@yasminiesa
|
"Buse" diye mırıldandı Emre, kıza doğru bir adım atarken. Onun adımıyla birlikte Aslı geriye çekildi. "Yaklaşma! Yaklaşma ve... Sakın! Sakın bana öyle seslenme! Benim adım ASLI!" Hüsranla derin bir nefes alan Emre omuzlarını silkti. "Diyemiyorum! Sana... O isimle seslenmek içimden gelmiyor. Sen benim için her zaman Buse'sin ve bu asla değişmeyecek!" Onları izleyen küçük Eftalya merakla sordu. "Yani Aslı abla sen... Abimin çocukluk aşkı mısın?" Soruyu duyan ikilinin bakışları kısa bir anlığına küçük kıza döndü. Ardından tekrar birbirlerine baktılar. "Abin kendi kendine gelin güvey oluyor Eftalya! Takma sen onu. Ben de... Gidiyordum şimdi!" diyen Aslı elindeki çerçeveyi adamın eline tutuşturdu ve hızlı adımlarla alt kata inmeye başladı. Vestiyerden montunu ve çantasını alan kız dış kapıyı açtı. Fakat kapının açılmasıyla kapanması bir oldu. Kapıyı kapatan Emre kapıyla kız arasına girdi. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" "Gidiyorum. Çekil!" "Gitmiyorsun dedim Buse!" Aslı, öfkeyle bağırdı. "ÇEKİL EMRE!" Onları bu tartışmasını duyan evdekiler hole doluşmuştu. "Bu saatte tek başına göndereceğimi düşünmen ayrı, gitmene izin vereceğimi düşünmense ayrı komik!" dedi Emre kesin bir şekilde. "Senden izin alan yok zaten. Çekil dedim!" "N'oluyor kızım?" diye sordu Sıla olayı anlamaya çalışarak. Annesinin sesini duyan Aslı ona döndü ve kızgın bir şekilde konuşmaya başladı. "Biliyordun değil mi? Biliyordun ve hiçbir şey söylemedin! Tek sen de değil. Hepiniz biliyordunuz. Hayır hepsini anlarım da... Hilal sen de mi?" "Boşuna Hilal'e kızma! Kimseye kızma. Ben istedim söylememelerini" diyerek araya girdi Emre. "Niye? Benimle daha rahat eğlenebilmen için mi?" Aslı'nın cümlesi üzerine Emre sinirle güldü. Bir süre sadece kıza baktıktan sonra sakin bir sesle konuşmaya başladı. "İkimiz de biliyoruz nedenini Kıvırcık!" Duyduğu hitapla geçmiş gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçerken, Aslı sinirle adama çıkıştı. "BİLMİYORUM! Ben hiçbir şey bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum zaten. Umurumda değil! Gidiyorum ben!" "Gidebilirsin tabii(!)" dedi Emre rahat hareketlerle kapıya yaslanırken. "ÇEKİL ŞU KAPIDAN EMRE!" "Çekebiliyorsan çek! Gidebiliyorsan git! Kaçabiliyorsan... Kaç!" dedi Emre ciddi gözlerle kıza bakarken. "Kaçmak? Komiksin! Muhatap olmak istememem kaçtığım anlamına gelmez" dedi Aslı alayla. "Tam da o anlama gelir!" Aslı, karşısındaki adamla uğraşamayacağını anladığında mutfağa doğru gitmeye başladı. Oradaki bahçeye açılan kapıdan dışarı çıkabilirdi. Sadece 2 adım atmıştı ki kolundan tutan elle durmak zorunda kaldı. "BIRAK!" diye bağıran kız arkasını dönüp adamı itti. "Ne istiyorsun ya benden? Bu nasıl bir takıntı? Çocukluk aşkıymış yesinler(!). Karşılaşmasak aklına bile gelmeyecektim. Aradan geçmiş koskoca 18 yıl. Bir rahat bırak beni!" Sıla, kızını ilk defa bu şekilde gördüğü için afallayarak konuşmaya başladı. "Kızım, Emre ne yaptı ki? Onun çocukluk arkadaşın olduğuna sevineceğine ne diye böyle büyük bir tepki veriyorsun?" Annesinin cümlesini duyan kız, sesiz kaldı. Onun sessizliğine zıt olarak Emre konuştu. "Çünkü Emre geçmişini biliyor. Unutmaya çalıştığı geçmişi..." "Çalıştığım değil... Unuttuğum! Şimdi çık şu lanet kapının önünden. Evime gideceğim!" dedi Aslı inatçı gözlerle adama bakarken. "Üzgünüm gidemezsin. Çünkü o parkı yıktılar" diye mırıldandı Emre. Duyduğu cümleyle birlikte Aslı yıllar önceki o günü hatırladı. [Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Parktaki oyun evinde saklanan küçük kız her duyduğu şimşek ve gök gürültüsüyle korkuyla yerinden sıçrıyordu. Babası yine eve içkili gelmiş ve acımasızca dövmeye başlamıştı. Küçük kız o can havliyle evden kaçmış ve yağan yağmurdan dolayı da bu küçük oyun evine sığınmıştı. Emre'ler Sakarya'da olmasaydı gideceği ilk yer orası olurdu. Onun yanına gider Sevda Teyze'si de ikisine portakal suyu sıkardı. Beraber oyun odasında mutlu bir şekilde oynarlardı. Emre, kolundaki morluklar yokmuş gibi davranırdı. Kızın utanacağı hiçbir şey söylemez veya yapmaz sadece onu güldürürdü. En sonunda da bacaklarını uzatarak kızı dizlerine yatırır saçlarını okşayarak onun uyumasını sağlardı. Kız bilmezdi fakat o anlarda küçük çocuğun gözleri kızın kollarında dolaşmaya başlar ve yanaklarından yaşlar süzülürdü. Her defasında büyüyünce o adama cezasını vereceğine dair kendisine söz verirdi çocuk. Sonra da elleri usulca kızın morarmaya yüz tutmuş yaralarında gezinirdi. Canının acısını almak istercesine... Duyduğu şimşek sesiyle korkuyla sıçrayan küçük kız sonunda dayanamayarak ağlamaya başladı. Elleriyle dizlerini kavradıktan sonra kendi kendine mırıldandı. "Keşke Emye olsaydı. O beni her şeyden koyuydu. Koykmama izin veymezdi!" Aradan yarım saat geçmesine rağmen yağmur durmamış, hatta gökyüzü yarılmışcasına şiddeti artmıştı. Küçük kızın ıslak elbiseleri tam olarak kurumadığı için titremesi çoğalmıştı. Bir yarım saati daha bu şekilde geçirse zatürre geçirmesi kaçınılmazdı. Tam bu sırada oyun evinin kapısı açıldı. Bunu gören kız korkuyla evin en dip noktasına kadar gitti. Kapıyı açan kişi içeriye ışık tutmuştu. Gözüne gelen ışıkla gözlerini kapatıp elini de siper eden kız korkuyla yutkundu. "Kıvırcığım?" Duyduğu sesle gözlerini hızla açtı küçük. Bu sırada Emre sürünerek içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştı. "Emye? Sen hayalsin di'mi? Çook uzaklaya gittin çünkü. Ben, seni yanımda istiyom diye hayal göyüyom." "Gel bak bakalım hayal miyim?" diyen çocuk kollarını iki yana açtı. Dizlerinin üzerindeki küçük kız, yakınında olan çocuğa doğru emekledi ve kendisine açılan kollara sığındı. "Geldin!" diyen kız hıçkırarak ağlamaya başladı. Çocuğun elleri sakinleştirmek istercesine kızın kıvırcık saçlarını okşuyordu. Bir süre sonra Emre geri çekildi ve kızı incelemeye başladı. "Çok üşümüşsün ama Buse'm. Hasta olacaksın!" Bunu söyleyen çocuk üstündeki kalın yağmurluğu çıkardı. Ardından da kazağını... Kazağını çıkarmasıyla birlikte bir anda titreme gelmişti. "Emye? Napıyosun? Üşüyeceksin" dedi Buse kaşlarını çatarak. "Bunu sen mi diyorsun Kıvırcık Cadım? Çıkart şu üstündekileri!" "Olmaz sen üşüysün! Hem... Sen vayken çıkaymam üstümü!" Kızın çekingen sesini duyan çocuk güldü. "Ben kaparım gözlerimi." "Olmaz! Sen üşüysün. Sen üşüysen ben de üşüyüm!" "Sen üşüyorken de ben üşüyorum. O zaman şöyle yapalım. Sen atletle birlikte montu giy. Ben de kazağı giyeyim. İkimiz de üşümeyiz böylece!" "Hımmm... Tamam oluy. Kapat gözleyini!" Kısa süre sonra üstlerini değiştirmiş olan ufaklıklar evin duvarına yaslandılar. "Annen seni çok merak etmiş." Buse hızla Emre'ye döndü. "Yaa. Canım annem benim yüzümden çok mu üzüldü? Ben... Koykmuştum. Sizin evde olmadığınızı da unuttum. Yağmuy yağınca da... Buyaya saklandım. Duymuyoy bu yağmuy Emye. Napcaz biz?" "Merak etme! Ben seni bulacağımı söyledim. Bak buldum da. Yağmur dursun gideriz. Ama sen hala titriyorsun. Saçların da ıslak. İyice ıslak koyuna dönmüşsün Cadım!" Küçük kız kaşlarını çatarak çocuğun koluna vurdu. "Sensin koyun! Ayyıca BEN CADI DEĞİLİM!!!" Kızın kızgın sesi karşısında Emre'den bir kahkaha yükseldi. "Gel buraya Kıvırcığım gel!.. Isıtalım bakalım sizi Cadı olduğunu kabullenemeyen Prenses Hazretleri!" Kız kendisine uzanan Emre'yi gördüğünde geriye çekildi. "Gelmiyecem. Küstüm sana ben Emye. Bana süyekli Cadı diyosun. Yağmuy duysun gitcem ben!" "Hee. Öyle mi Buse Hanım? Tek başına bu saatte gideceksin öyle mi?" "Öyle!" dedi kız inatçı bir şekilde. "Gidebilirsen git! İzin vermem ki ben sana. Gelir misin yanıma Buse'm? Bak titriyorsun. Lütfen?" Çocuğun yalvaran sesi karşısında kız dayanamadı ve yanına yaklaştı. Emre oyuncak evin duvarına yaslanarak kızı kollarının arasına aldı. Küçük kız başını çocuğun göğsüne koydu. İkili kısa süre sonra ısınmış kızın titremesi de geçmişti. "Emye? Kalbin böyle güm güm atıyoy yaa... Ninni gibi oldu çok. Benim uykumu getiydi." Kızın uykulu tatlı sesini duyan çocuğun dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi. "Uyu o zaman Kıvırcığım! Ben ve ninni kalbim yanında." "Hep yanımda ol sen! Ben bazen geceleyi kötü yüya göyüyom. Ama senin yanında uyuyunca hiiiiç göymüyom. Sen kovuyon o kötü yüyalayı. Hep kov oluy mu?" Emre, kızı sardığı kollarını sıkılaştırdı. "Olur Buse'm! Ben hep kovarım. Kötü rüyalarını da... Yanındaki kötülükleri de. Sen yeter ki mutlu ol. Gülümse. Ben hiç uyumam seni hep korurum!" "Ama sen de uyu. Yoyuluysun sonya" diye mırıldandı küçük kız. Kısa süre sonra tekrardan konuşmaya başladı. "Emye?" "Uyumadın mı hala Buse'm? Bak sesinden uyku dökülüyor. Uyu hadi!" "Uyuyacam da... Önce bişey soyacağım!" "Sor Kıvırcığım! Seni dinliyorum." "Buyası... Buyası bizim evimiz olsun mu?" Duyduğu cümleyle şaşıran çocuk kıza baktı. "Bizim evimiz mi? Bu da nereden çıktı?" Küçük kız, doğrularak kocaman mavi gözlerini çocuğun mavi gözleriyle buluşturdu. O uyku mahmurluğuyla dolu gözler Emre'nin kalbini hızlandırmıştı. Uykulu da olsa çenesinden bir şey kaybetmeyen Buse hevesle anlatmaya başladı. Çocuk ise dudaklarındaki kocaman tebessümle kızı dinlemeye başladı. "Annem demişti ki 'İnsanın güldüğü, ağladığında teşelli bulduğu, mutlu olduğu huzuy bulduğu, yey onun evi' oluymuş. Biz önceden bu evde heep oyun oynadık sonra güldük. Bugün de ağladık. Yani ben ağladım. Şimdi de uyuyacaz. O yüzdeeeen buyası bizim evimiz olsun. Olmaz mı?" "Olur Buse'm. Olur. Burası bizim evimiz olsun. Sadece bizim!" "Yaşasııın! Şimdi uyuyabiliyim" diyen kız tekrardan başını çocuğun göğsü üzerine koydu ve anında uykuya daldı. Kızı bir süre izleyen çocuk, saçlarına bir buse kondurduktan sonra konuşmaya başladı. "Sanırım annenin kastettiği mekan değildi Kıvırcığım. Yiğit babam bir keresinde demişti ki 'İnsan eğer birini seviyorsa hep yanında olmak ister. O neredeyse oraya gider, onun olduğu yeri evi beller. İnsanın evi birçok tuğla parçasından oluşan sıradan bir yapı değildir. İnsanın evi sevdiğinin yanıdır!'" Uyumak için gözlerini kapatan çocuk, kıza biraz daha sarıldıktan sonra mırıldandı. "Benim evim sensin zaten. Burası da bizim, ikimizin evi olsun o zaman!"] Aslı hatırladığı anıyla birlikte afallayarak geri çekildi. Gözlerinin kızardığının farkında değildi. Karşısında duran Emre'nin dudaklarında hüzünlü bir tebessüm vardı. Kıvırcığı gitmeden önce her buldukları fırsatta o küçük eve gitmişlerdi. Kendilerine has dünyanın bir sembolü olmuştu o küçücük ev. Buse gittikten sonra ise... Gidememişti. Onun evi Buse'siyken... O yokken nasıl gidebilirdi ki o boş eve? Taa ki... Sakarya'daki o olay olana kadar! O gün, Burak kadar olmasa da Emre'yi de çok etkilemişti. Hangi çocuk ,çocuğu geçtim hangi insan, annesi babası beklediği insanların cansız kanlı bedenlerini gördükten sonra hayatına normal olarak devam edebilirdi ki? Kardeşinin yaşayan bir ölüye dönüşmesi karşısında tepkisiz durabilirdi? Sakarya'dan döndükten sonra, bir gece gördüğü kabustan sonra evden kaçmıştı Emre. Buse'si olmasa da evlerine gitmişti. Ona sarılacak küçüğü olmasa da, o yanındaymışçasına hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Bir ümit gözleri kapıda saatlerce oturmuştu. Tabii ki de Buse gelmemişti. Fakat Emre ne zaman ağlamak istese o küçük evlerine kaçmıştı. Duvarlarına Buse'yle ikisinin ismini yazmış, biraz daha büyüdükçe de sözlerle kaplamıştı. Belki çocukken yaşadığı hisler aşk kadar güçlü değildi fakat Emre hep zor günlerini Buse'siyle paylaşarak atlatmış ve o sevgiyi içinde büyüterek aşka dönüştürmüştü. Defalarca kez Buse'yi aramaya yeltenmiş ancak bir türlü cesaret edememişti. O tutunduğu dalın kırılmasından korkmuştu genç adam. Umduğunu bulamamaktan, Her Şeyi yaptığı kızın ona bir yabancı gibi bakmasından deliler gibi korkmuştu. Kendisine kocaman mavi gözleriyle bakan kızı gördüğündeyse bu korkunun yersiz olduğunu anlamıştı. Karşısındaki kız onun sevdiği kızdı. Değiştim, unuttum dese de hepsi palavraydı. Değişen tek şey yaralarının boyutuydu. Büyüdükçe iyileştirilmesi gereken yaraları artmıştı sadece. Emre gibi... Her ne kadar Aslı Buse bunu inkar etse de Emre çok iyi biliyordu. 'Yaralarının merhemi yalnızca birbirleriydi.' "Hatırlıyorsun" diye mırıldandı Emre kızın gözlerine bakarken. "Hatırlamıyorum! Hayatının ilk 6 yılını kim hatırlayabilir ki Emre? O zamanlar küçücük bir çocuktum! Biraz mantıklı olur musun acaba?" "Haklısın! Hayatının ilk yıllarını hatırlamaz çoğu insan. Ama... Belgeye dayalı anılar işin içinde olunca... Her şeyi hatırlar! Sana o 6 yılı hatırlatacak bir albüm dolusu fotoğrafın varken... Unutman imkansız!" Gözlerini kaçıran Aslı yutkundu. Unuttum dese de bazen yağmurlu günlerde izin veriyordu kendisine. Emre'nin ona verdiği son hediyeyi çıkartıyordu usulca. Mor bir albüm! Albümün hepsi fotoğraf doluydu. Fakat en sevdiği son sayfadakiydi. O normal bir fotoğraf değildi. Bir çizimdi. Emre'nin kendi elleriyle yaptığı bir çizim! Küçük bir oyuncak evin içinde birbirine sarılarak uyuyan 2 çocuk resmedilmişti kağıda. İkisinin de dudaklarında huzurlu bir tebessüm... Aslı'nın yanağından bir damla yaş düştü. Hızlıca onu silen kız başını dikleştirdi. Ne geçmişi hatırlamak istiyordu. Ne de herhangi bir erkeğe güvenmek! 'O herhangi bir erkek değil! Kabuslarını engelleyen kişi. Hayatını çekilir kılan, yıllardır özlemini duyduğun kişi' diyen iç sesini susturdu genç kız. "Hatırlasam ne olacak? Aradan kocaman bir 18 yıl geçmiş. 8 ay, 8 yıl değil 18 yıl! Onca yıla rağmen hâla içinde kendince bir şeyler kuruyorsan... Hilal burada bak. Bir psikoterapi yapsın sana. İhtiyacın var gibi gözüküyor!" "Kızım?" dedi Sıla büyük bir şaşkınlık içerisinde. Aslı'nın alayla dolu sesi ve aşağılayan sözleri onu sarsmıştı. Onun her şeye pozitif bakan, karşısındakini kırmamak için kırk takla atan kızı bu olamazdı! "Ne? Yalan mı anne? Nasıl bir psikopat 18 yıldır tanımadığı kızın peşinde takılı kalır ki? Beni tanımıyor bile! Ben de onu tanımıyorum!" "Hâla mor rengini seviyorsun. Kıyafetlerinin çoğu o renkte çünkü. Çikolatalı dondurmanın tiryakisisin. Hâla domatesi sevmiyorsun ki bunun hakkında bir konuşmalıyız bence... Fondüye olan aşkında gram azalma olmamış. Yemekteki halinden anlaşılıyor. Hâla bilekliksiz evden çıkmıyorsun. Çenebazlığın azalmak yerine artmış. Neyse ki seni dinlemeyi seviyorum. Cici kız görünümlü cadı modundan da vazgeçmemişsin. Hakkında milyon madde daha sayabilirim şu an. Eskiden beri devam eden alışkanlıklarını da, yeni edindiklerini de..." Emre, yaslandığı kapıdan doğruldu ve kıza doğru yaklaşmaya başladı. "Bir konuda haklısın ama. Ben seni tanısam da... Sen beni tanımıyorsun! Unutmuşsun. Hatırlasaydın... Beni her ittiğinde, vazgeçip gitmek yerine daha büyük bir gayretle savaştığımı hatırlardın! Hatırlasaydın..." diye mırıldanan Emre kızın dibine geldiğinde durdu. "Söz konusu sen olduğunda... Nasıl gözüm döndüğünü, hiçbir şeyi tiye almadığını hatırlardın. Ehh tüm bunları unuttuğuna göre... Hatırlatalım bakalım!" Emre sözünü bitirdiği gibi kızı kucağına aldı. Emre'nin bu hareketi beklemeyen Aslı'dan ufak bir çığlık döküldü. Holdekilerin şok bakışları altında Emre alt kata inen merdivenlere yöneldi. "Ne yapıyorsun? Bırak! Emre?" diyen Aslı öyle büyük bir şaşkınlık içerisindeydi ki normal bir zamanda bağırıp vuracağı kesinken şu an hiçbir şey yapamıyordu. Bu kesinlikle şaşkınlığındandı. Yoksa adamın kucağında duruyor olmasıyla, hızlanan kalbiyle bir ilgisi yoktu. 'Yaa tabii öyledir(!). Donakalman heyecandan değil kesinlikle' diyen iç sesine koca bir şamar atan kız başını hırsla adama çevirdi. Burnunun dibindeki mavi gözleri gördüğündeyse kesik bir nefes aldı. Ağzını açtıktan sonra geri kapattı. Konuşamıyordu. Ve bu oldukça büyük bir olaydı. Tam bir çenebaz olan Aslı'nın dumura uğraması... "Ne mi yapıyorum? Nasıl bir psikopat olduğumu soruyordun yaa... Onu öğretmeye götürüyorum. Bakalım ben nasıl takıntılı bir psikopatmışım?" Emre merdivenlerden inerken arkadaki şaşkın topluluk da kendine gelmişti. İlk konuşan Burak oldu. "O... Az önce Aslı'yı atölyesine mi götürdü? Hani beni bile sokmadığı atölyesi!" "Tam da öyle yaptı. Hiçbirimizi takmadan kızı kucağına mı aldı?" diye mırıldandı Enver. "Tam da öyle yaptı. Bunu yapan benim sessiz sakin oğlumdu di'mi?" dedi Sevda şok içerisinde. "Sessiz sakin demişken... Ufacık bir itirazla, sessizce aşağı inen benim arkadaşım mıydı?" "Evveeet! Sessiz sakin Emre'yi çıldırtan kızımdı. Çenebaz kızımı dumura uğratan da Emre oğlumdu. Bu anlaşıldıysa... Çaylarımızı içmeye gidelim mi artık?" dedi Sıla rahat bir şekilde. Sinan şaşkınca kadına baktı. "Çay mı? Az önce aşağı indirilen kızınızdı Sıla Hanım. Şokta olabilir misiniz acaba?" Sıla gülümseyerek baktı Sinan'ın bal rengi gözlerine. "Oğlan bizim kız bizim ne olacak? Şaka bir yana... Kızım şu an dünyadaki en güvenli yerde. Gözüm arkada değil. O yüzden bu rahatlığım... Hadi Sevda çerezleri getirip çayları tazeleyelim. Siz de geçin artık salona!" 🐱 Aslı, bakışlarını inanamayarak odada gezdirdi. Emre, onun gitmeyeceğinden emin olduğunda yavaş adımlarla ilerledi ve üzeri örtülü tuvalleri tek tek açmaya başladı. Öndeki resimler adamın ailesi ile doluydu. Sonrasındaysa manzara resimleri... Çoğunum yanında bir de fotoğraf ekliydi. Fotoğraf çekmeyi seven çocuk, fotoğrafını çektiklerinin resmini yapmayı apayrı seviyordu. Küçüklüğünde bu böyleydi. Şimdi de değişmediği anlaşılıyordu. "Burası tüm hayatım. Beni tanımak istersen resimlerime bakman yeterli. Ve değerini bil Kıvırcık! Burak dahil hiç kimsenin buraya girmesine izin vermedim. Dünyama aldığım ilk kişi sensin!" Aslı duyduklarıyla hızlanan kalbi karşısında afalladı. Afallamasının tek sebebi kalbinin hızlanması da değildi aslında. Duyduklarından memnun kalmasıydı. Bu odaya ilk giren, belki de tek giren olmak onu çok mutlu etmişti. Resimleri incelemeye başlamışken dikkatini az ilerideki köşe çekti. Orada da bir sürü kapalı tuval vardı. İlk bakışta farkında olunmayan köşe gözlerden saklı kalıyordu. Usulca oraya doğru gitti. Garip bir şekilde hissettiği duygu merak değildi. İçten içe biliyordu. Emre'nin dünyasında saklı kalan köşede olan şeyi... İçindeki duygu korkuydu. Genç kız yanılmaktan korkuyordu. Bu yüzden de köşedeki koltuklara 3 adım kala duraksadı ve geri döndü. Karşısında ona bakan mavi gözlerle derin bir nefes aldı. "Merak etme. Yanılmıyorsun. Gel hadi!" diyen adam onu elinden çekerek köşeye götürdü ve tek bir hamleyle tuvalleri açtı. Aslı gördükleriyle istemsizce geriye çekildi. Karşısında bir sürü küçük Buse ve küçük Emre duruyordu. Yanağındaki ıslaklığı hisseden kız dudaklarını ısırdı. Titreyen eliyle ıslak gözlerini sildi. "Sen..." diye mırıldandıktan sonra devamını getiremedi. Emre ona baktıktan sonra koltuğa oturdu. İşareti üzerine Aslı da karşısındaki tekliye geçti. "Bak!" diye mırıldandı Emre fısıldayarak. Aslı arkasında duran tabloya doğru döndü ve şok içerisinde elini ağzına götürdü. Karşısında... Yeşillikler içinde kocaman bir bina vardı. Onun üniversitesi! Ve o üniversitenin bahçesinde bir grup vardı. Biraz uzakta da olsa kıvırcık saçlı, kahkaha atan kız seçiliyordu. Çünkü resmi çizen kişi ona oldukça özen göstermişti. "Bu... Nasıl? Ne zaman?" diye fısıldadı kız. "Yaklaşık 5 yıl önce! Ben... O zamanlar pek iyi değildim ve... Seni buldum." "Yanıma gelmedin?" "Gelemezdim!" diye mırıldandı adam. "Neden?" diye soran kızla birlikte adamın dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Çünkü mutluydun!" "Anlamadım?" dedi Aslı büyük bir şaşkınlıkla. "Ben... Harp akademisinden mezun olduktan bir süre sonraydı. Bir gün... Bir operasyon sırasında..." Adam sustu ve başını önüne eğdi. Nefes alış-verişleri hızlanmış, elleri titriyordu. Onun bu haline dayanamayan Aslı yanına gitti ve elini tuttu. "Bir operasyon sırasında?" diye sordu şefkatli bir sesle. "Şerefsizin biri Burak'a, kardeşime doğrultmuştu silahı. Seçim şansım yoktu... Vurdum! Daha yere düşmeden... Öldüğünü anlamıştım. İlk kez... Birinin canını alıyordum. Bu şerefsizin birisi olsa da... Birilerinin çocuğu, kardeşi, eşi belki de babasıydı. Günlerce kabus gördüm. Hiç kimseye bir şey anlatamıyordum. Benim tek sırdaşım Burak olmuştu her zaman. Ama o da kendini suçluyordu zaten. Ona anlatamazdım... Lise dönemi boyunca hep aklımdaydın. Bu tuvallerin büyük kısmı da oradan! Ama... Bir türlü cesaret edemedim. Ayrıldığımızda sen daha 6 yaşındaydın ve... Beni unutmuş olmandan korktum. Bu olaydan sonra... Seni aradım. Buldum da! Tüm cesaretimi toplayıp okuluna kadar geldim. Ve... Aslında daha üniversitenin kapısından girdiğim an anladım. Bu işin olmayacağını! Harbiye'yle yakından uzaktan alakası olmayan bir ortamdı. Milletin tek derdi arkadaşı, sevgilisi, notlarıydı... Katil olması değil! Katil dediğime bakma. O zamanlar kafam yerinde değildi. O şerefsizlerle mülakatım çoğaldıkça, yaptıklarını gördükçe... Aldığım canlar için acımadım. Vicdanım sızlasa da... Kurtardığım canlara saydım, susturdum. Neyse işte... Tam o esnada seni gördüm! Arkadaşlarınla gülüyordun. Öyle tasasızdın ki! Gelemedim sana. O halimle gelemedim! Omuzlarına benim gibi bir enkaz bırakmak, bir asker... Bir asker yari olarak zorluklar çekmenin istemedim!.. O günden sonra seni unutmaya çalıştım. Başarılı olamadım tabii. Fakat yanına da gelemedim işte." Duyduklarıyla birlikte gözlerinden yaşlar düşen Aslı, adama bir anda sarıldı. Bir süre bu şekilde durduktan sonra yaptığını yeni farketmişçesine bir anda geri çekildi. Emre, yavaş hareketlerle kızın yanağından düşen yaşları sildi. Bu hareketi beklemeyen kız, bakışlarını adama çevirdi. O mavi gözlerdeki saf sevgiyi gördüğündeyse başını önüne eğdi ve konuşmaya başladı . "Ben... Senin de bildiğin üzere çok yaralıyım Emre. Bir erkeğe güvenmek... Benim için imkansız!" "O kafede karşılaştığımız gün... Senin de dediğin gibi 'Zoru hemen başarırız, imkansız ise biraz zaman alır.'" "O zaman... Bu sözün böyle durumlar için kullanılmadığını söylemiştin. Şimdi ne değişti?" Emre, kızın gözünün önüne gelen kıvırcık tutamlardan birini parmağına doladı ve tatlı bir şekilde gülümsedi. "Ben askerim Kıvırcık! Bu sözü her an her durum için söyleyebilirim. Kimse de telif hakkı isteyemez." Onun sözleri karşısında Aslı o gün yaptığı cazgırlığı hatırladı. "Zorla Burak'ı sahneye çıkartmıştım. Ahh rezillik! Onca söz dururken 5 tane askerin önünde tutup da asker mottosunu söyledim. Bir de peşine 'İlk defa mı duyuyorsunuz' diye çemkirmiştim." Emre kahkaha attı. "Gülme!" "Komikti. Aslında oradaki Cadılığından anlamalıydım sen olduğunu." "Kaç kere söyledim. Bana Cadı deme Emre!" İkili oldukça tanıdık gelen bu atışma karşısında duraksadı. "Demem o ki... Ben sabırlı bir insanım. Beklerim. Hiç tanışmıyormuş gibi yapalım, yeniden tanışalım demeyeceğim. Bunu istemiyorum. Fakat... Birbirimizin yeni huylarını öğrenebiliriz. Yeni hayallerini, yeni korkularını... Bana bir şans ver. Vermesen de verene kadar hiçbir yerde rahat vermem bu arada. Bunu da söyleyeyim!" "Tehdit mi edildim ben şimdi?" diye sordu Aslı kaşlarını havaya kaldırarak. "Yoo. Tehdit değil. Yapacaklarımın habercisi sadece." "Emre... Seni üzmek istemiyorum. Ama yapamam. Ben... Senin tanıdığın o küçük kız değilim. Çok fazla duvarım var. Bir... Bir ilişki yürütemem. Güvensiz hiç bir ilişki yürüyemez çünkü. Ve bende... Bir erkeğe güvenecek cesaret yok. Kırılmamak için kırarım ben. Seni de yorarım, kendimi de... Hani insanlar bazen gelecekteki ailesiyle ilgili hayaller kurar ya... Benim asla böyle bir hayalim olmadı. 14 yaşından beri 'Asla bir erkeğe güvenmeyeceksin' diye sözler verirken de olamazdı zaten. Sen ise... Belki bunu demek için erken ama... Sen benden bir aile istiyorsun. Benden sana o aile olmaz Emre. Şimdi bir şeyler başlasa bile... Devamını getiremem. Ve ben sana tüm bunları yaşatarak zarar vermek istemiyorum!" Emre, usulca arkasına yaslandı. "Yavaş yavaş gidelim Buse'm! Her şeyi bir anda başaramayız zaten. İlmek ilmek ilerleyeceğiz. Korkularının üstünden birlikte geleceğiz. Ayrıca... Tek korkuları olan sen değilsin. Benim hayatım ölümle dip dibe. Bir saniye sonramın garantisi yok. Her an... Bir göreve gidebilirim ve... Gizlilik ilkesinden dolayı senin bundan haberin bile olmaz. Sadece... Olumsuz bir durumda haberim gelir." Bunları söyleyen Emre dirseklerinin dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. Ellerine bakarak konuşmaya başladı. "Tabii sen... 'Ben böyle birinin yanında duramam. Böyle bir hayat yaşayamam. Bunu kaldıramam' dersen ben... Bir daha beni görmemen için her şeyi yapa..." Emre elinde hissettiği el ile cümlesini tamamlayamadı. Başını kaldırdığında kızın hüzünle gülümsediğini gördü. "Yapma! Yalvarırım bunu kendine yapma. Sen bu dünyadaki en zor ve en yüce mesleği yapıyorsun. Askerliğe meslek demek bile yanlış. Çünkü o geçim için yapılan bir şey veya boş kalmamak için yapılan bir iş değil. Gönülle yapılan, fedakarlık gerektiren, tüm hayatın olan bir şey! Gurur duyardım. Bir... Bir asker yâri olsam!" "Ol o zaman! Yârim ol. Yarenim ol. Yarınım ol. Bana evet de... Gerisini zamana bırakalım. Beni itme Buse'm. Sana Buse dememe kızma mesela. Yanında olmama izin ver. Beklerim ki ben seni. Sabırlı biriyimdir. Sonunda sen olacaksan... Ömrümün sonuna kadar bile olsa beklerim. Sen yeter ki... Evet de bana!" Aslı yüzünü ıslatan yaşları sildi. Diğer eli hâla adamın elinin üzerindeydi. Bu hissi sevdiğini farketti. Kalbinin hızla atmasını... Yanında birinin olmasını sevmişti. Fakat yine de... "Korkuyorum" dedi aniden genç kız. "Çok korkuyorum Emre. Senin.... Senin o adam gibi olmadığını ve asla da olmayacağını biliyorum. Sanırım benim korkum sana güvenmemek değil. Ben kendime güvenmiyorum. Görevde olup söyleyemediğin herhangi bir anda saçma sapan hüsnükuruntular yapmaktan, bu yüzden de kendimi yiyip bitirmekten korkuyorum. Kendime bunu yapmam sorun değil. Bunu... Bunu sana yansıtmaktan korkuyorum. Sana haketmediğin ithamlarda bulunmaktan ve... Seni yaralamaktan korkuyorum. Biliyorum çünkü. Bu dünyada seni benim sözlerimden daha fazla yaralayacak hiçbir şey yok. Bu yüzden de..." "Gözlerin var" diye mırıldandı Emre. "Ne?" diye sordu kız. "O deliler gibi özlediğim maviler... Şu an bana sevgiyle bakan o koca gözlerin var. Bir gün dediğin gibi olursa ,ki hiç sanmıyorum, o zaman sözlerine değil gözlerine inanırım. Sözlerin aklını, saçma düşüncelerini yansıtsa da... Gözlerin sevgini haykıracak hep!.. Ben de o anda sözlerinle değil gözlerinle konuşurum. Sözlerinin açacağı yaraya mavilerini merhem ederim. Olmaz mı?" "Küçükken de böyleydin. Öyle şeyler söylerdin ki... Beni ikna ederdin. Bir bakmışım dediğini yapıyorum" dedi Aslı dudaklarındaki tebessümle. Emre, umut dolu gözlerle kıza bakmaya başladı. "Bu... Evet demek mi?" Aslı, dudaklarını ısırarak başını salladı. "Bu kadar romantik olan sana kim karşı koyabilir ki?" Dediği cümleden sonra genç kız bir anda kaşlarını çattı. "Neden birinin karşı koyması gereksin ki? Doğru söyle Emre! Bu romantik sözlerini başka birine karşı kullandın mı? Başka birine şu an baktığın gibi baktın mı? Ya da... Başka birinin elini tuttun mu?" Gülmemek için şekilden şekile giren Emre hafifçe başını salladı. "Kullandım da, baktım da, tuttum da." Aslı, hızla elini çekti ve ayağa kalktı. "Nasıl ya? Kim o kız? O yellozun adresini söyle! Ona benim sevgilimin elini tutmak neymiş göstere..." "Sevgilin ha? Bir daha söylesene!" dedi Emre dudaklarında beliren enfes gülümsemeyle. "Sus Emre. Sana da kızgınım. Şu meseleyi halledelim de kapatalım. Şimdi... Bu kızı nerede bulacağımı söyle?" "O kızı bulman pek de mümkün değil" "Söyle dedim. Yarın ilk iş oraya gidiyoruz. Hala aklında sen varsan da, bıraksın saçma hayaller kurmayı. Ahhh. Çok sinirlendim. Var yaa eğer seni düşünüyorsa.... Ben kıskanç biriyim. 5 yaşındayken kızın biri seninle top oynamaya kalktı diye topunu patlatmıştım. Şimdi de o kızın kafasını patlatacağım. Yani... İlk başta sakin kalabilirim tabii. Hemen kafa da patlatmam. Medeni olabiliyorum arada. Önce saçını yolarım. Davranışlarına göre de kafasını patlatırım. Söyle şimdi. Bu kızı nerede bulabilirim? " "Zaman makinesi icat edilene kadar bulamazsın!" "Anlamadım?" Oturduğu yerden ayağa kalkan Emre, kızı kollarından tuttu. "Ben 8 yaşındayken mavi gözlü kıvırcık bir Cadı, kızın biri sırf benimle top oynamak istedi diye onun topunu patlattı. İlk o zaman... Şu anki sevgi dolu bakışlarla ona baktım. Sürekli onun elini tutardım. En sevdiğim şey buydu. Kızınca elini çekerdi asla izin vermezdim. Kızdığımda barışmak için elimi tutardı öfkem uçar giderdi. Sürekli ona güzel sözler söylerdim. O zamanlar küçük bir çocuk olduğum için sözlerim romantik kategorisine girer miydi bilemiyorum. Şimdi... Söyle bakalım. Sence hâla o kızın aklında mıyımdır sevgilim?" "Sen..." diye fısıldayan kız devam edemedi. "Evet ben! Romantik, güzel bakışlı ve tabii kızların aklında olan Sevgilin!" dedi Emre kahkaha atarak. "Gülme!" diyen Aslı da gülmeye başlamıştı. "Ahh. Yine kendimi rezil ettim iyi mi? Az önce ne oldu öyle ya?" "Ne olacak? Kıskanç Cadı fırtınası çıktı. Ben alışkınım da... Seni şaşırttı sanırım. Doğru söyle Buse. Ne zamandır bu düşünceler içindeydin de... İlişkimizin salisesinde hesap sordun?" Genç kız, tam itiraz etmek üzereyken adamın gülen gözleriyle karşılaştı. Ve doğruyu söylemeye karar verdi. "Beni dernek yemeğine götürmeyi teklif ettiğinde... 'Her kıza böyle mi yapıyor? Hemen de atıldı olaya. Kesin çapkın biridir. Kaç kızı böyle evinden aldı? Kaç kızın daha arabasının kapısını açtı? Kaç kıza daha o mükemmel gülümsemesini gösterdi?' Bütün gece bu düşünceler yüzünden uyuyamadım." "Sadece sen... Etrafına bakarsan bunu görürsün zaten. Kalbimde olan... Annem ve kardeşim hariç tek kadın sensin! Bu asla değişmeyecek. Hep böyle kalacak." Belki bir gün sana benzeyen bir kızımız olursa... Ancak o zaman değişir! Bir kişi artarak... Aslı, duydukları karşısında gülümsedi. "Bir gün... Senin gibi cesurca bu sözleri söyleyeceğim. Söz veriyorum... Sevgilim!" Emre, Aslı'nın alnına bir öpücük kondurdu. "Sen bana Sevgilim diye hitap ediyorsun, böyle güzel bakıyorsun yaa... Gerisi o kadar da önemli değil. Yanımda olduğun sürece... Her şeyi aşarız biz Cadı Sevgilim!" Aslı, kaşlarını çattı. Onun tehlikeli bakışlarını gören Panter usul hareketlerle geriye doğru gitmeye başladı. "Yine mi Cadı? Ben seni var yaa... Kaçma! Gel buraya Emre. Bir insan nasıl aynı anda hem romantik hem de gıcık olabilir? Gel dedim buraya! Çok bişey yapmayacağım. Sadece görünmez süpürgemle haşatını çıkaracağım. EMREEE!!" Kahkahalar atarak kapıdan çıkan Emre, üst kata doğru koşmaya başladı. Gülen gözleriyle koşan Kıvırcığının peşinde olduğunun bilinciyle... |
0% |