@yasminiesa
|
Radar kontrol noktasında görevli olan 2 polis, önlerinden son sürat geçen motoru gördüklerinde hızla polis arabasına atladılar. "Bu hız da ne? Bu adam deli mi?" diyen Komiser Erol, arabayı çalıştırarak motoru takibe başladı. Dörtlüleri açık olan motor, arabalar arasında makas atarak ilerliyordu. "Bir şey mi oldu acaba? Dörtlüleri açık. Aynı zamanda diğer araçlara zarar vermeden gidiyor!" dedi yolcu koltuğunda oturan Kerem. Polisleri farkedemeyecek kadar telaşlı olan Burak, az ilerisindeki yeşil ışığın kırmızıya döndüğünü görünce okkalı bir küfür savurdu. Hızlıca bir hesap yapan adam, karşı şeritten gelen arabadan önce geçeceğine emin olduğunda hiç yavaşlamadan kırmızı ışıkta geçti. Bunu gören polis sirenlerini açarken yanındaki arkadaşına hitaben konuştu. "Az önce diğer araçlara zarar vermeden mi demiştin Kerem? Adam kırmızıda geçti!! Neyse ki... Şans eseri bir kaza gerçekleşmedi." Motoru süren Burak, siren seslerini duyduğunda bıkkınca derin bir nefes verdi. "Ne de güzel(!). Bir bu eksikti!" Plakasını anons ederek, durmasını söyleyen polislere rağmen süratini gram azaltmayan adam, hızla sağa saptı. Virajı hızla dönmesiyle birlikte motor ,neredeyse, yerle buluşmuştu. "Bu adamın canına kastı mı var? Kaza yapacak!" dedi Komiser Kerem telaşla. "Ya da yaptıracak!.. Nereye kadar devam edecek bu kovalamaca? Durmuyor da adam. Şehirden çıktık resmen!" diyen Erol Komiser oldukça öfkeliydi. Fabrika dönüşündeki benzinliğe gelen Burak, motorunu yavaşlatarak orman yoluna saptı. Motorunu neden yavaşlattığını sorsalar 'Yol toprak bu yüzden de kaza yapmak istemedim!' derdi. Fakat gerçek bambaşkaydı. Adam korktuğu için ,istemsizce, yavaşlamıştı. Karşılaşacağı manzaradan deliler gibi korktuğundan... Fabrika yolunun yarısındayken, dikkatini çeken ışıkla yavaşladı. Motoru durduran adam, titreyen bacaklarıyla motordan indi. Ormanlık alana yavaşça yaklaşırken, gördüğü sahneyle birlikte hızla ağaçların arasına daldı. 🦋 Son anda refleksle direksiyonunu kırması sayesinde çok büyük bir kazadan kıl payı kurtulan Hilal "Şükürler olsun!" diye mırıldandı. Aracın arka tarafı ağaca çarpıp paramparça olmuştu. Ön taraftaki genç kız bu çarpışmadan neredeyse etkilenmemişti. Tabii ki fiziksel olarak... Korkudan ödü kopan kız başını direksiyona yaslayarak sakinleşmeye çalıştı. Bir kaç dakika sonra aklına gelen düşünceyle doğruldu. Titreyen elleriyle emniyet kemerini çıkardı ve telefonunu aramaya başladı. "Lütfen kapanmamış ol!" diyen sesi umutsuzluk doluydu. Kapandığını biliyordu çünkü. Telefonunu bulup açmaya çalıştığında yanılmadığını anladı. "Offf! Ne yapacağım?" diyerek kararmış havaya baktı. Hızlı adımlarla yürürse, yarım saate kalmadan benzinliğe ulaşmıştı olurdu. 'Hee tabii yürü sen yürü! Dizilerde olay yerini terkedenlerin başına mutlaka bir iş gelir. Bilmiyor musun?' diyen iç sesiyle birlikte hüsranla bir nefes verdi. 'Ne yapayım? Burada durursam birinin geleceği kesin mi sanki?' 'Burak seni burada bırakmaz!" 'Bırakmaması için önce burada olduğumu bilmeli! Ya o gelene kadar bir şey olursa?' 'Kocaman ormanda ne olabilir ki? Tenha bir yer. Ve de karanlık! Ve tehlikelerle dolu! Şimdi böyle söyleyince... Hilal çık kızım arabadan. Bir an önce git şu benzinliğe!' 'Off gitmesem mi acaba? Ya arabadan çıkınca savunmasız kalırsam?' 'Arabada nasıl savunacaksın kendini? Kapıları kilitlesen... Arka cam paramparça olmuş durumda. Hiçbir işe yaramaz. Başka çaren yok! Daha fazla geçe kalmadan in şu arabadan!' "Çok sevgili iç sesim de ayda yılda bir benimle aynı fikirde olduğuna göre... Kesin bana ayrılan sürenin sonuna geldim!" Kendi kendine konuşan Hilal, bir anda gülmeye başladı. "Ahh benim aptal kafam! Nasıl böyle bir hata yaptım ben? Neyse... Toparlan Hilal! Hadi! Çık şu arabadan!" Telefonunu çantasına koyan kız, arabanın kapısını açtı. Karanlık ormanı görünce aklına yüzlerce senaryo doluşmaya başlamıştı bile. Dizi/film ve kitaplar sağolsun(!) Arabadan birkaç adım uzaklaşmıştı ki aklına gelen fikirle arabanın bagajına yöneldi. Yerdeki kırıklara dikkat ederek bagajı açmaya çalıştı. Sıkışan bagaj açılmayınca, çantasıyla kırık camların olduğu bölgeyi temizledi. Üstündeki hırkanın kolunu elini kapatacak hale getirdi ve elini bagaj bölümüne soktu. Aradığını bulunca üzerindeki cam kırıklarını temizleyerek dışarı çıkardı. Yağmurlu günler için sakladığı şemsiyesini, bir gün savunma silahı olarak kullanacağını hiç düşünmemişti. Şemsiye elinde yürümeye başlayan kız elini boynundaki kolyeye götürdü. Karanlığa aşık olan Hilal, hayatında ilk defa karanlıktan korkuyordu. 'Mardin'de de karanlıkta kalmıştın! Hem... O zaman peşinde gerçekten de bir tehlike vardı!' 'O zaman yanımda Burak da vardı ama!' Düşünceler içinde yola doğru ilerleyen kız, gördüğü ışıkla duraksadı. Konuşmak için ağzını açtıktan hemen sonra kapattı. 'Akşam vakti kim neden burada olurdu ki? Olandan da hayr gelir mi?.. Gelmez!' Etrafındaki seslere kulak kabartan kız duyduğu ayak sesleriyle elindeki şemsiyeyi sıktı. Etrafını sarmışlardı. Işığın geldiği yönün aksi istikamette de birileri vardı. Tam bu sırada gözüne tutulan ışıkla elini gözüne siper etti. "Ve elimizde bir adet çok tatlı far görmüş tavşanımız var! Bugün şanslı günümüzdeyiz beyler!" diyen sesi duyduğunda korkuyla yutkundu. 'Sakin ol! Sen dövüş sanatları eğitimi aldın. Kendini gayet rahat savunabilirsin.' 'Sakin mi? Kaç kişi olduklarını bile bilmiyorum!' 'O zaman öğren!.. İşe görüşünü kesen ışığı engellemekle başlayabilirsin!" İç sesinin talimatlarını dinleyen Hilal, öne doğru adım atarak harekete geçti ve elindeki şemsiyeyi tüm gücüyle adamın telefonu tutan eline savurdu. Telefon yere düşerken, adamdan öfkeli bir küfür yükseldi. "AHH ELİM!" Etrafına bakınan Hilal, 3 kişi olduklarını gördü. Yanlarındaki köpeğin az önce önüne çıkan köpek olduğunu farkettiğinde şok içinde mırıldandı. "Bilerek yaptınız!" Adamlardan biri sırıttı. "Vaay! Zeki kız! En güzeli. Gerçi... Zeki olsaydın bu saatte tek başına burada olamaman gerektiğini bilirdin. Ve o elindeki şemsiye mi? Karşında 3 adam varken ne yapabilirsin ki?" "Öğrenmeye ne dersiniz?" diyerek mırıldanan Hilal, şemsiyeyle adamlardan birinin bacağına vurdu. Adam toparlanamadan boştaki eliyle gözüne bir yumruk geçirdi. Ona doğru gelen ikinci adama tekme atarken, üçüncü adamı def edemedi. Bir anlık boşluğundan yararlanan adam, Hilal'in karnına tekme attı. Kısa bir anlığına nefesi kesilen kız, toparlanmak zorunda olduğunun bilinciyle yavaşça doğruldu. Bunu yaparken boş durmayarak elindeki şemsiyeyi ters çevirdi ve kulpuyla kendisine tekme atan adamın kulağına hızlıca vurdu. Adamlar, beklemedikleri hamlelerle afallamışken, Hilal yavaş yavaş yola doğru gitmeye başladı. 'Onları bir şekilde hareketsiz hale getirmeliyim. Kaçmaya kalkarsam anında yakalarlar!' Aslında şemsiyenin sivri ucunu kullanırsa oldukça büyük bir şansı vardı. Fakat daha önce ciddi bir şekilde adam yaralamayan kız tereddüt ediyordu. "Karabaş git yakala oğlum!" diye komut verdi ışığı tutan adam. Köpeğin hırlayarak üzerine geldiğini gören Hilal korkuyla fısıldadı. "Köpek olmaz! Hayır!.. Ona zarar vermek istemiyorum." Yavaş hareketlerle geriye doğru kaçarken, patlayan silah sesiyle birlikte korkuyla sıçradı. Yüksek sesi duyan köpekse koşarak ormana kaçtı. Hilal, karşısındaki adamların şaşkın yüz ifadelerini görünce, rahat bir nefes alarak fısıldadı. "Burak!" Tam bu sırada arkasından sevdiği adamın sesi yükseldi. "Siz... Bu hayatta asla bulaşmamanız gereken kişiye bulaştınız. Şimdi... Ölümlerden ölüm beğenin!" Burak'ın oldukça ürkütücü çıkan sesi karşısında 3 adam bakıştı. Adamların kaçmaya hazırlandıklarını farkeden Burak, onlara doğru koşar adım ilerledi. Yanlarına vardığında silahının kabzasıyla ilk adamı bayıltırken, ikincisine de kafa attı. Arkadaşlarının bayıldığını gören üçüncü adamsa korkuyla geriye çekildi. "Özür dilerim. Biz... Ben... Bilmiyordum. O yüzden... Lütfen..." "SEN... Az önce ona tekme attın! Benim..." Dokunmaya bile kıyamadığım kıza... Tekme attın! Silahını beline sıkıştıran Burak, öfkeyle adamın üzerine yürümeye başladı. Adam geri geri giderken ona bir yumruk geçirdi. Bu yumrukla ayağı birbirine dolanan adam sendeledi. 2. yumruğu yediğindeyse yere düştü. Burak, yere düşen adamın üstüne çıkarak onu dövmeye başladı. Öfkesi her yumrukla azaltmak yerine artıyordu. Hilal, adam bayıldığı halde ona döven Burak'a seslendi. Burak, hiçbir tepki vermeden, adama vurmaya devam edince bağırdı. "BURAK! DUR!!" Kızın sesi ormanda yankılanırken, Burak'ın eli havada kaldı. Yavaşça adamın üzerinde kalkan Burak hızlı hızlı nefesler alıyordu. Kıza dönen adam öfkeyle bağırmaya başladı. "SEN... BEN SANA GEÇE KALMA DEMEDİM Mİ? BİR KERE YAA! BİR KERE DE BENİ DİNLE! NE DİYE..." Hilal, aralarındaki mesafeyi kapatarak adama sarıldı. "Şşt! Sakin ol!.. İyiyim ben." Burak, kızı kendine çekerek sımsıkı sarıldı. Başını kızın papatya kokulu saçlarına gömen adamın gözünden bir damla yaş düştü. Tüm vücudu titrerken çaresiz bir sesle konuşmaya başladı. "Aklım çıktı! Aklım çıktı Kelebeğim! Sana bir şey olsaydı ben..." Adamın ensesindeki saçları şefkatle okşayan kız "Olmadı ama!" diye mırıldandı. Elinin altındaki bedenin korkuyla titrediğini hisseden kız geri çekildi. "İyiyim ben! Gerçekten!!" Gözleriyle kızı inceleyen adam çatlak bir sesle konuştu. "Bir daha... Sakın bir daha beni bu kadar çok korkutma Papatyam!" Hilal elini adamın yanağına koydu. Bu temasla Burak gözlerini kapattı. "Söz veriyorum! Ve... Çok özür dilerim Alfa'm!" Burak, alnını kızın alnına yaslayarak sakinleşmeye çalıştı. Nefes alış-verişleri düzene girmişken "SAKIN KIPIRDAMAYIN!" diyen sesle birlikte ikili birbirinden ayrıldı. Burak, Hilal'in önüne siper olarak, belindeki silahı çıkarttı ve sesin geldiği yere tuttu. "Bir de silahın mı var?.. Ne oluyor burada? Yoksa... O adamları öldürdün mü?" diye sordu Erol komiser. Burak, karşısındaki polisleri gördüğünde silahını indirdi. "Öldürmedim fakat bu... İstemediğim anlamına gelmiyor!" diyen Burak'ın sesi gergin çıkmıştı. "Burak!" diyen Hilal'in sesi uyarı doluydu. "Ne Burak'ı? Hilal sen az önce yaşananların farkında değilsin sanırım?" Burak'ın öfke dolu sesi ve korku dolu gözleri karşısında Hilal pişmanlıkla fısıldadı. "Farkındayım... Kabuslarına bir yenisini de ben ekledim!" Duyduğu cümleyle yutkunan Burak bakışlarını kaçırdı. Silahını sımsıkı kavrayan adam, yerde yatan adamlara baktı. Eğer yetişemeseydi... Aklına gelen düşüncelerle birlikte içindeki öfke büyürken silahını havaya kaldırdı ve ateş etmeye başladı. Şarjör boşaldığında elini yavaşça indirdi. Endişeli gözlerle adamı izleyen Hilal, ona doğru bir adım attı. Onun adımıyla birlikte eş zamanlı olarak Burak bir adım geri çekildi. "Burak?" Derin bir nefes alan Alfa, yerdeki adamları gösterdi. "Onları gerçekten de öldürmek istiyorum!" "İkimiz de bunu yapmayacağını biliyoruz!" "Ben bundan o kadar emin olmazdım!" diyen Burak'ın sesi sert çıkmıştı. "Ben eminim! Sen... Durduk yere bir sivile asla zarar vermezsin!" "Durduk yere? O adamlar..." sözünü tamamlamayan Burak yerdeki taşa öfkeyle vurdu. "Biri burada ne olduğunu anlatabilir mi?" diye sordu Kerem. Yanındaki Erol'un öfkelenmeye başladığını hissetmişti. Burak, silahını beline sokarken kimliğini çıkarttı ve polislere gösterdi. "Kusura bakmayın!.. Ben Yüzbaşı Burak Aslan. Acil bir durum olduğu için az önce anonslarınıza duramadım!" Hilal, şaşkınca Burak'a baktı. "Madem insan gibi davranabiliyorsun... Neden cezaevinin önündeki askere öyle davrandın?" "Sana dokunmaya kalktı!" diyen Burak'ın sesi oldukça öfkeli çıkmıştı. "Yaa tamam da beni korumaya çalı..." Burak'ın bakışlarını gören Hilal cümlesini tamamlayamadı. "Evet! Seni... Benden korumaya çalışıyordu. Benden!" dedi Burak buz gibi bir sesle. "Senin asıl kızdığın da bu!" diye mırıldandı Hilal gerçeği anlayarak. Burak'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. Acı bir şekilde güldükten sonra mırıldandı. "Pek de haksız sayılmaz aslında!" "Yine mi başladık? Burak bu ani değişimlerin başımı döndürüyor!.. Az önceki adam nerede? Onunla konuşmak istiyorum!" Burak, hüzünlü gözlerle kıza baktıktan sonra fısıldadı. "O adamı istememelisin Asena! O adam ölü!!" Hilal, tam konuşacakken boğazını temizleyen memurla yalnız olmadıklarını hatırladı. "Yüzbaşım?" Burak da adamları yeni hatırlayarak onlara döndü. "Evet?" "Biliyorsunuz rapor yazmamız gerekiyor. Ne olduğunu anlatır mısınız?" Burak memnuniyetsiz bir şekilde suratını buruşturdu. "Ben anlatsam daha iyi olacak sanki?" dedi Hilal. "Buyurun Hanımefendi!" "Şey... Önce şu adamları arabaya mı götürseniz? Yüzbaşı şarjör boşalttı fakat... Öfkesi olduğu yerde duruyor!" "Şarjörü adamlara boşalttım sanki!" diye söylendi Burak. Komiserler adamları kelepçeledikten sonra, ayıltarak arabaya doğru götürmeye başladı. "Hala öfkeli gibisin!.. Sarılayım mı?" diye sordu Hilal, adamları izleyen Burak'a bakarak. Burak duyduğu cümleden dolayı şaşkınlıkla kıza döndü. "Sen... İnanılmazsın!" "Biliyorum!" dedi Hilal neşeli bir şekilde. Burak onaylamaz bir şekilde başını salladı. "Niye başını sallıyorsun? Sen dedin diye sarılayım dedim ben!" dedi Hilal savunmacı bir sesle. "Ne? Ben? Ben sana ne dedim? Öyle bir şey demediğime oldukça eminim!" dedi Burak kaşlarını çatarak. "'Papatyam' dedin ya! Bu da... Üzerinde sakinleştirici etkim olduğunun bir kanıtı. Ne de olsa papatya; strese karşı ,sonu zaferle biten, mükemmel bir savaşçı!" "Ben... Saçların papatya gibi koktuğundan öyle demişt... Ne diyorum ben yaa? Off Hilal! Bütün feleğimi şaşırttın!" diye söylenen adam kızın güldüğünü görünce "Hiç gülme!" diyerek çıkıştı. Çıkışmaya çalıştı demek daha doğru olur. Kıza olan bakışları o kadar yumuşaktı ki, Hilal, ona doğru yaklaştı ve fısıldadı. "Bana böyle bakman için... İlla kötü bir şey mi olması gerekiyordu?" "Cık! Kötü şeyler olacağından... Sana böyle bakmıyorum. Ve... Sakın buna alışma! Çünkü yarın karşında bu kadar aciz bir Burak olmayacak!" "Yanılıyorsun Burak Kılıç... Aslan! Söz konusu ben olduğumda... Sen hep acizsin! O duvarların bana işlemiyor. Çünkü ben zaten o duvarların içindeyim! Bu saatten sonra istediğin kadar duvar ör... Sadece ikimize özel dünyanı diğerlerinden saklamış olursun! Başka hiçbir işe yaramaz!" Hilal'in kendinden emin bir şekilde söyledikleriyle birlikte Burak ona bakmaya başladı. İkilinin bakışmasını kesense Erol Komiser oldu. "Evet Hanımefendi! Şimdi sizi dinliyoruz!" 🦋 Üs olarak kullandıkları fabrikadan dönüş kısmını 'bir arkadaşına giderken, yolunu kaybettiğini' söyleyerek değiştiren Hilal, tüm hikayeyi anlatmıştı. Kazanın planlı olduğunu öğrenen Burak'ı tutmak sanıldığından da zor olmuştu. "Karakola ifade için gelmeniz gerekiyor. İkiniz de Yüzbaşım! Bir de... Cezalar için bir şey yapamayız!" dedi Erol Hilal kaşlarını çatarak "Ne cezası?" diye sordu. "Yüzbaşı buraya gelirke..." Burak, komiser Kerem'in cümlesini "Ben anlatırım sonra!" diyerek böldü. Hilal, ona kısa süre baktıktan sonra onaylarcasına başını salladı. Burak, polislere dönerek konuşmaya başladı. "Peki o zaman! Siz... Merkez karakola götürür müsünüz adamları? Orada Organize suçlar şubesin... Olamaz!" Burak hızla telefonunu çıkarttı ve Ulaş'ı aradı. Çaldığı halde cevap verilmeyen telefonla birlikte kesik kesik nefesler almaya başladı. Meşgule düşen numarayı 2. kez çeviren Burak, gözlerinin kararmasıyla sendeledi. Korkmuş bir şekilde "BURAK?" diyerek ona yaklaşan kızı elini kaldırarak engelledi. Hilal'in şefkatini gören adamın bir çocuk gibi ağlamaya başlaması kaçınılmazdı. Ve Burak şu an kendini bırakamazdı. Telefon açıldığında sinirle söylendi. "Oğlum niye açmıyorsun şu telefonunu? Aynı gün içinde 2. defa aynı şeyi niye yaşatıyorsun bana? Beni öldürmek istiyorsanız çekin vurun! Yapmayın şöyle!" "Şey... Başkomiserim şu an burada değil!" Burak, tanımadığı erkek sesini duyunca yutkundu. "Nerede?" diye fısıldayan adam korkuyla devam etti. "Ona... Bir şey olmadı değil mi?" Karşı taraftan bir süre ses gelmeyince Burak nefessiz kaldı. "Bir... Bir şey söyle?" diyen adamın sesi titremişti. Karşı taraftan alaycı bir şekilde "Ne diyeyim sevgilim(!)?" diyen Ulaş'ın sesini duyduğunda inledi. "ULAN! Öldüreceğim lan seni! Ağzını burnunu kıracağım. Aklına hayaline gelmeyecek işkenceler edece..." "Sakin ol! Bir şeyim yok!" "SAKİN OLAYIM? Ne de kolay söylemesi!.. Bugün 'Burak'ı ne kadar delirtebiliriz hadi öğrenelim!' günü falan mı? Duble çalışıyorsunuz bir de!" "İyiyim Burak!" "Ama ben iyi değilim" diye mırıldandı adam. Hilal, endişeli gözlerle ona bakıyordu. "Ne oldu? Hilal'e bir şey olmadı değil mi?" Ulaş'ın sorduğu soruyla birlikte zaten sinirleri bozuk olan Burak gülmeye başladı. "Burak?" "Öyle bir durumda... Morgda olurdum!" Ulaş, bu cevap karşısında sessiz kaldı. "Neyse... Ne oldu?" diye sordu Burak. "Sen gittikten sonra 10 dakika bile olmadan bizimkiler geldi. Adamların hepsini paketledik. Bir sorun yok! Yoğun olduğumdan telefonu da bizim çömezlerden biri açmış işte!" Burak derin bir nefes verdi. "İyi! Sizin karakola 3 kişi gönderiyorum. Onları Uraz abinin haphishaneye naklet! F'ye alsınlar" "F? Hilal'le mi ilgili?" "Sonra anlatırım Ulaş! Hadi kendine iyi bak!" Telefonu kapatan Burak elini ağrıyan başına götürdü. "İyi misin?" diye sorarak ona yaklaşan Hilal'le birlikte geriye doğru gitti. "2 oldu Burak!" dedi Hilal sinirli bir sesle. "Eee? Ne var bunda? Demek ki..." "Ne saklıyorsun?" diyerek onun konuşmasını engelledi Hilal. "Ne saklayacağım?" Bulundukları yer, yoldaki arabanın farlarından çıkan ışık sayesinde fazla karanlık değildi. Hilal, karşısındaki Burak'ı incelemeye başladı. Sağ tarafı üzerine yüklenen adamın yüzü solgundu. Hilal ne olduğunu anlamaya çalışırken Komiser Kerem, dikkatini çeken şeyle kaşlarını çatarak elindeki feneri Hilal'e çevirdi. "Hanımefendi siz... Yaralandınız mı?" "Yaralanmadığımı söylemiştim! Neden tekrardan so..." Tutulan ışık sayesinde mavi bluzunun üzerindeki kan lekelerini gören Hilal'in beti benzi attı. "Sizce Bu... Benim kanım olsa... O adam bu kadar sakin durabilir mi?" dedi Burak'a bakarak. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Ne zaman yaralandın? Canın yanıyor mu?" diye soran Hilal'in sesi titremişti. Burak, Hilal'e kısa bir an baktıktan sonra polislere dönerek konuştu. "Daha önce... Hayalet Kod denen bir şey duydunuz mu?" İki polis birbiriyle bakıştıktan sonra Burak'a döndü. 'Evet!" diye cevapladı Kerem. "Ne demek?" Yüzbaşı'nın sorusu üzerine Erol, Hilal'e baktı. "Bir sorun yok! O bizden. Anlatabilirsin!" "Operasyon hakkında sadece yetkili kişilerin konuşabileceği anlamına geliyor. Hiçbir bilgi dışarı sızamaz. Yaşanan olay yaşanmamış sayılır. Hiçbir yerde bu konu hakkında bir iz bulunmaz! Ve... Her önüne gelen bu kodu söyleyemez. Söylese de lafta kalır. İcraate geçilmez!" "Sondaki laf banaydı sanırım!" dedi Burak hafifçe gülümseyerek. "Geneldi?" diyen Erol da gülümsemişti. Burak, ona endişeli gözlerle bakan kıza döndü ve ciddileşerek cebinden telefonunu çıkardı. Birkaç tuşa bastıktan sonra polislerin telefonundan aynı anda mesaj sesi yükseldi. Şaşkınca birbirine bakan ikili telefonu çıkartıp gelen mesaj okudular ve tekrardan birbirlerine döndüler. "Siz?" dedi Kerem şok içinde Burak'a dönerek. "Burada yaşananlar bizimle kalacak. Bu adamları rastgele bir ihbar üzerine yakaladınız. Ulaş Başkomiser'e teslim ettikten sonra sizlik bir mesele yok zaten. Kimse doğruluğunu kontrol de edemez! Büyük ihtimal şu kovalamaca... Haberlere düşünmüştür. Hızın yapılma sebebi olarak bir şey uydurun. Ağız birliği yapın. Artık hastaneye mi gidiyor olurum yoksa düğün mü basmaya... Uydurun işte bir şeyler! Olur da bugün olanları herhangi birinden işitirsem sizden bilirim. Ve hoş şeyler yaşanmaz. Anlaşılmayan bir şey?" "Yok Yüzbaşım!" "Güzel! İyi akşamlar o zaman." Polisler gittikten sonra Burak, Hilal'e döndü. Kız gözleriyle yaralı yeri arıyor fakat adamn siyah tişörtünden bir şey seçemiyordu. Burak yavaş hareketlerle Hilal'e yaklaştı ve kızın elini tutarak yarasına ,karnının sol tarafına, götürdü. "Sadece bir sıyrık. Endişelenme!" dedi adam teselli edercesine. Hilal, başını adamın göğsüne yasladı ve ağlamaya başladı. "Hilal? Ağlama! Bak bakayım bana." Burak geri çekilerek kızın gözlerine baktı. "Kelebeğim?" diye fısıldadı adam. Hilal, titreyen eliyle adamın yanağına dokundu. "Bir daha... Bir daha sakın küs ayrılmayalım." Burak başıyla onu onayladı. "Kesinlikle! Buraya gelene kadar... Aklımdan neler geçtiğini bir bilsen!" "Çok mu korktun?" diye fısıldadı Hilal. "En son... 17 yıl önce bu kadar korkmuştum!" diyerek itirafta bulundu Burak. Hilal adama sarıldıktan sonra geri çekildi. "Yaran? Hastaneye gidelim!" dedi Hilal telaşla. "Gerek yok!" "Ama..." "Gerçekten önemli değil!" Hilal'in ona bakışları karşısında hüsranla bir nefes veren Burak mırıldandı. "Yürü başımın belası yürü! Hastaneye kadar motosiklet'i sen kullanıyorsun!" Hilal zaferle güldü. Onu bu davranışı karşısında gözlerini deviren Burak'ın dudaklarında bir tebessüm vardı. 🦋 Ediz, müdahale odasına söylenerek girdi. "Siz K.İ.T. üyelerinin benim gibi genel cerrahı küçücük bir dikişe bile çağırmanıza aklım ermiyor! Özel doktorunuz muyum lan ben sizin? Bu sefer hangini... Burak?" Burak, kendisine şaşkınca bakan Ediz'i görünce gülümsedi. Adamı inceleyen Ediz, şok içinde konuşmaya başladı. "Sen... Hastaneye mi geldin? Kolun, bacağın kopmadı ve kalp krizi geçirmedin.. Sadece bir dikiş için hastaneye geldin. Bu... Nasıl oldu?" "Ben istedim!" dedi duvara yaslanmış olan Hilal. Kızın sesini duyan Ediz, arkasını döndü. "Hilal!" "Hiç tanışmadan tanınmak da güzel bir duygu!" dedi Hilal gülümseyerek ve Ediz'in elini sıktı. "Tanıştığımıza memnun oldum Ediz!" "Ben de memnun oldum!" Bu sahneyi izleyen Burak, sinirle mırıldandı. "Memnuniyetiniz batsın!" Onu duyan Hilal gülümsedi. Burak ise bu gülümsemenin kendisine olduğunu bilmediğinden öfkeyle Ediz'e bakmaya başladı. Durumu farkında olan Ediz 'Burak Bey zamanında Sema Nur'la alakalı az laf çarpıtmadı. Ohh olsun ona!' düşünceleriyle birlikte Hilal'in elini tutmaya devam ediyordu. "Yanlış kişiye bakıyorsun. Ona bakacağına bana baksaydın 1000 kere elimi çekmiştim Alfa!" dedi Hilal gülümseyen sesiyle. "Çek o zaman! Zaten beni zorla hastaneye getirttin!" diyen Burak'ın sesi tripli çıkmıştı. Hilal, onun bu tavrı karşısında kahkaha attı. Onu, dudaklarındaki tebessümle izleyen Burak'a gözleri parlayarak baktı. "Ben dışarıdayım! Ve Ediz... Bu Mazoşist kendini canlı diktirmeye falan kalkar. Sakın izin vermiyorsun! Yoksa... Az önce tanıştığım Sema'yla mühim bir konuşma yaparım!" dedikten sonra odadan çıktı. Arkasından bakan Ediz, inanamayarak Burak'a döndü. "Hilal... Ne zaman tanıştı Sema'yla? Hem... Ne demek istedi? Bir şey mi anlattın?" Onun peş peşe sorduğu sorular karşısında Burak gür bir kahkaha attı. Bu hareketi karşısında acıyan yarasıyla birlikte suratını buruşturdu. "Hilal'den bahsediyoruz! Anlatmama gerek mi var? Seni çağırırken Sema duydu yanımıza geldi. Yanlış anladı sanırım. Bir an Hilal'i boğacak zannettim! Ehh Hilal da durumu anında kavradı. Merak etme haberi yok. Motosiklet yarışında seni geçip motoruna el koyduğunda... Ahh! Ne yapıyorsun oğlum yaa?" Burak'ın yarasını kontrol eden Ediz, onun alaycı konuşması karşısında yarasına oldukça sert bir şekilde bastırmıştı. "Tedavi canım tedavi!" "Hee tabii tedavi!.. Ee nasıl gidiyor Sema'yla?" Ediz'in dudaklarında istemsiz bir tebessüm belirdi. "Sabah akşam iddiayla gidiyor. Nasıl gitsin?" "Ne iddiası?" diye sordu Burak meraklı bir sesle. "2 ay boyunca vakaları en fazla alan motosikletin asıl sahibi olacak. Bu kadarla da sınırlı değil tabii. Kaybeden her seferinde diğerinin istediğini yapacak!" Burak güldü. "Uslu dur! Dikiş atıyorum!" diye kızdı Ediz. "Oğlum sen istesen o motosikletten 10 tane daha alırsın. Hatta daha lüksünden..." "Belki! Ama iş inada bindi. Beni yenmesini hazmedemiyorum!" "Eh ne demişler! Her iddia'nın sonu evlilikti... Ahh! EDİZ!!" "Ahh pardon! İğne elimden kaydı. Sana uslu durmanı söylemiştim!" Burak, arkasına yaslandı ve mırıldandı. "Düğününüze çağırırsın artık!" "Sen de Alfa'cığım! Sen de..." 🦋 Açık televizyondaki haberleri izleyen Hilal yutkundu. Burak ne yapmıştı böyle? "Ne oldu Hilal? Betin benzin atmış!" diyen Burak'ın telaşlı sesini duyduğunda ona döndü. "Sen... AKLINI MI KAÇIRDIN? Öyle motor mu kullanılır? Kaskın da yokmuş!" Hilal'in bakışlarını gören Burak, etrafına bakındı. Meraklı gözlerin onlara döndüğünü gördüğünde, kızı kolundan tutarak dışarı çıkardı. "Ne yapsaydım?" diye mırıldandı Burak sakin bir sesle. "Ormanda olduğunu görünce..." "Ormanda? Sen... Nereden gördün ormanda olduğumu? Telefonum kapanmıştı. Nasıl bilebilirsin ki?" Hilal'in peş peşe sıraladığı sorular karşısında Burak sessiz kaldı. Hilal kaşlarını çatarak adama bakmaya başladı. "Burak? Cevap ver! Beni nasıl buldun?" Hilal'in hesap sorar sesi karşısında adam derin bir nefes aldı. "Şu an bunun bir önemi var mı Hilal?" "Yok mu?" diye sordu Hilal hayretle. Burak, göz konağını keserek duvara yaslandı. "Yine ne saklıyorsun Burak?" diye sordu Hilal bıkkın bir şekilde. Burak cevap vermeyince sesli düşünmeye başladı. "Benziklikteki adamını aradın desem... Orman dedin! Fabrika yolu değil. O zaman..." "Benziklikteki adamım?" diyerek kızın sözünü kesti Burak. "Farketmediğimi mi düşünüyorsun? Özellikle ilk günlerde Doğan, ben geçtiğimde sana haber veriyordu!" "Doğan? Adını da mı biliyorsun?" "İnkar etmiyorsun yani?" "Ortada olan bir şeyi neden inkar edeyim?" diye sordu Burak. "O zaman... Bunu da inkar etmeyeceksin?" diye fısıldadı Hilal. "Neyi?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak. Hilal bilekliğinin olduğu kolunu kaldırdı ve "Bunu" dedi kısık bir sesle. Az önceki sorularında Burak'ın bir anlığına bilekliğine baktığını farketmişti. Burak, kızın kolundaki bilekliği görünce gözlerini kaçırarak sessiz kaldı. "Gerçekten mi? İnkar et! Lütfen inkar et!" diye fısıldayan kız devam etti. "İnkar edersen... İnanacağım! Gerçekten bak! Bana verdiğin hediyenin içine verici yerleştirmemişsindir ki sen! Bana bunu yapmazsın." "Yaptım!" dedi çatlak bir sesle. "Hayır! Sen... SANA İNANAMIYORUM! Ahh bir aptal gibi seviniyordum ben de. Asker olduğunu öğrendiğimde, yıldızlı bilekliğin bir anlamı olabileceğinden... Gerçi varmış. Mükemmel bir GPS'miş. Çook çoook mutluyum(!)." Hilal öfkeyle derin bir nefes aldı. Aradan geçen 5 dakikadan sonra ,biraz daha sakinleştiğinde, tekrardan konuştu. "Açıklamanı dinliyorum!" "Dinlemen için bir açıklama yapmam gerek!" "Yapmayacak mısın?" diye sordu Hilal inanamayarak. "Cık!" dedi adam rahat bir şekilde. Burak'ın, ona davranışı karşısında canı yanan kızın gözünden bir damla yaş düştü. "Keşke bugün beni kurtarmasaydın!" Burak, Hilal'in cümlesi üzerine yaslandığı duvardan doğruldu ve şok içinde konuştu. "Hilal sen... Ne dediğinin farkında mısın?" "Oldukça! Senin yüzünden akıl sağlığımı yitireceğim. Gerçekten bir öyle bir böyle davranışlarından bık-tım! Bana kendimi değersiz hissettiriyorsun Burak! Ben... Eve kendim giderim. Sana ve egona iyi akşamlar!" Hilal, yola doğru yürümeye başladığında Burak kolundan tutarak durdurdu. "Bırak!" "Bu saatte tek başına gidemezs..." "Ne olabilir? En fazla ne olabilir Burak? Söylesene!.. Hatırlıyor musun? Saatler önce zaten az daha..." "Yapma!" diye çıkıştı Burak dişlerinin arasından. Hilal üzgün bir şekilde başını salladı. "Biliyor musun?.. Kimse bana, senin verdiğin kadar zarar veremez! Hiç kimse!!" Kolunu çeken kız, yola doğru gitmeye başladı. Birkaç adım ileride Emre'yi görmesiyle birlikte yavaşladı. Bakışlarından anlaşıldığı kadarıyla adam her şeyi duymuştu. "Ben bırakayım seni!" "Gerek yok!" dedi Hilal sert bir sesle ve devam etti. "Prensip olarak, üzerime takip cihazı yerleştiren insanların arabasına binmiyorum Emre." "Buse seni bu saatte eve tek başıma gönderdiğimi öğrenirse yüzüme bakmaz. İlişkimizi daha başlamadan bitirme. Lütfen?" Hilal, ona rica dolu gözlerle bakan Emre'yi kıramadı ve az ilerideki arabaya gidip bindi. Kısa süre sonra sürücü kapısı açıldı ve Emre oturdu. Yolculuk başladığında Hilal, cama doğru döndü. Konuşmak istemediğini belli etmek istemişti. Fakat Emre bunu takmayarak konuşmaya başladı. "Hilal, olay..." "Umrumda değil! Hem... Açıklama yapması gereken kişi sen değilsin." "Umrunda değil halin bu mu? Bizimle takıla takıla yalan söylemeye başlamışsın bakıyorum!" diye mırıldandı Emre. "Sanane! Söylerim ya da söylemem." Emre derin bir nefes aldı. "Burak'ın yemesi gereken tribi ben yiyorum. İyiymiş!" "Birincisi: Seninle geleyim diye ısrar eden sendin. O yüzden katlanacaksın. İkincisi: Siz de onun kadar hatalısınız. Ve üçüncüsü: Adını söyleme! Bir süre duymak istemiyorum!" Kırmızı ışıkta duran Emre, Hilal'e baktı. "Bunun kolay olmayacağını bilerek çıkmadın mı bu yola?" "Bu beni takip ettiğinizi öğrenene kadardı. Bana olan güveniniz gözlerimi yaşarttı(!)." "Bunun güvenle alakası yok Hilal." Hilal alaycı bir kahkaha attı. "Öyle mi? Neyle ilgiliymiş?... Hep bir bahaneniz var değil mi? Özellikle de onun!" "Bahanesi değil nedenleri var" dedi Emre kıza bir bakış atarak. "Doğru! Neden(!). Bir teröristin kızına takip cihazı yerleştire..." "BİZ YERLEŞTİRMEDİK!" diyerek patladı bir anda Emre. Afallayan Hilal boş gözlerle Emre'ye baktı. "Nasıl yaa? Bilekliği bana... Burak verdi!" "Evet! Ama biz yerleştirmedik. O yapmış. Benim de seninle birlikte ,az önce, haberim oldu!" Hilal kaşlarını çattı. "Neden böyle bir şey yapsın ki?.. Görevdeyken zorlanmamak içi..." "Ne görevi Hilal yaa? Burak bu işi asla bir görev olarak görmedi ki!" "O zaman... Neden?" "Bunu en iyi o cevaplayabilir!" Hilal, arkasına yaslandı ve hüsranla mırıldandı. "Beyefendi beni kaale almıyor ki!" "Burak? Seni? Kaale almıyor öyle mi? Güzel espri!" "Öyle bir tepki verdin ki... Bilmesem inanacaktım!" "Bana bile güvenmiyor!" diye mırıldandı Emre. Hilal anlamayarak sordu. "Ne?" "Söz konusu sen olduğunda... Kardeşim bana bile güvenmiyor! Bu duruma üzülsem mi sevinsem mi bilemedim." "Off! Neden bahsediyorsun Emre?" dedi Hilal bıkkınlıkla. Emre başıyla dikiz aynasını işaret etti. Hilal kaşlarını çatarak aynadan baktı. Gördüğü motosikletle birlikte oturuşunu dikleştirdi ve hayretle mırıldandı. "Burak?" "Anında peşimize düştü. Her zaman olduğu gibi!" "Her zaman?" "Her sabah... Saat 8.10'da Burak ortadan kayboluyor. Senden sadece 2 dakika önceyse tekrardan ortalıkta beliriyor." "Ben... Nereye gidiyor?" "Çatıya! Benzinlikten haber veriyorlar. O da... Dürbünle gelişini izliyor. Ve yine aynı şekilde... Her iş çıkışında seni evine kadar izliyor. İşi olduğu zamanlar hariç diyeceğim de... Birkaç kez toplantı ertelettiği göz önünde bulundurulursa... Sanırım hep izliyor! Belki bazen bileklikteki vericiden bakıyordur. Nasıl olursa olsun... Senin güven içinde eve gittiğini görmeden rahat etmiyor." Hilal şaşkınlıktan konuşamadı. "Ve izlemediği tek günde de olanlara bak! Yine kendini suçlayacak!" diye mırıldandı Emre. "Yine?" "Burak'tan bahsediyoruz! Kendini suçlamadığı bir olay yok ki." Hilal, ağrımaya başlayan başını ovdu. "Anlayamıyorum Emre! Şimdi sen... Bu vericinin Burak'ın işi olduğunuz söylüyorsun. Ve... Beni hep takip ettiğini... Tamam da bu çok..." "Paranoyakça?" diye mırıldandı Emre. Bunu duyan Hilal, kaşlarını çatarak Emre'ye baktı. "Hiç öyle bakma! Haklı bir paranoya bu. Belki... Azıcık abartı. Fakat haklı! Biz askeriz Hilal. Ölümle yaşıyoruz. Her an ensemizde o ölüm. 28 yaşındayım ve... O kadar çok ölüm gördüm ki! Sadece tanımadıklarımın da değil... Kardeşim dediğim insanların ölümünü gördüm. Toprak altına çok can koydum ben Hilal. Burak... Seni kaybetmekten deli gibi korkuyor! Tuncay Masal'ı, Yağız geçmişindekini, farketmese de Onur Aytül'ü! Ben de... Buse'yi! Çünkü biliyoruz. Kaybetmenin acısını! İfşa olduğumuz anda... Gelip bize zarar vereceklerini mi düşünüyorsun? Asla! İlk gidecekleri yer... Sevdiklerimiz olur! O yüzden her daim diken üstündeyiz. Biliyor musun?.. Ailemin telefonunun asla şarjı bitmez benim. Hatta... Yanlarında yedek batarya taşırlar! Çünkü... Geçmişte bir gün anneme ulaşamamıştık ve... İkimiz de ayrı çıldırdık! Sadece 15 dakika!! Ben o 15 dakikada... Öldüm. Defalarca öldüm hem de! Ve... İlk defa Burak'ı anladım! Nasıl hissettiğini... Keşke anlamasaydım! Kardeşimin çektiği acıyı iyileştirememek beni kahrediyor. Fakat sen... Sen geldikten sonra... İlk defa Burak'ın gözlerinde bir ışık görüyorum ben Hilal. Ölmeyi her şeyden çok isteyen adamın... Ölmekten korktuğunu görüyorum! Sana o bilekliği takması... Sandığın gibi kötü bir şey değil! Bir umut o bileklik! Burak, bir gün ,her şey bittiğinde, sana gelebilmek için taktı onu!" Titrek bir nefes alan Hilal, dikiz aynasından arkasında ,onları (onu) izleyen adama baktı. Kolundaki bilekliğiyle oynarken düşünceli bir şekilde sordu. "Ne demek istiyorsun? Hangi her şey?" Sorusuna cevap vermeden, araba kullanmaya devam eden Emre'ye döndü. "Madem susacaktın... Neden bu konuyu açtın Emre?" "Bazı şeyleri... Benden değil de ondan duyman gerekiyor! Her şeyden önce... Susmayı bırakması için bu gerekli!" Hilal, kaşlarını çattı. "Bu... Bahsettiğin her şey... Annesiyle mi ilgili?" Emre, sessiz kalarak sorusuna cevap vermişti. Hilal, acıyla gülerek arkasına yaslandı. "Benden... Karanlıkta yürümemi istiyorsunuz. Yol düz olsa... Sonunda duvara çarpmak olsa da sorun değil! Fakat... Önüm engellerle dolu! Kör bir şekilde ilerleyemiyorum. YO-RUL-DUM! Bahsettiğin paranoyayı yakında ben yaşayacağım. Şizofrene dönüşerek! Bana öyle bir davranıyor ki... Saatler önce bana 'Kelebeğim' diyen adamı hayal ettiğimi düşünüyorum. Delirdiğimi düşünüyorum! Benden Burak'ı iyileştirmemi istiyorsunuz fakat... Hiçbir şey bilmeden bunu yapamam! Canımı yakıyor çünkü. Sürekli beni itmesi... Pes etmek istememe sebep oluyor! Daha fazla bu şekilde devam edebilir miyim bilmiyorum!" Hilal, gözünden düşen yaşları sildi. Ağlamaktan da yorulmuştu. Onu ağlatan adamı düşünmekten de... "Burak'ın annesi hakkında ne biliyorsun?" "Neredeyse hiçbir şey... Birkaç anı o kadar!" "Anı? Sana ondan bahsediyor ve sen de buna rağmen... Benden bir neden istiyorsun öyle mi? Nedenin aslını kendisi vermiş zaten!" diye mırıldandı Emre. "O anıları anlattıktan sonra sürekli kavga ettiğimizden... Bir nedene ihtiyacım var! Neden Burak'ın bu bilekliği vermesini umut olarak görüyorsun?" "Ben... Burak'ın bu hayatta tek bir amacı var. O da... Yakalamak istediği bir suçlu var! Onu yakalamak." Hilal, parçaları birleştirmeye çalışarak arkasına yaslandı. Kısa süre sonra sordu. "Az önce... Annesini sorduğuna göre... Bu suçlunun annesiyle bir alakası var mı?" "Var" diye fısıldadı Emre. Hilal, nefes almak istercesine elini boğazına götürdü. Alacağı cevaptan korkarak mırıldandı. "Burak'ın annesi... Nasıl öldü?" Soruyu duyan Emre yutkundu. Aklına o gün gelirken kesik kesik nefes almaya başladı. Aklına düşen görüntüleri savuşturmak için başını sallayan adamın yanağından bir damla yaş süzüldü. Onun bu halini gören Hilal, gözlerini kapattı. "Ne kadar kötü?" diye fısıldayarak sordu. "Tahmin bile edemeyeceğin kadar!" diyen Emre'nin sesi çatlak çıkmıştı. "Yani şimdi... Burak'ın annesi öl... Öldürüldü..." diye zorlanarak konuşan Hilal aynı zorlukla devam etti. "Ve... Ve... Katili hala dışarıda bir yerlerde. Öyle mi?" Emre'nin direksiyonu tutan eli kasıldı. Olanca gücüyle direksiyonu sıkan adamın eli bembeyaz kesilmişti. "Emri veren..." diye mırıldandı nefret dolu bir sesle. Emre acı bir şekilde güldü ve konuşmaya devam etti. "O kadar askeriz... O şerefsizi bulamadık! Burak defalarca kendini yem olarak atmayı teklif etse de... Annem engel oldu. Şimdi... Sen varken böyle bir şeye kalkışamaz fakat... O adamı bulması lazım. Onu yakalayamadığı müddetçe kabusları devam edecek! Seninle tanıştıktan sonra hastalığı da tekrar nüksetti! Bütün o paranoyasının asıl nedeni de bu zaten!" "Ne hastalığı?" diye soran Hilal'in sesi şok içindeydi. Emre, sıkkın bir şekilde başını ovaladı ve mırıldandı. "Burak beni kesecek!" "Emre... Lütfen?" Emre, çaresiz gözlerle kendisine bakan kıza döndü ve mırıldandı. "İnsomnia (uykusuzluk)." "Kronik (uzun süreli) mi?" diye fısıldadı Hilal. Emre, başıyla onayladı. "Kabuslarından dolayı değil mi? Doktora gidiyo... Tabii ki de gitmiyor. Burak'tan bahsediyoruz!" Evinin önüne geldiklerinde Hilal, arkalarındaki motora baktı ve fısıldadı. "Beni kendinden uzak tutmasının asıl sebebi o adam! Ve onu yakaladığında... Yanıma gelebilmek için taktı bu bilekliği öyle mi?" "Nedenlerinden biri bu. Geçtiğimiz 3 ayda... Defalarca elinde telefonla direksiyon başında buldum onu. Büyük ihtimal... Sana gelmek istedi. Fakat... O sana gelemez Hilal! Senin ona gitmen lazım. Bazen bazı şeylerin rayına oturması için zaman ve çaba gerekir. Sabretmen gerek! O... Senin düşündüğünden çok daha fazla yaralı! Tüm bunların bilinciyle... Yanında kalmaya devam edeceksen et! Fakat şunu bil. Onun hayatından çıktığın anda... Onun ölüm fermanını imzalamış olursun. Karar senin!" Arabanın kapısını açan Hilal mırıldandı. "Hayır. Karar onun! İyi akşamlar." 🦋 Burak, yanına gelen Hilal'i gördüğünde motosikletinden indi. Hilal, hiçbir şey söylemeden adama bakmaya başladı. Bir süre sonra Burak mırıldandı. "Bakışmak için mi yanıma geldin?" "Susmak için mi beni takip ettin?" Burak'ın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Bana 'Bir öyle bir böyle davranıyorsun!' diyerek kızıyorsun fakat... Sen de benden farklı değilsin!" "Yine mi ihale bana kaldı. Sürekli senin dediklerini sineye çekeceğimi mi düşünü..." Burak, kızın yüzüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı ve fısıldadı. "Hani bir daha küs ayrılmayacaktık?" Burak'ın cümlesi üzerine saatler önce yaşananlar geldi aklına. "Başka türlüsüne izin veriyor musun sanki Burak? Her seferinde beni paramparça ediyorsun!" Çaresiz gözlerle kıza bakan adam 'Yapacak bir şeyim yok!' dercesine omuzlarını silkti. Alt dudağını ısıran Hilal, derin bir nefes aldı ve geriye çekilerek aralarına mesafe koydu. "Biz... Biz en iyisi n'apalım biliyor musun Burak?" Kızın ses tonu karşısında Burak kaşlarını çatarak sordu. "Ne yapalım?" "Sen... Sen bana gitmemi söyle!" "NE?" Adamın şok içindeki bakışları karşısında kız elini yumruk yaptı. "Madem bana bir öyle bir böyle davranacaksın! Yaşananları yok sayıp sürekli beni tüketeceksin... O zaman ikimize de bu işkenceyi daha fazla yaşatma! Git de bana! Sadece 3 harfli. Git de... Ben de gideyim! Dönmemek üzere..." Hilal'in kararlı bakışlarını gören Burak yutkundu ve bir adım geri çekildi. Hilal, adamın gözlerine bakarak devam etti. "Hadi ne duruyorsun? Git de! Diyeceksen... Şimdi de. Sonra... Git desen de gitmeyeceğim çünkü!" Ona bakmayan adama yaklaştı ve çenesinden tutarak kendisine bakmasını sağladı. "Bak gözlerime! 'Seni hayatımda istemiyorum' de! 'Yanımda olmanı istemiyorum' de. 'Sana ihtiyacım yok' de! Hadi! Ne duruyorsun? Git de bana Burak! Söz veriyorum... Gideceğim!" Yanağından yaşlar akan kız derin bir nefes aldı ve sessizce ona bakan adam döndü. "Git diyemiyorsun? O zaman... Kal de! He? Olmaz mı? Bu savaşta tek başıma bırakma beni. Kal de! Ben de... Ne olursa, ne yaşanırsa yaşansın yanında kalayım!" Burak'ın sessiz kalmaya devam etmesiyle Hilal onun göğsüne yumruk atmaya başladı. "SUSMA! BANA BİR CEVAP VER! SUS-MA!!" Kızın ellerinden tutarak onu durduran Burak, kızın gözlerine bakarak fısıldadı. "Şart mı dudaklarımla kal demem, gözlerim çığlık çığlığa gitme diye haykırırken..." Hilal, gözyaşlarını silerek başını salladı ve sessizce konuştu. "Şart! ŞART! Ben... Ben gözlerinle konuşmaktan çok yoruldum Burak! Duymak istiyorum artık. O yüzden söyle! Ne söylersen kabulüm." "Git desem... Gideceksin yani?" Burak'ın, sorusu üzerine bir an duraksayan Hilal, kararlı gözlerle adama baktı. "Evet! Gideceğim." Burak, gözlerini kaçırdı ve yere bakarak düşünmeye başladı. Hilal acıyla gülümsedikten sonra mırıldandı. "Şarkıdaki gibi 'Sana git diyemem ama kal demekte gelmiyor içimden!' moduna girdin sanırım ha? Ne de bizi anlatan bir şarkı ama." Burak başını kaldırarak kıza baktı. "İçimden gelmiyor? Ben... Ben sana kal demeyi her şeyden çok istiyorum fakat yapamam!" "Neden?" diye sordu Hilal isyanla. "Yıllar sonra bu ânın pişmanlığını yaşamak istemiyorum!" "Bana git dersen pişman olmayacağını mı söylüyorsun yani?" diye sordu Hilal inanamayarak. "Her türlü pişman olacağım zaten! Fakat git dersem... En azından hayatta olursun. Ben... Kal diyerek, sana bir şey olmasına izin veremem!" Hilal, derin bir nefes verdi. "Nereden biliyorsun? Kal dediğinde bana bir şey olaca..." "ÇÜNKÜ BEN BABAMIN OĞLUYUM!" diye haykırdı Burak. Hızlı hızlı nefesler alan adam sakinleşmeye çalışarak gökyüzüne baktı. Gökyüzündeki hilali gördüğünde inleyerek kıza baktı ve konuştu. "Ben hayatına girdikten sonra yaşadıklarına bak! Sessiz sakin hayatını mahve..." "Sessiz sakin? Babam ,ki öz babam değilmiş, teröristlerle iş birliği yapıyormuş. Hadi bunu geçelim! Mardin'deki olay? Ben buyum zaten Burak! Masumları korumak için her şeyi yapabilecek kız!" "Korkum da bu zaten! Sıradan bir hayatın olsa koruman gereken masumlar olmaz! Ama bu hayatta... Bir gün başkasını korurken... Ya da... Ben başkasını korurken... Seni kaybedeceğim!" diye fısıldadı Burak. "Enbiya Suresi 35. Ayet-i Kerime'de 'Külli Nefsin Zaikatül-Mevt' diyo. Bakışlarından anlaşıldığı üzere anlamını biliyorsun! 'Her nefis ölümü tadacaktır'. Haklısın bir gün beni kaybedeceksin! Kimse sonsuza kadar yaşamıyor ne de olsa!" Burak derin bir nefes aldı ve kısık bir sesle konuştu. "İnan bana... Ölümün bile iyisi vardır Hilal." Bu cümle üzerine Hilal ağzını açtı ve ardından hızla kapattı. Burak'ın bakışları soru sormaması için yalvarıyordu. "Peki cevabın?" diye sordu kız, soracağı soru yerine. "İlla bir cevap vermek zorunda mıyım?" diyen Burak'ın sesi çaresiz çıkmıştı. "Nasıl bir paradoksun içindeyiz biz böyle? Dönüp dolaşıp aynı yere dönüyoruz!" diye mırıldanan Hilal devam etti. "Tamam! Bir cevap verme. Kabulüm. Fakat..." "Fakat?" "Bana kötü davranmayı bırakacaksın! Söz veriyorum yaptıklarını başına kakmayacağım. Hatta senin gibi yaşanmamış sayacağım. Susmayı bırakacaksın!" "O sonuncu dediğin imkansız işte!" dedi Burak alayla gülerek. "Neden?" diyen Hilal'in sesi savunmacı çıkmıştı. Burak, eliyle kızın yanağını okşadı. Bu temas karşısında Hilal gözlerini kapattı. "Susmayı bırakırsam... Giderim çünkü!" Hilal, yanağındaki parmakların çekilmesiyle gözlerini açtı. "Sonuncusu hariç... İsteklerine uymaya çalışacağım Asena! Aramızda sözsüz bir ateşkes olsun bu an o zaman!.. Hadi eve gir. Aslı seni çok merak etmiş!" Burak'ın cümlesi üzerine evinin camına bakan Hilal, Aslı'nın orada durduğunu gördü. "Tamam. Dikkatli git! Bir daha bugünkü gibi hız yaparsan..." diye mırıldandı Hilal. "Çok zorunda kalmadıkça yapmam! Hadi. Hava da soğudu zaten. Üşütme!" Adamın cümlesi üzerine Hilal'in dudaklarında bir tebessüm belirdi. Ne olursa olsun, onu düşünen Burak'ın gözlerine baktı "Allah'a emanet ol!" dedi ve arkasına dönerek eve yürümeye başladı. "Hilal!" diye ona seslenen adamla duraksadı ve arkasını döndü. "Efendi..." Kız, kendisine sarılan Burak'la birlikte cümlesini tamamlayamadı. "Sakın... Bir daha bugünkü şeyi yaşatma bana!" Biraz geri çekilen adam bir cevap beklercesine kıza baktı. Hilal, başını salladığında onun saçlarına bir öpücük kondurdu ve "Sen de Allah'a emanet ol!" diye fısıldadı. Hilal, hızlanan kalbine söz geçirmeye çalışırken Burak geriye çekilerek kızı bıraktı. Apartmana giren Hilal, elini kalbine götürürken dudaklarında bir tebessüm vardı. Şimdiki Zaman "Emre söyledi!" dedi Hilal bir anda. "Neyi söyledi?" dedi Burak kıza doğru dönerken. "Bilekliği... Takma sebeplerinden birini!" "Hilal ne diyeceksen dolandırmadan söyler misin?" Hilal, derin bir nefes aldı ve tek nefeste konuştu. "Bir adamı aradığını ve onu yakalamadan asla biz diye bir şey olamayacağını öğrendim!" Burak, derin bir nefes aldı. "O adamın kim olduğunu söyled..." "Söylemedi! Kısmen söylemedi yani. Öncesinde... Annenle ilgili ne bildiğimi sormuştu. Tahmin etmek zor olmadı! Bugün yaşananlardan sonraysa... Parçaların hepsi yerine oturdu. 'Ben babamın oğluyum!' demen de... 'Kal' diyememen de! Hepsi." "Başka bir şey söyledi mi?" diye sordu Burak. Soru üzerine Hilal, gözlerini kaçırdı. "Hilaaal?" "İnsomnia" diye mırıldandı Hilal. "İyi halt etmiş!" dedi Burak öfkeli bir sesle. "Senin hakkındakileri başkasından öğrenmekten nefret ediyorum! Bundan sonra senden duysam?" Kızın bakışları karşısında adam başını usulca salladı. "Olur... Ama bugün değil! Ayrıca... Sakın bana psikoloğa git deme!" "Hiç yakıştıramadım Burak Bey! Ben varken ne psikoloğu?" dedi Hilal gülümseyerek. "Ahh şuna bak şuna! Hani sen bana psikologluk taslamıyordun Hilal Hanım!" diyen Burak'ın sesi muzip çıkmıştı. "Taslamıyorum ki! Bilmez misin insanı iyileştiren şey sevgidir. Ben sadece teknik bilgimle birlikte sevgimi, sevdiğim adama sunacağım! Bu kadar" dedi Hilal de aynı muziplikle "Şu kelimeyi kullanma dedim!" "Neyi? Sevgi kelimesini mi? Yoksa sevdiğim kelimesini mi?" diyen kızın gözleri gülüyordu. "Hilal! Bak kızıyorum ama!" "Gerçekten mi? Buradan bakınca kızamıyormuşsun gibi gözüküyor. Yine de sen öyle diyorsan..." Burak onaylamazca başını salladı ve gülen sesiyle mırıldandı. "Aldım başıma belayı!" "Ama tatlı bir bela?" dedi Hilal mutlu bir sesle. Burak güldü ve kızın burnunu sıkarak "Evet! Tatlı bir bela" diye mırıldandı. 🦋 Hastanenin bahçesindeki Nisa, bir süre hastane kapısıyla bakıştıktan sonra "Yapamayacağım!" diye mırıldanarak geri döndü. Birkaç adım atmıştı ki duraksadı. "Fakat... Arkadaşlarımın bana ihtiyacı var! Yalnız başına hastanede beklemek kadar acı bir şey yok!" diye fısıldadı kendi kendine. Tekrardan hastaneye döndüğünde anılar aklına üşüşmeye başlamıştı. Babaannesi kanser olduğunda bu hastanede tedavi görmüştü. Nisa, o zamanlar tüm yılını; sabahları tedavi parasını toplamak için bir işten diğerine koşturarak, geceleriyse babaannesinin başında refakatçi olmakla geçirmişti. Bu hastaneden ilk ayrıldığında ne de mutluydu. Babaannesi hastalığıyla olan savaşını kazanmış, kol kol 2 kız evlerine gitmişti. Yaklaşık 1 yıl sonra babaannesinin hastalığının tekrardan nüksettiğini yine bu hastanede öğrenmişti. Babaannesi ameliyata da bu hastanede girmişti. Ve... Yine bu hastanede 8 ay boyunca yoğun bakımda yatmıştı. Nisa'nın elindense hiçbir şey gelmemişti. Usulca 4. kattaki cama baktı. Babaannesi son nefesini orada vermişti. Nisa'nın elini tutarak... Belki uykusunda ölmüştü. Fakat torununu bu koca dünyada tek bıraktığı için huzurlu bir ölüm yaşamamıştı. Gözünden düşen yaşları silen kız, titreyen ellerle çantasında peçete aramaya başladı. Sağ tarafından birisinin ona peçete uzattığını farkedince başını kaldırmadan teşekkür etti. Kimsenin onu ağlarken görmesini istemiyordu. Yanındaki kişinin "Sana ağlamak hiç yakışmıyor Rapunzel!" dediğini duymasıyla şok içinde kafasını kaldırdı. Karşısında gördüğü kahverengi gözlerle mırıldandı. "Ulaş?" 1 ay boyunca her gördüğünde ona laf sokan adam karşında durmuş yumuşacık bir şekilde ona bakıyordu. Adamın bu şefkatli bakışları kızın gözlerinin daha fazla dolmasına sebep oldu. Onun dolu gözlerine bakan adam, dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirirken konuştu. "Ne oldu? Yoksa... Kötü cadıya mı yakalandın Rapunzel?" Nisa, kendisine ikinci kez aynı hitapla seslenen adama bakarken istemsizce gülümsedi. Yüzünü inceleyen soru dolu bakışlarını gördüğünde gülümsemesi kaybolurken fısıldadı. "Geçmişi... Kötü cadı olarak nitelendirebiliriz elbet!" "Peki... Yok mu seni o cadıdan kurtaracak bir prens?" "Var mı?" diye sordu kız, sevdiği adamın gözlerine bakarken. "Olmasını ister misin?" diye soran Ulaş'a şok içinde baktı ve sorusuna soruyla karşılık verdi. "Sen kimsin ve geçtiğimiz 1 ayı burnumdan getirip, 2 haftadır beni görmezden gelen adama nerede?" "Denizin dibinde!" diye mırıldandı Ulaş. "Denizin dibi?" diye soran Nisa oldukça şaşkındı. "Evet. Denizin dibi... Hiç beklemediği gözyaşlarında boğulmuş da!" Duyduğu cümleyle birlikte nefesi kesilen kız başını olmaz dercesine salladı. "Boğulmaz ki o! İyi yüzer" "Söz konusu bu tuzlu sularsa..." diyen Ulaş, kıza yaklaşarak yanağından düşmek üzere olan bir damlayı yakaladı. "O adamda... Ne yüzme kalır ne de başka bir şey!" Bu temasla kalbi hızlanan Nisa, gözlerini kapattı. "N'apıyorsun Ulaş?" diye fısıldayan kız yavaşça gözlerini açtı. Adamın kendisine bakan yoğun bakışlarını gördüğündeyse yutkundu. "Ağlayan kızlara dayanamıyorum?" diyen Ulaş'ı duyduğunda acı bir kahkaha attı. "Ne beklediysem?" diye kendi kendine mırıldandıktan sonra geriye çekildi. Titreyen eliyle hastaneyi gösteren Nisa "İyi o zaman! Doğru yere gelmişsin. Git içeride istediğin kadar ağlayan kız vardır. Teselli edersin!" dedi öfkeli bir sesle. Adama tokat atmak isteyen elini yumruk yapan kız, acıyan kalbiyle birlikte hastaneye doğru yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra arkasından ona sarılan adamla durdu. Donakaldı demek daha doğru olurdu. Adam ellerini kızın karnında birleştirirken başını da kızın omzuna koydu ve fısıldadı. "O kızların hiçbiri umrumda değil! Benim... Kötü cadıdan kurtarmam gereken bir Rapunzelim var zaten! Fakat..." "Fakat?" diye sordu Nisa titreyen bir sesle. "Fakat kahraman prens pozisyonundan, kötü cadı pozisyonuna düşmekten korkuyorum!" Ulaş'ın çaresiz bir sesle kurduğu cümleyle birlikte Nisa, kollarında olduğu adama döndü. Gözlerindeki aciz bakışları gördüğünde, elini adamın yanağına koydu. Bu temas karşısında adam titrek bir nefes aldı. "Sen bana zarar vermezsin ki!" dedi Nisa emin bir sesle. Ulaş, başını olumsuz anlamda salladı. "Yanılıyorsun! Ben sana zarar veririm. Hem de çok zarar veririm." "Sen... Vatanına aşık bir polissin. Ve ben seninle gurur duyuyorum! Olur da bir gün... Sana bir şey olursa... Şehit olursan... Zaten yara alacağım. Aramızda bir şey olmaması hiçbir şeyi değiştirmeyecek!" "Ne? Sen..." diyen Ulaş şaşkınca kıza baktı. "Hatırlarsan ben POMEM'de psikoloğum Ulaş! Onlarca polisle bu durumu konuştum. Eğer... 2 haftadır benden uzak durma nedenin buysa... Yapma! Ben 'Acaba'larla yaşamak istemiyorum. Keşke'lerin pişmanlığını yaşamak da, 'Belki'lere esir olmak da istemiyorum! 10 yıl önce... Hiçbir şey yapmayarak tüm bunları yaşadım zaten. Hatta... Tam da bu hastanede yaşadım. Geceler boyu babaannemin nefes seslerini dinlerken yanımda birinin varlığını..." duraksayan kız derin bir nefes aldı ve cesur bir şekilde devam etti. "Hayır! Birinin varlığını değil senin varlığını istedim. Yanımda olmanı istedim!" "Bilseydim gelirdim. Yemin olsun ki gelirdim!" dedi adam pişmanlık dolu bir sesle. "Biliyorum! Yani... Artık biliyorum. Gelecekte de bunun gibi bir şey yaşamak istemiyorum. Ölüm hepimizin hayatında. Bu hastane bunun kanıtı. Burada yatanların hepsi ne polis ne de asker! Ama ölüm onları bulmuş. Sonumuz zaten bu. O gün geldiğinde... Ben zaten kahrolacağım. Fakat o gün geldiğinde beraber geçirdiğimiz kötü anları, kavga ettiğimiz anları değil... Güzel anları hatırlamak istiyorum." "Ve bizim öyle bir anımız yok denecek kadar az!" diye fısıldadı Ulaş. Nisa, usulca başını salladı. "O zaman... Güzel anılar biriktirmeye başlayalım mı?" diye sordu Ulaş, kızın gözlerine sevgiyle bakarken. Dudaklarını ısıran kızın gözlerinden, mutluluktan yaşlar dökülürken başını salladı. "Şşşt! Sevinçten de olsa... Ağlamanı istemiyorum. Boğulduğumu söylerken ciddiydim. Ağladığını görünce nefes alamıyorum!" diyen Ulaş kızı kendine çekti. Nisa başını adamın göğsüne yasladı. "Tabii... O gözyaşlarınla kalbimdeki tomurcukları yeşerteceksen başka!" diye fısıldadı Ulaş kızın saçlarını okşarken. Dakikalar sonra adam mırıldandı. "Hadi hastaneye girelim Nisa!" Duyduğu hitapla geri çekilen kız kaşlarını çattı. "Ne oldu?" diye sordu Ulaş anlamayarak. "Nisa değil... Hayrunnisa!" dedi kız tripli bir sesle. Onun bu tepkisi karşısında Ulaş neşeli bir kahkaha attı. "Öyle mii? Ben de üzülmüştüm. Bir daha Hayrunnisa diyemeyeceğim için! Yine de... Bana o kadar çemkirdikten sonra fikrini ne değiştirdi acaba Hayrunnisa Hanım?" "Sen!" dedi Nisa biraz utangaç bir sesle. Ulaş bir kahkaha daha attı. "Vayy! Utangaç Nisa? İnanılmaz!" "Pisliklik yapma!" diyen Nisa, Ulaş'ın omzuna bir yumruk attı. "Ahh! Acıdı. Hani güzel anlardı?" Nisa başını kaşıyarak adama baktı ve mırıldandı. "Yaa. Düşündüm de... Şimdi biz hiç kavga etmeyecek miyiz! Çok sıkıcı!" "Di'mi? Bir ömür geçmez öyle!" Adamın cümlesiyle birlikte gözleri faltaşı gibi açılan kızın nefesi kesildi. "Nefes al Rapunzel!" dedi Ulaş gülerek. Ulaş'ın bu hatırlatmasıyla birlikte nefes almayı unuttuğunu farkeden kız derin bir nefes aldı. "Ulaş n'apıyosun ya? Daha ilk günden kalbime indirmesene!" "Neyin ilk günü?" diye sordu Ulaş masumca. Ses tonunun aksine gözleri hinlikle parlıyordu. Nisa, gözlerini devirdi ve hastaneye doğru giderken söylendi. "Yürü Ulaş yürü!" "Bensiz nereye gittiğini sanıyorsun acaba Rapunzel? Sen her kızdığında çekip gideceksen... Ohoo işim var seninle!" Nisa, adımlarını durdurdu ve kızgınca adama döndü. "Olmasın o zaman işin benimle!" "İmkanı olan bir şey söylesene sen!" dedi Ulaş yumuşakça. Onu bu tavrı karşısında Nisa güldü ve neşeyle konuştu. "1 saniye önce atışırken sonraki saniye iyiyiz. Güzelmiş! Aniden bastıran yağmur gibi!" "Ve sen yağmura bayılırsın." "En az senin kadar!" Ulaş, gülümseyerek elini uzattı. "İzin var mıdır Rapunzel?" "İzin sizindir prensim!" dedi Nisa, adamın elini tutarak. "Prens mi? Başka bir hitap?" dedi Ulaş yüzünü buruşturarak. "Flynn?" "Karmakarışıktaki mi? O herif hırsız değil miydi? Bir polise hırsız demekten sizi içeri alırım hanfendi. Dikkatli olunuz lütfen!" "Huysuzsun işte huysuz!" diye söylendi Nisa. Ulaş bir kahkaha attı ve kızı kendine çekerek kolunu omzuna attı. "Daha iyisini bulana kadar huysuzla idare edelim bakalım kedicik!" Nisa, keyfi yerinde bir şekilde başını salladı ve adamın kolları arasına bir kedi gibi sokuldu. |
0% |