@yasminiesa
|
⚠️Bilgilendirme; Yazar olayları birbirine bağlarkenki beyin patlatma işine delicesine aşık takıntılı manyak bir psikopattır 🤣 Bilgilendirme bitmiştir. Bu bilgilendirmeyi yaparkenki tarih 03.12.2022. Kitabı yazmaya başlayalı 3 yıl oluyor. Tabii ben sırf yazma aşkımla giriştiğim kitabımın bu denli büyüyeceğinden bihaber olduğum için bu bölümlerde ve gelecekte kendim çalıp kendim oynuyordum. Kurgudaki puzzle'ları birleştirip ortaya bir şekil çıkarmaya gerçekten de bayıldığım için de kendi romanımda, beynimin birleştirdiği parçaları yazmakta bir sakınca görmemiştim açıkçası. Yani niye göreyim ki benim kurgumdu okuyan tek tük kişi de arkadaşlarımdı. Ancak işte bir yerden sonra okuyucu kitlem artmaya başladı ve bu bağlantı durumu insanlara aşırı gelmeye başladı. Haksız sayılmazlar. Özellikle de baştan sona bir nefeste okuduklarında bu durum göze batıyor ancak ben kitabı 2 yılda belli aralıklarla yazıp yayınladığım için yazarken ipin ucunun koptuğunu anlamamışım. Okuyucu arttıkça bu kördüğüm olayları hakkında nazik eleştiriler ve sanki ben yorumları görmüyormuşçasına (ki hepsini tek tek okuyorum) yapılan kısmen şahsıma olan ve beni kıran/yoran/yıpratan yorumlar artmaya başladı. Bu yüzden baştan toplu bir duyuru koyma ihtiyacı hissettim. Herkese tek tek böyle yazmaktansa burada dursun. Okuyan okur okumayan zaten şu ikinci kategori yorumlarıyla ağız burun bana pardon kitaba dalar 🥲 Dediğim gibi o kurgu aşamasındaki olay sevdiğim bir durumdu ve ben de yazarken sonunu düşünmeden yazdım. Şimdi düzenleme imkanım olsa bile hangi düğümü açayım? Hangi karakterimden vazgeçeyim? Hangi olayı çöpe atayım? Cevap çok basit. Hiçbiri! Beni her karakterine duygusal olarak bağlanan bir anne gibi görebilirsiniz. Şu zamana kadar okuduklarınız, karakterim ve KİT'e olan bağlılığım hakkında az buçuk fikirlere neden olmuştur. Her insanın, her karakterin, her olayın insanın ruhuna nakşolduğunu düşünürüm. Ruha, kalbe işlenir ve istesen de atamazsın. KİT de benim için böyle bir şey. Ruhuma, kalbime, beynime nakşolmuş; varlığı, adı ve nesneleriyle gülümseten bir mutluluk kaynağı. Sizin 2 günde okuyup bırakacağınız, unutacağınız ya da bir gün final vereceğiniz bu kitap benim ciddi anlamda tüm hayatım, emeklerim, hayallerim, gözümün nuru. Bu yüzden ya bazı yorumların çok yaralaması 💔 Neyse 🦋 olmayı bırakıp sizi bölümünüzle başbaşa bırakıyorum. Keyifli okumalar dilerim 🌼 🌙 "Hazır seni İstanbul'da bulmuşken... Eşimle tanıştırayım" dedi hastanenin Başhekimi olan Ferman. "Çok isterim! Zaten düğününüze de gelemedim" diye karşılık verdi hastane yatağındaki Salih. Ferman, Salih'in liseden arkadaşıydı. 7 yıl önce, Salih sayesinde Sinan'la tanışmasıyla birlikte askeriyeyle ilişkisi başlamıştı. Sahibi olduğu Özel Taşkır hastanesi her daim askerlere hizmetteydi. Öyle ki Zonguldak'ta yaralanan Salih, helikopterle direkt buraya getirilmişti. Onlar muhabbet ederken içeri giren Ediz odadakilere baktı. "Maşaallah. Maşaallah! Daha yok muydu birileri? Onları da çağıraydınız(!). Doluşmuşunuz hepiniz buraya. Siz askerlere özel havaalanı büyüklüğünde bir oda şart oldu. Sabahtan beri gelmeyen kalmadı mübarek! Başhekimim siz de buradaymışsınız. Ne de güzel(!). Odadakileri çıkaracağınıza muhabbet ediyorsunuz... Hastamı bir rahat bırakın artık!" "Sus bakayım sen! Adam yıllar sonra İstanbul'a gelmiş. Olsun o kadar" dedi Başhekim. "Yalnız Ferman amca... Geldi değil... Getirildi olacak o!" dedi Burak imalı bir şekilde. Salih, oğluna bakarak "Söyleyene de bakın hele! Ben imada bulunursam altından çıkamazsın oğlum. Sus bence!" mırıldandı ve ardından Ediz'e döndü. "Hastaymış(!). Yesinler hastalığını. 2 gündür çıkartmadın beni zaten. Zamanında peşimde şeker diye dolanan velet, şimdi kalkmış bana doktorluk taslıyor. İyiyim ben! Çıkışımı imzala gideceğim!" "Cık cık cık! Hiç yakışıyor mu senin gibi tonton bir adama kaşlarını çatmak. Ne güzel yatıyorsun işte. Yatıp kalkıp dua edeceğ... Ah!" Ediz, kendisine fırlatılan yatağın kumandasıyla birlikte susmak zorunda kaldı. Odadakiler gülerken, Salih bu sefer de eline boş sürahiyi aldı. "İnanamıyorum! Doktora şiddet var burada. Onca askersiniz hiçbir şey yapmadığınız gibi gülüyorsunuz. Hayır hepsini anladım da... Sen de mi Hilal yaa?" diye söylendi Ediz sürahiyle bakışırken. "Sen de mi Hilal derken?" diyen Burak'ın sesindeki ikaz açıkça seçiliyordu. "Bu adam nasıl oluyor da seni kuleye falan kapatmıyor Hilal? Şu hallere bak şu hallere! Hello Burak. Benim Ediz. Hani çocukluk arkadaşın. Hatırladın mı?" "Hatırladım hatırladım(!)... Al babacığım. Sen kumanda, sürahiyle niye uğraşıyorsun sanki?" diyen Burak belindeki silahı çıkartıp babasına uzattı. Salih gülerek silahı aldı ve Ediz'e doğrulttu. "Yok artık! Salih amcacığım yapma etme. Şeytan doldurur bak. Ben ölmek için çok gencim! Daha evlenip çoluk çocuğa karışacağım. İndir o silahı!.. Ya baba bir şey desene şu arkadaşına" dedi Ediz eğlenen bakışlarla. Ferman, şaşkınca oğlu Ediz'e döndü. "Sen az önce evlilik mi dedin? Sen değil miydin 'Ben kim evlenmek kim?' diyen?" "Öyle mi demişim?" dedi Ediz babasına bakarak. Onun bakışları karşısında Ferman kaşlarını kaldırarak konuştu. "Sen ciddisin! Nasıl değişti fikrin?" "Birini bulduysa demek?" diye mırıldandı Burak hinlikle gülümseyerek. Bakışları, Ediz'den hemen sonra odaya girmiş ve kapının yanında sessizce gülerek bu manzarayı izleyen Sema Nur'daydı. Sema onun kastettiği şeyi anlayarak Ediz'e baktı ve hızla çarpan kalbine söz geçirmeye çalıştı. Sema'nın orada olduğunda bihaber olan Ediz ise Burak'a çıkışmaya başladı. "Seni var yaa... Oğlum senin bir ayarın yok mu? Olur olmadık yerlerde saçmalıyorsun!" 'Saçmalamak' kelimesini duyan Sema hüzünle gülümsedi. "Saçmalıyor? Yani... Fikrini değiştiren bir kız yok demek mi oluyor bu?" diye sordu Ferman. Ediz, tam babasını onaylayacakken odada bir telefon sesi yankılandı. Adam arkasından gelen sese döndü ve gördüğü kızla yutkundu. Telefonunu açan Sema "Efendim? Tamam geliyorum!" diye mırıldandı. Kızın gözlerine bakan Ediz, onun bir süredir burada olduğunu anlamıştı. "Sema! Sen de mi buradaydın kızım?" dedi Ferman babacan bir sesle. "Evet hocam! Salih amcay... Beyi kontrole gelmiştim" dedi Sema. "Hastalarla samimi ilişkiler kurduğunu biliyorum zaten. Bey diye düzeltmene gerek yok. Hayırdır kötü bir haber mi aldın? Solgun gözüküyorsun!" Sema zoraki gülümseyerek, hayır dercesine başını salladı. "Öyle mi? Dün nöbetteydim ondandır hocam. Bir şey olduğu yok" diyen Sema mırıltıyla devam etti. "Ne olabilir ki?" Sema, Salih'in dosyasına göz attıktan sonra konuştu. "Gayet iyi durumdasın. Zaten iyi bakılıyorsun Salih amca! Ziyaretçilerin, tüm hastaneninkine bedel. Bence biz size özel bir oda tahsis etmeliyiz. Şöyle havaalanı büyüklüğünde..." Bunu duyan Ferman gülerek konuştu. "Ediz de aynısını söyledi. Rakipsiniz falan ama kafalar aynı çalışıyor mübarek!" Sema, kısa süreliğine Ediz'e baktıktan sonra odadan çıkmaya hazırlandı. "Neyse Salih amca benim gitmem gerekiyor. Daha sonra yine uğrarım!" Sema kapıya doğru giderken Ferman, tekrardan oğluna döndü. "Eee. Cevap vermedin oğlum! Hayatında biri mi var?" Soruyu duyan Sema istemsizce duraksadı. Kızı izleyen Ediz için bu duraksama yeterliydi. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirirken mırıldandı. "Var demek için biraz erken sanırım." "Erken? Biri var yani?" dedi Ferman. Sema alacağı cevaptan korksa da, dayanamayarak arkasını döndü. Ediz'in ona baktığını görünce heyecanlı bir nefes aldı. Kızın tam gözlerinin içine bakan Ediz gülümseyerek "Yok diyemem!" dedi kısık bir sesle. Bu bakışmayı farkeden Ferman'ın bakışları şaşkınlıkla Sema'ya dönerken yanakları ısınan kız utançla ,kaçarcasına, odadan çıktı. Arkasında, sırıtan bir adet Ediz bırakarak... "Nasıl? Siz ikiniz... Sürekli atışıyordunuz. Ben... Gerçekten aranızda bir şey mi var?" Ferman inanamayarak oğluna bakıyordu. "Kapatın ağzınızı Başhekimim. Sinek kaçacak!" dedi Ediz onun bu haline gülerek. Bakışları muziplikle parlayan Burak'a dönen Ediz, gözlerini kısarak sordu. "Bilerek yaptın değil mi?" Başını ukalaca sallayan Burak göz kırptı. "Bu iyiliğimi unutma kardeşim. Nikah şahitin benim ha. Sakın kimseye söz verme. Bozuşuruz!" Ediz, misilleme yapmak için ağzını açtı fakat söyleyeceği şeyi anlayan Burak'ın, sertleşmiş bakışlarıyla karşılaştı. "Ne güzel yaa! Beyefendi ağzına geleni söyleyebiliyor. Fakat biz ağzımızı dahi açamıyoruz" dedi kızgın bir şekilde. "Pek de aynı durumda olduğumuz söylenemez be Ediz!" dedi Burak hüzünle gülümserken. Burak'a bir bakış atan Hilal, konuyu değiştirmek için başhekime döndü ve sordu. "Eşiniz şimdi mi gelecek?" Odadaki herkes gibi Ferman da kızın niyetini anlamıştı. "Evet! Yengesiyle birlikte gelecek. Yola çıktıklarını söylemişti. Yakında burada olurlar." Burak, dudaklarındaki hafif bir tebessümle Hilal'e bir bakış attı. Bu kızın onu korumasına bayılıyordu. Hilal de aynı bakışla adama karşılık verdi ve tatlı bir şekilde gülümseyerek omuz silkti. Salih ikiliyi izlerken şükranla gözlerini kapattı. Burak İstanbul'a geldiğinden beri ilk defa gözü arkada kalmayacaktı. Oğlu, Hilal sayesinde yaşama tutunmuştu. Bundan sonra atacağı her adımda, aldığı her kararda 2 kere düşünecekti. "Cici annemzadeler mi geliyor?" diye sordu Ediz. Ferman baygın bakışlarla oğluna baktı. "Ne yaa? Cici anneciğim o benim!" dedi Ediz hafif bir alayla. "Oğlum kaç yaşında adamsın. Yakışmıyor ağzına o kelime. Çok eğreti duruyor. Teyze desen daha az yadırgarım inan bana!" Duyduğu cümleyle bakışları ciddileşen Ediz olmaz dercesine başını salladı. "Nerede görülmüş... Bir evladın annesine teyze dediği?" Ferman'ın dudaklarında bir gülümseme belirdi. Eşini kaybettiğinde oğlu sadece 13 yaşındaydı. Oğlunun, yıllar sonra 2. baharı olarak hayatına giren Aynur'u annesi olarak kabullenmesi, adamı çok mutlu etmişti. Kapının çalınmasıyla birlikte tüm bakışlar oraya döndü. Fakat gelen kişi beklenen kişi değildi. Düzeltmek gerekirse... Sadece Yağız'ın, yana yakıla beklediği kişiydi. Almina'nın odaya girdiği gören Yağız, ayağa kalktı. Ankara'ya geri dönen kız, 4 gündür ortalıklarda yoktu. Ve bu kadar kısa sürede bile adamın burnunda tütmüştü. Yağız kendisine hayret etti. 6 yıl boyunca onsuz nasıl yaşayabilmişti? "Geçmiş olsun Salih Bey" dedi Almina elindeki çiçeği masaya bırakarak. "Çok teşekkür ederim. Fakat.. Kimdiniz acaba?" "Çocukluğum" dedi cam kenarındaki Yağız kısık bir sesle. Onun özlem dolu sesini duyan Almina'nın gözleri doldu. "Geç kaldın!" diye devam etti Yağız çatlak bir sesle. Ufacık 2 kelime, tüm söylenmemişleri barındırıyordu. Nerede kaldın? Neden hiç aramadın? Seni hep bekledim. Seni çok özledim... Adama doğru yürüyen Almina tam önünde durdu. "Gelmeyecektim aslında. Burnun sürtsün istedim. Yaşadığımı yaşa... Hissettiklerimi anla istedim. Ama... Ters tepti" "Mina..." "Onca yıl nasıl dayandın? Ben bu 4 günde bile cehennemi yaşadım. Senin beni anlaman gerekiyordu. Niye ben seni anladım sanki?" diye çıkışan kız devam etti. "Hep... Kalan için zor olduğunu düşünmüştüm. Gözleri yolda beklemenin, umut etmenin, eli kolu bağlı oturmanın... Gitmekten çok daha fazla yaktığını zannetmiştim. Sanırım hayatımda hiç bu kadar yanılmamışım! Giden için daha zormuş. Her gün, her dakika/saniye kendinle savaşmak... Bir umut parçası bile olmadan yaşamak... Deliler gibi gelmek isteyip de gelememek çok daha zormuş. Şimdi söyle bana! Sen... 6 yıl boyunca bana gelmeden nasıl yaşayabildin?" diye fısıldayan kızın gözünden bir damla yaş düştü. "Yaşayamadım" diye fısıldayan Yağız, kızı kendine çekerek sımsıkı sarıldı. İçine sokmak istercesine, kaybolan yılların acısını çıkartarcasına... Gözlerini kapatan Almina, huzurla sevdiği adamın kokusunu içine çekti. Odanın kapısının açılmasıyla birlikte nerede olduğunu farkeden kız, gönülsüzce geri çekildi. Bakışları istemsizce kapıya dönerken, gördüğü tanıdık yüzlerle birlikte gözlerinin dolduğunu hissetti. Kızı gibi gördüğü Almina'yı yıllar sonra karşında bulan Aynur, mutluluk ve özlemle gülümsedi. Odaya girdiğinde ,arkası dönük olan, adama sarılmış olduğunu hatırladığındaysa bakışlarını bir anlık bir hüzün çöktü. Yeğeni Yağız gitmemiş olsaydı... İkisinin nasıl bir hayatları olurdu acaba? Yanındaki ,yengesi olan, Sedef'in hareketlendiğini hissettiğinde bakışlarını ona çevirdi. Onun titreyen ellerini gördüğünde kaşlarını çatarak "Abla?" dedi. Sedef, kendisine seslenen Aynur'u duymuyordu. Kilitlenmiş bir şekilde Almina'nın karşısında duran ,sırtı onlara dönük, adama bakıyordu. Kaç yıl geçerse geçsin, sadece sırtından bile tanıyabileceği adama... Gözlerinden yaşlar akmaya başlarken titreyen sesiyle fısıldadı. "Oğlum?" 🦋 Almina'nın, donmuş bakışlarıyla bir sorun olduğunu anlayan Yağız, üzerindeki bakışları hissettiğinde hızla nefes almaya başladı. Arkasındaydı! 6 yıldır görmediği, sesini duymadığı, kokusunu içine çekemediği annesi... Tam arkasındaydı. Almina'dan destek alarak ayakta zor durabilen Yağız'ın içini bir korku kapladı. Yıllar önce haber dahi vermeden çekip gitmişti. Ya annesi bu yaptığından dolayı onu affetmezse? Tam bu esnada annesinin titreyen sesini duydu. "Oğlum?" Gözyaşları yanaklarından izinsiz bir şekilde akmaya başlarken, sarsak adımlarla arkasını döndü. Sedef, kendisine suçlu gözlerle bakan oğluna bakarak fısıldadı. "Ne kadar da büyümüşsün." Yağız'ın ağzından acı dolu bir inleme döküldü. Titreyen bacaklarıyla kadının yanına gelen adam sarılmak istese de o son adımı atmaya cesaret edememişti. Başını hata yapan küçük bir çocuk misali öne eğen adamın annesine bakmaya yüzi yoktu. Sedef, oğlunun çenesinden tutarak başını kaldırdı ve titreyen bir sesle konuştu. "Küçükken, en sevdiğim vazoyu kırdığında sana ne söylemiştim hatırlıyor musun?... 'Evlatlar asla annesinin önünde başını eğmemeli. Çünkü bir anne... Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın çocuğunu her zaman affeder!' Şimdi... Gel bakalım buraya!" Özlemle "Annem" diye fısıldayan adam, annesinin açılmış kollarının arasına girdi. Annesinin kokusunu içine çekerken ağzından bir hıçkırık koptu. Bir süre sonra konuşmaya başladı. "Özür dilerim. Çok çok özür dilerim. Her şey için! Gittiğim için... Onu koruyamad..." Sedef geri çekilerek oğlunu susturdu. "Şşt! Senin bir suçun yok." Bakışlarını öne eğmiş, elleriyle oynayan Almina'yı görünce hüzünle tebessüm etti. "Senin de bir suçun yok güzel kızım." Almina kızarmış gözleriyle Sedef'e bakarken, Yağız hızla kıza döndü. Tırnaklarıyla avuç içini yırttığını görünce, elini çekerek tuttu ve sertçe çıkıştı. "Yapma şunu!" Kızın, ağlayan gözlerini ona çevirmesiyle birlikte hüsran dolu bir nefes alan adam, Almina'nın gözyaşını silerek fısıldadı. "Hele şunu hiç yapma!" "Elimde değil" dedi Almina çatlak bir sesle. Kızla birleşmiş olan elini havaya kaldıran Yağız "Elim sende ya. Yetmez mi?" diye mırıldandı. Adamın yalvaran bakışları karşısında titrek bir nefes alan Almina, gözyaşlarını sildi ve duruşunu dikleştirdi. "Tamam. Ağlamak yok!" Yağız gülümseyerek "Aferin benim kızıma" dedi. "Kızıymış! Kafa kağıdımı vereyim de nüfusuna geçir bari" diye söylendi Almina. Kızın bu hareketi Sedef'in gülümsemesine sebep oldu. Yıllar geçmiş olsa da ikisinin ne didişmesi ne de aşkı geçmişti. "Neden olmasın? Ama önce... O boynundakileri parmağına takmalıyız!" dedi Yağız yoğun bakışlarla kıza bakarken. Almina'nın eli kolyesindeki yüzüklere giderken, o güne tekrardan döndü. Bunu farkeden Yağız kızın elini sıktı ve "Burada, benimle kalıyorsun Çikolatam!" diye fısıldadı. Almina başını salladı. Yağız, kendisini onaylayan kızla birlikte gülümsedi. "Neredesin sen eşek sıpası?" diyen Aynur, Yağız'ın yanına geldi. Yağız hiç istemese de Almina'nın elini bırakıp kadına döndü. "Koca adama eşek sıpası mı diyorsun halacığım? Hiç yakıştıramadım ama" dedi gözleri gülerken. "Sen dur sen! Ben sana yapıştıracağım şimdi" dedi Aynur kızgın bir sesle. Sesinin aksine gözleri gülüyordu. "Gel bakalım buraya Matmazel!" diyen adam halasına sarıldı. Yağız farkettiği şeyle bir anda kaşlarını çattı ve geri çekilerek Ferman'a baktı. "Senin yüzünden halama Matmazel* diyemeyeceğim Ferman amca. Yaptığını beğendin mi?" {Matmazel: Fransızcada evlenmemiş kızlar için kullanılan san*} Ferman gülümseyerek karısına baktı ve mırıldandı. "Çoook!" "Biz çıkalım isterseniz?" dedi onların bu bakışmasını gören Ediz. Bir yandan da bıyık altından gülüyordu. "Bir şey mi dediniz Doktor Ediz Taşkır?" dedi Ferman bakışlarıyla ateş ederken. "Off baba hep bunu yapıyorsun!" "Az kaldı. Biraz daha konuşursan yarınki ameliyatı Sema'ya devredeceğim." "Ahhh! Bu hastanede çalışmaya başlayarak hayatımın en büyük hatasını yaptım" diye söylendi Ediz. "Hatanı düzelebilirsin oğlum. Seni burada tutan yok... Aaa vardı di'mi? Hanım, bizim oğlan aşık olmuş. Hem de bil bakalım kime?" dedi eğlenen bakışlarla oğluna bakan Ferman. "Aşk? Ben ne zaman söyledim öyle bir kelimeyi?" dedi Ediz dişlerinin arasından. "Ahh yoksa kızla gönül mü eğlendiriyorsun?" "Ya sabır! Ya sabır" diye söylendi Ediz öfkeyle. "Bırak oğlumu Ferman! Çocuk, Sema'yla iddialara doyamadığından daha açılamadı!" "Biliyor muydun yani?" dedi Ferman şaşkınlıkla. Ediz de aynı şaşkınlıkla kadına baktı. "Görünen köy kılavuz istemez beyler!" Yağız, gülerek halasını omzunun altına aldı. "Kız sen cadıydın zaten. Daha da bir cadılaşmışsın!" "Bir dur süpürgem buralardaydı!" dedi Aynur uyarı dolu bir sesle. Yağız'dan bir kahkaha yükseldi. "Hiç yakışıyor mu sizin gibi hanımefendiye bu şiddet bu celal?" Aynur, elini yeğeninin yanağına koydu ve gözlerine baktı. "Gerçekten de çok büyümüşsün oğlum!" Yağız, halasının kastettiği şeyin değişen bakışları olduğunu anladığında gözlerini kaçırdı. Asker olduğunu Mina'sına anlatmıştı anlatmasına ama... Onlara nasıl söyleyecekti hiç bilmiyordu. Geri çekilerek odadakilere baktı. Hepsinin dudaklarında bir tebessüm vardı. Hüzünle karışık... Ekipteki kardeşleri onun düşüncelerini okumuşçasına bakıyordu. Okumuşlardı da... Gözleri Hilal'in kızarmış gözlerini gördüğünde derin bir nefes verdi. "Hoppala! Buyur buradan yak. Kızım sen yine mi ağladın? Burak sahip çıksana şu kıza! Çıkamayacaksan..." "Yavaş gel abi. Ezilirsin!" dedi Burak uyarı dolu bir sesle. Yağız, onun bu tepkisine güldü. "Sen de bir açıldın pir açıldın ha!" Burak, gözlerini devirirken Hilal gülümsedi. "Heh şöyle. Ağlamak yok!" diye mırıldandı onun gülüşüne bakan Yağız. "Allah Allah göz benim gözüm. İster ağlarım ister ağlamam!" "Öyle miymiş? Bir de bana söyle bakayım şu cümleyi!" diyen Burak kızı kendine çevirdi. Ağzını açan Hilal, konuşmadan geri kapattı. Burak ona böyle bakarken aynı cümleyi kuramazdı. "Senin o elalar bu kadar çabuk kızaracaksa bizim işimiz yaş!" diye mırıldandı Burak. Hilal, sadece dudaklarını oynatarak konuştu. "Senin yeşillerinin kızarmasına sayarız!" Onun dudaklarını okuyan Burak gülerken başını salladı. "Çok biliyon sen!" "Evvet! Bunlar iletişimde çığır açarak dudak okuma evresine geçtiğine göre... Bize müsaade!" dedi Onur yaslandığı duvardan doğrularak. "Kes gerzekliği!" diye tısladı Burak. "Heh bir gerzek olmadığım kalmıştı. Ben de ne eksik diye kara kara düşünüyordum!" dedi Onur alayla. "Tuncay sustur şunu. Olur olmadık yerlerde saçmalayarak sinirimi bozuyor zaten!" dedi Burak ciddi bir şekilde. Yüz ifadesinin aksine gözleri eğlenerek bakıyordu. Bunun farkında olan Onur gülerek duvara geri yaslandı. "Eğlenceniz bol olsun gençler!" diyerek içeri giren kişiyi gördüklerinde tüm K.İ.T. üyeleri hazır ola geçti. Albay Cevat Koral, önce üstüne baktı sonra da odadakilere döndü. "Sivil bir şekilde geldiğime eminim ama?" Askerler, mimik bile oynamadan hazır ol'da durmaya devam ettiğinde derin bir nefes alarak emir verdi. "Rahat asker rahat!" Bunun üzerine hepsi hazır ol'dan çıktı. Sedef ve Aynur ise tüm bu yaşananları hayretle izliyordu. Ailesine bir açıklama yapması gerektiğini bilen Yağız, komutanından izin istedi ve onları da alarak odadan ayrıldı. "Hoşgeldin Cevat!" dedi Salih yatağında doğrularak. "Hoşbuldum da... Şu keratalar yüzünden her ortamda alışmışım, evde de Albay gibi davranıyorum. Sırf bu yüzden Nermin beni bir gün boşayacak." "Onun seni şu ana kadar boşamaması bile mucize!" dedi Sinan alayla. "Ha-ha! Çok komik Sinan... Ee Salih duyduğuma göre postu deldirmişsin. İhtiyarladın mı bakayım sen?" Salih göz devirdi. Bu sırada Burak söze girdi. "Ben de öyle diyorum da... Beni dinleyen yok ki Cevat amca!" Duyduğu hitapla Emre şok içerisinde Burak'a bakıp öksürdü. "Ne yaa? Rahat dedi!" diyerek savunmaya geçti Burak. "Bu da fazla rahat olmadı mı Burak?" diye tısladı Emre dişlerinin arasından. Burak, tebessümle Albay'a baktı. "Cevat amcamın küçükken beni parka götürmüşlüğü çok oldu. Şu an komutanım olabilir ama... Ondan öncesinde... Babamın arkadaşıydı!" Burak'ın cümleyi söyleme şeklinden, odadakiler kastettiğinin Salih değil de... Öz babası olan Yiğit olduğunu anlamıştı. Emre, şaşkınlıkla Burak'a baktıktan sonra başını öne eğerek gülümsedi. "Sen... Hatırlıyor musun?" diye sordu Cevat şaşkınlıkla. "Karşınızda görsel zekası sayesinde tüm operasyonların aranan ismi duruyor Albay'ım. Lütfen ama!" "Ne kadar da mütevaziyiz!" diye mırıldanan Hilal'e, gülen gözlerle baktı Burak. "Şaşırdım. Sen... Geçmişten konuşmayı pek sevmezsin!" dedi Cevat tebessüm ederek. "Kim geçmişten konuşmayı sever ki?" diye mırıldandı Burak. "Hatırlamak kalbin düşünmesidir. Bırak kalbin düşünsün. Hatırla!" diye mırıldandı Hilal. Okuduğu bir kitaptan alıntı yaparak. Ona bakan Burak'ın dudaklarında bir tebessüm belirdi. "Sen Hilal olmalısın!" dedi Celal kıza bakarak. "Evet..." diyen Hilal duraksadı. Nasıl sesleneceğini bilemeyen kız, ağzını açtıktan sonra kapattı. En sonunda yardım istercesine Burak'a baktı. Kızın süt dökmüş kedi gibi bakan bakışlarını gören Burak'tan bir kahkaha yükseldi. Onun gülmeye başlaması üzerine Hilal, gözlerini kısarak kötü kötü bakmaya başladı. Bu bakışlarsa Burak'ın daha çok gülmesine sebep oldu. "Ahahahahha! Yüzünün halini görmelisin şu an." "Burak?" "Hmm?" dedi Burak gülmeye devam ederek. "Çok güzel kaşırım biliyorsun değil mi? Bence herkesin içindeyken yapma! Emin ol zararlı çıkarsın!" diye fısıldadı Hilal sadece Burak'ın duyabileceği bir şekilde. "Bilmez miyim?" diyen adam gülmeyi kesse de gözleri mutlulukla parlıyordu. "Bana sivilken amca diyebilirsin Hilal! Hiyerarşi kısmı seni kapsamıyor" dedi Albay gülümseyerek. "Teşekkürler Cevat amca" diyen Hilal de gülümsedi. Ardından Burak'a hitaben konuştu. "Birileri kendisini kapsayan hiyerarşiyi takmazken, benim takmam saçma olurdu zaten!" "Bana laf sokmadan yapamıyorsun değil mi Asena? Hayır açıklama yapmasam neyse..." diye söylendi Burak. "Onu bana gülmeden önce düşünecektiniz Alfa Bey!" dedi Hilal kinli bir şekilde. Sonrasında devam etti. "Bu arada Serkan harbiyedeyken sana bilenmekte haklıymış. Sen milletin içinde komutanına amca dersen daha çok yaşarsın bunu!" "Serkan? Sen ne diye hâla o adamla görüşüyorsun?" diyen Burak'ın sesi öfkeli çıkmıştı. "Serkan benim arkadaşım Burak. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı!" "Arkadaşmış! Görev de olsa sana öyle sözler söyleyen ve öyle davranan adama arkadaş diyorsun yaa... Daha ne diyeyim?" Duydukları üzerine Hilal kaşlarını çattı. "Bana öyle davranan? Ekibe almak için yaptıkları sınavı mı kastediyorsun? Sen... Nereden biliyorsun ki bunu?" "Nereden olacak? Öğrenmek için askeriyeme dalıp yüzbaşımı dövdü!" dedi Cevat, Burak'a bir bakış atarak. Hilal "NE?" diyerek şok içinde Burak'a baktı. Burak, Hilal'e kısa bir bakış attıktan sonra Albay'a döndü. "Bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim bence. Öğrenmek için dövmedim onu. Öğrendiklerimden dolayı dövdüm!" dedi adam öfkeli bir sesle. "Bu... Ne zaman oldu Burak?" diye sordu Hilal, düşünceli bir şekilde. Burak cevap vermeyince, Sinan araya girdi. "Ekibe girdiğin ilk gün! Askeriyeyi resmen bastı ve video kaydını izledi. Allahtan olacakları tahmin edip, kaydı izlemesi için izin çıkartmıştım. Yoksa kimse kurtaramazdı onu!" "Dayı!" dedi Burak uyarı dolu sesle. Öğrendiği bilgileri sindirmeye çalışan Hilal, derin bir nefes aldı. "Bilmem gereken... Beni de ilgilendiren... Sakladığın başka bir şey var mı?" Burak sessiz kaldı. "Cevap vermeyecek misin? Burak?" "Sana yalan söylemek istemiyorum Hilal. Sonra o yüzden de atışıyoruz. Hiç çekemem şimdi!" dedi Burak sakin bir şekilde. "İyi! Atışmayalım o zaman... Size iyi günler Albayım! Sonra görüşürüz beyler!" diyen Hilal çantasını aldı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Peşinden giden Burak kolundan tutarak onu durdu ve bıkkınlıkla konuştu. "Hep bunu yapıyorsun Hilal!" "Sen hep bunu yaptığından, ben gidiyorum. Birbirimizi daha fazla kırmayalım diye... Sonra görüşürüz!" Burak günlerdir yanından bir dakika bile ayrılmayan kızın gidişini izledikten sonra öfkeyle diğerlerinden döndü. "Aferin size gerçekten(!). NE DİYE KARIŞIYORSUNUZ HAYATIMA?" "Kız senin hakkında hiçbir şey bilmiyor Burak. Salih'in öz baban olmadığını bile..." "Nerden biliyorsun bilmediğini?" diyerek dayısının konuşmasını kesti Burak. "Bu ne demek? Söyledin mi?" diye sordu Emre şaşkınlıkla. Burak, cevap vermedi. Bakışları Hilal'in az önce gittiği kapıdayken mırıldandı. "O kız... 5 gündür bir an bile yanımdan ayrılmadı. Ama şimdi... Sizin yüzünüzden... Gitti. GİTTİ! Niye bana bunu yapıyorsunuz? Beni benimle bırakın biraz!" "Hilal'e o 3 ayda yaşananları söylemen lazım Burak! Öğrenecek zaten günün birinde. Çok geç olmadan öğrensin bari!" dedi Sinan sakin bir şekilde. "Çok geç olmadan mı? Bunun için her zaman geçti zaten dayı! Onun o elalarını ne kadar çabuk kızardığını biliyor musunuz siz? Ben şu ana kadar yeterince ağlattım zaten onu. Bir de bunları anlatarak mahvolmasını izleyemem" dedi Burak hüsranla. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Ben... Ona 3 kere ölümden döndüğümü, bile isteye kendimi yakalatıp 2 gün boyunca işkence gördüğümü ve... En sonunda da kalbimin 2 kere durduğunu nasıl söylerim ha? Böyle bir şeyi kaldırabilir mi sizce? Bunu ona söyleyemem. Hilal'in bunu öğrenmesini istemiyorum. Sadece söyledilerimden yola çıkarak o 3 ayı kötü geçirmeme üzülürken... Ona tüm bunları anlatamam!" Burak, tüm bunları söyledikten sonra kapının yanındaki gölgeyi gördü. Gözleri faltaşı gibi açılırken gölge kayboldu. Korku içerisinde "Kelebek?" diye fısıldayan adam hızla odadan dışarı fırladı. |
0% |