@yasminiesa
|
Uykusundan bir anda uyanan Hilal, tavanla bakışmaya başladı. Hastane odasındaydı. Uyuyakalmış olmalıydı. Kararan havaya bakılırsa da daha sabah olmamıştı. 'Bu saatte neden uyandım ki?' Bu düşüncesinin hemen peşine duyduğu ezan sesiyle gülümsedi. Anlaşılan Ezân-ı Muhammedî onu uyandırmıştı. Oturduğu yerde doğrulurken duyduğu mırıldanma sesiyle kaşlarını çattı. "Anne lütfen! Lütfen ölme..." diyen fısıltıyı duyduğunda aceleyle yataktan kalktı. Perdeyi çekerek odaya ışık gelmesini sağladı ve hızla Burak'ın uyuduğu yatağa gitti. Burak cenin pozisyonunda, elleri yumruk olmuş bir şekilde sayıklıyordu. Gözündeki gözyaşı izlerini gören Hilal'in nefesi kesildi. Kesik kesik nefesler alan adamın alnında ter damlacıkları birikmişti. "Lütfen! Lütfen uyan!" diyerek sayıklamaya devam etti adam. Sesi, korkmuş küçük bir çocuk kadar aciz çıkıyordu. "Burak!" diye seslendi Hilal. Sevdiğini o halde gördüğü için acıyan kalbi, gözlerinden yaş olarak dökülmeye başlamıştı. Hilal, titreyen elleriyle adamın omzuna dokundu. Kabus gören adamdan bir inleme koparken, tekrardan sayıkladı. "Ben... Ben çok korkuyorum!" Hilal, elini ağzına götürerek hıçkırdı. Burak, geçen yıllara rağmen, bu şekilde kabus görecek ne yaşamıştı? "BURAK!" Hilal, sayıklayan adamı omuzlarından sert bir şekilde sarsmaya başladı. Kısa süre sonra aniden genç kızın dünyası alt üst oldu ve kendini Burak'ın üstünde buldu. Boynunda hissettiği ellerle şok içinde karşısındaki adama baktı. Kendisine bomboş bakan kızarık yeşil gözlerle karşılaştığında afalladı. Karşısındaki adamın kendisine tanımıyormuş gibi baktığını gören genç kız büyük bir şaşkınlıkla fısıldadı. "Alfa?" Hızlı hızlı nefesler alan Burak, bu hitapla kendine geldi ve kızın boynundaki ellerini geriye çekti. Yaptığı şeyi yeni farkederek "Özür dilerim!" diye fısıldadı pişmanlıkla. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki... Hilal, dudaklarını okumasa ne dediğini anlayamazdı. Doğrularak yatağın üzerine oturan adam, titreyen ellerini başının arasına aldı. "Burak?" diye fısıldadı Hilal ona yaklaşarak. Kesik kesik nefesler alan adam, sessiz kaldı. "Lütfen? Bir şey söyle! Korkutuyorsun" diye mırıldandı Hilal, adamın ellerini avuçlarının arasına alırken. "Nasıl hissediyorsun? Anlat... Lütfen?" Burak, elini geri çekmeye çalıştı fakat Hilal, buna izin vermedi. "Lütfen..." Hilal'in ses tonu adamın başını kaldırıp ona bakmasına sebep oldu. Kızın, kızarık gözlerini gördüğünde, acıyla gülümsedi. "Yine seni ağlattım sanırım ha?" "Boşver beni! Sen nası..." Genç kız, yüzünde hissettiği parmaklarla cümlesini tamamlayamadı. Kızın gözyaşlarını silen adam fısıldadı. "Deliler gibi istiyorum biliyor musun? Seni boşverebilmeyi... Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar istemedim hatta! Keşke yapabilseydim. Belki o zaman... Her şey daha kolay olurdu!" Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm beliren Hilal, Burak gibi fısıldayarak konuştu. "Öyle bir durumda... Her şeyin kolay olacağına inanıyor musun gerçekten?" Adam, kızın ela gözlerine baktı ve usulca başını iki yana salladı. 'İnanmıyorum. Senin yanında bulduğum huzuru, hiçbir yerde bulamıyorum ki ben. Sen yokken... Benim dünyam hep karanlık!' "Eskiden 'Özel bir gücün olsa ne isterdin?' diye sorduklarında 'Görünmezlik' derdim. Şimdi ise... 'Zihin okuma' diyeceğim sanırım. Hiçbir düşünceni benimle paylaşmıyorsun çünkü!" dedi Hilal, gözleriyle konuşan adama bakarak. Kızın üzgün sesini duyan adamın gözleri pişmanlıkla doldu. "Günahımı da almayalım ama... Sana anlattıklarımı kimseye anlatmadım ben!" "Biraz daha anlatsan?" Kızın şefkatli sesini duyan Burak, derin bir nefes aldı. Birkaç saniye sonra kendisine yalvaran bakışlarla bakan kıza dayanamadı ve konuşmayı başladı. "Hani... Hani ciğerlerini üşütünce her nefes alıp verdiğinde canın yanar yaa... O yüzden de asla derin nefesler alamazsın. Acı geçene kadar hep yarım nefeslerle idare etmek zorunda kalırsın... İşte böyle hissediyorum. Her zaman hem de. Özellikle de... Geceleri. Fakat bu hissettiğim üşütmek kadar basit değil maalesef. Çünkü bu acının asla geçmeyeceğini biliyorsun. Asla derin nefesler alamayacağını bilerek, yarım nefesler alıp vermek de... Canını her saniye daha fazla yakıyor. Geçmeyeceğini bilmek... Umudunu öldürüyor insanın. Ve insan... Umudu olmayınca yıkılıyor!" "Ben senin yanındayım... Sana umut olurum. Yıkılırsan kaldırırım!" dedi Hilal, Burak'ın elini sıkarak. "Kaldıramazsın! Kimse kaldıramaz. Ancak... Enkazımın altında kalırsın! Azgın sularımda boğulursun. Fazlası olmaz..." "Seninleysem sorun değil! Enkaz altında da kalsam, azgın sularda da boğulsam... Berabersek sorun değil!" "Sorun da bu ya zaten" diye fısıldadı adam acı dolu bir sesle. "İkimizin beraber olmaması için her şeyi yaparım... Ve yapacağım da!" "Gördüğün kabuslar yüzünden mi?" Burak, kızın elinin altındaki elini kurtardı. Hilal boşta kalan eliyle birlikte üzgün gözlerle adama baktı. "Ne yaşadın sen Burak?" diye fısıldadı kız titrek bir sesle. "Konuşmak istemiyorum!" diyen adamın sesi buz gibiydi. "Yıllar geçse de... Kabuslarına konu olmaya devam edecek kadar, ne gördü o yeşillerin?" Burak, sessiz kalarak bakışlarını kaçırdı. Yutkunuşunu ve eliyle oynayışını gören kız, çok doğru bir noktaya parmak bastığını anlamıştı. Burak'ın görsel zekası vardı. Bu da demek oluyordu ki... Gördüklerini/yaşadıklarını istese de unutamazdı. "Burak? Bana bakar mısın?" "Konuşmak istemediğini söyledim!' "Ben de konuşmayacağım zaten! Bana bakar mısın?" Adam bıkkın bir nefes vererek kıza döndü. "Gözünü kapat!" dedi Hilal kısık bir sesle. "Hilal gerçekten şu an..." "Lütfen!" Gözlerini deviren adam, kızın beklenti dolu bakışlarına dayanamadı ve dediğini yaptı. Bir yandan da söyleniyordu. "Umarım saçma sapan bir şe... " Burak, gözlerinin üstünde hissettiği dudaklarla cümlesini tamamlayamadı. Kalbi hızlanırken, nefes alış-verişlerini kontrol altına almaya çalıştı. Gözlerini yavaşça açtığında, kendisine sevgiyle bakan elaları gördü ve onu gözlerinden öpen kıza fısıldadı. "Bu da neydi şimdi?" "Hani küçükken düştüğümüzde, sevdiklerimiz acısını unutalım diye yaralanan yeri öperlerdi yaa... Ben de bu yüzden o güzel yeşil gözlerinden öptüm. Öpersem o gözler gördüklerini unutur da... Sen de artık kabus görmezsin diye." Gözlerini acı bürüyen adam, yeşillerinden acizliği anlaşılmasın diye gözlerini kapattı. Bu hareketiyle birlikte gözlerinden 2 damla yaş düşmüştü. Hilal, elleriyle o yaşları sildikten sonra adama sarılarak "Ve bu da... En büyük teselli. Ağlayacak bir omuz! Ağla!.. Yalvarıyorum ağla!" diye mırıldandı kız ve elini adamın kalbinin üzerine koyarak devam etti. "Şurası bataklık yaa! Gözyaşların, bataklığını az da olsa kurutacak! Söz veriyorum. En azından... Seni içine çekemeyecek bir hale getirecek. Belki çok derin nefesler alamayacaksın ancak... Yaşamaya devam edecek kadar nefes alabileceksin. O kadar acı da vermeyecek hem! Ağla Alfa'm! Bu yüzden ağla. Hıçkıra hıçkıra ağla... Benim için!" Kendisine sarılan kızla birlikte zaten sarsılmış olan adamın direnci, ondan duyduğu sözlerle tuzla buz oldu. İçine papatya kokusunu çekerken dudaklarından bir hıçkırık firar etti. Tüm bedeni hıçkırıklarla sarsılmaya başlayan adam, kıza sarılarak ağlamaya başladı. Ve adam 17 yıl sonra ilk defa gerçekten ağladı. Tüm kalbiyle, tüm ruhuyla... Onunla birlikte ağlayan, sevdiği kızın omzunda... 🦋 15 dakikanın sonunda, geri çekilen Burak arkasına yaslandı. "Daha iyi misin?" Sesinin çıkmayacağını düşünen adam, kızın sorusunu sadece başıyla onaylarak yanıtladı. Kısa süre sonra Burak'ın ayağa kalkmasıyla, Hilal de kalktı ve sordu. "Nereye gidiyoruz?" "Namaz vakti..." diye mırıldanan adamın sesi çatlak çıkmıştı. İkili sessiz adımlarla mescit katına gittiler. Hilal'in endişeli gözlerle ona baktığını gören adam "İyiyim" diye fısıldadı. Abdestini alan genç kız, mescitteki namaz kıyafetlerini giyerek namazını kıldı. Duasında, bolca sevdiği adamı zikrederken titreyen bir nefes aldı. Burak'ı bu hale getirmiş olan geçmişi öğrenmeye korkuyordu. Yine de... Öğrenmeliydi. Onun kabuslarına konuk olan olayı... Öğrenmeli ve sıkıca elini tutmalıydı. Asla bırakmamak üzere! Dışarı çıkan kız, bir süre geçtiği halde Burak'ın gelmediğini görünce korkuyla yutkundu. Erkek mescidinin kapısını açtığında içerisinin boş olduğunu gören Hilal, sevdiğinin orada olmasını umarak yoğun bakıma doğru koşmaya başladı. 🦋 Nefes nefese kapıyı açan kız, Burak'ı görmesiyle derin bir nefes aldı. "Neden haber vermeden ortadan kayboluyorsun?" diyen sesi sitem doluydu. "İkinci baktığın yerde değil miyim zaten? Boşuna endişeleniyorsun." "İkinci değil... İlk baktığım yer. Yoğun bakıma doğru giderken orada olmayacağını tahmin ederek buraya geldim!" diyen Hilal çatının kenarına yaklaştı. Yüksekliği farkettiğinde "Bakıyorum da gittikçe yukarılara çıkıyorsunuz Bay Olric!" diye mırıldandı. "Ne oldu yükseklik gözünü mü korkuttu? Sadece 13. kattayız! Mardin'deki ukala kız nerede? Hani yükseklikten korkmayan..." "Burada burada. Sen hiç endişelenme!" diyen kız geniş parapete doğru yaklaştı. Elini uzatan Burak'ın yardımıyla kenara oturdu. Burak, elini beline koymuş, herhangi bir yanlış harekette kızı tutmaya hazır bir şekilde tetikte duruyordu. Hilal bu durumu farkettiğinde gülümsedi ve fısıldayarak "Hem... Sen varken ben korkmam ki!" dedi. Adam, dudaklarında acı bir tebessüm belirirken konuşmaya başladı. "Ne garip değil mi? Sen ben varken korkmuyorsun fakat... Ben sadece sen varken korkuyorum!" "Beni koruyamayacağını düşündüğünden mi?" Adam, sessiz kalarak kıza baktı. Güneş ışınları yavaş yavaş kendini gösterirken bakışlarını aşağıya çevirdi. Boş sokakta tek tük insan seçiliyordu. "Biliyor musun? Küçükken... Yükseklik fobim vardı." Adamın kurduğu cümleyle birlikte Hilal, şaşkınca ona döndü. "Ne?" "O kadar da şaşırma!" "Korku da değil... Fobi diyorsun! Ciddi bir şey... Akademideyken mi yendin?" "Cık! Ben... Eskiden her yaz dedemlerin köyüne giderdik. 10 yaşındayken... Karşı komşularının çocukları 3. kattan düşüp ölmüş. Ben görmedim fakat... Bizden büyük çocuklar ballandıra ballandıra anlatırdı. Haliyle biz küçükler de bu durumdan oldukça etkilendi. O günden sonra... 2. kata çıktığımda bile camdan bakarken korkuyurdum. 3. kattansa aşağı bakmaya kalksam başım dönüyor, nefesim kesiliyordu. Sonra..." Burak duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Sonra?" diye sordu Hilal yumuşak bir sesle. Adam birkaç saniyeliğine ona baktıktan sonra devam etti. "11 yaşında... Cenazeden sonra... Beni dedemlere götürdüler. Ben... Gece... Kabus gördüm. Uyanır uyanmaz da... Evden kaçtım. Bizim köyde bir tepe var. Aşağısı uçurum. O güne kadar gitmeye hiç cesaret edememiştim. Ba-Babam da 'Sen büyüdüğünde beraber gideriz' demişti. Oraya gittim! Hiç unutmuyorum ay o gün çok parlaktı. Bu yüzden de her şey net seçiliyordu. Gittim ve... Şu anki gibi ,yıllar yılı yaptığım gibi, uçurumun kenarına oturdum. Ve o an anladım! Benim fobim yükseklik değilmiş. Yüksekten düşüp... Ölmekmiş! Ölmeyi umursamadığımdan... O günden sonra ne bir gökdelenin tepesine çıkmaktan ne de... Herhangi bir şeyden korktum!" Sana kadar... Kısa bir süre sessizlik oldu. Hilal, kaçamak bakışlarla baktığı adama döndü ve sordu. "Peki seni... Baban mı buldu?" Burak titrek bir nefes aldı. Elini yumruk yapan adamın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. "Dayım buldu. Babamın bulması... İmkansız! Keşke... O bulsaydı. Gerçi... O olsaydı daha kapıdan çıkmadan beni yakalardı. Düzeltiyorum. O... Bir an bile benim yanımdan ayrılmazdı ki zaten. Hatta... Bence bir şekilde kabus görmeme bile engel olurdu!" Adamın sesindeki hayranlık, özlem, acı ve sevgiyi duyan kız anlam veremeyerek ona baktı. "Bu... Ne demek?" Burak, sağ elini ağzının üstüne götürerek dudaklarını kapattı. Hilal, beden diliyle konuşmayacağını söyleyen adamı görünce derin bir nefes verdi. "Anlatmayacaksın anlaşılan! Bari... Neden yoğun bakımın önünde beklemediğimizi öğrenebilir miyim?" Denizin üstünden doğmaya başlayan güneşi izleyen adam fısıldadı. "Göremem... Onu o halde göremem. Ben... Onun ölümünü izleyemem! Olmaz!" "Neden hep en kötü ihtimali düşünüyorsun?" "Çünkü bendeki bu şansla en kötü ihtimal gelir beni bulur!" "Şansız mısın? Sen mi? Burak etrafında olan insanların farkında değil misin?" "Olması gerekenler yok ama..." diye mırıldandı adam. "Baban yanın..." "DEĞİL!" diye bağırdı adam isyan edercesine. "Ne?" diye fısıldayan Hilal'in sesi şok içindeydi. "Öldü... Benim babam öldü. Salih Aslan benim öz babam değil!" Burak'ın acılar içindeki sesini duyan Hilal, titrek bir nefes aldı. Alnını adamın omzuna yaslarken, onun elini tuttu ve fısıldadı. "Ben... Özür dilerim." Burak, aydınlanmaya başlayan havada belli olan gözyaşlarını saklamak için başını önüne eğdi. Bunu farkeden Hilal, doğruldu ve adamın başını, gözleri gözlerine bakacak şekilde çevirdi. "Benden acılarını saklamandan nefret ediyorum Alfa'm. Gözyaşlarını saklamandan..." "Ben de senin yanında bu kadar âciz olmaktan nefret ediyorum... Kelebeğim. Ve her şeye rağmen, bana iyi gelmenden..." Hilal, elini uzatarak adamın elini tuttu. Burak, bu temasa kayıtsız kalamayarak karşılık verdi. Kızın elini, bırakmak istemezcesine sımsıkı tuttu. Bırakmak zorunda olduğunu bilerek... "Baban nasıl biriydi? Hep... Annenden bahsettin. Sadece uçurumun oradayken babandan da bahsetmiştin." Burak, kıza baktı ve sessiz kaldı. Onun bakışları ve beden dilindeki bir şey, Hilal'in yanıldığını söylüyordu. Uçurumdan başka babasından bahsetmemişt... 'Olamaz! Hayır hayır. Lütfen o olmasın!' Hilal, aklına gelen düşüncelerle adama döndü ve korkarak sordu. "Sen... Suçladığın kişi... İçindeki küçük çocuğun affedemediği kişi... Baban mı?" Burak, gözlerini kaçırarak kesik bir nefes aldı. Hilal, gözlerini dolmaması için kırpıştırdı. Annesi değil diye sevinirken... Babası mıydı yani? "O zaman... Yıllardır mezarına gidemediğin kişi... Babandı!" "Hilal lütfen..." "Annenle mezarları yan yana değil mi? Kaç yıl oldu? Onları ziyaret etmeyeli... Burak?" Burak, suçlu bir çocuk gibi başını öne eğdi. "Liseyi İstanbul'da okuduğumu biliyorsun!" "Sen... 13 yıldır ziyaret etmediğini söylemeye çalışmıyorsun değil mi?" "Gidemedim! Sakarya'nın yanından bile geçemedim. Kaldı ki... Kabristana gideyim!" "Nasıl oldu? Nasıl... Vefat ettiler?" "Hilal gerçekten konuşmak istemi..." "Meraktan sorduğumu mu düşünüyorsun?" "Yok! Psikolog damarının tuttuğunu düşü..." "Ne psikologluğundan bahsediyorsun sen Allah aşkına? Ben senin acı çektiğini görmeye DAYANAMIYORUM! Söz konusu sen olduğunda ben de en az senin kadar acizleşiyorum! Aldığım tüm eğitimimi unutuyorum. Düşündüğüm tek şey... Seni teselli etmek, acı çekmeni engellemek oluyor. Ve ben... Bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyorum!" "Şu an bunu yapmıyor musun zaten?" diye mırıldandı Burak, birlikte olan ellerini havaya kaldırarak. "Sadece elini tutarak unutturabilir miyim? O kabusa neden olan olayı..." "Az önce odada yaşananlar... Ben yıllardır o şekilde ağlamadım Kelebek! Ağlayamadım. Ama sen..." Burak cümlesini tamamlamayarak sustu. Hilal, havada kalan cümleyi tamamladı. "Ben sana iyi geliyorum. İnan bana... Konuşmak da iyi gelecek. Bir anda... O günü anlat demiyorum. Anlatamazsın zaten biliyorum. Fakat... Konuşmaya başlamalısın artık. Yoksa... Kaybolup gideceksin!" "Kaybolsam ya? Yok olsam birden!" dedi Burak yorgun bir sesle "Seninle birlikte kaybolurum!.. Seninle birlikte yok olurum!" dedi Hilal kararlı bir sesle. "Senden kurtuluş yok mu?" "Yok! Ayrıca... Benden gerçekten kurtulmak isteseydin... Hisseder ve giderdim zaten." Güneş tüm turunculuğunu gökyüzüne yaymışken Hilal, başını Burak'ın omzuna yasladı ve gözlerini kapattı. Kısa süre sonra iyice mayışmışken, Burak konuşmaya başladı. "Babam... Evlenmeden önce MİT'te çalışıyormuş. Evlenince belirli görevlerden yavaş yavaş uzaklaşmış. Benim varlığımı öğrendiğindeyse... İstifasını vermiş. Ben yıllarca babamı dövüş hocası olarak bildim... Herkes gibi. Bir gün, göreve tekrardan çağırdılar. O da... Gitti. Aslında... Televizyonda şehit haberlerini gören oğlunun üzülerek, ileride asker olmak istediğini ve 'Hiçbir çocuğun, babasının ölmesine izin vermeyeceğim!' dediğini duyduktan sonra gitti. Tam tamına 7 ay 11 gün ve 4 saat!.. Ayda bir, 3 gün görürsem şanslı sayardım kendimi. Bazen... Süpriz yapardı. Sadece 5 saat kalırdı belki ama... O 5 saat benim tüm hayatımdı. 11'li yaşlarımı onu özleyerek geçirdim. İlk ayın sonunda dayımla annemi konuşurken duydum. Onun asker olduğunu, bu yüzden de gittiğini duyduğumda hissettiğim gururu hala hatırlarım. Sonra... Bir gün..." Burak titrek bir nefes aldı. Hilal gözlerini açmadan, adamın elini sıktı. Cesaret vermek istercesine... Adam omuzundaki kızın varlığıyla gözlerini kapattı ve devam etti. "Bir gün... Babam yine geldi fakat... Bir şekilde ifşalanmış sanırım. Sonuç olarak ikisini de öldür... Kaybettim!" Hilal, başını kaldırdı ve adama baktı. Burak, gözleri kapalı bir şekilde duruyordu. "Burak?" diye seslendi yumuşak bir sesle. "Hmm?" "Sen... Sen de orada mıydın?" Soruyu soran Hilal, alacağı cevaptan ölesiye korkuyor, kalbi de bu korkudan dolayı çok hızlı atıyordu. Burak, duyduğu soruyla hızla gözlerini açtı. Bakışlarında büyük bir şaşkınlık vardı. Kızın cesaret edip bu soruyu sorması onu şaşırmıştı. Bazı soruları sormak, cevapları duymaktan çok daha zordu çünkü. Kabuslarında yanında olan Emre de yıllardır cesaret edemediğinden bu soruyu asla sormamıştı. Fakat... Cesur Kelebeği sormuştu. Sormuştu sormasına da... Kızarmış elalardaki korkuyu gören adamın ruhu, kızı daha fazla üzmeyi kaldıramazdı. Bu yüzden de gün doğuşuna bakarak mırıldandı. "Değildim. Ben yukarıda odamd..." Hilal, adamı çenesinden tutarak başını kendisine çevirdi. Gözleri buluştuğunda ,fısıldayarak, tekrardan sordu "Sen de orada mıydın?" Çenesi titreyen adam, kesik kesik nefes almaya başladı. Her nefesle geçmişe yavaş yavaş giderken, elini sıkan parmaklarla şu âna döndü. Ela gözlü kelebeği, alacağı cevabı anladığından, gözlerinden inciler dökmeye başlamıştı bile. Burak ona bakarken yalan söyleyemedi. İlk tanıştıkları günden beri olduğu gibi... "Oradaydım! Her şeyin şahidi." Burak, fısıltıyla kurduğu cümleden sonra gözlerini kapattı. Gözünden akan yaşları gören Hilal ona sarıldı. Acısını dindirmek istercesine sımsıkı... Aradan geçen dakikalardan sonra genç kız sevdiğinin kulağına... Hayatının itirafını fısıldadı. "Seni seviyorum!" Burak, duyduğu cümleyle yutkundu. Göğüs kafesi hızla inip kalkarken, gönülsüzce geri çekildi. Ve acı bir sesle, zorlanarak konuşmaya başladı. "Ben... Böyle bir şeyi duymamış sayacağım. Sen de bir daha asl..." "Seni seviyorum Alfa'm!" Hilal'in tekrarladığı cümleyle yeşil gözleri acı bürüdü. "Sevme beni... Yalvarıyorum sevme!" diye fısıldadı adam çaresiz bir sesle. "Artık çok geç!" "Ben sana yıkımdan başka bir şey getirmem Hilal. Canını yakmaktan, sonun olmaktan öteye gitmem!" "Sonum olman konusunda bir itirazım yok!" diye mırıldandı kız, elini adamın yanağına götürürken. "Yapma lütfen... Hilal bakma şöyle!" dedi Burak kısık bir sesle. Elini, yanağındaki kızın elinin üstüne koydu ve gözlerini kapattı. "Senden bir şey istemiyorum. Sadece... Yanında olmama izin ver! Ve... Bana 'Kelebek' diye seslenmeye devam et!" "Yapamam!" "Hangisini?" "İkisini de..." "Neden? Yani... Neden öyle seslenmiyorsun artık?" "Çünkü aklıma kütüphanede geçirdiğimiz zamanlar geliyor!" Hilal, yavaşça geri çekildi. Burak gözlerini açtı ve yanağındaki eli tutarak kıza engel oldu. "Yine mi o zamanlar yalandı diyeceksin?" diye sordu kız hüzünle. "Yalan mı? Hilal, ben hayatımda... Hiç o zamanki kadar yalın olmadım! Ve... Bu hoşuma gitmiyor." "Ne yapacağız peki?" Burak ağzını açtı ve tekrardan kapattı. "Beni sevmeyi bırak mı diyeceksin yoksa?" "Şu kelimeyi kullanmasan?" "Gözlerim bas bas bağırırken mi?" Burak isyanla derin bir nefes verdi. "Hilal lütfen!.. Susmaya devam etsek?" "Ben... Susmaya devam ederim. Yani umarım! Fakat... Sen de, bir öyle bir böyle davranmayı keseceksin!" "Peki ya... Bunun sonu ne olacak?" "Beraber göreceğiz! Yaşayarak..." Burak, Hilal'in yanağındaki elini tutarak bacağının üstüne koydu ve derin bir nefes aldı. "Yani... 2 yıl boyunca iyi geçineceğiz. Sonra da... Ben kendi yoluma sen kendi yolu..." Burak, konuşmasını yarıda keserek alaycı bir kahkaha attı. "Ben bile bu söylediğime inanmıyorum! Seni nasıl ikna edeceğim?" Hilal anlayışla tebessüm etti. "Beni ikna edemezsin zaten Burak. Ne yaparsan yap yanında olacağım. Özellikle de... Bugün yaşananlardan sonra!" "Üsse ilk geldiğin gün timden ayrılmalıydım!" "Ayrılabileceğini düşünüyor musun gerçekten? Beni tehlikeyle baş başa bırakamazdın ki! Sen değil miydin, mesleğini tehlikeye atarak... Beni öz babamdan bile korumaya çalışan?" Burak şok içinde kıza baktı. "Sen... Nasıl?.. Ne zamandır?" "Vay be! Kaderde koskoca Alfa'nın şok içinde, peş peşe sorular sıraladığını görmek de varmış! "Kim söyle... Neden soruyorsam? Kim olduğu belli! O Ulaş denen kaçığı bir elime geçirirsem..." dedi Burak sinirle. "Kızma Ulaş'a! Ben zorladım." "Koruma şunu!" diyen Burak, öfkeyle nefesini verdi. Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi. Adam "Gülüyor musun bir de?" diye sorarken burnundan soluyordu. Hilal, parlayan gözlerle adama döndü. "Kıskanç Burak'ı ayrı seviyorum!" Adam, titrek bir nefes aldı. Dudaklarında istemsiz bir tebessüm belirirken mırıldandı. "Ben seninle ne yapacağım Kelebeğim? Zaten durduramıyordum. Bundan sonra hiç durduramam." Derin bir nefes alan adam sordu. "Ne zamandır biliyorsun?" "En başından beri!" "En başından beri?" diyen Burak şok içinde kıza baktı. Hilal, suçlu bir çocuk gibi dudağını ısırdı ve omuzlarını silkti. "O yüzden, ne yaparsam yap... Gitmedin!" Hilal sevgi dolu gözlerle Burak'a baktı. "Tabii o da var ama asıl neden..." diyen kız boştaki elini adamın yanağına koydu. "O yeşiller... Bana böyle bakıyorken nasıl gidebilirdim ki?" diye fısıldadı. Burak, gözlerini kapattı ve kızı kendine doğru çekti. Hilal, başını adamın omzuna yaslarken dudaklarında huzur dolu bir gülümseme vardı. Dakikalar sonra Burak geri çekilerek kıza baktı ve çaresizce mırıldandı. "Ne yapacağız?" "Bekleyeceğim!" diye mırıldandı Hilal. "Neyi bekleyeceksin? Kabuslarımın geçmesini mi?.. Sana çok kötü bir haberim var Kelebek! Seninle tanıştıktan sonra... Kabuslarım azalmadı. Tam tersine... Arttı. Daha da kötüleşerek!.." Hilal, bileğini gösterdi. "Şu bileğimde gördüğün yıldızlı bilekliği... Sevdiğim adam verdi. Onun asker olduğunu öğrendiğimde... Hilal'e yıldız hediye eden vatan aşığına, kalbimi tamamıyla teslim ettim. 2 hafta öncesine kadar sadece bir hediye sandığım bileklik, aslında bundan fazlasıymış!" Burak, bıkkın bir şekilde, derin bir nefes aldı. "Bu konuyu kapatmadık mı?" "Nedenlerini öğreneceğim güne kadar... Kapatmayacağım!" diye mırıldanan kız o günü hatırladı. 2 Hafta Önce İlgilendikleri davanın dosyasını inceleyen Burak oflayarak arkasına yaslandı. "Yok yaa! Ben yasa adamı falan değilim. Bu şerefsizin şerefsiz olduğunu biliyoruz ama kanıt lazım diyorlar. Çok sinir bozucu!" Hilal, söylenen adamla birlikte güldü. "Gerçekten merak ediyorum. Sen şu zamana kadar onca davayı nasıl çözebildin acaba?" "İllegal yollarla?" dedi Burak muzip bir sesle. Hilal, etrafa kontrol edercesine bakışlar attı. Ve şakacı bir sesle konuştu. "Şşşt! Yerin kulağı var Olric. Yakalanacaksın bak!" "Burada bizden başka kimse yok Asena." "Farkındayım!" diye fısıldadı Hilal. Onun ses tonunu duyan Burak yutkundu. Kıza olan bakışları derinleşmişti. Adamın yakıcı bakışları karşısında Hilal telaşla ayağa kalktı. "Ben... Ben bir kahveleri tazeleyeyim. İşimiz çok ne de olsa!" Kızın peşinden bakan adam bıyık altından güldü. Eli ayağı birbirine dolaşmış bir Kelebek ha? Tatlı... Dosyayı incelemeye geri dönen Burak, Hilal'in telefonunun çalmasıyla mutfağa doğru baktı. "Kim arıyor? Nisa'nın mesaiye kalma ihtimali vardı. Bir bakar mısın? Oysa aç geliyorum ben de şimdi!" Burak, rahat hareketlerle telefonu kendine çevirdi. Serkan yazısını görmesiyle kan beynine sıçradı. "Bunun numarasının sende ne işi var? Düzeltiyorum. Neden senin telefonunda kayıtlı acaba? Ve neden seni arıyor?" Hilal, elindeki kupaları masaya bıraktı ve kaşlarını çatarak sordu. "Kim?" "Serkan!" "Arkadaşııım" dedi Hilal savunmacı bir sesle. "Hadi yaa! Başka arkadaş mı bulamadın?" "Burak iyi misin Allah aşkına? Serkan'dan bahsediyoruz. Hani senin de arkadaşın olan" dedi Hilal. Burak öfkeyle bir nefes aldı ve "İstemiyorum!" dedi bir anda. "Neyi istemiyorsun?" Burak içinden 'Ben seninle adam akıllı bile konuşamıyorken, senin benden başka bir erkekle konuşmanı! Benden başkasına gülmeni... Benden başkasına bakmanı!' dedi. Fakat düşündüklerinğn aksine sessiz kaldı. "Bir sakinleşir misin? Neden böyle davranıyorsun Burak?" "Bilmiyor musun nedenini?" diye fısıldadı Burak bir anlık gafletle. Onun yeşil gözlerine bakan Hilal mırıldandı. "Biliyorum. Ben çok şey biliyorum da... Hiçbir şey göremiyorum be Olric!" "Yalan! Görmesen burada olmazdın!" "Doğru! Ben görüyorum... Senin göstermediklerini. Hayal olduğunu düşünmediğin zamanlar da yok değil! Söylesene! Neden bariz ortada olan bir şeyi inkar ediyoruz? "Hilal" diye mırıldanan Burak'ın sesi yorgun çıkmıştı. Hüsranla derin bir nefes alan Hilal "Bir yerde okumuştum. O zamanlar anlayamamıştım gerçi. Fakat şimdi... Anlıyorum. 'Seni sevmemi neden istemiyorsun? Eğer beni sevmiyorsan!' diyordu adam. Bizde ise..." Burak, bir anda ayağa kalktı. "Senin yine çenen düştü. Gidiyorum ben!" diyen adamın sesi kızgın çıkıyordu. Hilal, koltuğa oturarak arkasına yaslandı. Gözlerini kapatan kız ruhen tükenmişti. Burak, birkaç adım attıktan sonra duraksadı ve arkasını dönmeden konuştu. "Çok geçe kalma sakın!" Hilal, kapıyı kapatan adamın arkasından esefle baktı. "Umarım Burak'ı bulmaya çalışırken, bir gün kaybolmam!" Ayağa kalktı ve dosyaların başına geçti. Düşünmemeliydi. Düşünmek intiharla eşdeğerdi çünkü. Düşünürse... Pes ederdi yorgun ruhu! Ve ruhunun pes etmesi, kendi intiharına ve Burak'ın cinayetine sebep olurdu. Dakikalar önce yanında sevdiğiyle dosyaları inceleyen kız, tek başına ,üşüyerek, incelemeye devam etti. 🦋 Yarım saatin sonunda adam arabasını kenara çekti ve direksiyona yaslandı. Nefes alamadığını hissettiğinde elini acıyan kalbine götürdü. "Yapma be Kelebeğim! Lütfen susmaktan vazgeçme! Konuşursan... Bir daha o elalarını göremem. Sesini duyamam... Gülüşünü izleyemem! Yapma bana bunu!" Arkasına yaslanan adam acıyla gözlerini kapattı. Aklını üzgün gözlerle bakan ela gözler doldurduğunda küfrederek gözlerini açtı. Kelebeğini üzmekten başka bir şey yapmıyordu. Bravo ona(!). Telefonunu alan Burak, bir numara tuşladı. Bir süre sonra açılan telefonla konuşmaya başladı. "Poligon teklifin hala geçerli mi? Kafam feci bozuk!" Karşı taraftan acı bir fren sesi, ardından da okkalı bir küfür duyuldu. "Ulaş? Ne oluyor oğlum? İyi misin?" diyen Burak'ın sesi telaşlı çıkmıştı. "Bırak şimdi poligonu! Ben sana canlı hedef buldum." Ulaş'ın cümlesinden sonra bir silah sesi yankılandı. Arabayı yola çıkaran Burak bir yandan da söyleniyordu. "Neredesin sen? Lan oğlum bugün senin izin günün değil mi?" "Tatlım bu şerefsizlere defalarca dedim bunu. 'Sensiz olmaz bu hayat. Gel beni kaşı' diyorlar. Bela çekerim mübarek. Bir daha izin günümde evden dışarı çıkmayacağım. Gerçi bendeki bu şansla kesin hırsızlar, hırsızlık için benim evi seçerler!" "Neredesin?" "Saltuklulardayım bebeğim!" "Lan oğlum dalga geçme gelince önce seni vurur... Bir dakika bir dakika! Saltuk? Sakın bana onların mahallesinde olduğunu söyleme!" "Zevkle söyleyeceğim Mazoşistçiğim!" "Ulan Kaçık! Canına mı susadın sen?" "Off hem de nasıl! Kana kana içmek istiyorum hatta!" Burak, sinirli bir nefes aldı. "Biriniz ya! Biriniz normal olun!" "Oğlum normal olsak seninle ne işimiz olur?" Tedarikçileri olan Solucan'ın mekanına gelen Burak, arabayı hızla kenara çekti. Siyah kepini takarken, arabadan indi. Anahtarı mekanın sahibi olan Uygar'a fırlatırken "Acil cephane lazım!" dedi. "Sana da merhaba" diyen Uygar aceleyle içeri girdi ve bir sırt çantası getirdi. "3 silah ve bolca şarjör. Ne olur ne olmaz 2 sis bombası 1 de ses bombası! Başka?" "Yok. Teşekkürler. Sonra görüşürüz!" dedi ve hızla orada bulunan motosikletlerden birine atladı. Kulaklığı kulağına taktıktan sonra hızla yola çıktı. "Durumunu bildir! Önce olayı anlat!" "Sen 'Gelmeyeceğim!' dedin diye poligona yalnız gitmeye karar verdim. Yolda bir kapkaç olayı gördüm ve peşlerine düştüm. Sonuç mahalledeyim işte!" "Saltuk'un mahallesine giren polisi yaşatmazlar! Aferin sana(!)" "Kesinlikle! Müko hareket değil mi? Başkomisere ateş açtıkları için cümlesini karakola kaldıracağım!" "Sağ çıkarsan tabii!" "Bana olan inancın gözlerimi yaşarttı" dedi Ulaş alayla. Sonrasında ciddi bir sesle devam etti. "Arabadan ineceğim şimdi. Burada kendimi korumam imkansız. Az ileride bir depo var. Konumumu atıyorum. Ve Burak... Acele et! Adamlar tahmininden bile fazlalar. Beni bir keklik gibi avl..." "Saçma sapan konuşma! 10 dakikaya oradayım. Ekiplere haber verdin mi?" "Verdim de... Mahalleye girmeleri en az yarım saat! Biliyorsun." "Öfkemi atacak canlı hedefler. Biz şunu 5 dakika yapalım! Konum at! Ve... Sakın öleyim deme Kaçık! Yaralanma da!.." 🦋 "Adamı zaten bacağından, ve sağ kolundan vurdun. Neden sol kolundan da vuruyorsun Mazoşist?" "Canım istedi!" "Neye bu kadar öfkelisin sen?" diye soran Ulaş, saklandığı kolonun arkasından çıkarak birini daha indirdi. Geri siper aldığında mırıldandı. "The Walking Saltuks Adams Dead çok yakında sinemalarda!" "Ne saçmalıyorsun Kaçık?" diyen Burak 2 kişiyi bacağından vurdu. "Bu adamlar sürekli çoğalıyor diyorum!" "Deplasmandayız oğlum? Ne bekliyordun ki?" diyen Burak az önce bacağından vurduklarının, sağ kollarından vurdu. "Burak? Ne yapıyorsun? Ben sana adamlar çoğalıyor diyorum sen kalkmış oyun oynuyorsun! Buradan çıkınca poligona gideriz söz. Hadi şimdi doğru düzgün etkisiz hale getir şu şerefsizleri!" "Yeterince şarjör var!" "Hastanedekiler sövecek. Tepedekileri saymıyorum!" "Asıl sana sövecekler! Adamlardan çoğunu kesin öldürdün! Bu neyin öfkesi?" "Hiç hatırlatma!" diyen Ulaş sinirle birkaç adamı daha vurdu. "Hayrunnisa mı?" Duyduğu hitapla elindeki silahı öfkeyle Burak'a doğrultan Ulaş dişlerinin arasından konuştu. "NİSA! Ona bir daha öyle seslenirsen..." Burak, onun bu haline güldü. "Anlaşıldı patron! Sakin!" Ulaş, gözlerini devirerek çatışmaya devam etti. Burak da kolonun arkasından çıkarak 3 adamı indirdi. Adamlar gerçekten de bitmiyordu. Tüm mahalleyi çağırmışlardı anlaşılan. "Ona bu kadar değer veriyorken... Bu neyin inadı?" diye sordu Burak geri çekildiklerinde. "İnat mı? O kadar basit değil!" diye mırıldandı Ulaş. "Nesi basit deği..." "Belki lisedeyken inattı. Ya da... Belki de normal olduğunu düşünüyordum. Sıradan bir hoşlantı işte!" "Şu an öyle değil ama!" dedi Burak ateş ederken. "Kesinlikle değil! Fakat... Biz de o zamanki kişiler değiliz!" "Değil misiniz? Nisa'nın bakışlarını görmüyor musun?" "Görüyorum! Sorun da o zaten!" dedi Ulaş isyan edercesine. Çatışmaya devam eden ikili, şarjör değişikliği için duraksadılar. "Gerçekten anlamıyorum. Aydınlat beni!" diye mırıldandı Burak. "Nisa'nın kayıpları çok Burak! Hayatında kimsesi yok. Ben... Diyelim ki bir gün ona... Aile oldum! Sonra? Sonrası basit değil mi? Bir gün kapısı çalınacak ve... Benim şehit haberimi alacak. Bununla baş edemez! Beni de kaybetmeyi kaldıramaz! O sandığınız kadar güçlü biri değil. Ona bunu yapamam!" diyen Ulaş kolunun arkasından çıktı ve silahını ateşlemeye başladı. Kısa süre sonra Burak onu tişörtünden çekti. Ve hızla duvara itti. "Kendini öldürteceksin gerizekalı! Ayşe teyzeye oğlunun ölüm haberini veremem!!!" Ulaş sakinleşmeye çalışarak derin nefesler aldı. "Bugün..." diye mırıldandı adam çaresizce. "İzin günüm olduğu halde kendimi karakolun önünde buldum. Çünkü... Karakolun yanındaki okulda o çalışıyor. Tam o esnada dallamanın biriyle gülerek okuldan çıktı. Bir baktım onları takip ediyorum. Beraber bir kafeye yemeğe gittiler. Hayrunnisa o adama her güldüğünde... İçeri girip, elinden tutup onu çıkarmak istedim. Sonra... Sonrası yok işte! Bizim hayatımız belli Burak! Hayatımız da, sonumuz da... Beni en iyi sen anlıyorsun. Bu halde olduğuna göre anlaşılan Hilal boş durmuyor! Ben Nisa'ya bu icazeti verirsem... O da Hilal gibi davranacaktır. Ve... Ben senin kadar güçlü değilim! Ona kayıtsız kalamam. Bu yüzden de... Ona bir şerefsiz gibi davranmaya devam! Ondan uzak durmaya..." Burak, çaresiz haldeki Ulaş'a baktıktan sonra birkaç adam daha indirdi. Ulaş, toparlanmaya çalışarak çatışmaya devam etti. "Ben... Sandığın kadar güçlü değilim!" diye fısıldadı Burak aciz bir sesle. Ulaş, adamların durumuna bakıp Burak'a döndü. Koluna yaslanan adam gözlerini kapatmıştı. "Ne oldu?" "Aynı şeyler! Dediğin gibi... Hilal boş durmuyor. Susmuyor mesela! Sonra... Asla anlatamam dediklerimi anlattırıyor bana! Ve bu yaptığının farkında bile değil. İstemsizce konuşurken buluyorum kendimi ve... Bu hiç hoşuma gitmiyor!" "Bu kötü bir şey değil ki?" "Yanılıyorsun! Bu çok kötü bir şey. Ben... Anlattıkça daha çok bağlanıyorum. Hep yanımda kalsın istiyorum! Kıskanıyorum... En olmadık insandan bile hem de! Ve bunun sonu... İyi bitmeyecek!" diyen Burak öfkeyle kolonun arkasından çıktı. Tüm şarjörü adamların üstüne boşaltan adam, bir hedefi bile ıskalamamıştı. Telefonunun çaldığını duyduğunda öfkeyle çıkardı. "Deminden beri arıyorsunuz! Açmıyorsam işim vardır di'mi? Kapatıyorum!" "Hilal..." diyen adamı duyduğunda olduğu yerde donakaldı. "Ne oldu?" diye fısıldadı Burak korkarak. "Buse aradı. Hilal eve gitmemiş! Telefonu kapalı. Bu yüzden ne ulaşabiliyoruz, ne de nerede olduğunu tespit edebiliyoruz!" Başı dönmeye başlayan adam, aklına gelen saçma düşüncelerle kesik kesik nefes almaya başladı. Birinin kendini geriye çektiğini hissetse de tepkisiz kaldı. "BURAK!" diyerek onu sarsan Ulaş'a boş gözlerle baktı. Telefonunu elinden alan Ulaş, Emre'yle konuşmaya başladı. Bir yandan da adamlara ateş etmeye devam ediyordu. Burak ise elini acıyan kalbinin üzerine götürdü ve acıyla inledi. 'Allah'ım yalvarırım ona bir şey olmasın! Onu kaybedersem yaşayamam!' 🦋 Dosyalardan yorgunlukla başını kaldıran Hilal'in gözü saate takıldı. "Hayır hayır. Olamaz! Kahretsin!" diyen kız, hızla ayağa kalktı. Telefonunu alarak çıkışa doğru koşar adım giderek otoparka indi. Arabasına bindikten sonra fabrikadan çıkan kız kararmaya yüz tutan havayı gördüğünde mırıldandı. "Küfür eden bir insan olsaydım, tam da şu anda ederdim sanırım!" Hızla anayola giderken telefonundan gelen düşük pil uyarısıyla gözlerini pörtletti. "Hay bir bu eksikti! Telefonumu şarja takmayı unuttum. Burak Bey akıl mı bıraktı sanki?" Yan koltuktaki telefonuna uzanan kız, Burak'a haber vermek için rehberini açtı. Tam o sırada arabanın önüne atlayan köpeği gördüğünde, refleksle direksiyonunu çevirdi. Ağaçlık araziye doğru giden araba, bir ağaca çarpmak üzereyken, Hilal frene bastı ve direksiyonu ters istikamete çevirdi. Saliseler sonra arabanın içinde yankılanan yüksek ses eşliğinde ağaca çarptı. 🦋 "Kendine gel!" diyen Ulaş, Burak'a bir tokat attı. "Nerede olabilir bir düşünelim tamam mı?" Ulaş'ın cümlesiyle birlikte Burak'ın kilitlenen beyni çalışmaya başladı. Hızla telefonunu alan adam saniyeler sonra dehşet içinde "Olamaz!" diye mırıldandı. "Ne oluyor? Burak?" Üzerlerine gelen kurşunlar arttığında ikili nerede olduklarını hatırladı. Ulaş, misilleme yaparken, Burak telefonunun ekranıyla bakışmaya devam ediyordu. Ulaş, tekrardan Burak'a döndü. "Anlat!" "Hilal... Fabrikayla anayol arasındaki ormanda! Yolda değil. Ormanın içinde!" diye mırıldandı dehşet içinde. Ulaş'ın "Git!" demesiyle birlikte hızla fabrikadan çıkıp motora atlayan adam, vurulduğunun farkında bile değildi... |
0% |