Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm- Bir Küçük Mont Meselesi

@yasminiesa

"Seviyorsun da ondan!"


Hilal'in fısıldayarak söylediği cümle üzerine Burak'ın albümü tutan eli havada kalakaldı. Kesik bir nefes alan adam, yutkunduktan sonra düşercesine yere oturdu. Gözlerini kapattıktan sonra başını ağaç evin duvarına yasladı.


Yüzü bembeyaz kesilen adama kısa bir bakış atan Hilal, pürüzlü bir sesle mırıldandı.


"Albümü tutan elini biraz daha sıkarsan ,bir ilki gerçekleştirerek, sadece yumrukla kartonu parçalayan ilk insan olacaksın!"


Bunu duyan Burak, yumruğunu gevşetse de gözlerini açmamıştı.


"Tamam. Aç gözlerini! Aç! Bir şey söylemedim" dedi Hilal keyifsiz bir sesle.


"Tabii. Hiçbir şey söylemedin(!) Sen kiim bir şey söylemek kim zaten? Di'mi?"


Burak'ın gözlerini açmadan hafif kızgın bir sesle söylediği cümle Hilal derin bir nefes aldı.


"Doğru! Ben sürekli gururumu hiçe sayıp konuşanım. Susansa sen. Unutmuşum! Kusura bakma."


Kaşlarını çatan Burak gözlerini açtı.


"Gurur yaptığımı düşünüyorsan eğer..." diyen adam cümlesini tamamlamayarak yarıda kesti.


Kaşlarını kaldıran Hilal adama baktı ve meydan okuyan bir sesle sordu.


"Kapı orada mı diyeceksin?"


Ağaç evdeki gerilim elle tutulacak cinse gelmişti. Adamın söyleyeceği olumsuz herhangi bir şey kızın gitmesine sebep olacaktı.


Burak farkındaydı! Kelebeği çok fazla yorulmuştu. Fakat bazı şeyleri değiştirmek istese de elinden gelen pek bir şey yoktu. 17 yıllık yaşamını bir anda değiştiremezdi. Korkularını halının altına süpüremez, geçmişini hiç yaşanmamış sayamazdı.


Bu düşüncelere dalan adamın sessizliğini yanlış yorumlayan Hilal acıyla güldü.


"Neyse! Sen demeden gitsem iyi olacak. Bugün yaşananları yok sayacaksak da... Bunu yok sayamam çünkü."


"Diyemiyorum lan!" dedi Burak bir anda öfkeyle.


Ayağa kalkmak üzere olan kız usulca yere oturdu. Adamın öfkesinin kendine -kendi çaresizliğine- olduğunu farketmişti. Burak bunu kanıtlarcasına çaresiz bir sesle konuşmaya başladı.


"Diyemiyorum! Sana git diyemiyorum. Ama... Kal da diyemiyorum. Diyemem! Bir paradoksun içinde sıkışıp kaldım ben Hilal. Çıkamıyorum. Çıkmaktan... Korkuyorum. Farkında mısın? Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz sürekli. Bugünü yok sayacağız ha? Nah sayacağız! İkimiz de unutamayacağımızı biliyoruz. Şu ana kadar yaşadığımız her şeyi hatırladığımız gibi bu günü de hatırlayacağız! Hadi ama! Normal insanlar bile... Bazı insanlarla yaşadıklarını asla unutmaz. Ki bizde... Birimizin işitsel, birimizin de görsel zekası var. Nereye unutuyoruz acaba? Unutmayacağımızı adım kadar iyi bilsem de... Kendimi kandırıyorum. Çünkü o içimde yaşayan... Deliler gibi korkan çocuğu başka türlü susturamıyorum! Yapamıyorum! Yorulduğunun farkındayım fakat... Elimden gelen bu! Elim kolum bağlı durumda. Ben her daim kendimle savaş içindeyim. Hastanede girdiğim krizde kendin de gördün zaten. Bariz ortada olan bir şeyi söylemek senin için kolay olabilir... Fakat benim için milyon kat zor! Çok zor tamam mı? Her şey çok zor! Kabullenirsem kalamam. Gidersem de yaşayamam! Kal desem konuşamam. Git demem ise imkansız zaten. Bulabildiğim tek çözüm... Anlık yaşamak! Ne geçmişi ne de geleceği düşünmeden yaşamak. Yanında kalabilmemi sağlayan tek şey bu Hilal! Düşünmeden o ela gözlerinde, gülüşünde, sesinde kaybolmak! Düşünemem! Seni kaybetmekten bu kadar çok korkuyorken olmaz. Biz... Annemle babama bu kadar benziyorken olmaz!.. Özür dilerim ama daha fazlasını yapamam. Elimden tek gelen bu! Bu!!"


Sık nefesler alan adam inleyerek arkasına yaslandı.


"Yalvarıyorum benden daha fazlasını isteme Kelebeğim! Kendi duygularını söylemen bile beni mahvediyor zaten. Benimkileri de işin içine karıştırma... Ben yıllarca herkesten uzak durdum. Bir gün... Bir gün bu duruma gelmemek için. Aklımı sadece... Mardin'deki cesur bir stajyer karıştırmıştı" diyen Burak'ın dudaklarında istemsiz bir gülümseme belirmişti. Adam yumuşak bakışlarla kıza döndü ve devam etti.


"Onun deliler gibi korkmasına rağmen cesur davranması, küçük bir ufaklığı kurtarmak için kendi canını hiçe sayması, tehlike anındaki pratik zekası, her şeye rağmen koruduğu soğukkanlılığı, herkes köşe bucak benden kaçarken onun inadıma dikkafalı sözler sarf etmesi, en çok da... Bana olan sorgusuz güveni... Beni allak bullak etmişti. O yüzdendi ya zaten... Her şeye rağmen o sahneye çıkışım."


Hilal'in dudaklarında mutlu bir tebessüm belirmişti.


"Valla benim için de durum farksız değildi. Yani Mardin'deki kafa karışıklığı meselesi. Efe'lere hediye getirenin de okulun gizli foncusunun da sen olduğunu biliyordum. Ama hiç bulmaya çalışmadım. Çünkü..."


"Parantez açmam gerekiyor. İstesen de bulamazdın zaten!" dedi Burak bilmiş bir sesle.


Hilal güldükten sonra devam etti.


"'Çünkü... Bulamayacağımı biliyordum' diyecektim zaten. Ama etkilendiğimi gizleyemem Kurt Kahraman!"


Alfa bu hitapla güldü. Sonra aklına gelen şeyle kıza döndü ve merakla sordu.


"Bu arada... Montumu nerelere attın bakayım? Zamanında çok severek almıştım ben onu. Bir de yeniydi."


Duyduğu soruyla gözleri faltaşı gibi açılan Hilal bakışlarını ağaç evde gezdirmeye başladı.


"Kelebeğim hayırdır? Şaka yapıyorum. Neden böyle tepki verdin ki? Senin... Yanakların mı kızardı bakayım?"


Elleriyle yüzünü kapatan Hilal "Ahh... Çok utanıyorum!" diye inledi.


Burak onun bu haline anlam vermese de kahkaha attı.


"Papatyam? Çek ellerini hadi. Anlat ne olduğunu? Ağaçtan inerken yırttın mı yoksa? Ne olmuş olabilir ki? Ben bir daha giyemeyecektim zaten. Sen de giyemeyeceğine göre..."


Hilal'in parmaklarının arasından kendisine kaçamak bakışlar atmasıyla adam duraksadı ve şok içinde sordu.


"Giymedin?" 


"Hepsi annemin suçu! Diyerek bahane bulabilirim bence?"


Anlamayan Burak boş bakışlarla kıza baktı. Hilal oflayarak ellerini çekti ve işaret parmağıyla adamı işaret ederek uyardı.


"Gülmek ya da dalga geçmek yok ama?"


"Tamam yok. Anlat hadi!"


Kız derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.


"New York'a ilk gittiğimde yaz mevsimiydi. Kalın bir şeyler alsam da çok bir şey almadım. Annemse New York'un soğuğuyla alakalı bir ton nutuk çekmişti. Oradan mont alırım falan desem de ikna edememiş olacağım ki... Valizlerden birine mont koymuş. Senin montunu!"


"Benim montumu? Tamam da... Sen New York'a, Mardin'den hemen sonra gitmedin ki. O montu nereden buldu annen?"


Boğazını temizleyen Hilal bakışlarını tavana çevirdi.


"Hilal?" 


"Offf. Sakladım tamam mı? Kıyafet dolaplarına atacaktım ama... Atmak istemedim. Bir gün... Cesaretim olursa... Bir bahanem olsun istedim. Bazanın altına vakumlayıp koymuştum. Annem de öylece almış hiç incelemeden valizime atmış. Sonuç olarak..."


"Giydin" diyen adamın bakışları kızın gözlerinde geziniyordu.


"Giydim. Amerika'daki 2 yıl boyunca. Hatta... Türkiye'ye geldiğimde de! Şu an dolabımda. Yırtmadım yani merak etme(!)"


Kızın son cümleyi alaylı bir sesle söylemesi üzerine Burak'dan minik bir kahkaha yükseldi.


"Teşekkürler! O zaman montumu geri alabilir mi..."


"Montun? Üzgünüm Olric. O mont artık benim. Vermem!"


Burak şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.


"Sen... Ciddisin?" 


"Ciddiyim tabii! Sen taş çatlasa 4 ay giymişsindir. Benim 3. Yılım doldu. Benim artık o mont!"


"Montumu da sahiplenirmiş! Kardeşimle aran da benden iyi oldu mübarek. Köpeğimi hiç saymıyorum. Dayıma, babama ya da diğerlerine girersem meseleden çıkamayız. Tim'de de borunu öttürüyorsun. Eee... Üzerinde hüküm kuramadığın başka bir şeyim kaldı mı acaba?"


Burak'ın eğlenerek söylediği cümle üzerine Hilal mırıldandı.


(Geçmişin) "زمینه"


"Susamıyorsun ha? Farsça biliyorum zaten. Türkçe söylesen ne farkeder ki? " dedi Burak hüzünle.


"Farsça'yı yeni öğrenmedin mi? İçindeki çocuk bilmiyor diye..."


Burak, kızın cümlesi üzerine hafifçe başını salladı.


"Sen... Nasıl bir insansın?"


"Sen söyle Alfa'm. Beni benden daha iyi tanıyorsun ne de olsa!"


"Ben de bazen öyle düşünüyorum. Fakat öyle şeyler yapıyorsun/söylüyorsun ki... Dumura uğratıyorsun. Kalakalıyorum!"


Hilal gülümseyerek mırıldandı.


"Benim için büyük bir zevk Efendim... Eee. Albüme bakmayacak mıyız? Birazdan gideriz."


Burak albümü kıza doğru uzattı. Albümü eline alan Hilal kaşlarını çatarak incelemeye başladı. Albümün (başında) yarısına yakın bir kısım bantla yapıştırılmıştı.


"Burası..." diyen kız sökmek için elini banta götürmüşken, Burak'ın elini tutmasıyla duraksadı.


Adama gözlerine baktığında acıyla harmanlanmış hüzünle karşılaştı.


"Yapma" diye fısıldadı Burak.


Meseleyi anlayan Hilal 'Tamam' dercesine başını salladı.


"Biliyor musun? Bu o kadar da kötü bir şey değil!" dedi kız bir anda.


Burak acıyla gülümsedikten sonra mırıldandı.


"Kötü değil mi? Ailemle çekildiğim fotoğrafları görmemek için albümün yarısını bantlamam kötü değil mi?"


"Yeni bir albüm almamışsın. O yüzden kötü değil. Şimdilik bakamasan da... En azından yeni sayfayı aynı deftere açmışsın. Yok saymamışsın, çekip atmamışsın. Bu yüzden kötü değil. Belki iyi de değil ama kötü de değil!"


Burak minnettar bakışlarla kıza bakmaya başladı.


"Hep iyi tarafından bakıyorsun. Benim yapamadığımı yapıyorsun ve... Bu bana iyi geliyor. Teşekkür ederim Kelebeğim!"


Hilal, gülümseyerek adama biraz daha yaklaştı. Bunun üzerine Burak kızın omzuna kolunu atarak kendisine çekti.


Hilal'in parmaklarını bantlı bölümde gezdirmesi üzerine ona eğilerek fısıldadı.


"İstersen... Bakabilirsin!"


Genç kız elalarını yakınında duran yeşil gözlerle buluşturdu.


"Sensiz mi? Cık! İstemiyorum. Bir gün... Birlikte bakacağız. Sen de bana her bir karenin kamera arkasını anlatacaksın. Bir gün... Sen hazır hissettiğinde."


Burak, kıza yaklaşarak saçlarına bir öpücük kondurdu. Kızın kokusunu içine çektikten sonra mırıldandı.


"İyi ki varsın Papatyam!"


Hilal, huzurla gözlerini kapattı.


"Sen de. Sen de iyi ki varsın Alfam!"


🦋


"Burada da... Ahh o günü hatırlayınca yine sinirlendim. Resimden de anlayacağın üzere Emre Beyler beni delirmişti. Bu tutturdu göreve gitmeden önce tüm herkesle görüşelim. Emre karargahda herkes tarafından sevilirdi. Benim aksime... Ehh herkesi tanıdığı için de kimse bunu yadırgamadı. Olan bana oldu. Gıldır gıcık bir sürü insanla görüşmek zorunda kaldım. Bazılarının yüzlerini bile ilk defa görüyordum. En sonunda bittiler fakat ben de bittim. 20 kişiyle çatışmaya girsem daha az hasarla çıkardım yeminle" diye söylendi Burak.


Onun bu hali Hilal'in gülmesine sebep olmuştu. Ona bakan adamın da dudaklarında bir tebessüm belirdi.


"Peki ya burada?" diye sordu Hilal merakla.


Resimde Emre, Eftalya ve Burak duruyordu. Hilal resmi biraz daha inceleyince kaşlarını çattı. Burak çok soğuk durmuştu. Önceki resimlerde Eftalya'yla sürekli temas içerisindeyken şu an aralarında oldukça fazla mesafe vardı. Ve görünüşe göre bu mesafe sadece fiziksel de değildi.


Kızın gösterdiği resme bakan Burak'ın dudaklarındaki tebessüm soldu.


4 yaşındaki çocuğun alnına inen dikiş izini farkeden Hilal parçaları birleştirmeye çalıştı. Sevda Teyze bir keresinde Eftalya'nın büyük bir kaza atlattığını söylemişti. Sanırım bu onun iziydi. Fakat Burak'ı bu hale gelmesine sebep olan neden neydi ki?


Tüm bunları düşünürken bakışları bir aşağıdaki resme kaydı. Ve genç kız oturduğu yerde doğruldu.


"Burada ne oldu?" diye soran kızın sesi şok içerisindeydi.


"Bir şey olmadı!" dedi adam tatsız bir sesle.


"Bir şey olmuş Burak! Eftalya'yla üstteki resimde olduğunuz gibi mesafeli değilsin fakat... Farklısın! Farklısınız. Emre de sen de! Bir şey olmuş. Kötü bir şey. Sizi büyüten bir şey!"


"Hee(!) Yani 24 yaşına kadar büyümedik öyle mi?" diyen sesi alay doluydu.


Burak'ın her daim kaçmak için alaya baş vurduğunu bilen Hilal sakince cevapladı.


"İnsan istediği kadar büyüsün. Ruhunda hep bir çocukluk kalır. Sen... Senin ruhundaki çocuk geçmişte yaşadığından etkilense de... Eftalya'nın yanında bunu ortaya çıkarabiliyorsun. 'Çocukla çocuk olmak' budur çünkü. Fakat bu resimde... Senin de Emre'nin de bakışları farklı. Büyümüşsünüz Burak. Öyle bir şey yaşamışsınız ki... O ruhunuzdaki çocuk bir yerlere saklanmış. Eftalya da bile farklılık var bu resimde. Çocuğun gözleri size özlemle bakıyor. N'oldu o zaman?"


Adam sessiz kalınca genç kız az önce söylediği cümleyi hatırladı.


"24 yaş? Bu resim... Sizin Yüzbaşı olmanızı sağlayan görevden sonra mı çekildi? Alfa kod adını aldığın?"


"Bu konu hakkında..." diye mırıldandı adam pürüzlü bir sesle. Boğazını temizledikten sonra mırıldandı.


"Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum Kelebeğim. Lütfen?"


Adamın ricası üzerine genç kız bakışlarını resimlere çevirdi.


'Her ne olduysa bu Burak'ın ve Emre'nin tüm hayatını değiştirmiş. Bir gün... Mutlaka öğreneceğim bunu!' diyerek kendine söz veren Hilal adama bakarak mırıldandı.


"İstediğin gibi olsun. Bu arada... Çok yorgun görünüyorsun. 2 gündür uyumadın değil mi?"


"Uyuyamıyorum. Normalde pek etkilemez bu beni ama..." diyen adam duraksadı.


"Ama 5 gün boyunca hastanede uyumaya alıştığından... Bünyen uykusuzluğu kaldırmadı" diyerek yarım kalan cümleyi tamamladı Hilal.


Eliyle omzunu gösteren kız sevgiyle gülümsedi.


"Hadi gel! Burası her daim size rezerveli Alfa Bey. Biliyorsun!"


"Biliyorum" diye mırıldanan adam kızın yüzüne gelen saçını arkasına attıktan sonra başını omzuna koydu.


Hilal'in kısık bir sesle şarkı mırıldanmaya başlamasıyla da kısa süre sonra huzurlu bir uykuya daldı.


🦋 


Hilal'e gideceklerini haber vermek için ağaç eve giden Emre sessizlik karşısında kaşlarını çattı.


"Acaba gittiler mi?" diye kendi kendine mırıldanan adam karşılaştığı manzara karşısında gülümsedi.


Burak, Hilal'in omzuna yatmış, Hilal de Burak'ın kafasına yaslanmış uyuyorlardı.


Telefonunu çıkaran adam bu anı ölümsüzleştirdikten sonra çektiği fotoğrafları Burak'a attı ve sessiz adımlarla eve doğru yürümeye başladı.


🦋 


"Hilal geliyor mu Emre oğlum?" diye sordu Sıla.


"Gelmiyor. Çünkü söylemedim!" diye cevapladı Emre.


"Neden?" diye soran kişi Aslı'ydı.


Odadakilerin meraklı bakışları karşısında başını kaşıyan Emre rahat hareketlerle koltuğa oturdu.


"Anneciğim? Misafirlerimizi kahve içmeden mi göndereceksin? Aa-aaa. Çok ayıp değil mi? Hadi bir kahve yap da içelim!"


"Ben yaparım yapmasına da... Ne oluyor oğlum?"


"Emre? Buraklar nerede?" diye sordu Sinan.


Emre'nin sessizliği üzerine sinirlenmeye başlayan Sinan kızgın bir sesle sorusunu tekrarladı.


"'Buraklar nerede?' diye sordum. Yine kızı üzecek bir şey mi yaptı bizim hergele? Koruma şu hergel..."


"Uyuyakalmış" diye mırıldandı Emre. Odadakilere gerçeği söylemekten başka çaresi olmadığını farketmişti. Şu an söyleyeceği hiçbir bahane onları ikna edemezdi çünkü.


"Uyuyakalmış? Hilal mi? Kız benim yüzümden 5 gün boyunca harap oldu tabii hastanede. Atamamıştır yorgunluğunu!"


Emre, bakışlarını odadakilerin üzerinde gezdirdikten sonra annesinde duraksadı ve fısıldadı.


"Tek Hilal değil... Burak da... Uyuyor!"


Annesindeki değişim gözle görülmeye değerdi. İnanamamazlıkla oğluna bakan kadın titreyen sesiyle sordu.


"Burak... Burak mı uyuyor?"


Emre, dudaklarındaki tebessümle onayladı.


"Şükürler olsun Allahım" diye mırıldanan kadının gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.


Odadaki Salih, Enver ve Sinan'ın da durumu farksız değildi. Hepsi şükran ve sevinçle doluyken olayı anlamayan Sıla araya girdi.


"Şey... Biz pek anlamadık. Tamam rahat olabilirim. Az önce Emre için belirttiğim güvenin aynısını Burak'a karşı da hissediyorum fakat... Emre neden onları uyandırmak yerine buraya geldi? Ve neden siz... O ikisinin... Pek de uygun olmamasına rağmen birlikte uyumasına hiçbir şey demiyorsunuz? Hatta seviniyorsunuz!"


Sıla'nın tepkisi gayet de doğaldı. Her şeyden habersizdi ne de olsa. Tüm bu düşüncelerle Sevda arkadaşına döndü.


"Burak... Oğlum..." diye cümleye başlasa da devamını getiremedi. Oğlunun yıllardır yaşadığı acıya şahit olan ve hiçbir şey yapamayan bir anneydi o. Sesli bir şekilde dile getirememişti hastalığını. En çok da buna neden olan olayı...


"Burak uyku problemi yaşıyor. Normalde uyuyamaz. O yüzden annemler şaşkın!" diye kısa bir açıklama yaptı Emre.


"Neden ki?" diye soran Aslı'yla birlikte acı gülümsedi ve konuştu.


"Nedenini ne sen sor ne de ben söyleyeyim be Buse'm!"


"Çok mu ciddi? Ne zamandır uyuyamıyor?" diye sordu Sıla hüzünlü bir sesle.


Odaya bomba atılmışçasına büyük bir sessizlik çöktü. Dilek ve Yiğit hepsi için tabu konuydu. Burak'ın suskunluğundan değil... Hepsi için yürek yakıcı bir olay olduğundan! Sessizliği Sinan bozdu.


"Ailesini kaybettiğinden beri... Sıla Hanım rica etsem bu konuyu kapatabilir miyiz? Hepimiz için çok zor bir konu. Ve... Burak'a da bildiğinizi belli etmezseniz sevinirim. Bu konuda tahmin edebileceğinizden çok daha ters bir tepki verebilir. Biz bir kahvelerimizi içelim. Biraz daha oturalım. Gelmezlerse... Telefonla arayıp çağırırız. Hem çocukları da utandırmamış oluruz böylece. Ne dersiniz?"


Sıla anlayışla başını salladı.


"Peki o zaman. Dediğiniz gibi yapalım Sinan Bey! Eeee kahvelerinizi nasıl içersiniz?"


"Onu da ben yapacağım. Az misafirliğini bil bakalım Sıla!" diye çıkıştı Sevda gülerek. Aldığı haberin buruk sevinci hala gözlerini süslüyordu. Sıla arkadaşına tebessüm etti.


"O zaman sen sade olan kahveleri yap. Ben de şekerli olanları. Evveeet.Kimler şekerli içiyor?"


"Ben" diye atıldı Sinan. Böylelikle Salih'in alaylı bakışlarına maruz kalmış oldu. Diğerleri normalde kahvesini sade içen adama şaşkınlıkla baksalar da seslerini çıkarmadı.


Hanımlar kahveyi yapmaya gittiklerinde Salih gülerek Sinan'a eğildi ve eğlenceli bir sesle konuştu.


"Hayırdır Binbaşım? 40 yıldır içtiğin kahvenin tercihini, Sıla hanıma 40 yıl kitlemek için mi değiştirdin?"


"Kapa çeneni!" diye mırıldandı Sinan sinirle.


Salih'ten bir kahkaha yükseldi. Konuşan Emre, Aslı ve Enver bu kahkaha üzerine ona döndüler. Adam onlara baktıktan sonra yok bir şey dercesine omuz silkti. Sinan ise dik bakışlarla adama baktıktan sonra önüne döndü. Bu bakışlar Salih'e gram işlememiş olacak ki adamın kulağına doğru eğilip konuştu.


"Vay vay vay! Sinan Bey 40 yıl düşünsem sizi böyle göreceğimi düşünmezdim! 41 kere maşaallah. Tü tü nazar değme..."


"Ulan yaralı maralı demeyeceğim geçireceğim bir tane!"


"Hahahahaa. Tamam abiciğim(!). Dövme! Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar işte. Ama ben onuncu köye de gidenlerdenim ha. Hatta kırkıncı köye bile gidebili..."


"Biraz daha konuşursan seni o kırkıncı köye gömeceğim Salih!" diye çıkıştı Sinan sinirli bir sesle.


Salih, eğlenerek gülerken içeri giren kadınlarla birlikte arkasına yaslandı.


Sade kahveleri Sevda dağıtırken, Sıla da şekerlileri dağıtıyordu. Salih pür dikkat onları izlerken Sinan kendisine kahve veren kadına baktı. Kahverengi gözleri gördüğündeyse bakışlarını kaçırdı. Şu an kendini oldukça tuhaf hissediyordu. Sanki istemeye gelmiş de karşısındaki kadın da ona kahvesini veriyormuş gibiydi. Düşüncelerini savuşturmak için başını sallayan adam teşekkür ederek kahveyi aldı. Onun düşüncelerini anlayan Salih'in kahkahası odada yankılandı. Herkes ona döndüğünde Sinan derin bir nefes aldı ve ürkütücü bir sesle konuştu.


"Emre? Portmantoda ceketim olacaktı. Cebindeki silahımı getirir misin?"


Bu cümle Salih'in daha fazla gülmesine sebep olmuştu. Adam altta kalmayarak Emre'ye seslendi.


"Emre hazır gitmişken benimkini de getir oğlum!"


Onların bu tatlı-sert tartışmalarının nedenini merak eden diğerleri şaşkın bakışlarla bakıyordu.


"Noluyor size? Gençliğinize geri mi döndünüz?" diye sordu Sevda gülerek.


"Hee. Hem de ne dönme!" dedi Salih imalı bir şekilde.


"Yok. Bu adam beni katil edecek. Delirtmesene beni! Sen ne zaman dönüyorsun Sakaryana?"


"Ahhh. Çok kırıldım Sinancığım(!). Sonra gel diye ağlarsın peşimden ama. Özledim seni sevgilim diye aradığında ben de..."


Sinan, bir anda gülümsedi. Salih'in bu neşesi, İstanbul'da olmasına rağmen mutluluğu ve yıllardır olmadığı kadar rahatlamış görünmesi tek bir seçeneği işaret ediyordu.


"Burak mutlu diye bu kadar mutlusun değil mi?"


Sinan'ın sorusu karşısında Salih gülümseyerek arkasına yaslandı.


"Yanıma geldiğinden beri... Adam akıllı kahkaha attığını görmedim. Ama şimdi... Gözlerinin içi gülüyor. Gözlerinde o küçük afacan çocuktan izler görüyorum. Sanırım artık korkmamıza gerek kalmadı kardeşim. Yiğit'imizin emaneti artık güvende!"


Sinan onu onaylarcasına başını salladı.


"Sonunda ,biraz da olsa, huzurla yastığa başımı koyabiliyorum. Allah bu mutluluğunu bozmasın da... Git kendine eğlenecek başka oyuncak bul!"


İlk başlarda sakin bir sesle konuşmaya başlayan Sinan sonlara doğru yükselmişti.


"Sakin ol dostum! Tamam" dedi Salih gülerek.


"Hayırdır bu neşeniz?" diye içeri giren Burak ve Hilal'le birlikte herkes onlara döndü. Bu bakışları gören Hilal, isyanla mırıldandı.


"من به شما گفتم ، آنها تا این ساعت باقی نخواهند ماند. نگاهشان را نگاه کنید. آنها می دانند که ما در خواب هستیم. امروز چقدر شرم آور است؟"

(Ben sana dedim bu saate kadar kalmazlar diye. Baksana bakışlarına. Kesin uyuyakaldığımızı farkettiler. Bu bugünkü kaçıncı rezillik acaba?)


Burak kızın sözler üzerine güldü.


فقط استراحت کن مگر اینکه چیزی بگویند ، مرا مجبور به گفتن نکنید ... فکر می کنم آنها ساکت باشند. چه کسی به شما گفت که بخوابید؟ من فقط 10 دقیقه استراحت کردم.


(Rahat ol. Bir şey demedikleri sürece çaktırma. Ki... Sanırım sessiz kalacaklar. Hem kim dedi sana uyuyakal diye? Ben sadece 10 dakika dinlenecektim.)


Hilal tam adama cevap verecekken Emre imalı bir sesle araya girdi.


"Bunlar kendilerini iyice aştı. Nece konuşuyonuz öyle? Farsça mıydı o? Birilerinin neden 3 aydır Farsça öğrendiği anlaşıldı!"


"Emre! Elimin altında kalmak istemiyorsan sus bence!" dedi Burak tehdit edercesine.


"Hep şiddet hep tehdit! Alfa'nın süt dökmüş kedi olduğu günleri göremeyecek miyiz yaa biz? Söylesene Hi..."


"Bence Panter'i ne zaman öyle göreceğimizi Buse söylesin!" dedi Burak öfkeyle.


Duyduğu hitapla Emre hızla ayağa kalktı.


"Sen!!"


Hilal, ikilinin arasına girerek onları durdurdu. Bu meselenin büyüyeceğini anlamıştı.


"Sakin beyler! Bu ne hır gür? Bir de ev arkadaşısınız! Siz nasıl yaşadınız bunca sene?"


"Kavga gürültüyle?" diyen Burak bakışlarını Emre'den çekmemişti.


"Neyse. Biz en iyisi kalkalım. Yoksa gece hastanede bitecek... Sen de uslu duruyorsun Burak!" dedi Hilal otoriter bir sesle


"Niye ben yaa? Kaşınan o!"


"Banane ondan. Beni sen ilgilendiriyorsun" diyen kız Emre'ye döndü ve parmağıyla işaret ederek konuşmaya başladı.


"Bu yüzden de... Eğer yarın üsse geldiğimde که من دوست (sevdiğimin) yüzünde herhangi bir morartı görürsem... Neler yapabileceğimi hayal gücünden seç! Tehdit malzemesi bulamayacak kadar yorgunum!" diyen kız üsse ilk geldiği gün Burak'ın söylediği cümlenin aynısını sarfetmişti (son kelime hariç).


Duyduğu cümle ve hitapla birlikte Burak'ın dudaklarında enfes bir tebessüm belirmişti.


"Ahh! Bir kurt yetiyordu. Şimdi ikincisi çıktı başıma. Emredersiniz Asena Hanım! Alfacığınıza dokunmam! Yalnız şu Farsça olayından hoşlanmadım. O dediğin كه bişey bişey... Anlamı ne?" diyen Emre'nin sesi oldukça meraklı çıkmıştı. Diğerlerinin bakışları gibi meraklı...


"Anlamanı, anlamanızı isteseydim Türkçe söylerdim di'mi Panter?" dedi Hilal şirin bir gülümsemeyle. Onun bu haline daha fazla dayanamayan Burak bir kahkaha patlattı.


Sıla'ların kalkmasıyla yolcu etme faslına girdiler. Hepsini uğurladıktan sonra Sevda mutfağı toparlamaya geçti.


"Geçmiş olsun oğlum!" dedi Enver Burak'a bakarak. Kastettiği Hilal'in gider ayak verdiği ayardı. Burak tebessümü ettikten sonra mırıldandı.


"Geçmesini isteyen yok!.. Eee anlatın bakalım? Biz yokken neler oldu? Kıs kıs neye gülüyordun öyle baba?"


Cümleyi duyan Salih yine gülmeye başladı.


"Hiç sorma! Senin bu dayın var yaa..."


"Salih kapa çeneni!" diyen Sinan yanındaki yastığı adamın suratına patlattı.


"Ne oluyor yaa? Bize mi özendi bunlar?" diyerek gülmeye başladı Emre.


"Anlamadım ki kardeşim. Biz seni koruruz baba. Hadi anlat!" dedi Burak merakla.


"Yalnız babacığın gidecek yine bana kalacaksın evlat. Bence kaşınma!"


"Senin beni kaşımana bayılıyorum dayıcığım! Hadi baba anlat" dedi Burak babasıyla dayısının arasına oturarak.


Sinan, Burak'ın heyecanlı ve mutlu sesiyle duraksadı. Yeğeni böyle mutlu olduğu sürece... Varsın dalga konusu olsundu. Salih'e gözüyle anlat işareti verince adam gülümsedi.


"Şimdi senin bu dayın olacak cingöz..."


3 Gün Sonra 


"Biz bu Aytunç denen şerefsizi nasıl yakalayacağız? Yok mu bir planı olan?" dedi Binbaşı bıkmış bir sesle.


"Komutanım 3 aydır bulamadıkları adamı kırmızı bültene sokarak bize postaladılar. Sadece 1 hafta içerisinde bulmamızı istiyorlar. Where is the adalet?" dedi Onur isyan edercesine.


"Onur!" 


"Onur haklı dayı! Bizi ne olarak görüyorlarsa? Hayır sonra KİT bulamadı diyecekler" diye söylendi Burak.


"Yapmayın şöyle çocuklar. Böyle yaparsanız biz de bir 3 ay bulamayız. Bilgileri verdim. Nerede olacağına dair bir fikri olan yok mu?"


"Sevgilisi de ortalıkta yok değil mi?" diye sordu Hilal.


"Evet! Birlikte olma ihtimalleri %99.Bunu daha öncesinde de söylemiştim zaten. Ne oldu?"


"Songül'ün ,yani sevgilisinin, yeğeninin yaş günü bugün! Ve tek yeğeninin ilk yaşı" dedi Hilal adamlara bakarak.


"Bunu nereden biliyorsun sen?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırarak.


"Boş durmuyorum ben de Burak. Sosyal medyadan araştırdım!"


"Doğum gününe gideceğini mi düşünüyorsun. İmkansız! O da 1,5 aydır yok ortalarda. Dikkatliler!"


"O kızın hayatta olan tek akrabası ablası. Mutlaka, bakın mutlaka diyorum... Yeğenini görmeye gidecek. Doğum gününe gelmese de bizzat kutlayacak!" dedi Hilal kararlı bir sesle.


"Peki ne yapacağız? İzlersek anlarlar. Ve doğum günü bugünmüş. O iş yaş gibi" dedi Yağız ümitsiz bir sesle.


"Ablası evlilik terapisti" diye mırıldandı Hilal.


"Eee?" diyen Bırak'ın sesi şüphe doluydu.


"Ve ben de dün akşam, Hilal Karayiğit adına bu sabaha terapi için randevu aldım!"


"Ne?" dedi odadaki adamlar hep bir ağızdan.


Loading...
0%