Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm- Son Reçel Kavanozu

@yasminiesa

17 Yıl Önce

Küçük çocuk, gecenin bir yarısı aniden uyandı. Birkaç kez yatağında dönüp durduktan sonra uyuyamayacağını anlayarak yerinde doğruldu. Saatin 2.17 olduğunu gördüğünde "Ehh. Yapacak bir şey yok!" diye kendi kendine mırıldanarak yatağından indi.

Soğuk zemine basan ayağı üşüyünce hemen kurtlu pofuduk panduflarını giydi. Dudağında kocaman bir gülümsemeyle, mutlu bir şekilde odasının kapısını açtı.

Hole çıkan çocuk oldukça sessiz adımlarla merdivenlere yöneldi ve yine sessiz adımlarla aşağı indi.

Merdivenler salona ve ,salona bağlı olan, mutfağa açılıyordu. Alt kata inen çocuk, mutfağa geçtiğinde derin bir nefes aldı. Sanırım artık sessiz olmasına gerek yoktu.

İlk hedefi ekmek dolabını açmak olan çocuk, orada bulduğu taze ekmekle sevinçle ellerini çırptı.

"Ayy canım annem benim! Ekmeğimizin bitmesine de asla izin vermez."

En büyük hobisi, kendi kendine konuşmak olan çocuğun ikinci hedefi buzdolabının yanındaki dolaptı.

Dolabı açan ufaklık, en sevdiği kapaklı kahvaltılık tabağını çıkardı.

"Kabı bile çok güzel gözüküyor!"

Hevesle kapağı açan çocuk, karşılaştığı manzarayla "Ama... Ama..." diye mırıldandı. Neredeyse boş olan tabağı üzgün bir şekilde yavaşça masaya bıraktı.

Yüzü düşen çocuk, pes etmeyerek bu sefer de mutfağın diğer tarafına gitti ve oradaki dolabı açtı.

"O incir reçeli şimdi yenecek. İşte o kadar!" diyen çocuk sandalyeyi çekti ve üstte duran reçel kavanozunu aldı. Tam o sırada kolunun yan taraftaki tencereye çarpmasıyla birlikte tencerenin kapağı gürültüyle yere düştü.

"Ups!" diye mırıldanan ufaklığın gözleri direkt merdivenlere kaymıştı. Yine yakalanmıştı! Neyse... Zaten kısa süre sonra 'Ben bunu açamadım' diyerek kavanozla, yatak odasına dalacaktı. Tencerenin kapağını bilerek düşürdüğünü iddia edebilirdi bence. O işleri hızlandırmak istemişti sadece.

"Evet evet! Aynen öyle!"

Çocuk, bunları düşünedursun yatak odasındaki kadın sesi duyduğu an "Burak!" diyerek hızla yatağında doğrulmuştu.

"Sakin ol! 25 dakika önce uyandı. 15 dakika yatakta dönüp durduktan sonra da dayanamayıp aşağı indi."

Kadın, duyduğu sesle gülümsedi ve yanındaki adamın boynuna atladı.

"Aşkım! Ne zaman geldin?"

Adam, kadının heyecanı karşısında kahkaha attı.

"Birileri beni çok özlemiş anlaşılan!"

Dilek, geri çekilerek kocasının yeşil gözlerine baktı.

"Çok çok çok hem de!"

"Hmm! Öyle mi Dilek Hanım? Ne kadar çok?"

"Gösterirdim ama... İlgilenmemiz gereken ufak bir reçel hırsızı var!" diyerek gülen kadın yataktan inmeye çalıştı.

Karısını karnından tutarak kendisine çeken adam "O reçelci ufaklık beklesin biraz! Ben karımı çok özledim. Ve ona bunu göstermeden, hiçbir yere gitmesine izin vermiyorum. 1 aydır burnumda tütüyor kendileri!" dedi.

"Hıhı! Tabi öyledir! O yüzden geldiğinde beni uyandırmadın" diyen kadının sesi trip doluydu.

"Oyy oyy. Trip de atarmış. Tribini bile özlemişim kızım senin!.. Geldiğimde çok güzel uyuyordun kıyamadım ne yapayım."

Dilek dudaklarını büzüp omuzlarını silkti.

"Özleseydin uyandırırdın!"

"Dileeeek!"

"Yiğiiiiit!"

Kahkaha atan adam, karısının dudaklarından bir öpücük çaldı.

"Uzak dur!" diyen kadın, adamı göğsünden itti. Elinin altında adamın hızla atan kalbini hissettiğinde gülümsedi. 12 yıldır eksilmek yerine her an artan bir aşktı onlarınki...

"Uzak durayım? Bir de nedenini söylesen sevgilim?"

"Allah aşkına Yiğit! Burak'ın uyanık ve aşağıda olduğunu söyleyen sensin!"

"Kapıyı kilitleriz?"

Dilek bıkkınca nefes verdi ve başını olumsuzca salladı.

"Tepkiye bak tepkiye! Karımı özledim ben. Suç mu?"

"Değil! Değil de... Şu an yaptığın da senlik bir hareket değil. Hadi söyle karın ağrını."

Yiğit, gülen gözlerini kaçırdı.

"Yiğit?"

Karısına bakan adamın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi.

"Operasyon bitmedi! Yarın gece gitmek zorundayım ve... Ne zamana dönerim belli değil. 2 ay da olabilir, 7-8 ay da..."

"Sen... Benim yüzümden geldin di'mi? 2 gün önce telefonda söylediğim şeyden dolayı... Ben dilimi tutamadığım için?"

Yiğit, sevgiyle karısının saçlarını okşadı ve hevesle konuştu.

"Bir daha söylesene! Gözlerin gözlerimdeyken..."

Dilek, elini kocasının yanağına koydu. Dudaklarında kocaman bir tebessüm varken fısıldadı.

"Hamileyim... Tekrardan baba oluyorsun!"

Yiğit, önce karısının gülen dudaklarından, sonrasında da gülen gözlerinden öptü. Yanağına da bir öpücük koyan adam, kadına sımsıkı sarıldı.

"Ben bu dünyanın en şanslı ve en mutlu adamı olmalıyım!" diye fısıldayan adamın eli karısının karnının üzerindeydi... Kadın uyandığından beri olduğu gibi.

"Ben de en şanslı ve en mutlu kadını olmalıyım... Seni çok seviyorum" diye mırıldanan kadın, karnının üstündeki eli sıkıca tutmuştu.

"Ben de seni çok seviyorum Helalim!" dedi yeşil gözleri, aşık olduğu bal rengi gözlerde olan adam.

Kadın, uzanıp kocasını öptü ve geri çekildi.

"Bizimkinin yine inadı tuttu anlaşılan. Kavanozu getirmediğine göre... Kendisi açmaya çalışıyor!"

"Bıçak almamıştır değil mi?"

"O senin oğlun Alfa'm. Neyi yapıp, neyi yapmaması gerektiğini çok iyi biliyor zeki oğlumuz!"

Yiğit hüzünle tebessüm etti.

"Bu 1 ay nedendir bilinmez... Diğerlerine göre çok zor geçti. Oğlumu çok özledim!"

"Onun seni özlediğini hissetmiş olmalısın! Normalde sabırla gelmeni bekleyen çocuk, bu ay neredeyse her gün seni sordu. Büyüyor yaa... Ondan mıdır bilinmez bana olan düşkünlüğü biraz azaldı sanırım!"

"Rol model olarak bir erkeği örnek alacağı yaşa geldi. Oğlumuz büyüdü be Dileğim! Yakında ergenlik çağı başlayacak. Eğer benim ergenliğime benzeyecekse... Şimdiden geçmiş olsun ikimize de!"

Karısı kahkaha atarak ayağa kalktı ve sabahlığını aldı.

"Vallaha öyle bir durumda direkt sana postalayacağım çocuğu. Ben zaten diğer ufaklıkla uğraşacağım! Ayy o da sana benzerse... İşte o zaman biterim ben. Yok yok! Bu eve 3 Alfa fazla" diyen kadının sesi sonlara doğru azaldı.

Sabahlığını giyen karısının yanına gelen adam, onu boynundan öptükten sonra kulağına fısıldadı.

"O zaman dua edelim. Sana benzeyen güzel bir kızımız olsun. Gerçi... Şimdiden acıdım prensesime. 2 kıskanç Alfayla uğraşması çok zor olacak!"

"Sizin elinize bırakır mıyım ben hiç kızımı? Biz onunla kız dayanışması yaparız. O erkek arkadaşıyla buluşmaya gittiğinde ben sizi oyalarım!"

"O erkeğin önce tarafımca bir ifadesi alınmalı yalnız! Oğlum da onaylarsa... Ancak öyle kızıma yaklaşabilir!"

"Allah Allah! Sen öyle san! Ruhun bile duymaz" dedi kadın gülümseyen sesiyle.

"Dilek..." diye fısıldayan adam birden ciddileşmişti.

"Anladım aşkım. 7-8 ay gelemeyebilirim derken kastettiğin... Kontroller ve... Doğumda olamama ihtimalin! Merak etme annemleri çağırırım. Gittiğinde aklın kalmasın lütfen!"

"Aklım her zaman sizde ki benim. Şimdi küçüğümü de düşüneceğim sadece! Bir de... Daha çok erken biliyorum ama... Ben gitmeden önce Burak'a söylesek? Öğrendiğinde yanında olmak istiyorum."

Dilek, kocasını yanağından öptü.

"Seni gördüğümde ilk düşündüğüm bu oldu! Sen söylemesen de ben teklif edecektim. Hadi inelim artık! Seni görünce... Bizimki deliye dönecek!"

Dilek, önden giderek kapıyı açtı. Peşinden onu takip eden Yiğit, 7 ay önce bir anda değişen hayatını düşünüyordu.

7 ay önce, bir amiri ziyaretine gelmişti. Dilek'le tanıştığında M.İ.T.'in en çok aranılan adamı olan Alfa... Evlendiğinde bazı tehlikeli operasyonlardan kendini geri çekmişti. Burak'ın varlığını öğrendiğinde ise... Amirlerinden izin alarak istifa etmişti. Amirleri, onun gibi yetenekli bir adamlarını kaybettiklerine üzülseler de... Kararına saygı duymuşlardı.

Ta ki... 7 ay önceye kadar! 7 ay önce Sakarya'nın bir ilçesinde bazı şüpheli hareketler dikkatlerini çekmişti. Defalarca içeriye adam sokmaya çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardı. Son çare olarak, efsanesi geçen yıllara rağmen hala devam eden Alfa'ya gelmişlerdi.

Görevi ve ailesi arasında bocalayan Yiğit'in, karar vermesini sağlayan kişiyse oğlu olmuştu. Televizyonda gördüğü şehit haberleriyle üzülen oğlu "Neden kimse onlara dur demiyor?" diye sormuş ve devam etmişti.

"Ben büyüyünce dayım gibi olup onları durduracağım. Hiçbir çocuğun, babasının ölmesine izin vermeyeceğim!"

Ertesi gün amirini arayan Yiğit, operasyonu kabul ettiğini bildirmişti. Ve böylelikle yıllar önce açtığı spor salonunu kısa süreliğine başkasına devreden dövüş hocası Yiğit Kılıç ,tekrardan, Alfa kod adlı M.İ.T. ajanı olmuştu.

Ve bunu amirleri haricinde bilen sadece 3 kişi vardı. Karısı, karısının ikizi olan Sinan Üsteğmen ve küçük oğlu.

Kapı dinlemeyi, incir reçelinden sonra, en büyük hobisi sayan oğlu onları duyarak gerçekleri öğrenmişti. Ve o günden sonra en büyük hedefi 'Babası gibi çok yetenekli bir Alfa' olmaktı!

🦋

"Off yaa! Bu kavanozları neden biz çocukların açacağı şekilde yapmıyorlar" diye mırıldanan çocuk, elini masanın üzerine, başını da elinin üzerine koymuş, özlemle kavanozdaki incirlere bakıyordu. Merdivende duyduğu ayak sesleriyle mutlulukla sandalyeden indi.

"Canım anneeem! Uyandın mı?" diyen çocuk reçel kavanozuyla beraber salona doğru koştu.

"Uyandım da... Senin şu ana kadar yüzlerce kez yanıma gelip kavanozu açtırman gerekmiyor muydu küçük Olric?"

Burak, tatlılıkla annesine baktı ve mırıldandı.

"Kıyamadım!"

"Şu ana kadar kıydın da... Şimdi mi kıyamadın?"

"Hıhı."

"İlginç! Neyse çıkar kokusu yakında."

Burak gülümsedi ve çaktırmadan annesinin karnına doğru baktı. Bugün telefonda Sevda annesiyle konuşan annesini duymuştu(!). Şey... Gizlice dinlemiş de olabilirdi tabii. Vee... Abi olacağını öğrenen çocuk artık sorumluluk almalıydı. İlk işi de annesini ve minik kardeşini yormamak olmalıydı

Çocuğun dudağındaki haylaz gülümseme, merdivenin başında gördüğü adamla silindi. Özlem dolu gözlerle babasına bakan Burak'ın gözleri dolmuştu. Elindeki reçeli yavaşça sehpahanın üzerinde koydu. Gözleriyle, merdivenden inen adamı sessizce izleyen çocuk, son basamağa geldiğinde kollarını iki yana açan babasının kucağına atladı.

"Babacığım!" diyen çocuk, adama sımsıkı sarılmıştı.

Oğlunu bırakmadan ayağa kalkan adam "Oww. Sen 1 ayda büyüdün mü bakayım? Ağırlaşmışsın" diye mırıldandı.

"1 ay değil 32 gün... 32 gün 3 saat 14 dakika!" diye fısıldadı çocuk. Kollarını babasının boynundan çekmemiş, başını adamın omzuna gömmüştü. Babasının kokusunu bir kez daha çekti.

"Çok özledim!" diyen çocuğun sesi titremişti.

Yiğit, geri çekilerek oğlunun yüzüne baktı.

"Ben de seni çok özledim küçük Alfam" diyen adam oğlunun başını öptü.

Gözleri zaten dolu olan çocuğun gözyaşları bu temasla akmaya başladı. Gözyaşlarını saklamak için yüzünü tekrardan babasının omzuna gömen çocuk, sessizce ağlama başladı.

Yiğit, ağlayan oğlunun sırtını sıvazlarken başını kaldırıp karısına baktı. Karısı kızarmış gözlerle, önünde yaşanan sahneyi izliyordu.

Yiğit, kollarındaki oğlunun kokusunu içine çekti. Oğlunu gerçekten çok özlemişti. Gözleri dolan adam yavaşça geri çekildi.

"Şşş! Tamam. Hadi ağlama artık oğlum. Bak geldim. Buradayım!"

"Ama yine gideceksin değil mi? Ne zaman?" diye soran çocuk alacağı cevaptan korkuyordu.

"Yarın sen okula gitmeyeceksin. Ve biiiz ailecek çok güzel vakit geçireceğiz. Anlaştık mı?"

Gözleri kızarmış olan çocuk kafasını salladı.

"Bana benzeyenim!" diyen adam, oğlunu yanağından öptü ve yavaşça yere bıraktı.

Yere inen çocuk, babasının yanından bir adım bile ayrılmadı. Bu hareket adamın hüzünle tebessüm etmesine neden oldu. Özlem çok ağır bir yüktü...

"Gece gece bu reçel aşkı nereden geldi bakalım küçük bey?"

"Kaç kere diyeceğim baba! O sadece bir reçel değil. İncir reçeli! Hayat, nefes, her şey!" dedi çocuk bıkmışça.

Çocuğun ebeveynleri, bu durum karşısında keyifle kahkaha attılar.

"Bu incir aşkın nereden geliyor oğlum?" diye soran kişi annesiydi.

"Bir de soruyor musunuz Dilek Hanım? Senin yüzünden hamileyken az incir peşinde koşturmadım. Bakalım bu sefer..." diyen adam cümlesini tamamlamadı.

Kadın ve adam birbiriyle bakışırken, oğulları gülmemek için kendini zor tutuyordu. İstedikleri kadar saklasınlar... Burak zaten biliyordu ki!

Yiğit, karısının onaylayan bakışlarını görünce oğluna döndü. Bir kardeşi olacağını nasıl söyleceğini düşünen adam, sehpanın üzerindeki reçeli eline alarak oğluna döndü ve kavanozu göstererek sordu.

"Bu son incir reçeli kavanozun olsa... Ve ben yemek istesem... İzin verir misin?"

"Bu da soru mu babacığım? Tabii ki de izin vermem!"

Dilek bir kahkaha attı.

"Şey... Anneciğim hiç gülme bence! Sana da vermem. Tabi bir kavanoz daha yaparsan... Belki bir tanecik incir alabilirsin!"

Dilek'in kahkahası durdu ve şakacı bir kızgınlıkla sordu.

"Bu çocuk kime çekti böyle?"

"Bana çekti aşkım! Ben de... Sevdiklerimi kimseyle paylaşmam!" diyen adam karısını usulca kendine çekti.

Kocasının kollarının altındaki kadın halinden memnun sessizce mırıldandı.

"Mutlaka kız olmalı! Bir tane daha Alfayla uğraşamam."

Çocuk, annesine ve babasına baktı. Ellerini beline koyarken kaşlarını çattı.

"Ben de buradayım! Niye kendi aranızda konuşuyorsunuz?"

"A-aaa. Bencil oğlum da mı buradaymış?"

"Bencil mi? Aşk olsun baba yaa! Hani sana çekmiştim?"

"Ben sevdiklerimi kimseyle paylaşmasam da, sevdiklerimle her şeyi paylaşırım paşam! Sen ise incirlerini kimseyle paylaşmıyorsun!" diyen adam sevgiyle oğlunun saçlarını karıştırdı.

"Aslında... Biriyle paylaşabilirim sanırım. Yok yok. Bence onunla kesin paylaşırım!"

"Emre'yle mi? Zaten sadece ona ver sen!"

"Dediğin gibi ona zaten veriyorum babacığım! Ben... Başka birini kastettim!"

Dilek ve Yiğit şaşkınca birbirine baktı. Çocukları küçüklüğünden beri incir reçeline aşıktı. Ve her zaman sevdiği şeyleri de incire göre ölçerlerdi. Mesela bir oyuncak istediğinde 'Size incirimden bir tane verebilirim!' derse bu onu gerçekten de çok istediği anlamına gelirdi. İncirini biriyle paylaşmayı kabul etmesi demek...

"Hatun bizim çocuk bu yaşta aşık mı oldu yoksa?" diyen adamla Dilek bir kahkaha attı.

"Saçmalam..."

Annesinin, sözünü kesen çocuk "Aslında... Kız olursa... Neden olmasın?" diye mırıldandı.

Yiğit, gözlerini kısarak oğluna baktı. Onun gözlerinde dolaşan haylazlığı ve mutluluğu gördüğünde gülümsedi.

"Nasıl öğrendin?"

Burak, soruyu soran babasına suçlu suçlu baktı.

"Şeyy... Annem, Sevda annemle konuşurken... Onu birazcık duymuş olabilirim."

Dilek kahkaha attı ve oğlunun yanağını okşadı.

"Dayısı kılıklı... Senin bu kapı dinleme huyunla ne yapacağız biz oğluşum?"

Ellerini iki yana açan Burak, omuzlarını silkip, bilmem dercesine dudaklarını büzdü.

"Bu kadar tatlılık fazla Burak bey! Kalbim kaldırmıyor" diyen karısına döndü Yiğit.

"Hadi yaa! Öyle miymiş karıcığım?"

"Beni öz oğlundan kıskanmanı anlayamıyorum aşkım."

"Kızımız olursa anlarsın Helalim!"

Dilek, gözlerini kısarak kocasına baktı.

"Bu ne demek?" diyen kadının sesindeki kıskançlığı duyan adam keyifli bir kahkaha attı.

"Şu demek anneciğim! Eğer kız kardeşim olursa senin pabucun dama atılıyor. Çünkü babam da, ben de minik aşkımızı çok seveceğiz."

"Sen de mi Brütüs! Hain evlat seni. Sana bir daha incir reçeli yapmayacağım!"

Attığı kahkahaları zorlukla durduran adam "Beni daha doğmamış olan öz kızından kıskanmanı anlayamıyorum aşkım." dedi.

"Yiğiiiiit!"

"Dileeeeek!" diyen adam karısının saçlarına bir öpücük kondurdu.

Dilek, heyecanlı gözüken oğluna baktı.

"Kardeşin olacağın için mutlu musun?"

Burak, biraz da utanarak başını salladı.

"Gel bak!" diyen Dilek oğlunun elini tuttu ve karnına koydu.

"Kardeşin burada! Ama daha çook küçük. 8 ay sonra... Yaani senin okulun bittikten kısa süre sonra dünyaya gelecek!"

"Biliyorum. Bizim sınıftaki Erdem'in annesi de hamileydi. Karnı bööyle kocamandı. Top gibiydi. Hihihi.. Biraz komikti... Kardeşi doğmuş. Erdem resmini gösterdi bize. Çoook tatlı bir kızdı!"

Yiğit, oğlunun heyecanlı konuşmasına gülümsedi.

"Kız kardeşin olmasını istiyorsun anlaşılan!"

"Benim zaten erkek kardeşim var ki! Emre'yle hep oyunlar oynuyoruz. Ama... Farketmez! Kız da olsa, erkek de olsa ben... Miniğimi çok seveceğim!"

"Sen büyüdün de abi mi oluyorsun küçük Alfam?"

"Anne büyüdün deyip de peşine küçük diyen bir sen varsındır!" diye söylendi küçük çocuk.

"İstersen 30 yaşına gel... Sen benim hep küçük Alfam olacaksın. Benim büyük Alfam var çünkü!"

Burak, gözlerini kısarak babasına baktı. 10 dakika önce aynı hareketi yapan adama bu kadar çok benzemesi karşısında kadın sevgiyle gülümsedi.

Yiğit gülerek "Kıskanmayalım lütfen! Büyüyünce bana kalbi güzel bir gelin alırsın... O sana bolca Alfam der." dedi.

"Anneme benzemeli ama! Onun gibi bilgili olsun. Ve güzel! Ve sevgi dolu. Ve..."

"Hatun! Biz şimdiden kız bakmaya başlayalım bence. Bizim oğlun kriterleri uzayıp gidecek gibi. Yalnız... Sana bir haberim var küçük bey! Aşkı, aklın değil kalbin seçecek."

Dilek ciddi bir sesle konuştu.

"Ve de ben!.. Ne? Niye öyle bakıyorsun Yiğit?.. Biricik oğlum var benim. Getireceği gelini sevmem lazım!"

"Ben seversem, sen de seversin!" dedi Burak bilmiş bir sesle.

"Allahım 11 yaşında çocukla neleri konuşuyoruz! Büyüdüğünde bakarız artık getireceğin kıza... Hadi bir bıçak getir de şu kavanozu açalım aşkım. Burak'ım sen de kasenle ekmeğini getir de sehpada ye! Baban seni yatırmadan odaya çıkmaz şimdi! Mutfakta sandalye tepesinde oturmayalım"

Yiğit, bıçak almaya giderken Burak da koşarak babasının elini tuttu. Oğlu babasını gerçekten de çok özlemişti anlaşılan.

Bıçağı alan Yiğit, karşı evin ışıklarının yanık olduğunu görünce kaşlarını çattı. Pinti İlknur teyze ışıkları açık mı bırakmıştı? İmkansız!

Oğluyla birlikte salona geçen Yiğit, kavanozu eline aldı.

"Aşkım? İlknur teyzenin torunu mu geldi?"

"Yok yaa! Bu sefer nasıl olduysa İlknur teyze İstanbul'a gitti."

Yiğit duyduğu cümleyle birlikte elindeki bıçağı yavaşça sehpaya bıraktı.

"Olamaz!" diye fısıldayan adam hızla cama gitti.

Mahalledeki ampul yanmıyordu. Ve buna zıt olarak neredeyse tüm evlerin ışıkları açıktı. Saate baktığında sabah ezanına 45 dakika daha olduğunu gördü. Hızlıca cep telefonunu cebinden çıkardı. Sinyal olmadığını gördüğünde sessizce küfretti. Jammer (sinyal kesici) kullanmışlardı.

"Yiğit? N'oluyor?" diye sordu kocasına şüpheyle bakan kadın.

"Üst kata çık! Tuvalete girip kapıyı kilitle. Ve sakın çıkma!" diyerek onu merdivenlere yönlendiren adam etrafına bakınmaya başladı.

Oğlunun oyun oynarken saklandığı boş konsolu gördüğünde, hızla oğlunun yanına gitti.

"Şimdi... Seninle bir oyun oynayacağız oğlum! Anlaştık mı?"

Oyun, sözünü duyan çocuğun dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi.

"Ne oynayacağız?"

Oğlunun elini tutan adam, onu konsolun önüne getirdi.

"Saklambaç mı? Ama baba... Saklambaç böyle oynanmaz ki? Sen yumacaksın ben gizlice saklanacağım. Bilmiyor musun? Hahahah..."

Oğlunun kahkahalarını duyan adamın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi. Dizlerinin üzerine çökerek, oğlunun alnından öptü.

"Bu oyun... Saklambaça birazcık benziyor. Sen şimdi bu dolaba gireceksin ve... Bir süre çıkmayacaksın!"

"Sabır testi gibi mi? Öğretmenimiz demişti. Böyle testler oluyormuş. Ben çok sabırlıyım. Kesin kazanacağım. Sen 'Çık' diyene kadar çıkmam!"

"Ben sana... 'Çık!' demeyeceğim oğlum" Diyemeyeceğim!

"Eee? Ben nasıl anlayacağım ne zaman çıkmam gerektiğini?"

İçinde fırtınalar kopan adam, titreyen eliyle kolundaki saatini çıkardı.

"Al bunu!.. Şu an saat kaç biliyor musun?"

"Baba ben saatleri öğreneli çoook oldu. Şu anda... Saat 3'ü 27 geçiyor."

"Aferin benim Alfa'ma. Şimdi sen... Tam yarım saat sonra dolaptan çıkacaksın. Çıktığında da... İlk işin... Yukarı annenin yanına çıkmak olacak. Anlaşıldı mı?"

Başını sallayan Burak "Ama ben bu oyunu pek sevmedim. Sıkıcı gibi. Başka bir şey oynasak?" dedi.

Derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışan adam, olmaz dercesine başını salladı.

"Söz ver! Dediklerimi yapacaksın. Eğer dediklerimi yapıp... Bu oyunu kazanırsan... Bundan sonra sadece Alfa olursun!"

"Gerçekten mi? Tek Alfa ben mi olacağım?" diyen çocuk sevinçle ellerini birbirine çarptı.

Oğlunun gülen gözlerine bakan Yiğit, onu kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.

"Oğlum benim!"

Geri çekilen çocuk kaşlarını çatarak babasına baktı. Adamın yanağından süzülen yaşı eliyle aldı.

"Sen... Ağlıyor musun? Ama... Babalar ağlamaz ki!"

Yiğit, titrek bir nefes aldı.

"Söz ver bana! Çıkmayacaksın!.. Hadi Alfa'm!.. Söz ver!"

"Söz..." diye fısıldayan çocuk babasına baktı ve ağlamaya başladı.

"Hey hey hey! Neden ağlıyorsun?" diyen adam çocuğun gözlerinden düşen yaşları silmeye başladı.

"Kötü şeyler oluyor değil mi?.. Yine mi gitceksin? Gitmesen olmaz mı? Ben seni çok özlüyorum. Hem... Kardeşim de seni özler! Gitme babacığım! Lütfen?" dedi küçük çocuk, hıçkırıklarının arasında.

Oğluna bir kez daha sarılan adam, onun yaşlarını sildi.

"Ağlama oğlum! Seni... Çok seviyorum biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum. Ben de seni çok seviyorum. O yüzden... Yalvarıyorum gitme!"

Yanağından yaşlar akmaya başlayan adam, oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu.

"Özür dilerim! Çok çok çok özür dilerim Alfa'm!"

Konsolun kapağını açan adam başıyla işaret etti.

"İstemiyorum!"

"Söz verdin Alfa'm. Hadi!"

"Ama..."

Oğlunu kolundan tutan adam, onu dolabın içine soktu.

"Ne olursa olsun... Ne duyarsan duy... Asla buradan çıkmayacaksın! Ve hiçbir şekilde sesini çıkartmayacaksın! Anlaşıldı mı?"

Çocuk, iki elini de babasının yüzüne koydu. Ağlayarak konuşmaya başladı.

"Artık Alfa falan olmak istemiyorum. Tek Alfa sen olabilirsin! O yüzden... Gitme babacığım. Lütfen lütfen lütfen gitme!"

Oğlunun ellerini tutan adam, onun küçük ellerine birer öpücük kondurdu.

"Büyü ve hep istediğin gibi...Tüm kötüleri yakalan bir... Alfa ol! Ve... Ve Aşık ol! Annene... Annene benzeyen birine aşık ol oğlum. Ben... Her zaman seni, sizi izliyor olacağım! Ve... Bana çok kızmamaya çalış olur mu Alfa'm? Bir gün baba olduğunda... Bunu neden yaptığımı anlayacaksın! Bir babanın çocuğu için yapamayacağı hiçbir şey yoktur... Özür dilerim! İnan bana... Yanında olmayı her şeyden çok isterdim. İlk sakal tıraşını yapan ben olmak isterdim. Bir kızı sevdiğinde... İlk ben öğrenmek isterdim. Aşk acısı çektiğinde... Seni teselli eden ben olmak isterdim. Canın yandığında 'Geçecek oğlum! Bunlar da geçecek' diyen kişi olmak isterdim. Ağladığında... 'Erkek adam ağlarım mı?' demek yerine... 'Al omzum senindir' demek isterdim. Bütün bunları yapamayacağım için çok özür dilerim. Seni asla unutamayacağın bir kabusa sürüklediğim için çok özür dilerim... Sakın unutma olur mu? Baban seni çok seviyor oğlum! Her şeyden çok... " diyen adam hıçkırıklar eşliğinde, oğlunun köprücük kemiğine paralel uzanan kasa ani bir baskı yaptı.

Hissettiği acıyla gözleri kararan çocuğun son kelimesi "Ama... Neden?" olmuştu.

Elleri titreyen adam, kendi elleriyle bayıltığı oğlunun saçlarını son kez okşadı. Son kez... Oğluna sarıldı. Son kez.. Oğlunun kokusunu içine çekti. Son kez... Oğlunu öptü. Bayıldığı halde yanağından bir yaş aktığını gördüğünde hıçkırıklar eşliğinde "Özür dilerim. Çok çok özür dilerim Alfa'm" diye fısıldadı.

Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışan adam, merdivenden duyduğu hıçkırık sesiyle hızla o tarafa döndü.

"Sen..." diye fısıldayan adam, kadına doğru yalpayarak yürüdü.

"Yukarı çık Dilek!"

Kadın, başını olumsuz salladı.

"Sevgilim yalvarırım... Yalvarırım yukarı çık!"

"Çıkamam!" diyen kadının sesi titriyordu.

Titreyen adımlarla merdivenleri inen Dilek, gözyaşları eşliğinde kocasının silahını uzattı.

"Al!"

Silahını alan adam, karısının dudaklarına uzun bir öpücük kondurdu. Bir veda busesi...

"Aldım. Hadi şimdi yukarıya..." dedi adam çatlak bir ses tonuyla.

Kadın, olumsuz bir şekilde başını salladı.

Adam, kadının gözyaşlarını sildi.

"Yukarı! Hemen!

"Hayır!"

"DİLEK!"

"Boşuna tartışıyoruz. Hiçbir yere gitmiyorum! Burada... Kalacağım!"

Yiğit, usulca gözlerini kapattı. Tekrardan açtığında kararlı gözlerle karısına baktı. Karısı bu bakışı gördüğünde acı bir sesle mırıldandı.

"Anlaşılan beni de bayıltacaksın?"

Yiğit, duyduğu cümleyle konsola doğru baktı.

"Başka çarem yoktu! Zeki oğlumuz ters giden bir şeylerin olduğunu farketti" diyen adamın sesi çaresizlikle doluydu.

Tekrardan kadına dönerek "Ve... Evet! Gerekirse... Seni de bayıltacağım. Ama... Gerekmesin! Olmaz mı karıcığım?"

"İkimiz de biliyoruz Yiğit! Senin için geldiler."

"İşte... Benim için geldiler. Beni alırlarsa..."

"Bu kadar basit mi? Salak değilim Yiğit! Tüm mahallenin ışığı yanıyor. Büyük ihtimal... İnfaz emri verildi. Ve buraya geliyorlar!"

"O yüzden... Yalvarırım yukarı çık!"

Dilek, konsola doğru baktı ve fısıldadı.

"Ya o?"

"Babasız kalacak zaten! Bir de.. Annesiz kalmasın. Lütfen! Benim için değilse bile oğlumuz için..."

"Oğlumuz için çıkmıyorum zaten! Bir aile evinde, yalnız kalmayacağını anlamışlardır. Karını arayacaklar. Eğer ben yukarı çıkarsam... Beni aramak için yukarı gelecekler. Ve Burak'ın odasını gördüğünde... Onu da arayacaklar. Ya bulurlarsa? Buna dayanamam!"

"Peki ufaklık? Ona ne olacak?"

Dilek, kesik bir nefes aldı. Elini karnına götürerek hıçkırdı.

"Hadi yukarı çık Çilek Kızım." diye mırıldandı gözü yaşlı adam.

Ellerini adamın yanaklarına koyan kadın, alnını adamın alnına yasladı.

"Ben sensiz ne yapacağım peki Yağmur Adam?" diye fısıldayarak sordu.

"Bilmiyorum! Bildiğim tek şey... Size bir şey olmasına izin veremeyeceğim" diye fısıldayarak cevap veren adam, elini kadının karnına koydu.

"Ona beni anlat tamam mı? Göremesem de... Onu çok sevdiğimi söyle. Kız olursa... Şerefsizin birini sevmesine izin verme sakın!"

"Yiğiiiit!" diyen kadının ağlayışı hıçkırıklara dönüştü.

"Dileeek!" dedi adam acı bir tebessümle. Aralarında ritüel halini alan bu anı bir daha yaşayamayacak olmaları ikisini de mahvetmişti. Adam aşık olduğu kadının gözlerine baktı ve konuşmaya başladı.

"Dileğim benim. Hayatım... Her şeyim! Olur da beni çok özlersen Burak'ımızın gözlerine bak! Onun haricinde... Zaten hep kalbinde olacağım. Seni çok seviyorum" diyerek kadını son kez öptü adam. Önce dudaklarından sonra da gözlerinden... Karısına sımsıkı sarılıp, saçlarını kokladıktan sonra "Cennette görüşürüz Helalim!" diye fısıldadı kulağına doğru.

"Seni çok seviyorum! Cennette görüşürüz her şeyim..." diye fısıldayan kadın, geri çekildi ve aşık olduğu yeşillere son kez baktı.

Derin nefesler alan kadın, kocasının elini usulca bıraktı ve hıçkırıklar eşliğinde merdivenlere yöneldi. İkinci basamaktayken... Bir anda kapı kırılınca ne olduğunu anlamadan, kendisini koltuğun arkasında ,kocasının yanında, buldu.

Sol eliyle karısının kolundan tutan adam, silahını sağ eline almış tetikte bekliyordu. Dışarıdan -kırılan kapının arkasından- adam sesleri gelirken, Yiğit çaresiz gözlerle karısına baktı.

"Özür dilerim! Keşke yıllar önce o gün... Hiç karşılaşmasaydık!"

"Sen muhteşem bir hayat verdin bana. Aşkı tattırdın, anneliği tattırdın. Seninle birlikte olduğum... Ve seninle öldüğüm için hiç pişman değilim! Sadece oğlumuz... Ve ufaklığımız için üzülüyorum. Burak sence... Günün birinde bizi affedebilir mi? Onu bizsiz bir hayata mahkum ettiğimiz için..."

"Baba olduğunda... Anlayacak ve affedecektir!"

"Baba olması için hayatına birini alması gerekir. Böyle bir olaydan sonra... Hiç sanmıyorum!"

"O zaman dua edelim karıcığım! Oğlumuzun kalbine ve hayatına onu çok seven birisi girsin. Senin gibi inatçı ve oğlumuza rağmen, onu asla bırakmayan biri. Bizim yüzümüzden oluşacak yaralarını... İyileştirecek biri!"

Yiğit, cümlesini bitirdiğinde, mahallede bir silah sesi yankılandı. Eve giren adamlarla birlikte karısına son kez bakan Alfa, silahını ateşlemeye başladı.

🦋

Küçük çocuk, duyduğu yüksek seslerle birlikte yavaşça gözlerini araladı. Başı çok ağrıyan ufaklığın aklına az önce yaşadıkları gelince kaşlarını çattı. Babası neden böyle bir şey yapmıştı ki?

"Eeee! Son sözlerini söyleyecek misin çok sevgili Yiğit Kılıç?"

Tanımadığı bir sesin babasının adını söylemesi, küçük çocuğun dikkatini şu ana çekti.

Çocuk, sessiz hareketlerle göz hizasındaki ipi çekti. Küçük yuvarlak tahta parçası eline geldiğinde gülümsedi. Kardeşi Emre'yle saklambaç oynamaya bayılan çocuk, dayısının geldiği bir gün ,ailesinden gizli, dolaba yuvarlak bir delik açtırmıştı. İlk başlarda karşı çıkan dayısı, yeğenine kıyamayarak isteğini yerine getirmişti. Böylelikle Burak, Emre'nin nereye gittiğini görecek ve ona göre duvara gidip sobeleyecekti.

'İyi ki bu deliği açmışım! Bakalım ne oluyor?' diyen çocuk merakla delikten baktı.

Gördüğü manzarayla birlikte kalbi korkuyla kasılan çocuğun, dudaklarında var olan mutlu tebessüm silindi.

Evin içinde 4 tane adam vardı. Hepsi de simsiyah giyinmişti. Yerde 6 tane daha adam yatıyordu. Hepsinin de durduğu yerde kırmızı boyalar vardı.

'Onların boya olmadığını biliyorsun! Neden yalan söylüyorsun?' diyen iç sesiyle başını olumsuzca sallamaya başladı çocuk. Onlar boyaydı. Sulu boya... Öyle olmalıydı! Çünkü... Eğer öyle değilse babasının bacağındaki kırmızılığın da boya olmadığı anlamına gelirdi bu!

Annesi, sehpanın yanında yerde oturuyordu. Görünüşe göre o boyayla oynamamıştı. Rahat bir nefes aldı çocuk... Bakışlarını tekrardan babasına çevirdi. Yerde yatan babasının başına silah doğrultmuşlardı. Annesinin başına da doğrulttukları gibi...

'Onlar kırmızı boya atan oyuncak su tabancası olmalı! Babam arkadaşlarıyla oyun oynuyor galiba'

'Öyle olmadığını biliyorsun! Onlar gerçek silah ve o adamlar da kötü adamlar. Birazdan hem anneni hem de babanı öld...'

'HAYIIIR!!'

Kendi iç sesiyle tartışan çocuk gözünü delikten çekmeye çalıştı. Her ne olacaksa görmek istemiyordu. Fakat... Çekilemiyordu.

"Karımı bırakın!" diyen babasının buz gibi çıkan sesiyle gözlerini şaşkınca açtı küçük çocuk. Daha önce babasının hiç böyle bir ses tonuyla konuştuğunu duymamıştı.

Silahlı adamdan iğrenç bir kahkaha koptu.

"Hay hay! Emredersiniz!"

Patlama sesiyle birlikte ellerini ağzına götüren çocuk çığlık atmamaya çalıştı. Çünkü babasına ses yapmayacağına dair söz vermişti.

'Yalancı! O yüzden değil... Zarar görmemek için susuyorsun. Korkuyorsun! Kor-kak, kor-kak, kor-kak...'

"Suuuus! Korkak değilim ben. DEĞİLİM!'

Babasının diğer bacağından akan kırmızı boyayı gören çocuk sessizce ağlamaya başlamıştı.

"Biliyor musun asker? Ölmekten daha kötü olan bir şey varsa... Öldükten sonra ne olacağını bilmemektir. Ben seni bu durumdan kurtarayım hemen! Şimdi... Seni tam kalbinden vuracağım. Sonra da... Güzeller güzeli karınla biraz oynaya..."

Adam cümlesini bitirmeden babası bir haykırışla öne ,adama doğru, atıldı. Babasının arkasındaki adam elindeki şalı, annesinin en sevdiği şalını, babasının boğazına sardı.

Annesi "YİĞİİİİT!" diye bağırarak babasına doğru uzanırken, küçük çocuk şoka girmiş bir şekilde çıtı bile çıkmadan yaşanan sahneyi izliyordu.

Annesinin kolunu, adamlardan birinin tutmasıyla "BIRAK LAN!!" diye bağırdı babası.

"Ahhh! Sadece kolunu tutmalarıyla böyle deliriyorsan... Birazdan yaşanacaklarla çıldırırsın. Ama maalesef göremeyeceksin! Aslında hepimizin o güzel karınla eğlenmesini izlemeni çok istiyorum ama... Boğulmak üzereyken bile oldukça güçlü gözüküyorsun. 6 adamımızı da öldürdüğüne bakılırsa... Bu tehlikeyi göze alamam. Her şeyin senin yüzünden olduğunu bil ve son nefesinde... Karına yapacaklarımızı hayal et!"

Cümlesini bitiren adam... Tetiğe bastı. Yiğit, içinden kelimeyi şehadet getirerek son nefesini verirken, dolabın içindeki çocuk duyduğu sesle yerinde sıçramıştı.

Annesinin "YİĞİİİİİİİİT!" diyerek attığı çığlıklar tüm evi inletirken, babasının kalbinin üzerindeki boyaya baktı.

'Boya değil! Kan o! Kan'

Küçük çocuk başını sağa sola salladı. 'Iı ıh. Kan değil! Boya o! Kıpkırmızı bir boya!'

Annesinin, acı dolu haykırışını duymak istemeyen çocuk minik elleriyle kulaklarını kapattı. Fakat bu hareketi hiçbir işe yaramadı. Küçük konsola gelen ses, tüm konsolun içinde yankılanıyordu çünkü.

Sessiz hıçkırıklarla ağlayan çocuk tekrardan delikten baktı. Yerde yatan babasını gördüğünde eliyle ağzına biraz daha bastırdı. Sessiz olmalıydı. Bakışlarını ağlayan annesine çeviren çocuğun gözyaşları mümkünmüşçesine daha da arttı.

"Eveeet! Kocacığın da öldüğüne göre... Eğlence başlasın mı bebek? İlk sırada ben varım. Ama sana torpil geçiyorum. Diğerlerinin sırasını seçebilirsin! Bu iyiliğimi unutma!"

"Bana dokunmanıza izin vereceğimi düşünüyor musun gerçekten?"

Adam mide bulandırıcı bir kahkaha attı.

"İzin alacağımı kim söyledi?"

Dilek, bakışlarını kocasına çevirdi. Son nefesini vermiş olan adamın gözleri açık kalmıştı. Bir hıçkırık koptu kadının dudaklarından. Sol elini karnına götüren kadın, yalnızca kendinin duyacağı bir sesle fısıldadı.

"Özür dilerim bebeğim! Seni koruyamadığım için..."

Ve Dilek adamların bakışları altında, hızla sehpaya uzandı. Oradaki bıçağı alan kadın, bir an bile duraksamadan bıçağı kalbine sapladı.

"Sen... Ne?" diyen adamlar şok içinde kadına bakakaldılar.

Hırıltıyla bir nefes alan kadın yere düşerken, sehpanın üzerinde duran kavanozu da yere düşürdü. Düşen kavanoz kırılıp içindeki reçel Dilek ve Yiğit'in kanına karışırken kadın fısıldadı.

"Ama... O son reçel kavanozuydu."

Gözlerini konsol tarafına çeviren kadın hıçkırdı ve "Özür dilerim küçük Alfam!" diye fısıldadı. Eliyle kocasının elini tutan kadın yavaşça gözlerini kapattı.

"Gerizekalı kadın! Ne güzel eğlenecektik. Neyse... Toplanın hadi! Gidiyoruz. Şu geberenleri de alın! Geride iz kalmasın. Jammer'ın olduğu araba diğer sokaktaydı değil mi? Söyleyin şoföre... Yarım saat daha dursun öyle gitsin!"

🦋

Sessiz odada konsolun kapağının açılma sesi yankılandı. Küçük çocuk yavaş bir şekilde içeriden çıktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş, elleri ise ısırmaktan kan toplamıştı. Bacakları titreyen çocuk yere düştü. Gözleri sehpanın yanına dökülmüş olan incir reçelindeydi.

"Artık uyanmak istiyorum. Bu kabus bitebilir mi acaba?" diye mırıldandı çocuk masum bir sesle.

"Oğlum..." diyen güçsüz sesi duyan çocuk umutla başını kaldırdı.

"Annem?"

Küçük ayağa kalkıp annesinin yanına koştu.

"Anneciğim!" diye seslendiğinde annesinin gözlerini açmasıyla gülümsedi ve boynuna sarılarak yanağından öptü.

"Boya olduğunu biliyordum!"

Oğlunun elini tutan kadın, küçük parmakları dudaklarına götürüp öptü.

"Üşümüşsün!" diye mırıldandı endişeli bir sesle.

Küçük çocuk hıçkırarak konuşmaya başladı.

"Üşüdüğüm için mi oldu tüm bunlar?.. Babam niye burada uyuyor ki? O da üşür. Biraz soğuk burası. Kalksın da yatağınıza gidin he. Olmaz mı?"

Gözyaşları gözlerinden akan kadın hıçkırdığında acıyan yarasıyla acı bir nefes aldı.

"Anne? Neden oyuncak bir bıçak var orada?"

"Burak..." diye fısıldadı kadın çaresiz bir sesle.

Titrek nefesler alan çocuk "Tamam tamam. Bize öğretmenimiz demişti. Önce... Önce 112'yi arayacağım. Sonra da 155'i. Bir de... Dayımı arayayım. O çok güçlü her şeyi bilir. Ama... Babam ondan daha güçlü. Niye uyuyor ki? Şimdi uyku zamanı değil! Neyse... Telefon? Telefonu alayım ve ambulansı arayayım şimdi. Babam da uyandığında 'Aferin benim paşama! Annesini ve kardeşini korumuş, büyümüş benim oğlum!' der."

Ağlamaktan helak olmuş kadın, telefon almak için ayağa kalkan çocuğu durdurdu.

"Gitme!"

"Ama... Telefon?"

"Arayamazsın! Jammer var. Bir cihaz. O çalışırken kimseyi arayamazsın."

"Tamam o zaman. Oktay abi yeni araba almı..."

"Burak!.. Yapabileceğin bir şey yok oğlum. Şu an herkes..." duraksayan kadın 'öldü' diyerek içinden tamamladı cümlesini.

Dilek, öksürmeye başladı. Kan tadı aldığında korku dolu gözlerle oğluna baktı.

"Beni dinle oğlum!" diyen kadın, oğlunun kızardığı için daha fazla belli olan yeşillerine baktı.

Burak, başını olmaz dercesine salladı. Kesik kesik nefesler alan çocuk elleriyle başına vurmaya başladı.

"Uyanmak istiyorum ben! 10'a kadar sayacağım ve... Uyanacağım! Ben yine üstüm açık uyudum. Bu yüzden de kötü rüya görüyorum. Ama bu rüya... Anne bu rüya çok kötü! Canımı çok yakıyor. Lütfen uyanayım! Uyanmak istiyorum ben!"

Hıçkırarak ağlayan oğluna, zorlukla sarıldı kadın. Nefes alış-verişi gittikçe yavaşlarken, başı da dönmeye başlamıştı.

"Bana bak bebeğim!" diyerek geri çekildi Dilek.

"Bundan sonra bebeğim demene de kızmayacağım. Hiç yaramazlık yapmayacağım. Çok uslu olacağım! Sonra... Ödevlerimi de hep zamanında yapacağım. Yarın kahvaltıda yumurtayı yerken seni zorlamayaca..."

"BURAK!"

Annesinin, bağırmasıyla birlikte irkilen çocuk, annesinin göğsündeki bıçağa baktı. "Anne lütfen! Lütfen ölme..." diye fısıldadı elleriyle akan kanı durdurmaya çalışırken.

Kadın bir kez daha öksürdü. Güçsüz nefesler alırken elini oğlunun yanağına koydu.

"Seni çok sevdiğimi... Sevdiğimizi hiç unutma olur mu? Büyü ve... Çok güzel bir adam ol oğlum! Vatanımıza yakışır bir adam... Ve mutlu ol! Tek dileğim bu... Rabbim karşına açtığımız yaraları tek tek iyileştirecek bir hayat arkadaşı çıkarsın! Seni, senden çok seven... Gözüm arkada kalmayacak. Dayın, deden, babaannen, Sevda annen, Enver baban... Hep yanında olacak! Bizim sevdiğimiz kadar sevecekler seni. Bunlara şahit olmana sebep olduğumuz için çok özür dilerim küçük Alfam!"

"Siz olun. Ben sizin de yanımda olmanızı istiyorum!.. Benim yüzümden değil mi? Dün o heykeli kırdığım için! Bilerek olmadı ki! Hem... Hem ben onun parçalarını çöpten aldım. Hepsini yapıştıracam. Eski haline getireceğim. O yüzden... Biz de eski halimize gelebilir miyiz? Babam uyansın, sen ayağa kalk... Kardeşim de... Anne? Anne? Anneciğim niye konuşmuyorsun? ANNE! ANNEEEE!!!"

Annesini omuzlarından dürten çocuk tepki alamadı. Gözleri açık olan kadına baktıktan sonra, yine gözleri açık olan adama döndü.

"Baba? Babacığım? Annem uyanmıyor! Kalkın artık. Üşürsünüz siz burada!" diyerek ayağa kalkan çocuk sendeledi.

"Ben... Ben birilerini getireceğim. Siz durun tamam mı burada? Ben hemen geleceğim. Büyükler her şeyi çözerler. Ben hemen büyük birini getireceğim!"

Kırık kapının yanına giden Burak, karanlık sokağa baktı. Baş parmağını kemiren küçük çocuk geriye babasının yanına geldi.

"Babacığım? Hani annem seni koruması için muska vermişti ya... Onu alabilir miyim? Dışarısı biraz karanlık da..." diye mırıldanan çocuk babasının boynundaki muskayı çıkarıp boynuna taktı.

"Tamaaam! Şimdi ben sizi kurtaracağım!" diyen çocuk hevesle kapıya koştu. Kapının yanına geldiğinde biraz yavaşlasa da... Elini boynuna götürerek muskayı sıktı ve hızla dışarı çıktı.

Karanlık sokaktan dolayı azıcık korksa da, koşarak ,yan eve, Oktay abilerin evine gitti. Tüm sokak boyunca 2 katlı evler vardı. Ama Oktay abisinin yeni arabası hızlıydı, hastaneye hemen giderdi. Bu yüzden de ilk olarak onlara gitmişti.

"Allah Allah! Herkes uyanık galiba! Hep ışıkları açık. Namaz vakti geldi galiba! Uyandırmama kızmazlar. Yaşasın!" diyen çocuk, Oktay abisinin evine ulaştı. Kapıyı açık görünce kaşlarını çattı.

"Oktay abiii? Kapıyı açık unutmuşsunuz! Geliyorum içeri..." diye seslenen çocuk içeri girdi.

Açık televizyonun sesini duyunca gülümsedi.

"Ohh! Korktum Oktay abi yaa! Neden ses verm..."

Küçük Burak, ayağındaki pofuduk kurtlarına bulaşan kırmızı boyayla duraksadı. Yavaşça başını kaldırdığında, koltuğun üstünde başı değişik gözüken ve bütün yüzü kıpkırmızı olan adamı görünce geriye gitti. Korkudan bembeyaz kesilen çocuk kaçarcasına dışarı çıktı. Mahallenin ortasında duran küçük, ışığı açık olan evlere bakarak etrafında bir tur döndü. Ve o zaman gördü. Bazı ışığı açık camlardaki kırmızı boyayı, kapısı açık evleri...

Tüm mahalleyi bir çığlık sardı. Korku dolu, isyan dolu... Küçük bir çocuğun çığlığı...

Çığlığı duyan Burak yerinden sıçradı. Acıyan boğazını farkettiğinde... Çığlığı atanın aslında kendisi olduğunu anlaması uzun sürmemişti.

Başı dönen çocuk, tekrardan sokağa baktı. Yanağından yaşlar akarken korkuyla evine doğru koşturdu. Eve girdiğinde babasının yanına gitti.

"Babacığım? Hadi kalk! Ben biraz korktum galiba! Baba?.. Baba lütfen kalk! Söz... Bundan sonra bütün incirlerim senin olacak. Ben hiç yemeyeceğim hepsini size vereceğim. O yüzden kalk lütfen! Babacığım... Yalan söyledim az önce. Biraz değil çok korkuyorum. Çok çok çok hem de... Kalkıp bana sarılabilir misin? 'Hepsi... Hepsi geçecek der misin?" Ba...Bab...Babacığım LÜTFEN! LÜTFEN UYAN!"

Hıçkırıklarla ağlayan çocuk başını babasının omzuna gömdü.

"Ama yarın gezecektik hani? Hem... Daha yeni geldin! Ben senin kokunu içime çok çekemedim ki!.. Anne? Anneee? İncir reçelim döküldü. Yenisini yapmayacak mısın bana şimdi?.. Miniğim? Bari sen bir şey söyle? Her yer çok sessiz! Ben... Ben çok korkuyorum!"

Çocuğun fısıltısı sessizlikte yankılandı. Kendi aldığı nefesten bile korkmaya başlayan çocuk, koltuğun üzerindeki polar battaniyeyi aldı.

"Soğuk oldu burası! Üşümeyelim!" diye kendi kendine konuşan çocuk annesi ve babasının ortasına yattı. Önce babasına döndü ve açık gözlerine baktı. Bir filmde gördüğü gibi ellerini gözünün üstüne getirdi ve yavaşça aşağı indirdi. Kapanan gözleriyle beraber yanağına bir öpücük kondurdu. Aynı hareketi annesinde de tekrarlayan çocuk "İyi geceler anneciğim! İyi geceler babacığım!" diye fısıldadı.

Güzelce örtüyü üstlerine örttükten sonra sol eliyle babasının, sağ eliyle de annesinin elini tuttu. İkisinin elini de hızla atan kalbinin üstüne koyan çocuk, gözlerini kapattı. Ağlamaktan bitap düşmüş bedeni uykuya dalarken... Kalbi de mânen atmayı bıraktı. Kalbi madden kan pompalasa da, küçük çocuk o gün ölmüştü. Taa ki 14 yıl sonra karanlık bir bodrum katında, kucağında küçücük bir bebekle kendisine bakan, ela gözlerle tanışana kadar...

🦋

"Hayır! Ne diye gecenin bir yarısı uyanıp, Burak'a gideceğim diye tutturdu ki bu çocuk? Ve biz neden bunu kabul edip sabahın köründe buraya geldik?" diye sordu arabayı kullanan Enver.

Sevda arka koltukta uyuyan oğluna baktı.

"Sen de gördün aşkım! Kabus gördü ve ağlamaya başladı. Zaten gelmeye niyetliydik... Sadece yola erken çıkmış olduk!"

"Tamam da... Saat sabahın 6'sı Sevda. Bu saatte Dilek'in kapısını çalsak kızı korkturu..."

Sevda, arabayı durduran kocasına baktı.

"Aşkım bu ev değil. 4 ev sonraki Dileklerin e..."

Mahalleye bakan kadın kaşlarını çattı. Buraya ne olmuştu böyle. Korkuyla kocasına döndü.

"Arabadan inmeyin siz!" diyen adam kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

Yanındaki ilk eve gidip kapıyı çalan adam, açık kapıdan içeri girdi.

Sevda, aklındaki saçma düşünceleri atmak için başını salladı. Kocasının bembeyaz bir yüzle dışarı çıktığını görünce korkuyla yutkundu.

"Ne oldu?" diye soran kadın, kocasının kendisini duyduğunu sanmıyordu.

Adam, mahalleye bir kez daha baktıktan sonra bakışlarını Dilek'lerin evine çevirdi. 'Evin kapısı açık mıydı?'

Telaşla kapıyı açan kadın, kocasının kapıyı tutmasıyla arabadan inemedi.

"İnme..." diye fısıldayan adam derin derin nefesler alıp veriyordu. Kocasının dolu gözlerini gören kadın yanağındaki ıslaklığı hissettiğinde, ağladığını farketti.

"Ne oluyor?" diye fısıldayarak sordu.

"Bilmiyorum ama... Ambulansı ve polisi ara Sevda. Bir de... Sinan'ı!"

Arka koltukta bu konuşmaları dinleyen küçük çocuk daha fazla dayanamadı ve kapıyı açtığı gibi koşmaya başladı. Kardeşine doğru...

Emre'nin arabadan fırlamasıyla birlikte Enver ve Sevda da peşinden koşmaya başladı.

"EMRE!" diye bağıran adam, oğlunun karşılaşacağı manzarayı maalesef biliyordu. Az önce girdiği evde tam 4 kişi vardı. 1 kadın, 1 adam, yaşlı bir adam ve... 1 çocuk. Hepsi de ölüydü.

"SAKIN!.. DUR OĞLUM" diye bağırdı adam korkuyla. Bir yandan da mucize olmasını diliyor, evdekilerin hayatta olması için dua ediyordu.

Emre, hayatında hiç olmadığı kadar hızlı koşuyordu. Gecenin bir yarısı kalbindeki sıkıntıyla ve hatırlayamadığı kabusundan ağlayarak uyanmasıyla Burak'ı görmek istemişti. Ve gördüklerinden sonra... Karşılaşacağı şeyden deliler gibi korkuyordu.

Kapısı kırık eve geldiğinde, kendini hızla içeri atan çocuk... Karşılaştığı manzarayla donakaldı. Her yerde olan kırmızı izler kan olamazdı değil mi? Bakışlarını sehpanın yanında yatan bedenlere çevirdi. Üstelerindeki polardan yüzleri belli olmasa da... Krem polar, yer yer kan kırmızısına dönmüştü. Titreyen bir sesle, seslendi çocuk.

"Burak?.. Dilek anne?.. Yiğit baba?.. Neden... Neden burada yatıyorsunuz?"

Onlara doğru bir adım atan çocuk, kolundan tutarak yüzünü kendisine çeviren adamla duraksadı.

Annesinin ağlama sesleri kulaklarında yankılanırken, babasının "Bakma!" diyen sesini duydu Emre.

'Bakmamak?' Kardeşine bakmadan durabilecek miydi ki Emre? Ya da kardeşi olmadan... Yaşayabilecek miydi?

Babasının kollarından hızla kurtulan çocuk "BURAAAK!" diyerek koşmaya başladı.

Poları kaldırdığında gözlerine bakan yeşil gözleri gördü ve titreyen dizlerinin üzerine düştü.

Doğrulan Burak'ın vücudunu kontrol eden çocuk "Yaşıyorsun!" diyerek fısıldadı.

"Emin misin?" diyerek fısıldayan kardeşinin buz gibi ses tonunu duyduğunda, korkuyla yeşil gözlere baktı. Bir gecede büyüyen çocuğun gözleri bomboş bakıyordu.

Olanları idrak etmeye çalışan Emre, Dilek annesinin ve Yiğit babasının cansız bedenlerini gördü. Yanaklarından akan yaşlarla hıçkıran Emre'nin aksine, Burak tepkisiz bir şekilde oturuyordu. Enver, Emre'yi alarak kapının yanına götürürken, Sevda da Burak'ın yanına çömelerek çocuğa baktı.

"Oğlum?" diyerek kendisine seslenen süt annesine boş bakışlarını çevirdi Burak.

Sevda, hıçkırıklarını tutmaya çalışarak ellerini Burak'a uzattı.

"Hadi bırak onları. Gel!"

Burak, tuttuğu ellere baktı. Buz gibi ve bembeyaz olan eller kanla kaplıydı. Ama... Yine de annesi ve babasının eliydi.

Burak sessiz kalarak başını iki yana salladı.

"Bırak! Onlar... Bunu yapmanı istemezlerdi!"

Burak, soğuk gözlerle karşısındaki kadına baktı. 'Onlar... Gözlerimin önünde öldükleri halde... Yaşayabileceğimi zannettiler! Benim sadece 11 yaşımda olduğumu hatırlayan biri yok mu?'

Emre, babasının kollarının arasından çıktıktan sonra, Burak'a doğru yaklaştı ve dizleri üzerine çöktü. Yaralı çocuğa sımsıkı sarılan çocuk fısıldadı.

"Bundan sonra... Senin hep yanında olacağım kardeşim. Düştüğünde... Elinden tutup kaldıracağım. Söz veriyorum!"

Emre, geri çekilerek ayağa kalktı ve elini uzattı. Kendisine uzatılan ele bakan Burak, bakışlarını kızarmış mavi gözlere çevirdi. Orada gördüğü acı ve kararlılık, Burak'ın ellerindeki soğuk elleri yavaşça bırakmasına sebep oldu. Anne ve babasının kanına boyanmış olan sağ eliyle, kendisine uzatılan sıcak eli tutan Burak yavaşça ayağa kalktı. Etrafına bakan çocuk, bakışlarını solgun bedenlerde durdurdu. 3 büyük kaybı vardı. Kimsenin dolduramayacağı...

O gün... Çocuğun yetim ve öksüz kaldığı gündü. Çocukluğunu yaşayamadan büyük adam olduğu... Kabuslarından dolayı insomnia (uykusuzluk) hastalığının başladığı... Ruhunun kaybetme korkusuyla tanıştığı ve tüm hayatının şekillenmesine sebep olan gündü.

O olaydan sonra günlerce konuşmayan çocuk, etrafındaki büyüklerin acıyan bakışlarla kendisine bakmasına daha fazla dayanamayarak yalan söyledi.

"Görmedim! Hiçbir şey görmedim.. . Sesleri duyduğumda odamda uyuyordum. Korktuğum için dolabıma saklandım. Saatler sonra aşağı indim ve kısa süre sonra da Emre'ler geldi!"

Hayatının en büyük yalanını söyleyen çocuk, 17 yıl boyunca her gün aynı cehennemi tekrar tekrar yaşadı. Ve etrafındaki herkes onun yaşadığı cehennemin büyüklüğünden bihaberdi.

Yıllarca mezarlığa gidenler, hüzünle 2 kişiyi ziyaret ederken, Burak doğmamış miniğini de ziyaret ediyordu. Ve miniğin varlığın sadece kendisinin bildiğini zanneden Sevda, bu gerçeği 'Canlarını daha fazla yakmaya gerek yok!' düşüncesiyle kimseye söylememişti.

Yine bu düşüncelerle öğrendiği gerçeği herkesten saklayan biri daha vardı. Sinan Kor...

İkiz kardeşinin göğsündeki bıçağa bakan asker, ilk anda anlamıştı. O bıçağı başkasının saplamadığını... Uzman görüşüyle gerçeği teyit adam oldukça derinden sarılmıştı. Ve yeğeni bu gerçeği öğrenmesin diye her şeyi yapardı. Bilmediği şeyse... Çocuğun zaten yaşananların en büyük şahidi oluşuydu.

Küçük Alfa, yıllar sonra biriyle tanışıp, aşık olduğunda... Şahitliğini yaptığı bu olaydan dolayı sevdiğinden uzak duracaktı.

Çünkü o Yiğit Kılıç'ın oğlu, Burak Kılıç'tı. Alfa'nın oğlu, Küçük Alfa... Ve babasına bu kadar benzeyen çocuğun en büyük korkusu gelecekte aynı şeyleri yaşamaktı. Daha da kötüsü, kendi çocuğuna yaşatmak...

Loading...
0%