@yasminiesa
|
3 Ay Sonra "ALES sonuçları açıklandı. Kaç aldın? Kaçıncı sıradasın. 'İlk 1000'e girdim' dersen şaşırmam!" Tüm bunları tek nefeste söyleyen Aslı üstündeki ceketi portmantoya astı ve heyecanla salona girdi. Hilal'in koltukta uyukladığını görünce onun yanına geldi ve "Heyy! Kime diyorum?.. Kızım kalksana!" diyerek arkadaşını dürttü. "Bugün taekwondo'da haşatım çıktı. Rahat bırak beni" Hilal'in yorgun sesle söylenmesi Aslı'ya tesir etmemiş, genç kız arkadaşının yanında çömelerek konuşmaya devam etmişti. "Hadi ama! Sonuçlara daha bakmadığını söyleme. Kızım sen iyi misin?.. Ben senden daha heyecanlıyım resmen. Bu sınav benim değil, senin hayatını etkileyecek. 1 yıldır ALES için durmadan çalışan sendin, ben değil. " "Hangi hayatım? Benim hayatım 3 ay önce artçı bir depreme kurban gitti. Etkisi ise hala sürüyor." dedi Hilal gözlerini açmadan. Duyduklarıyla durgunlaşan Aslı, sessiz bakışlarla arkadaşına baktı. "Susuyorsun. Ve bu beni çok korkutuyor Hilal. Sen... Kaçmazsın ki." Aslı'nın söylediklerini duyan Hilal gözlerini açtı. Bakışlarını tavana dikerken boğazındaki yumruyu yok saymaya çalışıyordu. Haklıydı dostu. O, bu yaşına kadar hiç kaçmamıştı. İnsanın kendinden kaçamayacağını düşünürdü her zaman. Bu yüzden de kendine karşı hep dürüst olmuştu. Her şeyin bir ilki varmış... Aslı'nın endişeli bakışlarını görünce mırıldandı. "Konuşamam. Çünkü konuşursam... İnkar edemem!" Boğazındaki yumrunun şekil değiştirip gözlerine doğru yükselmesiyle Hilal sulanmış gözlerini kırpıştırdı. Ağlamak istemiyordu. Sessiz gözyaşlarından çok yorulmuştu. Yaşlar gözlerinden süzülürken acıyan kalbini yatıştıramamaktan, çığlıklarını susturmaktan çok yorulmuştu. Bu düşüncelerle hava alma ihtiyacı hisseden genç kız ayağa kalkarak cam kenarına doğru yürüdü. Açık olan pencere onu rüzgarla buluştursa da nefes alamadığını hissetti. Bakışları gökyüzünün maviliğine çevrilen kızın aklında yeşil gözler vardı. Onu düşünmek istemiyordu. Lakin, onu düşünmeden geçirdiği bir an bile yoktu. "Tamam. İstediğin gibi olsun. Konuşmayacağım. Ama bari sınav sonuçlarına bak. Hiç mi merak etmiyorsun?" "Baktım." diye mırıldandı Hilal. Aslı, duyduğu kelimeyle onun yanına, cam kenarına geldi. "Sonuç ne? İstediğin gibi Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışabiliyor musun?.. Mülakatta ne giyeceğine bakmaya başlayalım mı?" Genç kızın keyifsizliğini fark eden Aslı'nın sesi sonlara doğru azaldı. Hilal'in bu sessizliği içten içe onu korkutsa da bunu yansıtmayarak yumuşak bir sesle konuştu. "Hilal?... Bana bakar mısın? Kazanamadıysan da diğer üniversitelere girersin. Üzülme!" "Aldığım puanla bırak Üniversiteyi, herhangi bir devlet kurumuna bile giremem." "Saçmalık! Senden bahsediyoruz. İçsel zekanın yanında, işitsel zekan da çok iyi. Bir duyduğunu asla unutmazsın. Burak ile o kadar ders..." Yaptığı hatayı anlayan Aslı bir anda sustu. Hilal, gözlerini gökyüzünden ayırmadan konuşmaya başladı. "Ben... Matematik'e geldiğimde... Yapamadım Aslı. Kalemi dahi elime alamadım. Aklıma yaşananlar geldi. Devam edemedim. Sınıfı terk ettim. O.. Baksana! İsmini bile söyleyemiyorum... Geçen gün... Geçen gün bir... Kelebek resmi gördüm. Aklıma düştü anılar. Akan trafiğin ortasında olduğumu, bir adamın kornaya ısrarla basması ile farkettim. Ben... Ben ona güvendim. O da bana ihanet etti. Ve the end... Olması gerekiyor. Ama olmuyor. Şu an gelse, yaptığımın nedeni bu dese... Ona inanırım. Sen arkadaşının ilk 1000'e girebileceğini düşünüyorsun. Ama arkadaşın, bıçağı acımadan kendine saplayabilen bir adamı, affetmek isteyecek kadar aptal" dedi Hilal gözünden akan yaşla başını öne eğerek. Yorulmuştu. Değmeyen biri için göz yaşı dökmekten değil... Yaşananlara rağmen, değdiğini düşünmesinden... "Bu aptallık değil." diye fısıldadı Aslı. "Biliyorum. Keşke bilmesem ama lanet olsun ki biliyorum. Ben... Benimle kobay faresi gibi oynayan adama... Aşık oldum. Hislerimin yanlış olduğunu düşünemediğim için, kendimden nefret ediyorum. O gözlerin bana yalan söylediğine inanmayan kalbime ve ruhuma küsmek istiyorum... Ama yapamıyorum. Ben rüyalarımda gördüğüm, 'Özür dilerim Kelebeğim' diyerek alnımı öpen adamın, gerçek olduğuna inanmak istiyorum" Hissettiği duyguları sonunda sesli bir şekilde itiraf eden Hilal, kalbine aldığı adam için bir hiç olduğunu biliyordu. Bu yüzdendi kendini, müebbet yemiş bir mahkum kadar umutsuz hissetmesi. Genç kızın aşkı prangayla kalbine zincirlenmiş, ruhu ise ömür boyu bu acıyla yaşamaya mahkum edilmişti. İtiraf ettiklerinin ağırlığını kaldıramayan Hilal, arkadaşına dönerek "Ben biraz hava almaya çıkacağım." dedi ve kendini dışarı attı. Apartmandan çıkarken çantasından çıkardığı mp4'ün kulaklığını takan genç kız başıboş bir şekilde yürümeye başladı. Akşam ezanını duyduğunda kendine gelen Hilal, saatlerdir amaçsızca yürüdüğünü farkederek duraksadı. Etrafına bakındığında ise tenha bir sokağın ortasında durduğunu farketti. Sorun sokağın tenha olması değildi. İzlendiği hissiydi... Hızlıca etrafına bakınan genç kız, az ilerisinde duran park halindeki siyah minibüsü gördü. Plakaya baktığında, aracın birkaç sokak önce yanından geçen araçla aynı olduğundan emin olmuş ve adımlarını hızlandırarak yürümeye başlamıştı. Önündeki sokaktan sağa sapan Hilal'in içgüdüleri devreye girmiş, tüm bedeni adrenalinle dolmuştu. Sola dönerek başka bir sokağa girdiğinde, yerde gördüğü mazgal adımlarının yavaşlamasına neden oldu. Aklına gelen düşünceyle dudaklarında büyük bir tebessüm beliren kız kulağındaki kulaklığı sökercesine çıkarttı ve bir an bile duraksamadan mp4'ünü mazgalın içine attı. Arkasına bir bakış attığında köşeyi dönen iki kişiyi görmesiyle koşmaya başladı. İçinde küçük bir yer 'Belki kurtulabilirim!' diye umut etse de, genç kız arabayı gördüğü ilk andan itibaren aslında yakalanacağını biliyordu. Olsun, o koruması gerekeni korumuştu. Mp4'ü şu an denize doğru yola çıkmıştı. Onu koruduğu sürece varsın yakalansın sorun değildi. Tekrardan sağa döndüğünde girdiği sokağın çıkmaz sokak olduğunu görerek durdu. Yolun sonuna gelmişti. "Hadi bakalım Hilal! 2 aydır aldığın eğitimi kullanacağın gün, bugün!" diyerek mırıldanan genç kız derin bir nefes aldıktan sonra arkasını döndü. Sokağın başında, baştan aşağı siyah giyinmiş ve kar maskesi takmış iki adam duruyordu. Adamlar onu köşeye sıkıştırmış olmanın keyfiyle yanına gelirken, Hilal teslim oluyormuşçasına ellerini kaldırdı ve korkuyla konuştu. . "Ben... Bana bir şey yapmayın. Ne isterseniz yaparım." 'Lisedeki tiyatro kulübünün bir gün işime yarayacağını biliyordum. Gerçi... En uçuk hayalimde bile böyle bir anda yardım etmiyordu ama olsun.' diye düşündü istemsizce. Dikkatli gözleriyle karşısındaki adamları incelerken, bu işten nasıl sıyrılacağını merak etmeye başlamıştı. Adamlardan iri olanı, onun korku dolu bir sesle kollarını havaya kaldırdığın görünce alayla güldü. Rahat haraketlerle kızın yanına yaklaşırken bu işin çok kolay olduğunu düşünüyordu. Kızın yanına geldiğinde ona doğru uzandı. Hilal 'Tam zamanı!' diye düşünerek adamın elini tuttuğu gibi bileğini çevirdi. Maskenin ardındaki gözler saf şaşkınlıkla dolarken, genç kız bu şaşkınlığı fırsata çevirerek, dizini adamın karnına geçirdi. İkinci adamın hareketlendiğini farkettiğinde son bir kez adama vurup onu yere doğru itti. İlk Kural: Rakibini hazırlıksız yakala. Seni basit biri gibi görürse gard almaz ve onu haklaman kolay olur. Aklında eğitmeninin sesi yankılanan genç kız, diğer adama doğru döndü ve yumruğunu savurdu. Karşısındaki ,doğal olarak, yumruğundan korunmaya çalışırken ayağına gelen tekmeyi farkedememişti. İkinci Kural: Görünenden uzak dur. Rakibine, yapacağın hamleyi göster ve ters köşe yaparak ikinci bir hamleyle onu nakavt et. Dizine aldığı darbeyle yere düşen adama sertçe yumruk atan Hilal, elindeki acıyla derin bir nefes aldı. Eğitmeni, kum torbası ve insan arasındaki farkı defalarca anlatmıştı. Hilal anlamamıştı. Şu ana kadar... Yerdeki adamların toparlanıp ayağa kalktığını görünce birkaç adım uzaklaşan kız 'En azından savaşmadan ölmeyeceğim!' diye düşündü. Sonunda adamların onu yakalayacağını çok iyi bilse de, adamların işini kolaylaştırmaya hiç niyeti yoktu. Adamlardan gelecek hamleyi beklerken ensesinde hissettiği acıyla kaşlarını çattı. Başı dönmeye başladığında, bayıltıcı iğneyle vurulduğunu anlayan genç kız, yer ile bütünleşirken her şeyin başladığı o güne gitti. ✨🌙✨ Hilal, düşünceli gözlerle gri denizin hırçın dalgalarını izliyordu. Çarpan dalgaların etkisiyle aşınmaya başlayan taşları gördüğünde hüzünle gülümsedi. "Bu semsert taşlar bile darbe aldığında yaralanıyor, eksiliyor. Biz narin insanların aldığı darbelerden sonra yıkılmasından daha doğalı olabilir mi ki?" Saatlerdir soğuk ayazda oturan genç kız artık üşümüş vücudunu hissetmiyordu bile. Ruhu buz kesmişti, bedeni donsa ne olurdu? Yaşananların üzerinden 1 ay geçmişti. 1 hafta önce ALES denen illete girmiş ve ilk çıkış başlar başlamaz, kendini dışarı atmıştı genç kız. Gözlerindeki yaşlarla soluğu her zaman geldiği deniz kenarında almış, nefes almak istercesine olanca maviliğe bakmıştı. Her daim onu huzura götüren mavinin, şimdi iyileştirmediğini fark etmek belki de onu asıl yıkan şey olmuştu. Buna rağmen 1 aydır soluğu hep bu bankta almıştı Hilal. Ufuk çizgisine gözlerini dikerek hayatının öncesini ve sonrasını düşünmüştü. Yine tüm bu düşüncelerle önündeki manzarayı izleyen genç kız, bankın diğer ucuna birisinin oturduğunu hissetti fakat ona bakmadı. İzin almadan oturması kabalıktı, fakat burası da İstanbul'du. Aradan geçen dakikalardan sonra yanındaki adamın onu izlediğini hissederek hızla ona döndü. Karşısında 50'li yaşların ortasında, bal rengi gözlere sahip birisi vardı. "Bir sorun mu var?" diye sordu bal renkli gözlerin onu neden incelediğini anlamaya çalışarak. "Bu soruyu benim sormam lazım... Hilal!" Hiç tanımadığı bu adamın ismini söylemesiyle gözleri şaşkınlıkla açılırken peş peşe sordu sorularını. "Adımı nereden biliyorsunuz? Siz kimsiniz? Beni nereden tanıyorsunuz?" "Kim olduğumu şu an söyleyemem. Eğer iş teklifimizi kabul edersen, öğrenirsin. Etmezsen... Ömür boyu merak edersin. Kesinlikle merakta bırakıp, teklifimi kabul et diye baskı yapmıyorum." diyen adam son cümlesini gülerek söylemişti. Hilal, gözlerinde samimi ifade olan bu adamı merakla incelemeye başladı. Garip bir şekilde adama kanı kaynamıştı. İlk izlenimi olumlu olsa da temkinli bir şekilde sordu. "İş teklifi?" "Evet. İş teklifi... Öncelikle birkaç soru sormam lazım. Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmak istiyormuşsun sanırım. ALES'i kazanıp, mülakatı geçerek oraya girebileceğini düşünüyor musun?' Sorulan soruyu duyan kız ela gözlerini denize çevirdi. Adamın onun hakkında bu kadar çok şeyi nereden bildiğini sorgulamazken aklından geçen tek şey artık bu hayallerinin hayali olmamasıydı. Hilal, hayal kuramayacak kadar kırılmıştı. Onun bu sessizliğini sorusuna cevap olarak alan adam "Peki o zaman, başka bir okula gider misin?" diye sordu. "İmkanı yok... Alacağım notla herhangi bir okulu kazanmamın imkanı yok." Adam duyduğu cevapla kaşlarını çatarak "Nasıl? Senin derslerin iyi değil mi?" diye sordu. "Soruları çözmedim." diye mırıldandı Hilal. Tanımadığı bu adama neden cevap verdiğini bile bilmiyordu. Fakat içinden bir ses yanındaki adamın tehlikeli olmadığını söylüyordu. 'Bir zamanlar Burak'ın da iyi biri olduğunu düşünmüştün.' diyerek araya girdi iç sesi. Aklına yeşil gözler doldururken, yanındaki adamın konuştuğunu duyduğunda dikkatini ona yönlendirdi. Yasak olanı düşünmektense bu tanımadığı adamla konuşmayı yeğlerdi. "Çözmedin? Çözemedin değil... Bilerek mi çözmediğin anlamına geliyor bu? Neden?" diye sordu adam hayretle. Hilal boş gözlerle adama baktı. Oturup da ona nedenlerini anlatmasını beklemiyordu sanırım. Bu sorular ve bal rengi gözlerdeki merak sonunda genç kızı kendine getirmişti. "Tekrar soruyorum. Siz kimsiniz? Ve adımı nereden biliyorsunuz? Sorularıma cevap vermezseniz gideceğim. Şimdiden uyarayım!" Onun bu çıkışı adamın geri adım atmasına neden olmuştu. "Tamam. Sakin ol!.. Seni, Barış Hoca sayesinde tanıyorum. Barış Öztürk. Okuduğun Boğaziçi Üniversitesi'nin Psikolojik Danışmanı. Gerçi sen onu benden daha iyi tanıyorsun." diyen adama şaşkınca baktı Hilal. "Barış Hoca..." diye mırıldanan genç kız "Devam edin lütfen!" dedi meraklı bir sesle. "Bizimle çalışması için uzun süredir birini arıyorum. Barış Hoca sağ olsun daha öncesinde birkaç kişiyle görüşmüştüm fakat olmadı. İstediğimiz kriterlere sahip değillerdi ve her seferinde bir pürüz çıktı. Geçen yıl 'Tam istediğiniz gibi bir öğrencim var. Döneminin en başarılarındandı ama yurtdışında yüksek lisans alıyor.' demişti. Yaklaşık 1 ay önce yine senden bahsetti. Ülkeye döndüğünden... Senin hakkında biraz bilgi topladım. Hocan haklıymış. Gerçekten aradığım gibi bir insansın." Hilal anlatılanları şaşkınlıkla dinliyordu. Kısa bir süre sonra "Peki nasıl bir iş? Ne yapacağım?" diye sordu. İlgisini çekmişti bu adam. Hayatının dibindeyken gelen bu teklif, onu düştüğü çukurdan çıkartacak bir halat olabilir miydi? Adam, konuşmaya başladığında ona doğru döndü. "Yapacaklarını, işi kabul edersen öğreneceksin. Nasıl bir iş olduğuna gelirsek... Devlet için çalışacaksın." "Devlet?" Hilal'in şok dolu sesini duyan adam söylediği cümleyi tekrarladı. "Eğer kabul edersen, Devlet'e çalışacaksın". Söylenen cümle ile genç kız istemsizce kahkaha attı. "Siz benim kim olduğumu bildiğinizden emin misiniz?" "Kadir Alacalı'nın kızı olmandan bahsediyorsan... Evet, biliyorum. Bakma öyle şaşkınca. Seni araştırdım, soruşturdum. Babanın işleri ile alakan olmadığını biliyorum. Bizim senin gibi kabiliyetli insanlara ihtiyacımız var. Babanın hatalarını sana ödetemeyiz. İstersen bu işi... Babanın yaptıklarının keffareti olarak da düşünebilirsin." Genç kız duyduklarını sindirmeye çalıştı. Devlet için çalışmak mı? Yıllar önceki bir anısı üşüştü aklına. Ortaokulda, parkta oturup insanları izlerken yanına bir adam gelmişti. Yine yanındaki adam gibi yanına oturmuş onunla konuşmuştu. İyi biriydi, sevmişti onu Hilal. Yaklaşık 2 saat boyunca konuşmuşlardı. Aslı'nın babasının, annesini aldattığı ile ilgili şüphelerinden, arkadaşları ile yaşadığı olumsuzluklara kadar her şeyi anlatmıştı ona Hilal. Diğer yetişkinlerin yaptığının aksine adam onu ciddiyetle dinlemiş, hissettiği sezgilere inanmıştı. Parkta karşılaştığı adamla yaptığı o kısa konuşma tüm hayatını etkilemişti. Kendine güvenmesi, hislerine inanması hatta oluşturduğu karakterinde o adamın etkisi olmuştu. Onu bu kadar net hatırlamasının bir diğer sebebiyse gitmeden önce söyledikleri olmuştu. 'Bu yaşına rağmen insanları analiz etmede çok iyisin. Bunu lanet olarak görmen, yeteneğine haksızlık olur. Onu geliştirmelisin. Ve ileride yararlı işler yapmalısın.' demişti adam. Merakla sormuştu küçük Hilal. 'Ne yapabilirim ki?' 'İstediğin herhangi bir şeyi yapabilirsin. Yeter ki Vatanına bir katkın olsun.' demiş ve gitmişti o gizemli adam. Bir daha da görmemişti onu genç kız. Hilal, o zamanlar adamın bu sözünden o kadar etkilenmişti ki 'Ben asker olacağım!' diye tutturmuştu. Belki annesi izin verse olurdu da... Karşısında duran adama bakarken istemsizce mırıldandı "Yani şimdi siz... Vatanım için çalışabileceğimi söylüyorsunuz?" Karşısındaki adam tebessüm etti. "Evet. Ama bu işin basit bir şey olmadığını bilmelisin. İfşa olursan hayatın tehlikeye girer. Hatta daha kötüsü... Seni sevdiklerinden vurmaya kalkarlar. Bu yüzden bu kararı vermeden önce düşünmeni istiyorum. Barış hocana beni sorarak sözlerimin doğruluğunu teyit edebilirsin. O gerekli açıklamayı, gerekli şekilde yapacaktır. 3 günün sonunda, teklifimi kabul edersen buraya gel! Sana tüm detayları anlatayım ve çalışmaya başlayalım. Senden sadece ani bir karar vermemeni istiyorum Hilal. İyice düşün! Ben, seninle çalışmayı çok istiyorum fakat karar ne olursa olsun saygı duyarım. Umarım... Görüşürüz." Tüm bunları söyleyen adam, kıza güven verircesine gülümsedikten sonra ayağa kalktı ve kendinden emin adımlarla uzaklaştı. Hilal, adını bilmediği adamın arkasından bakarken aslında kararını çoktan vermişti. 3 gün sonra aynı bankta, 50'li yaşlarında bir adam ve 20'li yaşlarında bir kız oturuyordu. ✨🌙✨ Gözlerini açan Hilal, etrafını incelemeye başladı. Küçük olan depo, köşesinde durana keresteler hariç boştu. Üzerindeki sersemliği atmaya çalışan genç kız, oturduğu sandalyede ellerinin arkasından bağlandığını fark ettiğinde korkuyla yutkundu. Bu işe başlarken, başına böyle bir olay gelebileceğinin bilincindeydi. Bilmek ve yaşamanın aynı şey olmadığını bir kez daha fark etti genç kız. Ellerindeki iplerden kurtulmaya çalışan genç kız çaresiz bakışlarla etrafına baktı. Buradan bir şekilde kurtulmalıydı! Hilal bir çıkış yolu ararken karanlık deponun kapısı açıldı ve içeriye adamlar girdi. Siyahlara bürünmüş maskeli adamları gören genç kız, oturuşunu dikleştirdi. Koksa bile o şerefsizlere korkusunu asla göstermeyecekti. O bir Türk'tü. Adına yakışır bir duruş sergileyecek ve gerekirse Vatanı için şehit olacaktı. Bu düşünceler duraksamasına neden oldu. 'Ya vatanına ihanet eden ,baba dediğim insan, ya gerçekten babam olsaydı?' Hilal bunu kaldıramazdı. 'Her şerde bir hayır vardır' sözünü ilk defa tam anlamıyla idrak etmişti genç kız. Adımların kendisine yaklaşmasıyla derin bir nefes alan Hilal bakışlarını yere dikti. Siyah botlar görüş alanına girdiğinde bedenindeki titremeyi kontrol altına almaya çalıştı. "Söyle bakalım güzel kız. Belgeler nerede?" diyen adamı duyduğundaysa başını kaldırdı. Maskeden dolayı yüzünü göremediği adamın duruşu, ses tonu ve bilinçle bakan gözleri pek de teröriste benzemiyordu. Büyük ihtimal onlara yardım edenlerden biriydi. "Hangi belgeler?" diye sordu genç kız anlamamazlıktan gelerek. "Ezman Aram'ın nerede olduğu ve örgütün içindeki ajanlarla alakalı belgeler. Nerede?" Ezman Aram, Hilal'in şu anki göreviydi. İlk ay prosedürler hakkında birçok bilgi öğrenen ve kısa bir eğitimden geçen Hilal, geçtiğimiz ay içerisinde 3 kişinin sorgusunu izlemiş ve onları gözlemleyip, yalanlarını yakalayarak bağlı olduğu ekibe yardımcı olmuştu. Bilmediğini söylemenin hiç bir anlamı olmadığını fark eden Hilal alaycı bir şekilde gülerek "Kanalizasyonda" dedi. "Yaşamak istiyorsan derhal doğruyu söyle! Aram'ın yerini öğrendikten sonra seni bırakacağız... Belgeler nerede?" "Belge yok! 'Fazla masraflı ve imhası zor oluyormuş.' öyle dediler. Bence bana güvenmediler ve bunu bahane ettiler. Sence?" Hilal'in sesindeki alayı Fizan'daki biri bile duyabilirdi. Karşısındaki adam, kızgın gözlerle kendisine bakmaya başlayınca Sanırım biraz geri vitese almalıyım diye düşündü genç kız. "Benimle dalga geçmek gibi bir hataya düşmemelisin güzel kız!" dedi adam tehditkar bir sesle. "Dalga geçmiyorum! Gerçekten de belge veya dosya vermediler. Sadece bir Mp4 verdiler." "Aram hakkındaki bilgiler... O Mp4'ün içinde mi?" diye soran adamı başıyla onayladı Hilal. "Peki o Mp4 nerede?" Soruyu duyan Hilal gözlerini devirdi. 'Dünyada onlarca adam varken onu kaçıran niye bu adamdı sanki? Hayır leb demeden leblebiyi anlayan kötü adam mı kalmamıştı dünyada?' diye söylenen iç sesini zorlukla susturarak adama baktı ve isyan edercesine konuştu. "Kanalizasyonda dedim yaa!" Hilal daha cümlesini bitirmemişti ki fabrikada küçük çaplı bir ses yankılandı. Genç kız, dolu gözlerini yerine indirdi. Karşısındaki şerefsizin olanca gücüyle attığı tokat değildi canını yakan. En son tokat yediği gün gelmişti aklına. Ona tokat atan kişiyi değil de tokat yemesine sebep olan adamı hatırladığını fark ettiğinde gülmeye başladı. Üniversitedeki hocaları onu bu halde görse, kesinlikle psikoterapi uygulamaya kalkardı. Güldüğünü gören adamın kaşları çatıldı. "Deli misin?" diye sorarken sesinde büyük bir hayret vardı. "Delirmek, bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir' demiş Philip K. Dick. Anlayana..." diye mırıldandı Hilal. Bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini biliyordu. Korksa da asla bunu göstermemeye kararlıydı. Bunun da en iyi yolu konuşmaktı... "Attığım tokat yetmedi sanırım? Son kez soruyorum. Mp4 nerede?" "Ben de yine aynı cevabı veriyorum. Ka-na-li-zas-yon-da. Arabanızı gördüğüm an şüphelendim ve Mp4'ü bulduğum bir mazgala attım. Büyük ihtimal şu ana Marmara'ya varmıştır." dedi Hilal rahat bir tavırla. "O zaman Ezman Aram'ın nerede olduğunu bize sen söyleyeceksin. Ajanları da aynı şekilde. Aklında kalanları anlatmaya başla!" Adamın emreden sesi karşısında sinirleri bozulan Hilal kaşlarını kaldırarak "Yoksa?" diye sordu. Adamın davranışları Hilal'in içindeki inatçı kızı ortaya çıkarıyordu. Küçüklüğünden beri inadı tuttu mu kimse onu vazgeçiremezdi. Genç kız, böyle durumlarda kendi bildiğini okumak konusunda uzmandı. Ayrıca bu mesele kendisini değil, Ülkesini ilgilendiriyordu. İnattan önce inanç geliyordu. "Yoksa'sı basit. Ölürsün!" Adamın korkutucu sesi karşısında Hilal alayla gülümsedi. "Gerçekten mi? Konuşursam öldürmeyeceksiniz yani? İkimiz de biliyoruz ki, konuşsam da konuşmasam da öleceğim. O zaman... Neden sana istediğini vereyim?" "Konuşmayacaksın yani?" diyen adamın sesi sinirli çıkmıştı. "Sonunda anladın. Geldiğimden beri anlatmaya çalışıyorum. Senin jeton çokgen sanırım." dedi genç kız gülerek. Yaptığı cesurluk rolü çok iyi gidiyordu. Bu performansla konservatuara girseymişim şimdiye köşeyi dönmüştüm diye düşündü Hilal. Bedeni korkusunu belli etmemeye çabaladığından kaskatıydı. Sesi titremesin diye verdiği uğraşı, üniversite sınavlarını geçmek için bile vermemişti. "Korkmuyor musun? Başına geleceklerden..." Hilal, duyduğu soruyla adama baktıktan sonra başını dikleştirdi ve kararlı bir sesle konuştu. "Korkuyorum... Ama başıma geleceklerden değil. Vatan haini olmaktan! Vatan haini olmaktansa, vatanım için şehit olurum." "Seni öldüreceğimden fazla eminsin. Senin gibi güzel bir kızın ölmesi yazık olur. Ölmek için yalvartabilirim. Yine de... Değer mi?" Adamın iması ve bu imayı yaparkenki ses tonunu duyan Hilal kalbinin teklediğini hissetti. Hayatı boyunca hiç bu kadar çok korktuğunu hatırlamıyordu. İlk defa başına gelecekleri enine boyuna anlamış, olabilecekleri idrak etmeye başlamıştı. Değer miydi? Söz konusu Vatansa... Değerdi. Yumruk yaptığı ellerini sıkan genç kız, tırnaklarının avucuna battığını hissettiğinde sıkışını arttırdı. Elindeki acı, yapacağı şeyin büyüklüğünü bir kez daha idrak etmesine neden olmuştu. Yine de... Hilal karararını vermişti. Yaklaşık bir dakikanın sonunda başını kaldırıp karşısındaki adamın gözlerine baktı. Gözlerindeki kararlılığın şiddeti hissediliyordu. Derin bir nefes alan genç kız konuşmaya başladı. "Benim adım Hilal... İnsanlara göre bu isim gökyüzündeki ay anlamına gelebilir. Ama ben... Şehitlerimizin kanı ile boyanan şanlı Türk bayrağımızdaki Hilal'im. Sen şimdi bana 'adına, bayrağına, Vatanına ihanet et' diyorsun. Bunu yapamam... O şerefsizin yerini söylediğim an yüzlerce belki de binlerce kişiyi katledecek. Ölümüm o masumları kurtaracaksa eğer... Ben bu ölüme seve seve razıyım. Bu ülke binlerce Şehit'i alnının akıyla uğurladı. Biri de ben olurum... Her daim Vatanı için canını verecek biri olacak. Bu yüzden de siz, istediğinize asla ulaşamayacaksınız. Biz Türkler; her şeyden önce var olan inancımızla ,son nefesimiz dahil, kanımızın son damlasına kadar sizin gibi şerefsizlerle savaşacağız. Çanakkale geçilemediği gibi Ülkemiz de asla yenilmeyecek. Ne size, ne de başkalarına. Bunu asla unutmayın. Şimdi... Ne yapacaksanız yapın" Cümlesini bitiren genç kız başının arkasında hissettiği soğuklukla, bir anlığına gözlerini kapatsa da korkusunu belli etmemek için hemen açtı. Bütün hücreleri, öleceğini haykırıyor gibiydi. Kalbi, Everestten paraşütsüz atlamışçasına hızla çarpıyordu. Bu sabah ona 'Kaçırılacaksın, ellerin bağlanacak, başına silah dayanacak. Ve sen hiçbir şey yapmadan, sessizce ölmeyi bekleyeceksin.' deselerdi, güler geçerdi. Fakat şu an bu olay yaşanıyordu ve Hilal hiçbir şey hissetmiyordu bile. Aylar önceki gibiydi her şey. Hilal sanki bir filmdeki bir oyuncuydu ve yaşanan her şey de bir rolden ibaretti. Aklına annesi gelirken, gözlerinin yaşardığını hissetti. Onunla küs ayrılmak istemezdi. En azından son bir kez kokusunu içime çekseydim diye düşündü. Annesi ve anneannesi onun öldüğünü öğrendiklerinde kendilerini suçlarlar mıydı acaba? Hiç görmediği babasıyla sabaha kadar konuşabilseydi... Onunla konuşmak nasıl bir histi acaba? Nasıl bir adamdı babası? Gülerken gözleri kısılıyor muydu mesela? Sahi gözleri ne renkti, adı neydi, kokusu nasıldı? Hilal'i tanısa... Sever miydi onu? Sahip çıkar mıydı kızına, yoksa 'Sen de nereden çıktın? Def ol başımdan!' mı derdi? Aslı... Kardeşi onsuz yıkılacaktı. Kendisinin olmadığı bir dünyada nefes almak, uzay boşluğunda nefes almak kadar imkansız olacaktı onun için. Biliyordu Hilal. Ona bir şey olsa kendisi öyle hissederdi çünkü. Karşısındaki şerefsiz "Hala ölmen için fazla güzel olduğunu düşünüyorum. Fakat bir an önce Aram'ı bulmalıyım. Şu an seninle uğraşamam. Şansına küs ve hayata elveda de güzellik!" dedi. Onun sözlerinden sonra arkasındaki adamın, silahın horozunu kaldırdığını duydu. Yutkunan genç kız, dolu gözlerini gizlemeye çalışarak mırıldandı. "Eşhedü En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Ve Resulüh." Tetiğe basıldığında -son nefesinde- aklını, kalbini ve ruhunu bir çift yeşil göz süslüyordu. |
0% |