Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm- Sensizlik Yaktı Beni Kelebeğim!

@yasminiesa

"Ölüme mi koştun?" diyerek fısıldadı Hilal.

 

Burak, başıyla onayladıktan sonra anlatmaya devam etti.

 

"Yaklaşık 2 ay önce... Yeni bir görev gelmişti. Bir grup silah kaçakçısının, teröristlere yardım ettiği öğrenilmişti. Aralarına birinin sızması gerekiyordu. Gönüllü oldum. Anında reddetti tabii dayım. Fakat liderleri sadece Boşnaklardan seçiyormuş adamlarını. Timde benden başka Boşnakça bilen de yoktu. Mecbur bana verdi görevi. Aralarına sızmam çok kolay oldu. Oldukça kısa sürede de tedarikçilerin kim olduğunu, silahları kimlere sattıklarını falan hepsini öğrenmiştim. Tüm bilgileri... Kadavra'ya gönderdim ve... 5 günün sonunda bizimkilere iletmesini söyledim. O zamana teslimat varmış gibi lanse ettiğimden... Doğukan bunu sorgulamadı bile."

 

Kaşlarını çatan Hilal, anlam vermeye çalışarak konuştu.

 

"Neyi sorgulaması gerekiyordu ki? Tek başına operasyonu yaptın desem... Adamların hepsini yakalayamama ihtimalin var. Bu riske giremezsin. Yani... Öyle bir şey yapmadın değil mi?"

 

Burak, derin bir nefes verdi. 

 

"Kısmen yapmadım?"

 

Hilal, biraz geri çekilerek adama baktı.

 

"Şunu doğru düzgün anlatır mısın Alfa'm?"

 

"Ben... Liderleri bir iş için adamlarından birini Tekirdağ'daki kürt grubunun yanına gönderecekti. Ne hikmetse gidecek adam merdivenlerden düşüp bacağını ve kolunu kırdı. Benim kürtçe bildiğimi öğrenince de... Eh elmecbur ben gittim!"

 

"Bunu yapmaktaki amacın... Oradaki adamları yakalamaktı değil mi?" diye sordu Hilal korku dolu bir sesle. Gerçeğin öyle olmadığını bilmesine rağmen kabullenemiyordu.

 

"Daha hikayenin asıl kısmı başlamadı be Kelebeğim. İnkar kısmı için erken" diye mırıldandı Burak esefle.

 

"Aklım almıyor Burak. Madem bu kadar ölmek istiyordun neden... Off ne saçmalıyorum ben!"

 

"Neden kendimi öldürmedim? Bunu soracaktın değil mi?"

 

Hilal sessiz kalarak yutkundu.

 

"Şu yaşıma kadar... Defalarca elime bıçak aldım. Elimdeki silahla ne kadar çok bakıştığımı tahmin dahi edemezsin. Fakat yapamadım. Onlar.... Ailem benim için... Beni kurtarabilmek için her şeyi yapıp, canlarından olmuşken... Ben bencillik edip intihar edemedim. Hem... Ben kim oluyorum da Allah'ın verdiği canı alabiliyorum? İşin dini boyutunu da düşünmek gerek... Başta dedemle ninem olmak üzere hiçbiri bunu kaldıramazdı. Bu yüzden ben de... Gördüğüm merminin üstüne atlayarak işimi bitirmeye çalışıyordum işte. "

 

Sinirleri bozulmuş olan Hilal alayla güldü.

 

"Öyle yapınca intihara girmiyordu yani?"

 

"Düşününce... Öleceğin kesin olmuyor. Bence girmiyordur?"

 

Hilal, onaylamazca başını salladı ve mırıldandı.

 

"Neyse... Biz bu konuya girersek çıkamayız. Sen en iyisi anlatmaya devam et!"

 

"Aslında anlatacak pek bir şey de yok. Sonrası mâlum. Kendimi ifşaladım. Tabii asker olduğumu söylemedim. Mallarına göz koyan biriydim işte. Ona göre de muamele gördüm. Ve son!"

 

"Burak!" diye çıkıştı Hilal isyanla.

 

"Efendim?" diyerek karşılık verdi adam sakin bir ses tonuyla.

 

"Bana şu işi adam akıllı anlat artık!"

 

Burak, isteksiz bir şekilde gözlerini kapattı.

 

"Yakaladılar işte Hilal. İsteseydim kurtulurdum ama istemiyordum. Her nefes alışım canımı yakıyordu. Kalbim acıyordu. Bana yaptıkları kalbimin acısını geçirir sandım. Ölüme yaklaştıkça... Mutlu olacağımı sandım. Ama öyle olmadı. 52 saat boyunca bir mağaradaydım. Ama lanet şansıma... Tutulduğum yerdeki bir delikten gökyüzü gözüküyordu. Gökyüzündeki Hilal!" diyen adam son cümleyi fısıldayarak söylemişti.

 

"O Hilal'i görünce aklıma sen geliyord... Kimi kandırıyorum ki? Bir an bile aklımdan çıkmıyordun. O gün... Ateşini düşürmüş olsam da... Hasta halinle seni bırakıp gitmek çok koydu. Gitmenin kendisi zordu zaten. Bir de öyle olunca... Kahroldum. Aslında sana uyku ilacı vermeyecektim biliyor musun? Bir damla verdiler ve yemeğine koymamı söylediler ama... Yapamadım! Annemden öğrendiğim, yıllarca yapmayı geçtim, ağzıma bile süremediğim mercimek çorbasına o damlayı damlatamadım! Verdiğim ilacı sorgusuz sualsiz almansa... Ben tamamıyla karakterime ters davrandım ve bunu yediremiyorum Hilal. Hiçbir zaman, hangi görev olursa olsun masumları asla işin içine bulaştırmazdım. Fakat üsttekiler başka yolu olmadığını söylediler. Katedilecek çok yol vardı ve biz daha ilk basamaktaydık. Ben olmasam... Başkası olacaktı. Ve ben... Buna asla izin veremezdim. Sonunda yaptığımdan kahrolmuş olsam da... Başkasına izin veremezdim! Seni o sahnede gördüğüm an... Mardin'deki kız olduğunu anladığım an... Hayatımı değiştireceğini anlamıştım. Şu görev olayı olmasa büyük ihtimal yine kaçacaktım senden. Fakat... Görev kaçmama izin vermedi. Görevim sana yaklaşıp, güvenini kazanmaktı çünkü!"

 

Hilal hüzünle tebessüm etti.

 

"Ve sen de görevini yerine getirmek için..."

 

"Görev sadece bahanemdi Hilal. Ben... Geçmişim yüzünden asla sana yaklaşamazdım fakat görev bahanesiyle... Sana her şeyimi anlattım. Öldüğünden emin olduğum Burak oluverdim senin yanında. Ben... Ben sana kendimi Burak Kılıç diye tanıttım Kelebeğim! Başka söze gerek yok ki. En başından her şeyin bu noktaya geleceği belliydi aslında!"

 

Hilal, adamın yüzünü görecek şekilde geri çekildi.

 

"Kılıç?" diye mırıldandı şaşkınlıkla.

 

Burak hüzünle tebessüm ederek başını salladı.

 

"Gerçek soyadım. 11 yaşından beri kullanmadığım... Yıllardır ne kendimi öyle tanıtım ne de öyle seslenmelerine izin verdim. Sana kadar..."

 

"Gerçekten de bana hiç yalan söylememişsin" diye fısıldadı Hilal sevdiğinin gözlerine bakarak.

 

"Söyleyemedim. O ela gözler... Buna izin vermedi!" diye mırıldandı Burak, kızın yüzüne gelen saçını kulağının arkasına sıkıştırırken.

 

"Peki... Nasıl kurtuldun ve... Kalbinin durması... O nasıl oldu?" diye sordu Hilal sessizce.

 

"Yağız abim... Gittiği görevden erken dönmüş. Beni göreve gönderdiklerini öğrendiği an... Ortalığı yıkmış. Diğerleri bu tepkisini abartı bulurken o... Aralarında beni en iyi anlayan oydu. Bizim tanışmamız da böyle olmuştu zaten. Sadece... Durduğumuz yerler farklıydı. O zamanlar ölmek için yakalanan oydu, kurtaransa ben! Bu yüzden abim hemen Kadavra'yı aramış ve... Gerçek ortaya çıkmış. Anında verdiğim adreslere baskın yapıp adamları yakalamışlar. Beni Tekirdağ'a gönderdiklerini öğrenince de oraya gelmişler. Bu sırada adamlar benim konuşmayacağımı anladıklarından... Öldürmeye karar vermişlerdi. Üzerinde çalıştıkları bir ilaç vardı. Potasyum Klorür Kokteyl. Enjekte edildikten kısa süre sonra kalbi durduruyor. Otopsi raporundaysa kalp krizi olarak gözüküyordu. Piyasaya karaborsadan satışa geçireceklerdi. İlacın tamamlanmasına kısa süre kalmıştı. Benim üzerimde deneyeceklerinden... Yaşamaya devam ediyordum. Öldürsünler diye o kadar kışkırtmama rağmen dokunmadılar. Bizimkilerin baskını sırasında adam iğneyi bana enjekte etti. Sonra da geberdi gitti. Ben... "

 

Burak duraksadı ve pişmanlık dolu bir nefes aldı.

 

"Tamam ölmek istedim... Yıllardır istiyorum. Fakat bu şekilde değildi. Emre yaşamam için bağırırken... Dayım ölmemem için yalvarırken değildi. Gökyüzündeki Hilal'i görürken değildi. En son hatırladığım şey..." duraksayan Burak gözlerinden yaşlar akan kıza baktı ve hüzünlü bir sesle anlatmaya devam etti.

 

"Adını sayıkladığımdı... Hastaneye kadar 2 kere kalbim durmuş. İkisinde de dayım müdahale etmiş. Uyandığımda hepsi çok kızgındı. Kızgın ve kırgın. Emre tarafından güzelce dövüldüm. Dayım desen her fırsatta laf soktu. Babamsa... Buluştuğumuzda silahını çıkardı elime verdi ve 'O kadar çok ölmek istiyorsan önce beni vur sonra ne yaparsa yap' dedi. Sevda annemle Enver babamın ya da ninemle dedemin haberi yok. Olsa... Neler olacağını düşünmek dahi istemiyorum. İşte bu olaydan bir süre sonra dayım Barış Hocayla görüşmüş. Uzun zamandır ekibe eğitimli bir uzman almak istiyordu zaten. Barış Hocanın önerdiği kişinin sen olduğunu anladığında... "

 

Hilal havada kalan cümleyi "Beni ekibe aldı" diyerek tamamladı.

 

Burak başıyla onayladıktan sonra sessiz kaldı.

 

"Peki çok... Çok canın yandı mı?" diye sordu kız titreyen sesiyle.

 

Burak, kızın gözünden akan yaşı sildi ve mırıldandı.

 

"Yandı! Ama o şerefsizlerin yaptıkları değildi canımı yakan. Seni o şekilde bırakıp gitmekti. Senin canını yaktığımdan kavruldum ben! Verdikleri elektrik değildi nefesimi kesen, kalbimin acısıydı! En çok da... Bu elaları bir daha göremeyecek olmam yaktı canımı! Papatya kokunu içime çekmeyecek, aydan daha parlak olan gülümsemeni göremeyecek ya da sana Kelebek dememe sebep olan sesini duymayacak olmam kül etti beni. Sensizlik yaktı beni Kelebeğim!"

 

Hilal, kollarında durduğu adama biraz daha sokuldu ve başını onun omzuna koydu.

 

"Artık buradayım. Bu yüzden... Sakın bir daha böyle saçma şeyler yapma!"

 

"İstesem de... Yapamam!"

 

"Ne diye istiyorsun ki? İsteme de!" diyen kızın sesi sitemli çıkmıştı.

 

Burak gülerek boştaki eliyle kızın üşümüş elini tuttu ve mırıldandı.

 

"Emredersiniz Komutanım!"

 

🦋 

 

"Bir bardak daha ister misin Salih amca?" dedi Hilal elindeki sürahiyi sehpaya bırakmadan.

 

"Yok sağol. Teşekkürler kızım" dedi Salih bardağı kıza uzatırken.

 

Hilal, elindekileri sehpaya bıraktıktan sonra yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.

 

"Sen de perişan oldun kaç gündür buralarda. Kusura bakma!"

 

"Ne kusuru Salih amca? Ben kendi isteğimle buradayım zaten!"

 

"Vurulmam size yaradı gibi ha?" dedi Salih şakacı bir sesle.

 

"Yani öyle denemez ama... Burak'ın kendini açması için bir neden oldu bu olay. Yine de böyle bir şey yaşanmasaydı keşke" dedi Hilal üzgün bir sesle.

 

"Ona gerçekten de çok değer veriyorsun!" dedi Salih şefkatle kıza bakarken.

 

Hilal tebessüm etti ve kendinden emin bir şekilde konuştu.

 

"Değer fazla hafif kalır. Ben onu seviyorum."

 

Salih, kızın dürüstlüğü ve cesareti karşısında mutlulukla gülümsedi.

 

"Burak'ın tam da senin gibi birine ihtiyacı vardı. Ailen seni çok güzel yetiştirmiş güzel kızım. Ne istediğini bilen, kendinden emin bir savaşçı. Annenle baban seninle gurur duyuyordur."

 

Duyduklarıyla bir anlık hüzne kapılan kız mırıldandı.

 

"Sanırım öyle. Gerçi... Babamın duyması biraz imkansız!"

 

Salih'in soru dolu bakışlarla baktığını gören Hilal, adama karşı bir yakınlık hissettiğinden devam etti.

 

"Beni büyüten babam... Öz babam değilmiş. Öz babamın ise... Benden haberi yok! Bu yüzden... Gurur duyar mı bilmem!"

 

"Duyacağından eminim! Senin gibi akıllı, cesur, dürüst, eğitimli ve iyi kalpli bir kızla kim gurur duymaz ki?"

 

Aldığı her iltifatla biraz daha utanan kız elleriyle oynamaya başladı.

 

Onun bu halini farkeden Salih gülerek "Utangaç demeyi unutmuşum bak!" dedi.

 

Bu cümleyi duyan Hilal daha fazla utanırken "Burak utanan birini daha fazla utandırmayı sizden öğrenmiş sanırım" dedi hafif bir sitemle. Sisteminin aksine gözleri mutlulukla parlıyordu.

 

"Eee! Nasıl gidiyor bizim keçiyle?"

 

"Keçi keçilikten feragat etti. Alfa'lığa geçiş yaptı sonunda."

 

"Hee diyorsun ki kurtluğun asıl meselesi olan dişi kurdu sonunda kabullendi" dedi Salih gülerek.

 

"Salih amcaaa!" diyen kızın yanakları yine kızarmıştı.

 

"Bakıyorum da yine al al oldu o yanaklar" diyen Salih kahkaha attı.

 

"Baba oğul ikinizden çektiğim ne benim yaa!" diyen Hilal de gülümsemişti.

 

Salih, kızın elini avucunun içine aldı ve şükran dolu bakışlarla kıza baktı.

 

"Ben, senin borcunu nasıl ödeyeceğim Hilal? Oğlumu ilk defa bu kadar mutlu görüyorum. O 10 yaşlarındayken... Sinanla evlerine yemeğe gitmiştik. O zamanlar o kadar neşe dolu bir çocuktu ki... Hayran kalmıştım ona. Onu yanıma aldığımdaysa... Tam bir enkazdı. Yıllardır kahkaha atmasını geçtim... Adam akıllı güldüğünü bile görmedim. Şu 2 gündeyse... Her daim gülümsüyor. Gözleri mutluluk dolu. Senin sayende! Sana ne kadar teşekkür etsem az."

 

"Bana olan borcunu... Yıllarca sevdiğim adama babalık yaparak ödemişsin zaten sen! Geçen yıllarda yalnız olmadığını bilmek gönlümü rahatlatıyor. O küçük çocuk için acıyan kalbim, bu durumla az da olsa teselli buluyor. Bu yüzden... Asıl benim sana teşekkür etmem gerekiyor Salih amca!"

 

Salih, kızın elini sıktıktan sonra bıraktı. Derin bir nefes aldıktan sonra ağırlaşan havayı dağıtmak için şakacı bir sesle konuşmaya başladı.

 

"Yeter bu kadar duygusallık! Nerede kaldı benim hayırsız oğlum?"

 

"Ediz'le muhabbete dalmıştır kesin. N'olcak?"

 

"Bana Ediz deme Hilal! Sıkıldım hastane yatağından zaten. İyi olduğumu bildiği halde çıkarmıyor beni buradan o doktor bozması! Ben onun altını değiştirdim be zamanında. Şimdi kalkmış bana doktorluk taslıyor" diyerek söylendi Salih.

 

Hilal, onun bu isyanına gülümsedikten sonra düşünceli bir şekilde konuştu.

 

"Sanırım bilerek çıkarmıyor."

 

"Neden ki?" diye sordu Salih kaşlarını çatarak.

 

"Hemen Sakarya'ya dönersin diye! Burak'ın sana ihtiyacı var. Belli etmese de çok sarsıldı ve... Seni özlemiş. Ediz de bunun farkında. Neden İstanbul'da kalmıyorsun ki? Gürültüsü patırtısı falan... Sevmiyor musun?"

 

Salih'in bakışları pencereyi buldu ve hüzünle uzaklara daldı.

 

"Sevmemekten değil. Zamanında... İçindekini çok sevmiştim. Ne zaman bu şehre gelsem, çıkmaması gerektiği halde... Rotam hep ona çıkıyor. Ben de çareyi gemiyi bu limana hiç yanaştırmamakta buldum."

 

"Derin bir mesele sanırım!" diye mırıldandı Hilal.

 

"Çook!" dedi Salih hüzünlü bir tebessümle.

 

"Eğer bir gün anlatmak istersen... İyi bir dinleyiciyimdir!" dedi Hilal teselli verici bir tebessümle.

 

"Buna şüphem yok. Bizim hayırsızın bile dilini çözdüğüne göre... İyi bir dert ortağısındır. Bir gün... Kısmen de olsa anlatırım. Tam hikayeyi anlatabilecek kadar yürekli değilim."

 

"Şimdilik?" dedi Hilal soru dolu bir sesle.

 

"Hiçbir zaman. Zamanında Burak'a anlattım da... 1 ay boyunca her gördüğüm silahla bakıştım!"

 

Hilal, dudağını ısırarak adama baktı.

 

"O kadar mı kötü?"

 

Salih sessiz kalarak dışarıya baktı.

 

"Peki oğlun için... 2 gün İstanbul'da duramaz mısın?"

 

"Aklından ne geçiyor?"

 

"Burak hastane köşelerinde perişan oldu. Her an gideceksin kaygısı da var. 2-3 gün sonraya bilet alsan da... Evde birlikte vakit geçirseniz. Olmaz mı?"

 

Kapıdan girmek üzere olan Burak duyduğu konuşmayla tebessüm etti. Kaç gündür hastane köşelerinde perişan olan kendisi değilmiş gibi bir de onu düşünüyordu Kelebek'i. Merakla babasının cevabını beklerken haline güldü.

 

"Bu aralar da iyi kapı dinlemeye başladım. Ne yaptın sen bana böyle Kelebeğim?" diye mırıldanan adam özüne dönmeye başladığını farkındaydı. O olaydan önceki küçük çocuk olmaya başlamıştı.

 

"Olur aslında. Ama bir şartla!" diyen babasıyla birlikte düşünmeyi bıraktı.

 

"Nedir?" diyen Hilal'in sesi merak doluydu.

 

"Bu süre içerisinde Sevdalarda bir yemek düzenleyelim. Ve sen de katıl. Adam akıllı vakit geçiremedik. Oğlumun kalbine giren güzel kızı daha yakından tanımak isterim! Hatta... İstersen anneni de çağırırsın."

 

"Şartınız basit de... Annem bu sıralar yeni bir iş kurmakla meşgul. Bu yüzden şehir dışında. Katılamaz! Ayrıca... Önce Sevda teyzeye mi danışsaydık?" dedi Hilal gülerek.

 

"Sevda bayılır bu teklife. Milleti doyurmaya yer arıyor... Şaka bir yana gerçekten çok sevinir. Yine de içinde rahat etmezse onunla konuşursun!"

 

"Tamam o zaman! Kalıyorsun yani?" diye sordu kız ümit dolu gözlerle

 

"Senin gibi tatlı bir kız benden bir şey ister de ben onu reddeder miyim?"

 

"İnsan bir oğlum için kalıyorum der. Nasıl da sattın hemen beni? İnanamıyorum sana baba!" dedi odaya giren Burak sitemle.

 

"Sen bizi mi dinliyordun bakayım?"

 

"Nasıl da konuyu değiştiriyor ama? Kulak misafiri oldum ve çoook kırıldım duyduklarıma" diye serzenişte bulunan Burak'ın gözleri mutlulukla parlıyordu.

 

"Babanı boşuna suçlama Burak. Kelebek etkisi işte ne yapacaksın?"

 

Hilal'in söylediği cümleyle kıza dönen adam tebessüm etti ve "Bir şey yapmayı düşünmüyorum şahsen!" dedi kıza yoğun bakışlarla bakarken.

 

Hilal de gülümsedi ve mırıldandı.

 

"Halinden memnun olmana sevindim!"

 

2 Gün Sonra 

 

Kapıyı açan Sevda, gelenleri kocaman bir gülümsemeyle karşıladı.

 

"Hoşgeldiniiiz!" 

 

Kapıdakiler hep bir ağızdan "Hoşbulduk" dediler.

 

Önce Sıla'yla sarılan Sevda, daha sonra Aslı'ya sarıldı.

 

"Hoşgeldin canım. Seni gördüğüme çok mutlu oldum!"

 

"Ben de öyle Sevda Hanım!"

 

"Hanım mı? Kırılıyorum ama. Teyze de bana. İstersen a..."

 

"Anne?" diye araya girdi Emre korku dolu bir sesle. Annesini azıcık tanıyorsa kesin 'Anne diyebilirsin!' diyecekti.

 

Sevda, bıyık altından güldükten sonra konuştu.

 

"İstersen abla da diyebilirsin!"

 

Derin bir nefes alan Emre annesine dik dik baktı. Bu durumu farkedenler ise kahkaha atmamak için kendilerini zor tutuyorlardı.

 

"Hilal canım sen de hoşgeldin!"

 

"Hoşbuldum Sevda teyze!" diyerek kadınla görüştü Hilal.

 

Onun "Hadi ayakta kalmayalım içeriye geçelim" demesiyle herkes salona yönelirken Hilal bir anda kolundan çekilmesiyle ufak bir çığlık attı ve sırtı duvarla buluştu.

 

Karşısında ona bakan yeşil gözleri gördüğünde kalbi anında hızlanmaya başladı. Yanağında hissettiği dudaklarla birlikte yutkunurken karşısındaki adam fısıldadı.

 

"Bana hoşbuldum demek yok mu Kelebeğim?"

 

 

Loading...
0%