Çünkü ilk evlendiğimiz günlerde bana vurmaya çalışmak gibi bir aptallık yaptı. Yanlışlıkla(!) bileğini çıkartmıştım. O günden sonra elini kaldırmayı bırak parmağını bile kaldıramadı."

"Ne?"

Oğlunun şaşkın tepkisi karşısında Sedef yumuşakça güldü. Uykusu iyice açılan kadın, hafif doğrularak Yağız'a bakmıştı.

"Savunma sanatları biliyorum. Yani daha doğrusu ortaya karışık bir şeyler. Saldırı yapabilirim, savunurken bilek bile kırabilirim."

Tekrardan "Ne?" diyen Yağız 22 yıllık annesine şok içinde bakıyordu.

"Benim de babam itin tekiydi. Allahtan erken geberip gitti de siz tanımadınız. Neyse işte ben bana vurmasına bir şekilde alışmıştım ama Emel'e, teyzene, vurmaya başlamıştı. O zamanlar Emel 12-13 yaşında falan. Sonra bir gün bir-bir Tanıdık bana kendimi savunma konusunda ders vereceğini söyledi. Temel hareketler, bir kızın, karşısındaki erkek ne kadar güçlü olursa olsun onu alt edebileceği hareketler... Sonradan öğrenmiştim. Sırf bana ders vermek için biriktirdiği parayla kursa yazılmış." diye mırıldandı Sedef. Sesindeki acının yanında yumuşak bir sevgi de hissediliyordu.

"Nasıl bir tanıdıktı bu?" diye sordu Yağız uysal bir şekilde.

Sedef, oğlunun bu sorusuna cevap vermedi.

"Bu hikayenin devamı var değil mi? Sadece ders vermekle bitiyor mu o tanıdıkla olan ilişkiniz? Biriktirdiği parayla kursa yazılıp karşısındaki kıza, kendini ve kardeşini babasından korusun diye savunma dersleri vermek... Bunu kim kime yapar biliyor musun anne? Ben yalnızca Mina'ma yaparım."

Sol gözünden bir damla yaşın düştüğünü hisseden Sedef hiçbir şey söylemedi.

"Defne'min mezarında bulduğum, el emeğiyle tahtadan yontularak yapılmış o güzel defne çiçeği... O tanıdıktan mıydı?"

Soru, gözlerinden ikinci bir yaşın daha düşmesine neden olurken Sedef titrek bir nefes aldı. Yıllar sonra hayatının en acı anında Kadir'in kendisini hatırlayıp üstüne bir de teselli için tahtadan defneyi koyması gözlerinden yaşlar eksik olmayan kadının çok daha fazla ağlamasına neden olmuştu.

"Aykut Kıran o defneyi görmesin diye o kadar çabalaman da bundandı. O adam senin..."

"Yeter oğlum. Yeter! Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum." diyen kadın oğlunu avutmak istercesine devam etti.

"Aklın bende kalmasın. Aykut hiçbir şey yapamaz bana. Onun haberinin olmadığı bir yerde çok yüksek miktarda param da var. Her koşulda ben kendimi ondan korurum. Siz güvende olun yeter."

Yağız, dudaklarında beliren hüzünlü gülümsemeyle annesine bakarken fısıltıyla tekrar etti .

"Siz güvende olun yeter!"

💫

O konuşmadan birkaç saat sonra annesi uyurken babası ile bir anlaşma imzalamıştı Yağız. Anlaşma maddeleri basitti.

-Aykut Kıran'ın; Almina Köksal'a, ailesine veya çevresinden herhangi birine psikolojik/ fiziksel en ufak bir zarar vermesi dahilinde Kıran Holding'e ait hisselerinin %5'ini, oğlu Yağız Kıran'a devretmesine karar verilmiştir.

-Yağız Kıran'ın; Almina Köksal ile duygusal olsun ya da olmasın herhangi bir iletişimi dahilinde Kıran Holding'e ait hisselerinin %5'ini, babası Aykut Kıran'a devretmesine karar verilmiştir.

Kazanç-kazanç sağladığını düşünen Aykut Kıran zevkten dört köşeyken Yağız'ın planları bambaşkaydı.

Şirket kaşelerini bastıkları anlaşmayı zamanında Kadir Alacalı tarafından tanıştığı Avukat Çağdaş'a gönderen Yağız, anlaşma maddelerini gizleyerek anlaşmanın resmileşmesini sağlamış ve soluğu Nüfus Müdürlüğünde alarak soyadı değişikliği başvurusunda bulunmuştu. Sonrasında ise şirketin ikinci büyük hissedarı olan Çelik Arık'ın kapısına gitmişti genç adam. Tüm hisseleri ona devrettikten sonra Korunma Talebinde bulunmuş ve yeni soyadı olan Sancak ile şehir dışına çıkmıştı.

İlk günlerde defalarca kez annesiyle Mina'sına gitmek için İstanbul'a doğru yola çıksa da Aykut Kıran yüzünden bunu yapamayarak geri dönmüştü. Annesine ya da Mina'sına verdiği tek bir haberin Kıran tarafından büyük bir bedeli olacağının korkusuyla tek bir haber bile veremeden hayatını Kıran'ın adamlarından saklanarak geçirmeye adamıştı.

Taa ki ani bir kararla askeriyeye girmeye karar verene kadar...

Asker olduktan sonra Mina'sını Aykut Kıran'dan koruyacağından emin geri dönmeye karar veren Yağız bu sefer de çok sevdiği bir abisinin eşinin teröristler tarafından saldırıya uğramasıyla afallamış, daha anne karnındaki minicik bebeklerinin hayattan koparılmasıyla geri adım atmıştı.

Defne'si gibi Mina'sını da teröristler yüzünden kaybetmektense sevdiğinden ve annesinden uzak kalmaya razı olmuştu asker.

Mina'sını görene kadar doğru kararı verdiğini düşünse de şu an verdiği karardan pek de emin değildi.

Korkularını karar olarak mı adlandırıyorsun Yağız Sancak?

İç sesinin saldırısıyla titrek bir nefes alan Yağız, Almina'nın yanına giderek onu durduran Hilal'e baktı.

'Hilal ne yapıyordu? Ne söylüyordu?'

Onları izleyen adam yeni bir farkındalıkla sarsılmıştı.

"Hilal, onun yapacağı şeyi yapıyor. Defne'm de aynısını yapardı!" diye mırıldandı. 'Bizi birleştirmeye çalışırdı.'

Defne'si en başından gitmesine izin vermezdi. Ayrılmalarını asla bir seçenek olarak görmez; savaşması için onu cesaretlendirir, başka bir yol bulmasına neden olurdu.

Ancak Yağız başka bir yol aramayarak kaçmayı tercih etmişti.

Yüzleşmeye cesareti olmadığından kardeşinin kaybını kaldıramadığı için Kıran'ın tehditine boyun eğmiş, sevdiklerini arkasında bırakarak çekip gitmişti.

Acı dolu mavilerini aradan geçen 6 yılda daha da güzelleşen sevdiğinde gezdirdi adam.

O saldırıda ölmeyi dileyecek kadar çok yıprattığı, onun yüzünden çok gözyaşı döken, sımsıkı sarılmak istediği sevdiği çok yorgun gözüküyordu.

Özlemi yanına koşup sarılmasını korkuları kaçmasını söylerken derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı.

Ne yapacağını bilemeyen adam arkasını dönüp bir adım attı fakat ikinci adımı atamadı.

"BİLİYORDUM İŞTE! Biliyordum böyle olacağını! Onu bir kez görünce... LANET OLSUN!"

Yağız, binaya döndü ve saklandığı yerden çıkarak güçsüz adımlarla yürümeye başladı. Almina, Hilal'le konuşmayı kesmiş arkasını dönmüş, gidiyordu. Onun gidişini gören Yağız adımlarını hızlandırdı. Tüm şüphelerini, korkularını unutmuştu. İzin veremezdi... Gitmesine izin veremezdi!

Yanına ulaştığı Mina'sının kolundan tutarak kendisine çevirdi.

"Size konuşmak istemediğimi söyle..."

Almina, karşısında gördüğü yüzle konuşmayı kesti. Aşık olduğu mavi gözler, ona özlemle harmanlanmış bir acıyla bakarken, gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.

İkili birbirlerine bakarken belki saliseler, belki saniyeler, belki de dakikalar geçti. Birisi çıkıp 'aylar hatta yıllar geçti' dese ikisi de inkar etmezdi. Zaman kavramı kaybolmuştu ikili için.

Çölde susuz kalmış insanın, suyla buluştuğundaki sevinci gibi birbirlerinin gözlerine kilitlenmişlerdi. Ruhları ve kalpleri yıllar sonra yaşam belirtisi göstermiş, ciğerleri yıllar sonra acısız bir nefes alabilmişti.

Adam, kızı kendine çekip sımsıkı sarılmak istiyordu. Onsuz geçen yılları unutmak istiyordu.

Kız ise... Kız, onsuz geçen yılların acısını ilk defa tam anlamıyla hissediyordu. İçinde, hayatında ilk defa tanıştığı bir öfke belirmişti. 'O, beni bırakıp gitti! Terketti!' düşünceleriyle birlikte kolunu çekti. Onsuz geçen yılları istese de unutamazdı.

"Kolumu bırakır mısınız?" dedi buz gibi bir ses tonuyla.

Yağız, bir anlık şaşkınlıkla kıza baktıktan sonra toparlandı. 'Ne söylese, ne yapsa hakkıydı!.. Fakat ne olursa olsun Yağız, bu saatten sonra bir daha gidemezdi!' Bunun bilinciyle kızın kolunu tutmaya devam etti.

"Kolumu bırakın! Hemen! Şimdi!"

Almina, öfkeyle nefes alıp veriyordu.

"Bırakmıyorum! Ne yapacaksın?"

Orkun, ne olduğuna anlam vermeyerek yanlarına yaklaştı ve Almina'nın koluna uzanarak konuşmaya başladı.

"Savcım bırak diyor. Duymuyor musun?"

"Sakın! Ona dokunursan... Dokunduğun elini kırarım. Ona baktığın gözlerini ve onunla konuştuğun ağzını da..."

Orkun, tehditkar sesi duyunca duraksadı. 'Kimdi bu adam?'. Aslında içten içe biliyordu kim olduğunu. Fakat kızdan hoşlanan tarafı bunu kabullenemiyordu. Bu yüzden de adama bakarak çıkıştı.

"Hadi yaa. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Eğer bana elini sürersen..."

"Polise darptan başım belaya girer. Umurumda mı peki? Cık. Gram si..."

Burak'ın boğazını temizlemesiyle Yağız söyleyeceği küfrü yuttu.

"Sen... Polis olduğumu nereden biliyorsun? Yoksa... Bizi mi takip ediyordun?" diye sordu adam.

Yağız, Almina'nın gözlerine bakarak fısıldadı.

"Etseydim... Anlardı. Anlamasa da... Edemezdim zaten! Onu görseydim... Gidemezdim!"

"GİTTİN AMA! SEN GİTTİN! ŞİMDİ BIRAK KOLUMU!"

"ASLA! O bir kez olur!"

Almina alayla kahkaha attı.

"Bir kez olabiliyorsa, hep olur! Demek ki... Bana verdiğin değer..."

Yağız, diğer eliyle kızın boştaki kolunu da tuttu.

"Sana verdiğim değer ölçülebilseydi eğer... Yıllardır nasıl yandığımı anlardın!"

"Sen mi yanmışsın? Ya Ben? Bir ses... Bir telefon... Çok mu zordu? Aklım almıyor yaa! Haber vermek çok mu zordu? 6 yıl! 6 yıldır yoksun şimdi karşıma geçmiş yanmaktan bahsediyorsun... Git! Ya da bırak... Ben gideyim! Seninle daha fazla muhattap olmak istemiyorum! Git ve yeni hayatını yaşa! Yaşayıp yaşamadığını merak ediyordum. Ehh öğrendiğime göre... Ben de kendi hayatıma devam edebilirim!"

Almina bu sözleri söylerken, oldukça ciddi gözüküyordu. Yağız'ın dudaklarında bir tebessüm belirdi.

"Bir de gülüyor musun?" diye sordu kız

hayretle.

"Poker suratı kullanabiliyorsun! Tam bir savcı olmuşsun. Ama... Beni kandıramazsın. Kalp atışların dakikada 120 atıyorken... Gözlerin 'Gitme!' diye bas bas bağırırken, ağzından çıkan sözlere inanacağımı mı düşünüyorsun? Öyle düşünüyorsan beni hiç tanımamışsın demektir!"

"Ben zaten seni hiç tanımamışım Yağız! Bunu gittiğinde anladım! 6 yıldır çalan her kapıyı ve telefonu sensin ümidiyle açtığımda ve sen çıkmadığında anladım! Benim tanıdığım, sevdiğim adam beni bırakıp gitmezdi... Gidemezdi!"

"Gitmek... Ruhum sana koşarken gidebildiğimi mi sanıyorsun?" diye mırıldandı Yağız

"Ben sonuca bakıyorum. Bedenin gitti mi? Gitti! Yanımda mıydın? Değildin. İstediğin kadar edebiyat kas... Sensiz geçen 6 yılımı unutturamayacaksın!"

Almina tekrardan kollarını çekti. Yağız bırakmadı. Kız öfkeden çıldırmış bir şekilde bağırdı.

"BIRAK!"

Yağız, kollarını hızla çeken kıza baktı. Elleri istemsizce gitmemesi için bileklerini sıkıyordu. Sırf kızın canını acıtmaktan korktuğu için ellerini gevşetti.

Bileklerini tutan ellerin gevşemesiyle bir anlığına şaşıran kız 'Ne bekliyordum ki?' diye düşünerek acıyla gülümsedi. Arkasını dönerek yürümeye başladı.

"Mina!"

Duyduğu isimle sendeleyen kız bir anda durdu. Mina. Ne kadar da özlemişti ona böyle seslenmesini. 6 yıldır kimsenin adını böyle seslenmesine izin vermemişti. Ne yaşanırsa yaşansın Yağız'ın Mina'sıydı o. Sadece Yağız'ının... Başka kimsenin değil!

"Mina'm... Çikolata'm!"

Duyduğu lakapla gözlerinden yaşlar akarken adama döndü genç kadın.

"Biliyor musun? 6 yıldır çikolata yemiyorum! Gripin de dinlemiyorum! Hatta... Aynaya bile baktığım söylenemez! Gözlerimin mavisinde, gözlerinin mavisini görmekten korkuyorum çünkü! Sonra... Kağıt helvacı gördüğümde yolumu değiştiriyorum. Herhangi bir top gördüğümde aklıma sen geliyorsun. Hukukla alakalı herhangi bir şey... Peluş oyuncak... Patates kızartması... Orkide... Gözümle gördüğüm her yerde sen varsın! Gökyüzüne ve denize, gözlerinin renginden dolayı bakamıyorum. Çimenleri gördüğümde, üzerinde beraber uyuduğumuz zamanlar geliyor aklıma. Geceleri ise... O yıldızlar var yaa... En çok da onlar yakıyor canımı! Beraber yıldızları izlerken senin nefessiz anlattıkların dolduruyor kulaklarımı... Geceleri başka özlüyorum seni. Sesini, gözlerini, kokunu, aşık olduğum saçlarını... Şu an kesmiş olduğun saçlarını!" diye mırıldandı adam. Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirirken devam etti.

"Kolay olduğunu mu zannediyorsun? Ben... Sensiz aldığım her nefeste öldüm demeyeceğim... Sensiz nefes bile alamadım çünkü! Gittim ha? İnsan kendinden nasıl gidebilir söylesene? 10 yaşımda girdin hayatıma. Tüm karakterimi seninle oluşturdum ben! Beni ben yapan sensin! Tüm hayatım sensin benim! Ben sana aşık olduğunu anladığımda sadece 12 yaşındaydım! Aşkın ne olduğunu bile bilmiyordum! Bildiğim tek şey... Seni kaybedersem öleceğimdi!"

Yağız, yanağından süzülen yaşı sildi. Almina titreyen bir sesle konuşmaya başladı.

"Ve tüm bunlara rağmen gittin! Gitmeni anlayabilirim... Ama sen geri dönmedin Yağız!"

"DÖNEMEDİM!"

"NEDEN?"

Almina'nın, çaresiz sesle haykırışını duyan Yağız gözlerini kapattı. Babasının dayattıklarını anlatırsa kızın vereceği ilk tepkiyi tahmin edebiliyordu. 'Benim yüzümden mi gittin yani?' diye sorar bir de bunun için kendisini suçlardı.

Onun sessizliğine bakan Almina konuşmaya başladı.

"Tamam! Tek bir soru soracağım! Ve... Verdiğin dürüst cevaptan sonra... Eğer istediğim cevabı verirsen en azından seni dinleyeceğim!"

"Sor" diye fısıldadı Yağız kızın gözlerine bakarken.

"Bugün... Bu şekilde burada karşılaşmasaydık... Sen... Geri dönecek miydin?

Yağız, elini ensesine götürerek gözlerini kaçırdı. Sessizliği, en büyük cevabıydı.

"Dönmeyecektin!" diye fısıldadı Almina acıyla. Bu gerçek canını, adamın gidişinden daha fazla yakmıştı.

"Bir daha sakın karşıma çıkma! Hatta... Bunları da al!"

Almina öfkeyle kurduğu cümleden sonra elini boynuna götürdü ve bir zincir çıkardı.

Zincirin ucundaki yüzükleri ,aldığı tek taşı ve söz yüzüğünü, gören Yağız için bu son noktaydı. Ne olursa olsun kendini affettirecek ve Mina'sını geri kazanacaktı.

Kızın yanına giderek, kolyeyi çıkarmaya çalışan ellerinden tuttu.

Dibinde duran adama bakan kız "N'apıyorsun?" diye sordu sessizce. Bu yakınlık kızın kalbine fazla gelmişti.

"Bunları ancak... Parmağına takacağım gün boynundan çıkarabilirsin!" diye fısıldadı adam.

Bu cümleyle kızın kalbi teklese de "Öyle bir gün asla gelmeyecek!" diyerek çıkıştı.

Yağız kızın kulağına doğru fısıldayarak "Gelecek Mina'm! Gelecek!" dedi.

Kızın hızlı hızlı verdiği nefeslerden dolayı göğsü hızla inip kalkıyordu. İnat bir şekilde sevdiği adamın gözlerine baktı.

"Öyle bir şey olmayacak Yağız!"

Yağız, kızın gözlerine düşen saçları geriye itti. Almina yüzüne değen parmakları hissettiğinde usulca gözlerini kapattı.

Yağız, bu teslimiyet karşısında sevgiyle gülümseyip kızın burnuna bir öpücük kondurdu. Almina bu temasla hızla gözlerini açtığında, dibindeki mavi gözlerle yutkundu. Adam, sevdiği kızın gözlerinin içine bakarak konuştu.

"Olacak Çikolata'm! Olacak! Beni sevdiğini nasıl anlattıysam... Yine öyle anlatacağım sana! Neden gitmek zorunda kaldığımı, neden gelemediğimi... Seni ne kadar çok sevdiğimi... Hepsini tek tek anlatacağım!"

Almina hızla karşısındaki adamı itti.

"Dinleyen yokken ne anlatacaksın acaba? Git duvara falan anlat ne anlatacaksan! Her söylediğine kanacak kadar aptal değilim artık! Karşında 6 yıl önce bıraktığın o saf kız yok!"

Yağız hüzünle gülümsedi.

"Farkındayım! Ama... Senin de karşında 6 yıl önceki o çocuk yok! Her şeyden önce... Gazetecilere bahsettiğin haylazlık, tarih oldu mesela. O çocuk acı nedir öğrendi Mina. Öğrettiler! Şu an karşında korkunun ne olduğunu her şeyden daha iyi bilen bir adam duruyor! Ve o adam... Sevdiklerini kaybetmekten deliler gibi korksa da... Savaşacak! Kendini affettirmek için savaşacak! Zor da olsa... Anlatacak!"

Yağız, fısıldayarak bitirdi cümlesini. Almina kaşlarını çatarak sordu.

"Neyi anlatacak?"

Yağız sesi çatlayarak "Her şeyi... Neden gittiğini, neden dönemediğini. Geçtiği 6 yılda yaşadığı her şeyi. Ve cesaretini topladığında... Kardeşini kaybettiğinde nasıl hissettiğini." diye mırıldandı.

Almina titrek bir nefes aldı. O günü Yağız'dan dinleyemezdi. Sevdiği adamın 'keşke' deyişini duyamazdı. 'Keşke o gün onun yerine sen gitseydin!' deyişini... 6 yıldır Almina defalarca bu şekilde düşünmüştü. Ama ondan duyarsa... Almina silahını alıp kafasına sıkmak için bir saniye bile tereddüt etmezdi. Bu düşüncelerle mırıldandı.

"İstemiyorum!"

Yağız, dili istemiyorum diyen ve gözleri korkuyla karışık acıyla bakan sevdiğine tebessüm etti.

"İsteyip istemediğini sormadım ki ben! Sen sormuş muydun? Kalbime girip, ruhumu ve aklımı ele geçirirken..."

Bunları söyleyen Yağız, bir anda Almina'yı bacaklarından tuttuğu gibi omzuna attı. Yıllar yılı defalarca yaptığı gibi...

"Sen... YAĞIZ! NE YAPIYORSUN? İNDİR BENİ!"

Almina'nın şok içinde bağırışı karşısında, Yağız kahkaha attı. Adam, yıllar sonra ilk defa bu kadar içten bir şekilde kahkaha atıyordu.

"Cık! İndirmeyeceğim! İstersen inebilirsin(!)"

Yağız, omzuna attığı kızla ilerlerken Hilal mırıldandı.

"Yarasını açacak!"

"O yaranın şu an, en son düşündüğü şey olduğunu bile sanmıyorum!" dedi yanındaki Burak sessizce.

Orkun, yaşananlara daha fazla kayıtsız kalamayarak, peşlerinden gitmeye başladı.

"Hiç tavsiye etmem komiser!" diyen adamla arkasını döndü. Konuşan, Burak diye seslendikleri, yeşil gözlü adamdı.

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Oradan bakınca basit gibi mi gözüküyoruz? Arkadaşınız az önce devletin savcısını kaçırdı!"

Burak alayla kahkaha attı.

"Hayatımda böyle çarpıtma görmedim vallaha. Umarım ilgilendiğiniz davaları bu zihniyetle çözmüyorsunuzdur komiserim(!)."

"Çarpıtma mı? Her şey orta..."

"Dediğin gibi her şey ortada! Başta da ikisinin birbirini delicesine sevdiği!"

Orkun, bir an yutkunduktan sonra hırsla devam etti.

"Savcım istemediğini söyledi. Bu zorla alıkoymaya girer! Şu an siz beni burada oyalarken o adam belki de kıza..."

"Hop dedik!" diyerek onu susturan kişi Onur'du.

Burak soğuk bir sesle sordu. "Yani sen şimdi onun, sevdiği kıza zarar vereceğini mi ima ediyorsun?"

"Neden olmasın? Ayrıca... Konumuz aralarındaki ilişki değil. Meslek, mevki... Şu an Almina devletin savcısı! Ve eğer arkadaşın yüzünden savcıma bir zarar gelirse..."

"Dikkat et de devlet, bu dediğini duymasın! Hakaret sayar!"

"Ne?"

"Diyorum ki... Konumuz aralarındaki ilişki değilse eğer... Adamın kıza zarar vermesiyle ilgili söylediklerinle, devlete büyük hakaret etmiş oluyorsun!"

"Ne saçmalıyorsun?"

"Savcın şu an bu dünyadaki en güvenli yerde! O adam savcına zarar verecek son insan bile olamaz!"

"Nasıl bu kadar eminsin?"

"Çünkü devletin askerinin görevi, canı pahasına insanları korumaktır. Her zaman öncelik sivillerin olsa da... Savcın gibi meslektaşlarının yeri, bir asker için farklıdır! İkisi de aynı devlete hizmet ettiğinden asker, savcı ve polislerin arasında her şeyden önce, vatanseverlik bağı vardır çünkü. Anlayacağın... Devletin askeri, devletin savcısına asla zarar vermez! "

"Asker mi?" diye fısıldadı Orkun. Karşısındaki yapılı adamlara bakarak sordu. "Siz... Asker misiniz?"

"Bingo! Bir komiser için böyle konuşmak beni üzse de... Senin jeton çokgen galiba. Belimizdeki silahları çoktan farketmiş olmalıydın!.. Savcını böyle mi koruyorsun sen?"

Burak, son cümleleri sert bir sesle söylemişti. Karşısındaki dikkatsiz adam sinirlerini bozmuştu.

Orkun, adamın cümlesi üzerine karşısındakilere dikkatlice baktı ve takım elbiselerinin üzerinden, neredeyse seçilemeyen kabarıklığa farketti. Bir sivil anlamazdı fakat bir polisin anlaması gerekirdi.

"Ben..." diye mırıldandı ve sustu.

"Bizim, sizin için tehlikeli olmadığımızı hissettiğinden dikkat etmediğini varsayıyorum. Fakat... Kulağıma dikkatsizliğin yüzünden herhangi bir sivilin hayatını tehlikeye attığına dair bir şeyler çalınırsa... Meslek hayatını bitiririm komiser! Anlaşılmayan bir şey?"

"Yok... Komutanım!"

"Güzel! Şimdi gidebilirsin! Onların yanına gitmeni de hiç tavsiye etmiyorum! Yağız'ın damarına basarsan senin sadece tehdit olarak algıladıklarını, salise düşünmeden gerçekleştirir. Ve böyle bir durumda... Üsteğmenimi bile isteye kışkırttığını anlatan resmi bir ifade vereceğimden emin olabilirsin!"

Orkun, başını sallayarak onayladı ve kaçarcasına uzaklaştı.

"Ne gündü be!" diye mırıldandı Emre.

"Yağız abinin bir acısı olduğunu farkındaydım da bu... Biz yatıp kalkıp halimize şükredelim bence Tuncay!" diye mırıldandı Masal.

Tuncay, nişanlısını kendisine çekerek saçlarına bir öpücük kondurdu.

"Asker olmak kolay değil be Masalım! Ve maalesef bizim korkularımız yüzünden... Siz, bizden çok daha fazla zarar görüyorsunuz!.. Ben de az ağlatmadım seni!"

Masal, Tuncay'a sarılarak "Olsun! Şu an yaşadığım mutluluk o gözyaşlarıma değer!" diye fısıldadı.

Hilal, kaçamak bakışlarla yanındaki Burak'a baktı. Adam onun baktığını hissetse de kıza dönmedi. Hilal, bunun üzerine derin bir nefes aldı.

"Ee ne yapıyoruz şimdi?"

Aslı'nın sorusu üzerine Emre kaşlarını kaldırarak sordu. "Bugünlük bu kadar aksiyon sizi kesmedi sanırım Buse Hanım?"

"Aslı! Benim adım As-lı... Anlatamıyor muyum? Bunların hepsi Nisa'nın bedduası. Allah'ım affet! Bir daha Nisa'nın, ismiyle yaşadığı sorunlardan dolayı dalga geçmeyeceğim!"

"Affın kabul olsa da bir şey değişmeyecek Buse!"

"Hayır bari... Neden? Onu söyle!"

"İlerde bir gün... Neden olmasın?"

"Neden ileride?"

'Çünkü önce senin içindeki o yaralı kız çocuğuna ulaşmam lazım! Erkeklere güvenmeyi reddeden...'

"Keyfim öyle istiyor çünkü!'

"Keyfin batsın!"

"Hep beraber canım yaa!"

"Hilal? Sen Emre için timdeki en aklı başında olan kişi dememiş miydin? Doğru söyleyin!.. Asıl Emre nerede ve bu adam kim?"

Aslı'nın söylenmesiyle birlikte herkes güldü.

"Adamına göre muamele yapıyorsam demek ki!" diye mırıldandı Emre.

Aslı gözlerini kısarak Emre'ye bakmaya başladı.

"Bakışlarla öldürmek denen şey bu sanırım! Kapat tetiği kapat. Ölmek için çok gencim kıvırcık!" diyen Emre eliyle Aslı'nın gözlerini kapattı.

'O mavi gözlerine biraz daha bakarsam kalpten gideceğim be Busem! Yapma eyleme!'

"Hadi dondurma yemeye gidelim!"

Hepsi, neşeyle konuşan Hilal'e döndü.

Hilal ise doğrudan Burak'a bakarak gözlerini kırpıştırdı.

"Lütfen?"

Burak gülmemek için dudaklarını ısırdı. 'Bakma şöyle kelebeğim! Bakma!'

"Neden olmasın!"

Burak'ın cümlesiyle birlikte Hilal ellerini çırptı.

"Çocuk gibisin gerçekten de!" dedi Burak onun bu halini izlerken.

"Arada çocuk olmak lazım. İyi geliyor. Merak etme alıştırırım!"

Burak, sessiz kalarak kıza baktı. En sonunda "Bilmez miyim?" diye mırıldanarak yürümeye başladı.

"İlişkimizde gelişme var gibi! Hissettiniz mi sizde?" diyen Hilal, Burak'ın peşinden koşmaya başladı. Bir yandan da sesleniyordu.

"Dur! Beni de bekle! Buralarda bildiğim güzel bir yer vardı!"

Burak adımlarını yavaşlatarak Hilal'in kendisine yetişmesini sağladı.

Diğerleri de yavaş adımlarla onların peşinden gitmeye başladı.

"Bu Hilal aynı ben yaa! Ahh siz askerler! Kimyamızı bozuyorsunuz resmen!"

Masal'ın söylenmesi üzerine Tuncay, nişanlısına döndü.

"Biz mi sizin kimyanızı bozuyoruz? Kızım senden önce ben sadece vatanına aşık, vatanı için her şeyi yapan biriydim. Hayatıma bir girdin bütün doğrularımı yanlış, yanlışlarımı doğru yaptın! Asıl siz kadınlar bizim tüm kimyamızı bozdunuz be!"

"A-aa! Şuna bak! Benden şikayetçisiniz sanırım Barut Bey?"

Tuncay, Masal'ın elini tuttu ve konuştu.

"Asla! İstersen tün anatomimi boz. Gıkımı çıkarmam aşkım!"

🦋

Binanın arka tarafına giden Yağız, duvarın kenarına geldiğinde kızı indirdi.

"Bırak! Gideceğim" diyerek onu itmeye çalışan Almina, bir duvardan farksız olan Yağız'ın bedeniyle karşılaştı.

"ÇIK ÖNÜMDEN!"

"Konuşacağız!"

"İstemiyorum!"

Geçmek için sağ tarafa bir adım atan Almina, Yağız'ın önüne geçmesiyle sinirli bir nefes aldı.

"İSTEMİYORUM!" diye çığlık atan kız, olanca gücüyle Yağız'ın göğsüne vurmaya başladı. Adam bu darbelerden etkilenmiyormuş gibi kıpırdamadan duruyordu.

Sürekli "İstemiyorum" diye mırıldanan kız, Yağız'ın kendine sarılmasıyla ağlamaya başladı. Kısa sürede, zorla da olsa kendini toparladı ve "Dokunma bana!" diyerek geri çekildi.

Gözleri kızarmış olan kızın, dudaklarında acı bir gülümseme belirirken konuşmaya başladı.

"Biliyor musun? 6 yıl boyunca... Her gece, seninle karşılaştığımda ne yapacağımın hayalini kurdum! Hepsinde... Ya kollarına koşuyordum. Ya omzuna yaslanarak ağlıyordum. Ya da 'Haylazım seni çok özledim!' diye mırıldanıyordum. Bunların yaşanacağından emindim. Fakat, içimden bunları yapmak değil... Bas bas bağırmak geçiyor. Sana sarılmayı değil, senden olabildiğince uzağa kaçmayı istiyorum. Bu öfke bana yabancı! Ben daha önce kimseye karşı bu şekilde hissetmemiştim. Ve şimdi... Sana karşı bu kadar nefret dolu olmak, beni yıpratıyor!"

"Derler yaa 'Sevmediğiniz birine karşı nefret besleyip, öfke duymayın. O ikisi çok güçlü duygulardır.' diye... Benden bu kadar nefret etme sebebin de, nefretin aşk kadar güçlü, aşka en yakın duygu olmasından. İkisinin de his yoğunluğu bakımından frekansı aynı. Bu yüzdendir yaa... Büyük aşkların nefretle başlaması! Sen... Beni çok sevdiğin için bu kadar öfkelisin. Bana aşık olduğun için... Benden böylesine nefret ediyorsun!"

"Nereden biliyorsun sana aşık olduğumu? Aradan 6 yıl geçti. Belki... Sana olan hislerim değişti. Ya da... Bizimkisi basit bir çocukluk aşkıydı ve... Bitti!"

Bu sözleri duyan Yağız, yavaş adımlarla kızın üzerine doğru yürümeye başladı.

Almina, üzerine gelen adamla "Ne yapıyorsun?" diye sorarken bir yandan da geriye gidiyordu. Sırtı duvara yaslanan kız yutkundu ve karşısındaki adama baktı.

Yağız, ellerini duvara koyarak Almina'yı kollarının arasına hapsetti. Kızın kulağına yaklaşan adam, aldığı orkide kokusuyla gözlerini kapattı.

"Söylesene..." diye mırıldanan adamın nefesini hisseden kızın, tüm vücudunu bir ürperti kapladı. Hızla atan kalbi... Az önce söylediklerinin, yalan olduğunu bas bas bağırır nitelikteydi.

Kızın yanağına ufak bir buse koyan Yağız, devam etti.

"Biten bir şeyden dolayı... İnsan böyle hisseder mi? Ve... Hangi basit çocukluk aşkında adam, kıza evlenme teklifi eder. Ben... Seninle bir yuva kuracaktım Mina'm. Senin kocan olacaktım. Bizim..."

Sesi titreyen adam, konuşmaya devam edemedi. Gözyaşları gözlerinden akmaya başlayan kız fısıldadı.

"Bizim... Çocuklarımız olacaktı. 1 kız, 1 erkek... Kız Mira, erkek ise Yiğit. Babası gibi Yağız bir adam olacak olan Yiğit! Fakat... Artık bu imkansız!"

Kızın dudaklarından acı bir hıçkırık koptu. Alnını, kızın alnına yaslayan adam gözlerini kapattı.

"Neden imkansızmış? Ben... Seni seviyorum, sen de beni..."

"Bu yeter mi? Sevgi, neyi değiştirerek ki? Yaşanan onca şeyi unutacak mıyız? Sen... Hiç gitmemişsin gibi mi davranacağız? Ya da... Ben... Kardeşini öldürmemiş gibi!"

Duyduğu cümleyle şokla gözlerini açan Yağız, istemsizce bir adım geriye çekildi.

"Sen..." diye fısıldayan adam devam edemedi.

"Ben... Benim yüzümden! O gün oraya ben gitmeliydim. Ölen o değil ben olmal..."

"YAPMA!"

Almina, Yağız'ın haykırışıyla irkildi. Tüm vücudu titreyen kızın, ayakta kalmasını sağlayan tek şey, yaslandığı duvardı. Titreyen elleriyle yüzündeki yaşları sildi ve konuşmaya başladı.

"Neyi yapmayayım? Gerçek bu! Benim susmam bunu değiştirmeyecek... Bu yüzden gitmedin mi zaten? Hadi ama! Dürüst ol. Hiç mi dilemedin? O gün oraya benim gitmiş olmamı... Hiç mi istemedin?"

"Nasıl?.. Nasıl isteyebilirim?"

"Dürüst ol dedim! Yağız, o senin kardeşindi. Keşke demeni anlıyoru..."

"DİYEMEDİM!.. DİYEMİYORUM!!"

Yağız'ın acı dolu haykırışı, gecenin içinde yankılandı.

"Ben... Sonunda kardeşimin kurtulma ihtimali olsa da... Keşke demedim, diyemedim Mina'm! Benim keşke demem senin... Senin ölmen anlamına geliyordu ve ben... Bunu dileyemedim. Keşke kardeşim gitmeseydi dedim ama... Devamında 'Yerine ben gitseydim! Ben ölseydim.' dedim. Ve... Ne var biliyor musun?"

Son cümleyi fısıldayan adam yanağındaki yaşı sildi.

"Ben... 'İyi ki' dedim. 'İyi ki o gün oraya giden... Mina'm değildi' dedim. Söylesene... Bu beni nasıl bir abi yapıyor? Kardeşimi kaybetmişken, ölenin sen olmamasına... Nasıl sevinebiliyorum? Senin yaşamanı istemem beni... Nasıl bir insan yapıyor? NASIL HA? NASIL???"

Yağız'ın yumruk yaptığı elini duvara vurmasıyla hıçkırarak ağlayan kız, elini göğsüne koyarak durdurmaya çalıştı.

"DUR! Yalvarırım dur!"

Kolundan tutan kızla duran Yağız, duvarın dibine çöktü.

"O benim canım, kanım, biricik kardeşimdi! Sense... Benim ruhum, nefesim, gözlerinde kaybolduğumsun! İkiniz arasında nasıl bir seçim yapabilirim? Nasıl keşke diyebilirim? İnsan canı olmayınca ölüyor. Ama... Ruhu olduğu sürece yaşamaya devam ediyor. Fakat... Ruhu olmazsa, canı olsa bile... Yaşayamıyor!.."

Yağız, kıpkırmızı gözleriyle kıza baktı. Gitmesinin nedeninin Kıran itinin dayattıkları olduğunu düşünmüştü ancak şu an tek nedenin bu olmadığının farkındaydı.

Defne'si ve Mina'sı arasında paramparça olduğu için o seçimi yapmıştı.

"Keşke dediğim için değil... Diyemediğim için gittim ben! Annemin yüzüne, senin yüzüne bakamadığım için gittim! Abiliğimden... Utandığım için gittim! Bu utanç o kadar ağır geldi ki... Ölmek için gittim!"

Adamın, kederli bir sesle söyledikleri kızı mahvetmişti. Yanağından akan gözyaşlarını silmek için elini kaldırdığında, gördüğü kırmızılıkla kaşlarını çatarak duraksadı.

"Bu... Kan mı?" diye şok içinde mırıldanan kız, hızla Yağız'a döndü.

"Elindeki kandan mı old... Ama... Ben yumruk attığında elini değil, kolunu tuttum! Bu kan nede... Yağız?"

Adamın yanına çöken kız telaşla kanın kaynağını aramaya başladı.

"Dur!"

"Ne dur'u? Sen... Yaralandın mı? Ayağa kalk!"

Yağız, yerinden kıpırdamayınca "Haylazım... Lütfen! Ayağa kalkar mısın?" diye fısıldadı Almina.

Yorgun bir nefes veren Yağız, yavaş hareketlerle ayağa kalktı.

"Neren yara? Ne oldu? Ciddi bir şey mi?" diye peş peşe soru soran kızın bu endişeli haline dayanamayan Yağız, kızın elini tutup yarasının üzerine koydu.

"Önemli bir şey değil!" diye mırıldanan adamı dinlemeyen Almina, Yağız'ın tişörtünü kaldırmaya çalıştı.

Kız, elini tutarak onu engelleyen adamla kaşlarını çattı.

"Ciddi bir şey... Değil mi? Bakmama izin vermezsen ambulansı ararım! Ayrıca... Yaralı olduğun halde beni mi taşıdın? Deli misin sen?"

Sessiz kalan adam düşünceli gözlerle kıza bakıyordu.

"Neyi düşünüyorsun? Hem... Sen nasıl yaralandın?.. Yaralı olduğun halde nasıl tepkisiz durabiliyorsun? Senin canın tatlıdır. Çocukken düştüğünde hep sızlanırdın! Bir elini kessen... Günlerce yara bandıyla gezerdin! Şimdi nasıl..?"

Yağız, buruk bir şekilde gülümsedi.

"Sana söyledim! Ben o haylaz çocuk değilim artık."

"İzin ver..." diye mırıldanan kız, Yağız'ın tişörtünü yukarı doğru sıyırdı.

Dikişleri patlamış yarayı gördüğünde afallayan kız, adamın vücudundaki diğer yaraları gördüğünde ufak bir çığlık attı.

"Ne oldu sana? Bu... Bu yaralar ne? Dur... Önce dikişi açılmış yarana bakalım. Hemen ambulansı aramalıyız!"

"Mina..."

Titreyen ellerle çantasından telefonunu çıkarmaya çalışan kız, ağladığının farkında bile değildi. Tek derdi telefonunu çıkarmak olan Almina, kendisine seslenen adamı duymuyordu.

"Mina..."

"Canın çok yanıyor mu? Şu lanet telefonu bulayım... Hemen hastaneye gideceğiz. Az daha sabre..."

"ALMİNA!"

Adamın, adını seslenmesiyle uykudan yeni uyanmış gibi bakan kız, elindeki çantayı yere düşürdü.

"Canın acımıyor değil mi?" diye fısıldayan kız "Acımaması... Bu, acımasından çok daha kötü!" dedi ve düşercesine yere çöktü.

Dizlerini kendine çekerek oturan kız, yüzünü dizlerine gömdü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Aşık olduğu adamın yaşamış olduğu acılara ağladı. O acıları yaşarken, yalnız olmasına ağladı. Bir salak gibi... Onu suçlayan kendisine ağladı. Fakat en çok da... Ayrı geçen yıllarına ağladı.

Kızın hıçkırıkları karşısında elini yumruk yapan Yağız, usulca kızın yanına çöktü.

"Mina'm? Hadi kaldır başını güzelim!.. Lütfen?.. Konuşalım... Anlatmam gereken şeyler var!"

Yağız'ın ısrarlı sesini duyan kız, çenesini dizlerine yasladı ve çaresizce adamın gözlerine baktı.

"Onlar... Yeni değil ama... Vücudundaki izler... İşkence izleri Yağız. Bu... Bu ne demek? Sen... Sen kendine ne yaptın böyle?" diye fısıldayan kızın sesi korku doluydu.

Yağız, bu durumu nasıl açıklayacağını bilemeyerek sevdiğine baktı. O da kız gibi duvara yaslandı ve belindeki silahı çıkarak yere ,aralarına, koydu.

Silahı gören Almina şokla gözlerini açtı ve adama baktı.

"Bu... Bu ne anlama geliyor?"

Yağız, güldü ve mırıldandı.

"Yıllar geçse de... Değişmeyen bir şeyi buldum! Benim zeki sevgilim ,söz konusu ben olduğumda, her zamanki gibi error vermeye devam ediyor."

"Eğleniyorsun anlaşılan? Yağız bana ne olduğunu anlatı..."

Adam bir anda "Ben askerim!" diye fısıldadı.

"Ne?" diye fısıldayan kız, sevdiği adamın gözlerine baktı.

"Asker oldum Mina'm. O gördüğün izler... 5 yıl önce oldu. Ben... Yakalandım. Aslında güçsüz düşmeden önce kurtulabilirdim ama... Yaşamak istemiyordum. Bu yüzden de kurtulmak için bir çaba sarf etmedim. Sonra... İş ciddiye bindiğinde... Beni öldüreceklerinde... Ölmek istemediğimi farkettim. Senin gözlerine bir kez daha bakmadan... Sesini duymadan... Sana sımsıkı sarılmadan ölmek istemiyordum. Ve tüm bunları yaparsam... Zaten ölmek istemezdim. Beni... Burak buldu. Az önce konuştuğun adam... O cehennemden beni kurtardı. O zamanlar yanına gelecektim, kararlıydım. Fakat, yaralarım iyileşmeden... Gelmek istemedim. Kabuslarıma kabus eklemiştim ve onların geçmesini bekledim. Sonra, tam cesaretimi toplamışken... Öyle bir olaya şahit oldum ki... O saatten sonra asla gelemezdim. Gelemedim de!.. İlk asker olduğumdan beri yanımdan ayrılmayan bir abim vardı. Adı Yalın! Onun... Onun eşi hamileydi. Bir gün... İçeriye attığı adamlar, Yalın'a güttükleri kinden dolayı... Evini basmışlar. Seda'yı... Dövmüşler. Bebeği... Oracıkta kaybetmişler! Seda ise... Başına darbe almıştı ve 3,5 ay boyunca komada kaldı. Uyanıp uyanmayacağı belli değildi. Gözlerimin önünde Yalın abimin erimesini izledim. Hatta... Bir gün Seda'nın... Kalbi durdu. O gün... Asla unutamayacaklarımın arasında! O günden sonra kabuslarımda... Aynı şeyin bizim başımıza geldiğini gördüm. Defalarca!.. O gün anladım! Asker olduğum gün... Seni kaybettiğim gündü benim. Seni, böylesi bir tehlikenin içine atamazdım. Ruhum sana koştuğu her an... Bunu hatırlattım kendime. Sonrasında... Kabuslarım azalmak yerine arttı. Her operasyonda biraz daha öldüm. Her geç kaldığım insanla... Biraz daha umudumu kaybettim... Bize dair!"

"O yüzden mi gelmedin?" diye fısıldadı kız.

Yağız, usulca başını salladı.

"Şimdi bile korkuyorum. Deliler gibi korkuyorum hem de! Ama... Bir daha gidemem. Her şeyden önce... Defne'm bunu asla istemez!"

"Bizi görseydi çok kızardı değil mi?"

"'Barışmazsanız... Küserim bak!' derdi"

Almina, başını adamın omzuna koydu.

"Nasıl olacak Yağız? İkimiz de çok sarsıldık. Konuşmamız gereken çok şey var! Fakat kelimeler kalbimizi delip geçerken dilimizden dökülmüyor! Onca yılın acısını nasıl atlayacağız?"

"Aşkla! Hemen olamaz belki. Kolay olacağını da söyleyemem. Fakat az önce davette sesini duyduğum an anladım. Seni ne kadar çok özlediğimi, bundan sonra sensiz yapamayacağımı... Sen de elimi tutarsan... Üstesinden geliriz. Kabuslarımızın da... Acılarımızın da! Benimle bu yolda yürümeye... Var mısın Çikolatam?"

Almina, adamın elini tuttu ve dudaklarına götürerek öptü.

"Sana söyledim Haylazım. Elim sende!"

🦋

Gülümseyen Burak, çalan telefonunu açtı.

"Ooo Nadir amca! Sen beni arar mıydın yaa? Hayırdır... Rüyanda mı gördün?"

Karşı taraf ne dedi bilinmez fakat Burak bembeyaz kesilmişti.

"Hangi hastane?" diye fısıldayan adamı duyan Hilal, dondurma kaşığını yavaşça bıraktı.

Bir anda ayağa fırlayan adam kafeyi terk etti.

Emre "BURAK?" diye bağırırken Hilal, adamın peşinden gitmişti bile.

Arabasına binen adamı gördüğünde, Hilal hemen bir taksi çevirdi.

"Öndeki arabayı takip eder misiniz?"

Yaşlı adam yola çıkarken söylendi.

"Kızım film mi çekiyoruz? Bu batı özentiliği nere..."

"Amca! Arabadaki adam kötü bir haber aldı ve... Kontrolünü kaybedip kaza yapmasından korkuyorum!"

Hilal'in sesi sonlara doğru titremişti.

"Tamam kızım! Sen endişelenme. Ben onu durdururum şimdi!"

Hızla giden Burak'ın arabasına yaklaşan taksici selektör yaktı. Fakat Burak durmadı.

"Önüne geç amca!"

"Kızım çok hızlı geliyor. Durmazsa kaza ya..."

"Durur!" dedi Hilal kendinden emin bir şekilde.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Onun zararı sadece kendinedir çünkü. Ayrıca... Arabada ben varım!"

Taksici kısa bir duraksamanın ardından direksiyonu sağdaki arabanın önüne kırdı. Sokakta acı bir fren sesi yankılandı.

Taksiciye ücreti ödeyen kız, arabadan indi.

"NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SEN? YA DURAMASAY..."

Hilal, bağıran adama doğru koşar adım gitti ve sarıldı.

Boynunda kızın ellerini hisseden adam titrek bir nefes aldı.

"Ne oldu bilmiyorum ama... Ben yanındayım!"

Başını kızın omzuna gömen adam, kızı kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.

"Ba... Babam! Vurulmuş. Sanırım... Durumu ciddiymiş" diyen adamın sesi titriyordu.

Hilal, geri çekildi ve elini korku dolu gözlerle kendisine bakan adamın yanağına koydu.

"Hadi gidelim o zaman! Arabayı ben kullanırım."

🦋

Burak hastane kapısının önünde durdu.

"Ne oldu?" diye sordu Hilal.

"Ben... Ben yapamayacağım!" diyen adam bir adım geriye gitti.

"Burak?"

Burak, gözünü kapıya dikmiş, elleri yumruk şeklinde duruyordu. Hilal, adamın kendisini duyduğunu sanmıyordu. Tekrardan seslendi.

Kendisine dönen adamın bakışlarını gören Hilal yutkundu. Gözleri kıpkırmızı olan adam, burada değil gibiydi.

"Yapamam! Göremem. Onun... Onun öldüğünü göremem. Olmaz!.. Olmaz!" diyen adam arkasını döndü ve yürümeye başladı.

Hilal, hızla önüne geçip ellerini göğsüne koyarak durdurdu.

"Hiçbir şey bilmiyoruz daha! Hadi içeri girelim ve..."

Burak 'olmaz' anlamında başını sallayınca sustu.

"Ben o kadar güçlü değilim! Onun öldüğünü göremem. Olmaz!.. Yapamam!"

Sesi çatlak çıkan adamın çaresizce yalvarışı Hilal'i mahvetmişti.

Ne yapacağını bilemeyen kız, adama sarıldı.

Adam, aldığı papatya kokusuyla şimdiki âna döndü.

"Lütfen ölmesin!.. Ölmez değil mi? Beni bırakıp gitmez değil mi? Onu da kaybetmem değil mi Papatyam?"

Burak'ın küçük bir çocuk gibi çıkan sesi karşısında, Hilal'in dolu gözlerinden yaşlar düşmeye başladı. Geri çekilerek adamın elini tuttu. Çatlak bir sesle "Hadi gidelim!" diye mırıldanan kız, eli elinde olan adamla birlikte hastaneye girdi.

🦋

2 saatin sonunda ameliyathanenin kapısı açıldı. Doktor Ediz ve Doktor Sema Nur içeriden çıktı. Sema yoğun bakıma giderken, Ediz bilgi vermek için duraksadı.

"Ne oldu? Durumu nasıl?" diye sordu Burak. Sesi sakin gelse de, onu tanıyanlar sıkılı yumruklarını ve korku dolu gözlerini farketmişti

"Kurşun karaciğerine isabet etmiş! Bir kısmını almak zorunda kaldık. Bildiğin gibi karaciğer kendini yeniliyor. O yüzden şanslı!"

"Eee?"

"Ne eeee?"

"Ediz söylemediğin her neyse söyle! İnan bana böyle yaparak yardımcı olmuyorsun!"

Ediz, gözlerini kaçırdı.

"Kardeşim?"

"Vurulduktan sonra dağdan düşmüş. Sol bacağında kırık, sol elinde de çatlak var! Ve..."

Ediz duraksadı.

"Oğlum gerçekten böyle yaparak bize yardımcı olmuyorsun!" diye mırıldandı Sinan Binbaşı.

"Düşünce... Başını vurmuş. Bu yüzden de... Görünürde bir şey yok ama..."

Burak geriye doğru bir adım attı. Sendeleyen adam yanındaki kıza tutundu.

"Uyanamayabilir?" diye fısıldayan adamın sesi acı doluydu.

"Bekleyeceğiz! Tıp adına her şeyi yaptık. Bundan sonrasında sadece... Dua etmek kalıyor!"

Telefonu çalan Ediz özür dileyen gözlerle onlara baktı.

"Benim gitmem gerekiyor! Tekrardan geleceğim."

🦋

"Deli'm saat gece 1. Bu saatte buraya gelemezsin! Sabah gelirsin canım olmaz mı?"

"Ama..."

Oturduğu koltukta gözleri kapalı arkasına yaslı adam mırıldandı.

"Söyle ona sabah gelsin. Siz de şimdi eve gidiyorsunuz zaten!"

"Burak da sabah gelmeni söylüyor. Aslı da eve gelecek şimdi! Sabah gelirken bana birkaç parça kıyafet getirirsiniz."

Burak gözlerini açarak soru dolu gözlerle Hilal'e baktı. Telefonu kapatan kız, adama döndü.

"Sen de gidiyorsun Hilal!"

"Gitmeyeceğim!"

"Hilal lütfen! Bak zaten yorgunum. Böyle yapara..."

"Aynı durumda olan ben olsaydım... Beni bırakıp sıcak yatağına gider miydin?"

Soru üzerine Burak, kızın ela gözlerine bakarak mırıldandı.

"Asla!"

"Ben de o yüzden gitmiyorum işte!"

🦋

Herkesi gitmeye zor ikna etmiş olan Burak saate baktı. Saatin 4 olduğunu görünce arkasına yaslandı ve omzunda uyuyan kızı izlemeye başladı. 2 saattir yaptığı gibi...

Sema Nur sessiz adımlarla ikilinin yanına geldi ve fısıldayarak konuştu.

"Kız arkadaşın burada iki büklüm oldu Burak! Bir odaya götürelim istersen?"

"O benim..." diyen Burak duraksadı ve tekrardan kıza baktı. Her ne kadar kelebeğinin omzunda uyumasından çok memnun olsa da... Onun boynunun tutulacak olmasına dayanamadı ve Sema'ya döndü.

"Nereye yatırabilirim?"

Sema'nın az ilerideki odayı işaret etmesiyle Burak yavaş hareketlerle, uyuyan kızı kucağına aldı.

2 kişilik odaya girdiğinde Hilal'i yataklardan birine yatırdı ve üstünü örttü. Adını mırıldanan kızla tebessüm eden adam kızın saçlarını okşadı.

"İyi ki varsın Kelebeğim!" diye fısıldadıktan sonra boştaki yatağa uzandı. Elini başının altına koyarak rekrardan kızı izlemeye başlayan adam, uyanıkken göstermediği sevgiyle bakıyordu kıza.

Kısa süre sonra... Bedeni yorgun olan adamın, beyni de istemsizce uykuya daldı. Ve geçmişin acısı yıllardı olduğu gibi yine ortaya çıktı. Uykuya dalalı yarım saat bile olmamışken adam yine kabuslarında boğuldu.

Loading...
0%