@yasminiesa
|
"Ablası evlilik terapisti" diye mırıldandı Hilal. "Eee?" diyen Burak'ın sesi şüphe doluydu. "Ve ben de dün akşam, Hilal Karayiğit adına bu sabaha terapi için randevu aldım!" "Ne?" dedi odadaki adamlar hep bir ağızdan. "Anlamadım?" dedi Burak ürkütücü bir sakinlikle. Bu sakinliğine tezat olaraksa parmakları masada ritim tutuyordu. Bakışlarından alevler çıkan adam derin bir nefes aldı. Hilal yutkunduktan sonra konuşmaya başladı. "Türkçe konuştuğumu düşünüyo..." "HİLAL!" Genç kız, adamın delice bakışlarından azıcık korktuğunu itiraf etmeliydi. Sadece azıcık(!). Yine de ne derlerdi? 'Korkunun ecele faydası yok!' "Sakin olur musun lütfen?" Burak'tan alaycı bir kahkaha yükseldi. Elini başına götüren adam öfkeyle söylendi. "Delirt delirt sonra 'Sakin ol' de! Bir haftamız yaa! Bir haftamız huzurlu geçsin. Çok bir şey istediğimi sanmıyorum... Hemen anlatıyorsun! Benden habersiz neler karıştırdın?" Kız, kendisine emir veren adama baktı. 'Bana emir verme!! Haber vermem tabii... Sanki izin alsam verecektin de!' Hilal, tabii ki de bunları dışından söylememişti. Karşısındaki adam bu denli öfkeliyken... Bu pek de doğru bir adım olmazdı. Genç kız o kadar da canına susamamıştı. "Bir şey karıştırmadım. Sadece görevle alakalı..." "SANANE! Görevden sanane. Sen kimsin ki? Bizim getirdiğimiz adamları cam arkasından izleyerek analiz eden bir psikologsun sadece! Ne diye sürekli işin olmayan konulara burnunu sokuyorsun! Ne diye sürekli beni... AHHH!" diyerek bağıran Burak hızla ayağa kalktı. Camın yanına giden adam öfkeyle soluyordu. Odadansa çıt dahi çıkmıyordu. Sandalyesini yavaşça geriye iten Hilal, derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı. Sessizce adama yaklaşan kız ona adımlar kala durdu ve fısıldadı. "Yapamazsın..." Öfkeli adam 'Neyi?' diye sormadı. Öyle tepkisiz duruyordu ki dışarıdan bakan biri duymadığını düşünürdü. Fakat Hilal, duyduğunu biliyordu. Cama yansıyan yansıması ele veriyordu adamı. Kızın yansımasına bakan gözleri bir sonraki cümleyi ilgiyle bekliyordu. "Beni koruyamazsın Burak! Bir kuleye de hapsetsen, başka bir diyara da göndersen... Koruyamazsın! Kimse birini koruyabilecek kadar güçlü değil bu hayatta. Ateşe düştüğünde herkes yanar, suya girdiğindeyse herkes ıslanır. Sen yanmayayım, ıslanmayayım diye çabalıyorsun fakat bu... İmkansız! İmkansız Alfa'm! Öyle ya da böyle ayağıma diken batacak. Öyle ya da böyle bir gün herkes gibi ben de... " Adam, kızın cümlesini tamamlamasına izin vermeyerek arkasını döndü. "Bunları biliyorum Hilal! Fakat sen bile isteye o ateşe atlıyorsun. Bile bile o suya giriyorsun" dedi adam sinirli bir sesle. Birkaç saniye kızın gözlerine kilitlenen adam aciz bir sesle mırıldandı. "Atlamasan? Girmesen?.. Olmaz mı? Bana bunu yapmasan? Ben... Tehlikenin tam ortasında olmana dayanamıyorum!" Kızın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi. "Ben de... Ben de dayanamıyorum Burak. Çoğu zaman sorun yokmuş gibi yapıyorum. Fakat her operasyona gittiğinde... Deliriyorum. Nefes dahi alamıyorum! Gözüme uyku girmiyor. Tüm gece seccadenin üzerinde dua ediyorum. Bana sağ salim dönebilmen için! Ki... Sen de tüm bunların farkındasın. Bu yüzden birçok operasyonu benden habersiz yapıyorsun... Ve biliyor musun? Bu beni çok daha fazla kahrediyor! Çünkü..." Hilal'in sol gözünden bir damla yaş firar etti. Usulca yaşı silen genç kız titreyen sesiyle devam etti. "Çünkü... Belki de o gün... O gün seni son görüşüm olacak. Fakat benim bundan haberim dahi olmuyor. Sen beni korumak isterken... با مردی که دوستش دارم (Sevdiğim adamla) vedalaşma hakkımı elimden alıyorsun Burak Kılıç!" Titrek bir nefes alan kız parmağıyla kendini gösterdi. "Ben... Yine de tüm bunlara rağmen tek kelime dahi etmiyorsam... Kararlarına saygı duyarak yanında duruyorsam... Her şeye katlanıyorsam... Sen de yapacaksın!" Duruşunu dikleştiren kız kararlı bir şekilde devam etti. "İki yükselmenle, iki bağırmanla vazgeçmeyeceğim. Bunu o aklına bir sok! Ben de bu timin bir parçasıyım ve yeri geldiğinde de elimden geleni yapacağım. Silah alıp çatışmaya falan girmiyorum ki! Mekan benim mekanım. Karşımızdaki kişi psikolojiyle haşır neşir bir terapist! Tutup da iki adamı aile terapistine yollayamayacağına göre... Benim gitmemden başka şansın yok. Bunu kabullen! Sonra da... Operasyona dönelim." Adam, kıza baktıktan sonra isyan edercesine konuştu. "Ben zaten askerim Kelebek! Bu benim işim. Bu tehlike benim hayatım. Fakat... Senin değil! Senin mekanın burası değil. Dediğin gibi orası! Herhangi bir ofis, herhangi bir yüksek okul... Ama askeriye değil! Sırf ben buradayım diye..." "Çok önemli bir detayı unutuyorsun Alfa! Ben bu işi kabul ettiğimde... Senin burada olduğunu bilmiyordum. Senin asker olduğunu dahi bilmiyordum ki!.. Sen buradasın diye burada değilim... Ben buyum! Mardin'deki olaydan da bildiğin gibi... Ben buyum! Beni değiştirmeye çalışma. İzin vermem! Ben seni nasıl olduğun gibi kabulleniyorsam... Sen de beni böyle kabul etmek zorundasın. Şu yaşıma kadar asla kenardaki insan olmadım ben. Hep o taşın altına elini koyan kişiydim. Canım da yansa, yara da alsam bu asla değişmedi. Ve değişmeyecek de! Belki senin için bazı durumlarda bunu azaltabilirim ,ki birçok durumda yaptım zaten, fakat değiştirmeyeceğim... Değişmeyeceğim! Kimse için ,bu sen de olsan, kendimden ödün vermeyeceğim. Buraya geldiğim ilk gün de söylemiştim. Ben o her şeyi sineye çeken, her denilene itaat edip kendinden ödün veren kızlardan değilim. Zaten öyle olsaydım sen..." Beni böylesine sevmezdin! Burak, yeşillerini elalara dikti. Kızın haklı olduğunu çok iyi bildiği halde... Korkusu ,kaybetme korkusu, elini kolunu bağlıyordu. Kelebeğine en ufak bir zarar gelme ihtimali onu çıldırtıyordu. 'Sakınılan göze çöp batarmış' denilmesine rağmen başka türlüsünü yapamıyordu. Zamanında her şeyini kaybetmiş bir çocuk olan o, her şeyi olan bir kızı kaybetmekten deliler gibi korkuyordu. 'Kaybetmekten korkarsın, korktukça kaybedersin, biraz daha korkar ve biraz daha kaybedersin... Oluruna bırak artık Burak. İzin ver direksiyona Hilal ,sevdiğin kız, geçsin. O kız her an uçuruma sürebileceğin tehlikesiyle yaşamasın artık!' İç sesini dinlemeye karar veren Burak, derin bir nefes aldı. Kolay olmayacaktı. Hem de hiç kolay olmayacaktı! Belki de Hilal hep bir adım öne gitmeye çalışıp kendini operasyonlara iyice dahil edecekti. Bu düşüncelerle kararlı bir sesle konuştu. "Şartım var!" Meraklı bakışlarla adama bakan kız sordu. "Nedir?" "İlerideki operasyonlarda... Olur da sınırı aşarsan durdururum. O zaman itiraz etmeyeceksin! Seninle daha fazla tartışmak istemiyorum." "Yani sen... İzin veriyorsun!" Burak, alayla güldü. Ve hafif bir sinirle çıkıştı. "İzin mi aldın? Beni mecbur bırakıyorsun. Arkamdan işler çeviriyorsun!.. Hangi izin bu?" Masaya yaslanan Hilal, kollarını birleştirerek kendini savunmaya başladı. "Ne yapayım Burak? Hemen çıkışıp reddedeceğini biliyorum. Asıl sen beni mecbur bırakıyorsun. Sence benim hoşuma mı gidiyor? Arkandan işler çevirmek, senin yanında olmak yerine karşında olmak... Orta yolunu bulup, uzlaşacağımı bilsem bunu yapar mıydım? İnan bana sana anlatamamaktan, gizlice bir şeyler yapmaktan senden daha çok nefret ediyorum. Ve az önce sorduğum 'İzin mi veriyorsun?' sorusu tek bu operasyona mahsus değildi." Burak, başıyla kızı onayladı. "Tamam. İzin veriyorum. Fakat orta yolu bulacağız! Fazla ileri gitmeyeceksin. Ve... Lütfen benden habersiz bir şeyler yapma! Anlaştık mı?" Hilal, gülümsemeye başladı. Ve mutlu bir sesle konuştu. "Anlaştık! Kelebek sözü." Hilal'in, gülen gözleri, mutlu sesi ve söylediği cümle Burak'ın da gülümsemesine neden olmuştu. Genç kız bu gülümsemeyi gördüğünde Farsça mırıldandı. "شما همیشه می خندید! خندیدن به کسی مثل شما مناسب نیست." (Sen hep gül! Gülmek hiç kimseye senin kadar yakışmıyor.) Bunun üzerine gülümsemesi büyüyen Burak konuştu. "کسی نیست؟ شما یکی هستید" (Hiç kimseye? Sen varsın ya.) İltifat karşısında yanakları kızaran kız dudaklarındaki tebessümle birlikte başını önüne eğdi. Onun bu hali karşısında gülen Burak mırıldandı. "واقعاً چه چیزی را دوست دارید ، پروانه؟ بی باک ، اما خجالتی ..." (Gerçekten de sen nasıl bir şeysin Kelebeğim? Korkusuz fakat bir o kadar da utangaç...) شما به من بگویید! بعلاوه ، من ... پروانه آلفا هستم. (Sen söyle! Ne de olsa ben... Alfa'nın Kelebeğiyim.) Bu sahipleniş, bu sıfat kızın ela gözlerine kilitlenen adamın o kadar hoşuna gitmişti ki gözlerindeki parıltılarla kendi kendine mırıldandı. "پروانه آلفا" (Alfa'nın Kelebeği) İkilinin bakışmasını boğazını temizleyen Sinan Binbaşı kesti. [Yazar notu: 'Zaten hep birileri kessin' diye düşünen bir yazar. Halbuki yazan zaten kendisi. Eee bölüme devam etmek için kesmek gerekiyor. Ben ne yapayım🤷🏼♀️😂. Siz okumaya devam edin. Beni de pek takmayın. Hafta sonu finallerim var kafam 300 500 😂😂] Sinan Binbaşı'yı duyan Hilal gözlerini pörtletti. Olayın hararetine o kadar dalmışlardı ki diğerlerinin yanlarında olduğunu unutmuşlardı. 'Yeme beni Hilal! Diğerlerinin burada olduğunu bildiğin için Farsça'ya geçmedin mi?' diyen iç sesine 'Bilinçli değildi ki!' diyerek kendini savundu. Sonra da iç dünyasından çıkıp rezilliğiyle buluşması gerektiğini fark ederek diğerlerine baktı. Adamların gözlerindeki eğlenen bakışların alaydan değil de mutluluktan olduğunu fark etmişti. Kardeşlerinin mutlu olmasına duydukları mutluluk.... Burak'la bakıştıklarında adamın gülerek başını sağa sola salladığını gördü. من وزن این تیم را داشتم. خیلی متشکرم که این کار را از بین بردید ، پروانه! (Benim bu timde bir ağırlığım vardı. Bunu yerle bir ettiğin için çok teşekkür ederim Kelebeğim!) Hilal'den bir kahkaha yükseldi. "Ne demek Efendim! Teveccühünüz." "Aldım başıma belayı!" diye söylenen Burak, masaya doğru giderek koltuğuna oturdu. "Ama tat..." diye cümleye başlayan kıza bir bakış attı Burak. "Bunu kabullenmiştim zaten... Oturacak mısın artık?" Gülen kız, adamın karşısındaki yerine oturdu. Toplantı salonunda "Evet beyler! Farsça kursuna ne zaman gidiyoruz?" diye bir soru yükseldi. Soran kişi elbette Onur'du. Ve tabii ki de 2 kurtun tehlikeli bakışlarına maruz kaldı. "Şey... Bişey demedim sayın!.. Hadi ama! Bakmayın şöyle. Alfa senden zaten korkuyordum da... Pamuk gibi olan Hilal'e, Asena ismini vererek en büyük hatayı yaptık. Kız iyice dişi kurt oldu çıktı." "Biraz daha konuşursan o dişi kurdun sadece bakışlarıyla değil pençeleriyle de muhatap olacaksın. Bence sus!" diye mırıldandı Burak. Bu cümle üzerine tüm başlar adama döndü. Kendi üzerinden değil de Hilal üzerinden bir çıkış yapması oldukça şaşırtıcıydı. Hiç Alfa'lık bir hareket değildi. Bakışlar karşısında kaşlarını kaldıran Burak, Onur'a bir bakış atarak konuştu. "Ne? Ben olsam direk parçalarım. Operasyon için Hacker'a ihtiyacımız var. Pençeyle idare etsin şimdilik. Operasyon çıkışı görüşürüz!" "Hiç gerek yok canım abiciğim! Sustum ben. Yalnız... Merak ettiğim bir şey var. Neden herkesin düşündüğü bir şeyi dile getirdim diye tüm taşlamayı ben yiyorum?" diye sordu Onur düşünceli bir şekilde. "Çünkü onlar dile getirmeyecek kadar akıllı" dedi Hilal bilmiş bir sesle. "Benim garip anam demişti. 'Her doğru her yerde söylenmez' diye. Sanırım böyle durumlar içindi. Ne de haklıymış! Ahh değerini bilememişim verdiği nasihatların" dedi Onur 'Küçük Emrah' moduyla. "Oğlum senin annen ne zaman garip oldu ki? Amerika'daki özel bir hastanede doğup, en iyi yerlerde okuyup, yine kendisi gibi zengin olan babanla evlenmemiş miydi?" diye sordu Tuncay alaylı bir sesle. "Karıştırmasana orasını sen! İki Küçük Emrah moduna girelim dedik dost kazığı yedik iyi mi?" dedi Onur oyuncu bir sesle. Burak "Bundan adam olmaz" diye söyledikten sonra ciddileşerek odadakilere baktı. Onun ciddileşen bakışlarıyla birlikte hepsi toplantıya başlayacaklarını (devam edeceklerini) anladılar ve şaklabanlığı bıraktılar. "Eee? Yeğeniyle ilgili bilgiyi nasıl buldun? Terapisti umarım gizliden aramışsındır?" Hilal, Burak'ın cümlesi üzerine gözlerini devirdi. "Hıh. Eyvah! Ben bunu nasıl düşünemedim(!). Kendi telefonumla aradım, kendimi de KİT üyesi olarak tanıttım hatta(!)." Kızın dalga geçen tepkisi karşısında Burak uyaran bir sesle adını söyledi. "Hilaaal!". "Ne? Beni aptal yerine koyan sen iken ben alay edince mi sorun oldu?" İkili birbirine dik dik bakarken Onur gülmeye başladı. "Kaç dakika oldu acaba? Duruuuun! Hemen bakıyorum. Heh! Gençler daha 8 dakika önce birbirinize Farsça dizeler sıralarken... Şimdi kediyle köpek gibi... Pardon 2 kurt gibi..." "Onur şimdi sana kurtu göstereceğim. Göreceğin son şey de o olacak zaten!" diye çıkıştı Burak öfkeyle. "Hemen de celalleniyorsun abi ya. Hilal senin işin de çok zor valla. Ne diyeyim? Şimdiden bolca geçmiş olsun yeng... Ahh! Kafam! Ne yaptın abi yaa?" "Biraz daha konuşursan not defterini değil sandalyeyi yiyeceksin. Kapa çeneni!" "Emredersiniz Komutanım diyeceğim de... Yaa benim adım Emre değil ki. Emre olan o. Ne diye bana Emre diyeceksini... Oha! Ucuz yırttım lan. Bardağı niye atıyorsun abi? Kim temizleyecek şimdi o kırıkları?" "Sen temizleyeceksin! Biraz daha saçmalarsan tüm üssü temizleyeceksin." dedi Burak tehdit dolu bir sesle. "Bugün olmaz!" diyen adam bir anda ciddileşmişti. "Ne oluyor oğlum? Sabahtan beri saçmalamadığın laf kalmadı. Ne karın ağrın var?" diye sordu Burak. "Yok bir şey. Hadi operasyona devam edelim" dedi adam tatsızlaşan sesiyle. Bunun üzerine Emre hemen itiraz etti. "Valla ahdim var. Senin kafan bozukken operasyona falan çıkmam ben. Sonra bizim kafamızı si..." Odada Hilal'in de olduğunu hatırlayan adam söyleyeceği kelimeyi anında yuttu. Özür dileyen bir sesle kıza baktıktan sonra mırıldandı. "Kusura bakma! Beyefendi kötüyken tam bir psikopat olduğundan..." Onur bir anda "O kelimeyi kullanma!" diyerek çıkıştı. Odadakiler onun bu ani tepkisi karşısında şaşkınlıkla bakışırlarken Hilal anlayışla gülümseyerek konuştu. "Aytül'le mi atıştınız?" Kızın ismini duyan adam esefle arkasına yaslandı. "Atışmamız için önce telefonlarımı açması gerekiyor. Hanımefendi buna lütfetmediğinden..." "Neden? Ne oldu ki? Ne yaptın?" diye sordu Yağız kaşlarını çatarak. "Hiçbir şey! Bugün doğum günü. Ben de kutlamak için aradım. Önce cevap vermedi sonra da hepten kapadı. Merkezden de izin almış. Aslında nerede olduğunu öğrenmem 3 dakikamı almaz ama... Niye uğraşayım ki? Beni istemeyen birinin peşinden koşacak kadar düşmedim daha!" dedi Onur sakin bir sesle. Gözlerindeki acı ve öfke olmasa umursamadığı düşünülebilirdi. Fakat herkes gibi onun da gözleri hislerini ele veriyordu. "Bence koşmalısın!" Herkes büyük bir şokla bu cümleyi söyleyen kişiye döndü. Bu kişi Burak Kılıç'tan başkası değildi. Kaşlarını çatan Onur soru dolu gözlerle adama baktı. "Neden? Bir şey mi... Biliyorsun?" Burak, usulca başını salladı ve hüzünlü bir sesle konuşmaya başladı. "Yarın... Babasının şehit olduğu gün. Bildiğim kadarıyla yıllardır doğum gününde dağ evine gidiyor. Kimsenin telefonlarını da açmıyor." "Kimse..." diye mırıldandı Onur. Kendisinin de kimse kategorisine girmesi canını yakmıştı. "Normalde telefonunu direk kapatır. Yani Ulaş öyle diyordu. Belki de kapatmamasının sebebi... Sensindir" dedi Burak düşünceli bir şekilde. Onur, derin bir nefes aldıktan sonra mırıldandı. "Şimdi siz... Şu terapistin ofisine gideceksiniz. Sonra da... Telefonuna dinleme cihazı ve verici koyacaksınız değil mi?" "Şu Hilal'le olan kısmı atlatalım... Gerisini Kadavra ile ayarlarız. Sen akşama doğru izine çıkabilirsin" diyen Burak'ın bakışları Binbaşı'ndaydı. "Senin için sorun yoksa benim için de yok. Şu adamı yakalayalım yeter!.. Eee Hilal anlat bakalım. Terapist'in çok meşhur olduğunu ve kimsenin de ondan randevu alamadığını duymuştum. Sen nasıl ikna ettin? Adı neydi kadının?" dedi Binbaşı Hilal'e dönerek. "Gülçin Hanım! Dün akşam Kadavra'yı aradım. Kızın instagramında dolaşırken geçen yıl yeğeninin doğumunu attığını görmüştüm. Kadavra Burak'ın gazabından çokça korksa da... Onu ikna ettim ve numaramı gizleterek kadını aradım!" "Peki kimseye randevu vermeyen kadını nasıl ikna ettin acaba?" dedi Burak eğlenen bir sesle. "Klasik bir hikaye anlattım. İş ortaklığı için ailelerinin isteği üzerine kağıt üzerinde evlenen 2 genç! Artık bu oyundan sıkılmışlar ve bir yıl dolduğunda boşanma kararı almışlar. Daha doğrusu adam almış. Kız bunu istemiyor. Çünkü..." Duraksayan Hilal, cümlesini adamın gözlerine bakarak tamamladı. "Çünkü... Onun için oyun gerçeğe dönüşmüş. Kız adama aşık olmuş!" |
0% |